KARIŞIK

Veysel Karani Hz. Türbeleri; etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Veysel Karani Hz. Türbeleri; etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ocak 2016 Pazartesi

Veysel Karani Hz. Türbeleri;


Veysel Karani Hz. Türbeleri;
Veysel Karani Hz. 'lerine bütün islam camiası olarak dönemi içersinde sahiplenilmiştir. O yüzdendir ki bir çok yerde türbesi vardır.Bunların başlıcaları şunlardı;


  • Bitlis'in Baykan ilçesinde Veysel Karni Köyü.

  • Şam

  • Yemen'de Zabit kasabası dışında Meşhed-i Şerif.

  • Beyrut.

  • Diyarbakır'ın Kerap ilçesi.

  • Bursa-Gemlik yolu üzerinde Atıcılar.(Bursada aynı zamanda devesinin çöküp iz bıraktığı taşda vardır.)

  • Hicaz.

  • Hindistan.

  • Horasan.

Kısacası bütün yer yüzü onu paylaşmakta yarışmışlardı.

Hazreti Veysel Karani' nin hayatına Genel Bakış

Hazreti Veysel Karani' nin hayatına Genel Bakış

Hz. Veysel karani hazretleri m.s. 555 tarihinde yemen ilinin karani köyünde dünyaya gelmiştir asıl adı üveys tir babasının adı karen oğlu amr dır ergenlik çağına gelince mükemmel bir insan olduğu şu sözden anlaşılmaktadır: ey sevgili annneciğim emin olki yakında beşeriyeti hidayete erdirecekbatıl inançları yıkacak allah,ın birliğini bildirecek bir peygamber dünyaya gelecektir demiştirüveysin küçük yaşta babasız kaldığı yoksulluk içinde annesiyle yaşamını sürdürdüğü hiç evlenmediğive hiç bir zaman putlara tapmadığı rivayet edilmektedir.hz. Veysel karani,nin peygamber efendimizinnezdindeki değeri aşağıdaki değeri hadisi şerifi anlamak mümkündürpeyganber efendimiz hz. Veysel karani için bir gün sahabelerini toplayarak şöyle buyurmuşturhazreti üveysi nerde görürseniz görün kendisinden hayır duasını isteyiniz benden sonrada hırkamı kendisine veriniz buyurmuşlardır. Bunu soran sahabeler ya resulullah üveys kimdir ?Sorusunu sorunca peygamberimiz ; o öyle bir insanki bir tek ilaha inanmış beni görmeden bana iman etmiş ve beni görmek için annesinden izin almış fakat beni evde bulamayınca annesiona evde bulamassan geri dön sözüne itaat ile geri dönmüş geldiğini müjdeleyen hazreti aişe,dirpeygamber efendimiz vefatından yedi yıl sonra hz ali ile hz osman peygamber efendimizin hırka-i-şerifi halen istanbul fatih semti veysel karani camisinde bulunmaktadır (hz veysel karaniye vermişlerdir.)Hz veysel karaninin türbesi,nin nerede olduğu ve vefatının ne zaman olduğu konusunda en çok itibar edilen rivayetşudur.hz ali nin halifeliği sırasında hiç istemediği halde iki müslüman gurup arasında çıkan sıffın savaşı için hz. Ali tarafından medineye çağrılmış ve bu davete katılan hz. Üveys sıffın savaşında yaralanmış millattan sonra 657 yılında bu savaşta şehid olmuştur. Naaşının alınması için ( üç kabilenin ) birer tabuta alıp götürdüğü rivayet edilmektedir. Bu türbelerden biri yemen, de biri şam,da biri ise siirt baykan ilçesi ziyaret beldesindebulunmaktadır.Hazreti veysel karaninin (münacaatı allah cc yalvarması dua istemesi:ilahi sen benim rabbimsin ben ise kulum sen yaratıcısın be yaradılanım .sen rızık vericisin ben ise rızık alıcısıyım .Sen maliksin mülk sahibisin,ben senin mülkünüm. Sen azizsin ben zelilim muhtacım. Sen ganisin ben muhtacım.sen ganisin ben muhtacım fakirim. Sen hayat sahibisin sen iyilik yapansın. Ben kötülük ediciyim sen affedicin, ben ben günah işleyenimsen büyüksün ben kıymetsizim sen kuvvetlisin ben zayıfım. Sen verensin ben dilenciyim ben isteyenim sen korkusuzsun ben korkarım sen cömertsinben miskinim sen cevap vericisin istekleri yerine getirensin çağıranım.Sen şifa edicisin ben ise hastayım. Benim günahlarımı affet bağışla. Hastalıklarımı şifa et ya allah ya kifi, ya rabbi ,ya hafi, ya rahim,ya şafi, ya kerim, ya affedici beni affet, babamı, annemi, kuran-ı- kerim ve iman hazretlerinde sadık olanlarıda affet bütün günüahlarımı affetbütün hastalıklarıma afiyet ver. Benden ve hizmet edenlerden edebiyen razı ol. Rahmetinle ya erhamenirrahimin ey herkestenrahmeti fazla olan allah,ım elhamdulillahirabbilalemin...amin...

