KARIŞIK

29 Ocak 2016 Cuma

BİLAL-İ HABEŞ MAKAMI VE MESCİDİ



 İlk ezanımızı okuyan Bilal Habeş Hazretlerinin türbesi olan Tarsus’taki türbesi Bilal-i Habeşi Makamı ve Mescidi, Ulu Caminin güneybatı tarafında bulunmaktadır. Peygamberimiz Hz.Muhammed (S.A.V.)' in müezzini olan Bilal-i Habeşi'nin Hz. Ömer zamanında feth edilen yerleri ziyareti esnasında Tarsus'a geldiği, Kırkkaşık denilen yerde, yani şimdiki makamı ve mescidi bulunan yerde ezan okuyup, namaz kıldırdığı için 7. Yüzyılda makamı, 16.yüzyılda da mescidi inşa edilmiştir. Mescid kara planlı olup, üstü büyük bir kubbeyle örtülüdür. Üç bölümlü, üç kubbeli son cemaat mahalli mevcuttur. İçeride Bilal-i Habeşi'ye ait makam kısmı vardır. Ayrıca mescidin yanına bir de kuyu inşa ettirilmiştir. Osmanlı arşiv belgelerinde, 1519 tarihinde Bilal-i Habeşi makamı adına bir vakfın kurulduğu anlaşılmaktadır.

Hz. Danyal (Daniel)

HZ. DANYAL







DANYAL PEYGAMBER
MÖ 4, ve 5. yüzyıllarda yaşayan Danyal peygamber, MÖ 606'da çocuk olduğu halde esir edilerek İsrailoğulları ile beraber Babil'e gönderildi. 2. Babil Kralı Nebukadnesar (MÖ 605-562) zamanında yaşadığı belirtilen Hz. Danyal'dan, ''Yahudiler'i, Babil esaretinden ilmi ve kehanetleriyle kurtarmış peygamber'' olarak da söz ediliyor.        

Rivayete göre, Nebukadnesar rüyasında İsmailoğulları'ndan gelecek bir erkek çocuğun kendi tahtını sarsacağını öğrenir. Bunun üzerine İsmailoğulları'ndan doğan erkek çocukların öldürülmesini emreder. Hazreti Danyal doğunca, ailesi onu dağ başında bir mağaraya bırakır. Mağarada bir erkek ve bir dişi aslan himayesinde büyüyen Danyal Peygamber, delikanlı olunca kavminin arasına karışır. Bir kıtlık yılında Tarsus'a davet edilen Danyal Peygamber'in, Tarsus'a gelmesiyle bolluk meydana gelir, bu nedenle de Babil'e geri gönderilmez. Danyal Peygamber ölünce de Tarsus'ta şimdiki Makam Camisi'nin bulunduğu yere defnedilir.        

Hazreti Ömer devrinde Tarsus fethedildiği zaman Danyal Peygamber'in mezarı açtırılır, burada büyük bir lahit içerisinde altın iplikle dokunmuş kumaşa sarılı, gayet uzun boylu bir kişiye ait ceset bulunur. Başından geçen maceraların sembolü olarak iki aslan tarafından yalanan genç bir çocuk figürünün bulunduğu bir yüzüğe rastlanır. Bunun üzerine Hazreti Ömer, Danyal Peygamber'in cesedinin Yahudiler tarafından çalınmasını önlemek için daha derine defnettirir ve kimi kaynaklara göre bereket için üzerinden de Berdan Nehri'nden gelen bir çay suyunu geçirtir.




Danyal, diğer dillerde Daniel olarak geçmekte, Hıristiyanlık ve Musevilik tarafından peygamber olarak kabul edilmektedir. Daniel Peygamber Babil Kralı II.Nebukadnesar (İ.Ö. 605-562) zamanında yaşamış Yahudileri Babil esaretinden ilmi ve kehanetleriyle kurtarmış bir peygamberdir.Yaygın bir söylentiye göre Babil Kralı rüyasında İsrailoğulları’ndan gelecek bir erkek çocuğun kendi tahtını sarsacağını bildirmesi üzerine İsrailoğulların’dan doğan erkek çocukların öldürülmesini emretmiştir. Bu nedenle Daniel Peygamber doğunca Kral onu dağ başında bir mağaraya bıraktırmıştır. Mağarada bir erkek ve bir dişi aslan tarafından büyütülen Daniel delikanlı olunca kavminin arasına karışmıştır.Tarsus'da yoğun bir kıtlığın yaşandığı dönemde şehre davet edilen Daniel Peygamber'in gelmesiyle birlikte bolluk olmuştur. Bu nedenle Daniel Peygamber Babil'e geri gönderilmemiş ölünce de Tarsus'ta şimdiki Makam Camisi’nin bulunduğu yere gömülmüştür.

Hz. Ömer’in 17 yılında Tarsus’u ele geçirmesinden sonra Daniel Peygamber’in mezarı açılmış ve büyük bir lahit içerisinde altın iplikle dokunmuş kumaşa sarılı uzun boylu bir ceset görülmüştür. Başından geçen maceraların sembolü olarak parmağındaki yüzüğün taşında biri erkek olan diğeri dişi iki aslanın arasında genç bir çocuk işlenmiştir. Cesedin Yahudiler tarafından çalınmaması için Hz. Ömer’in emri üzerine önceki yerine derin bir şekilde mezarı yeniden kazılmış ve üzerinden de Berdan Nehri’nden gelen ufak bir çayın suyu geçirilerek hiç kimsenin mezara el sürmemesi sağlanmıştır. Böylece mezar emniyete alınmıştır. Nitekim caminin son tamiratı sırasında çok derinlerde caminin arka ve alt kısmında suyun giriş yerinde gayet kalın ve muntazam mazgal demirleri çıkmıştır. Daniel Peygamberin cesedi bu mazgallardan geçen suyun çok aşağısında bulunmaktadır.

Hala Sultan ..larnaka kıbrıs








Hala Sultan ..larnaka kıbrıs

Kabri Kıbrıs’ın Larnaka şehrindedir. Osmanlılar Kıbrıs adasını 1570 senesinde fethedince, Hala Sultan’ın kabri üzerine türbe, yanına  cami yaptırdılar.

Hicretin 28. yılında, Hazret-i Osman döneminde İslam Orduları ilk deniz seferini gemilerle Kıbrıs'a yaptılar. Bu ilk deniz savaşına, bazı sahabiler ve hanımları da iştirak etmiş ve "Hala Sultan" bu seferde şehit olmuştur.

Peygamberimize yakınlığı sebebiyle Müslümanlar ona hep hürmet etmiştir. Birinci dünya savaşına kadar buradan geçen Osmanlı gemileri onu top atışı ile selâmlanmıştır. Kıbrıs'lı Türkler için "Hala Sultan Kabri ve Türbesi" önemli ziyaretgâhlardan biri olmuştur.

