KARIŞIK

22 Mayıs 2016 Pazar

Seyyid Emir-I Külal Hz. (1284-1370)Özbekistan

Seyyid Emir-I Külal Hz. (1284-1370)özbekistan





683 (1284) yılında Buhara’nın Sûhârî köyünde doğdu. Bütün hayatını orada ve Buhara’nın diğer bazı köylerinde geçirdi; dolayısıyla onun, Hâcegân’ın “sefer der-vatan” prensibine sadık kaldığı söylenebilir. Babasının adı Emîr Hamza olup kendisinin asıl adı bilinmemektedir. “Emîr” lakabı Hazret-i Peygamber’in neslinden olduğuna, Buhara’nın Farsça (veya Tacikçe) lehçesinde “çömlekçi” mânasına gelen “Külâl” kelimesi ise mesleğine işaret eder. Çömlekçi demek… Çömlek yapardı çünkü, çömlek satardı. Neden?.. Helâlinden yemek için, baska geliri olsa bile helâlinden kazanmak için… Emîr Külâl Hazretleri, Muhammed Bâbâ Semmâsî’nin talebesi ve Behâeddîn-i Buhârî Nakşibend Hazretleri’nin hocasıdır.
Emîr Külâl Hazretleri’nin boyu uzun, kolları geniş ve uzunca idi. Kaşları çatık, rengi esmer, sakalının pek az beyazı vardı. Çok mütevazı ve mahviyetkârdı. İ’tirâz ve inâd bilmezdi. Gençliğinde pehlivandı. Şeriat, tarikat ve ma’rifeti nefsinde cem’etmişti. Ana rahmindeyken, annesi şüpheli bir lokma yediği zaman Emîr Külâl Hazretleri, deprenerek ikaz edermiş.
Emîr Külâl gençliğinde, Buharalılar’ın güreşi bid’at saymalarına, özellikle kendisi gibi bir seyyide yakıştıramamalarına rağmen güreşmeyi çok seviyordu. Rivayete göre bir gün Râmîten köyünde güreşirken Hâcegân silsilesi büyüklerinden Muhammed Baba Semmâsî’nin yolu oraya düşmüş ve güreşçileri uzun uzun seyrederken maiyetindekilerden birinin bu duruma hayret ettiğini sezince, “Bu güreş alanında sohbeti bir hayli insanı kemale erdirecek biri var, ben onu seyrediyor ve onu avlamak istiyorum” demiş, bir müddet gözlerini Emîr Külâl’e dikmiş, sonra da yoluna devam etmiştir. Bunun üzerine Emîr Külâl derhal güreşi bırakıp şeyhi evine kadar takip etmiş ve Semmâsî onu manevî evlât olarak kabul etmiş, kendisine tarikat âdabını öğretmiştir. Bu olaydan sonra Emîr Külâl yirmi yıl kadar Semmâsî’nin halkasına devam etti. Şeyhinin yanına gitmek için her pazartesi ve perşembe günü Sûhârî köyü ile Semmâs köyü arasındaki mesafeyi zikir yaparak katederdi. Onun manevî yetiştiricileri arasında, o dönemde Hâcegân’la içice bulunan Yesevî tarikatından Seyyid Ata’yı da zikretmek gerekir.
Kemale ulaştıktan sonra Emîr Külâl, Semmâsî’nin daha bebekken manevî evlât olarak kabul ettiği Bahâeddin Nakşibend’in tasavvufî terbiyesiyle görevlendirildi. Mevcut kaynaklardan bu terbiyenin merhalelerini takip etmek pek mümkün değildir. Ancak Fahreddin Ali’nin kaydettiğine göre bu vazifeyle görevlendirildikten bir süre sonra Emîr Külâl, Sûhârî’de yapılan bir camiye tuğla taşımakta olan Hâce Bahâeddin’i çağırıp, “Ruhaniyetinin kuşu beşeriyet yumurtasından çıktı” diyerek ona sülûkünü tamamladığını bildirmiştir. Şâh-ı Nakşıbend KS yetiştiğinde: “Oğlum Bahâeddin, göğsümde ne varsa sana aktardım. İsti’dâdın yüksektir. Var ulu kişi ara, me’zûnsun.” buyurdular. Hâce Bahâeddin, Emîr Külâl’in halkasından ayrıldıktan sonra başka şeyhlerden de faydalanmış olmakla birlikte Emîr Külâl onun ilk ve en önemli mürşididir. Nitekim Abdurrahman-ı Câmî, Bahâeddin’in “nisbet-i sohbet taallüm-i âdâb-ı sülük ve telkîn-i zikri’nin Semmâsî’den olduğunu vurgular.
