KARIŞIK

11 Şubat 2016 Perşembe

Lal Baba Türbesi


erzurum.yakutiye

Erzurum Yakutiye İlçesinde, Gölbaşı Semti civarlarında Gazi Ortaokulunun yakınında bir türbe var. “Lal Baba Türbesi.”
Osmanlı döneminde büyük saygı gören, efsane ve menkıbelerde adı geçen Lal Baba hakkında fazla bir bilgiye ulaşamadık.  Kaynaklarda kanaat önderi, alim ve hekim olduğu hakkında bilgiler bulunan Lal Baba'nın bir rivayete göre 1840'lı yıllarda diğer bir rivayete göre ise 1200'lü yılarda yaşadığı sanılıyor. Her iki rivayetinde doğru olabileceğini söyleyen Tarihçi-Yazar Muzaffer Taşyürek'e göre ise Osmanlı dönemi menkıbelerinde adı geçtiği için 17. yüzyılda yaşadığı ağır basmakta.


2007 yılında Yakutiye Belediyesince Lal Baba türbesi çevresindeki evler sökülüp kaldırılmasıyla türbe meydana çıkarılmış ve çevresi bahçe olarak düzenlenmiştir. Türbede bulunan kitabede ise şunlar yazılıdır; "Hulusi kalb ile gel eyle gel can ziyaret. Abdulfettahi El Enisi bulup yaptı anı, hayıresi belirsiz olmuş iken bir nice sal budur hudaya mahsi matlab. Raht binaesi budur nakdi sarfi gayret eden Bolulu Mustafa Ağa himmetesi fehimi geldi tarih lafzı üzre bin ikiyüz altmış ikisi." 
Araştırmacı Yazar Muzaffer Taşyürek Lal Baba Türbesi hakkında şu bilgileri vermekte:
“ Zeki Başar bu ziyaret yeri için “Nene Hatun evinin arkasına düşen Kınakına Sokağı'nın gereksiz sokağa açıldığı yerin girişinde sağ taraftadır” tarifini yapmaktadır. Eskiden Lal Baba konuşmayan, dilsiz çocukların getirilip ziyaret edildiği bir yermiş. Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Yeri merhum Dr. Zeki Başar tarafından tespit edilmiş ve şu not düşülmüştür: “Halen Kınakına Sokağı'ndaki düz dam örtülü küçük bir kulübe halinde olan türbe veya mezar kaldırılmış olup, yerinde şoför Kaya'ya ait tek katlı mütevazı bir ev vardır. 2007’de Yakutiye Belediyesi tarafından tekrar gün yüzüne çıkarılan bu ecdat yadigarının yeri ile Zeki Başar'ın tarif ettiği yer arasında fark vardır. Bilge Seyidoğlu, Lal Baba ile Ebul Fettah Enisi'nin ayni kişiler olduğunu belirtmektedir.

Ahmedi Hani Türbesi

doğu beyazıt





1651 yılında doğan ve ölüm tarihi kesin olarak bilinmeyen Ahmedi Hani ye ait bir türbedir. Türbenin yanında sonradan birde cami yapılmıştır. Türbe Doğubayazıt’a 8 km. mesafede, İshak Paşa Sarayının üst kısmındadır. Bölgede en çok ziyaret edilen türbedir.
Ahmedi Hani ünlü “Mem-u Zin” adlı eserin yazarıdır. Hakkari Han köyünden Doğubayazıta geldiği söylenmektedir. Ahmedi Hani bu eserde, Emir Zeyneddin’in güzellikleriyle dillere destan olan Zin ve Sili adlı iki kız kardeşin Memo ve Taceddin adındaki iki gençle olan aşklarını şiir şeklinde anlatır. Eser aynı adla sinemaya da uyarlanmıştır. Bilgin ve edebiyatçı kişiliğiyle bilinir.
ahmedi hani türbesi
Yöremizin çok önemli şair ve filozoflarındandır. Babasının adı İlyas'dır.Han kelimesi Hakkari yakınlarında bulunduğu söylenen Han köyünden veya burada yaşayan Hani aşiretinden yada mensubu olduğu Haniyan ailesinden aldığı tahmin edilmektedir.Ahmedi Hani Doğu Anadolu'nun birçok bölgesini dolaşarak Arapça,belagat ve dini ilimleri okudu;ayrıca Astronomi ile ilgilendi.Bir süre bu bölgenin kültür merkezi olam Cizre'de yaşayan ve Mem-u Zin adlı eserini kaleme alanAhmedi Hani daha sonra eski Beyazıt'a gitti ve orada vefat etti.Yazma bir eserde 1707 yılında vefat ettiği ileri sürülmektedir.Halk arasında Veli olarak kabul edilen Ahmedi Hani'nin Doğubeyazıt'ta İshakpaşa Sarayı'nın yanında bulunan türbesi halen ziyaretgahtır.Sait Nursi'nin de gençliğinde kabrini ziyaret ederek ondan feyz aldığı nakledilir.
Başlıca Eserleri
1-MEM-U ZİN
Ana teması aşk olmakla beraber yöre halkının yaşayış biçimi ve ilişkilerini de iler.
2-NUBAHAR
Arapça-Kürtçe sözlük
3-İMAN AKİDESİ
İman esaslarını sunni görüşe göre işlediği eser.
4-ÇAR KUŞE
Her bir mısra dört ayrı dilde(Arapça,Farsça,Türkçe,Kürtçe)yazılan eserleri aşk,ayrılık,ve kavuşma temalarını işler.