Türbe ve Camii, Güney Kıbrıs’ın liman şehri Larnaka’nın “Memleha” olarak bilinen “Tuz Gölü”nün kıyısındadır. Hala Sultan olarak bilinen Ümmü Haram gerçekte peygamberimizin halası değildir. Peygamberimize büyükannesi Selma tarafından akrabadır ve sütannesi Halime'nin kızkardeşidir. Bu nedenle kendisine teyze anlamında "halti" denilirdi, ifade zamanla Türkler arasında "hala"ya çevrilmiştir... Hala adı buradan gelmektedir..

Hazreti Osman zamanında büyük bir İslam ordusu ve gönüllüleri Trablusşam’dan Kıbrıs’a hareket ettiklerinde, yaşının hayli ileri olmasına rağmen, kocası ile birlikte Hala Sultan da bu sefere katılır. Hala Sultan’ın görevi, yaralıları tedavi etmekti. İslam ordusu Larnaka bölgesinde ilerlerken Cenevizlilerin saldırısına uğrar, Hala Sultan attan düşer ve boynu kırılarak şehit olur ve oraya defnedilir.

İslam Tarihi bu seferler hakkında şu bilgiyi vermektedir: Müslüman donanmasının ilk hedefi Kıbrıs olmuştur. Anadolu, Suriye ve Mısır için gerek ticari ve gerekse stratejik bakımdan büyük bir önem taşıyan Kıbrıs’a 649 yılında ilk sefer yapılmış ve bu sefer neticesinde adanın Müslüman hakimiyetine geçmiştir.

Hala Sultan’ın kabri 1571 yılında Osmanlılar Kıbrıs’ı fethedince bulunmuş ve üzerine bir türbe inşa edilmiştir. Türbenin çevresine 1795 te şadırvan, 1816’da cami yaptırılmak suretiyle küçük bir külliye oluşmuştur. Türbenin dışında bir mezar daha vardır bu mezar Hicaz Kıralı Hüseyin’in Türk olan karısına aittir.

Hala Sultan hakkında çok yaygın olan bir efsane vardır. Hala Sultan eşi ile Filistin’e gittiklerinde, bir Yahudi’nin kapısı önünde üç taş görür ve taşları satın alır. Yahudi, “Taşları ne zaman kaldıracaksınız?” diye sorunca Hala sultan, “Lazım olduğu zaman” der. Şehit olduğu zaman bu taşlar Kıbrıs’taki kabri üzerinde görülür. Yahudi, durumu öğrenip Kıbrıs’a gider ve taşları Hala Sultan’ın kabrinde görünce Müslüman olur.

 Hala Sultan Türbesi, Kıbrıs’taki İslam varlığını teşkil etmesi nedeni ile adadaki Türklerin en önemli ziyaret yeri olmuştur. 1959’da onarım geçiren ve içine bir kütüphane yapılan türbe 1963’te Rumlar tarafından tahrip edilmiştir. Yüzlerce, ziyaretçisi olan bu kutsal yer, günümüzde Rum tarafının insafına terk edilmiştir. Camiyi ziyaret eden bir Türk gazeteci “Caminin içerisinde namaz kılarken halılardaki toz toprak tanecikleri alnımıza yapışıyor. Minareye çıkarken merdivenlerdeki güvercin pisliklerini görünce içiniz sızlıyor. “ diye yazmıştır.

İşte “Kıbrıslı Hoca 1920 yıllarından atmışlı yıllara kadar bu türbenin türbedarlığını yapmıştır.  Bu görevden memleketi Ünye’ye döndüğü zaman hemşehrileri ona “Şeyh Musa” veya  “Kıbrıslı “Hoca” diyerek vefatına kadar sevgi ve saygı gösterdiler.

1964 Yılında hakkın rahmetine kavuştu zaman vasiyeti üzerine hocası Yusuf Bahri Taslı Hocanın ayakucuna defnedildi.

Gelecek hafta, Kıbrıslı Hoca Şeyh Musa’nın hayat hikayesi

Bu ve gelecek bölümdeki bilgilerin toparlanmasında yardımlarını esirgemeyen, Büyük Cami eski imamı Yusuf Hafız’a Dizdar köyündeki akrabalarına Dizdar Kabadirek Camisi görevlilerine ve torunu Yusuf Türk’e teşekkür ederiz.

Bugün araştırma konumuz atmışlı yılların başında Kıbrıs’taki Hala Sultan Türbesi’nin türbedarlığından emekli olup Ünye’ye yerleşen “Kıbrıslı Hoca” adı ile tanınan ve atmışlı yılların ortalarında vefat ederek vasiyeti üzerine hocası Yusuf Bahri Taslı Hoca’nın Türbe mezarlığındaki kabrinin ayak ucuna gömülen Şeyh Musa’dır..


Somuncu Baba türbesi,darende .malatya

Somuncu Baba türbesi, 





Malatya iline bağlı olan Darende ilçesinde yer almaktadır. Somuncu Baba türbesi tam olarak Hıdırlık Zaviye Mahallesinde bulunan Tohma Çayının hemen yakınında yapılmış Şeyh Hamid-i Veli Zaviyesi’nin hemen yakınlarında bulunmaktadır. Gerçek adı Şeyh Hamid-i Veli ama halk arasında Somuncu Baba olarak bilinmektedir. 1331 yılında doğduğu bilinmektedir. Doğum yeri ise; Kayseri ilinin Akçakaya ilçesidir.

Bazı kaynaklara göre; Somuncu Baba’nın Horasanlı oluğu iddaa edilmektedir. Somuncu Baba eğitimi ilk önce babası olan Musa Efendi’den almıştır. Daha sonra Şam’a gitmiş orada bulunan Bayezidiyye Dergahı’nda eğitimine devam etmiştir. Şam’daki eğitiminden sonra da Tebriz etrafındaki Hoy kasabasında yaşayan Şeyh Hacı Alaeddin Erdebili’nin öğrenci olarak eğitimini devam ettirmiştir. Halkı bilgilendirme görevini alarak Bursa’ya yerleşmiştir.