Veysel Karani


Veysel Karani Hz.


HAKKINDA YAZILANLAR


Karen'de parlayan pırlanta Veysel Karâni HazretleriEfendimiz’in (Sallallahü aleyhi ve sellem) bilinen iki hırkası vardır. Bunlardan biri Kaside-i Bürde’nin yazarı büyük şair Kaab bin Züheyr’e verilir ki, Topkapı Sarayı’nı ziynetlendirir. Diğeri de Kareli Üveys’e gönderilir. Hasılı bu iki kutlu miras da İstanbulumuz’a nasip olur. Belki de ona bu yüzden İslambol derler... Kimbilir? Peki siz Karen adında bir yer duydunuz mu? Yalanı yok ya, ben duymamıştım. Ta ki hakkında bir şeyler okuyana kadar.Karen, Yemen taraflarında adı bilinmedik bir beldedir. Etrafı kum dağları ile çevrilidir, kuraktır, çoraktır. Ortalıkta birkaç kuyu vardır, üç beş ağaç. Sonra hepsi birbirine benzeyen toprak damlı evler... Sadece develerin ve bedevilerin yaşayabildiği bu kavurucu coğrafyanın sakinleri kervan ağırlamakla geçinirler. Bir şey ekip biçmezler, hayvanlarını ise Üveys isimli bir çobana emanet ederler.Üveys garip biridir. Dünyadadır, ama ne dünyalığı vardır, ne de dünyalık gibi bir kaygısı. Güttüğü develer için ücret istemez. Verenden alır, vermeyene sormaz bile. Adı üzerine çobandır işte, fakirdir. Ama iş cömertliğe geldi mi onunla yarışmak kimsenin harcı değildir. Paylaşacak çok şeyi yoktur, ama hayırda daima başı çeker.Üveys, bizim bildiğimiz ismi ile Hazretleri mütevazı yaşar. Ama halinden memnundur. Sessiz, dostları arasında yalansız, dolansız bir hayat sürer. Issız vadilerde, kaya kovuklarında ibadet eder. İnsanlar ona hep divane gözüyle bakarlar, ama aldıran kim?



ANASININ KÖLESİ


Mübareğin çok yaşlı bir annesi vardır. Hem kör, hem de kötürümdür. onun eli ayağı, gözü kulağıdır. Yedirir, içirir, yıkar, paklar. Kadıncağıza bebek gibi bakar. Ne derse, ama ne derse yapar. En olmayacak arzularını bile ikiletmez. Bir yüz ifadesinden bin mânâ çıkarır ve hepsini de getirir yerine. Tabiri caizse, anasına kölelik eder.Hazretleri haram bilmez, yalan söylemez. Hoş, sahrada bir başına dolanan böylesi bir insanın günaha girme şansı da azdır ya. O, gün boyu zikreder, af diler. Ümmet-i Muhammede dua eder. Ama en bilinen özelliği Allah ve Resulüne duyduğu tarifsiz aşktır. Veysel Karani’nin tek arzusu vardır. Yüzü suyu hürmetine kainatın yaratıldığı Server’i görebilmek. Efendimizi düşündükçe burnunun direği sızlar, yüreği bir hoş olur. Yumruk iriliğinde bir şeyler gelir, oturur boğazına. Hani o, anlaşılamayan ve anlatılamayan şeyler.Ve gün gelir muhabbet ve Muhammed kelimeleri yüreğinde buluşur, dışarı taşar. Efendimizin hasreti kor olur, ciğerini yakar. Onu bir kez, ama bir kez görebilse, bir solukluk olsun sohbetinde bulunabilse ve adına sahabe denilen kutlu kadroya katılabilse...Annesi itiraz etmese de, bu yolculuğa razı değildir. Omuzlarını kaldırıp boynunu büker. Mahzun bir üslupla “İstiyorsan git!” der, “Git bakalım, beni kime emanet edeceksen?” Doğrusu onu bırakabileceği kimse yoktur. Bu yaşlı kadına incitmeden kim bakabilir ki? Onun nazını kim çeker sonra?