ŞEYH MATAR (DÖRT AYAKLI MİNARE) 

CAMİİ (MERKEZ SUR İLÇESİ)



ŞEYH MATAR (DÖRT AYAKLI MİNARE) 

CAMİİ (MERKEZ SUR İLÇESİ)

Dört Ayaklı Minare ve Kasım Padişah isimleri ile de bilinen cami, Savaş Mahallesi, Yenikapı Sokak’ta bulunmaktadır.Minaresindeki yazıtından 906/1500 yılında ismini de aldığı Akkoyunlu Sultanı Kasım Bey tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Minarede bulunan kitabede “Âdil Sultan Kasım Han’ın saltanatı zamanında Hacı Ömer oğlu Hacı Hüseyin’in emeğiyle 906/1500 senesinde inşa edildi” yazılıdır.[1] Şeyh Matar Camii’nin minaresi hakkında Diyarbakır Salnâmeleri’nde İslâmdan önce yapılmış sağlam ve yüksek bir eser olduğu, fetihten sonra yanına cami inşa edilerek minare olarak kullanılmaya başlandığı bilgisi bulunmaktadır.[2]
Caminin yapıldığı alanın, Şeyh Mutahhar isimli bir kimsenin mezarının bulunduğu[3] arsa olduğu için, caminin Şeyh Mutahhar (Şeyh Matar) adıyla anıldığı söylenmektedir. [4]
Orhan Cezmi Tuncer, Şeyh Matar Camii’nin mimari yapısı hakkında şu değerlendirmelerde bulunmaktadır: “Tek kubbeli almaşık örgülü kare prizma gövde, silmeyle son bulur. Harimde, yanlarda üçer, kuzey ve güneyde ikişer penceresi olup tümünün iç ve dışında kemerle kapanan girintileri vardır. Bugün ikisi de kapatılmış olan kıble duvarı pencereleri içinden yanlara doğru yükselen merdivenlerle, doğu ve batı duvarı güney pencereleri üstüne yerleştirilen ve harim üst yarısına açılan ufak mahfillere ulaşılır. Son cemaat yeri doğu ucundaki kapıyla, mahfile bağlanır.
 Üç monolit kolona oturtulan kare kesitli minare bir sanat ve teknik gösterisidir. Gövdede almaşık örgüler köşelere varmadan kesilir. Üç ara silme gövdeyi eşit olmayan dört parçaya böler. Peteğin üst yarısından fazlası beyaz taştandır”.[5]
Cami, 1960 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce onartılmıştır.[6] Şeyh Matar Camii, Vakıflar Genel Müdürlüğü veritabanında “Şeyh Matar (Kasım Padişah - Şeyh Mutahhar) Camii (Dört Ayaklı Minare)” adı ve  21.00.01/019 envanter numarası ile “Türkiye Kültür Mirasları” arasında kayıtlıdır.[7] 
Arsa alanı 600 m², cami alanı 221 m² ve cemaat kapasitesi 500 kişi olan Şeyh Matar Camii’nin mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne aittir.[8]

[1]     Beysanoğlu, Anıtları ve Kitabeleri İle Diyarbakır Tarihi, II, 480
[2]     Diyarbakır Salnâmeleri, III, 98, 222.
[3]     Diyarbakır Salnâmeleri, IV, s. 210.
[4]     Yılmazçelik, XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır, s. 60; Beysanoğlu, Anıtları ve Kitabeleri İle Diyarbakır Tarihi, II, 480.
[5]     Tuncer, “Diyarbakır Camileri”, s.  216–217; Ayrıca bkz. Cantay, “Akkoyunlu Cami Mimarisinin Osmanlı Cami Mimarisine Etkileri”, II, 470.
[6]     Bizbirlik, 16. Yüzyıl Ortalarında Diyarbekir Beylerbeyliği’nde Vakıflar, s. 43.
[8]    Diyarbakır İl Müftülüğü Cami Kütük Defteri, s. 11.
AHMET KUSEYRİ ( 1470-1549 ) 




