KARIŞIK

19 Ocak 2016 Salı

Seyyide Zeynep Camii Ve Türbesi






Seyyide Zeynep Camii Ve Türbesi
Burada Peygamber Efendimizin (S.a.v) Torunu, İmam-I Ali Ve Hz. Fatıma'nın Kızları, İmam-I Hasan Ve Hüseyin'in Kızkardeşi Hz. Zeynep Yatmakta.
Cami Her Ne Kadar Ayasofya Gibi Cami Olmaktan Çıkartılmış Ise De Namaz Kılanlara Kimse Ses Etmiyor. Türbenin Içine 5 Ton Altın Katıldığı Söylenen Büyük Bir Kubbesi Var. Hz. Zeynep (R.a.) Kerbela Vakasını Bizzat Yaşamış, Bütün Yakınlarının Ölümünü Izlemiş, Çok Cefalar Çekmiş En Yüksek Manevi Makamlara Sahip Hanımlar Arasında. Bu Sebeple De Her Milletten Pek Çok Kişi Ziyaretine Koşuyor.

Hızır Suyu

Hızır Suyu

Rivayete göre, Ardıçalan köyüne bağlı olan Yeşilova (eski adı: Birestik) mezrasında Şehsüvaroğullarından Mahmut Beyin bir konağı varmış. Konak, Ardıçalan köyünün kuzeyindeki tepenin eteğinde imiş.

Anlatıldığına göre, Mahmut Bey’in beyliği zamanında, Birestik’teki konağında misafirleriyle yemek yerken kapıya bir atlı gelir. Mahmut Bey, atlıyı sofraya buyur eder ve hizmetçisine de atı yemlemesini söyler. Hizmetçi kendisine söyleneni yaptıktan bir süre sonra atın önüne koyduğu yemin at yedikçe arttığını fark eder. Diğer taraftan, misafirlerle birlikte yemek yiyen atlı, aniden yerinden kalkıp ‘Şehsüvaroğlu Hüseyin Bey şu anda çok darda ona yardım etmem gerekir’ diyerek izin ister ve atına atlayıp oradan ayrılır. Çevredekiler bu şahsın Hızır olduğuna inanırlar. O andan itibaren onun suyundan içtiği çeşmenin önemi artar ve kutsal görülmeye başlanır.[18]

Bölge insanı tarafından Çorakdere Suyu diye de bilinen Hızır Suyu’ndan içilme nedenlerini şu şekilde sıralamamız mümkündür:

-Onlara göre bu su, çeşitli hastalıklar için şifadır.

-Hamile bir bayan doğumunun kolay olması için banyo yaptığı suya bu sudan katarak yıkanır.

-Yeni doğan çocuklar, iyi huylu olsun diye buradan getirilen su ile yıkanır.

-Ardıçalan ve Gelintarla köylülerinden cilt hastalıkları, özellikle de egzama için bu suya gidildiği, bu suda banyo yapıldığı, suyun kaynadığı yerde yetişen iğde ağacına çaput bağlandığı, dilek tutulduğu ve buradan alınan çamurun yaranın olduğu yere sürüldüğü anlatılmaktadır. Bütün bunlar, şifa niyetiyle yapılmaktadır.

Hızır’ın Taşı ve Hızır’ın Çeşmesi

Hızır’ın Taşı ve Hızır’ın Çeşmesi

Altınca köyü sınırları içinde yer alıp köyün kuzeydoğusunda bulunan Şah Tepesi üzerinde köylülerin Hızır ile irtibatlandırdıkları iki tane ziyaret yeri bulunmaktadır.

Hızır Taşı: Hızır’ın taşı diye bilinir. Hızır’ın çeşmesinin yanındadır. Burası, Şah Tepesi’nin kuzeydoğusunda zirveye yakın bir yerdedir. Köylülerden aldığımız bilgilere göre, Hızır (as) burada konakladığında, şaha kalkan atı nallarını kayaya vurunca, atın ayak izleri kayaya çıkar. Hızır'ın atının ayak izlerini üzerinde taşıdığından dolayı, köylüler bu taşı kutsal kabul etmişler ve ondan medet ummaya başlamışlardır.

Bu taşı dilek taşı olarak gören bu insanlar, burayı ziyaretleri esnasında ellerine aldıkları taşları Hızır’ın Taşı’na tutturdukları zaman istedikleri şeye kavuşacaklarına inanmaktadırlar. Ayrıca bu çevrede çocuğu olmayan veya düşük yapan kadınların da burayı ziyaret ettikleri belirtilmektedir.

