KARIŞIK

28 Aralık 2023 Perşembe

 

 



22 Aralık 2023 Cuma

 EBU SAİD SURUR MEYMUN İBN KASİM EL TEBERANİ TÜRBESİ

D.961-Ö.1035 LAZKİYE SURİYE







SURİYE LAZKİYE BİSNADA
Seyyid Hüseyin bin Hamdan el-Khasibi'den sonra Arap Alevilerin en önemli dini-tarihi şahsiyetlerinden olan, El-Şeb el-Sikâ, Meymun lakaplı Ebu Said Surur hazretleri 961 yılında o tarihte Alevilerin yoğun yaşadığı Filistin’in Taberiye kentinde doğup büyüdü. (O'nun ismi "Surur"dur. Surur= daimi mutluluk anlamına gelir).
Kuran-ı kerim hafızı, Fıkıh alimi, Hadis ve mantık bilgini olup, hayatını Alevi akidesini sapkın görüşlerin etkisinden korumaya ve Ehlibeyt a.s.ın ilim ve akidelerini en duru ve yalın haliyle müminlere aktarmaya harcamıştır.
Şöhret ve namı kendisinden bahseden kaynaklardaki bilgilerden çok daha büyüktür, ama biz, O’na düşman olan art niyetlilerin O’nun şöhretini ve hakikatini gizlemeye çalışmalarını normal görüyoruz, her şeye rağmen O’nun hakikat ilmi konusundaki bıraktığı eserler günümüze kadar devam etmekte ve kıyamete kadar ariflerin yolunu aydınlatmaya devam edecektir.
Seyyid Ebu Said kendi zamanındaki sapkın görüşlerle mücadele etti, muarızlarıyla Alevi akidesi çerçevesinde kesin delillerle tartıştı, ta ki onların tüm dayanaklarını çürütene kadar. Özellikle döneminde Hululi görüşleriyle bilinen ve bu görüşleri Alevi çevrelerinde yaymaya çalışan İsmail bin Hallad (Ebu Duheybe) ile sıkı tartışmalara girişmiş ve ârı akidesiyle o şahsın fikirlerini çürütmüştür.
Memleketi Taberiye civarında dolaşmış, din kardeşlerinin sorunlarıyla ilgilenmiştir. Sonra Taberiye’den Haleb’e gitti, orada Üstadı Şeyh Muhammed bin Ali El-Cilli r.a. ile tanıştı.
Beyrut, Tartus ve Lazkiye’de ariflerle tanıştı.
Baalbek’te(Lübnan ) Ebu Duheybe ile mücadele etti.
-İlimlerinden faydalandığı önemli şeyhler:
Muhammed bin Ali el-Cilli r.a.
Ebu Kamil el-halebi
Ebu Hasan Muhammed bin ebi Muslih
Ebu Abdillah Muhammed bin Tekin el-Mehlemi
Ebul Kasem Ali bin Ahmed El-Taberani
Muhammed bin Abbas el-Horasani
Ebu Hüseyin Ali bin Süleyman el-Belkhi
-Lakapları ve anlamları:
Eşşeb Essikâ; “Güvenilir genç”. Bu Lakabı O’na üstadı Muhammed bin Ali el-Cilli hazretleri, genç yaşta sahip olduğu ilmi düzeyi ve ilmi güvenilirliği üzerine verdi.
Meymun: Şanslı, Mübarek kılınmış, Hayırlı. Bu Lakaba da küçük yaşlarda bir kuyuya düşüp uzun süre orda kalmasına rağmen, oradan sağsalim çıkması üzerine kendisine verildi.
-Bu Dini ve Tarihi şahsiyetin Alevi toplumu üzerinde çok hakkı geçmiş , bugüne gelmesinde katkıları sayılamayacak kadar çok olan bir kişiliktir.
1035 yılında Lazkiye’de rabbine kavuştu .Arap Alevilerin son genel şeyhiydi ondan sonra genel bir şeyh olmadı her şeyh kendi bölgesinde (köyünde)şeyhlik yaptı.Seyyid Ebu Said, Lazkiye’de sahil kıyısında defnedildi, 1970’lerde ise Lazkiye limanının genişletilmesi kararı alınınca O’nun mezarının liman projesi içinde kalması üzerine Lazkiye valisi O’nun mezarını yıkmaya kalkmış ama becerememiş, bunun üzerine Lazkiye’nin ileri gelenleriyle görüşüp mezarının başka yere taşınması üzerinde anlaşılmış ve mübarek mezarı Bisnada köyüne nakledilmiştir.
Şeyh Muhammed Beddur'un anlatımı ile Mezarın nakledilme hikayesi :
Bir bahar günü mezarın topraklarını ellerimizle kazdık.Bedenine yaklaştıkça toprağın parlaklaştığını gördük. Bedeni ilk günkü gibi bozulmamıştı. Yeşil kumaşa bedenini sararak tekbirler eşliğinde onu ebedi yerine Lazkiye / Bisnada'ya defnettik...Allah iy kaddes Ruho,,Allah yırzıkna Min Radah..

