KARIŞIK

26 Aralık 2020 Cumartesi

 Seyyid Dede Mezarı.... Eğridere köyü .. Tire izmir




Eğrider köyü İzmir ilinin Tire ilçesine bağlı Tire,nin doğusunda Tire - Gökçen yolunun Gökçen ‘ i 500 metre geçip sağa dönüp 2 km içerde ve Tire'ye 14 km.uzaklıktadır.

SEYYİD DEDE Şeyh Bedreddin’in oğlu Seyyid İsmail Beşe’nin lakabıdır.Eğridere’de dedesinin köyündeki mezarı çok sade ve bakımsızdır.Köy halkı ona Seyyid Dede demektedir.Köyde ona ilginç bir bağlılık vardır. Eğridereliler, ona her mevsim yiyecek götürürler. Hatta Osmancık ve Yenişehir köylüleri ölülerini ona yakın olmak için Eğridere Mezarlığına gömme adetleri vardır. Yağmur duaları da Seyyid Dede’ye uğrayarak yapılmaktadır.
Kaynak: A. Munis Armağan.

 Şeyh Yusuf El Hekim Türbesi Defne..hatay






Şeyh Yusuf’un ünü Türkiye sınırlarının dışına taşmıştır. Harbiye’ye nereden ve ne zaman geldiği kesin olarak bilinmemektedir. Tahminlere göre 15. yy da Lazkiye’den göç etmiş ve Harbiye’ye yerleşmiştir; hekimdir ve yaşamı boyunca şifa dağıtmıştır. Kendisi gibi çok sayıda hekim yetiştirmiştir. Bunların en ünlüsü Şeyh Davut el-Antaki’dir .
Şeyh Yusuf ile ilgili şöyle efsanevi bir olay anlatılır.
“Şeyh Yusuf herkese şifa dağıtmakta fakat yoksul bir yaşam sürmekteydi. Hekimliğini bir çıkar için yapmıyordu. Şenköyü (Harbiye yakınlarında bir köy) beylerinden biri, yoksul olduğunu bilmesine rağmen O’nun yanına adamlarını gönderir ve O’ndan buğday ister. Şeyh Yusuf, eşine ‘kalk, beylere buğday ver’, diye seslenir. Eşi biraz tuhaf bakınca, bir kez daha seslenir, ‘kalk, Allah’tan bereket dile ve beylerin istediği buğdayı ver’, der. Eşi besmele çeker çekmez ambardan buğday dökülmeye başlar ve adamların çuvallarını doldurarak köylerine gönderir” .
Vefat tarihi bilinmemekle birlikte, türbesi hala il merkezine 7 km uzaklıktaki Harbiye’nin (Antakya) sulak ve zümrüt yeşili serin vadisinde bulunmaktadır. Halk arasında Yusuf el-Hekim’in hastalıkları iyileştirdiği yolunda bir inanış mevcuttur.
Adana, Antakya ve çevre illerden her yıl binlerce kişi tarafından ziyaretçi akınına uğrar. Özellikle Cuma ve bayram günlerinde türbe dolup taşar.
Halk arasında yaygın inanışa göre, tıp iliminin çözemediği sorunları, hastalıkları Yusuf el-Hekim çözmektedir. Bu tür inançlar eskiden daha da yaygındı.
Yusuf el-Hekim, Habib-i Neccar’da ömer ağanın yaptırdığı zincirli medresede eğitim görmüş ve Kur’an’ı da ezberlemiştir. Bilgin Muhammed Şerif’ten özel eğitimle tıp ve ilaç ilmini öğrenmiştir. Sağlığında bir çok hastayı iyileştirdiği rivayeti yaygındır

26 Kasım 2020 Perşembe

HUYSUZ BABA TÜRBESİ... EDİRNE






Ne zaman yaşadığı bilinmeyen Huysuz Baba ; Edirne’de Uzun kaldırım caddesinde sırlanmıştır. Ziyaretçiler Huysuz Baba‘yı vesile ederek çocuklarının yaramazlıktan kurtulmaları için dua etmektedir. Rivayete göre ; yüz on , yüz yirmi okka gelen , uzun boylu, gayet iri cüsseli bir zat imiş. Mevlevi semazenlerinden imiş. O dergahta sema’a başladığı zaman, heybetli cüssesiyle yel gibi dönerken, küçük çocuklarında ” Havale ” denen bayılma rahatsızlığı olan anneler , kundaktaki çocuklarını onun ayakları altına koyarlar, o da çocuklara bir ayağıyla hafifçe basarak aralarında dolaşıp sema edermiş. Allah’ın izniyle çocuklar iyileşirmiş.

Kaynaklar;
Türkiye Gazetesi , Batı Anadolu evliyaları cilt 2
Necati Seçkin , Edirne Evliyaları , 1971

 ZENGİ ATA TÜRBESİ






 

Türkistan'ın büyük velîlerinden Hoca Ahmed Yesevî’nin ilk halîfesi olan Mansur Ata’nın torunu olan Tac Hoca’nın oğludur. Mansur Ata ise Ahmed Yesevî’nin tasavvuf yolundaki ilk mürşidi olan Arslan Baba'nın oğlu olarak bilinmektedir. Bu durumda Arslan Baba’nın da torununun torunu olmaktadır. Babası Tâc Hoca gibi dedesi Abdü'l-Melik Ata da Yeseviyye silsilesi meşayıhindendir.

 

Mansur Ata'nın ölümü, H. 594 (M. 1197-98) olarak, Zengî Ata’nın babası Tâc Hoca’nın vefatı ise H. 596 (M. 1199-1200) (Hazînetü’l Asfiyâ, c. I, s. 535) verilir.

 

Arslan Baba'nın, Zengî Ata vasıtasıyle gelen sülalesi efradından Müzekkir-i Ahbâb adlı tezkirenin yazarı Seyyid Hasan Hoca Nakibü'l-Eşraf-ı Buhâri, kendi ceddi Abdü'l-Vehhab Hoca'nın maddi-manevî silsilesini şöyle  (Müzekkir-i Ahbâb s. 299-300)  kaydetmiştir:

 

Arslan Baba --> Mansur Ata --> Abdülmelik Hoca --> Tac Hoca --> Zengî Ata -->  Sadr Hoca --> Harun Hoca --> Yahya Hoca  --> Süleyman Hoca --> Abdul-Vehhab Hoca

 

Yeseviyye tarikatının en önemli tarihi kaynağı olan Cevahirü'l-Ebrâr min Emvaci'l-Bihâr kitabının yazarı Hazinî de, kendisini Mansur Ata evladından dolayısıyle Arslan Baba neslinden olarak göster­mektedir (Cevahirü'l-Ebrâr min Emvaci'l-Bihâr, s. 231).