Tarihi görevi iç ve dış güvenliğimiz açısından halkı irşad ederek eğitmek ve devlete vezir yetiştirmek olan Halvetilerden Şeyh Abdurrahmanın oğlu…
Orijinal adı halk arasında Şıh Köyü, bugün ise Şenköy’de bulunan külliyeden geriye sadece bir cami, türbeler, tuğ ve sorguçlarla asırlardan beri dilden dile söylene gelen menkıbeler ve kerametler kalmıştır. Şenköyün cami ve tekkesi 1464 yılında, Fatih Sultan Mehmet Hanın büyük oğlu ve Cem Sultanın ağabeyi ikinci Bayezid-i veli döneminde yapılmış.
Kuseyriler yüzyıllardır bölgede meskûn ve Suriye Selçukluları olarak bilinen İlbeylileri eğitip, Hicaz yolunu güven altına aldılar.
Ahmet Kuseyri 1470(!) tarihinde bu köyde dünyaya geldi. Eğitimini bir ilim ve ticaret merkezi olan Antakya’da tamamladı. Zeki, girişken ve üstün yetenekleri olan bir çocuktu. Temel eğitimini babasından alırken en çok İmam Gazali ve Endülüslü alim Muhyiddin-i Arabiden etkilendi.
Kısa bir süre içinde, yaşadığı onbeşinci yüzyılın bütün batıni ve zahiri ilimlerini öğrendi. Hayatlarını ilme ve kitaba adamış akademik bir çevrede yetişen Ahmet Kuseyri’nin eğitiminde amcası Şeyh Ali’nin özel emeği vardır.
Mevlana hoşgörüsü ve fikri derinliği içinde Tasavvuf düşüncesi ve mutasavvıflar onun ilgi odağı oldu. Çevresinde gelişen sosyal, tarihi ve ilmi gelişmelerle yakından ilgilendi. Dergâhına gelen binlerce talebeyi yıllar boyu yedirip içirdi ve karşılık beklemeden dersler verdi.
Bu köyde kurulan tekkede açlar, fakirler ve yolcular doyuruldu. Müslim ve Gayrı Müslim misafirler burada izzetle ve hürmetle ağırlandı.
Ahmet Kuseyri, devrin alimleri arasında ” Kutbuzzaman ” olarak anıldı.
1517′ de Yavuz Sultan Selim maiyetinde, Hatay bölgesinden katılan gönüllü süvari birlikleriyle meşhur Mısır Seferine katıldı. Umudunda Dünya İslam Birliği vardı. Meydan muharebelerinde dualarıyla askeri coşturdu. O at üzerinde dua eder padişah, vezirler ve komutanlar “Amin!” derdi. Bugün mezarı başında dikili duran tuğ ve sorguçlar Rıdaniye zaferinin canlı hatıralarıdır.
Ahmet Kuseyri 1520 yılında sade bir törenle Halveti tarikat halifesi oldu. Hayatı boyunca etrafında okuttuğu talebeler ve sofrasından misafirler eksik olmadı.
Antakya’nın Zincirli medresesinde tefsir, hadis, fıkıh ve tarih dersleri verirdi.
Habib-i Neccar kürsüsüyle, vilayet merkezi Halepte Hz.Zekeriya mimberinden verdiği hutbeleri dinlemek için uzak şehirlerden kalabalık dinleyici kitleleri gelirdi. Her çevreden sohbetleri büyük rağbet görürdü.
1545 yılında Halep valisi Ferhat Paşa ile görüştü. Ahlakı ve ilmi otoritesiyle güven telkin etti.
Bir fermanla Kuseyr mıntıkasına Mütesellim tayin edildi.
Devlet adına bölge güvenliği, asayiş, adalet ve imardan sorumlu oldu. Toplum huzuru ve birliği bozmaya yönelik her türlü eylem, akım ve alışkanlıkları ortadan kaldırdı.
Başarılarından ötürü başkent İstanbul’a davet edildi. Kanuni Sultan Süleyman’ın divan sohbetinde bulundu. Devlet erkânına yaptığı nasihat ve telkinleri hüsn-ü kabul gördü. Padişahın iltifatlarına ve lutfuna mazhar oldu. Devlete ve halka yaptığı hizmetleri dolayısıyla ona rütbe ve nişanlar verildi.
Ayrıca devlet adına yetkilerle donanan Ahmet Kuseyri’ye zeamet olarak Kuseyr yaylasındaki Fenk köyü, Harbiyede Kızlar değirmeni ve hububat ekilen çiftlikler verildi.
Kuseyrilerin Şenköy’deki dergâhı bugün dahi gariplerin yoksul ve misafirlerin ilticagahı olmayı sürdürmektedir.
1549 yılında ebedi âleme uğurlandı. Türbesi Şenköyünde ve babası şeyh Abdurahmanın yanındadır.
Hizmetlerle müzeyyen uzun bir ömrü, ehl-i hal olarak yaşadı ve yazılı bir eser bırakmadı.
AHMET KUSEYRİ MENKIBELERİ
Çocukluğundan vefatına kadar hakkında çok değişik menkıbeler anlatılır. Girişken ve akıllıdır. Dik başlıdır. Daha sekiz-dokuz yaşlarında ve Antakyada okumaktadır. Sisli ve yağışlı bir günde O şehirden köye dönmek ister. Yol boyunca Kuseyr dağlarında her tür vahşi hayvana rastlamak mümkündür. Söz dinlemeyen Ahmet, Antakyadan yola çıkar ve Harbiye üzerinden Şeyh köyüne doğru dağ bayır hızla yürümeye başlar. Amcası da Onun güvenliği için uzaktan gizlice takip ederek peşinden gider.
Ancak bol ağaçlı bir vadide Ahmet, gözden kaybolur. Az sonra da Amcası gördüğü manzara karşısında dehşete kapılır. Ahmet cüz torbası boynunda olduğu halde iri bir kurdun sırtında köye doğru neşeyle gitmekte olduğunu görür. Amcası şaşkınlık içinde “La Havle!” çekerek ardı sıra şaşkınlıkla bakakalır.
Yayladağı yolu üzerindeki bu vadinin adı bu gün dahi Kurt Deresi’dir.
Ertesi gün gördüklerini Ahmedin babasına anlatıyor.
- Bugünden itibaren ben bu çocuğun derslerine son veriyorum. Ona öğretecek başka bir şeyim kalmadı. Diyor.
Şeyh Ali camii yanında diğer mollalarla birlikte Medrese eğitimine başlıyor. Girdiği her imtihanda en başarılı talebe oluyor. İlim dallarında ilgi sahası gittikçe genişliyor.
Delikanlı yaşlarında ağırbaşlı bir genç profili çiziyor. Tam bir kitap kurdudur. Tıp, tasavvuf, tarih ve içtimaiyat(Sosyoloji) ilimlerine vakıf oluyor.
Babası Ahmet Kuseyriye ilmi ve yetenekleri nedeniyle hırkasını giydirdi, eline asayı verdi ve Onu Halife ilan etti. Böyle bir devir teslim Halveti geleneğiydi.
Merhum Dr. Edip Kızıldağlı da Ahmet Kuseyri hakkında Hızır Aleyhisselamı gördüğüne dair iki menkıbe rivayet eder.
Padişah Kanuni Sultan Süleymen Onu İstanbula davet eder. Uzun yolculuğunda yine kerametlerle, olağanüstülüklerle bezeli menkıbeler anlatılır. Gerçi, menkıbeler için Şeyh uçmaz da mürid uçurur derler(!).
Osmanlı padişahı muhteşem Süleymanın huzurunda itibar ve iltifata mazhar olur.
HİZMETLERİ
Amet Kuseyri İstanbuldan Yayladağı yolu üzerindeki Şeyh Köyüne döndükten sonra yine öğrenci yetiştirmeye devam eder. Vaaz ve nasihatlarıyla halkı uyarır, aydınlatır, irşad eder.
Bölge mütesellimi olarak ihtiyacı olan yerlere yol, medrese, mescit ve çeşmeler yaptırır. Altınözü ilçemizin içinden geçen Kuseyr Çayı üzerinde yaptırdığı taş köprü, bugün dahi güvenle kullanılmaktadır.
Babasından yirmi dört yıl sonra 1549 yılında Şeyh Ahmet için Emr-i Hak vaki oldu. Emaneti ölüm meleğine teslim etti. Kendisinden sonra hizmetlerini büyük oğlu Kamil, Halveti şeyhi olarak sürdürdü. Sonra torunu İsmail. Şeyh köyündeki Ocak hiç sönmedi.
Aradan beş asır geçti ama yöremizde hakkında anlatılan menkıbeler dilden dile nesilden nesile saygıyla ve hayranlıkla anlatıla geldi.
Türbenin portalindeki oyma Kufi satırları tekrar okuyoruz.
“Samedana bedel Savranlı Şeyh Ahmedin makamına kim iltica ederse biiznillah pişman olmaz!”
Bismillahla eşiğine yaklaşıp Ona ihlasla iltica ediyoruz. Beş asırdır O hizmetleriyle anıldı ve tıpkı Davud-u Antaki ve sabakdaşı Harbiyeli tabip Yusuf Hekim gibi hiç unutulmadı. Arada nice zenginler, Ağalar-beyler, Derebeyler, Zalimler-zorbalar, komutanlar, siyaset adamları ve hatta devletlerin sabun köpüğü misali kayboldukları ve unutulduklarını düşündük.
Ahmet Kuseyri ise iyi ahlakı, ilmi kariyeri, cömertliği, adil ve kerim bir devlete sadakatle hizmet etmesiyle ebediyete aday olduğunu gördük, Onu örnek aldık ve Ona imrendik.
Şeyh köyünden hüzünle ayrılırken dilimizde Antakyalı Hattat Hacının beyitleri dolaşmaya başladı.
“Olmuş Kuseyri şöhreti,
Şeyh Ahmet ism-i devleti.
Var evliyaya himmeti,
Mihr-i saadet ittisam!”
HAMZA BABA TÜRBESİ..MANİSA