BOSTANCI DEDE TÜRBESİ;

TAVAS İLÇESİ, BAHÇEKÖY MAHALLESİ



Bostancı Dede Türbesi; Tavas ilçesi, Bahçeköy Mezarlığı’nın orta yerindedır. Hakkında yazılı kaynaklara bir bilgi yansımamıştır. Ancak adı, hakkında anlatılan rivayetler, bölgenin demografik yapısı gibi bazı unsurlar göz önüne alınacak olursa Bostancı Dede’nin bir Alevî-Bektâşî dervişi olduğunu söyleyebiliriz.
Türbe; 4 x 8 metre ölçülerinde, dikdörtgen biçimli, ahşap beşik çatılı, Marsilya kiremidi örtülü, tek odalı, taş yapılı, sergisiz, basit bir yapı niteliğindedir. Mimari ve teknik her hangi bir özelliği bulunmayan yapının duvarları toprak sıvalı, kireç badanalıdır. 180 santimetre yüksekliğinde oldukça alçak olan tavan sunta çakılıdır. Ahşap çatı ve kiremitler eskidiği için çatının aktığı görülmektedir. Bakımsız ve harap durumdadır. Tek gözlü türbe binasında kitabeye rastlanılamamıştır. Süsleme sanatı olmayan binanın içinde, kuzey-güney doğrultusunda, her biri 90 x 240 santimetre ölçülerinde, 20 santimetre yüksekliğinde, üzeri betonla kaplanmış, yan yana iki kabir görülmektedir. Sol taraftaki kabrin Bostancı Dede’ye, diğerinin de ikinci eşine ait olduğu söylenmektedir.
Bazı kaynaklarda Pamukkale ilçesi Tekkeköy Mahallesi Mezarlığı’da türbesi olan Bostancı Baba ile Tavas ilçesi, Bahçeköy Mezarlığı’nda türbesi olan Bostancı Dede birbirine karıştırılmaktadır. Hacı Bektâş Velî Halifelerinden Pamukkale ilçesi, Tekkeköy Mahallesi Mezarlığı’nda Türbesi olan; bazı kaynaklarda Hacı Şems, Hacı Şen, Hacı Şemseddin olarak adı geçen, halk arasında da Haşam Baba olarak bilinen Bostancı Baba; Hacı Bektâş Velî Velayetnamesi’nde adı geçen Bostancı Baba’dır. Tavas ilçesi, Bahçeköy Mezarlığı’nda türbesi olan ve şimdi anlattığımız Bostancı Dede, Hacı Bektâş Velî Velayetnamesi’nde anlatılan Bostancı Baba’dan ayrı başka bir Bostancı Dede’dir. Belki Tavas ilçesi, Bahçeköy’deki Bostancı Dede Türbesi’ndeki aziz kişi, Pamukkale ilçesi, Tekkeköy Mahallesi Mezarlığı’nda türbesi olan ve Hacı Bektâş Velî halifelerinden Bostancı Baba’nın bir öğrencisi olması muhtemeldir.
Rivayet odur ki, Bostancı Dede çiftçilikle uğraşır, geçimini bostan satarak sağlarmış. Büyük ve küçük olmak üzere iki eşi varmış. Büyük eşi sürekli Bostancı Dede’den küçük eşini daha çok itibar ettiği konusunda şikâyet edermiş. Bir gün iki eşi ile beraber tarlasına bostan ekmiş, hemen ertesi günü de eve misafir gelmiş. Evde misafire ikram edebilecekleri bir şey yokmuş. Büyük eşine, “Hanım bostana git ve ektiğimiz bostandan üç kavun getir de misafirlere ikram edelim.” demiş. Büyük Hanım, “Sen şaşırdın mı muhterem? Daha dün ektik, bugün bostan mı olur?” demiş ve gitmemiş. Bostancı Dede bu sefer küçük eşine, “Hanım bostana git ve bostandan üç kavun getir de misafirlere ikram edelim.” demiş. Küçük eşi hiçbir şey söylemeden torbayı sırtına geçirmiş ve bostana gitmiş. Dönüşünde üç kavun getirmiş ve misafire ikram etmişler. Böylece Bostancı Dede küçük eşini büyük eşinden neden daha çok itibar ettiğini kerametiyle göstermiş olmuş. Şimdi Bahçeköy'de insanlar ne zaman tarlaya bir şeyler ekecek olsalar “Allah’ım Bostancı Dede bereketi ver!” diye dua etmektedirler.



GÖZCÜ BABA TÜRBESİ .ERZİNCAN   .KEMAH









Erzincan Kemah'ta bulunan Gözcübaba türbesi, Erzincan yolundan Kemah’a girişte; Karasu nehrinin sol tarafında yer alan kesik kayanın üzerine inşa edilmiştir.Türbe, Kemah’ın girişine hâkim ve Kemah Kalesi’ni çok iyi gören bir noktadadır.Tren yolunun geçtiği tünel, türbenin tam altından uzanır. Bu tren yolu, Doğu Ekspresi’nin kullandığı hattır. Kemah Kalesi’nin batı tarafından gelip Karasu’ya karışan Tanasur Deresi; tren yolunun altından, Kale ile Gözcübaba Türbesi’nin arasından akar.
Türbenin konumu ve pencerelerin baktığı taraf dikkate alınırsa; düşman gözetleyen önemli bir asker veya devrinin önde gelen bir din önderinin burada metfun olması muhtemeldir. Eski gelenekte; o devrin ve yörenin manevi sahibi sayılan kişinin kabri, en stratejik noktaya kurulur. Bu kişi ölmüş olsa bile manevi koruyuculuğunun devam ettiğine dair inanç, türbenin konumunu belirlemiş olmalıdır. Türbe, bugün koruma altındadır.
İnanışa göre; türbenin etrafındaki kayaların üzerinde Hz. Ali’nin atının izi vardır. Ayrıca Hz. Ali bu kayalara yaslanmış, yaslandığında taşın üzerinde belirgin çöküntü olmuştur. (KK 1; KK 2; KK 3; KK 4). Türbenin kapısına adak bezleri de bağlanmıştır. Çocuğu olmayanların türbeye gelerek adak adadıkları ve mum yaktıkları da görülmüştür.