Hızır Çeşmesi: Hızır’ın Çeşmesi diye bilinen bu ziyaret yeri, aynı yerde yani şah tepesinin kuzeydoğusunda, Hızır Taşı’nın yanındadır. Köylülerden aldığımız bilgilere göre, Hızır, atını sulamak için burada konaklamış ve atını suladıktan sonra yoluna devam edip gitmiştir. Burada yaşayan insanlar,bu sudan içmenin insanlara şifa ve mutluluk getirdiğine inanmaktadırlar. Onlara göre bu su, dermansız dertlere devadır. O nedenle insanlar, sevdikleri kişilerle buraya gelip adı geçen çeşmenin suyundan içerler. İçilen suyun insana sağlık ve mutluluk getireceğine inanırlar.

Bu çeşmenin ziyaret edilme nedenleri arasında, İnsanların çeşitli sıkıntı ve ihtiyaçları esnasında bu çeşmeye gelip burayı ziyaret ederek kurbanlar kesmelerini, sonrasında da dua ve niyazda bulunmalarını belirtebiliriz. Buraya gelenler, dilek ve arzularını bildirerek Hızır (a.s)'ın manevi şahsiyetiyle Allah'tan yardım isterler. Burada dilek tutup Hızır’ın taşına çaput bağlarlar. Köylüler, eskiden buraya yağmur duası için de gidildiğini belirtmektedirler.

Geley Tepesi ve Gürlan Baba

Geley Tepesi ve Gürlan Baba

Kele Tepesi Ziyareti olarak da bilinen Geley Tepesi Ziyareti, Karacaören ile Cerit arasında yer almaktadır. Konum olarak Karacaören'e girişte sağ tarafta ve Gürlan Baba ziyaretinin karşısındadır Bir tepe üzerinde olan bu ziyaret, bir ağaçtan ibarettir. Şu anda kurumuş vaziyette bulunan ağaç, önceki yıllarda yıkılmış ve daha sonra gelen ziyaretçiler tarafından tekrar olduğu yere dikilmiştir. Buranın özellikle yaz aylarında ziyaretçisinin olduğu belirtilmektedir. Buraya gelen ziyaretçiler, dilek tutup ip bağlarlar ve bu şekilde istedikleri şeye kavuşacaklarına inanırlar.

Karacaören’nin güneydoğusundaki bir tepenin üzerinde (Geley Tepe’sinin karşı tarafında) yer alan ve Hırcibil diye de bilinen Gürlan Baba ziyareti de vardır. Gürlan Baba’nın mezarının da çok sık olmamakla beraber ziyaret edildiği belirtilmektedir.

Karacaören nahiyesinde bulunan bir başka ziyaret de Karacaören'den bakıldığı zaman Ali Baba Ziyareti’nin bulunduğu dağın sağ tarafında kalan tepenin üzerindeki Tek Mezar Ziyareti dir. Buradaki mezarın bir askere ait olduğu söylenmektedir. Bir rivayete göre de bu tepede, burada savaşırken şehit olan yedi kahraman asker yatmaktadır. Ali Baba ve Gürlan baba’yı ziyaret edenlerin Tek Mezar ziyareti’ne de uğradıkları verilen bilgiler arasındadır.

Anlatıldığına göre, Gürlan Baba ve Tek Mezar Ziyaretini genellikle eklem ağrısına yakalananlar ile evlenecek yaşa gelmiş kız ve erkeklerin ya evlenmeden önce ya da evlendikten sonra burayı ziyaret ederek dilek tutup adak adadıkları ve dileklerinin gerçekleşmesi halinde tekrar burayı ziyaret ederek adak kurbanı kestikleri anlatılmaktadır.

Ahmet Dede Suyu...boganak

Ahmet Dede Suyu
Ahmet Dede Suyu
Ahmet Dede suyu, Boğanak köyü girişinde sol tarafta yer alır. Anlatıldığına göre, şu anda suyun aktığı yer, Ahmet Dede diye bilinen zatın mezarının bulunduğu yerdir. Mezarın, defineciler tarafından altın aramak amacıyla söküldüğü belirtilmektedir. Şu anda bahsedilen yerde sadece Ahmet Dedenin Suyu vardır. Köylüler Ahmet Dede’nin kimliği konusunda detaylı bilgiye sahip değiller. Bilinen bu şahsın ermiş birisi olduğudur.