HASRETİNİ YÜREĞİNE GÖMER


Üveys hasretini yüreğine gömer. Bir daha bu konuda tek kelime etmez. Ama o günden sonra daha fazla ağlar, daha fazla yalvarır. Aşkını kayalara, kumlara, anlatır. Kuşlarla, develerle dilleşir, serin seher yeliyle selâmlar yollar Haremeyn’e. Ve ufuklar perde perde açılır, dağlar çekilir aradan. Artık o günboyu ibadet eder, sürüyü melekler bekler. Hayvanlar mı? İnanın muma döner.Evet Üveys, Allah Resulünün muhteşem sohbetine (madde planında) erişemez, ama mânâ aleminde çok şeye kavuşur. Efendimizle aralarında imrenilecek bir dostluk başlar. Hoş onlar için mesafelerin ne önemi vardır. Öyle ya alan uygun, veren olgun olduktan sonra “feyz” nehir olur akar.Serveri Kainat zaman zaman mübarek yüzlerini Karen taraflarına döndürür ve “Yemen cihetinden rahmet rüzgarları esiyor” buyururlar, “İhsan ve iyilikte Tabiinin en iyisi Üveys-i Karni’dir!”



MÜJDELER


Yine Efendimiz buyururlar ki: “Ümmetimden bir kimse vardır ki, Kıyamet günü Rabia ve Mudar kabilelerinin koyunlarının kılları adedince insana şefaat edecektir.” (ki bu iki kabile sürülerinin çokluğu ile tanınırlar)Eshab-ı kiram sorar:- Ya Resullallah kimdir bu nasipli?- Allahın kullarından biri.- Peki adı nedir?- Üveys!- Ya memleketi?- Karen!- O sizi gördü mü?Efendimiz mânâlı mânâlı gülümser, “Baş gözü ile hayır!” derler. Sahabeden “Hayret!” diyenler olur, “Size böylesine aşık olan biri nasıl oluyor da koşmuyor huzurunuza?” Efendimiz izah eder: - Onun gelmemesi de bana olan bağlılığındandır. İhtiyar bir annesi vardır. İman etmiştir. Ancak gözleri görmez, hareket edemez. Üveys gündüzleri deve çobanlığı yapar, kazandığını annesine harcar”.Hazret-i Ebubekir sorar:- Ya Resulallah biz onu görür müyüz?Efendimiz mübarek kafalarını “ne yazık ki hayır” manasında sallar, “Sen göremezsin” buyururlar, ama Hazret-i Ömer ve Hazret-i Ali’ye dönüp müjdeyi verirler: “Onu, siz göreceksiniz!” Sonra bir bir vasıflarını tarif ederler ki, bu işaretlerden biri avucunun içindeki gümüşi beyazlıktır.“Aşık için zaman geçmez” derler, ama aradan yıllar geçer. Hani o dakikaları asırlaşan yıllar... Efendimiz hayatlarının son soluklarını aldıkları demlerde mübarek hırkalarını çıkarır ve “Bunu Üveys-i Karni’ye verin!” buyururlar.Resullullah’ın (Sallallahü aleyhi ve sellem) dar-ı bekaya göçmelerinin ardından Hazreti Ömer ve Hazreti Ali yollara düşer, Veysel Karani’nin izini bulurlar. Ahali böylesine şerefli iki kimsenin böylesine köhne bir yeri ziyaretine mânâ veremez. Hele “Üveys’i arıyoruz!” cümlesine çok şaşırırlar. “O divanenin tekidir” derler, “İnsanlardan kaçar. Kimseyle konuşmaz, kimseye karışmaz. Ağladıklarımıza güler, güldüklerimize ağlar. Neşe nedir bilmez. Aradığınız sakın başka biri olmasın!”Hazret-i Ömer dikkatle dinler, “Bilakis!” der, “Aradığımız o olmalı!”Karenliler iki şanlı sahabenin önüne düşer, onları Arne Vadisi’ne getirirler. Veysel Karani’yi namaz kılarken görürler. Develer akıllı uslu dolanmakta, çobanlarını üzecek hareketlerden sakınmaktadırlar. Namazı biten Üveys misafirlerine döner. “Hoşgeldiniz!” der. Hazret-i Ömer önce müsafaha eder, sonra gülümseyerek sorar “Kimsin sen?”- Abdullah! (Allah’ın kulu)- Evet hepimiz Abdullah’ız, ama seni ne diye tanırlar?- Üveys derler.- Sağ elini açar mısın?Açar. Efendimiz’in belirttiği işaret ayan beyan ortadadır. Büyük sahabe “Ben Hattapoğlu Ömer’im” der, “Arkadaşım Ali bin Ebu Talip!”Vadiyi kısa ama mânâlı bir sessizlik kaplar. Sükutu yine Hazreti Ömer bozar: - Efendimiz sana selâm ettiler ve mübarek hırkalarını gönderip buyurdular ki “Alıp giysin, ümmetime dua etsin!”



