KARIŞIK

4 Mayıs 2016 Çarşamba

Tuzcubaba Türbesi

Tuzcubaba Türbesi
Halk arasında Siğil Tekkesi, Temriye Tekkesi, diye tanınan türbe hakkında elimizde hiçbir bilgi yoktur. 1973 yılında yıkılan türbede bulunan iki adet mezar taşı, halen müzede muhafaza edilmektedir.
Mezar taştarındaki bilgiden anlaşıldığına göre türbede mezarı olan kişiler, Bektaşî Tarikatı mensubudurlar.

Türbeye ait iki adet mezar taşının birisi 1334 H -1917 M yılında vefat eden Hüseyin Avni Ağa'ya, 
diğeri ise 1337 H -1920 M yılında vefat eden Bektâşîzâde Hüseyin Avni Efendi'ye aittir.

 
 

Fatma Hatun Türbesi

Fatma Hatun Türbesi
Mevlânâ Müzesi ön bahçesinde, Hasan Paşa Türbesi'nin batısında, Sinan Paşa Türbesi'nin ise, kuzeyinde yer alır. Türbe sekizgen planlıdır. Sarımtırak renkli kalker taşından yapılmıştır. Binanın köşelerine yarım sütunlar yerleştirilmiştir. Üstte 16 gen kasnak üzerine oturan kubbesi kurşunla kaplıdır.
Türbenin kapısı kuzey-batıya açılır. Kapının dış çerçevesi gödene taşından, söveleri ve basık kemeri mermerden yapılmıştır. Basık kemerinde ters ve düz şekilde lale motifleri yapılırken, iki renk mermer kullanılmıştır.

Türbe içerisinde içduvarların üst kısmında, üç tanesi sivri kemerli, üç tanesi ise daire şekilli olmak üzere 6 adet duvarların üst kısmında ise dikdörtgen formlu üç adet ahşap pencere vardır.

İçeride mermerden yapılmış bir sanduka vardır. Mezar taşının baş taşına güzel bir kadın tacı islenilmiştir. Türbenin içten kubbeye geçiş üçgenlerine, madalyonlar içerisine "Allah", "Muhammed", "Ömer", "Ali", "Hüseyin", "Hasan", "Osman", "Ebubekr" yazılmıştır.
Kapı kemerinin üzerindeki kitabesine göre, 994 H-1585 M yılında vefat eden Karaman Beylerbeyi Murat Paşa (Kuyucu) kızı, Fatma Hatun için yaptırılmıştır.

Mîr-i mîrân Murat Pâşâ'nın 
Kıldı bir duhteri hayfâ rıhlet 
Murg-ı ruhı olup uçmağa revân
Rahmet-i Hakk 'a bulubdur vuslat
Ey Neccâmi göricek türbesini 
Tab'ıma geldi o dem bir halet 
Düşdi irüb feyz-i Huda târihi 
Oldu merkume makâm-ı cennet 

Eflaki Ahmet Dede Türbesi

Eflaki Ahmet Dede Türbesi
Eflâkinin hayatı hakkında fazlaca bilgi yoktur. Kendisi Mevlevi Büyüklerinin hayat hikâyelerine yardımcı olacak maddeleri yazmış, pekçok şeylerden bahsetmiş, tarihî olayları bildirmiş, ancak eserinde kendisinden bahsetmemiştir.
Kendisinden bahseden yazarda yoktur. Kendisinden bahseden Sâkıb Dede'de gerçek dışı şeyler yazar. Yine de bu bilgilerin arasından, Ahi Natur'un oğlu olduğuna, Bedreddİn-i Tebrizi'nin öğrencisi olduğunu, heyet bilgisinin ileri olması nedeniyle Eflâkî mahlasını aldığını öğreniyoruz. Yine babası hakkındaki rivayetlerden, Eflâkînin babasının Özbek Han'ın sarayından olduğunu da anlıyoruz.

Eflâki Ulu Arif Çelebi'ye candan bağlıdır. Onun her sözünü bir hikmet, her işini bîr keramet sayar. Ulu Arif Çelebi de kendisine "Şeyh" diye hitab etmektedir. Bu hitaptan Eflâkînîn yalnızca Mesnevî-hân değil, aynı zamanda Çelebiden hilâfet aldığı da anlaşılıyor.

Eflâkinin, Mevlânâ ile arasında pek uzun yılları yoktur. Sağlığında Mevlânâ'yı görenlere ulaşmıştır Meselâ Mevlâna'yı sağlığında görenlerden, Sultan Veled'e, kızı Mutahhara Hatun'a, Ulu Arif Çelebinin annesi Fâtıma Hatun'a yetişmiştir. Bu nedenle onun kitabında naklettiği hikayelerin değeri bir kat daha artmaktadır.

Eflâkinin Menakibu'l-Ârifin adlı kitabında dili sade ve özlüdür. Kitabını 1353 yılında bitirmiştir.


Eflâkî 761 yılı Recebinin sonuncu Pazartesi günü (15. VI 1360) yılında vefat etmiş ve türbe civanına defnedilmiştir. Dergâhın doğu yönünde iç ihata duvarının bitişiğindeki Topbaş Hoca'nın evi diye bilinen yerin 1929 yılında yıkılması üzerine, burada bulunan mezar taşı, müzeye nakledilmiştir.

Mezar taşı halen "Mehmet Bey Türbesi"nin altındadır. Taştaki kitabenin tiirkçesi şöyledir;
"Allah'dır kalan. Büyük bilgin, herseyi gereğince bitip haber veren, zamanın eşsiz, asrın tek âlimi, rahmete mazhar olmuş ve suçtan örtülüp yarlığanmış olan, Arife mensup bulunan Eflâkî, yediyüz altmış bir yılı recebinin sonuncu Pazartesi günü yokluk evinden varlık yurduna göçtü. Allah onu rahmetine ulaştırsın, suçlarını yarlıgasın."
 

UBEYD-İ GAZİ ..çorum

UBEYD-İ GAZİ ..çorum


sababelerden dir.. Sadece aslen Yemenli olduğu ve Hicret’in 40. Yılında İstanbul’un fethi için giden İslam ordusu içerisinde yer alırken Çorum civarında bir çarpışma esnasında şehit olmuştur.

ÜSKÜDARLI ŞAİR HASAN BASRÎ BABA

ÜSKÜDARLI ŞAİR HASAN BASRÎ BABA 

kaddesellâhü sırrahu’l alî

Hasan Basri Baba kaddesellâhü sırrahu’l azîz
Hasan Basri Baba kaddesellâhü sırrahu’l azîz

Hzl: Mehmet Temizkan[1]