27 Kasım 2023 Pazartesi

 Hüseyin bin Hamdan el Khasibi türbesi..suriye ..halep






Allahumma Salli ve Sellem 3ale nebina Muhammed Mustafa ve Seyyidina il Hıdır Ahdar u Mevlena 3Aliy İbin Ebu Talib ve 3ele 3eleyhi Ecmeğin.Allahın Bereketi selamı üzerinize olsun..
Hakikat rehberi, irfan ve iman yolunun meşalesi Seyyidim Şeyh Hüseyin bin Hamdan el Khasibi'nin ebedi istirahatgahının son hali.
Allah Yırzıkna Min Radah..Suriye Halep



https://www.facebook.com/hotmailtarsus alıntıdır...



23 Kasım 2023 Perşembe


Şeyh Muhammed el Kerim
Şeyh Turhan Reyhani türbeleri






Şeyh Muhammed el Kerim (K.A.S) ve Şeyh Turhan Reyhani iki makamlı bu ziyaretin arkasında bulunan birde Şeyh Ali (K.A.S) makamıda vardır. Genelde şehir dışından gelen ziyaretçiler bu makamı, arka bahçede olduğu için pek bilmezler.
Makamdan sorumlu kişiler bu değerli rahmetli şeyhimizin etrafındaki diğer mezarlıklarla beraber temizliğini yaptırmak için bir kepçe kiralarlar.
Kepçe operatörü mezarların arasında yetişen otları, kaba toprağı düzeltir ve sıra bu değerli Şeyhimizin çevre düzenlenmesine gelir. Kepçe operatörü mezara kepçesiyle dokunur ve makamı yerinden sallamak ister. O an kepçe, ayakları toprağa sabitlenmişken yerinden sökülür ileri doğru düşer. Kepçe operatörü tekrar aynı yere gelir ve tekrar makamın epey eskimiş olan betonunu yerinden oynatmak ister. Mezarlıktan sorumlu olan kişiler eğer bu mezar yerinden oynamıyor, ayakları toprağa sabit bu kepçeyi ileri doğru atıyorsa vardır bir hikmeti bir kerameti deyip ve bu mezardan uzak durmasını söyledik ve yarım kalan işi ertesi güne bıraktık.
Ertesi gün sabah koşar adımlarla bize doğru büyük telaşla mezarlığa gelen kepçe operatörü gördüğü rüyasınının bir kısmını dehşete kapılmış bir şekilde;
gece rüyasına girdiğini ve "ben senin yıkmaya çalıştığın kişiyim.
Mezarımı sakın elleme, yoksa senin evini başına yıkarım" gördüğüm bu rüyadan ve dün tanık olduğum olaydan ötürü bu mezarlıkta beni kimse çalıştırmaz deyip kepçesini korkulu gözlerle alıp uzaklaşır operatör.
Mezarlıktan sorumlu kişiler ve hayır sahiplerinin de katkı ve yardımlarıyla yukarıda gördüğünüz resimlerde ki gibi Makamların çevre düzenlenmesi yapılır.
Ancak olayın kerametini yaşatan Şeyh Ali (K.A.S) efendi ziyaret ise hâlâ göründüğü gibidir.
Makamdan sorumlu kişiler bu değerli Şeyhimizin etrafını boyatıp gördüğünüz şekilde çevirdiler.
Böyle mümin keramet sahibi değerli Şeyhlerimize gani gani rahmet olsun.
Birbirimizi sevmeye çaba gösteren, barış içinde yaşamak bir toplum olmamızın mücadelesini veren herkese selam olsun.

Hazret-i Câfer-i Tayyâr Makamı. Gajar Köyü

İsrail-Lübnan-Suriye sınırları arasında kalmış özel statüdeki Golan Tepeleri'nde Alevi köyü olan Gajar mevcut. Burada yaklaşık 3-4 bin Arap Alevi yaşıyor.
Allah yırzıkna Min Radah



 Şeyh Muhammed Biyedri türbesi ....tarsus




Alevilerin Kilikyayı ele geçirmeleri ve Şeyh Muhammed Biyedri(k.a.s) Tarsus..
948 yılında Arap Alevi Hamdani hükümdarı Seyfüddevle (devletin kılıcı) Maraş ve Tarsus şehirlerini Bizanslıların elinden aldı. Meyafarikin’i (Diyarbakır/Silvan) ele geçirdi.Anadolu Bizans topraklarına seferler düzenleyerek içerilere kadar girdi.Bütün bunlar olurken Türkler daha çok yıllar sonra 1071 Malazgirt Savaşıyla Anadolu’ya ayak basacaklardı.
Muhammed Biyedri mücahit bir savaşçı ve din adamıydı. Tarsus sur kapısını geçtikten bi kaç adım sonra şehit oldu ve eskiden şehitlerin savaş meydanında şehit edildiği yere gömülmesi onlar için şeref olduğu için bu yüzden şehit olduğu yere gömüldü.
2. Abdülhamit döneminde ise Türbe onarımı sırasında mezarı açılmış ve bedeninin ilk günkü gibi bozulmadığı görülmüştür. Elinde kılıcı ile uyuyor gibi yatmaktaydı. Elinden kılıcı incelemek için almaya kalktıklarında kılıcı sıkıca tutmuş ve vermemiştir. Ardından dönemin Tarsus' un büyük alim Alevi şeyhleri kulağına bişeyler söylemiş ve eli açılarak kılıcı vermiş çevrede bulunanlar kılıcı inceledikten sonra eline kılıcı geri yerleştirmiş ve hala kanayan yarasına mendil basarak ebedi mezarına onu tekrar yerleştirmişlerdir.
O günden bugüne kadar Mezar çevresinde Aleviler yaşıyor. Bölgenin eski ismi Şam' lı mahallesiydi. Şam' lı denilmesinin sebebi ise Şam Arap Alevilerinin buraya yerleşmesinden dolayıdır. Bugün bölge Tarsus Fatihi Şeyh Muhammed Biyedri' den dolayı Fatih mahallesi olarak adlandırılmakta ve hala bölgede Aleviler yoğun olarak yaşıyorlar.
Allah Yırzıkna Min Radah