Bursa’da bulunan çilehanenin yakınlarında açtığı fırın sayesinde bölgede tanınmış ve sevilen bir kişi olmuştur. Açtığı fırında ürettiği ekmeklerin bereketinden dolayı halk tarafından Somuncu Baba ismi layık görülmüştür. Somuncu Baba ismini de buradan almıştır. Bunlardan sonra eğitim gördüğü Şam’da bir süre kalmış ve daha sonra Darende’ye gelerek buraya yerleşmiştir. Somuncu Baba, son olarak geldiği ve yaşadığı yer olan Darende’de bu dünyadan ayrılmıştır. 1412 yılında aramızdan ayrılan Somuncu Baba, kendi adını taşıyan Somuncu Baba Camisinin ve Somuncu Baba Zaviyesinin yanında yer alan Somuncu Baba Türbesine gömülmüştür. Somuncu Baba’nın gömüldüğü yer olan ve kendi adını taşıyan türbesi, kesme taş ve moloz taşlardan inşaa edilmiştir. Somuncu Baba türbesi kare biçiminde yapılmıştır. Türbenin üzeri kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Somuncu Baba Türbesinin içerisi kasnakta bulunan pencereler sayesinde aydınlatılmıştır. Türbede ayrıca Şeyh Hamid-i Veli ile oğlu Halil Tayyibi de yatmaktadır. Türbede yer alan sandukalar ceviz işlemeciliği ile yapılmıştır. Ceviz işlemeciliği ile yapılan sandukaların üzerlerinde kubbe bulunmaktadır. Bunların dışında Somuncu Baba Türbesinin hemen önünde Şeyh Hamid-i Veli’nin müritlerinin de mezarları da yer almaktadır

Babaeski Bolca Nine Türbesi

Babaeski’deki Bolca Nine Türbesi her gün dolup taşıyor
Kırklareli’nin Babaeski ilçesine bağlı Mutlu Köyü’nde, her yıl, Hıdrellez’in ilk haftasına denk gelen Cuma günü başlayıp, yılsonuna kadar süren adak ve dilek ziyaretlerine açık olan “Bolca Nine Türbesi” her gün dolup taşıyor.

Babaeski’deki Bolca Nine Türbesi her gün dolup taşıyor

 





Ülkenin çeşitli İl ve İlçelerinden gelen 7’den, 70’e bütün vatandaşların ilgi odağı olan “Bolca Nine Türbesi” Temmuz ayı gelmesine rağmen ziyaretçileri hala gün içinde gelmeye devam ediyor.
Mutlu Köyü Muhtarı Murat Yaraş, bu yıl türbeye ziyaret için gelen vatandaşların, 10 bin kişiyi geçtiğini belirterek, istek ve dilekte bulunanların burada adak kurbanları keserek, et kavurdukları, yemek pişirdikleri, pilav, börek ve çörek yaparak, lokma pişirdiklerini söyledi.
Muhtar Yaraş, burada yapılan yemeklerin Türbeyi ziyaret için gelen vatandaşlara ikram edildiğini ve herkese bolca yettiğini, kurban derilerinin ise Bolca Nine Korusu’nun bakımı için Köy Muhtarlığına bırakıldığını belirterek, şunları kaydetti;
“Mesire yerinin çevre düzenlenmesi çağdaş, daha modern ve sağlığa uygun bir ortama kavuşturmak için Turizm ve Kültür Bakanlığına verilmek üzere Köy Muhtarlığı olarak bir proje çalışması başlattık. Bolca Nine’nin tarihçesinde; rivayete göre, 15 nci yüz yıl içinde Fatih Sultan Mehmet Edirne’ye giderken askerleriyle birlikte burada konaklamış, bu konaklama esnasında bu kabirde yatan hatun kişi tarafından, bir kazandan o kadar çok kişiyi doyurmayı başarması, askerleri hayrete düşürmüş. Askerler yemeğin yetmeyeceğini söylemesi üzerine, hatun kişi “yeyin evlatlarım bolca bolca yeyin” demiş ve yemek hepsine yetmişte artmış bile; bu hikmetli olay padişaha anlatılınca Fatih Sultan Mehmet, yaşlı kadının elini öper ve derki; “senin adın Bolca Nine olsun” o zamandan beri bu hatun kişinin adı Bolca Nine olarak kalmıştır. Diğer rivayete göre ise, bu yaşlı kadın Padişaha derki, “atlarınızın kazıkları mola yerinde kalsın” ve bu isteği kabul edilir. Sabah olup kalkıldığında kazıkların yeşerdiği fark edilince Bolca Nine’nin ermiş olduğuna hükmedilmiştir.” (ö.b.)

Hacim Sultan Türbesi .UŞAK

Hacim Sultan Türbesi .UŞAK
 

Uşak ili Sivaslı ilçesisi Hacım Köyü mezarlığında bulunan türbe üzerinde kitabe yeri olmasına rağmen kitabe yeri boş bırakılmıştır. Yalnızca h.1223 ( 1808) tarihi yazılıdır. Bu tarihin türbenin yapımı ile ilgili olup olmadığı da kesinlik kazanamamıştır. Ancak türbe içerisindeki kalem işlerinin XIX. yüzyılın başına ait olduğu da görülmektedir.

Bu türbenin Hacim Sultan’a ait olduğu söylenmekte olup, Hacim Sultan’ın Hazreti Pir’in üçüncü halifesidir. Onunla birlikte Horasan’dan Anadolu’ya geldiği rivayet edilmektedir.

Türbe düzgün kesme taştan sekizgen planlı olup, yüksek kasnaklı içten pandantifli kubbe, dıştan çatı ile örtülüdür. Giriş kapısı önünde yuvarlak kemerli bir giriş bulunmaktadır. Bu bölümün sonradan türbeye eklendiği sanılmaktadır. Türbenin giriş kapısı üzerinde geometrik motifli mermer bir plaka üzerinde iki palmet motifine yer verilmiştir.

İç mekân muntazam kesme kalker taşından yapılmış, yer yer de devşirme parçalardan yararlanılmıştır. Türbenin içerisi oldukça sade olup, pandantiflerde XIX. yüzyıla ait kalem işleri görülmektedir.

bağlum .. yusuf ve sadık dedeler HORASAN ERENLERİ

bağlum .. yusuf ve sadık dedeler HORASAN  ERENLERİ



Türkiye’nin neredeyse her köyünde, ilçesinde “Horasan eri” olarak anılan “Allah dostları”nın kabirleri veya adına yapılmış türbeleri vardır. Bu ulu kişilere “gazi”, “derviş”, “dede”, “baba”, “seydâ”, “velî”, “şah”, “şeyh”, “ermiş”, “seydî”, “sultan” ve “seyyid” gibi  ünvanlar verilir ve dualar bu kutlu kişilerin makamlarında yapılır. Hasta olanlar, muradı olanlar, bu makamları ziyaret ederek bu ulu kişilerin ruhaniyetlerinden istimdat umarlar.








Bağlum Merkez Camii avlusunda Horasan’dan gelme Yusuf ve Sadık Evliyaların türbeleri bulunmaktadır. 