Şalgam pazarında cevher satılmaz. (Basrî Baba)
Bilindiği gibi Türk milleti İslâm dinini kabul ettikten sonra, tasavvuf cereyanı Türkler arasında da yayılmaya ve bunun sonucu olarak da muhtelif tarikatlar kurulmaya başlamıştır. Ahmed Yesevî ilk Türk mutasavvıf; adını Ahmed Yesevî’den alan Yesevîlik de ilk Müslüman Türk tarikatı olma özelliğine sahiptir. Kaynağı Yesevîlik olan iki büyük tarikattan biri Nakşibendîlik, diğeri ise Bektaşîliktir.
Bektaşîlik, özellikle Anadolu ve Balkanlar’da, yani Osmanlı devletinin hâkimiyet sahasında teşkilatlanmış ve yayılmıştır. On altıncı yüzyıldaki Safevî nüfuzuna kadar Osmanlı idaresiyle çok iyi ilişkiler kurmuş olması dolayısıyla, söz konusu tarikat imparatorluğun hemen hemen her tarafında dergahlar kurmuş ve büyük bir tarikat haline gelmiştir. Bektaşîliğin “pîr-i sânî”si, yani “ikinci pîr”i kabul edilen Balım Sultan, Osmanlı padişahının daveti üzerine İstanbul’a gelmiş; buradan Hacıbektaş’a geçmiş ve tarikatı yeniden tanzim etmiştir. Tarikatın halen uygulanmakta olan erkânı da, Balım Sultan erkânıdır. Bu hadise, Bektaşî tarikatının devletle olan ilişkilerinin hangi istikamette olduğunu gösteren oldukça canlı bir örnektir. On altıncı yüzyılda başlayan Safevî ve Şiî tesiri neticesinde, tarikatın devletle olan ilişkilerinin yönü değişmeye başlamış ve hatırlanacağı üzere 1826 yılında Yeniçeri ocağıyla birlikte Bektaşî tekkeleri de kapatılmıştır. Daha sonra yeniden açılan dergahlar, -başkent olması dolayısıyla- özellikle İstanbul’da, Bektaşî olmadığı halde devlete muhalif olan aydınların da uğradığı mekanlar haline gelmiştir. Bunun sebebi de, hem aydınların hem de Bektaşîlerin “devlete muhalif olmak” gibi bir müştereğe sahip bulunmalarıdır. Develili veya Everekli Seyranî, bu durumun en canlı örneklerinden biridir.
İstanbul’un her bakımdan önemli ilçelerinden biri olan Üsküdar’da da, çeşitli tarikatlara ait tekkelerin kurulduğu ve buralardan, aralarında şâirlerin de bulunduğu önemli kişilerin yetiştiği bilinmektedir. Bunlar arasında Karaca Ahmed dergahı ve Tahir Baba tekkesi gibi Bektaşî tekkeleri de vardır. Söz konusu tekkeler, mensupları olan şâirler vasıtasıyla, mesajlarını “edebî” olarak verebilmişlerdir. “Edebî”leşen mesajlar, bu sayede “ebedî”leşmiş; zaman ve mekan kaydından kurtularak, hem daha geniş coğrafyalara hem de daha sonra gelecek olan kuşaklara ulaşma imkanına kavuşmuştur.
Bildiri konumuz olan Hasan Basrî Baba da Üsküdarlı bir şâirdir. 1874 yılında bu güzel ilçede doğmuştur. Bir süre Kapalıçarşı’da yağlıkçılık yaptığı da bilinmektedir. Bazı kaynaklarda yağlıkçılık ile yağcılık birbirine karıştırıldığı için, yağcılık yaptığı ifade edilmektedir ki, bu doğru değildir.[2] Asıl konumuz olan Hasan Basrî Baba’nın fikrî ve edebî kişiliğine geçmeden önce, onunla ilgili kaynaklan kısaca tanıtmak ve değerlendirmek istiyorum:
1.                   Bektaşî Şairleri: Sadettin Nüzhet tarafından 1930 yılında yayınlanan bu eserde, Hasan Basrî Baba’ya yedi sayfa ayrılmıştır.[3]Burada, şâirin hayatı hakkında kısa bir bilgi ile sekiz şiiri verilmektedir. Şiirlerde geçen bazı kavramlar, dipnot olarak açıklanmaktadır. Kitap, şairin sağlığında yayınlandığı için, ölümü hakkında herhangi bir bilgi vermemektedir. Diğer kaynakların Basrî Baba hakkında verdiği bilgiler, büyük ölçüde buradaki bilgilerin tekrarından ibarettir.
2.                    “Basri Baba”: Dergah Yayınları tarafından yayınlanan Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisinin birinci cildinde yer alan bu madde, Sadettin Nüzhet’in verdiği bilgilerin bir tekrarı mahiyetindedir.
3.                    Bektaşi Alevi Şairleri ve Nefesleri: Turgut Koca tarafından hazırlanan bu antolojide, Hasan Basrî Baba’dan ve şiirlerinden bahsedilmektedir.[4] Burada, S. Nüzhet’e ek olarak şâirin 1946 yılında vefat ettiği ve Karaca Ahmed Mezarlığı’nda toprağa verildiği belirtilmektedir.
4.                  Alevi Bektaşi Şiirleri Antolojisi: İsmail Özmen tarafından hazırlanan bu eserin beşinci ve son cildinde yer alan Hasan Basrî Baba’yla ilgili bilgiler de, S. Nüzhet’le hemen hemen aynıdır.[5] Şâirin 1946 yılında öldüğü ve Karaca Ahmed’e defnedildiği burada da kaydedilmektedir.
5.                   H. Basrî Baba Dîvânı: Bu eser, Ziya Baba Karaşar İnanç Eğitim Hayır Vakfı tarafından kısa bir süre önce yayınlanmıştır.[6]İncelemede bu kitaptaki şiirler esas alındığı için, kitapla ilgili birkaç hususun belirtilmesinde fayda olacağı kanaatindeyim. İyi niyetle hazırlanıp yayınlandığından şüphe etmediğimiz kitaptaki şu eksiklikler dikkatimizi çekmektedir:
a.                    Kitabın kim veya kimler tarafından hazırlandığı belli değildir.
b.                    Şâirin hayatıyla ilgili olarak verilen kısa bilgiler arasında, 1949 yılında vefat ettiği ve Ankara’da Sincan yakınlarındaki Kesiktaş’ta Taptuk Baba Türbesi’nde medfun olduğu belirtilmektedir. Daha önce tanıttığımız kaynaklarda, şâirin ölüm yılı 1946 olarak verildiği ve İstanbul’da Karaca Ahmed Mezarlığı’nda yattığı kayıtlıdır. Buna rağmen verilen bilgilere herhangi bir kaynak gösterilmemiş olması, ciddî bir eksikliktir. Ayrıca, söz konusu eserde tek bir kaynak ismi geçmemektedir.
c.                    Kitapta hem çok fazla hem de çok ciddî okuma ve imla yanlışları bulunmaktadır. İlk insan ve ilk peygamberin ismi olan “Âdem” ile “insan” anlamına gelen “âdem” karıştırılmış durumdadır. Kelime, metin içindeki anlamına bakılmaksızın özel isim olarak düşünülmüş ve “Âdem” şeklinde yazılmıştır. Aynı şekilde Allah’ın isimlerinden biri olan “Hüdâ” ile “hakikat, kurtuluş” anlamına gelen “hüdâ” da karıştırılmış; bu kelime de her yerde Allah’ın adı olarak düşünülmüş ve özel isim imlasıyla yazılmıştır… Bilindiği gibi Hakk, Allah demektir; kelime yönelme ekini aldığı zaman, kesme işareti ikinci “k” ile “a” arasına konulur ve “Hakk’a” şeklinde yazılır. Kitapta ise bu kelime her zaman “Hak’ka” imlasıyla yazılmıştır. Yine, Farsça tamlamalarda birinci kelimenin sonuna tire (-) işaretinden sonra “ı” veya “i” gelmesi gerekirken, genellikle “u” harfinin yazıldığı görülmektedir. Kitaptaki ikinci şiirde şöyle bir mısra yer almaktadır:
“Vücûd-u Âdem’den gider Hak’ka yol”
Bu tek mısrada birkaç tane yanlışın toplandığı görülmektedir: Önce tamlamadaki “u” yerine “ı” gelmelidir. İkinci kelime özel isim olmayıp “insan” anlamındadır; bu sebeple de hem “” küçük yazılmalı, hem de kesme işareti kullanılmamalıdır. Son olarak da “Hak’ka” kelimesi “Hakk’a” şeklinde yazılmalıdır… görülen pek çok yanlıştan son olarak birine daha işaret edeceğim: Kelimenin sonuna eklenen uzun “â”, kelimeye “ey” anlamı katar; “Nedimâ”, “ey Nedim” demektir. Kitapta ise “ey zahidâ”, “ey Basrîyâ” şekilleri dikkati çekmektedir. Sıradan bir şair olmadığı anlaşılan Basrî Baba’nın böyle dil yanlışlan yaptığını düşünmek mümkün değildir.
Bu eksiklerine rağmen, Hasan Basrî Baba’nın şiirlerini bir arada bulmamıza imkan veren eserde, başlıksız olarak 78 şiir, 1 kıt’a, 28 müfred ve “Kıt’a-i Matem “başlığı altında da 8 dörtlük bulunmaktadır.
Şâirden bahseden kaynakları tanıttıktan sonra, asıl konumuza, yani şairin fikrî ve edebî kimliğine geçebiliriz.
Bulup bir mürşid-i dânâ, zuhurundan haberdâr ol
Olup her emrine münkad, dü-âlemde berhüdâr ol
Çerâğ-ı aşkın uyansın, vücduna ziyâdâr ol
“Ene’l-Hak” câmını nûş et, bu dâr-ı aşkta berdâr ol[7]
Soyun varlıktan kurtul darlıktan
Ayrılma Hak’tan dalma efkâre
Tevhitle yıkan bul tâze bir cân
Câna ol cânân irgil hûş-yâre
Bahr-i aşka dal kalmasın hiç kâl
Çıkma orda kal makbul ol yâre[8]