Edindiğimiz bilgiye göre, eskiden buranın ziyaretçisi daha fazla imiş. Eskiler, Ahmet Dede suyunu şifa niyetiyle içerlermiş. Havalar kurak gittiği ve yağmur yağmadığı zaman, halk buraya gelir, Ahmet Dede’nin mezarının başında yağmur duası yaparlar ve bereket getirmesi için suya para atarlarmış. Günümüzde suya para atma adetinin dışında diğerleri uygulanmamaktadır.

Anlatıldığına göre, bugün bu ziyaret yerine çocuk sahibi olmak isteyen kadınlar giderek suya bir yumurta atıp o sudan içerler ve bu şekilde çocuklarının olacağına inanırlar. Ayrıca sık sık düşük yapan kadınların da buraya gelerek şifa amacıyla bu sudan içtiklerinden bahsedilmektedir

Ali Baba..karacaören

Ali Baba
Burası, İlçeye bağlı Karacaören nahiyesinin güneydoğusunda yer alan bir
tepenin üzerinde yer almaktadır.9 Ziyaret yeri olarak kabul edilen bu yerde ulu bir
çınar ve 8-10 metre kadar aşağısında da bir mezar bulunmaktadır. Günümüzde Ali
Baba deyince bu ağaç akla gelmektedir. Kimilerine göre kutsal olan ağaç, kimilerine
göre de kutsiyet ağaçta değil, ağacın yakınında yatan ermiş kişide yani Ali
Baba'dadır. Ancak Ali Baba ağacın ismi olmuştur.
Anlatıldığına göre buraya yakın çevre köylerden birinde görev yapan bir
öğretmen, insanların Ali Baba ile ilgili anlattıklarını ciddiye almayıp gülerek alay eder
ve köylülerin bu kutsal çınarın dibinde Ali Babanın yattığını söylemelerine inanmaz.
Hatta bir gün o çevrede yaşayan insanları bu düşüncelerinden vazgeçirmek için adı
geçen ziyaret yerine gider ve ulu ağacın dibine büyük abdestini yapar. Bunun üzerine
kısa bir süre sonra öğretmenin ağzı eğilir. Öğretmen yanlış yaptığını anlar. Ağacın
bulunduğu yere gider ve Ali Baba’nın maneviyatından af dileyerek tövbe edince ağzı
düzelir.10 Köylüler arasında anlatılan bu tip efsanelerin zamanla buranın kutsiyetini
artırdığı belirtilmektedir.
Ali Baba’nın ziyaret edilme nedenlerini şu şekilde sıralayabiliriz:
-Burası, genel olarak daha önceden adanan kurbanların kesildiği bir yer
olarak bilinmektedir. Kesilen adak kurbanının eti, buraya gelenlerle birlikte yenir ya
da kurbanı kesen şahıs, kendi köylerinde bulunan yakınlarına dağıtmak üzere
yanında köye götürür.
-Burayı ziyarete gelenler, ziyaret esnasında dualar okuyup dilek tutarlar.
Ziyaretçilerin, dileklerinin gerçekleşmesi için Ali Baba ağacının dallarına ip ve çaput
bağladıkları, bolluk ve bereket getirmesi için ağacın kavuğuna para attıkları görülür.
-Buraya gelen ziyaretçilerin, bir şükür ifadesi olarak adı geçen ağacın
dibinden toprak alıp yedikleri, ayrıca bunu şifa,

Üçler Tepesi..karacaören imranlı

Üçler Tepesi
Karacaören nahiyesinin güneyinde bulunan bir tepedir. O çevrede burası,
Ahr-i Cibril tepesi adıyla da bilinmektedir. Bu tepenin, bölgede yaşayanlar tarafından,
sıkça ziyaret edildiği, özel gün ve gecelerde oruç tutanların, oruçlarını bu tepede
açmayı tercih ettikleri belirtilmektedir. Bu bağlamda, adı geçen ziyaret yerine gitmek
isteyenler, evden bir şeyler hazırlayıp ziyaret tepesine çıkarlar. Oruçlarını orada
açarak yerler, içerler ve tekrar evlerine dönerler. Ayrıca adakta bulunanların, istekleri
yerine geldiği zaman, bu ziyaret tepesine çıkarak orada kurban kestikleri ve orada
bulunan ziyaretçilerle beraber yedikleri nakledilmektedir.