 

Zengî Atâ, uzun yıllar dedesi ve babasından zâhir ve bâtın ilimlerini öğrendi. Ahmed Yesevî halîfelerinden Süleyman Hakîm Ata’nın hizmetine girerek ilim ve feyzinden istifâde etti. Taşkent’te ikâmet eder, Taşkent halkının hayvanlarına çobanlık yapardı.

 

Ahmed Yesevî’nin tasavvuf yolundaki ilk mürşidi olarak Arslan Baba, Yeseviyye tarikatındaki çok önemli bir kişi olmanın yanında  tarihi bir şahsiyettir ve koyu renkli Arab, siyah ırktan olduğu için, soyundan gelen Zengî Ata gibi  evladının da tenlerinin  koyu renkli oluşları ile ilgili bazı menkıbeler   teşekkül  etmiştir.

 

Menkıbeye göre Zengî Ata, Taşkend dağlarında sığır güden kalın dudaklı, zenci bir çobandı; kendini ve ailesini çobanlık ücreti olarak Taşkendlilerden aldığı beş-on para ile geçindirirdi. Ömrü daima kırlarda geçtiği için, namazı da kırlarda, ovalarda kılar ve namazdan sonra cehri zikir yapardı. Zikre başladığında  menkıbeye göre, bütün sığırlar otlamayı bırakırlar, Zengî Ata’nın etrafında bir halka teşkil ederek Zengî Ata’nın zikrini dinlerlerdi.

 

Mürşidi olan Süleyman Hakîm Ata, 1186 (H.582) yılında vefât edip, Harezm’de Akkurgan’a (Bağırgan’a) defnedildi. Ahmed Yesevî’nin halifelerinden Süleyman Hakim Ata'nın birçok halîfesi arasında en tanınmışı olan Zengî Ata, Taşkend'de bulunurken, mürşidi Hakim Ata'nın vefatını haber aldı ve derhal Harezm'e giderek kabrini ziyaret ederek ailesine ta'ziyelerini sundu. Menkıbeye göre Zengî Ata Arab kökenli  Arslan Baba'nın evladından olduğu için siyah tenli, o zamanki değerlendirmelere göre  çirkin denebilecek bir adamdı. Nikah için şer'an beklenilen müddet bittikten sonra, ölen mürşidi Süleyman Hakim Ata'nın manevî işa­retiyle, dul kalan zevcesi Anber Ana'yı istedi. Anber Ana ilk başta Hakim Ata’dan sonra her ne kadar evlenmek istemediyse de, nihayet Zengî Ata'nın gösterdiği bir keramet neticesinde nikaha razı olmayı mecburi gördü.

Menkıbeye göre Hakim Ata çok esmer renkli olduğu için, Anber Ana birgün nasılsa, "Keşke eşim siyah olmasaydı!" diye düşünür. Kerâmet nuru ile bunu anlayan Hakim Ata, "Tiz ola ki benden siyaha musahib olasın!" diye dua eder. Hakikaten, biraz sonra Hakim Ata ölür ve Zengi Ata gelip, Anber Ana'nın dest-i izdivacını taleb eder. Anber Ana yüzünü hiddetle döndürüp, "Ben Hakîm-Ata'dan sonra kimseye varmam, hele böyle zencî'ye.." diye reddeder; fakat boynu o vaz'ıyette kalır. O zaman Zengî Ata haber yollayarak, vaktiyle, ölen eşi ve kendisinin mürşidi  Hakim Ata  ile aralarında geçen vakı'ayı hatırlatır. Anber Ana bu izdivacın sırf bir keramet mahsulü olduğunu anlayınca ağlar ve zaruri razı olur (Reşahat tercemesi, s. 16-17).

Hakim Ata Kitabı bu menkabeyi başka bir şekilde göste­riyor : Hakim Ata kara renkli olduğu halde, Anber Ana beyaz tenli ve güzeldi. Birgün, Hakim Ata gaslederken Anber Ana yatağında idi; Buğra Han'ın kızı iken bu kara adama düşmesindeki hikmeti düşündü. Hakim Ata'ya bu düşünce ma'lûm oldu; "Sen beni beğenmiyorsun amma, benden sonra, dişinden başka beyazı olmayan  bir karaya düşeceksin!" dedi. Anber Ana pişman olup ağladı; lakin iş işten geçmişti. Hakîm Atâ vefâtına yakın, Harezm’de ilim tahsîl etmekte olan oğulları Muhammed Hoca ile Asgar Hoca’yı çağırttı ve onlara dedi ki, "Ölümümden sonra ‘kırk aşı'nı verirken gün-doğusundan Ka'be ahalisinden kırk Abdal gelecek; aralarında bir gözü zayıf ve ayağının biri aksak bir “Kara Abdal” vardır. Ananızı, evlenmesi için beklemesi lazım gelen iddet süresi sona erince ona nikahlayın!". Hakikaten, Ata'nın vefatından kırk gün sonra Abdallar geldiler; fakat içlerinde kara Abdal yoktu. Çocuklar onu sorup geri kaldığını anladılar ve çağırttılar. Onun adı Zengî idi. Babalarının vasiyetine göre, analarını Zengî'ye nikahladılar. Bu Zengî'nin veliliğini o zaman kimse bilmezdi. Zengî Baba, karısını alıp kendi vilayeti Taşkend’e çekilip gitti. Anber Ana, eski kocasının kerameti eseri olarak bu Zengî'den çok sıkıntı çekti; lakin ona tahammül eder ve başka kadınlara da bu hususta nasihatte bulunurdu (Hakim Ata Kitabı).