Emîr Külâl’in Timur’un mürşidi olduğu veya ona müsbet baktığı yolundaki rivayetler sağlam bir kaynaktan gelmeyip sadece Timur’a atfedilen sıhhati şüpheli hâtıralara dayanmaktadır. Torununun oğlu Mevlânâ Şehâbeddin, Emîr Külâl’in Timur için dua etmekten çekindiğini ve onu Semerkant’ta ziyaret etmeyi reddettiğini söyler. Bazı araştırmacılar, bir müddet Timur’un yanında kalan ve daha sonra Şehr-i Şebz’de vefat edip oraya defnedilen Şemseddin Külâl’in, Emîr Külâl ile aynı kişi olduğunu sanmışlardır. Bu hataya düşenlerden biri de meşhur Rus şarkiyatçısı Barthold’dur. Öte yandan Ni’metullâhiyye tarikatının kurucusu Şah Ni’metullah Velî’nin menâkıbnâmesinde ifade edildiğine göre bu zat, Emîr Külâl’in Timur nezdindeki bir teşebbüsü sonucu Mâverâünnehir’den sürülmüştür. Ancak başka kaynaklarda teyit edilmeyen bu iddiayı ihtiyatla karşılamak gerekir.
Emîr Külâl Hazretleri’nin dört oğlu ve dört halifesi vardı. Oğullarından Emîr Burhân’ın yetiştirilmesini, en başta gelen talebesi ve halîfesi Şâh-ı Nakşıbend Muhammed Behâeddîn-i Buhârî’ye havâle etti. Şâh-ı Nakşıbend Hazretleri’nin yanına verirken: “İşte sana taze bir delikanlı. Bunu kendi yetiştiğin gibi yetiştir ve hakikatlere eriştir ki senin bu işte rüsûhunu görelim.” buyurdular. Hakîkaten de öyle oldu. Emîr Burhân hakkında, “Bu oğlum hakîkatte burhânımız, tarîkatte huccetimizdir.” iltifatına mazhar kılmışlardır. Diğer oğlu Emîr Şâh’ı, Şeyh Yâdigâr’a, Emîr Hamzâ’yı Mevlânâ Ârif Dehdigerânî’ye, Emîr Ömer’i de, Mevlânâ Cemâleddîn Dihestânî’ye yetiştirilmeleri için havâle etmişti. Oğullarına; “Hanginiz, Allah-u Teàlâ’nın kullarına hizmet etmek için benim vekîlim olur?” buyurdu. Oğulları; “Ey yakîn yolunun rehberi, biz buna nasıl güç yetirebiliriz? Fakat kim bu işi kabûl ederse, biz onun hizmetine girelim.” dediler. Oğulları böyle deyince, Emîr Külâl Hazretleri başını eğip, murâkabeye daldı. Bir müddet sonra başını kaldırdı. “Büyüklerin rûhâniyeti, Emîr Hamza’nın bu işi kabûl etmesini işâret buyurdular.” dedi. Emîr Hamza, kabûllenemeyeceğini arz etti ise de; “Bunu kabûl etmekten başka çâre göremiyorum. Kabûl edeceksin, bu iş bizim elimizde değildir. Sen de biliyorsun.” buyurdu.
Bundan sonra Emîr Külâl talebelerinden ayrılıp, husûsî odasına geçti. Üç gün, üç gece dışarı çıkmadı. Sonra dışarı çıktı. Meclisinde toplananlar, neden üç gündür dışarı çıkmadığını sordular. Buyurdu ki: “Üç geceden beri, benim ve talebelerimin hâli nasıl olur? diye düşünüyordum. Gaybden kulağıma bir ses geldi. Şöyle deniliyordu: “Ey Emîr Külâl! Kıyâmet gününde seni, senin talebelerini, dostlarını, sizin mutfağınızdan uçan bir sineğin üzerine konduğu kimseleri bile affettim.” Allah-u Teàlâ, fadlından ve kereminden ihsân etti” dedi.
Emîr Külâl 8 Cemâziyelevvel 772 (28 Kasım 1370) tarihinde, doğduğu köyde vefat etti ve orada defnedildi. Türbesi kısa zamanda ziyaretgâh haline geldi. Orada türbedarlık yapan soyu kurulan vakıflardan sağlanan gelirler, yapılan bağışlar ve hediyelerle geçindiler. Zamanla köyün asıl adı unutularak Mîr Külâl diye tanınmaya başlandı.