Seyit Ali Dede .....Bahadun





Seyit Ali Dede
Bahadun (Sarıçubuk) köyünün mezarlığı içinde yer alan Seyit Ali Dede'nin
mezarı, Şeyh Bahattin Bayram Dede türbesinin yakınındadır. Bayram Dede'yi
ziyarete gelenler, Seyit Ali Dede'yi de ziyaret ederler.
Seyit Ali Dede, Şir-î Şirvan ocağına mensup bir ocak-zade ve dededir.
Kendisi Ekrekçimen doğumludur. Hayatı çobanlıkla geçmiş ve bir vesileyle geldiği
Bahadun köyünde 1943 yılında vefat etmiştir. Onun vefatından buyana mezarı yöre
halkı tarafından ziyaret edilmekte ve dilekler dilenip adaklar adanmaktadır.26
Yörede Seyit Ali Dede'ye atfen Geyiklerden süt sağması, kaynayan kazanın
içerisindeki etleri eliyle karıştırması, ocakta yanan odunu ağzına alıp söndürmesi ve
delikli bir sepete sağdığı sütün yere dökülmemesi gibi bir çok kerametlerden
bahsedilmektedir.
Bir rivayete göre, “Seyit Ali Dede’nin geyikleri varmış. Her gün sabahleyin
ormana gider, geyikleri sağar, evine helkelerle süt getirirmiş. Hanımı da sütlerin
nereden geldiğini hiç merak etmezmiş. Köylüler ise, koyunu ve ineği olmayan Seyit
Ali Dede’nin evine süt getirmesini iyi karşılamazmış. Bir gün Dede’nin hanımına bu
sütlerin nereden geldiğini sormuşlar. Demek ki bizim koyunlarımızı sağıyor, demişler.
Kadın akşam olunca suçlamaları Seyit Ali Dede’ye söylemiş. Dede de hanımına:
-Dağdaki geyikleri sağıyorum. Onların sütünü getiriyorum, demiş.
Fakat hanımı buna inanmamış. Akşam yatağa yatınca Dede’nin gömleğini
kendi gömleğine düğmelemiş. Sabaha doğru Dede yatağından kalkmış, bir kuş gibi
demir parmaklı pencereden süzülerek gitmiş. Kadın, Dedenin pencereden çıkıp
gitmesine hayret etmiş...
Seyit Ali Dede, sırrını öğrenen hanımına kızmış:
-Gözün kör olsun demiş.
Kadının gözleri anında kör olmuş.
Seyit Ali Dede, ertesi gün sağdığı geyikleri köye getirmiş. Koyunların sağım
yerinde, geyiklerini sağıp sağdığı sütleri helkelere doldurmaya başlamış. Köylüler,
dedenin kerametini görünce, yaptıklarına pişman olmuşlar ve dededen özür
dilemişler.
Dede, yedi yıl daha geyiklerini sağmış. Ölümüne yakın bir zamanda eşini
yanına çağırmış, tekrar gözlerini açmış. Köylülerden helallik alıp Hakk’a yürümüş.


İnanışa göre o günden sonra her Cuma akşamı dağdan üç geyik iner.
Dedenin mezarındaki kurumuş otları ayaklarıyla temizleyip ziyaret yerini terk
ederlermiş. Geyikler diz çöküp dedenin mezarına niyaz ederlermiş.27
Köy sakinleri, bu ziyaret yerinin bulunduğu tepeyi ve Seyit Ali Dede’nin
mezarlığını, genellikle köy halkının ziyaret ettiğini, burada dua ettiklerini, dilekler
dilediklerinin, kabul olması için de mezarın parmaklıklarına çaput bağlayıp adak
adadıklarını ve bu şekilde yaptıklarında kabir ehli kişilerin istediklerini gerçekleştirme
konusunda kendilerine yardımcı olacağına inandıklarını aktarmaktadırlar.