Tekke'deki Feryad eden Evliya çağırgan baba

Tekke'deki Feryad eden Evliya çağırgan 

baba



Bu yola yabancı değiliz ailece, yayla yolumuzdu aynı zamanda Gümüşhane- Bayburt- Erzurum Karayolu. İlk hatırladığım bir gidişim, kar kış gününde Yusuf dayı ve Sefiye (okumuş)Teyze ile  Posta kamyonunun kasasındaydı. Buradan her geçişimde dikkatimi çekmişti Tekke’deki türbe ama hiç kimseden de “kime ait” olduğunu duymamıştım. Hem sadece ben de değil mesela Annem de  “Biz buradan o kadar geçtikte niye kimse burayı söylememişti bana, şaştım kaldım” diyince, araştırmaya koyuldum.Tarihçi değilim elbette ama hiç değilse anneme doğru bir açıklama yapabilmek adına benimde bimem gerekir diye düşündüm, iyi de etmişim gerçi. Trabzon’un fethinden, bölgemizin Müslüman oluşuna bölgemizin manevi önderlerine yönelik bilmediğim şeyleri de öğrendim. Neticede Türbelerde bulunan insanlar, bu topraklarda yaşamış, bugünleri bizlere yaşatan insanlar, bizim de onlar için yapabileceğimiz belki bir Yasin, ihlas ve Fatiha’dır.

 Hava soğuk, duruyorum Tekke’de. Giriyoruz Feryad eden Evliya Çağırgan Baba’nın Türbesi’ne. Türbeleri daha ortaokul yılarımdan severim. Tekirdağ’dan gitmiştik Bursa’daki Ertuğrul Gazi ve Osmanlı Pahişahlarının türbelerine. İstanbul’da Eyüp Sultan’a. Türbenin içi de dışarıdaki soğuğu aratmıyor. Babam Yasin-i şerif okumaya başladı, annem huşu içinde iyi bir dinleyen oldu, tamamladık türbe ziyaretimizi ama bilgi yok. Babam, “Kim bilir ne eserler vermiş, ne büyük hikmet sahibidir. Mevlevimi, safevimi, Ahi’mi hangi meşayihtendir. Seyyid olduğuna göre peygamber efendimizin soyundan geliyor mübarek zat, Allah kabirlerini nur eylesin” diyor. Annem araya giriyor ve babama, “sen o kadar okumuşsun, kim olduğu yazmıyor mu, kimdi ziyaret ettiğimiz Türbe” diye soruyor yine de. Babam mahcup, ben mahcup.Tamam Tekke Belediyesi’nin yazdığı levhayı okuduk ama yetmedi ki. Kaldı ki o da yanlışmış meğer!
Karadeniz Bölgesi’nin yayla turizmi dışında kültür ve inanç turizmine de açılması, şüphesiz  Bölgemizdeki mana önderlerinin türbelerini de ön plana çıkarıyor. Bunlardan biri de Gümüşhane’deki tek Evliya Türbesi..Bu Evliya, Gümüşhane-Bayburt-Erzurum karayolunun 13. Kilometresindeki Tekke Beldesi’ndeki Türbe’de Seyyid Hasan Çağırgan baba Türbesidir. Karayolunun hemen kenarında, biraz yol seviyesinden aşağıda kalmış ama güzel bir Osmanlı eseri.Fakat, Tekke Beldesi Belediyesi’nin katkısı ile Türbeye  yakışır  bir Tabelası var, ve o tabelasında da, “Seydi Mahmut Çağırgan baba Türbesi” yazıyor ama gerçekte  Tekke’deki Türbe’de Seyyid Mahmut değil de  Seyyid Hasan Çağırgan’ın yattığını söylüyor kaynaklar. Hem Kültür bakanlığı kaynakları ve hem de Elazığ Fırat Üniversitesi’nden Harun Bostancı’nın, “Osmanlı döneminde Doğu Karadeniz Bölgesi’nde kurulan tekke ve Zaviyeler” başlıklı yüksek lisans tezinde, buradaki Türbenin Feryad eden Evliya Çağırgan  Baba’ya ait olduğu belirtiliyor..O zaman da Tekke Belediyesince konmuş  levhanın yanlış yazıldığı ortaya çıkıyor. 

Ülkemizin bir çok yerinde “çağırgan baba”, “feryadı baba” veya “ağlar baba” gibi isimlendirilmiş bir çok türbe ve mezar vardır. Tekke’deki Çağırgan Baba Türbesi  (III. Murad'ın (1574-1595) İran seferi sırasında gördüğü bir rüya üzerine yapıldığı ve Gümüşhane, Samsun ve Tokat'ta vakıfları bulunduğu bilinmektedir. Murat Yüksel, A.g.e., s.126.) asıl mekanı kare bir plan üzerine Bayburt taşından yapılmış, sonradan batısına dikdörtgen planlı bir bö1üm daha eklenmiştir. Türbenin her iki bölümün de içinde birer sanduka yer almaktadır. Türbeye kuzey cephesindeki dikdörtgen düz lentolu bir giriş ile ulaşılmaktadır. Asıl türbe bölümüne batıdan sivri kemerli bir giriş açılmıştır. Alınlık içerisinde mermer üzerine iki satır sülüsle yazılmış bir kitabeye;

(Okunuşu: "Hâzihi mezâru’ş-şerifeti’l-merhûm el-mağfûr Baba Çağırgan 

Evliyâu’s-sâlikati harrarahu fî mâhı Receb senete tis’îne vetis’amie" )

Açıklaması: Burası merhum, mağfur, feryad eden Evliya Çağırgan Baba’nın şerefli mezarıdır. 990 yılının Recep ayında (Temmuz 1582) onu yazdı”( TAED 41, 2009, 145-171 ~ 150 ~ H. ÖZKAN: Gümüşhane’de Osmanlı Dönemi Türbeleri)

yer verilmiş ve kitabe üzerinde bir rozet işlenmiştir. Bu bölümün üzeri içten kubbe dıştan sekizgen bir piramit külahla örtülmüştür. Kubbeye köşelere yerleştirilen tromplarla geçilmiş, kubbenin oturduğu sekizgen kasnak dışarı yansıtılmıştır. İçerisinde  bir sanduka bulunmaktadır. Türbe son yıllarda onarım görmüştür.Şurut Köyü; Bayburt-Erzincan karayolu üzerinde; Bayburt’a 55, Gümüşhane’ye ise 50 kilometre uzaklıkta bulunan ve rakımı 1.600-1.700 metrecivarında olan bir köydür. Peygamberimizin (S.A.V.) torunu  İmam Zeynel Ābidîn (R.A.) yoluyla gelen koldan olan Seyyid Ahmed Baba ÇAĞIRGAN Hazretleri bu köyde yaşamış olup, türbesi köy kabristanındadır. Türbesinin ilk olarak Üçüncü Murat zamanında yapıldığı bilinmektedir. Seyyid Ahmed Baba ÇAĞIRGAN, beş kardeş olarak bu bölgeye emr-i İlâhi ve emr-i peygamberi ile irşād için gelmişlerdir. Bu beş kardeşin isim ve yerleşim yerleri şöyledir:

 Seyyid Ahmed Baba ÇAĞIRGAN–Kabaktepe Köyü-Şurut–Gümüşhane, Seyyid Mahmûd Baba ÇAĞIRGAN – Zıhar – Alucra - Giresun, Seyyid Hasan Baba ÇAĞIRGAN – Tekke – Gümüşhane, Seyyid Nasûhî Baba ÇAĞIRGAN – Şingah – Bayburt, Seyyid Muhammed Baba ÇAĞIRGAN – Kop Köyü – Bayburt, Bu beş kardeşin yaşça en büyüğü Seyyid Ahmed Baba ÇAĞIRGAN; Şurut Köyü’nde olup, hālen āilesi bu köyde yaşamaktadır. Dergâh evi (ocak olarak), ailesi tarafından muhafaza edilmektedir. Kaynak; "pirmuratbaba.com" 

Hatta öyle ki bu türbeler, kimi yerlerde paylaşılamaz bile.Harun Bostancı’nın tez’inde;

“12. Baba Çagırgan Zâviyesi
Bayburt sancağı içinde, hakkında fazla bilgi olmasa da kayda değer zaviyelerden biri de Kelkit nahiyesine bağlı Surut köyünde kurulmuş olan Çağırgan Baba Zâviyesidir. 1530 tarihinde 20 hâne olduğu tespit edilen Surût köyünün 303 akçe tutan vergi geliri bu zâviyeye tahsis kılınmıştır. Bu tarihten on-on beş yıl sonra yapılmış olan vakıf kayıtlarında bahse konu zâviye hakkında önemli sayılabilecek ayrıntılara yer verilmiştir. Konuyla ilgili kaydın bir kısmı şöyledir:

“Zâviye-i Baba Çagırgan, der karye-i Surut tâbi-i nahiye-i mezbûre, mesihat der tasarruf-u Seyh ismail veled-i Seyh Han Baba, bâ-berât. / Evkâf-ı mezbûre karye-i Surût elmezbûr vakf-ı zâviye-i mezbûre ber mûceb-i defter-i atîk” 

Bu metnin kısaca anlamı şudur: Kelkit nahiyesine bağlı Şurut (Kabaktepe) köyü bütünüyle Baba Çağırgan zâviyesine sultan beratıyla vakfedilmiştir. Bu tarihte köyün toplam geliri 3.103 akçedir. Zâviyenin başında Seyh Han Baba oğlu Şeyh ismail bulunmaktadır. Köyün bu durumu 1516 tarihinde yazılmış olan vergi defterinde kaydedildiği sekliyle yeniden tescillenmiştir. Kaydın devamında köyde oturan vergi mükellefleri ile Baba Çagırgan soyundan gelen kisilerin adlarına yer verilmiştir. Baba Çağırgan soyundan gelenlerin tespiti açısından bu isimleri nakletmek yararlı olacaktır. Bunu bir tabloda göstermek mümkündür:

 Baba Çagırgan Soyundan Gelenlerin isim Listesi;
1 Bayram Bey oglu Dervis Mehmet Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

2 Dervis Ali (onun oglu) Reâyâ (çiftçi) Mücerret (yetiskin bekar)

3 Dervis Ali (onu kardesi) Reâyâ (çiftçi) Mücerret (yetiskin bekar)

4 Dervis Ahmet (onun kardesi) Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

5 Seyh Ali oglu Dervis Hacı Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

6 Han Ahmet (onun oglu) Reâyâ (çiftçi) Mücerret (yetiskin bekar)

7 Ali oglu Dervis Hacı Mehmet Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

8 Abdullah oglu Dervis Yusuf Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

9 Ömer oglu Sah Ali Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

10 Abdullah oglu Dervis Memi (?) Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

11 Saruhan oglu Dervis Sahkulu Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

12 Mahmut oglu Dervis Pirkan Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

13 İbrahim oglu Abdal Kasım Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

14 Sah Ali oglu Abdal Yar Ali Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

15 Yar Ahmet oglu Abdal Hüseyin Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

16 isa oglu Mehmet Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

17 Pir Veli oglu Pirî Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

18 Pir Veli oglu Koçeri Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

19 Koçeri oglu Abdal Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

20 Ahmet oglu Dervis Arus(?) Reâyâ (çiftçi) Mücerret (yetiskin bekar)

21 Ahmet oglu Dervis Sayan Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

22 Ahmet oglu Dervis _sâ Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

23 Yusuf oglu Dervis Hüdâverdi Reâyâ (çiftçi) Mücerret (yetiskin bekar)

24 Abdal Âgca Reâyâ (çiftçi) Mücerret (yetiskin bekar)

25 Abdullah oglu Dervis Mustafa Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

26 Seyh İsmail oglu Saru Baba Zâviyedâr-zâde -

27 Seyh Zor Zâviyedâr-zâde Hâne sahibi (evli)

28 Yakup (onun kardesi) Zâviyedâr-zâde Mücerret (yetiskin bekar)

29 Hacı Baba (onun kardesi) Zâviyedâr-zâde Hâne sahibi (evli)

30 Seyh İsmail kardesi Gavraz Baba Zâviyedâr-zâde -

31 Seyh Yusuf (onun kardesi) Zâviyedâr-zâde -

32 Seyh Bayar(?/ onun kardesi) Zâviyedâr-zâde Mücerret (yetiskin bekar)

33 Ömer (onun kardesi) Zâviyedâr-zâde Mücerret (yetiskin bekar)