Er ve Erenler, mana âleminde gezer, “Güneş’e bakma gözün yanar, ayna tut ışık olsun” derler. Evrensel programdan, kendilerine bildirildiği kadar, bilgi sahibidir, düşünce adamıdır, bilge kişilerdir. Bunlardan birisi de, Horasanlı Hamza Babadır.
Seyhun Havzası’nın Kuzeydoğusu’nda Yesiye’ye 2 km uzaklıkta bulunan Salhayır Köyü’nde 1250 yılında dünyaya geldiği söyleniyor.
Babası Oğuzların Oymak Beylerinden İlyas Beydir. Annesi, Hatun Ana olarak anıldı.
Anadolu’ya geldiğinde ilk yerleşim yeri olarak Baba Dağı seçmiş. Daha sonraları, insanlara daha yakın olmak isteğiyle Hıdırlık mevkiine inmiş.
Hamza Baba, ilk eğitimini Hoca Ahmet Yesevi Dergâhında aldı. Hacı Bektaşi Veli Dergâhına gönderildi. 1240–1270 yılları arasında, dergâhta aldığı eğitim onu olgunlaştırdı. Onun, yetiştiğini ve bilgelik yolunda ilerlediğini anlayan Hacı Bektaşi Veli, “Babalık Töreni” hazırlar. Hamza Baba’ya hırka giydirilir, “eline, beline, diline sahip ol” diye kemer bağlanır ve sembolik eşyalar verilir.
Hacı Bektaşla dostluk kurduğu, onun duygu ve düşüncelerini benimsediği bilinmektedir.
Kendisine verilen icazetname (yetki belgesi) ve berat, Babalar tarafından imzalanır. Hünkâr da tuğrası ile onaylar. Saruhanoğlu İli’ne irşat ile görevlendirilir.
Her Bilge adamın etrafında üçler, yediler ve kırklar meclisi bulunur. Duygu ve düşüncelerini, kendisindeki bilgiyi ışık olarak insanlara aktarmıştır. İnsanlara sevmeyi öğretmiştir. Kendisine iltifatlar ve övgüler düzülmüş, toplum da saygı görmüştür.
Hamza Baba, Hünkâr’ından izin alıp kırk dervişi ile Suluca Karahöyük’ten Manisa’ya doğru yola çıkar. İlk olarak Baba Dağı’na gelir. Kırlar Tepesi’nde kalır. Orada cem tutar, semah dönerler. Dervişlerinden Sümbül Arap, Hakk’a yürüdüğünde, artık kalmanın gereği yok deyip sırtını dayadığı kızıl kayayı “Ya Hak” diyerek fırlatır. Kayanın düştüğü yeri yurt edinirler.
Hıdırlık’da dergâhını inşa eder. Orada bulunan bir mağarada kırk gün çile çeker. Hamza Baba, bu dönemde Saruhan Bey ve torunları ile birlikte olur, dergâhını oluşturur. Alevi Türk töresini yaymaya çalışır.
Çevredeki insanlar, dergâha gelip gitmeye başlar. Etrafındaki sevgi çemberi gittikçe çoğalır. Yolcular, aç ve fakir insanlar dergâhın kazanından yemeklerini yer ve orada barınmaya çalışırlar. Burada ilim ve irfan öğrenmeye başlayan insanların sayısı artar.
Hamza Baba’nın binlerce müridi olur. Bu durumdan rahatsız olan papazlar ve bazı ulemalar, Hamza Baba’yı Nif Bey’i Ali Paşa’ya şikâyet ederler.
Ali Paşa, dergâha gelir. Orada sevgi ve saygı ile karşılanır. Ona, Ahmet Yesevi ve Hacı Bektaşi Veli’nin dünya görüşü ve felsefesi anlatılır. Ali paşa memnun olur. Dergâhın faaliyetine izin verir, yeni gelenlere birkaç parça araziyi de bağışlar.
Hamza Baba’nın ünü yayıldıkça, onu Ali Paşa’ya şikâyet edenler bu defada seslerini duyurmak için Saruhan Bey’in makamına çıkarlar...
Hamza Babanın ününün yayılması Manisa’da bulunan Saruhan Bey’in kulağına kadar gider. Hamza Babanın, huzura getirilmesini emreder. Bey gerçeği araştırmak için bir manga askeri dergâha gönderir. Askerler, Hamza Baba’yı ekin ve bostanların içinde görürler. Ekilen tohumlar onun ellerinde yetişmekte ve kısa zamanda ürün vermektedir. Bu kerametten, meyvelerin kendilerine ikramından etkilenen askerler orada kalır ve onun öğrencisi olur.
Saruhan Bey tedirgindir. Vezirlerini toplayarak, Hamza Babanın mutlaka getirilmesini emreder. Vezirler, Bey’in emrini Hamza Babaya söyler, kendisinden ricada bulunurlar. O ‘da “Haydi dağlar ben Manisa’ya gidiyorum, siz de gelin” der...