Haydar Baba ..imranlı

 Haydar Baba ..imranlı

Karataş köyünün kurucusudur. Dedelerinin Türkmenistan'dan gelerek Tunceli'nin Ovacık İlçesine yerleştiği, bir müddet kaldıktan sonra oradan ayrılarak Erzincan'ın Refahiye ilçesinde ikamet ettiği ve en sonunda ailesiyle birlikte yaklaşık üç asır önce Karataş'a gelip yerleştiği anlatılmaktadır. İnanca göre, Haydar Baba, Horasan erenlerinden birisi olup bu bölgede irşat görevini yerine getirirken şehit düşmüştür. Haydar Baba ziyareti, Karataş köyü sınırları içinde yer almaktadır. Köyün mezarlığından kuzeybatı istikametine doğru yaklaşık 2 km. uzaklıktaki tepenin üzerindedir. Köyden konuştuğumuz bazı yaşlılar, bu tepe üzerinde daha önceleri bir yatırın varlığından ve insanların Perşembe günleri burayı ziyaret edip kurban kestiklerinden bahsetseler de su anda mezar bulunmamaktadır. Sadece Düldülün Ayağıadli bir tas ile birkaç tane ardıç ağacı vardır. Ancak burayı ziyaret etme ve zaman zaman ziyaretçilerin burada kurban kesme âdeti devam etmektedir. Burayı ziyarete gelenler, Düldülün Ayağı adli tasa üzerindeki izden dolay hürmet gösterirler. Burası daha çok çocuğu olmayan kadınlar, felçli hastalar, uyku problemi olanlar ve yolculuğa çıkacak kişiler tarafından ziyaret edilir. Anlatıldığına göre, bir defasında burada bulunan ardıç ağaçlarından birine yıldırım düşer ve ağaç belinden kırılarak eğilip köprü vaziyetini alır. Günümüzde ise, buraya gelen ziyaretçiler köprü vaziyetini alan bu ağacın altından dilek tutup geçmeye çalışırlar. Geçebilenler dileklerinin kabul olacağına inanırlar. Ayrıca adi geçen ağaca çaput bağlayanlar ile düldülün ayağındaki at ayağı izini öpenlerin de olduğundan bahsedenler vardır.










YAHYA EFENDİ TÜRBESİ

YAHYA EFENDİ TÜRBESİ

YAHYA EFENDİ TÜRBESİ



Dolmabahçe Sarayı’yla bu bölgeye yerleşen Osmanlı yönetimi, buraları neredeyse bir saraylar ve bunlara bağlı köşkler deryasına çevirmiş. Yıldız Parkı’ndaki Yıldız Sarayı da bunlardan biridir. Saray, Padişah III. Selim’in annesi Mihrişah Sultan için yaptırılmış. Daha sonra II. Abdülhamit burayı Osmanlı İmparatorluğu’nun ana sarayı olarak kullanmış. Bu saray kompleksi, Boğaziçi’nin sahil şeridinden başlayarak kuzeybatıya doğru yükselip sırt çizgisine kadar tüm yamacı kaplıyor. Yıldız Parkı, - otomobil trafiğine açılmış olmasına karşın- hâlâ güzel pek çok özelliğini koruyor. İnsanı kent gürültüsünden kopartan tılsımlı koruluk içine yerleşmiş saraylar, köşkler, yönetim, koruma ve saray servis yapılarının pek çoğu günümüzde lokanta ve benzeri hizmetler veriyor.

Yıldız’da Yahya Efendi’nin zarafet örneği türbesi vardır. Kanuni Sultan Süleyman’ın sütkardeşidir, ancak karakterleri gibi yolları da ayrılmış. Yahya Efendi, Anadolu yakasındaki Hazreti Yuşa, Üsküdar’daki Aziz Mahmud Hüdai ve Sarıyer’de Telli Baba’yla birlikte Boğaziçi’nin dört koruyucusundan biri olduğuna inanılan bilgindir. Halk arasında anlatılan öykü­lerinden biri Yahya Efendi’nin Yıldız’daki türbesi gibi zariftir: Yahya Efendi, Hızır’la arkadaştır. Kanuni Sultan Süleyman, ona, kendisini Hızır’la tanıştırması için durmaksızın ısrar eder. Padişah ve Yahya Efendi bir gün bir sandalla Boğaziçi’nde gezmeye çıkar. Sandalda bir üçüncü kişi daha olur. Bu kişi padişah Süleyman’ın parmağındaki paha biçilmez yüzüğü uzun süre inceledikten sonra, “Yüzüğünüze bakmam için bana verir misiniz” der. Yüzüğü alır ve denize atar.