 

Zengî Ata  Silsilesinin Teşekkülü Menkıbesi

 

Zengî Ata, birgün dağda çalılıklar arasmda koca bir yük dikenli çalı toplayıp evine götürmek üzere iple bağlıyordu; o aralık önüne dört genç adam çıktı. Selam verdiler, selamlarını aldı ve nereden gelip nereye gittiklerini sordu. Gençler o zamanın ilim merkezi Buhara'da bir medresede tahsil ile meşgul iken Hak tarîkına sülûk niyetiyle yola düştüklerini, kendilerini irşada muktedir bir şeyh aradıkları ve Taşkend’e gelene kadar böyle birisine rastlayamadıklarını anlattı. Buhara'dan şeyh aramak üzere yola çıkarak Taşkend’e kadar gelmiş olan bu dört genç, sonraları dört büyük halîfesi olacak olan Uzun Hasan Ata, Seyyid Ahmed Ata, Sadr Ata, Bedr Ata idi.  Zengî Ata onlara: "Biraz durun, dünyanın dört tarafını koklayayım. Nerede kamil mürşid kokusu alırsam size bildireyim!" dedi. Gençler sevinçle Zengî Ata’nın vereceği müjdeyi beklediler. Zengî Ata, yüzünü dört tarafa çevirerek kokladı ve sonunda : "Sizi tasavvuf yolunda kemale erdirmeğe kadir benden başka kimse yoktur!" dedi.

Zengî Ata'nın sözü üzerine dört gençten önce Uzun Hasan ile Sadr Zengî Ata’yı mürşid olarak kabullendiler ve intisabdaki bu öncelikleri nedeniyle, tasavvufî kemal mertebesine daha önce erdiler. Seyyid Ahmed az-çok tahsil görmüş ve seyyid olmakla soyca saygın olduğu halde, böylesi bir siyah sığır çobanının kendisini irşad etmeğe kalkmasını biraz garibsedi ise de o da Zengî Ata’ya biat etti. Fakat başlangıçta gönlünden geçirdiği o gurur duygusu irşad yolunu kapadı, bütün gayretinden mücahedelerinden hiçbir fayda görmüyordu. Sonunda, Seyyid Ahmed Anber Ana'ya yalvararak, bu hususta Zengî Ata nezdinde aracı  olmasını istedi. Anber Ana, Seyyid Ahmed’e yardımını va'detti ve dedi ki : "Sen bu gece kendini bir siyah keçeye sarıp Zengî Ata'nın yolu üzerine bırak; o, seher zamanında taharete çıktığı zaman seni o halde görüp acısın!". Hakikaten, o akşam çok iyi kalbli Buğra Han'ın kızı olarak asil bir kadın olan Anber Ana, eşi Zengî Ata’ya Seyyid Ahmed'i niçin layık olduğunu gördüğü inayetine mazhar etmediğini sordu. Zengî Ata Anber Ana'ya gülümseyerek, kendisini ilk gördüğü zaman Seyyid Ahmed'in kalbinde nasıl bir gurur uyanmış olduğunu anlattı; lakin Anber Ana'nın nezdindeki şefaatı vesilesiyle Seyyid Ahmed'in o ilk kusurunu afvettiğini söyledi. O gecenin ertesinde; sabahın seher vaktinde Zengî Ata taharet için evinden dışarıya çıktığı zaman, yolu üstünde siyah bir şeyin yattığını gördü. Ne olduğunu anlamak için ayağıyle dokununca, Seyyid Ahmed yüzünü gözünü mürşidi Zengî Ata'nın ayağına sürerek af diledi. Zengî Ata bu candan özür dilemesine karşılık Seyyid Ahmed'e o kadar iltifat etti ki, bütün maksudu o anda kendisine münkeşif oldu (Reşahat tercemesi (s. 17-19). ) Seyyid Ata, Anber Ana'nın vasıta olması ile, şeyhinin afvına mazhar olduktan sonra, manen çok ilerlemiş, çağdaşı olan Nakşbendiyye ulusu Hâce Azîzan ünvanı ile tanınan Ali Ramitenî “Pîr-i Nessâc” ile birçok sohbetlerde bulunmuştur.

Zengî Ata'nın üçüncü ve dördüncü halîfeleri olan Sadr Ata ile Bedr Ata için de benzer bir rivayet nakledilmektedir. Sadr Ata ile Bedr Ata’nın isimleri Sadreddin Muhammed ve Bedreddin Muhammed'dir. Bu iki candan arkadaş eğitimleri için Buhara'da bulundukları zaman medresenin aynı hücresinde otu­rurlar, aynı dersleri ta'kip ederler, birbirlerinden hiç ayrılmazlardı. Zengî Ata'ya mürîd olduktan sonra Sadreddin'in mertebesi yükseliyor, buna karşılık Bedreddin'inki daima geride kalıyordu. Sonunda, Bedreddin bundan müteessir olarak ağlaya ağlaya Anber Ana'ya geldi ve halini anlattı. Anber Ana da, kocasının gönlü ferah bir zamanında Bedreddin'in üzüntüsünü izah etti. Zengî Ata gülerek dedi ki, "Benimle ilk defa görüştüğü zaman, Bedreddin, içinden, “Bu deve dudaklı zencî haddinden fazla iddia eder”, diye düşünmüştü. Şimdiye kadar feyz alamamasmın sebebi budur; lakin madem ki sen vasıta oluyorsun, ben de o kusurunu afvettim!" Hakikaten, bundan sonra bu iki arkadaşın sülukdaki seyirleri de birbirinden farksız oldu (Reşahât tercemesi (s. 20-21).

Zengî Ata’nın hatırası Türkistan mutasavvıf şairleri tarafından asırlarca terennüm olunmuştur. Türkistanlı Şems isminde bir şairin Zengî Ata'ya hitaben musammat tarzında yazılmış bir Münacât'ı, Yesevî'nin Divân-ı Hikmet'inde basılmıştır :

 

Ol Seyyid-i âdem hakkı yâ Zengî Baba himmeti

Ol mefhâr-i âdem hakkı yâ Zengî Baba himmeti

 

matla'iyle başlayan bu aruz vezni ile yazılmış eser, Prof. Dr. Fuad Köprülü’ye göre nazım bakımından çok kusurludur (Divân-ı Hikmet, İstanbul baskısı, s. 285) .