Hamza Babanın arkasından, dağlar, kayalar ve ağaçlar yürür. Durumu gören vezirler şaşkınlık içindedir. “Hocam ne olursunuz, dağları durdurun, yoksa Manisa’yı dağların altında bırakacaksınız” derler. Hamza Baba, sırtını köyün altındaki kayalara dayar. Dağlara: “Ben durdum. Siz de durun” der. Dağlar durur, her şey eski düzenine kavuşur.
Hamza Baba, Manisa da Saruhan Bey’in huzuruna çıkar. Bey sevinçlidir. Hamza Babayı misafir etmenin, Dünya gözüyle bir Erene kavuşmanın mutluluğuna yaşar. Bilge kişinin ağzından akıp gelen bilgileri yudumlar, manevi sarhoşluk içinde kalır.
Hamza Babadan mucize göstermesi istenir. Keramet zordur. Hamza Baba: “mucize gösterirsem, postu terk ederim. Benim için bir türbe yaptıracağına söz verirsen olur” der.
Bey, dalından yeni koparılmış Sultani üzümü istemektedir. Mevsim kıştır, Spil dağından rüzgârlar esmektedir. Üzüm bağlarındaki asmalar kış uykusundan henüz uyanmamıştır.
Hamza Baba: “Emredersiniz beyim, nefes bizden, vermek Allah’tan” diyerek yaverini arka bahçedeki asmaya göndermesini ister. Yaver elinde bir sepet üzümle döner.
Saruhan Bey, gördükleri karşısında Hamza Baba’nın gerçek bir eren olduğunu anlar. Ona bağ, bahçe, tarla ve değirmen verir. Vakıf kurmasını söyler. Dost olurlar.
Hamza Baba, bir müddet sonra Saruhan Bey’in huzuruna çıkar. Vedalaşmaya geldiğini ve Allah’a kavuşacağını söyler: “Ben gittikten sonra dergâha ve dervişlere zarar gelmesin” der.
Saruhan Bey söz verir. Yazılı fermanı onaylar. Vedalaşmadan sonra konuk odasına çekilen Hamza Baba, Hakk’ın rahmetine kavuşur.
Saruhan Bey, Hamza Baba için kentin en güzel yerinde bir türbe yapılmasını emreder. Dervişleri ise tabutu dergâha götürmek ister. Tartışma çıkar. Konuk odasına iki tabut konur. Birisinin üzerinde Saruhan, birisinin üzeride dergâh yazılır.
Sabah olduğunda Hamza Baba’nın dergâh yazılı tabutta olduğu görülür.
Köyden gelenler onu, son yolculuğunda yalnız bırakmaz ve naşı ile birlikte köylerine döner. Hamza Babanın türbesi yapılır. Hamza Baba Köyü’nde, şimdiki türbenin bulunduğu yere gömülür. Türbenin Osmanlı padişahlarından II. Murat zamanında yapıldığı söylenir.
Türbeyi yapan Usta Mimar oğlu, yapılan masraflara kızar. Ölü için bu eseri yapmaya değer mi der. Bir rüzgâr çıkar. Usta Mimar oğlunu havaya uçurur.
Şaşkınlık içindeki usta Hamza Babaya yalvarır. Duası kabul edilir ve onun yumuşak elleriyle yere indirilir.
Hamza Baba Köyü, Kemalpaşa İlçesi’ne bağlı. İlçeye 35, Turgutlu’ya 13 km uzaklıktadır. Muhtar Halil Topbaş, 58 yaşında. Tarımla uğraşıyor. Kiraz ve zeytin üretiyor. Arazileri yok. Evli, 3 erkek çocuğu var.
Köy, orman içi alanda kurulmuş. Öğrenciler taşımalı sisteme tabi. Köyde 2 kahvehane var, birisi köy muhtarlığına ait. Bakkal dükkânı ve işyerleri yok. 2 Büfe gelenlerin ihtiyacını karşılıyor. Köylü gariban. Hamza Baba Türbesi’ni ziyarete gelenlerin yardımıyla geçiniyor. İzmir Özel İdaresinin yardımlarından faydalanmaya çalışıyorlar. Her hangi bir yatırım, Köye ve köylüye iş sahası yok. Orman idaresi, köylünün elinden tapulu arazisini almış. Tarım yaptıkları arazileri de ormana katmış.
Hamza Baba Türbesi’ne Haziran-Temmuz-Ağustos ve Eylül aylarında ziyaret başlıyor. Yılda 25-30 bin kişi geliyor. Hafta sonu gelenler çoğunlukta. Hamza Baba Ağustos ayının son Pazar günü anılıyor. Köye, sanatçılar ve konuklar geliyor. O gün, alevi kültüründen örnekler sunuluyor. Şairler şiirlerini okuyor. Halk ozanları da sazlar eşliğinde atışmalarda bulunuyor. Hamza Baba Türbesi’nin bulunduğu köy meydanında asırlara uzanan 9 çınar ağacı var.
Köyün dışında ise; Hamza Baba Yarenleri olarak bilinen Davud Dede, Perişan Dede ve Gözçü Dede’nin mezarları var. Onlar da ziyaretçilerin ilgisini çekiyor.
Hamza Baba Türbesi ve Köy, dinsel amaçlı turistik bir yer haline gelebilir.
Ali Haydar AKSAKAL