seyyidna Şeyh Yusuf Ebu Turhan türbesidir Allah ruhunu ve yanındaki mümin kardeşlerin ruhunu mukaddesetsin

Antakya Ekinci Mahallesi
Bu makam seyyidna Şeyh Yusuf Ebu Turhan türbesidir Allah ruhunu ve yanındaki mümin kardeşlerin ruhunu mukaddesetsin
Antakya Ekinci Mahallesi
Selamünaleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu
((Allahümme sen temiz mü'minlerin ruhlarını aziz eyle amin ya Rabbi amin))
Üstadımız şeyh yussef Ebu terhan hazretlerinin makamıdır sallallahu aleyhi ve sellem

 Seyyidina Melek Cafer El Tayyar makamı.

Samandağ Tekebaşı Mahallesi..
Melek Cafer’i Tayyar Kimdir? Cafer Ebu Talib’in oğlu, Hz Muhammed'in (s.a.a) vefakar dostlarından ve Hz. Ali’nin (a.s) değerli kardeşidir. Yaş Açısından Hz. Ali’den (a.s) on yıl daha büyüktür. Hz Muhammed (s.a.a) onu çok seviyor ve ona şöyle buyuruyordu: “Ey Cafer! Sen yaratılış ve ahlak açısından bana benziyorsun. ”.Salat ve Selam 3alayk ya Seyyidna Cafer El Tayyar..
Allah Yırzıkna u yı7fızna Ya Rab..



22 Kasım 2023 Çarşamba

 KOLUAÇIK HACIM SULTAN TÜRBESİ, UŞAK VİLAYETİ,

SİVASLI İLÇESİ, HACIM KÖYÜ












Hacım Sultan Uşak-Sivaslı-Hacim köyünde türbesinde metfun olan Hacı Bektaş Velî’nin önemli halifelerinden birisidir. İrşad faaliyetlerinde bulunmak üzere Hünkar Hacı Bektaş Veli tarafından Uşak bölgesine gönderilmiş. Hacı Bektaş Velî, “Batın Kılıcı”nı ona vermiş.
Rivayete göre Ahmet Yesevi’nin Hacı Bektaş Veli’ye verdiği tahtadan yapılmış Batın Kılıcı’nı Hacı Bektaş Veli de haksız yere kullanmaması şartı ile halifesi Hacım Sultan’a vermiş. Hacım Sultan da bu tahtadan yapılmış Batın Kılıcı'nın kesip kesmediğini anlamak için dergaha sakka suyu taşıyan katır üzerinde denemiş ve bu tahtadan yapılmış olan Batın Kılıcı katırı ikiye bölmüş. Bu durum katır sahibi tarafından Hünkar Hacı Bektaş Veli’ye haber verilmiş. Vaziyeti öğrenen Hünkar Hacı Bektaş Veli de “Kollarlın tutuksun Hacım!” demiş, Hacım Sultan’ın kolları tutmaz hale gelmiş. Dergahtaki diğer dervişlerin şefaat dilemesiyle Hünkar Hacı Bektaş Veli “Kolların açılsın, Hacım!” demesiyle de eski haline gelmiş. Bundan dolayı Hacım Sultan, Alevi-Bektaşi çevrelerde “Koluaçık Hacım Sultan” olarak bilinmektedir. Bu nedenle, Bektaşiler, Hacım Sultan’dan korkup, çekinirler. O’nu, Hak yoluna gitmeyenleri eğiten, sapmışları Tanrı adına yola getiren, doğru yolu gösteren eren olarak bilmektedirler.
Hacım Sultan Uşak ve Denizli bölgelerinde faaliyette bulunduğu, bu bölgelerde halifeler edindiği, zaman zaman Denizli’nin Çal, Çivril ve Baklan köylerini de kapsayan, hatta Menteşe İli veya Menteşe ikliminde de irşat faaliyetlerinde bulunduğu, Hacim Sultan ve Hacı Bektâş-ı Velî vilâyetnâmelerinde ifade edilmektedir.
Hacım Sultan, bölgeyi kısa süre içerisinde mamur ve bayındır bir hale getirmiş, kerametleri ve başarıları ile ününün kısa sürede çevrede duyulmasını sağlamış, bundan dolayı da etrafında pek çok mürit toplanmış. Kaynağın ifadesine göre o çağda, dervişler her yıl muharrem ayının onuncu günü, Seyid Battal Gazi'nin Eskişehir'in Seyitgazi ilçesinde bulunan türbesini ziyaret edip, kurbanlar keserlermiş. Bugün Denizli-Çivril Beycesultan Höyüğü üzerinde türbesi olan Beyce Sultan ile Denizli-Çivril Mezarlığı’nda türbesi olan Habib-i Acemî'de her yıl Seyit Battal Gazi'nin Türbesi’ni ziyaret edermiş.
Habib-i Acemî ve Bece Sultan hazırlıklarını görüp Çivril'den yola koyulmuş. Banaz'a vardıkları zaman Banaz Çayı’nın şiddetli akışından dolayı karşıya geçememişler. Bu durum karşısında suyun akış şiddeti azalıncaya kadar beklemeye karar vermişler ve gece kalacak bir yer araştırmışlar. Tam bu sırada onların bu hali Hacım Sultan'a malum olmuş. Yanına en yakın müridi Burhan Abdal'ı alarak yola çıkmış. Banaz Çayı geçidine vardığında, Germiyan İli'nin diğer erenleri ve dervişleri ile beraber Beyce Sultan ve Habib-i Acemî’yi de suyun başında bekler halde bulmuş. Onlara niçin beklediklerini sormuş. Sel gelmesinden dolayı beklediklerini öğrenince Habib-i Acemî ile Beyce Sultan’a dönerek: "Germiyan İl’inin olgun şeyhleri geçinmedesiniz, ulu seccadelerde oturmadasınız, yağlı kuyruklar yemedesiniz, el vermedesiniz, talipleri irşat etmedesiniz, ama bu sudan geçemiyorsunuz. Bu böyleyken yarın kıyamet günü bunca müridi, muhibbi Sırat Köprüsü’nden nasıl geçireceksiniz?" demiş. Bu sözlerden sonra başındaki elifi tacı çıkarmış ve suya tutmuş. Su işaret ettiği yerden ikiye yarılmış ve erenler de Banaz Çayı’ndan karşıya geçmişler. Beyce Sultan ve Habib-i Acemî onun büyüklüğünü anlamışlar ve saygı göstermişler. Birlikte Seyit Gazi'nin Türbesi’ne ziyarete gitmişler.
(Kaynak: İbrahim Afatoğlu, Denizli Alevî-Bektâşî Tarihi, Dorlion Yayınları)