gibi tavsiyelerinden de anlaşılabileceği üzere tasavvufa meyilli bir kişiliğe sahip olması dolayısıyla, önce Kadirî, Nakşî, Rufâî ve Uşşâkî tarikatlarına intisap eden Basrî Baba, son olarak Hüsnü Baba’dan el alarak Bektaşî tarikatında karar kılmıştır. Hasan Basrî Baba’dan bahseden kaynaklar, “şiirlerinde tasavvufî telakkilere ve Bektaşî şâirlerde pek görülmeyen bazı fikirlere rastlandığı” hususunda ittifak halindedir. Bunun sebebi de, kanaatimizce, Basrî Baba’nın Bektaşîlikten önce adını biraz önce saydığımız tarikatlara girmiş ve bu tarikatlarda uzun mesafeler kat etmiş olmasıdır. Söz konusu tarikatları yakından tanımış ve bu tarikatların “rahle-i tedrisi”nden geçmiş olması, şâirin edebî ve fikrî kimliği üzerinde elbette etkili olmuştur. Bu fikrî kimlik, şâire, her şeye daha geniş bir açıdan bakma imkanı sağlamıştır. Bu özelliği sayesinde, Bektaşîliğe intisap etmiş olmasına rağmen, Bektaşîliğin ve Bektaşî edebiyatının hâkim temalarına kendi gözlüğüyle bakabilmiş; bu temalardan bazılarına karşı farklı bir tavır takınmış ve bunlara bazı ilavelerde bulunmuştur. Hasan Basrî Baba’da üzerinde durulması gereken asıl nokta, onun bu hâkim temalar karşısındaki tavrıdır. Şâirimizin bu tavrını tespit edip değerlendirebilmek için, Bektaşî edebiyatındaki hâkim temaların -kısaca- hatırlanmasında fayda vardır.
On altıncı yüzyıla kadar diğer tarikat mensuplarından çok farklı şeyleri terennüm etmeyen Bektaşî şâirler, ağırlıklı olarak Allah ile kâinâtın ayrı olmadığı (vahdet-i vücûd) inancını, Allah aşkını, Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem sevgisini, Hz. Alî kerremallâhü vecheye, çocukları olan Hasan ile Hüseyin’e, zaman zaman da diğer imamlara olan sevgi ve bağlılıklarını, benlik duygusundan kurtulmak, eline, diline, beline sahip olmak gerektiğini, başta Hacı Bektaş Velî olmak üzere tarikat şeyhlerine olan muhabbet ve bağlılıklarını işlemişlerdir. “Bektaşîliğin Birinci Dönemi” olarak adlandırılan bu dönem şairlerinde, Hz. Alî sevgisi ağır basmakla birlikte ilk üç halifeye karşı bir husûmet, hatta bir soğukluk görülmemektedir. Bektaşî edebiyatının yedi büyük şairinden biri olarak kabul edilen Fuzulî, hatırlanacağı gibi ilk üç halifeye karşı da hürmet duygularıyla doludur. Leylâ vü Mecnûn Mukaddimesi’nde dört halifeyi hürmetle yad etmekte; sıdk ile Hz. Ebubekir’i, ma’delet ile Hz. Ömer’i, hayâ ile Hz. Osman’ı ve refet ile de Hz. Alî’yi işaret etmektedir:
Ey çâr-yâr-ı kâmilürı ayân-ı mülk-i dîn
Erbâb-ı sıdk ü ma’delet ü refet ü hayâ
Devrün bu dört fasi ile bir mu’tedil zamân
Şer’un bu dört rükn ile bir mu’teber binâ
Fuzulî, aynı zamanda İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe’yi de övmekte; ona olan muhabbetini ve hayranlığını şu şekilde ifade etmektedir:
Bunda olmuş münteşir feyzi İmâm-ı A’zâmun
Bunda bulmuş behre-i ilm-i şerî’at intişâr[9]
Fuzulî gibi Bektaşî edebiyatının yedi büyük şairinden biri olan ve Şiîliği kurduğu devletin resmî ideolojisi ve temeli haline getiren Şâh İsmail Hatâyî’de de ilk üç halife hayırla yad edilmemekle birlikte, onların aleyhinde, onları aşağılayıcı veya tahkir edici tek bir mısra dahi bulunmamaktadır. Hatâyî’nin samimi duygularla yazılmış olduğu kolayca anlaşılan bir de na’tı vardır. Bunlara dayanarak, ilk üç halifeye karşı beslenen husumetin de, Hz. Alî’yi Hz. Muhammed’den daha büyük görme ve hatta ilahlaştırma inancının da on altıncı yüzyıldan sonra söz konusu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Hasan Basrî Baba’nın şiirlerini tematik olarak incelediğimiz zaman, şâirin diğer Bektaşî şâirlerin çok sık tekrar ettiği konulardan bir kısmına yer verdiğini, bir kısmına da yer vermediğini görmekteyiz. Ayrıca, diğer şâirlerde pek karşılaşmadığımız farklı temaların ele alındığını da söyleyebiliriz. Bektaşî edebiyatındaki hâkim temalarla Hasan Basrî Baba’nın bu temalar karşısındaki tavrını şu başlıklar altında incelemek mümkün-
1.                   Hz. Alî Sevgisi: Bütün Bektaşî şairler gibi, Hasan Basrî Baba da engin bir Hz. Alî sevgisine sahiptir. “Kamu âlem Alî vallâh” mısramm nakarat olarak tekrarlandığı bir şiirinde, Hz. Alî’yi yüceltme gayreti içinde olduğu anlaşılmaktadır.[10] Basrî Baba, “Şâh-ı Merdân” olarak adlandırdığı veya vasıflandırdığı Hz. Alî’yi, başındaki aklı, vücudundaki kalbi ve kalbindeki imânı olarak nitelendirmekte; bin canı olsa dahi onun yoluna feda edebileceğini söylemektedir:
Böyle bin cânım olursa râhına olsun fedâ
Serde aklım, tende cânım kalpte îmânım Alî[11]
Başka bir şiirinde, rüyasında bir cemâl gördüğünü ve bütün cihanın bu cemâlin nûruna boyandığını söyledikten sonra, gördüğü cemâlin “bâ-i bismillah”; zâhir ismi Alî, bâtını ise Allah olan kişi olduğunu ilave etmekte ve “râh-ı Murtezâ”ya dahil olma tavsiyesinde bulunmaktadır.[12]
Şâfi’-i yevm-i kıyâmettir Ali
Nâfi’-i yevm-i nedâmettir Ali
Şâh-ı Merdân, Şîr-i Yezdân’dır Ali
Tevrât, Zebur, Incîl, Kur’ân’dır Ali[13]
gibi ifadeler de, yine şairin Hz. Alî’yi yüceltme endişesinin ürünleri olmalıdır.
Bu mısraların benzerlerine, şiirlerinde dinî ve tasavvufî unsurlara yer veren bütün şâirlerde rastlamak mümkündür. Ancak, ilk üç halifenin anılmamış olması Basrî Baba’nın Bektaşî kimliğiyle alakalıdır. Hz. Alî sevgisi ve onu yüceltme endişesinde diğer Bektaşî şâirlerle birleşen şâirimizin, merkezine Hz. Alî yerleştirilerek efsaneleştirilen mirâc hadisesine yer vermemiş olması, onun Hz. Alî’yi yüceltirken ölçülü davranma ya da aşırılığa kaçmama endişesini taşıdığını da düşündürmektedir. Hatırlanacağı gibi, Bektaşî-Alevî şâirlerin mirâcnâmelerinde, Hz. Alî Hz. Muhammed’den daha önemli bir mevkiye yerleştirilir. Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem ilk altı feleği geçtikten sonra, yedinci felekte bir aslanla karşılaşmış ve onun izni olmadan daha ileriye geçememiştir. Parmağındaki yüzüğü çıkarıp aslanın ağzına vermek suretiyle yoluna devam edebilmiştir. Mirâc dönüşü uğradığı Kırklar meclisinde Kırkların başkanı olan Hz. Alî yüzüğü ağzından çıkarıp sahibine iade etmiş, İslam Peygamberi o zaman “Arslan olup yol üstünde oturan”[14] varlığın Hz. Alî olduğunu anlamıştır. Hatâyî’ye ait şu beyitte bu inanç açık olarak görülmektedir:
Hakk gördi Nebt bi-şekl-i aslan
Yedinci felekde Şîr-i Yezdân[15]
Hasan Basrî Baba’nın şiirlerinde, böyle bir mirâc tasviri bulunmamaktadır.
Bir diğer husus da, bazı Bektaşî şâirlerin ilk üç halifeye karşı takındıkları tavırdır. Sayıları fazla olmamakla birlikte, ilk üç halifeyi aşağılayıcı, tahkir edici şiirler yazan şâirlerin bulunduğunu bilmekteyiz. Mesela Teslim Abdal adlı bir Bektaşî şair şöyle diyor:
Bozuk düzen öyle gelme meydana
Ehl-i Beyt’e iman eyle gel münkir
Ömer’den Osman’dan sana fayda yok
Ehl-i Beyt’e iman eyle gel münkir
Ömer Osman Sıddik kulu nâroldu
Ana tabi olanlar da hâroldu
Ruz-ı mahşerde yüzü kara oldu
Ehl-i Beyt’e iman eyle gel münkir[16]
Aynı bakış açısı Pir Sultan Abdal’da da vardır:
Yaratıldı Mülcem ol oldu düşman
Kasd etti Ali’ye oldu peşiman
Kangı kitapta var ol Ömer Osman
Kur’an’da okunan Ali değil mi[17]
Hasan Basrî Baba, ilk üç halifeyi saygıyla anmamakla birlikte, onların aleyhinde tek bir mısra da yazmış değildir. Bu da önemli bir husustur.
Bundan daha önemli olan başka bir husus da, Hz. Alî sevgisindeki aşırılıktır. Sevgisinde ifrata kaçan bazı Alevî-Bektaşî şâirler, onu peygamberlerden de üstün görmüşler, hatta ilahlaştırmışlardır. Basrî Baba ile aynı zamanda yaşayan Derviş Ali isimli bir şâir bunlardan biridir:
Yeri göği arşı kürsü yaradan
Men Ali’den başka Tanrı görmedim
Yaradup kulunun kısmetin veren
Men Ali’den başka Tanrı görmedim
Cennet-i âlânın altundur taşı
Her ne görür isen hikmettir işi
Yüz yirmi dört bin nebî başı
Men Ali’den başka Tanrı görmedim
Derviş Ali’m bu ikrâra beli dir
Dilim söyler ama kendim delidir
Allah bir Muhammed Tanrı Ali’dir
Men Ali’den başka Tanrı görmedim[18]
Hz. Alî’nin ilahlaştırılmasından rahatsız olan ve
Hayder-i Kerrâr’a cânım fedadır
Çünki kendileri Şâh-ı velâdır
Bazı müfsidlerin sözü hebâdır
Söylüyorlar hâşâ Allah Ali’dir[19]
diyerek böyle düşünenleri müfsid olarak nitelendiren Bektaşî şâirler de bulunmaktadır. Hasan Basrî Baba da söz konusu tarikata intisap etmiş ve gönlünü Hz. Alî sevgisiyle doldurmuş olmasına rağmen, sevgisinde ve bu sevgiyi ifade etmesinde ifrata kaçmamıştır.