Kötekli Türbesi – Samsun

Kötekli Türbesi – Samsun



Ladik’in 4 kilometre Doğusunda Ladik- Amasya yolunun solunda yer alan Aşağıgölyazı Köyü’ne ait köymezrası içerisinde tepe üzerinde bulunmaktadır..
TARİHÇE: Halk arasında “Kötekli” şeklinde anılan türbeye ait herhangi bir kitabe bulunmadığından türbenin tarihi hakkında bilgi edinilememektedir.
MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Türbe; Karadeniz’e özgü ahşap yapı tarzında iken son yıllarda betonarme olarak yenideninşaa edilmiştir. Çatısı betonarme olan türbenin dış ve içi sıva üstü boyadır. Türbe içerisinde 1 adet ahşap sanduka bulunmaktadır. Türbenin çevresinde 3 büyük pelit ağaç bulunmaktadır.
RİVAYET: Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Kötekli Türbesi hakkında çeşitli rivayetler anlatılmaktadır. Dört tarafı tarla içerisinde bulunan Türbe’nin isminin Kötekli olması, türbeye saygıda kusuredenlerin başlarına çeşitli belalar gelmesinden kaynaklandığı ileri sürülmektedir. Yılın en sıcak zamanlarında bileTürbe’nin bulunduğu alanın şiddetli rüzgârlarla serin halde olması Türbe’ye ayrı bir gizem katmaktadır. Türbe’ninçevresindeki alan ise köylüler tarafından Türbede medfun bulunan zatı rahatsız etmemek için ekilmemektedir.Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak, hasta olanlar içinde Allah’ın (c.c) izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir.

hz.şabe..

hz.şabe..