17 Kasım 2023 Cuma

 KOYUN BABA TÜRBESİ,

DENİZLİ VİLAYETİ, KALE İLÇESİ, ÇAMLARCA (TEYNER) KÖYÜ









XV. yüzyılda Osmancık’ta yaşadığı bilinen Koyun Baba hakkındaki çoğu bilgiler, muhtemelen XVI. yüzyılda yazıya geçirilen “Vilâyetnâme’i Koyun Baba” adlı anonim esere dayanmaktadır. Vilâyetnâme’ye göre Horasan’da doğmuş olan Koyun Baba, asıl adı Seyyid Ali olup, soyu Hazreti Ali evlatlarından sekizinci İmam Ali er-Rıza’ya dayanmaktadır.
Horasan’da zühd ve takvası kemal mertebeye erişince, bir gece rüyasında Hazreti Peygamber’i görmüş ve onun emriyle hacca gitmiştir. Mekke, Medine ve Kerbela’yı ziyaret ettikten sonra irşat vazifesiyle Anadolu’ya gönderilmiştir. Anadolu’da bir müddet dolaşmış olan Koyun Baba, Kızılırmak Vadisi’nde Çorum vilayeti, Osmancık denilen bir geçit noktasında yerleşmiştir.
Koyun Baba adının verilme sebebi ise; bir rivayete göre Koyun Baba, Horasan’dan Anadolu’ya gelinceye kadar yirmi dört saatte bir koyun gibi melermiş ki; bu hareket her gün aynı saatte olur hiç değişmezmiş. Bundan dolayı kendisine bu isim verilmiştir.
Yine başka bir rivayete göre de, Koyun Baba, Osmancık’ta Adatepe denilen bir yerde koyunlarını otlatırmış. Bir gün sürüden bir koyun kaçmış. Koyun önde Koyun Baba arkada epeyce bir koşuşturmuşlar. Sonunda ikisinin de yorgunluktan takatleri kesilmiş. Koyun Baba, “Yâ mübarek hayvan sen yoruldun, beni de Eyüp aleyhi selamın sabrına nail ettin.” diyerek, koyunu kucaklamış ve gözlerinden öpmüş. Bu olay, asıl adı Seyyid Ali olan Koyun Baba’nın bu isimle anılmasına sebep olmuştur.
Alevî-Bektâşî geleneğinden gelen ve Çorum ilinin Osmancık ilçesinde türbe ve zaviyesi bulunan Koyun Baba’nın bildiğimiz kadarıyla; İstanbul, Ankara, Edirne ve Denizli’de de türbeleri bulunmaktadır.
Evliya Çelebi, Koyun Baba’nın bizzat Hacı Bektâş-ı Velî’nin halifesi olduğu ve Hacı Bektâş-ı Velî’den aldığı halifelik alametleri olan ve fahir cihaz olarak tabir edilen hırka, seccade, tabıl, alem, kudüm, palhengi, asa ve tacın türbede hala saklı olduğunu bildirmektedir. Yine Evliya Çelebi, Koyun Baba’nın sandukasının üzerinde bir Bektâşî sikkesi bulunduğunu, oradaki dervişlerin bu sikkeyi kendi başına da giydirdikleri ve bir kaza sonucu az gören gözlerinin şifa bulduğu, görme kuvvetinin arttığını ifade etmektedir. Hakkındaki bilgileri Koyun Baba Vilâyetnâmesi, Otman Baba Vilâyetnamesi ve Pîri Baba Vilâyetnâmelerinden alınmaktadır.
Denizli’deki Koyun Baba Türbesi; Kale İlçesi, Çamlarca (Teyner) köyü, Aşağı Mahalle Mezarlığı içerisindedir. Denizli’deki Koyun Baba’nın da Alevî-Bektâşî geleneğinden ve Türk-İslâm orduları tarafından Tavas Bölgesi’nin fethi sırasında bölgeye gelip yerleşen Horasan dervişlerinden olduğu rivayet edilmektedir.
Rivayet odur ki; Koyun Baba, sağlığında etrafında başka cami olmadığı için yürüyerek Kale ilçesi, Karaköy beldesindeki camiye cuma namazlarını kılmaya gidermiş. Yine bir gün elinde asasıyla cuma namazına geldiğinde etrafındaki insanlar, “Dede, senin için ermiş, evliya diyorlar, bir keramet göster bakalım.” demişler. O da elindeki kuru asayı caminin önünde toprağa saplamış ve “Dut, ben camiden çıkıncaya kadar tut.” demiş. Camiden çıktıklarında bir de bakmışlar ki, yere saplanan asa dal budak salmış, yapraklarla süslenmiş ve bir dut ağacı olmuş. Bu ağaç Kale ilçesi, Karaköy beldesinde, Çarşı camisinin önünde hâlâ yaşamaya devam etmektedir.
Diğer bir rivayete göre Koyun Baba’nın yaşadığı Çamlarca köyü taşlık bir köydür. Tarlalar taşlarla dolu olduğu için işlemesi zordur. Koyun Baba’nın köylüleri bu durumdan şikâyetçidirler. Bir gün Koyun Baba’ya: “Hadi bakalım bir kerametini görelim, şu etraftaki taşları ne yapacaksan yap ve temizle.” demişler. Koyun Baba yerden bir taş alıp “düüüt” diyerek etraftaki taşlara doğru fırlatmış ve oradaki bütün taşlar koyuna dönüşmüş. Onun için bu zât Koyun Baba adını almış.
Koyun Baba bir gün oğluna: “Oğlum ben öleceğim gel benim yerime geç, tekkeyi idare et!” demiş. Oğlu da: “Baba, ben senin yerine nasıl geçeyim, bir sürü ziyaretçin oluyor, ben onları nasıl doyurayım.” demiş. Koyun Baba da: “Bir tane arı kovanı al, köşeye koy o benim misafirlerime yeter.” demiş. Gerçekten bir arı kovanı alıp köşeye koymuş ve her gün sabaha kadar arının önüne bal yığılmış. Bu bal da gelen bütün misafirlere yetermiş.
(Kaynak: Denizli Alevî-Bektâşî Tarihi, Dorlion Yayınları, İbrahim Afatoğlu)