 

Prof. Dr. Fuad Köprülü’ye göre Zengî Ata'nın memleketlisi Kemmî Taşkendî'nin,

 

Dergeh-î Hak pâsbânı Hazret-i Zengi Ata

Sırr-ı gaybî râzdâni Hazret-i Zengî Ata

 

İrdiler zahir siyeh-fam-ü likin bâtınen

Tabtılar nûr-ü ziya'nı Hazret-i Zengî Ata

 

Turfa bir keşf-i kerâmet görgüzüb dehr ehliga

Aldılar Anber-Ana'nı Hazret-i Zengi Ata

 

parçalarını içine alan medhiyesi edebi yönden Türkistanlı Şems’in manzumundan daha üstündür (Mecmuâ-i Hazini, Taşkent taşbasması, s.47).

 

Zengî Ata'nın ölüm tarihi H. 656 (M. 1258-59) olarak verilmiştir. Zengi Ata'nın vefatı, Hazinetü'l-Asfiya (c. I, s. 539)’ya göre de aynıdır.

 Yaşadığı kasabada vefât edip, oraya defnedilen bu ünlü Yesevî şeyhinin kabri, Taşkend şehrinden sekiz mil uzakta Semerkand yolunun onbirinci kilometresindedir. Schuyler, Türkistan Seyahatnamesi tercemesi (s. 189). Reşahat'ta da Zengî Ata’nın mesken ve medfeni Şaş (Taşkend) olmak üzere kayıtlıdır (s. 16)

 

Zengî Atâ’nın kabri Türkistan’da herkes tarafından bilinir ve ziyâret edilirdi.  Türkistan’ın ünlü ve tanınmış mutasavvıfı Nakşbendiyye ulusu Hoca Abdullah Ahrar, Zengî Ata hakkında büyük bir saygı besler ve kabrini her ne zaman ziyaret ettiğinde, kabrin içerisinden cehri olarak “Allah-Allah” zikrini işittiğini söylerdi. Reşahat tercemesi (s. 16). Hazini de, bu meşhur rivayeti zikreder.

 

Kemmî Taşkendî'nin bahsedilen Zengî Ata medhiyesindeki,

 

"Eylegaylar ta mematîdan beri  vird-i zeban

Allah Allah Rabbenâ’nı Hazret-i Zengi Ata"

 

beyti de buna işarettir.

 

Yesevîye silsilesi, sonraki asırlara bilhassa Zengî Ata'nın halifelerinden Seyyid Ata ile Sadr Ata’dan gelen farklı  silsileler vasıtası ile intikal etmiştir.

Daha uzun süreyle  Yesevîlik yolunu devâm ettiren Sadr Ata halîfeleri Eymen Baba, Şeyh Ali, Mevdud Şeyh şeklinde sıralanır. Mevdud Şeyh’in iki meşhûr halîfesi vardı. Bunlar; Hoca Abdullah ve Kemâl Şeyh idi. Hoca Abdullah’ın halîfesi Hadım Şeyh, onun da halîfesi Cemâlüddîn Buhârî’dir. Reşahât adlı kaynak kitabın yazarı Safi, Yesevilik konusundaki bilgileri Cemâlüddîn Buhârî’den nakletmiştir.

1) Hakîm Atâ Kitabı

2) Hazînet-ül-Asfiyâ

3) Cevâhir-ül-Ebrâr min Emvâc-il-Bihâr (Hazînî)

4) Reşahât Ayn-ül-Hayât (Safî)

Yüşa Aleyhisselam ve Pir Sefa Türbesi  gaziantep



 Hz. Yuşa Peygamber

Yuşa peygamber (a.s) İsrailoğlularından olup, Hz Musa’nın yeğenidir İsrailoğluları’na gönderilen nebilerden olduğu kabul edilmektedir. İsrailoğlularının Firavun’dan kurtulduktan sonra Musa Aleyhisselam ile birlikte iki denizin birleştiği yer olan Kenan’a yaptıkları tarihi ve gizemli bir yolculukları ve burada Hızır (a.s) ile buluşmaları Kur’an-ı Kerim’de Kehf Suresi’nin 60-65. ayetlerinde anlatılmaktadır.

Pir Sefa Hazretleri

Rivayetlere göre Pir Sefa’ın Hz. Yuşa’nın türbedarı olduğu ve ölünce buraya gömüldüğü söylenmektedir. Başka bir rivayete göre ise Pir Sefa Medinelidir ve ensardır.

13 Ekim 2020 Salı

 

NALINCI DEDE (MİMİ DEDE) TÜRBESİ. İSTANBUL





(d.? / ö.1661)

Adı, Mehmed, künyesi Na'lınî Dede Meczub Mimi Şeyh Mehmed Halvetî'dir. Yatağan Dede diye de bilinir. Mevlevi dervişi olduğu da rivayet edil­mektedir. 1540 yılında doğduğu sanılır. 1661 yılında vefat etmiştir. İstanbul'a geldikten sonra, devrinin büyüklerinden ders almış, geçimini, Unkapanı'nda, Azebler Camii karşısındaki dükkânında yaptığı nalınlardan sağlamıştır. İstanbulluların kalbinde taht kuran, kimsesizlerin ve fakirlerle dul ve yetimlerin yardımına koşan, kazandığını sırf Allah rızası için harcayan Nalıncı Dede Hazretleri'nin şöhretini bir gün Sultan III. Murad Han da duymuş, ama bir süre görüşmeleri nasip olmamıştır. Na'lıncı Dede Hazretleri, 1661 yılında ecel şerbetini içmiş, o da ruhunu teslim edip, dünyadan göçmüştür. Vefatı Sultan III. Murad Han'a rüyasında bildirilmiş, Padişah: "Cenaze namazımı Fatih Camii'nde kıldır, dükkânıma da gömdür. Yanı­na bir çeşme, bir de dergâh yaptır" diye vasiyette bulunmuştur. Padişah da Na'lıncı Dede Hazretleri'nin rüyasındaki vasiyetini aynen yerine getirmiştir. Vefatından sonra da birçok kerameti görülen Na'lıncı Dede Hazretleri'nin türbesi, Unkapanı ile Cibali arasında, Küçükmustafapaşa'da, Yeşiltulumba semtinde, Üsküplü Caddesinde, Haraççı Kara Mehmed Mescidi karşısındadır.

11 Ağustos 2020 Salı

DEMİR BABA TÜRBESİ ..KEMALLER..BULGARİSTAN





Bulgaristan'ın Kemaller ilçesine bağlı Mumcular köyünün bir yanı yeşil ormanlar, diğer yanı sarp kayalıklar. Bu derin bir vadinin içinde bir tekke var. Osmanlı'dan miras Demir Baba Tekkesi’nin ünü tüm Balkanlar'a yayılmış durumda.  