Tabiin’den mi yoksa sahabe den mi olduğu hakkında ihtilaf vardır.
Bir rivayete göre ; Bizans imparatoruyla yapılan bir anlaşma ile İstanbul’a girmelerine müsaade edilen sahabilerin şehri gezip Ayasofya’da namaz kıldıkları ve sonra şehirden çıkacakları sırada Bizanslı askerler tarafından saldırıya uğrayıp şehid düştükleri rivayet edilir ki bu sahabiler arasında Hz.Şu’be (r.a.) da varmış.
Hadikatül Cevami’de de şöyle yazıyor ;Hz. Şu’be’nin kabri eğrikabı semtinde Avcı Mehmet bey Mahallesinin Şişhane sokağındaki mescidin karşısında bulunan mektebin avlusundadır. Bu türbeyi tersane emini Mustafa efendi tamir ettirmiştir.Hazret-i Şu’be Tabiindendir.hz sube 3
Bununla beraber İbni Hacer askalani ”el-İsabe Fi Temyiz-is Sahabe”adındaki eserde Şu2be adında iki zatın varlığından söz ediliyor (C.2 s162-166)
– Şu’be İbni Tevem ..Hz. Ömer(r.a.) devrinde doğmuş olup tabiindendir.Nerede ne zamn öldüğü belli değildir.
– Şu’be İbni Tahim ibni Umeyr et-Tahevi.. Ölüm tarihi ve nerede gerçek hayatının geçtiği belli değildir. sahabedendir.
Herşeyin doğrusunu Cenab-ı Allah bilir.
Hz. Şu’be’nin Kabri şerifi 18. yy sonlarında tersane amiri Emini Mustafa Efendi tarafından tamir edilmiştir.
Kitabesi şöyledir ;
”Haze’l-merkadü’ş-şerif min Ashabi’l-Kiram Şu’be radiyallahu Teala anh ve nefe’anallalu bi-şefaatihi sene Hicret-i 46”
İki tarafında bulunan niyaz pencerelerinin üzerinde iki ayrı kitabede şunlar yazar ;
”Şefaat eylesin dersen Resulu
Ziyaret eyle Ashab-ı suru”hz sube 4
Kaynaklar;
İstanbul’da Bulunan Ashab-ı Kiram kabir ve makamları ; Cafer E. Babadağlı ; Sarayburnu Kitaplığı
İstanbul ve Anadolu evliyaları ,M. Necati Bursalı ; Şifa yay

Şeyh Muhlis Baba

Şeyh Muhlis Baba 


Bilecik – Orhangazi camii yanındaki Şeyh Edebali türbesi içerisinde


Osman Gazi döneminin tanınmış şeyhlerinden biridir Hak aşığı Muhlis Baba. Karamanoğullarının diyarını yurt tutmuş, Osman Gazi’nin fetihlerine katılmıştır.
Duası kabul gören , ehli sülük , büyük kerametler ve yüce makamlar sahibi bir hişiliktir. Yüce Allah azizi sırrını mukaddes kılsın.

ÜÇPINARLI HAYRETTİN HOCA TÜRBESİ

ÜÇPINARLI HAYRETTİN HOCA TÜRBESİ

      Üçpınarlı hayrettin efendi Balıkesir velilerindendir mübarek kabir Balıkesir Kayabey mahallesinde kayebey camisinin bahçesindedir.Fatih sultan Mehmet ile oğlu Sultan Beyazıt döneminde yaşamış alimlerdendir Kutbül Arifindir.


Üçpıarlı Hayrettin efendi

Üçpınarlı Hayrettin efendi

KIZ DEDESİ

KIZ DEDESİ

Yatır Muharrem Hasbi Koray lisesi karşısında bulunmaktadır.Bu mezar Sultan Beyazıt'a hocalık yapmış değerli bir alim olan Hoca Sinan efendiye aittir.1930 lu yıllarında burası garipler mezarlığıydı yakınlarının ziyarete gelen okuma yazması olmayan bir kişi bu türbenin kapısının üzerinde bir ad olmadığını görüp gelişi güzel seçtiği bir mezar taşını bu türbenin üstüne koyar. Bu mezar taşı bir bayana ait olduğu için daha sonraki yıllarda türbe Kız dedesi olarak anılmaya devam eder.

Kız dedesi

BARDAK KIRAN DEDE..balıkesir

BARDAK KIRAN DEDE


  Balıkesir Dinkçiler mahallesinde bulunmaktadır kimliğiyle ilgili bilgi yoktur. sadece savaşlarda askerlere su dağıtan birisi olduğu rivayet edilmektedir.

  Halk özellikle hıdrellez günleri ziyaret eder dilek ve dualarda bulunurlar. Dileklerini bazıları kağıtlara yazar kabir üzerine bırakırlar bazıları ise çaput şeklinde etrafında ki ağaçlara asarlar. 1 yıl sonra ise bu duaları kabul olanlar testi ve bardakları kabir üzerinde kırarak adaklarını yerine getirirler.