MÂLİK–İ EJDER (ECDER) TÜRBESİ (MERKEZ SUR İLÇESİ)

MÂLİK–İ EJDER (ECDER) TÜRBESİ 

(MERKEZ SUR İLÇESİ)

Merkez Sur İlçesi, Balıkçılarbaşı Semti Aşefçiler Sokağında, Diyarbakır’ın fethine katılan sahâbelerden Mâlik b. el-Haris el-Eşter’in[1]medfûn olduğu söylenen bir türbe bulunmaktadır.
Mâlik el-Eşter (r.a.), Diyarbakır’ın fethine katılan sahâbelerdendir. İyâz b. Ganm (r.a.), onu, Diyarbakır’a öncü kuvvet olarak göndermiş sonra kendisi arkasından Diyarbakır’ın fethine katılmıştır. Fakat Mâlik b. el-Eşter’in (r.a.) fetih sırasında şehid olmadığı, aksine fetihten sonra Diyarbakır’dan ayrıldığı bilinmektedir. Ayrıca Mâlik b. el-Eşter (r.a.)’ın, Hz. Ali (r.a.) tarafından 36/657 yılında Cezire ve Diyarbakır valiliğine tayin edildiği daha sonra Mısır’a gönderildiği ve oraya ulaşamadan Mısır yolu üzerindeki Kulzum’da 38/658 vefat ettiği rivayeti[2] göz önünde bulundurulduğunda burada bulunan türbe “Mâlik” isimli başka bir kişiye veya Mâlik b. el-Eşter (r.a.)’in neslinden birine ait olabilir. Bu konuda,  Ebubekir Feyzi, Hülasa-i Ahvali’l-Buldan fi memâlik -i Devlet-i Al-i Osman adlı eserinde burada medfûn sahabenin ismini Mâlik Azur olarak vermektedir.[3] 1316/1898 tarihli Salnâme-i Diyarbekir’de ise bu türbede medfûn kişinin ismi, “Mâlik -i Ecder” olarak zikredilmektedir.[4] Günümüzde kullanıldığı şekliyle “Mâlik -i Ejder” isminin, “Mâlik -i Ecder” isminin, telaffuz kolaylığı nedeniyle bozulmuş hali olduğu anlaşılmaktadır.
Mâlik -i Ecder Türbesi’ni Nakip Efendi'nin yaptırdığı bilinmektedir. Türbe 3x3 m. ebadında küp şeklinde olup siyah taştan yapılmıştır.[5] Fakat günümüzde dış duvarlar son dönem çinileri ile kaplandığı için tarihi özelliği kaybolmuştur. Türbe, Vakıflar Genel Müdürlüğü veritabanında “Melik Eşter Türbesi” adı ve 21.00.01/063 envanter numarası ile “Türkiye Kültür Mirasları” arasında kayıtlıdır.[6] 
                
[1]     Mâlik b. el-Haris Yermük savaşında (13/634)  bir gözünü kaybettiği için kendisine “göz kapağı ters çevrilmiş” anlamına gelen “el-Eşter” denilmeye başlanmış ve zamanla bu lakapla meşhur olmuştur. Abdülkerim Özaydın, “Eşter”, DİA, XI, İstanbul 1995,  486.
[2]     Diyarbakır Salnâmeleri, IV, 77; Beysanoğlu, Anıtları ve Kitabeleri İle Diyarbakır Tarihi, I, 162; Azimli, “İlk İslam Fetihleri Bağlamında Diyarbakır’ın Fethine Katılan Sahâbelerle İlgili Bazı Mülahazalar”, s. 819–834.
[3]     Üçler Bulduk, “Hülasa-i Ahvali’l-Buldan’a Göre 19. Yüzyılda Diyarbakır Şehri”, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Diyarbakır, I, 191.
[4]     Diyarbakır Salnâmeleri, IV, 209371.
[5]     Yaşar Kalafat, “Diyarbakır’da Ulu Kabirler: Diyanet İşleri Başkanlığı Arşiv Kayıtlarına Göre, I.Uluslararası Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır Sempozyumu Bildiriler, Diyarbakır 2004,  s. 814.


alıntıdır..

http://diyarbakirmuftulugu.gov.tr/sahabeKabirTurbeleriDetay.asp?id=1

ŞEHİD SAHABÎLER TÜRBESİ (MERKEZ SUR İLÇESİ)

ŞEHİD SAHABÎLER TÜRBESİ (MERKEZ SUR İLÇESİ)