Demir Baba Tekkesine; 1651 yılında Bulgar topraklarını ziyaret eden Evliya Çelebi’nin anılarında da rastlanıyor. Evliya Çelebi, bir zamanlar burada 150 dervişin bulunduğunu, aş ocağının gece gündüz kaynadığını ve gelene geçene yemek verildiğini yazıyor.

Tekkeyi yaklaşık 500 yıl önce kendi elleriyle inşa ettiği rivayet edilen Demir Baba'nın, Hasan Demir adlı bir pehlivan olduğu rivayet ediliyor. Havası ve suyuyla pek çok pehlivan yetiştiren Deliorman bugün de pehlivanlar diyarı olarak anılıyor. İki kayanın arasına yapılmış ve iki yanında bütün kayadan yontulmuş merdivenler bulunan tekke, tarihi ve mistik havasıyla her gün yüzlerce kişi tarafından ziyaret ediliyor. 


Mermer sütunlu kemerli kapıdan girildiğinde Hazreti Ali ve Bektaşi sembollerinin yer aldığı türbe karşılıyor ziyaretçileri. Burada dualar ediliyor. Demir Baba’nın sandukasının üzerinde ziyaretçiler tarafından teberrüken bırakılan çeşitli örtüler, havlular ve kıyafetler yer alıyor. 
Müslümanların da Hristiyanların da Kahramanı

Demir Baba ile ilgili bölgede birçok rivayet var. Hem Müslümanlar, hem de Hristiyanlar tarafından bir kahraman olarak anılıyor. Demir Baba ile ilgili bir rivayete göre ise susuzluk çekilen bir dönemde büyük bir taşa beş parmağını koyarak oradan su akıtır. O zamandan sonra vadi, kristal gibi  berrak bir suya kavuşur.

Tekke duvarlarındaki oyukların da farklı bir anlamı var. Duvarda bulunan iki oyuğu gözleri kapalı bir halde bulan ziyaretçilerin günahsız olduğuna inanılıyor. Tekkenin bahçesindeki eski ahşap ev ise "Bektaşi kültürü" adlı bir müze. Demir Baba'nın 3-4 kilo ağırlığındaki ayakkabılarının bir benzeri de burada saklanıyor.

Demir Baba Tekkesine ulaşmaksa pek kolay değil. Tekkeye, ormanların içinden geçip, 600 basamaklı merdiven inilerek ulaşılıyor.Rumeli Bektaşiliğin önemli merkezlerinden Demir Baba Tekkesi, Osmanlı metinlerinde Ağaz Denizi denilen yörede, ziyaretçilerini ağırlamaya devam ediyor. 

8 Ağustos 2020 Cumartesi

 

Yusuf Hakikî Baba türbesi ...Niğde..aksaray





Aksaray' da medfun bulunan velilerdendir. Halk arasında Somuncu Baba diye meşhur olan Hamid-i Veli Hazretle­ri'nin oğludur. Çocukluğundan itibaren babasının terbiyesi altında yetişip kemale eren Yusuf Hakikî Baba Hazretleri, Konya ve Aksaray medreselerinde okumuştur. Babasından sonra vefatına kadar Aksaray'da evinde şeyhlik yaptı. "Hakîkatnâme", "Muhabbetname" ve "Metâliul İman" adlı eserlerinin yanında tasavvuf edepleriyle ilgili bir eseri ve babasının "Şerh-i Hâdis-i Erbain" adlı eserine yazdığı haşiyesi olan Yusuf Hakikî Baba Hazretleri'nin türbesi, Aksaray'da, Şeyh Hamid mahallesindeki evin bahçesindedir. 

19 Haziran 2020 Cuma

AZİZ DEDE TÜRBESİ..KÜTAHYA






Kütahya'nın Altıntaş ilçesine bağlı Akçaköy'de bulunan Azizdede türbesine, şifa aramak için çevre il ve ilçelerden gelen vatandaşların büyük rağbet gösterdiği belirtildi.Köy Muhtarı Hasan Kahraman, Azizdede isimli zatın, Horasan yöresinden geldiğinin rivayet edildiğini, eskilerin 'Lokman Hekim', 'Şifa Dağıtıcısı' olarak bildiğini anlattı. Azizdede türbesinin Kütahya içinden ve şehir dışından sürekli şifa arayan insanların ziyaretlerine sahne olduğunu aktaran Kahraman, gerçek anlamda tarihini kimsenin bilmediği türbede, Azizdede'nin ailesi veya müritleri olduğu sanılan 11 adet kabrin daha bulunduğunu belirtti.Türbelerinin içinde dikkati çeken tek bir kaya bloğun içine oyulmuş vaziyetteki ilginç kuyu hakkında bilgi veren Muhtar Kahraman, felçli ve çocuğu olmayan hastaların bu kuyudan çıkan suyla yıkanarak şifa bulduğunu, zaman zaman da ruhsal rahatsızlıkları bulunan hastaların türbe içinde geceleyerek şifa bulacaklarına inandıklarını ifade etti. Kuyunun Azizdede tarafından tek bir kılıç darbesiyle açıldığının rivayet edildiğini dile getiren Muhtar Kahraman, kuyu içindeki suyun tahlillerini yaptırarak, kaliteli ve içilebilir nitelikte olduğunu da belgelediklerini kaydederek "Ben 41 yaşındayım ve kendimi bildim bileli köyümüzdeki türbeye Türkiye'nin çeşitli il ve ilçelerinden şifa bulmak için gelenler olur. Türbemize gelerek arabadan değnekle inen yaşlı bir teyzenin yakınları, "İndirirken çok bunaldık, yahu tekrar nasıl arabaya bindireceğiz" diye söyleniyordu. Fakat türbe içindeki kuyumuzdaki suyla yıkanan teyzenin giderken arabaya kendi imkanıyla ve seri bir şekilde bindiğini kendi gözlerimle gördüm" dedi
Buradan şifa bulan hasta ve hasta yakınlarının tekrar türbelerine gelerek kurban kestiklerine de çokça şahit olduklarını anlatan muhtar Kahraman, türbelerinin kapısının derdine çare arayan tüm hastalara açık olduğunu dile getirdi. - KÜTAHYA

SÜMBÜL BABA TÜRBESİ.. TOKAT




Selçuklu veziri Muinüddîn Pervâne'nin kızı Safiyeddin'e bağışlanmış bir köle olduğu rivâyet edilir. 13. yüzyılda Tokat'ta yaşamış olup, Hacı Bektâş-ı Velî hazretlerinin halîfesi olduğu bilinmektedir. Tokat'ta bulunan zâviyesini 1292 yılında kendisi yaptırmış olup, kabri de zaviyesinin içindedir.