Kanuni alı al, moru mor olur ama kendisini tutmayı da başarır. Sandal, Kuruçeşme’ye yanaşınca Yahya Efendi’nin arkadaşı, elini deryaya daldırır ve denize attığı yüzüğü çıkarıp padişaha verir. Karaya çıktıklarında Yahya Efendi “Yanımızdaki zat Hızır Aleyhisselam’dı” der. Kanuni “Neden bana tanıtmadın? Oysa onu tanımayı ne kadar istediğimi biliyordun” diye sitem ederek sağına soluna bakınır ama adam yok olmuştur. Yahya Efendi’nin yanıtı can yakıcı bir tuhfedir (armağan): “O kendisini tanıttı ama sen tanıyamadın.”

Denizin kenarındaki Mevlevi Tekkesi’nin yıkılmasından sonra yaptırılan Çırağan Sarayı halka kapalı. Geçirdiği bir yangından sonra yapılan onarımlar da zaten bu yapıya özgünlük kazandıran süsleri, öğeleri handiyse büsbütün silmiş.

TELLİ BABA TÜRBESİ

TELLİ BABA TÜRBESİ
Rumeli Kavağı’nda antik çağdan beri yerleşim olduğu biliniyor. Antikçağda burada İason’un yaptırdığı bir Kybele ve Serapis tapınağı bulunduğu birçok kaynakta yer alır. Geçmişte bir balıkçı köyü olan yerleşim, bugün de balık kültürüyle söz ettirir kendinden Fakat bütün bunlardan ve öteki bütün efsanelerinden daha çok bilineni Telli Baba’dır. Günün hemen her anı bu türbenin önü çiçekli, kurdeleli gelin arabalarıyla ve ağırlığını kadınların oluşturduğu evlenmek için dilekte bulunmaya gelen insanlarla doludur. Telli Baba’nın kimliği hakkında tam olarak bir bilginin olmaması buraya olan ilgiyi azaltmak bir yana daha da artırıyor. Türbede yatan hakkında çeşitli rivayetler var. Bunlardan birine göre asıl adı İmam Abdullah Efendi olan Telli Baba, Fatih devrinde orduda tabur imamı iken şehit olmuş; 80 yıl önce hastalıklı bir genç kadının onu rüyasında görmesiyle birlikte mezarı ortaya çıkarılmış. O günden sonra iyileşen genç kızın peşinden birçok insan bu türbeyi ziyaret etmiş.

Üsküdar’da Aziz Mahmud Hüdai, Beykoz’da Hazreti Yuşa, Beşiktaş’ta Yahya Efendi ile birlikte Boğaz’ın dört bekçisinden biri olduğuna inanılır. Ancak burada Boğaziçi’nin başka bir efsanesi, tılsımlarından biri daha var. Rumeli Kavağı’nın ilerisindeki Garipçe köyü, handiyse antikçağdaki Gyropolis adını sürdürüyor. Mitolojinin çıkarcı tanrıları tarafından lanetlenmiş mağrur kral Phineus burada yaşamak zorunda bırakılmıştır. Kuş gibi kanatları olan tuhaf yaratık harpiler, kralın yiyeceklerini çalıyor, kirletiyor ve onu açlığın pençesinden çıkamaz hale getiriyorlar. Altın Post’un arayıcısı kahraman Argonotlar bu yaratıkları bir daha buraya uğrayamayacak biçimde korkutup kovmuşlar. Phineus’un onlara akıldan, öğütten, deneyimden vereceği başka şeyi olmadığı için o da borcunu böyle ödemiş. Zira, Argonotlar Boğaz’ın en tehlikeli, en çetrefil yeri olan Karadeniz’in ağzından içeri girmek zorundadırlar. Denizin buradaki zalimleşebilen cilveleri bir yana, bir de Symplegadlar, yani çarpışan kayalar vardır. Aralarından bir gemi geçmeye kalktığında, bu iki kaya iki kıyıdan hızla birbirilerine kenetlenir ve aralarındaki gemiyi tuz-buz edermiş. “Bu kayalara geldiğinizde, önden bir güvercin uçurun” demiş Phineus; “kuşu ezmek için birleşen kayalar geri çekilmeye başladıklarında, onlar yeniden birleşmeye zaman bulamadan siz de geminizi hızla sürün ve geçin.”

Biri Anadolu Kavağı’nda öteki Rumeli’de olan karşılıklı bu iki kaya bugün de yerlerinde. Arogonotlar efsanesi Karadeniz’de devam ettiğine göre, Phineus’un öğüdü yerini bulmuş sayılıyor. Bu efsane İstanbul Boğazı’nın zorluklarının bir imgesi olarak da okunabiliyor…