34 Ahmet Han oglu Mehmet Zâviyedâr-zâde Hâne sahibi (evli)

35 Sultan Mahmut (onun kardesi) Zâviyedâr-zâde Mücerret (yetiskin bekar)

Görüldüğü gibi köyde otuz beş nefer kaydedilmiştir. Bunlardan on kişisi yetişkin bekâr erkek, kalanı hâne sahibi evlilerdir. Yirmi beş kişi vergi mükellefi çiftçi, kalan on kişi ise zâviye kurucusu şeyh efendi ahfadındandır. Baba Çağırgan ahfadından olmadıkları halde diğer kişilerin de pir, abdal, derviş gibi ön isimlere sahip olması bu köyün bir derviş topluluğu tarafından kurulduğunu ve halen de bunların tasarrufu altında olduğunu bize göstermektedir.Kovans nahiyesine bağlı halkı Hıristiyan olan Güvercinlik köyünün 1.200 akçe; yine Hıristiyanların meskûn olduğu Hor-i süflâ (Gökdere) köyünün 2250 akçe vergi geliri bu zâviyeye vakfedilmiştir. Ayrıca her ne kadar Çağırgan ismi bir şahıs adı olarak defterde görünse de, bu ismin Alucra’nın Zûn (Boyluca) ve Zıhar (Çakmak) köylerini de iskân edinen bir Türk aşireti olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan Bayburt livasına bağlı Kogans nahiyesi Selekli köyünde de Baba Çağırgan adıyla bir zâviyenin varlığından haber verilmektedir.
Gümüşhane kapsamında kurulan tekkeye izafeten Tekke köyünde metfun olan Baba Çagırgan türbesinin konumuz ile ilişkisini şimdilik kesinleştiremedik. Buradaki türbe 1582 tarihlidir. Bu durum Baba Çagırgan’ın vefat tarihi hakkında belki bir fikir verebilir. Tastan kare planlı bir yapı olan türbe, kubbelidir ve dıştan piramit külahla gizlenmiştir. 1530/40’da söz konusu zâviyenin Şeyhi Derviş Sah Hüseyin adlı bir kişidir.”

 Çağırgan Baba ile ilgili, genel kültür anlamında önemsediğim Erdem Ekşi’nin bir yazısını da buraya eklemek istedim,yazıda;
“1341 yılında Akkoyunlu devletinin hakimiyeti altında olmakla beraber Çağırgan Baba hazretleri ve onun soyundan gelenler Çağırganlar Zümresi olarak devlet içinde yüceltilmiş ve yükseltilmiştir. Fakat zaviyeyi kuran Çağırgan Zümresinin atası Çağırgan Baba(Es-seyyid Mevlana Şeyh çağırgan İsmail Hakkı veli) hazretleri tarafından Osman Gazi oğlu Orhan Gazi’ye bağlılık olarak kesmiş olduğu vakfiyede belirtmiştir.vakfiyede geçen şu cümleler bu bağlılığın ispatıdır:’’…din ve dünya işlerinin yardımcısı olan Sultan Osmanşah oğlu Sultan Orhan, Allah onun hükmünü ve vilayetini daim kılsın, saltanatı te’yid edüp dostlarına ve yardımcılarına güç versin gücünü kıyamete kadar daim eylesin.Cenab-ı Hak onu fetih ve zaferlerle aziz eylesin onun zamanında Süleymanşah oğlu Nasıreddin büyük saygıya mahzar oldu.Çünkü o babasının kendisi ile iştişare ettiği değerde kişiliğe sahipti.Onun salim düşüncelerle tesis ettiği müesseselerde nice faydalı insanlar yetişti.Keza gelip geçen ve sürekli kalan selef-i salihinin hizmetleri de bu tarzda vuku bulmakla kıyamete kadar faydalar sağlanmıştır…’’

Çağırgan Baba kendisini horasan da yetiştiren ve icazetnamesini veren hocası büyük İslam mutasavvıfı, sofizmin kurucusuda sayılan Hoca Ahmet Yesevi Hazretlerinin talebesi ve halifesi ve bugün Azerbeycan Cumhuriyetinin Başkenti eski Baku şehrindeki edebi istiragahatı olan kümbet türbede yatmakta olan Sultan Ebu Said Hazretleri, namı meşuriyle Ebu’l Hayr olarak bilinen büyük gavs’ada vakfiyesinde bağlılık ve hürmetini göstermiştir:’’…Baş kaldıranları şeriat kılıcı ile yok eden Mevlana Sultan Said ki o tevhid ehlinin namusunu koruyan sultanların sultanı…’’
Çağırgan Baba’nın 155 sene yaşadığı rivayet edilmektedir.Orhan Gazi’den başlayarak Sultan Fatih’in padişahlığının bir kısmına şahid olduğu rivayetleri anlatılmaktadır.

Trabzon’un Fethindeki Sır Perdesi

Çağırgan Baba Bizzat Fatih Sultan Mehmet Han’la görüşmüş ve Sultan Fatih’in Çağırgan Baba’nın 3 (üç)gün (kimi kaynaklara göre 7 Gün)misafir olarak onun manevi ilimden faydanmıştır.Çağırgan Baba’nın Trabzon şehrinin manevi fetih komutanı olduğu rivayetleri bilinmektedir.Rivayete göre Trabzon fethi şöyle gelişiyor:’’Fatih Sultan Mehmet han, Trabzon Rum İmparatorluğuna son vererek anadolu birliğini kurmaya karar verir.Orduyu hazırlayarak yola çıkar.Fatih ve ordusu Amasya şehrine ulaştığında orduyu iki kola ayırır.Bir kolu Samsun tarafından sahili takip eder.. Diğer ordu kolu ise Fatih Sultan Mehmet Han önderliğinde iç kesimlerden(Reşadiye-Ş.Karahisdar-Alucra) devam ederek Zıhar Köyüne ulaşır.Fatih Sultan Mehmet ve ordusu Hapen Gediği(geçidi) denilen yere ulaştıklarında artık Zıharşeyh Köyü(Fevzi Çakmak)hudutlarından girmekteler Çağırgan Baba Hazretlerinin mana yüklü zaviyesinin topraklarına…Artık Fatih Sultan Mehmet Han ve ordusu Çağırgan Baba’nın manevi tasarrufu altındadır.Sultan Fatih ve ordusu bu gün kışlaönü denilen düzlüğe otağını kurar.Çağırgan Baba’nın zaviyesindeki mutfağında pişen bir kazan Haşıl Pilavıyla koca ordu 3 gün boyunca doyurulur.Ambardan getirilen bir heybe dolusu arpa ile atlar beslenir.Tabiki Çağırgan Baba sultana göstermiş olduğu tek kerameti değildi.Koca ordu nasıl olurda bir kazan haşıl pilavı ve heybe dolusu arpa ile 3 gün boyunca beslenir.Sonra pilavda ve arpada hiç azalmada olmuyor.Fatih Sultan Mehmet Han, pir-i fani olan Çağırgan Baba’nın yanında kaldığı süre içerisinde onun büyüklüğünü keşfetmişti.Çağırgan Baba’ dan Sultan Fatih kaldığı 3 günde ilim tahsil etmeye çalıştı.