10 Haziran 2020 Çarşamba

Şah Sultan Türbesi..malatya .arguvan




“...Şah Sultan Ana Malatya’nın İsa köyde doğmuştur. Doğum tarihi belli değildir. Ahmet Baba adında bir köylünün kızıdır.
Baba Ahmet’in kızı Sultan; uyanık, anlayışlı, duygulu bir kızdı. O sıralarda halk şairi Derviş Muhammet, İsa köyde hem deyişleriyle, hem çevresine yaptığı uyarmalarla bir din ulusu, yol büyüğü sayılıyordu.
Baba Ahmet’in kızı Sultan da Derviş Muhammet’in şiirlerini dinleye dinleye büyüdü; duyguları, düşünceleri gittikçe genişlik kazandı, sonunda Derviş Muhammet’e mürit oldu. Artık o da Derviş Muhammet gibi düşünmeye ve şiir söylemeye başlamıştı.
Önce büyük bir ilgi gördü, saygı gördü; kendisine Şah Sultan denildi. O da mürşidi Derviş Muhammet gibi öğüt yollu şiirler söyledi. Ustasının izinden gitti.
Öte yandan köyün ileri gelenleri bu gidişten hoşlanmıyorlardı. Derviş Muhammet’le dervişleri Ahmet Aşıki ve Şah Sultan bu yüzden köyün ileri gelenleri ile çatışmaya düştüler. Şah Sultan, onlar için taşlamalar söylemeye başladı.
Şah Sultan’ın kendi düşüncesinde olmayanlarla yaptığı bu münakaşalar aleyhindeki havanın gittikçe artmasına sebep oluyordu. Zaten Derviş Muhammet’le Ahmet Aşıki de köylülerle bu yüzden geçinemiyorlardı. Sonunda üçü hakkında hükümete şikayetler yapıldı, soruşturma açıldı. Derviş Muhammet de, dervişleri de artık bu köyde rahat edemeyeceklerini anlamışlardı.
Derviş Muhammet daha önce bu köyden ayrılmış, Divriği’nin Anzağar köyüne göç etmişti. Şah Sultan da onun ardından Anzağar’a gitti.
Derviş Muhammet’i sevenlerden, muhiplerinden bir bölük, Arguvan’ın Bozan köyünde oturuyorlardı. Bir müddet sonra Şah Sultan mürşidinden izin aldı; Anzağar’dan ayrılıp Bozan köyüne gitti, oraya yerleşti.
Ahmet Aşıki de Anzağar’dan ayrılıp Kayseri’ye göç etmişti. Üçler böylece dağıldılar.
Ahmet Aşıki ile Şah Sultan’ın sıcak, temiz bir dostluğu vardı. Bunların can yoldaşı oldukları o bölge köylüleri arasında söylenip gitmektedir.
Şah Sultan 1845 yılında Arguvan’ın Bozan köyünde ölmüştür”.

Başka bir menkıbeye göre ise şöyle anlatılmaktadır:
“Şah Sultan da Derviş Muhammet ve Aşıki Ahmet Ağa gibi İsa Köyünde doğmuştur. Babasının adı Babo Ahmet isminde fakir bir çiftçidir.
Şah Sultan’ın doğum tarihi belli değildir. Derviş Muhammet, hakiki evliya yolunu halka öğretmeye çalışarak dedelerin içkili ve değnekli soyguncu ayinlerinin doğru olmadığını, batıl bir yol olduğunu telkin edince Şah Sultan’ın babası Ahmet de Derviş Muhammet’e intisap etmiş, Şah Sultan da daha genç yaşında Derviş Muhammet’e bağlanarak ruhunu istila eden ilahi bir aşk ile dünya meşgalesinin ve zevkinin bir kıymeti olmadığını anlayarak tecerrüde(her şeyden vazgeçip Allah’a yönelme) girmiş, Derviş Muhammet’i ve Aşıki’yi köyden çıkaran müstebit beyler bu sefer de ‘Bu kız evliyalık taslıyor’ diye zulme başlamışlar, bir çok defa zabıtaya ihbar etmişler, bir çok eza cefa görmüş ise de bir müddet daha tahammül etmiş; nihayet evini hırsızlar talamış ve türlü işkenceler yaparak köyden çıkarmışlardır. Bir zaman Anzağar'’a Derviş Muhammet'’n yanında kalmış ve sonra da Derviş Muhammed'’n müsadesiyle Bozan Köyündeki muhiplerin yanına yerleşerek hayatının sonuna kadar orada kalmış ve 1264(1847)'’e bu fani hayata gözlerini kapamıştır".


Şah Sultan’ın Türbesi:
Şah Sultan’ın türbesi Bozan köyünün kenarındadır. Kiremit çatılı ve toprak malzemeli türbede Şah Sultan’a ait bir kabir bulunmaktadır.

Türbenin girişinde görkemli bir Atatürk büstü yer almaktadır. Türbeye gelenlerin kurbanlarını kesip pişirmeleri için eklentiler yapılmıştır. Türbenin bitişiğinde oldukça büyük bir yemakhane bulunmaktadır.

Türbe kutsal günlerin dışında, daha çok adak adamak ve *****leri kabul olunca da kurban kesmek için çeşitli zamanlarda ziyaret edilmektedir. Çocuk sahibi olmak isteyenler, çocuklarının askerden veya gurbetten sağ salim dönmesini bekleyenler çoğunluktadır.

Söylence: Şah Sultan Cezaevine girmiş. Orada gardiyanlar Şah Sultan’a kötü davranmışlar. Evliyalığına inanmamışlar. Şah Sultan’a kötü davranan gardiyanın oğlu da askerde imiş. Gardiyana beddua etmiş. Oğlunun cenazesi gelmiş.
Ali Pir Civan Türbesi..amasya ..gümüşhacıköy


Ali Bir Civan, Pir Ali Bir Civan olarak da anılan Ali Pir Civan Alevi vatandaşlarımızın saygı duyduğu bir velidir. Türkmen Kızılbaş Pirlerinden olarak bilinmektedir. Osmanlı Celali İsyanlarında kız kardeşiyle birlikte Gümüşhacıköy’de idam edilmişlerdir. Horasan erendir ve İmam Rıza soyundandır. Alevi pirlerinden Şah Mahmut Veli’nin dört oğlundan en küçüğüdür. Şah Mahmut Veli, Keçeci Baba ile akrabadır. Birkaç yıldır Ali Pir Civan adına şenlikler düzenlenmektedir.