2.                   On İki İmam Sevgisi: “Ehl-i Beyt” ve “Hanedan” olarak da adlandırılan on iki imama karşı duyulan sevgi, Bektaşî edebiyatının ortak temalarından biridir. Bu imamlar arasında, Hz. Alî’den sonra Kerbelâ şehidi Hz. Hüseyin ile altıncı imam Caferü’s-Sâdık, daha önemli bir yere sahiptir. Hasan Basrî Baba da, şiirlerinde on iki imam sevgisini dile getirmekte ve “Hârıedânı sevmenin Hakk’ın fermânı olduğu” düşüncesindedir.[20] Şâirimizin de diğer şairler gibi “düvaz-deh”leri bulunmaktadır. Pek çok şâir “Cafer mezhebindeniz.” derken, Basrî Baba böyle bir ifade kullanmamaktadır.
3.                    Allah-Muhammed-Alî ve Muhammed-All Birliği: Bektaşî edebiyatındaki hâkim temalardan biri de, Hak-Muhammed-Alî ve Muhammed-Alî birliğidir. Bektaşî şâirler, ısrarla Allah’ın, Hz. Muhammed’in ve Hz. Alî’nin ayrı ayrı varlıklar şeklinde görülmesinin zâhirî olup, onların manâ itibarıyla “bir” ve “tek” olduğunu dile getirirler. Aynı şey, Muhammed-Alî birliği için de söz konusudur; hatta bu inanç, daha da belirgindir. “Ali Muhammed’dir Muhammed Ali”şeklindeki mısralara hemen hemen bütün Bektaşî şairlerde tesadüf edilir:
Hâşâ birbirinden kim ayrı gördü
Muhammed Ali’dir Ali Muhammed
Ali benden ben Ali’den buyurdu
Muhammed Ali’dir Ali Muhammed
şeklindeki dörtlük, Hasarî’ye aittir.[21] Kul Himmet’e göre “cemâl-i nûr”dan[22], Hatâyî’ye göre ise “sıfat-ı zât”tan bir gevher doğmuş; Muhammed Mustafâ ile Şâh İmam Haydar da bu gevherden ayan olmuşlardır:
Evvel Hû ahir Hû Allahü ekber
Sıfat-ı zâtından doğdu bir güher
Muhammed Mustafâ Şâh İmam Hayder
Oldu ol gevherden ayan Hû deyu[23]
Basrî Baba’da “Hak-Muhammed-Alî” isimleri, sadece bir şiirde birlikte zikredilmektedir. Şahsî kanaatimiz, şâirde “Hak-Muhammed-Alî” birliği inancı bulunmakla birlikte, onun bu konuda da katılıktan ve aşırılıktan uzak olduğu yönündedir.
“Muhammed-Alî” birliği konusunda ise, şâirimizin oldukça samimi olduğu anlaşılmaktadır. Bu konuyla ilgili düşünceleri, diğer şâirlerden hiç de farklı görülmemektedir. Divanında, pek çok yerde Hz. Muhammed ile Hz. Alî’yi “bir” görmek gerektiğini açık bir dille ifade etmektedir:
Bulmadı Mevlâsını Al-i abâ’ya ermeyen
Bî-basardır Muhammed’le Alî’yi bir görmeyen[24]
Yek vücûddur Mustafâ vü Mürtezâ
Böyle bil ki görmeyesin hiç kazâ[25]
gibi beyitler, Basrî Baba’nın bu konuda gayet samimi olduğunun delilleridir. Şâirin “Hak-Muhammed-Alî” birliği inancına çok sıcak bakmamasına karşılık, “Muhammed- Alî” birliği inancına daha sıcak yaklaştığını söylemek, herhalde yanlış olmayacaktır.
4.                   Yezid’e Duyulan Kin: Bütün Bektaşî şâirlerde ortak olan tema, başta Yezîd olmak üzere Muaviye ve Şimr gibi isimlere karşı beslenen kin veya nefret duygusudur. Bu kin ve nefretin en büyük sebebi ise, meşhur Kerbelâ hadisesidir. Şimr’in komuta ettiği Yezîd ordusunun, Kerbelâ’da Hz. Hüseyin’e, aile fertlerine ve taraftarlarına revâ gördüğü zulüm, Basrî Baba’nın şiirlerine de konu olmuştur:
La’net-ender-la’net olsun bed-Yezîd’in cânına
Zât-i pâkin sevmeyene ben la’net-hânım Alî[26]
Yuf olsun ey Yezîd-bed-nâm, sana ervâhına hem yuf
Yuf olsun kalpazan kallâş, sana ecdâdına hem yuf
Yuf olsun Şimir mel’ûn, sana ensâbına hem yuf
Yuf olsun İbn-i Mülcem’e, sana bed-cânına yuf [27]
Bu ve benzeri mısralarda gördüğümüz Yezîd düşmanlığı hususunda da H. Basrî Baba’nın gayet samimi olduğu ve Bektaşî şâirlerden farklı bir anlayışa sahip bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Hasan Basrî Baba’nın Bektaşî şâirlerle az veya çok ortak olduğu hususları değerlendirdikten sonra, söz konusu zümre şâirlerinde hâkim bir tema olarak yer almadığı halde, Basrî Baba’da karşılaştığımız “yeni” temaları da şu şekilde sıralayabiliriz:
1.                    Kadın: Hasan Basrî Baba Dîvânı’ndaki üçüncü şiir, kadınla ilgilidir. “Bacılar” kelimesiyle kadınlar anlatılmakta ve okuyucuya bazı tavsiyelerde bulunulmaktadır. Şâir, bacıların, yani kadınların hor görülmemesi gerektiğini, onların kalbinin rakîk, vücutlarının “Âdem tarlası” olduğunu belirtmekte ve onlara hürmet edilmelidir, demektedir:
Bacıları hor görmeyin
Kalbi rakîkdir onların
Cümlesini bir bilmeyin
Bir mi hepsi insanların
Âdem tarlası vücûdu
Şüphesiz eder sücûdu
Hak’tır onların şühûdu
Emmâresin ezenlerin
Lâzımdır onlara hürmet
Çünkü er’e eder hizmet
Hizmettir kabûl-i Hazret
Yol ve erkân bilenlerin[28]
2.                    Sosyal Tenkit: Zamandan ve bazı İnsanî değerlerini yitirmiş olan insanlardan şikayet veya bu halin tenkidi, Basrî Baba’nın Bektaşî edebiyatına kazandırdığı temalardan biridir. Bu özelliğiyle, selefi olan ve kişilik olarak kendisine benzeyen Seyranî’nin izindedir. Şâire göre, insanlardaki sadâkat rûyuna perde çekilmiş, ahbâb ve birâderde vefâ duygusundan zerre kalmamıştır. Zamane insanlarının binde birinde bile vefâ yoktur. Fakirde kanaat, zenginde de cömertlik bulunmamakta; kamı fazlasıyla tok olan zengin açın halinden anlamamaktadır:
Döner bâzîçe-i dünyâ, bir ibret al hemân gör de
Çekilmiş nâs için yâ-hû, sadâkat rûyuna perde
Vefâdan kalmamış zerre, ne ahbâb ne birâderde
Var ise gerfedâ cânım, hakikat ehli bir merde
Fakirde hiç kanâat yok, ganîde bil sehâ yoktur
Ne bilsin açın hâlinden, ganînin kamı çok toktur
Sıkıntı derd ü mihnetten ölenler, ağlayan çoktur
Zamâne insanının hem binde bir vefâsı yoktur[29]
3.                    İbadetler: İstisnaları bulunmakla birlikte, Bektaşî-Alevî şâirlerde “namaz, cami, oruç, hac, zekat” gibi ibadetler önemli bir yer işgal etmezler. “Bektaşîlikte namaz yok niyaz vardır.”[30] anlayışı yaygındır. Basrî Baba’nın ibadetler hususundaki tavrı ise diğer şairlerden farklıdır. Aşağıdaki mısralar, şâirin ibadetlerle ilgili anlayışını oldukça net bir biçimde aksettirmektedir:
İktidâ ettik imâma biz salât ettik edâ
Vech-i yâre secde kıldık bî-riyâ aldık rızâ
Câmi’-i cem’de tecemmu’ eyledi âşıkân
Haccedip verdi zekâtın savm ile gördü likâ[31]
Savm u salâtı bilmedin
Cem’ edip zekâtı vermedin
Şehâdeti hiç etmedin
Niçin uymazsın Kur’ân’a[32]
Mâ-sivâdan tecerrüttürbin siyâm ey Basrîyâ
İşte bu savmun iftârı hem cemâlullâhtır[33]
Yukarıdaki beyitler, biraz zorlanarak farklı şekillerde yorumlanabilir. Bu durum, pek çok edebî eser için geçerlidir. Dörtlük ise, böyle bir yoruma açık ya da müsait değildir. Farklı şekillerde yorumlansa bile, beyitlerde ibadet isimlerinin ve “likâ”nın ibadetler yoluyla görülebildiğinin söylenmesi, şâirin ibadetler hakkmdaki düşüncesini ifade etme ihtiyacını hissetmesiyle ilgili olmalıdır.
4.                    Bazı Kalıplaşmış İfadeler: Bektaşî şâirler tarafından çok sık tekrar edilen, belki de yüzlerce şiirde nakarat olarak tekrarlanan bazı kalıplaşmış ifadeler vardır. Bunların başında da “Lâ fetâ illâ Alî lâ seyfe illâ Zülfikâr” cümlesi gelmektedir. Dilimize “Alî’den üstün yiğit, Zülfikardan da üstün kılıç yoktur.” şeklinde çevrilmiştir. Bir başka kalıplaşmış ifade, Hz. Muhammed tarafından Hz. Alî’ye hitaben söylendiği kabul edilen “Lahmike lahmî” ve “Rûhike rûhî”cümleleridir. Bunlar da “Etin etimden, ruhun ruhumdandır.” anlamına gelmektedir. Hasan Basrî Baba, divanının hiçbir yerinde bu kalıplaşmış ifadelere yer vermemiştir. Bu da, onun Hz. Alî’yi methederken ölçülü davranmaya çalışma endişesiyle izah edilebilir.
Sonuç olarak, Üsküdarlı şair Hasan Basrî Baba’nın hem eğitimli hem de diğer tarikatları çok iyi bilen bir kişi olarak Bektaşîliğe intisap ettiği ve bu fikrî kimliğiyle, Bektaşîliğe mensup olan şâirlerin işlediği hâkim temalara, onlardan farklı yaklaştığı söylenebilir. Bunlar arasında katıldığı temalar yanında, pek sıcak bakmadığı temalar da bulunmaktadır. Ayrıca, söz konusu edebiyata yukarıda tanıtılan “yeni” temaları kazandırmış olmakla, önemli bir hizmet ve katkıda bulunmuştur. Sözlerimi Basrî Baba’nın şiirlerinin bilimsel kriterlere bağlı kalınarak hazırlanması temennisiyle tamamlamak istiyorum.
Sh:360-369