Bugünkü şeklini Osmanlı dönemindeki ekleme ve onarımlarla alan Merkez Sur İlçesi’nde, içkale’de bulunan Hz. Süleyman Camii haziresinde 20’den fazla şehid sahâbe medfûndur. Âmid (Diyarbakır)’in fethine katılıp şehid düşen sahâbîlerin, fetih sonrası Hazreti Süleyman Cami ve Türbelerin bulunduğu alana defnedildikleri, bu alana fetih sonrası Diyarbakır’ın ilk camisinin inşa edildiğini kaynaklarda aktarılmaktadır.[1]
Hazreti Süleyman Camii’nde iki ayrı türbe bulunmaktadır. Bunlardan birincisi cami avlusunun güney girişi yanında, caminin batı duvarına bitişik türbedir. Burası “Sahabîler Türbesi” olarak da bilinmektedir. İkinci türbe ise cami harim, ana mekân kapısının karşısındaki türbedir.  İlk türbe, ortada çini ile kaplı oda kısmı ile bu kısmın güney ve batı duvarlarını çevreleyen Osmanlı üslubunu yansıtan lahitli[2] mezarlardan oluşmaktadır. Lahitli  kabirler Diyarbakır valiliği görevinde bulunan Reşit Mehmed Paşa (ö.1836)[3] ve değişik dönemlerde görev yapmış ileri gelen şahıslar ve bunların yakınlarına aittir.[4] Bu ilk türbe bölümünün 550/1156 yılında İnaloğulları döneminde esaslı bir onarım gördüğü caminin doğu penceresi üzerindeki manzum kitabeden anlaşılmaktadır.[5] 1041/1631 yılında Diyarbakır valiliğine atanan Silahdar Murtaza Paşa tarafından yeniden onartılan şehitliğe medfûn sahabilerin isimlerinin yazıldığı manzum bir kitabe de asılmıştır. [6] Bu türbe 1292/1857 yılında Diyarbakır Valisi Ahmet Tevfik Paşa[7] tarafından da onartılmıştır.[8] Türbenin içi İznik Çinileriyle süslüdür.  Türbenin çinili bölümünde ortada üstü kumaşlarla sarılı bir lahidli bir mezar bulunmaktadır. Bu mezarın Silahdâr Murtaza Paşa ait olduğu söylenmektedir. Bunun güneyindeki lahdin ayakucundaki kitabesinde 1121/1709 tarihi okunabilmektedir. Bu taşın dışa bakan kitabesi çiçek motifleri ile süslenmiştir. Kitabenin girişinden ve başucundan, mezarın bir kadına ait olduğu anlaşılmaktadır. Kuzeydoğuda yer alan mezarın ayakucu dış kitabesinde 1068/1657 tarihi okunabilmekte ve kitabesinden Silahdâr Murtaza Paşa’nın kızı Hadice Hanım’ın (ö.1068/1657) burada medfûn olduğu anlaşılmaktadır. Bu türbenin kuzeybatsında ise üç çocuk mezarı bulunmaktadır.[9]Evliyâ Çelebi, Seyahatnâmesi’nde Hz. Halid (r.a)’ın oğlu Hz. Süleyman’ın da medfûn olduğu bu türbeyi, eskiden beri bilinen “Ziyâretgâh-ı Ashâb-ı Güzîn: Seçkin Sahâbelerin Ziyâretgâhı” olarak ifade etmektedir.[10] Şehid sahâbelerin,  cami avlusunda bulunan türbenin altındaki, bir zamanlar girilebilen ancak sonradan iniş yeri kapatılmış olan bodrum katta medfûn  oldukları bilinmektedir.[11] Buna karşın halkın çoğu bu ilk türbede görünen kısımdaki kabirlerin Osmanlı beyleri ve hükümet erkânından ileri gelenlere ait olduğunu bilmemekte sahâbelere ait olduğunu zannetmektedirler. Daha önce de ifade edildiği gibi sahâbeler bu türbenin altındaki bodrum katta medfûndurlar.[12]