Fatih Sultan Mehmet Han Trabzon’nun fethinin güçlüğü biliyor ve derin düşüncelere dalıyordu.Rum İmparatoru ya kendisinin trabzon’a ordusu ile beraber yürüdüğünü öğrenirse, fetih güçleşebilirdi.Ordusu ile beraber geçtiği yerleşim yerlerinde önceden gerekli istihbarati ve güvenliği alıyordu.Artık Alucra’dan ötede yapacağı yolculuk daha önemliydi.Çünkü ordunun geçeceği güzergahlarda rum köyleri ve rum ortodoks kiliseleri ve manastırları vardı.Fatih Sultan Mehmet Han ve Çağırgan Baba trabzon’a gidilecek güzergahtaki tehlikeleri ve önlemleri planladılar.Sultan Fatih’in Çağırgan Baba’ya Trabzon’un fethinin kendisine nasip olup olmayacağını yönündeki bir soruyu Çağırgan’a yöneltmesi üzerine Çağırgan Baba yatsı namazına müteakip yapmış olduğu murakabe neticesinde Sultana ‘biznillah kan akıtmadan Trabzon Kalesi teslim alınacaktır.Cenab- Allah zaferinizi daim eylesin’ der.Çağırgan Baba böylece trabzon’un fethinin müjdesini sultana Zıharda verir.Sabah olunduğun da otağ ve ordu çadırları sökülür.Sultan Fatih ve ordusu bugünkü Seydi Ahmet Tepesi, Üçköprü(cahmanus) mevkilerinden ilerleyerek Yassı-çimen(Akyatak) yaylasına ulaşılır.Tabiki Fatih Sultan Mehmet han ve ordusunun önünde ordunun ilerlemesi için 400 baltacı, 400 kazmacı, 400 hızarcı, 400 kürekçi’den oluşan yol açan ve yapan bir askeri birlikte bulunmaktadır.Sahil yolundan ilerleyen orduda yassı çimen yaylasına gelerek iki ordunun birleşmesi sağlanarak Trabzon üzerine hareket edilir.
Trabzon şehrine ulaşılırken yol üzerindeki rum köyleri ve manastırları sıkı kontrol altında tutuluyor ve imparatora bilgi uçurulmasına mani olunuyordu.Osmanlı ordusu ağustos ayının sonuna doğru Trabzon önlerine geldiğinde akşam güneşi batmaktaydı.İmparator şaşırmıştı,Fatih ve ordusunun trabzonu fetih etmeye geleceğine dair her hangi bir bilgi ve bulguya sahip değildi.Sadece Fatih’in ordusu ile Alucra’da olduğunu, Akkoyunlu Sultanı Uzun Hasan üzerine yürüdüğü bilgisi ve rahatlığı vardı.Fatih ile Uzun Hasan arasındaki iktidar kavgasını çok bilen Trabzon Rum İmparatoru hazırlıksız yakalanmıştı.Trabzon Rum İmparatoru Sultan Fatih’ten horoz ötümüne kadar kendisine ve ordusuna müsaade etmesi durumunda şehri ve kaleyi Osmanlıya bırakacağını söyleyerek anlaşırlar.Sultan Fatih ve ordusu Trabzona girer ve kaleyi zapt ederler.Yatsı vaktinde kan akıtılmadan Trabzon kalesi Osmanlıların eline geçmişti.Kaleye Osmanlı ordusunun girmesi ile beraber kaledeki horozlar ötmeye başlarlar.Fatih Sultan Mehmet Han, imparatorun ordusunu toplayarak tekrar geri dönerek Trabzon Kalesini muhasara altına alacağını bildiğinden, horozların ötmesi ile beraber ordusuna hücum emrini vererek, imparatorun ordusunu imha edilmesini sağlar.İmparator canını zor kurtarır.İmparator, Fatih Sultan Mehmet Han ve ordusunun açmış olduğu yol güzergahını takip ederek üçköprüde ki manastırlarda saklanarak, ölüm korkusu ile samsun üzerinden Rusya’ya kaçar.Trabzon Fethinin nişanesi olarak m.1461 yılından bugüne kadar Trabzon horozları hep vakitsiz ötmektedir.’Vakitsiz öten horozun başını keserler’ deyimi de fetih zamanından kalmıştır.Horozlar sabahın( tanyerinin) ağırması ile ötmesi gerekiyorken Trabzon’da tam tersi akşamın kararması ile horozlar ötmeye başlamaktadır.Kan akıtılmadan Trabzon şehrinin fethinin müjdesini Sultan Fatih’e veren Çağırgan Baba’nın kerameti olmakla beraber fethinde manevi komutanı olduğunun göstergesidir.
Çağırgan Baba’nın aslanlarla çift yaptığı, geyiklerle harman savurduğuna yönelik bir çok rivayetleri yöremizde anlatılmaktadır.
Çağırgan Baba hazretleri terenli mevkisinde çift sürermiş.Mübareği aslanlar ile çift sürdüğünü gören bir kişi kıranmerek mahallesine (fatih) gelerek Çağırgan’ın aslanlarla çift sürdüğünü anlatır.Mahalleden Nebi bu olaya inanmaz.Aslan buraya nereden gelecek diye düşünerek kalkar gider terenliye bir çortun arkasına saklanarak Çağırgan Baba’yı izlemeye başlar.Bakar ki hakikaten mübarek hoca aslanlar ile çift sürüyor.Nebi geri dönmek ister ki, Çağırgan Baba köylüsü nebiye seslenerek;’gözü görmiyesice, bizim veliliğimizden şüphen mi vardı’ der.O günden sonra nebi’nin soyundan gelen insanlarda belli bir yaştan sonra uzağı görme yeteneğini kaybetmektedir.”
Harun Bostancı’nın , Doç Dr. Enver Çakar’ın danışmanlığında hazırladığı 197 sayfalık Yüksek Lisans tezinin sonuç kısmında da, şu değerlendirmeleri yapıyor;

“İncelemiş olduğumuz Doğu Karadeniz Bölgesinde Osmanlı Döneminde kurulan Tekke ve Zaviyelere bakıldığında bölgeye yerleşen Türk dervişlerinin genel olarak Ahi oldukları görülmektedir. Giresun, Şebinkarahisar ve Gümüşhane-Bayburt yöresinde kurulmuş ilk dönem Türk Zâviyelerinin hangi dini akıma mensup olduğu konusunda tam olarak yargıya ulaşmak mümkün olmamaktadır. Buna rağmen söz konusu Zâviyeleri müstakil olarak incelediğimizde, karsımıza en yaygın örgütlenme olarak Ahi teşkilatları çıkmaktadır. Daha sonraki yüzyıllarda farklı dini akımlara bağlanan tekke ve zaviyeler ilk kurulduklara zaman her hangi bir tarikat veya bir tasavvufi akımla bağlantılarına rastlanılmamıştır.
Beylikler döneminde fetih ve iskân hareketlerine kolonizasyon özellikleri ile katkı sağlayan bu kurumların, Osmanlı idaresinin egemen olmasıyla da birer bayındırlık ve sosyal hizmet kurumu niteligine bürünerek devam ettiklerini görüyoruz. Selçuklu Devletinin 1243 Kösedağ Savası’nı kaybederek merkezi otoriteyi toparlayamaması ile ortaya çıkan boşluğu ahî zâviyelerinin oluşturduğu mükemmel örgütlenmenin giderdiği anlaşılmaktadır. Bu bağlamda toplumsal dayanışmayı, toplum huzurunu bozacak zorbalarla mücadeleyi, tarım ve ticarete dayalı is hayatını organize etmeyi ve toplumun başka ihtiyaçlarını gidermeyi hep bu kurumların sağladığı ortaya çıkmaktadır.