Kaynak: ÜSKÜDAR SEMPOZYUMU I BİLDİRİLER CİLT 2 İstanbul, Ocak 2004


ÜSKÜDARLI ŞÂİR HASAN BASRÎ BABA DİVÂNI


Tecelliden agah olan görür Hak cümle eşyayı
Sıfat-ı yar ile mevsuf olan anlar bu manayı
Tecelli bil cemalidir ikinci hem celalidir
Üçüncüsü kemalidir, süluk et bul muallayı
Sakın esmaya kayd olma, müsemmadan haberdar ol
Şuhudun daimi olsun, bırak gayrı bu rüyayı
Bilen keyfiyet-i zikri hayalata kapılmaz hiç
“Ene-‘l Hakk” na’rasın urur, gören zatında mevlayı
Melamet hırkasın giydi, müsemmadan dahi geçdi
Bu “Basri” bende-i Hayder bilince nokta-ı ba’yı

****

Cem’ oldu ehl-i vahdet, matlubları rızadır
Vahdetde buldu lezzet, dil ü cana gıdadır
Geldik canlar sizinle bu dem Cemal Cemale
Edin Cemale secde çünkü emr-i Hüdadır
Var olmak isterisen yoklukla gir meydane
Ma’nada şah olanlar zahirde bil gedadır
Niyaz eyle mürşide sana bir bade sunsun
Batın gözün açılsın aşıka bu atadır
Cennat-ı huri Gılman, ahlak-ı ahsen oldu
Düzan kibr u hasedle hem ucb ile riyadır
Nikab-ı zahir ile kayda düşme ey aşık
 Mukayyed olan rah’da;rah-ı Hakdan cüdadır
Eşya senin sıfatın, senden sana sefer kıl
“Basri” zatını anla, zata canlar fedadır

****

Mürid-i sadıkım Hikmet
Seni aldatmasın kesret
Gönülde bulasın vahdet
Şuhudun hep cemal olsun
Müeddeb ol şeriatla
 Mutahhar ol tarikatla
Hakkı hak et hakikatla
Ma’rifet sana kemal olsun
Bırak cümle kuyudatı
Sana zira yeter zatı
Oku ademden ayatı
Tekarrubla visal olsun
20/21 Ocak 1934

****

Yezid-i nefsimi katleyledim ben
Bu vücudam şehr-i kerbelasında
Div-i levvamemi bend eyledim ben
Teberra eyledim, tecella sende
“Mülhime”de ilham oldu gönlüme
“Mutmainne” yakin verdi kalbime
“Radiye” de vuslat oldu Rabbime
“Mardiye”den vücut bul illa sende
Süluk görmeyenler nakıs kaldılar
Camı elmas diye satın aldılar
Talib olanları hep aldattılar
Dalaletin anlar ta gayya sende
Dava-yı irşada gel olma talib
Ehli değilisen olursun halik
Malik ile olup ol malik
Dünya ve mafiha hem ala sende
Oniki tarikat bir yola çıkar
Nehir, ırmak, çaylar deryaya akar
Nokta-i vahdetten “Basriya” bakar
Kesret vahdetten anın el aya sende

****

Abid kisvesinde görünen Hak’dır
Sen anı gayride arama ey can
Batını Hakk olmuş zahiri halkdır
Gizli sırlarını ideyim ayan
Esma, sıfat zattan vücud istedi
Kendi vücudiyle mevcud eyledi
Alleme’l esmayı talim eyledi
Oldu adem ol dem natık-ı Kur’an
Evvel, ahir, zahir, batın ademdir
Her bir sırrı anın için mahremdir
Mazi, müstakbelde dem hep bu demdir
 “Küllü şey’in halik” “el’an kemakan”
Melamet rahının olan talibi
Enfüs ü afakta görür mahbubu
Her tarikin bunlar oldu mergubu
Hakk’a vuslat etti bu yolda piran
İfna et sıfatın fenafillahda
Yok eyle zatını bekabillahda
Zahir, batın sensin, kulsun, Allah’da
“Basri” nihayette olmuştur hayran

****

Ey talib gel cananı bul
Canan olan Kur’an bana
 Cananı ben can eyledim
 Canan olandır can bana
Canana eyle can feda
Olmayasın candan cüda
Tende canandır Mürteza
Nokta sırrı ıyan bana
Adem, ademe secdegah
Bu sırrı bilmeyen gümrah
 Muhammed, Ali beytullah
Erkan-ı din iman bana
Esrar-ı şahı bilmeyen
Zatında Hakk’ı görmeyen
Emmaresinden geçmeyen
Ne söylerse yalan bana
“Basriya” aslın kandedir
Sırrı-ı sırrullah sendedir
Canan can olmuş tendedir
Tendeki can burhan bana

****

Zahid, taklid ibadetin
Tahkike er, gir meydane
Savm u salatı bilmedin
Hac edip zekatı vermedin
Şehadeti hiç etmedin
Niçin uymazsın Kur’an’a
Cennatı, huri, gılmanı
Sıratı, mizanı, niyranı
Bunda etmezsen seyranı
Girersin sonra zindana
Kalbın yıka et taharet
Budur ancak bil ibadet
Nakd-i canı kıl kefaret
Varmak dilersen canana
Kibir, ucub, hased, riya
Bunlara derler bil dünya
Terket bunları “Basriya”
Ermek dilersen canana

****

İki cihan aslı sensin
Allah, Muhammed, Ali’sin
Şah-ı merdan dili sensin
Allah, Muhammed, Ali’sin
Sensin zübde-i mevcudat
Allah, Muhammed, Ali’sin
Alimüs-Sırr u hafiyyat
Allah, Muhammed, Ali’sin
Onsekizbin alemsin sen
Allah, Muhammed, Ali’sin
Secde olan Ademsin sen
Allah, Muhammed, Ali’sin
Sırrı-ı Kur’an hatemsin sen
Allah, Muhammed, Ali’sin
Allah, Muhammed, Ali’sin
Allah, Muhammed, Ali’sin
Şeriat, tarikat sensin
Hakikat, ma’rifet sensin
 Hadi, mudil, kudret sensin
Allah, Muhammed, Ali’sin
Afak senin aksindir bil
Gubarı gel kalbinden sil
Zerren senin Fırat u Nil
Allah, Muhammed, Ali’sin
Mü’min Allahın esması
Sensin anın müsemması
Adem, eşya muamması
Allah, Muhammed, Ali’sin
Esfel ü alada kalma
 Esma, müsemmada kalma
Sırrı-ı ev ednada kalma
 Allah, Muhammed, Ali’sin
Basri babanın eş’arı
Şeksizdir riyadan arı
Ayan etti hep esrarı
 Allah, Muhammed, Ali’sin
**
Kelamın kadrini bilene söyle
Şalgam pazarında cevher satılmaz
 Bulunduğun meclisi bir süz de şöyle
 Huzurla muhabbet eden yanılmaz
Nadan sohbetinden ictinab eyle
Ketum ol, geleni söyleme dile
Zevrak-ı gönlü kaptırma sele
Kırarsın dümeni sonra yapılmaz
Her gördüğün şahsı bilme sen insan
Sureti insandır, sıreti hayvan
Haber verdi bana bu remzi Kur’an
Remzi anlamayan muhib sayılmaz
Talibsen matlubun rengine boyan
 Gaflet uykusundan gel artık uyan
Görmek istemezsen kardeş sen tufan
Erkan-ı erenler oyuncak olmaz
Rah-ı erenlerde muhkem dur “Basri”
Fark u temyiz eyle hayr ile şerri
Zevk et derununda lutf ile kahrı
Cam-ı vahdet içen ebed ayılmaz

****

Melaik sıfatım, zatımdır adem
Sıfatım zatıma eyledi sücud
Zatımla sıfatım her anda hemdem
Arif olmayanlar oldular merdud
Kesrette zatımı eyledim ıyan
“Te’vem” dir buyurdu ademle Kur’an
Anlamaz bu remzi sireti hayvan
Çünkü verdi onlar kendine vücud
Zat-ı Hakk’da ifna eyleyen varın
Çıkarır gönlünden kamu ağyarın
Her nazarda görür vechini yarın
“Semme vechullad” da sacid ü mescud
“Basri” basiretten dur olma zinhar
Dünya vü mafiha budur ey yar
Görünen kendinsin bil yoktur ağyar
 Anasır donunda kulsun, hem mabud

****

Talib ol cismin aşk ile yansın
İç cam-ı tevhid kalbin uyansın
Sahilde gezme, gevherler çıkar
Necata mazhar sen bir ummansın
Enfüste mevcud, afakta meşhud
Kur’an-ı natık kamil insansın
Vemaerselnak” sırrı sendedir
Fehm eyle ey can-ı canansın
Cümle eşyanın sensin matlubu
Mazhar-ı cami sahip-fermansın
Cemal-i yari zevkle görenler
Her renge “Basri” gibi boyansın

****

Zühdü terk eyleyip girdim meydana
Çerağlar uyandı ikrara geldim
Attım inkarımı geldim imana
Okundu ayatım esrara geldim
Fark u cem’i zevk eyledim o demde
Cemü’l-cem’i buldum kendi özümde
 İşiten söyleyen Hakk’dır dilimde
Natık-ı Kur’an Hayder-i Kerrar’a geldim
Kur’an ben imişim beldim anladım
Geçen suçum için pek çok ağladım
Pend-i erenleri bele bağladım
Pirlerin sultanı Hünkar’a geldim
Tecelli eyledi Ali’den zatı
Cemalinde gördüm ef’al, sıfatı
 “Basri” içti andan ab-ı hayatı
Yüzüm hake sürüp hüşyare geldim

****

Tarikat sırrından olmuşum agah
Okudum başımı, başa baş oldum
Seraser görmüşüm “Semme Vechullah”
Yetmişiki ile ben kardeş oldum
Elvana aldanmam birdir görünen
Gayri yoktur odur seven, sevilen
Haktır elhak her cilveye bürünen
Sırru’s-sırrı bildim de sırdaş oldum
Kadiri, Rifai, Nakşi, Halidi
Uşşaki müsemma, esma söyledi
Yedi asıl, beşi fer’idir dedi
Hacı Bektaş ile hem Bektaş oldum
Melamette buldum neş’e-i tammı
Tecerrüd eyledim attım hem namı
Aradığın buldun “Basri” encamı
Anın ile ben her dem haldaş oldum

****

Kelam-ı ehlullah Kelamullahtır
Nutk ile kafiri müslüman eyler
İnsan-ı kamil bil heybettullahtır
 İsm-i Cami’den nümayan eyler
Ah u zar eylemez aşk ehli asla
Baran gibi yağsa ana belaya
Cifeyi pak eder bu azim derya
Dilerse heman demde tufan eyler
Bülbül güle aşık, gül de bülbüle
Bedkelam getirme arif ol dile
Oku esma, müsemmayı da belle
Kuş dilin bilen Hak, Süleyman eyler
“Basriya” noktadır asl-ı mevdudat
İncinmesin senden asla mahlukat
Hep sıfat-ı Hakk’dır bu taayyünat
Bu zevki gönülde o sultan eyler