 HİCRAN HATUN TEKKESİ,

DENİZLİ VİLAYETİ,

SERİNHİSAR İLÇESİ, YATAĞAN BELDESİ

Türk toplumunda kadının saygın bir yeri vardır. Bundan dolayı Orta Asya’da kurulan Türk Devletlerinde kadın ve erkek eşit haklara sahiptir. Devlet yönetiminde hakanların yanında, “hatun” adı verilen eşleri de söz ve yetki sahibidir. Diğer yandan kadın Türk sosyal hayatının bütün katmanlarında etkin bir görev almış ve faaliyet sürdürmüştür. Bu gelenek Âşıkpaşazade’nin ifadesiyle Gaziyan-ı Rum, Abdalan-ı Rum, Âhiyan-ı Rum yanında Bacıyan-ı Rum diye tarif ettiği Türk kadınlarının, erkekler ile birlikte Anadolu’nun Türkleşmesinde tarihi görevlerini de yerine getirdiği bilinmektedir.
Bu gelenek Alevî-Bektâşî toplumunda "Kadıncık Ana" olarak zuhur etmiş, Hacı Bektâş-ı Velî Hakk’a yürüdükten sonra Bektâşî öğretisinin kurumlaşması ve tarikat halinde örgütlenmesini sağlamıştır. Bundan dolayı Türk kültürünün etkin taşıyıcısı olan Alevî-Bektaşî toplumu ilk günden beri kadını erkekten ayırmamış, ona eşit haklar tanımış ve saygı göstermiştir. Zaten hem Alevî Dedelerinin eşleri, hem de Bektâşî Babaların eşleri Alevî-Bektâşî toplumu içerisinde “anabacı” olarak büyük saygı görmektedir. Bu eşitlik anlayışını Hacı Bektaş Velî;
”Erkek dişi sorulmaz, muhabbetin dilinde,
Hakk’ın yarattığı her şey yerli yerinde.
Bizim nazarımızda, kadın erkek farkı yok,
Noksanlıkla eksiklik, senin görüşlerinde.” diyerek yüzyıllar ötesinden Türk kadınının yerini tarif etmiştir. Bundan dolayı Anadolu kadını erkeğin çalıştığı her alanda ona yardım etmiş ve destek olmuştur. Bu destek Alevî-Bektâşî öğretisinin hizmet alanında da görülmüştür.
Ömer Lütfi Barkan, Osmanlı Arşiv Kayıtlarında yaptığı bir araştırmada Kız Bacı Zaviyesi, Âhi Ana Zaviyesi, Sakari Hâtun Zaviyesi, Hacı Fatma zaviyesi gibi bazı zaviye şeyhlerinin kadınlar olmasını dikkat çekmiş ve “…Gerçekten, bu asırlarda (XVI. asrı kasdediyor olmalı) Anadolu’da kadın tekke şeyhleri görmek bizi hayrete düşürmemelidir. Yukarıda bahsettiğimiz gibi, Âşıkpaşazade bu kadın dervişlerden Baciyan-ı Rum adı altında bahsetmekte ve Hacı Bektâş-ı Velî Gaziyan-ı Rum, Abdalan-ı Rum, Âhiyan-ı Rum zümreleri arasında Bacıyan-ı Rum kadın zümresinden olan Kadıncık (Fatma) Ana adındaki bir kadına bütün kerametini göstermiş ve Bektâşî Tarikatı’nı ona teslim etmiştir.” demek suretiyle 1500’lü yıllarda, kadınların kurduğu ve idare ettiği Bektâşî tekke ve zaviyeleri dikkat çekmiştir.
İşte bu Kadıncık Ana Bektâşî geleneğinin Denizli temsilcilerinden birisi de Hicran Hatun olduğu görülmektedir. “Hicran Hatun Tekkesi, Serinhisar ilçesi, Yatağan kasabasındadır. 1745 tarihli bir kayıtta, müteveffa Yatağan Baba silsilesinden (evlatlarından) müteveffiye (vefat etmiş olan hanım) Hicran Hatun Tekkesi’nden söz etmektedir. Seyyid İslam ve Seyyid Hasan adındaki komşu Yüreğil köylüleri, Yatağan Baba ile yakınlığı olan bu Hicran Hatun Tekkesi’nin vakıf arazisi olan Tekkenişin Yaylası’nın kendilerine ait olduğu iddiası ile Hicran Hatun Tekkesi’ni (Hicri) 1150 (Miladi 1737) tarihinde baskın yapıp insanları darp ve tecavüz etmişler. (Yatağan kasabasında bulunan) Tekkkenişin Yaylağı bu Hicran Hatun Tekkesi’ne ait olduğu bilinmektedir. Bu baskın olayı o dönemde dava konusu olmuştur. Davayı Hicran Hatun Tekkesi yetkilileri kazanmış, Tekkenişin Yaylası’nın Hicran Hatun Tekkesi vakıf arazisi olduğu kararına varılmıştır. Bu konudaki ilgili kadı hükmü çıkarılmıştır.
Yatağan kasabasında Yatağan Baba Tekkesi, Abdi Bey Sultan Tekkesi, Banaz Dede Tekkesi ve bu Hicran Hatun Tekkesiyle birlikte dört Alevî-Bektâşî Tekkesi bulunmaktadır. Bu tekkelerin dışında Yatağan kasabasında, Yüreğil yolu üzerinde bir Çığırgan Dede mezarı vardır. Burada bir mezar ile delikli bir taş vardır. Çok ağlayan çığıran çocukların bu delikli taştan geçirilirse ağlama ve çığırtmalarının geçeceğine inanılırmış. 1940 yılında mezar, yerinden kaldırılmış yeri de kaybolmuştur. Bu tahribat sırasında kabirde gerçekten bir mezar olduğu görülmüştür. Yatağan kasabasının doğusunda, eski Kuyucak köyü yolu üzerinde Çatlayan Dede yatırı vardır. Burası da bir makam mezarı olup işareti olan büyük çıtlık ağacı yanmıştır. “ Çal Dağı’nın tepesinde de Bubalar (Babalar) diye anılan üç makam mezarı vardır. “ Dört Bektâşi Tekkesi, üç de yatır ve kutsal mekân olgusu, Yatağan kasabasında Alevî-Bektâşî geçmişin şahitliğini ve hala hatıralarına işaret etmektedir.
Kaynak: Denizli Alevi-Bektaşi Tarihi, Dorlion Yayınları, İbrahim Afatoğlu