BEN GÜNAHKARIN BİRİYİ


Mağlamaklıdır. Şaşkınlıktan titreyen bir sesle “Ya Ömer” der, “Ben aciz ve günahkar bir kulum. Sizin aradığınız başka Üveys olmasın?”Hazret-i Ömer “Hayır sensin!” buyurur. “Zira Efendimiz çizgi çizgi eşkalini verdi ve sen tamı tamına uyuyorsun buna.”O büyük mücahide, o koca Ömer’e itiraz ne mümkün. Hele müjdenin böylesini getiriyorsa.Üveys-i Karani mübârek hırkayı hasretle koklar, (ki ziyaret edenler iyi bilirler, Efendimizin gül teniyle ıtırlanan Hırka-i Şerif aradan geçen asırlara rağmen tarif edilemeyecek kadar güzel kokar) sonra yüzüne gözüne sürerek bir kuytuya çekilir. Mübarek alnını toprağa koyar ve ağlayarak yalvarır. “Ya Rabbi !” der “Bu ne nimettir. Yüzü suyu hurmetine kâinatı yarattığın Server benim gibi bir acizi hatırlıyor ve mübarek hırkalarını Ömer ve Ali gibi iki güzide sultanla bu günahkâra yolluyor. Senden bir tek dileğim var: Ümmet-i Muhammedi affeyle. N’olur. Bu hırkanın hakkı için!”Gaibden bir ses gelir. “Şu kadarını sana bağışladım. Haydi giy hırkayı!”- Hepsini ya Rabbi! Hepsini.- Şunları, şunları, şunları da bağışladım.- Diğerlerinin hali n’olacak Ya Rabbi? N’olur, hırkanın ve hırkanın sahibinin hatırına...



HIŞŞT BAKSANA GİDİYORLAR


Tam bu sırada Karenlinin biri gelir ve o muhteşem huzuru bozar. “Misafirlerin dönmeye niyetliler” diye ikaz eder güya, “Onlara diyeceğin bir şey yok mu?”“Ahh!” der, “Ahh bu hali bozmayacaktın işte. İnanın az kalmıştı. Bütün ümmeti Muhammed affedilmedikçe giymeyecektim hırkayı.”Aradan günler geçer. Karenliler şaşkın, hatta pişmandırlar. Öyle ya, elinin altında Üveys gibi bir cevher olsun da, sen onun kıymetini bilme. Ama bu kez mübareği hurmet ve ilgiyle bunaltırlar. Huzurunda el pençe divan durur, ısrarla nasihat isterler. Hele bazıları aşikare keramet bekler. gibi mütevazı biri, ilginin böylesinden sıkılır. İşte tam o günlerde biricik annesi vefat eder ve onu Karen’e bağlayan hiçbir şey kalmaz. İşte şimdi yollara düşebilir.Mübâreğin ilk hedefi elbette Haremeyndir. Önce hacceder, sonra Medine’ye gider. Ancak o münevver şehrin hüzünlü yüzünü görür ve Resullulah’ın yaşamadığı Peygamber beldesinde duramaz. Çeker çarığını, yürür uzaklara. Bir ara Basra’da eyleşir, bir ara Kufe’ye yerleşir. Yine eskisi gibi deve güder. Aç kalır, açıkta kalır. Horlanır, aşağılanır. Garip bu ya milletin gücü hep ona yeter. Hatta ufacık veledler bile sataşır, taş yağdırırlar. Büyük veli, çığlık çığlığa saldıran afacanlara gülümser “N’olur ayaklarımı kanatacak kadar büyükleri atmayın” der, “Abdestim bozulmasın e mi?” Zira o güne kadar bir kez olsun abdestsiz basmamıştır zemine.