****

Kayıttan olduk azade
Biz nazenin Baktaşiyiz
Erdik hamd olsun murade
 Biz nazenin Baktaşiyiz
Erkanımız erkan-ı Hak
Esrarımız anlamaz halk
Biziz işte abd-i mutlak
 Biz nazenin Baktaşiyiz
Gördük biz Hak cemalini
Cemalinden kemalini
Talibiz hem visalini
 Biz nazenin Baktaşiyiz
Geçtik dünya ve ukbadan
Mazi, müstakbel, ferdadan
Beyhude kuru kavgadan
Biz nazenin Baktaşiyiz
Yoktur bizde havf u reca
Gayri bir yana iltica
Okuduk mürşidden heca
 Biz nazenin Baktaşiyiz
Aybı gördük nefsimizde
Nefsimizde kıldık mürde
Sultan-ı ruh oldu zinde
Biz nazenin Baktaşiyiz
Nasibi olanlar erden
Geçerler can ile serden
Dem urur Kalu beladan
Biz nazenin Baktaşiyiz
İçtik ol cam-ı vahdetten
Ders aldık nakşı suretten
Kurtulduk “Basri” kesretten
Biz nazenin Baktaşiyiz

****

Melamet hırkasın giydim arkama
“El fakrü Fahri”yi koydum başıma
Mihneti hem rahat bildim canıma
Cefada bulmuşum şimdi safayı
Yolumuzu “naci”dir maksudumuz
Hakk Eğer talib isen gör “Hakk”ı bir bak
Ateş-i aşk ile gel vücudun yak
Çıkar gönülden artık nefs ü hevayı
Erenlerin pendin tut can u dilden
Doğruluğu sakın bırakma elden
Yüzünü daima kaldırma yerden
Bulayım der isen eğer rızayı
İstikamet lazım bul yolda evvel
Sonta mürşid sözün tut olma tembel
Akıt gözden yaşı şöyle olsun sel
Cuşa getir aşık, aşkla deryayı
İkrara erdinse bozma ahdini
Kamil ol, bulup mürşid demini
“Basri” kurtar, kaptan ol gemini
Dikkat et çarpmasın taş ve kayayı

****

Hakikat meyhanesidir bilmiş ol kamil vücud
Nutku dem, peymane femdir, nuş eden sekran olur
“Men aref” dersinden agah olmayan biganedir
Etmeyen ikrar-ı iman dü cihan hüsran olur
Nokta nokta okuyan adem vücut ayatını
 “Ya’rifun” esrarına vakıf olup insan olur
Hak libasıyla telebbüs eyle kalıbın değiş
Kalbi kalbe rabtedenler kalb ile irfan olur
Mürşid-i kamil elinden bade-i aşk içen
Şeş cihatın Hak görüp, hem Hak olup hayran olur
Hakk’ı halkda halkı Hakk’da seyr eden
Hay’dır ebed Bu deme vasıl olanlar “Basriya” piran olur

****

Sala ey arifan guş eyleyin bir hoş hitabım var
Bu şi’rim cüstücü itmek gerekir öz cevabım var
Soyundum, hırka-puşum şah-ı aşka intisabım var
 Riyaziyyun kalır aciz, bilinmez bir hesabım var
Bu sırr-ı aşka her aşık haberdar olmaz alemde
Harabat ehli elbette gezer her demde matemde
Ne hikmet, vakıf-ı esrar bulunmaz binbir ademde
Riyaziyyun kalır aciz, bilinmez bir hesabım var
Melamet üzredir daim olanlar noktadan agah
Tecerrüd eyleyenler masivadan hep görür Allah
 “Aref” sırrından ol agah, beka mülkinde sen ol şah
Riyaziyyun kalır aciz, bilinmez bir hesabım var
Bilen esrar-ı tevhidi halas oldu esaretten
Karin-i Hak olan sadri olup geçdi kıraatden
Esir-i nefs olan kurtulmadı asla dalaletden
Riyaziyyun kalır aciz, bilinmez bir hesabım var
Basiret üzre ol daim görüp elvana aldanma
 Mukayyed olma mutlak ol bakıp devrane aldanma
Bulup Mehdi-i insanı sakın hayvana aldanma
Riyaziyyun kalır aciz, bilinmez bir hesabım var
Yürü kalu-bela esrarını seyr eyle kamilde
Nikab-ı kesreti çak et, tevella eyle et secde
Tegafülden hazer kıl “Basriya” esrar-ı Hak sende
Riyaziyyun kalır aciz, bilinmez bir hesabım var

****

Gelin ey ehl-i dilan dideyi al kan edelim
Geldi hem mah-ı muharrem sineyi suzan edelim
Dökelim yaş yerine kan anup ol günü bugün
Şöyle feryad edelim dünyayı lerzan edelim
Çıkarup lebs-i süruru giyelim kareleri
O kadar ağlayalım ki Nuh tufanı edelim
Hanedan-ı ehl-i beytin yoluna ey aşıkan
Çekelim hançer-i aşkı canı kurban edelim
Kerebela’da ehl-i beytin çektiği cevr ü siteme
Ol yezidanın elinden, lean-ı yezidan edelim
Yakışır mı ehl-i beyte bu kadar cevr ü cefa
Bir değil lanet zahid, sad hezeran edelim
Şah Hüseyn-i Kerbela’nın bendesiyiz “Basriya”
Matemi bir ay değil, biz heman her an edelim

****

Genc-i Hak ebvabının miftahıdır bil rabıtam
 Mürşid-i rah-ı hüda insanıdır bil rabıtam
Bir nazarda berzahı hem esfeli ala eder
Bi-deva bir hastanın lokmanıdır bil rabıtam
Merd-i meydan-ı mücerreb eyleyüb tecrid eder
 Levh-i dil sultanın sultanıdır bil rabıtam
Seyredüp manada etvar-ı süluku aşk ile
Aşıkanın aşk ile cenanıdır bil rabıtam
Rabteyle rabbe yakın ol bir mürebbi bul heman
 Ol mürebbi-i ekmelin derbanıdır bil rabıtam
Zebh-i nefs et rah-ı aşkda bul makam-ı münteha
Hacc-ı Hak kurbanının, kurbanıdır bil rabıtam
Geç nevakısdan, yapış arif ele gel “Basriya”
Arifin irfanının irfanıdır bil rabıtam

****

Erenler yoluna talibsen aşık
 Bir ere bende ol, her er er olmaz
Ser-i tarikatda ola gör sadık
Bağ-ı hakikatda açan gül solmaz
Nefsinde icra et “men aref” dersin
Aldatmasın seni fir’avn-ı nefsin
Ehl-i kemal oldum deyüp gezersin
Taklid ile yürüyen marifet bulmaz
Ucub, kibir, riya, hased her yanın
Bunlara müsait midir edyanın
Öyle midir senin ikrar ü imanın
Bulanıktır kalbin neden durulmaz
Arifler kelamın anlayan “Basri”
Tecerrüd eyleyüb terk eder dehri
Bir anda geçer hem umman ve nehri
Ehl-i Hak deryaya dalar boğulmaz

****

Çıkar kalbinden inkarı
Nedir bildin ise ikrarı
Takın tevhid-i etvarı
Sakın emmareye uyma
Buluğa vasıl olmadan
Henüz nefsini bilmeden
Nedir mürşidi görmeden
Sakın emmareye uyma
Emmare ashabı hayvan
Radiye ashabı insan
Safiyeyi bul ey can
Sakın emmareye uyma
Terk et dildeki da’vayı
Bulasın ta ki rizayı
Çek esma ve müsemmayı
Sakın emmareye uyma
“Basri” pirandan uyandı
Esmaullaha boyandı
Bab-ı mürşide dayandı
Sakın emmareye uyma

****

Biz elest bezminde gördük vech-i yarı aşıkız
Ahd-i biat eyledik ta o zamandan sadıkız
Bade-i aşkı içeliden beri ey zahida
Hab-ı gafletten uyandık ta mahşer ayıkız
Canı canan yoluna koyduk anı zikreyleriz
Zakiriz, mezkur-i daim lezzetinden zaikiz
Her ne denlü ta’n ederseniz bize hiç gam değil
Yokluk ile Hak katında yine size faikiz
Beyt-i dilden masivayı nefy ü ihrac eyledik
“Basriya” ol sebebden lutf-ı Hakk’a layıkız

****

Düzahda suzan olmamak istersen ey can
İnsan ola gör, zira ki insan Ali’dir
Kim ki ehl-i beyt aşkıyle olduysa giryan
Verir devasın, hazık-ı lokman Ali’dir
Yedi iklim’e seyr ü sefer eyledin ise
Aldın beratı deste, o ferman-ı Ali’dir
Gören, görünen, söyleyen, hem işiten oldur
 İncil, Zebur, Tevrat, Kur’an Ali’dir
Terk et gafleti, cümleyi bir eyle heman dem
Aldanma isme, on iki piran Ali’dir
Şek etme sakın her dü cihan şah-ı velayet
“Basri”den diyen işte bu divanı Ali’dir
Üsküdar 1340
****

Zümre-i naciden olmak istersen
Muhammed Ali’nin damenini tut
Beyt-i Hakk’a dahil olmak istersen
Muhammed Ali’nin damenini tut
Rah-ı müstakimden dışarı çıkma
Tehi görüp bir can kalbini yıkma
Lanet haklasını boynuna takma
Muhammed Ali’nin damenini tut
Mümin lafzı murad değil bi’l-isbat
Sual hesab vardır bil ba’de’l-memat
İçmek ister isen ger ab-ı hayat
Muhammed Ali’nin damenini tut
Nefs-i emmarenden tecerrüd eyle
Cümle masivadan teferrüd eyle
Soyun libasından tecerrüd eyle
Muhammed Ali’nin damenini tut
Terk eyle dünyayı, fena encamını
 Safasından çokdur çünkü alamı
Tasdik et canan on iki imamı
Muhammed Ali’nin damenini tut
Mukallid-i raha gel olma bende
Zira kalkmamışdır gözünden perde
Ak ile ademe kıl “Basri” secde
Muhammed Ali’nin damenini tut