Türbe 1902 yılında yapılmıştır. Türbenin sandukası 8 mt boyundadır. Pir Ali Civan’ın ayak ucunda kız kardeşi de medfun olduğu düşünülmektedir ve bu yüzden türbesi uzundur. Türbe paravanla ikiye ayrılmış olup, sanduka yanındaki bölüm mescit olarak kullanılmaktadır. Sanduka baş tarafı oturan insan figüründedir ve sanduka üzerinde ***** defteri bulunmaktadır.

Türbe siğil tedavisi için türbe yanındaki incir ağacından koparılan dala siğil sayısı kadar düğüm atılır. Ağrı ve sızılar için türbede bulunan geyik boynuzuyla ovularak tedavi uygulanır. Çocuğu olmayan kadınlara Amasya’da uygulanan “Satma Ritüeli” bu türbede de uygulanır. Öksürük için, ince hastalık için gelenler türbe ziyaretinden sonra türbe dışında bulunan Dede Pınarı suyundan içerler. Adaklar çoğunlukla kurban adağıdır ve türbede kesilerek yenilir. Ayrıca mum adağı, türbeye eşya getirme ve helva dağıtma gibi uygulamalarda görülmektedir.

Menkıbeler: 1-) 10 sene önce türbeye her sabah bir geyik düzenli olarak gelmektedir. Geyik türbe içinde bir-iki saat kalıp kaybolurmuş. Bu geyiği gören bir avcı geyiği vurur. Geyik birkaç damla kan bırakarak ortadan kaybolur. Avcı ve atı aynı gün bir kayadan düşerek paramparça olmuştur.

Kaynakça: Abdülhalim Durma –Evliyalar Şehri Amasya -2003 / Rahime Özdoğan –Amasya’da Adak Yerleri İle İlgili Halk Anlatıları -2006 / Harun Yıldız –Amasya Yöresi Örneğinde Alevi/Bektaşi Kültüründe İnanç Merkezleri

30 Mayıs 2020 Cumartesi


VELİ DEDE (ONACAK) TÜRBESİ ..BURDUR






BURDUR ili Yeşilova İlçesine bağlı bir yayla köyü olan Onacak küyüne gidebilmek için merkezden araçla 1-2 saatlik taş ve topraklı yolda, yaklaşık 2000 rakımlı yüksek bir köye çıkmanız gerekiyor. Köy de kış aylarında hiçbir kimse kalmaz ve yaz aylarında hayvan otlatmak (genellikle keçi ve koyun) için çıkılır. VELİ DEDE için;Köyün ileri gelenlerinden ve dede den oğula söylene gelen en bilinen sağlam söylenti: VELİ DEDE derviş görünümlü haliyle bu bölgede hangi köye gitti ise kabul edilmemiş.. onlarca köy içinden bu Onacak köyüne vardığında ise köylüler tarafından hürmetle karşılanmış.. O dönemde çok susuzluk çeken ve susuzluktan kırılan köy halkının bu halini görünce elindeki asasını (Baston'u) "YA ALLAH.. YA BİSMİLLAH.." diyerek yere kuvvetlice vurur vurmaz topraktan yaklaşık 7 metre gibi yükseğe su fışkırarak ve YÜCE ALLAH'ın izniyle köy halkını susuzluktan kurtarır. Türbenin kenarında halen daha azda olsa çıkan bu su akmakta. Bilinen bir gerçekte hangi yerden ve hangi ilden olursa olsun veli dedenin yanına giden her ruh ve sinir hastası(akıl hastaları..) anında şifa bulurmuş. 
KIRK KIZLAR TÜRBESİ ..TOKAT..NİKSAR




Kırk kız efsanesi    
Kırk kızlar hakkında farklı söylemler olduğunu ifade eden İçen, ''Kırk kızlar hakkında farklı iki söylem var. Birincisinde kırk kızların hastanede çalışan hemşire kırk kız olduğu söyleniyor. Diğerinde ise hastanede hasta olarak yatan kırk kız olduğu efsanesidir. Kırk kızların hepsinin hastalıktan aynı gün öldüğü söylenir. Sonra ikişerli gruplar halinde 20 mezara gömülüyorlar. 20 mezarı bir arada gören halk da bu tip toplu mezarları gördükleri yerlerde kırk kızların olduğunu düşünmüş'' diye konuştu.

Gökmedrese içinde bulunan türbedeki 21 sandukaya atfen, buraya ''Kırk Kızlar Türbesi'' denildiğini belirten İçen, şunları söyledi: ''Gökmedrese içerisinde bulunan türbe, Kırk Kızlar Türbesi olarak anılır ama bu türbe kırk kızlara ait değildir. Burası bir tıp medresesi olarak yapılmış, hastane olarak kullanılmış ve tıp eğitiminin verildiği bir medresedir. Yapı olarak Anadolu Selçuklu dönemine aittir ve 13. yüzyılın son çeyreğinde inşa edilmiştir. Yapının kitabesi bulunmadığı için ayrıca türbede bulunan sandukalar üzerinde de yazıtlar bulunmadığından kime ait olduğunu tam bilemiyoruz ama Anadolu Selçuklu medrese geleneğinde medreselerde türbe bulunur ve orada genellikle türbeyi yaptıran kişinin ailesi gömülüdür. Bu geleneğe uygun olarak da bu türbede yapıyı yaptıran kişi ve ailesi yatmaktadır. Yaptıran kişi olarak da 3. Gıyaseddin Keyhüsrev'in vezirlerinden Muineddin Süleyman Pervane gösterilir. Burada da Muineddin Süleyman Pervane ve ailesi yatıyor.''