Hz. Süleyman Camii’nin iç giriş kapısının karşısında, iç avluda bulunan türbedeki üç kabirde, 1041/1631 yılında Diyarbakır Valiliğine atanan, Diyarbakır’ın 57. Osmanlı Valisi Silahdâr Murtaza Paşa’nın iki oğlu ve eşinin medfûn olduğu, türbe giriş kapısı üzerinde bulunan kitabeden anlaşılmaktadır.[13] Bu türbenin girik kapısının yanında, nişin içinde bulunan tek kabir ise Osmanlı döneminde Diyarbakır’da valilik yapan Esad Paşa’ya[14]  (ö. 1267/1850) aittir.[15]
Hz. Süleyman Camii haziresinde medfûn şehid sahâbîlerin sayısı ve isimleri tam olarak bilinmemektedir. Vâkıdî, Fütuhü’ş-Şam adlı eserinde, Diyarbakır’ın fethi sırasında Hâlid b. Velid (r.a.) ile beraber gizli geçitten Âmid/Diyarbakır şehrine giren bazı sahâbelerin isimlerini vermektedir. Aynı esere göre Hz. Hâlid (r.a.), tünelin dar olması sebebiyle gönüllü 100 askerden yalnız 80 askerle[16]birlikte tünelden şehre girebilmiş, tünelden geçebilen gönüllü askerleden bazısı şehid olmuşlardır.[17]  Dar tünelden şehre ilk olarak Halid b. Velid (r.a) girmiş onu Âmir b. el-Ahves, Huzeyfe b. Sâbit, İmrân b. Bişr, [Selâme b. Ye’sûb, Mâcid b. Talha, Müsennâ b. Âsım, Sâlim b. Adiy, Mâlik b. Hafs, Hattâb b. Câbir ve Eflah b. Sâ’ide][18]  takip etmiştir. Eserde, bu 11 isim verilmekle birlikte, bu sahabilerden hangilerinin şehit olduğu belirtilmemiştir.
Şehitlikteki manzum kitabede burada medfûn 27 sahâbe isim veya künyeleri ile şöyle zikredilmektedir:
“Reis-i cümledir Sultan Süleyman
Rıdvan, kardeşi Mes’ûd ey can
Beşir u Hamza, Amr u Şu’be, Sâbit
İki Zeyd, iki Halid biri Nu’mân
Muhammed iki, Abdullah üçtür
Hasan nam iki, bir Ka’b-i zişan
Fudayl u Mâlik ü Fahr u Ebu’l-Hamd
Ebu Nasr u Muğire eyle iz’an”[19]
Manzûm kitabede zikredilen 27 isim ve künyeyi söyle sıralayabiliriz:  Süleyman b. Hâlid (r.a.), Rıdvan (r.a.),  Mes’ûd (r.a.),  Beşir (r.a.),  Hamza (r.a.),  Amr (r.a.), Şu’be (r.a.),  Sâbit (r.a.),  Zeyd (r.a.),  Zeyd (r.a.),   Halid (r.a.), Halid (r.a.),  Nu’mân (r.a.),  Muhammed (r.a.), Muhammed  (r.a.),  Abdullah (r.a.), Abdullah, Abdullah (r.a.),   Hasan (r.a.), Hasan (r.a.),  Ka’b-i  Zişan (r.a.),   Fudayl (r.a.),   Mâlik (r.a.), Fahr (r.a.), Ebu’l-Hamd (r.a.),  Ebu Nasr (r.a.), Muğire. (r.a.).[20]
Daha önce de belirtildiği gibi Hz. Süleyman Camii haziresinde medfûn şehid sahâbelerin kesin sayısı ve hepsinin isimleri tam olarak bilinmemektedir. Futûhu’ş-Şâm’dan başka Diyarbakır’ın fethine katılan sahâbîlerin isimlerini zikreden başka bir kaynağa ulaşılamamıştır.[21] Burada medfûn sahâbîlerin sayısı, Silahdar Murtaza Paşa tarafından yaptırılan onarımdan sonra caminin batı penceresi üstüne asılan manzum kitabede:

“Halid oğlu Fâtih-i Âmid, Süleyman Hazreti
 Kim yiğirmi dört sahâbeyle olup bunda şehid
Kubbenin altında medfûndur sahâbe cümlesi”

denilerek 24 olarak verilmektedir.[22] Buna karşın türbede asılı kitabede 27 isim veya künye sayılmaktadır. Şevket Beysanoğlu, şehitlikte Hz. Süleyman (r.a.) ile birlikte en az 25 sahâbenin medfûn olduğunu aktarmaktadır. Orhan Cezmi Tuncer ise türbede 21 sahâbenin medfûn olduğunu belirtmektedir.[23] Bu sayıyı 27 olarak veren araştırmacılar da bulunmaktadır.[24] Diyarbakır Salnâmeleri’nde ise, bir yerde “Hz. Süleyman ve yirmi kadar sahâbe şehit oldu” denilerek kesin sayı verilmez iken başka bir yerde Silahdar Murtaza Paşa tarafından astırılan manzum kitabeye atfen “isimleri sayılan 27 nefer diğer sahâbe-i Kirâm ile beraber medfûndurlar” denilmektedir. [25]
Bütün bu bilgiler beraber düşünüldüğünde, şehrin fethi sırasında İçkale’de yaşanılan çarpışmalarda en az 20 sahâbenin şehid olduğu ve yan yana şimdi Hz. Süleyan Camii olarak kullanılan alana defnedildikleri sonucuna ulaşılabilir.[26]
Caminin ismini kendisinden aldığı Hz. Halid b. Velid (r.a.)’ın ilk çocuğu olan şehid sahâbî Hz. Süleyman (r.a.)[27] hakkında geniş bir bilgiye ulaşılamamıştır. Hz. Süleyman Camii’nin içinde çerçevelenmiş olarak 1332/1913 tarihli bir manzume asılmıştır. Aşağıda sunduğumuz bu manzume, 1916 yı­lında Diyarbakır Jandarma Alayı İdare Emini olarak kentimizde bulunan Mustafa Asım'a aittir:
“Ey Şühedanın Süleyman-ı muazzam mefhari
Hazret-i Seyf-i Huda'nın necl-i a'zam serveri

Kahraman fâtihi sensin bu şehr-i Âmid'in
Ceyş-i pâki evliyânın müntehab seraskeri

Böyle bir sûr-i metin içre yapılmış beldeyi
Zabt u teshir eyledin bir günde ey din rehberi!

Hazret-i Haydâr misali kal'a-i Hayber gibi
Bir cihad ettin ki dilşâd eyledin Peygamberi

Bahtiyardır belde halkı minnetinle serteser
Mazhar-ı gufrân-ı Rahmân oldu kabrin makberi

Ravza-i gülşen makamındır ey pâk zât!
Zâirine bahşeder envar-i misk u anberi

Ya İlâhi! Gazi-i Sultan Süleyman aşkına
Bâhş kıl müştakına uhrâda âb-ı kevseri

Her gelen züvâre minnet eylerim âdâb ile
Fatiha ihlâsı takdim eylesinler her biri

Bu mukaddes mescid içre farzını ifâ eden
Âbidine müjdeler olsun cinândır yerleri

Ey sipehdâr-ı gaza senden tazarru’ eylerim
Kıl şefaat Âsım-ı şeydâya ruz-i mahşeri”.[28]
Osmanlı döneminde türbenin onarım ve masraflarını karşılamak amacıyla “Süleyman b. Halid Türbe-i Şerifi Vakfı” kurulduğu da bilinmektedir.[29]
Bu türbe, Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından “Hz. Süleyman Türbe ve Haziresi” adı ile 12.06.1991 tarih ve 787 sayılı kurul kararı ile tescillenmiş ve korumaya alınmıştır.[30]
Şehid Sahâbîler Türbesi,  Vakıflar Genel Müdürlüğü veri tabanında 21.00.01/075 envanterinde numarası ile “Türkiye Kültür Mirasları” arasında kayıtlıdır. 
                 
                 
                 
                 
                 