     Her zaman ziyaret edilen bu yatır 5 mayıs'ı 6 mayısa bağlayan gece büyük ziyaretci akınına uğramaktadır. Etrafında hayırseverler tarafından lokmalar dökülmekte, topraktan yapılmış testi ve bardak satıcıları gelmektedir. Ziyaretler isesabahın ilk ışıklarına kadar devam etmektedir.













İBRAHİM DEDE balıkesir..

İBRAHİM DEDE 
balıkesir..
Halk tarafından Allah(CC) kabul edilen İbrahim Dedenin kabri  Sındırgı Hisaralan köyünde bulunmaktadır.


İbrahim dedeyle ilgili köylüler tarafından anlatılan Menkibesi: Vaktiyle hizmetini yaptığı zengin bir  Ağa, hacca gitti ve orada bir gün canı helva istedi  Onun bu arzusu İbrahim Dede’ye malum olunca koştu ağanın hanımına. 
- Bir sahan helva yapar mısın? 
- Olur, ama ne yapacaksın? 
- Birine göndereceğim. 
O esnada Ağa, Mekke’de, çadırında namaz kılıyordu. Selam verince, bir sahan helva gördü yanında.Yeni pişmiş, sıcacık. 
“Biri bırakmıştır” diye düşündü. Afiyetle yiyip dua etti gönderene. 
Ancak sahan yabancı gelmedi ona.“Bu, bizim sahana ne kadar da benziyor” diye geçirdi içinden. Ve hacdan döndü... 
Hanımı, eşyaları arasında helva sahanını görünce şaşırdı. 
Ve sordu hayretle: 
- Bu sahan evdeydi. Sende ne arıyor? 
- Evde miydi? 
- Evet, ben bununla helva yapıp, İbrahim Dede’ye vermiştim. O günden beri bu sahanı arıyorum. 
Ağa da olanları anlatınca bilmece çözüldü.
( İbrahim dedeye hürmeten köyde davul çalınmaz ve köylüleri tarafından yılda iki defa adına hayırlar yapılır)

İbrahim dede türbesi
İbrahim dedenin türbedarı

İbrahim dedenin kabri


ARAP KILCI DEDESİ ..balıkesir

ARAP KILCI DEDESİ ..balıkesir

Aygören mahallesinde eskiedremit yolu ile yenisi arasında emin ağa caminin hemen altında çıkmaz arada bulunmaktadır.
Osmanlı devletinde konar göçer yörükler vergiye tabi unsurlardır. Yörüklerin arasında karakeçili yörükleri Osman beyin aşiretinden olduğu için ayrıcalıklı görülen her zaman farklı tutulan aşirettir. Yörüklerin vergilendirilmeleri mal,hizmet yada para olarak alınmaktadır. Bu vergiler yörükhan zabitleri denilen kişiler tarafından toplanır ve devlete iletilirdi.Karakeçili yörüklerinin vergilerinin  önemli bir kısmı mekke ve Medine gibi kutsal yerler için harcanırdı.Bunun için Karekeçili yörüklerine Harmeyin, Muhteremeyn aşiretide denilirdi.
     Balıkesir çevresindeki Karekeçili yörükleri devlete vergi olarak "Kıl" verilirdi her yıl belli aralıklarla Balıkesir abahanesine merasimle bu kıllar teslim edilir ve burada imal edilen abalar osmanlı ordusuyeniçeri ve sipahi askerleri için kullanılırdı.  Karekeçili yörüklerine Balıkesir seriyye sicillerinde "kıl donlu cemaat" de denilirdi.Vergi düzeni içerisinde kılların toplanması abahaneye satılması elde edilen paranın götürülüp mekke ve Medine gibi kutsal  yerlerde harcanması için bir görevli bulundurulurdu.Genellikle seyyid ve şerif olan bu görevlilere Hacı yada Nakib-ül eşraf denilirdi.Bu zatlar Hz.Peygamberin soyundan gelen seyyit ve şerif olanların hizmetiyle görevli oldukları için halk arasında büyük hürmet görürlerdi.
 Burada yatan zat "kıl" vergisinin yönetimiyle görevli olan muhtemelen Hz Pygamberin soyundan gelen kişidir.Kılcı arap hacı olarak anılan bu kişi zamanla Arap Kılcı dedesi olarak bilinmeye başlamıştır.  

ARAP KILCI DEDESİ
ARAP KILCI  DEDESİ

KABAKLI BABA TÜRBESİ:balıkesir

KABAKLI BABA TÜRBESİ:balıkesir

   Balıkesir merkeze 15 km uzaklıkta kabaklı köyünde bulunmaktadır.  Rivayetlere göre hacca giden tarla sahibi hizmetçisine buğday ekmesini söyler ancak bu yerlere kabak eken kişi hac dönüşü buğday ek dediği yerlerde kabak görünce kızar ve kabağa sopayla vurur.kabak kırılır içinden ise buğday çıkar.diğer kabaklardan da çıkınca tarla sahibi bu zatın ermiş olduğunu kabul eder. Bu ermiş zat ölünce mezarıda buraya yapılır.köyün adıda kabaklı köyü olarak kalır.
      Bu kişinin 5-6 yüzyıl önce Arabistandan gelme biri olduğuda söylenmektedir.Bundan dolayı Arap dedesi de denmektedir.
KABAKLI BABA

KABAKLI BABA