 BEKİLLİ BEKTAŞİLİĞİ VE MUSTAFA NACİ BABA, DENİZLİ VİLAYETİ, BEKİLLİ İLÇESİ

Ömer Lütfi Barkan ünlü makalesinde, Alevî-Bektâşî dervişleri için “Kafir-i körden toprak açup taşını budağını arıdup bağ ve bahçe yetiştirmekle kalmayup gayet iyi cinslerden ağaçlar, limon, portakal ve gül bahçeleri yetiştiren mahir bahçıvanlar, değirmen binası ve arığı inşa eden, kuyu kazub su çıkaran ve araziyi sulamasını bilen muktedir mühendisler olduğu anlaşılmaktadır.” demektedir.
Çal ve Bekilli Bölgesi, pekmez ve şaraplık üzüm bağları ile meşhurdur. Bazı kaynaklarda Bromios, Euhios, Dithyrambos veya İobakkhos olarak da geçen Yunan Şarap Tanrısı Dionisos’un Antik Yunan Kenti Baküs yani, bugünkü Çal kazasından olduğu ifade edilmektedir.
Mücerret Mustafa Naci Baba, Şucaeddin Veli Ocağı Dedesi ve Seyyid Battal Gazi Dergâhı son postnişini Şükrü Arıkaya Baba (1873-1948) tarafından, 1910-1911 yıllarında Hacı Bektâş-ı Velî Derğâhı’na götürülerek, orada usul ve erkân öğretilmiş, babalık icazeti verilmiş, babalık yapmak üzere Bekilli’ye geri dönmüş, 1918 yılında kurduğu Bektâşî Tekkesi ile çevredeki Bektâşîleri irşad etmiş bir Bektâşî Babasıdır.
Mücerret Mustafa Naci Baba, tam da Ömer Lütfi Barkan’ın tarif ettiği Türkmen Alevî-Bektâşî dervişlerinden biri olduğu anlaşılmaktadır. 1920’li yıllarda Çal Bölgesi’nde Filoksera hastalığı musallat olmuş, bütün üzüm bağları kurumuş. O sırada Mücerret Mustafa Naci Baba’nın Bekilli’de kurduğu Bektâşî Tekkesi, bölgeye gelen devlet ve hükümet adamlarının, kanaat önderlerinin uğrak yeridir. Üzüm bağlarının kurtarılması için tekkeye gelen yetkililerden yardım istemiş. Onların verdiği bilgiler doğrultusunda kuruyan bağların yerine delice bağ dikmiş. Daha sonra da bu delice üzüm asmalarını akıllı asmalarla aşılamış. Böylece onun bağları yeniden üzüm vermeye başlamış. Meğer Filoksera hastalığı delice asmalara zarar veremiyormuş. Bu tekniği gören bütün Çal bölgesi bağcıları aynı yöntemle bağlarını yeniden oluşturmuşlar.
Günümüzde olduğu gibi 1920’li yıllarda da pekmez önemli bir besin kaynağıdır. Bölgede en iyi ağda-pekmez, yani koyu pekmez Kütahya vilayeti, Simav ilçesinde yapılmaktadır. Mücerret Mustafa Naci Baba kardeşi Mehmet Ali Candoğan’ı bir miktar altın vererek ağda-pekmez yapımını öğrenmesi için Simav’a göndermiş. Mehmet Ali Candoğan, ustasının yanında ağda-pekmez yapımını öğrendikten sonra beraberinde götürdüğü altınları ustasına vererek onu Bekilli’ye getirmiş, o dönemin ağda-pekmez makinelerinin kurulumunu ve tekniklerini öğretilmesini sağlamış.