 Osmanlının bölgede hâkimiyetini sağladıktan sonra tüm Anadolu da özellikle Doğu Karadeniz bölgesinde incelemiş olduğumuz Şeyh Mustafa Zâviyesi Giresun İskelesi-Taşhan ve Erimez üzerinden; Hacı Abdullah Halife Zâviyesi Tirebolu-Yağlıdere-Çakrak üzerinden; Şeyh İdris Zâviyesi de Bendehor kalesi (Piraziz) ve Yoğunyokuş üzerinden Şebinkarâhîsar’a ulaşan umumî/ticaret yollarının güvenlik ve imâret hizmetlerini; yollar üzerindeki köprülerin bakım ve onarım hizmetlerini yerine getirmişler, çevre köylerin ve nâhîyelerin teşkilatlanmasını sağlamışlardır

 Derbent görevi gören zaviyeleri devlet özellikle sarp geçitlere, ticaret yolları üzerine kurarak bu zaviyeler sayesinde hem ticaretin hem de güvenliğin gerçekleşmesini sağlamıştır. Osmanlı Devleti’nde özellikle Yavuz Sultan Selim zamanda İran etkisindeki Şii unsurlar, devletin ve toplumun dirlik ve düzenini bozduğu gerekçesi ile önemli bir tehdit algılaması ile mütalaa edilmiştir. Buna karsı zaman zaman güç kullanımına başvurulduğu gibi; çoğunlukla Ahi çukuru köyünde ikâme edilmiş Hacı Abdullah Halife Zâviyesi örneğinde ve emsalleri gibi, medreseler ve Zâviyeler kanalıyla bu tür oluşumların o günün tabiriyle ıslahı yoluna gidilmiştir. Aslında Bâtınî akımların ıslahı, Gayrimüslim yerlilerin de ihtidâsını sağlamak için uygulamaya konulan zâviye-medrese-câmi eksenli malikâne vakıf sistemi Giresun, Trabzon ve Canik (Samsun) vilayetleri kapsamında geçerli bir durum olarak karsımıza çıkmaktadır.

İlk kurulduğu zamanlara ışık tutan tahrir defterlerinde temel özellikleri eğitim, sosyal yardımlaşma, güvenlik ve ticari hayatın akısında güvenlik olarak belirtilen tekke ve zaviyeler,geçen yüzyıllar içinde aslî fonksiyonlarını yitirmiş, kurucu Şeyh efendinin soyundan gelen feodal beylerin ve çevresinin, kurucu şeyhin hatırına sultan veya yerli beyler tarafından tahsis edilen gayrimenkullerden nemalandığı kurumlara dönüşmüştür. Özellikle mâlikâne-vakıf sistemine dayalı olarak isleyen bu türden Zâviyelere ait, XIX. Yüzyılda hazırlanmış arşiv materyallerinin miras taksimine ait belgelere dönüşmesinden bu durumu izlemek mümkündür. Söz konusu Zâviyelerle ilgili belgelerin halîfe, seyh, efendi, pir, dede gibi tasavvufî erminolojiye ait kavramlarla andığı zâviyedârların, son yüzyılda halk arasında artık ağa, bey gibi daha çok yerel feodalizmi andıran kavramlarla izah edilmesi de, bu hususu doğrular niteliktedir.”

Yusuf ve Sadık Evliya Türbesi / ANKARA / KEÇİÖREN / Bağlum Beldesi

Yusuf ve Sadık Evliya Türbesi / ANKARA / KEÇİÖREN / Bağlum Beldesi

Türbenin Yeri: Yusuf ev Sadık Evliya Türbesi, Ankara İli Keçiören İlçesi Bağlum Kasabasında bulunan caminin bahçesindedir.
Yusuf ve Sadık Evliya Türbesi
Yusuf ve Sadık Evliya Türbesi
Yusuf ve Sadık Evliya Kimdir: Horasan Erenleridir. Bölgeye gelip yerleşen burada irşâd görevini yapan Horasan erenlerindendir. Tıpkı Yakup Evliya gibi haklarında başka bir bilgi yoktur.       

Türbenin Durumu: Türbe sekizgen planlı betonarmeden inşa edilmiştir.

Ziyaret Nedeni: Bağlum’un manevi liderlerinden sayıldıklarından özellikle hayır duası için ziyaret edilmektedir.

Dörtayak Türbesi.burdur

Dörtayak Türbesi


Burdur merkez hıdırlık (Hızırilyas) denilen bahçeler arasında yer alır. Tapunun 7 pafta, 124 ada, 63 parselinde kayıtlıdır. Muhtemelen XIV. veya XV. yy.a aittir. Tamamı kesme taştan yapılmış olan türbe altta kare planlı olup kapı eşiğinden yukarısı sekizgendir. Piramit çatılı bir külahla üzeri örtülmüştür. Türbenin köşelerinde kareden sekizgene geçilen köşe pahları büyük üçgen satıhlar halinde olup pahların başladığı hizada doğu ve batı kenarları dikdörtgen iki küçük pencere açılmıştır. Kuzey kenarda gene pah köşeleri hizasında iç içe daralan profilasyonlar içinde yekpare taş söveli ve basık yay kemerli kapı yer alır.

İç kısımda tamamı sekizgen planlı olup duvarlar içte sıvasız ve dışta olduğu gibi kesme taştır. Güney kenarda mihrap yer alır. Mekânın üzeri içten kubbe ile örtülüdür. Bu türbe Vakıflar Genel Müdürlüğünce 1984 yılında restore edilmiştir.

Pirkulzade Medresesi Ve Kütüphanesi

Medrese bugünkü Burdur Müzesinin yerinde iken medreselerin Milli Eğitime devrinden sonra yıkılmış sadece kütüphanesi ayakta kalmıştır. Medresenin kitabesine rastlanamadığından hangi tarihte yapıldığı kesin olarak bilinmemektedir.

Pirkulzade Kütüphanesi Burdur Müzesi bahçesinde bulunmaktadır. Osmanlı Mimarisinin güzel bir örneğidir. Binanın kitabesi yoksa da kitaplardaki mühürlerden 1239(1823) tarihi vardır.1240(1248) tarihli vakfiyeye göre Burdur Müftüsü Küçük Şeyh Mustafa Efendi tarafından yaptırılmıştır.