****

Muhibbin ikrarı benim
Münkirin inkarı benim
On iki tarikat birdir
Hepsinin esrarı benim
İsm-i hadi’den hidayet
 İsm-i mudil’den dalalet
Bu sırrı bilmek keramet
Talibin didarı benim
Ef’al ü sıfatın mahvet
 Zatını zatında cem’et
Fark ba’de’l-cem-i ezber et
Bulup bir pir-i hoşyarı
Tevhid et zatını anla
Müsavidir la vü illa
Mazhariyettir aldanma
Bir et yar ile ağyarı
“Basri” basiretle hayran
Her yüzden görünen canan
Ene-‘l insan, ene-‘l Kur’an
Böyle söyledi hünkarı

****

Hangi dindensin ey aşık
Söyle bana nedir edyan
Rah-ı Hak’da ol sen sadık
Şeksiz olandır naciyan
Nedir Adem, nedir Havva?
 Bunlardaki olan esma
Mevcudiyet hep esma
Yok tecelliyatta payan
Adab-ı erkanı bildinse
Habb-i sivayı bildinse
Meydan-ı şaha geldinse
Nice dideden olmaz giryan
İnceden incedir bu yol
Ara bir mürşid-i kamil bul
Her emrine olasın kul
Bulur mevlasın arayan
“Basri” bende-i pirandır
Tecelliyata hayrandır
Bu sırrı bilen insandır
Kenz-i Hak bize aşiyan

****

İmamım Ali’dir, şahim Hasen’dir
Hüseynim yoluna koydum bu canı
Zeyne’l-aba zeyn-i al-i abadır
Bakır’den almışım nur-i irfanı
Caferü-s’ Sadık’ın hakdır mezhebi
Musa-yı Kazım’den aldım edebi
 İmam-ı Rıza’dır varis-i nebi
Gördüm bu noktadan yolu, erkanı
Taki’nin rahında oldum muttaki
Delilim oldu hem İmam-ı Naki
İmam-ı Askeri gösterdi Hakk’ı
Hidayet Mehdi’den bulan insanı
Ehl-i beyt rahında “Basri” fedadır
 Bu yoldan ayrılan Hakk’dan cüdadır
Bunlardan zuhurat eden Hudadır
Hanedanı sevmek Hakk’ın fermanı

****

Muhammed’le Ali bir can
Ali, ali, Alai Kur’an
Muhammed’dir nur-ı yezdan
Ali’dir tendeki canan
Muhammed ism-i zahirdir
Ali ism-i batındır
Muhammed ism-i evveldir
Ali’dir ahir-i devran
Muhammed bil şeriattır
Ali dahi tarikattır
Muhammed hem hakikattır
Ali marifet-ı aşıkan
Muhammeddir bil namaazı
Ali mürşid et niyazı
Na-ehle deme bu razı
Ali on iki imaman
Nizam-ı alem Muhammed
Ali’dir “Allahu’s-Samed”
“Lem yelid”dir “ve lem yuled”
Ali’dir ondört ma’suman
Muhammed “Basri” vücudun
Ali’dir cümle şühudun
Şah-ı merdandır sücudun
Ali matlub, Ali piran

****

“Zahidi tuttum içirdim
 Cebrile bir cür’a mey
Kuvve-i bazu ile
Hayvanı insan eyledim”

****

İktida ettik imama, biz salat ettik eda
Vech-i yare secde kıldık aldık rıza
Hem salat-ı hamse kandırmaz ki biz teşneyiz
Hak ile ma’mur olanlar bir nefes olmaz cüda
Cami-i cemde tecemmu’ eyledi hep aşıkan
Hac edüp verdi zekatın savm ile gördü lika
“Semme Vechullah”ı arifdir şehadet eyledi
 Kesret içre vahdeti zevk eyleyüp buldu safa
Hak nazar kıl, gafil olma, her sıfat bil ayn-ı
Sırr-ı vahdetten haberdar oldun ise “Basriya

****

Tevellüd eyledi şahım Ali bu kalbi “Basri”den
Çeküp gülbangini candan dedi ya Allah, eyvallah

****

Şahid-i gaybı meşhude çalış
Ayne’l yakinin temkini bulsun
Tezhib-i ahlak itmeye alış
İnsan-ı kamil karinin olsun
Evham ü hayalden pak et özünü
Mazi müstakbelin anma sözünü
Kıble-i ma’naya çevir yüzünü
 Feyz-i ilahi gönlüne dolsun
Zat-ı tecellaya gönül bağladı
Zevk-i daimle her an çağladı
“Basri” taayyünde özün anladı
Batında mutlaksın, zahirde kulsun

****

Bağ-ı vahdeti biz ettik küşade
Talib olanlara ihsana geldik
Bezm-i elestde çok içmişiz bade
Zevk-i daim ile mestane geldik
Maden, nebat, hayvan devrinden geçdik
 Har u haşaki hem aşkile biçdik
Ağyarı, yar edüp görüp de bildik
Devr edüp devranı insane geldik
Alim-i ledünni okutdu bizi
Ne satır biliriz ve ne de yazı
Kale almayız hiç beyhude sözü
Batın yüzü gören ihvane geldik
Anlayamaz akl-ı mukayyed
Zevk edenler bilir cem’ ile farkı
Görürler daima bu halkdan Hakk’ı
 Bu sırrı fehm eden irfana geldik
Ma’rifet-i nefse et, bezl-i kudret
Per açup alem-i asla et ric’at
“Basri” dün olmasın, ol ali himmet
Muhtelifü’l’ elvan bir ana geldik

****

Vahidiyet kadehinden hamr-ı vahdet nuş eden
Yok eder kendini “Basri” zatı, zatullah olur

****

Kamil insan bulmayan insana olmaz aşina
“Men aref’den bilmeyen irfana olmaz aşina
Canını canan uğrunda mahv u ifna etmeyen
“Küntü kenz” esrarını iklim-i tende görmeyen
Alim-i dehr olsa da Kur’an’a olmaz aşina
Kesret içre gark olur, imana olmaz aşina
Enfüse bak arif ol, afakta Hakk’ı isteme
Nefsin idrak etmeyen sultana olmaz aşina

****

Har armağanıdır, inat cahilin,
Sükut arifindir, seyran kamilin

****

Rah-ı Hakk’a talib ol, aşka niyet eyle er ol, er
Yetmiş ikiyi bir et, hemen izzet eyle er ol, er
Sende senlik yokdur asla, haberdar ol gel aslından
Havatırdan beri ol, zevk-i halvet eyle er ol, er
Çıkar esnam-ı kuyudatı, er ol da ka’be-yi kalbden
Bu kesretden halas ol, her an vecd eyle, er ol, er
Fena bulmaz vücud asla, fena bulan cehaletdir
Bu dersi kamile sor, canla hürmet eyle, er ol er
Beka bizzat durur zatın, fena bilitibaridir
Neş’e-yi zata yetiş, asla ric’at eyle, er ol er
Mukayyed anlama zinhar tecelliyatı ey “Basri”
Cami-i sıfat olup Hakk’a vuslat eyle, er ol er

****

İntihayı iptidadan gördü Hikmet “Basriya”
Narını nur eyleyüp, vahdetle oldu pür-ziya

****

Çar unsur ile mevla kendin izhar eyledi
Zat u esma vü sıfatıyla devvar eyledi
Çok zamanlar devr ile ol puta-ı aşkda yanup
Akıbet insan-ı kamil oldu ikrar eyledi
Kurdu bir bazar-ı kesret, alan satan kendidir
 Bilmeyenler gördü mahluk, bilen settar eyledi
Söyleyen de dinleyen de ol durur etme aceb
 Hem kelim ü hem semidir böyle etvar eyledi
Yetmeyenler birliğe bu kesret içre oldu gark
Kimini bülbül edip zar, kimini har eyledi
Zat-ı Mansurdan “Ene-l Hakk” razını ifşa eyleyüp
Suret-i Mansura isnad ile berdar eyledi
“Basriya” sundu bu camı teşnegan-ı vahdete
Nuş edenler oldu huşyar, gayrı ağyar eyledi

****

Dahil olmak ister isen barigah-ı vahdete
Can u dilden et tecerrüd elveda et kesrete

****

Na-ehle söyleme esrar-ı Hakk’ı
Sırrı sır edenin demine hu hu
Teşvişe düşürme beyhude halkı
Sırrı sır edenin demine hu hu
Remz-i şeriatdan olanlar agah
Pir-i tarikatle oldular agah
Hakikat, marifet, lebi eyvallah
Sırrı sır edenin demine hu hu
Alanlar dersi ilm-i esmadan
Sani’i görürler hep müsemmadan
Feyzyab olurlar nokta-i badan
Sırrı sır edenin demine hu hu
Alem Adem oldu, Adem de
Alem Böyle mestur etdi “nun ve’l-kalem”
Âdemdir sırr-ı Hak bil sahib-kerem
Sırrı sır edenin demine hu hu
Mey-i vahdetten bir zerreyi nuş et
“Men reani” sırrın iyice guş et
Rah-ı Hakk’da daim cuş u huruş et
Sırrı sır edenin demine hu hu
Halife-i Hakdır Adem-i ma’na
“Velekad kerremna” rumuzun anla
Manasın müftiye hakime sorma
Sırrı sır edenin demine hu hu
Dergah-ı Ali’de bekle “Basriya”
Hem gubar-ı şahı eyle tutiya
Budur muhibbana eyle tutiya
Sırrı sır edenin demine hu hu