MELEKLERİN İBADETİ


Hazretleri bazen sehere kadar secdede, bazen sabahlara kadar rükûda kalır. “Bırakın üç kere Sûbhane rabbiyel âla demeyi, ben bir keresini bile beceremiyorum” diye yakınır. Eh onun özlediği ibadet meleklerinkinden farksız olmalıdır. “Namazda huşu öyle olmalıdır ki” der: “Bağrına bıçak sokulsa duyulmaya.”Biri sorar: “Nasılsın?” Cevap manidardır: “Akşama çıkacağını bilmeyen biri nasıl olursa!” Sevenleri ısrarla nasihat isterler. O gülümser:- Allahü teâlâyı bilir misiniz?- Evet biliriz.- Öyleyse başka şeyleri bilmeseniz de olur.- Aman efendim bir nasihat daha.- Allahü teâlâ sizi bilir mi?- Elbette bilir.- Öyleyse başkaları bilmese de olur.Mübarek, Allahü teâlâdan çok korkar ve buyururlar ki: İnanın Allahü teâlâ’yı tanıyana gizli kalmaz.hazretleri hayatını kendi ifadesiyle şöyle hülâsa eder. “Yüksekliği tevazuda buldum, liderliği nasihatte... Nesebi takvada buldum, şerefi kanaatte... Rahatlığı zühdde buldum, zenginliği tevekkülde.”Bizde ne takva, ne zühd, ne de tevvekkül. Eh bir şey bulamıyoruz tabii. Allahü teâlâ o büyüklerin yüzü suyu hürmetine sonumuzu hayreyliye.Hazretlerinin kutlu hırkası elden ele geçer ve Van civarında hüküm süren İrisan Beyleri’ne gelir. Hicri 1028 yılında 2. Osman Han’a hediye edilen nurlu emanet İstanbul’da heyecanla karşılanır. Asitane halkı ona “Hırka-ı Şerif” der, ramazanlarda ziyaret ederler. Buğulu gözlerle ilmeklerine dalar, Efendimizi hatırlarlar.Gel zaman git zaman büyük izdihamlar yaşanır. Hırkanın saklandığı ve sergilendiği küçük bina kalabalığı kaldırmaz olur. Abdülmecid Han bu mübarek hırkanın şerefine, Fatih’te koca bir mahalleyi istimlak eder ve biblo güzelliğinde bir cami yaptırır. Bu uğurda şahsi servetini fedadan çekinmez. Belki de şu ferah mabedi böylesine sevimli kılan, temelindeki ihlâstır, kimbilir?



ASIRLIK GELENEK

Ve asırlık gelenek yaşar. Hırka-i şerif, gözü yaşlı aşıkların ziyaretgahı olur. Medine’ye, Mescid-i Nebi’ye ulaşamayanlar hasretlerini burada dindirmeye çalışırlar. Cami çalışanları şirin mescidi güllerle bezerler, ki tasavvufta gül O’na işarettir. Efendimiz’e!Hele Ramazan günleri civar coğrafya Hırka-i Şerif’e akar. Müminler kar demez, kış demez ziyarete koşarlar. Anadolu’nun dört bir yanından gelen aşıklar yaşlı gözlerle yüce Serverin kutlu mirasına bakarlar.Allahü teâlâ bizleri yalan dünyayı gibi görenlerden ve Resulü Ekrem’in (Sallallahü aleyhi ve sellem) şefaatine erenlerden eylesin!