[1]    Evliyâ Çelebi, Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, IV, 26; Parla, “Osmanlı Öncesinde Diyarbakır: Kente Hâkim Olanlar ve Bıraktıkları Fiziksel İzler”, s. 260–261; Tuncer, Diyarbakır Camileri, s. 21.
[2]     Lahit: Duvarları taş veya tuğladan, üstü taş bir kapakla örtülü mezar.
[3]     Reşit Mehmet Paşa, Sadrazamlık ve Diyarbakır valiliği gibi birçok önemli görevlerde bulunmuş yiğit, çalışkan, devlete bağlı ve sadık bir devlet adamı olarak bilinmektedir.  Diyarbakır valiliği 2 yıl 8 ay sürmüştür. 1252/1836 yılında vefat etmiş ve buraya defnedilmiştir. Bulduk,Diyarbakır Valileri, s. 160; Beysanoğlu, Diyarbakır’da Gömülü Meşhur Adamlar, s. 80.
[4]     Beysanoğlu, Anıtları ve Kitabeleri İle Diyarbakır Tarihi, II,753.
[5]     “Ey İnsanlar Kemaleddin Ebu’l-Kasım (İnaloğullarının veziri)  için iyi dost ol. Nasıl ki bu meşhedin binasını teşyid etti. Nebi hürmetine sen de razı ol” bk. Beysanoğlu, Anıtları ve Kitabeleri İle Diyarbakır Tarihi, I, 158.
[6]      Azimli, “İlk İslam Fetihleri Bağlamında Diyarbakır’ın Fethine Katılan Sahâbelerle İlgili Bazı Mülahazalar”, s. 823.
[7]     Bulduk, Diyarbakır Valileri, s. 179.
[8]     Tuncer, Diyarbakır Camileri, s. 21.
[9]     İlhan, “Diyarbakır’ın Türbe, Yatır ve Mezarlıkları”, I, 186.
[10]    Evliyâ Çelebi, Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, IV, 40.
[11]    Beysanoğlu, Anıtları ve Kitabeleri İle Diyarbakır Tarihi, II, 753; İlhan, “Diyarbakır’ın Türbe, Yatır ve Mezarlıkları”, I, 182.
[12]    İlhan, “Diyarbakır’ın Türbe, Yatır ve Mezarlıkları”, I, 182, 184.
[13]    Ayrıca bkz. Bulduk, Diyarbakır Valileri, s. 56; İlhan, “Diyarbakır’ın Türbe, Yatır ve Mezarlıkları”, I, 187.
[14]    Esad Muhlis Paşa, Ayaş Müftüsü Hasan Efendi’nin oğludur. 1780’de Ayaş’ta doğmuş, öğrenimini tamamladıktan sonra çeşitli memuriyetlerde bulunmuş ve Diyarbakır’ında içinde bulunduğu bölgenin valilik görevini yürütmüştür. Âlim, fazıl, hattat, başarılı bir idare adamı ve iyi bir şair olarak bilinen Esad Muhlis Paşa 1267/1850 yılında vefat etmiş ve buraya defnedilmiştir. Bulduk, Diyarbakır Valileri, s. 167–178; Beysanoğlu, Diyarbakır’da Gömülü Meşhur Adamlar, s. 22.
[15]    İlhan, “Diyarbakır’ın Türbe, Yatır ve Mezarlıkları”, I, 187.
[16]    Vâkıdî, Tarîhu Futûhi’l-Cezire ve’l-Hâbur ve Diyarbekr ve’l-Irâk, s. 183’de “30 askerle) denilmekte; Diyarbakır Salnâmeleri, III, 245’de ise “40 askerle” denilmektedir.
[17]    Acar, “Âmid (Diyarbakır) Şehrinin Fethi”, I, 201.
[18]    Vâkıdî, Tarîhu Futûhi’l-Cezire ve’l-Hâbur ve Diyarbekr ve’l-Irâk, s. 183.
[19]    Azimli, “İlk İslam Fetihleri Bağlamında Diyarbakır’ın Fethine Katılan Sahâbelerle İlgili Bazı Mülahazalar”, s. 823.
[20]    Silahdar Murtaza Paşa tarafından yeniden onartılan şehitlikte ki manzum kitabede burada medfûn sahâbelerin isimleri. Bkz. Azimli, “İlk İslam Fetihleri Bağlamında Diyarbakır’ın Fethine Katılan Sahâbelerle İlgili Bazı Mülahazalar”, s. 823; Çiçek, a.g.e., s. 104.
[21]    Karan, a.g.t., s. 76.
[22]    Bkz. Beysanoğlu, Anıtları ve Kitabeleri İle Diyarbakır Tarihi, I, 158; Tuncer, Diyarbakır Camileri, s. 24.
[23]    Tuncer, Diyarbakır Camileri, s. 27.
[24]    Çiçek, a.g.e., s. 104.
[25]    Diyarbakır Salnâmeleri, IV,208.
[26]    Karan, a.g.t., s. 76.
[27]    Evliyâ Çelebi, Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, IV, 26, 40.
[28]    Beysanoğlu, Diyarbakır’da Gömülü Meşhur Adamlar, s. 28.
[29]    Aydemir, “Diyarbakır’da Bulunan Vakıfların Envanteri Üzerine Bir Çalışma”, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, www.e-sosder.com/dergidetay.php?id=110 (08.02.2009).
[30]    Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’nün, Diyarbakır İl Müftülüğü’ne gönderdiği 28.01.2009 tarih ve 228 sayılı cevabi yazı.
alıntıdır..
http://diyarbakirmuftulugu.gov.tr/sahabeKabirTurbeleriDetay.asp?id=9