Gökmedrese'nin kitabesiz bir yapı oluşu ve türbe içinde bulunan kabirlerin üzerinde de bir yazının olmamasından dolayı kabirde yatan kişilerin kimliği üzerinde değişik görüşlerin çıktığını ifade eden İçen, buradaki tanıtıcı tabelada Kırk Kızlar Türbesi yazmasıyla ilgili olarak da ''Bu tabelanın buraya asılmasının sebebi türbenin kırk kızlar efsanesi ile bağlantısının olup olmadığının anlaşılmasını sağlamaktır. Metnin içeriğinde de efsaneden bahsediliyor ve aslında bu türbenin Kırk Kızlar Türbesi olmadığı, yapıyı yaptıran kişinin kendisine ve ailesine ait bir türbe olduğu anlatılıyor'' dedi.

17 Mayıs 2020 Pazar

Yaren Dede türbesi  ..İzmir..kemalpaşa

Horasan'dan Anadolu'ya İslâmiyeti yaymak için gelen gâzi dervişlerdir. Hayâtı ve hangi devirde yaşadığı hakkında bilgi bulunamayan Yâren Dede'nin kabri, Kemalpaşa’nın Yukarı Kızılca köyünün merkezine çok yakın bir tepededir.

Köyün Alevilerinin Tufan Dede, Sünnilerin Yaren Dede ve Pelit Dede tarafından korunduğu, her yıl aşure ve Hıdırellez şenlikleri Tufan Dede mesire alanında yapıldığı söylenmektedir

Şid Abdal türbesi ..kabataş..ordu




Türbesi Ordu ili, Kabataş ilçesi, Kuzköy Mahallesinde bulunan ve bölgede Şeyh Halil, Şidlü Dede, Sütlü Baba gibi adlarla bilinen Şit Abdal, bölgenin maddi ve manevi fethinde büyük rol oynayan Horasan erenlerinden ve Abdalân-ı Rûm’dan olup 1395 tarihli şeyhlik beratına göre Hızırü’r-Rûm’un oğlu ve Bâyezid-i Bistamî halifelerindendir. Şit Abdal, fetih hakkı olarak Bayramlu’nun Fidaverende bölgesindeki Kuzköy’de yerleşmiş ve köyün mülküne sahip olmuştur. Burada kurduğu zaviye ile geniş bir bölgede kısa bir sürede saygın bir mevkie ulaşmıştır. Bölgenin Türkleşmesinde ve iktisadi açıdan kalkınmasında önemli bir yere sahip olan Şit Abdal’dan günümüze 1395 tarihli Arapça şeyhlik beratı, fonksiyonu tam olarak belirlenemeyen işlemeli, oval bir taş ile bakır taslar, üzerinde yazı ve üç adet tutamacı, içerisinde balık deseni olan bir tencere ile makalenin konusunu oluşturan ejderha başlı demir bir asa ulaşmıştır. Ejderha motifinin genel olarak Çin’den geldiği düşünülse de İslâm öncesi ve sonrasında Türk sanatında yaygın bir motif olarak kullanılmıştır. Anadolu’da ve Türk dünyasında çeşitli örnekleri bulunan ejderha, bazen kanatlı, ayaklı, kulaklı, ağzından ateş püsküren ve vücudu balık pulları ile donanmış bir hayvan olarak tasvir edilmekte iken bazen de ayakları ve kanatları olmayan kulaklı yılan olarak işlenmektedir. Türk mitolojisinde yer-su ve gök kültleri ile ilgili olan ejderha, bolluk ve bereketin aynı zamanda yeniliğin ve koruyuculuğun simgesi olmuştur. En eski zamanlardan itibaren Türkler ejderhayı tanımlarken, luu, büke, nek yılan, evren ve ejder ifadelerini kullanmışlardır. Ejderha motifini ise hemen hemen sanatın her dalında işlemişlerdir.

29 Nisan 2020 Çarşamba

     HZ .ELYESA  TÜRBESİ CAMİİ...DİYARBAKIR







Diyarbakır’ın en önemli manevi mekanlarında biri olan Hz. Süleyman camii, Nisanoğlu Ebul Kasım tarafından 1115-1160 yıllarında yapılmıştır. Nasıriye camii , Hz. Süleyman Camii ve Kale camii olmak üzere üç isimle anılır. Caminin bitişiğinde Diyarbakır’ın fethinde şehit olmuş Süleyman ibni halid dahil , 27 sahabe bu bölgede , 13 sahabe ise surların farklı yerlerinde şehit olmuş burada meşhedleri bulunmaktadır.             Diyarbakır’ın fethi Hz. Ömer zamanında Caminin bulunduğu bölgeden başlamıştır.
Türbeye açılan güneydeki pencerenin üzerinde 1631-1633 yıllarında yazılan kitabede Halid bin Velid’in oğlu ile 24 Sahabe’nin kubbenin altında metfun olduğu belirtilmektedir. 
Kitabenin metni şöyledir;
” Halid oğlu fatih-i Amid Süleyman Hazreti
Kim yiğirmidört sahabeyle olup bunda şehit
Kubbenin altında metfundur sahabe cümlesi
Bu müşerref yerde mesken kıldırlar vekt-i medid
Murtaza Paşa Silahdara Huda ihsan edüp
Bir müzehhep perde astı üstüne anın cedid
Kıldı ihya zib ü ziynette der ü divarını
Kim okursa fatiha ruz-i ceza ola said ”
Kuzey- Güney doğrultusunda dikdörtgen plan şemasında inşa edilen cami oldukça sadedir. Bazalt taş tamamen yapıya hakimdir. Cami, sahabeler türbesi, Namazgah, kare minaresi ve çeşme dizisinden oluşan bir yapı topluludur. Yapının minaresi de kare formlu minare olması bakımından dikkat çekicidir.
Diyarbakır’ın müslümanlar tarafından fethinden günümüze kadar önemini kaybetmeyen ve halkın maneviyat aleminde değerini fazlasıyla koruyan bu sahabe türbeleri, Diyarbakır’ın manevi sembolü olup, yılda 100,000 kişi tarafından ziyaret edilmektedir.
Kaynak ; Diyarbakır Kutsal Yerler Atlası ; T.C. Diyarbakır Valiliği , editör Doç.Dr. İrfan Yıldız
Kaynak; Nebiler,I. Uluslar arası Sahabiler , Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır Sempozyumu 25-27 mayıs 2009 , diyabakır valiliği ve dicle üniversitesi , Diyarbakır’da Sahabe Nesli , Prof. Dr. Muhammed Çelik