Yine Mücerret Mustafa Naci Baba, Bekilli’ye yedi kilometre kadar mesafede olan Çalçakırlar Bektâşî köyünde, Menderes Nehri üzerinde tıpkı Ömer Lütfi Barkan’ın söylediği gibi değirmen arığı kazdırıp dört değirmen yapmış, Bekilli ve Çal Bölgesi’nin un ihtiyacı bu değirmenlerden karşılanmış.
15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’e asker çıkartan Yunanlılar, Batı Anadolu içlerine ilerleyerek Temmuz 1920 tarihinde Bekilli’yi de işgal etmiştir. Yunan işgal birliği komutanı Bekilli’de en bakımlı ve en geniş binalara sahip olan Bektâşî Tekkesi’ne gelerek karargâh yapmış, Mücerret Mustafa Naci Baba’yı tekkenin bir bölümünde oturmasını müsaade etmiş. Bu süre içerisinde Mücerret Mustafa Naci Baba, kendine ayrılan bölümde, etraftaki canlarla birlikte Bektâşi ibadetlerini devam ettirmiş. Meğer Yunan komutan Girit Bektâşîlerindenmiş. Bundan dolayı hem Mücerret Mustafa Naci Baba’ya karşı bir sempati beslemiş, hem de yapılan ibadetleri müdahale etmemiş. Hatta işgal süresi içerisinde Bekilli’de hiçbir zorbalık ve zalimlik de yapmamış. 30 Ağustos 1922 tarihindeki Büyük Taarruz Meydan Savaşı’nda Yunan Ordusu’nun yenildiği anlaşılınca, diğer işgal edilen Türk köylerine talan ettikleri halde yunan komutan, askerleriyle birlikte 31 Ağustos 1922 tarihi gece yarısı, hiçbir zarar vermeden, sesizce Bekilli’yi terk etmiş.
Kaynak kişimiz Mehmet Ali Bektaş’ın anlatımına göre Mücerret Mustafa Naci Baba Bekilli’ye yerleşen Abdal Musa Sultan neslinden Fettah Baba torunlarındandır. 1881 yılında doğmuş, 1938 yılında Bekilli’de Hakk’a yürümüştür. Mezarı Bekilli İlçe Mezarlığı’ndadır.
(Kaynak: İbrahim Afatoğlu, Denizli Alevî-Bektâşî Tarihi, Dorlion Yayınları)



(Bekilli’de kurulan Bektâşi Tekkesi’nin kitabesinin ön yüzündeki yazı)
“Yâ Hu
Lâ ilahe illallah Muhammeden Resulallah Aleiyyün veliyullah
Bu bir mekteb-i irfândır bâb-ı Hayder nâm-ı Ali
Muhammeddir kitâbı tefsîri Ali
Bahş etdi pîrimiz Hünkâr Hacı Bektaş Velî
Lâkin siyahdır nikâbı içinde nûr-ı celî (Hicrî) 1336 (Miladi 1918)”




(Bekilli’de kurulan Bektâşi Tekkesi’nin kitabesinin arka yüzündeki yazı)
“Cenab-ı Pir-i Hünkâr’dan esince bâd-ı saba
Dolar bu hânkâha muhibi Âl-i abâ
Geldi gaybdan on iki er târihin didi
Ettirdi inşâ bu dergâhı Mustafa Naci Baba”



https://www.facebook.com/ibrahim.afatoglu..alıntıdır..