****

Almayan nasibin nokta-i ba’dan
Kaldı dalaletde hidayet bulmaz
Mahrum olur elbet reşadet bulmaz
Vücud-i Ademden gider Hakk’a yol
 Ehl-i Hakk için yokdur sağ u sol
Miftah-ı Ademi durma ara bul
Daim marız olan nekahet bulmaz
Ulum-ı evvelin sırrı “ba” dadır
Ulum-ı ahirin Murtaza’dadır
Camiu’ll esma müsemmadadır
Bahr-ı bi-payandır nihayet bulmaz
Merd-i kamil yokdur deme cihanda
Gafletten beri ol gezme yabanda
Bülbül gülistanda, baykuş viranda
Şekavet ehli bil saadet bulmaz
Her zerrede zahir sırr-ı sırrullah
Basiret ehlidir olanlar agah
Tatmadı bu zevki gafil-i gümrah
Hüsrandadır çünki iradet bulmaz
“Basriya” birlikte zevk almayanlar
Derya-yı vahdete bir dalmayanlar
Kesretde vahdeti hem bulmayanlar
Alim olsa ilm-i keramet bulmaz

****

Gubar-ı şekki at kalbinden, temaşa-yı cemal eyle
 Celali perdesinden geç, heman kali hal eyle
Anasırdan soyun durma, seni sende visal eyle
“Reani” sırrını Adem-i ma’nadan sual eyle
İdüp her lahzada mi’rac, zevalin var kemal eyle
Soyun ten kisvesinden, gel, özün, zat-ı rical eyle
Hakikat talib-i Haksın yürü masivadan geç
Sakın aldanma nefsine, şeyatin ü hevadan geç
Bina-yı kalbe malik ol, hazer zahir gınadan geç
Fena-yı Hakk ile fani olup kayd-ı likadan geç
İdüp her lahzada mi’rac, zevalin var kemal eyle
Soyun ten kisvesinden, gel, özün, zat-ı rical eyle
Bulup bir mürşid-i dana zuhurundan haberdar ol
Olup her emrine münkad dü alemde berhudar ol
Çerağ-ı aşkın uyansın vücuduna ziyadar ol
“Enel Hakk” camını nuş et aşka berdar ol
İdüp her lahzada mi’rac, zevalin var kemal eyle
Soyun ten kisvesinden, gel, özün, zat-ı rical eyle
Bu mevcudata ibretle nazar ettinse ey Basri
Hakikat rahına azm u sefer ettinse ey Basri
Kara taşı mücerred pak cevher ettinse ey Basri
Ma’rifet aleminde bir hüner ettinse ey Basri
İdüp her lahzada mi’rac, zevalin var kemal eyle
Soyun ten kisvesinden, gel, özün, zat-ı rical eyle

****

Sözüm dinle behey aşık
Yolunda hem olup sadık
 Rıza-i Hakk’a ol layık
Atadır ha, atadır ha
Avamın sen sözün duyma
Yanılup anlara uyma
Yılanın kuyruğun basma
Beladır ha, beladır ha
Erenler niyazın pek tut
 Kara taşın olur yakut
Verir ise zehir hem yut
Şifadır ha, şifadır ha
Eyi kötü ne derlerse
Tohum gibi ekerlerse
Seni dara çekerlerse
Bekadır ha, bekadır ha
Güle bak görme harı
Hemen yar eyle agyarı
Gülistan eylesen narı
Cinandır ha, cinandır ha
Tarik-i aşkda ol kaim
Şuhudun olsun Hakk daim
Budur salat, budur saim
Devadır ha, devadır ha
Bulup bir pak damanı
Bulursun derde dermanı
Nidersin gayri lokmanı
Rehadır ha, rehadır ha
Sabir ol sen aşkında
 Dükelü erdi mihnete
“Basri” her demde hayretde
Safadır ha, safadır ha
**
Kulağın tut behey aşık işit ilham-i şeydayı
Tutup bir damen-i piri gör anda vech-i mevlayı
Muradın şendedir billah, dolanma kuh u sahrayı
Semi’ ismine mazhar ol, dinle tesbih-i eşyayı
Basir ismine mazhar ol, görürsün sen müsemmayı
Bed ahlak var ise sende, güzel ahlaka tebdil et
 Fena bulur vücud bir gün, hemen sa’y eyle ta’cil et
Yıkayıp hane-i kalbi, gönül levhine tescil et
Semi’ ismine mazhar ol, dinle tesbih-i eşyayı
Basir ismine mazhar ol, görürsün sen müsemmayı
Kıyl u kalden, gıll u gışden geçip nefsini saf eyle
Bulursun kabeyi tende, sen de tavaf eyle
Aklı nefse nikah et, hane-i kalbde zifaf eyle
Semi’ ismine mazhar ol, dinle tesbih-i eşyayı
Basir ismine mazhar ol, görürsün sen müsemmayı
Sana derdin budur “Basri” dünya ve ukbaya aldanma
Şarab-ı la yezaliden içup sahbaya aldanma
Eğer manaya aşıksan ruy-ı leylaya aldanma
Semi’ ismine mazhar ol, dinle tesbih-i eşyayı
Basir ismine mazhar ol, görürsün sen müsemmayı

****

Mekteb-i ilm-i ledünde kim ki irfan olmadı
Suret-i insanda kaldı, özü insan olmadı
Geçmeyenler benliğinden rah-ı zulmette kalup
Nefsine kul oldu anlar, ehl-i vicdan olmadı
Nerden gelüp, nereye gittiğini anlayanlar
 Vasıl-ı Hakk oldu anlar, ehl-i hüsran olmadı
Nabzıyle teşhis olunmaz hasta-yı aşk ey tabib
Kim ki bu esrarı bilmez, bil ki Lokman olmadı
“Nokta-i ba” sırrına mahrem olanlar “Basriya”
Bir nefes bu alem-i nasutda mihman olmadı

****

Sofi bizi ta’n eyleme
Al-i aba bendesiyiz
Na-seza laf hiç söyleme
Al-i aba bendesiyiz
Şah-ı merdandır ulumuz
Hakk’a ulaşır yolumuz
Birdir bizim sağ u solumuz
Al-i aba bendesiyiz
Evvel ebed sırrı biziz
Mevcudatın tümü biziz
“Kenz-i mahfi” kenzi biziz
 Al-i aba bendesiyiz
Ağyarı gönülden sildik
Rabbimizi görüp bildik
Sefine-i Nuh’a bindik
Al-i aba bendesiyiz
Kesti nefsi hançer-i la
Kaldı heman baki illa
Eyledik candan tevella
Al-i aba bendesiyiz
Birdir seçer oniki şah
Zuhur eyler burdan Allah
Nutka sen de bu eyvallah
Al-i aba bendesiyiz
“Basri” kuldur erenlere
Hakk yoluna gidenlere
Hakk’ı halkda görenlere
Al-i aba bendesiyiz

****

Tevella ehliyiz sofi
 Biz tabi-i Hüseyniyiz
 Sevdik onu olduk safi
Biz tabi-i Hüseyniyiz
Sev Hüseyni ez-can u dil
Hakk’a Hüseynidir delil
Hüseynidir zat-ı celil
Biz tabi-i Hüseyniyiz
Hüseyniyim diyen kişi
Çıkarır kalbden teşvişi
İncinmez andan bir kişi
 Biz tabi-i Hüseyniyiz
Hüseynilerdedir derman
Anlardadır ikrar iman
Amirdir bu nutk-ı Kur’an
 Biz tabi-i Hüseyniyiz
Hüseynin rahında “Basri”
Terk etti can ile sırrı
Sala ey arifan cehri
 Biz tabi-i Hüseyniyiz

****

Hak ile nahakkı tanır arifan olduk bugün
Yetmiş iki cihan birle naciya olduk bugün
Oniki İmam’a ikrar eyledik ez can ü dil
Nefsimiz kurban edüp de bendegan olduk bugün
Enfüs ü afakı fehm ile teberra eyledik
Biz tevella ehliyiz hem şadman olduk bugün
Dest-i Hayder’den içüben kevseri ruz-i ezel
Yad edüp bizler Hüseyni teşnegan olduk bugün


[1] Yard. Doç. Dr., Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü.
[2]  “Basrî Baba”, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Dergah Yayınları, İstanbul 1977, C. I, s. 341.
[3]  Sadettin Nüzhet, Bektaşî Şairleri, İstanbul Devlet Matbaası, İstanbul 1930, s. 26-32.
[4]  Turgut Koca, Bektaşi Alevi Şairleri ve Nefesleri, Maarif Kitaphanesi Yayınlan, İstanbul 1990, s. 744-747.
[5]  İsmail Özmen, Alevi Bektaşi Şiirleri Antolojisi, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1998, C. V, s. 159-162.
[6]  H. Basrî Baba Dîvânı, Ziya Baba Karaşar İnanç Eğitim Hayır Vakfı Yayınları, Ankara 2002.
[7]  Age, s. 31.
[8]  Age, s. 78.
[9]  Fuzulî’deki bu ve benzeri ifadeler için bk: Abdülkadir Karahan, Fuzulî, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınlan, İstanbul 1996, s. 237-241.
[10]             H. Basri Baba, s. 12-13.
[11]  Age, s. 18.
[12]  Age, s. 20.
[13]  Age, s. 36.
[14]  Cahit Öztelli, Pir Sultan Abdal, Milliyet Yayınlan, İstanbul 1971, s. 93.
[15]  Azizaga Memmedov, Şah İsmail Hatai, Azerbaycan Elmler Akademiyası Neşriyatı, Bakı 1966, C. I, s. 46.
[16]  Turgut Koca, age, s. 289.
[17]  C. Öztelli, age, s. 94.
*7 I. Melikoff, Uyur İdik Uyardılar, Cem Yayınevi, ikinci Baskı, İstanbul 1994, s. 43-44.
[19]  T. Koca, age, s. 671.
[20]  H. Basri Baba Divanı, s. 41.
[21]  Besim Atalay, Bektaşilik ve Edebiyatı, Ant Yayınları, İkinci Baskı, İstanbul 1991, s.105.
[22]  Age, s. 102.
[23]  Nejat Birdoğan, Şah İsmail Hatai, Can Yayınlan, İstanbul 1991, s. 101.
[24]  H. Basri, s. 93.
[25]  Age, s. 37.
[26]  Age, s. 18.
[27]  Age, s. 26.
[28]  Age, s. 3.
[29]  Age, s. 17.
[30]  B. Atalay, age, s. 27.
[31]  H. Basri, s. 40.
[32]  Age, s. 86.
[33]  Age, s. 92.