CANBULAT TÜRBE VE MÜZESİ.kıbrıs

CANBULAT TÜRBE VE MÜZESİ.kıbrıs




İlk başta Venediklilerin cephanesi olan bu yer, Gazimağusa surlarının güney kısmında yer almaktadır.
Kilis Sancak Bey’i olan Canbulat, Kıbrıs’ın fethine karar verildiği zaman hazırlanan kuvvetler arasına bilhassa Anadolu Beylerbeyi İskender Paşa’nın tavsiyesi üzerine dâhil edilir. Lefkoşa’nın fethinde üstün yararlılıkları görüldüğünden 18 Eylül 1570′te Mağusa’yı kuşatan Osmanlı Ordusu’nun sağ kanadına İskender Paşa ve Derviş Paşa ile birlikte görevlendirilir.
En kanlı çarpışmaların yer aldığı Arsenal Burcu’na Venedik askerleri Osmanlı Ordusunun kaleye girmesini engellemek için keskin bıçaklarla kaplı çark yerleştirilir. Bu durum üzerine kaleye girmesi imkansız hale gelen Osmanlı ordusunun önünü açmak için, Canbulut Paşa beyaz atının üzerine binerek çarkı durdurmak ister ve beyaz atının üzerinde çarkın içine girer. Osmanlı ordusu çarkın bozulması ile kaleye girer ve göğüs göğse savaşır. Bir efsaneye göre çarkta kafası kesilen Canbulat Paşa kafasını koltuğunun altına koyar ve kılıcını eline alarak atına biner. Bunu gören Osmanlı askerleri yüreklenerek ve direnerek kaleyi fethederler.
Arsenal Tavyası’ndaki çarpışma sırasında şehit düşen Canbulat Paşa’nın Türbesi, uğruna can verdiği tabyanın altına yapılır. Asıl adı Arsenal Tabyası olan bu tabyanın adı Canbulat Paşa’nın adına hürmeten Canbulut Tabyası olarak değiştirilir.
Bu tabya ilk olarak 1 Ağustos 1968 tarihinde Canbulat Paşa Türbesi ile Osmanlı ve arkeolojik eserlerin sergilendiği bir müze olarak hizmete açılmıştır. Aradan geçen uzun zaman sonrası, gerek mekân, gerekse sergilemenin yıpranması sonucu müzenin yeniden düzenlenmesi gereği doğmuştur. Yapılan yeni düzenleme ile Canbulat Paşa Türbesi’nin yer aldığı mekân Gazimağusa’nın fethi ve Osmanlı Ordusunun şehri kuşatma sırasında yaşananların anlatıldığı ve sergilendiği bir müze olarak 2008 yılında yeniden hizmete açılmıştır.

Tahir ile Zühre Mescidi ve Türbesi..konya

Tahir ile Zühre Mescidi ve Türbesi..konya


Zafer’de, Gazi Lisesi’nin kuzey arka sokağında gözlerden uzak bir köşede yer alan bir zamanlar halk arasında iki aşığın kucak kucağa yattığı şeklinde efsaneleşen Tahir ile Zühre Mescidi bu efsanelerden biri. Bir zamanlar sevgilisine kavuşamayanlar, Kara Sevda’ya tutulanlar tarafından ziyaret edilerek adaklar adanan bir yer. Bu ziyaretlerde bazen İslam dışı geleneklerden kaynaklanan ritüellerin uygulanmasından çevre insanı rahatsız. Şamanizm’den gelen “çaput bağlama”, ilkel dönemlerde ateş kült’üne tapan Fenikeliler ve Hristiyanlık’tan gelen “mum yakma” bu ritüellerden bazıları.
Bu mescit ve türbe, Konya (Gazi) Lisesi’nin kuzeyinde, Konya Dış Kalesi’nin Çeşme Kapısı önünde yer almakta. Taş ve tuğla ile yapılan Selçuklu Mimari tarzının güzel örneklerinden biridir. Mescidin doğusundaki tuğla mozaiklerle süslü küçük bir portalden Mescit’e çok benzer. Türbede kısmında iki kabir olduğu bazı kaynaklarda vurgulanıyor. (taç kapı) önce bir antreye sonra da iç kapı ile mescide girilir. Plan itibariyle Sırçalı Mescid’e çok benzer. Gerek giriş kısmında gerek se iç kubbede kullanılan Selçuklu tarzı tuğla örgüler çoğu eserde görülmeyen incelik ve zarafette. Mescidin portalinde ve mihrabın çevresindeki ruha dinginlik veren Turkuvaz çiniler, Selçuklu’nun zevkini simgeliyor.
Mevlânâ ile ilgili araştırmalarıyla tanınan Kültür Bakanlığı eski Müsteşarları’ndan Dr. Mehmet Önder, “Tuğla örgü bir kubbenin örttüğü türbe, halk hikâyelerinin tanınmış kahramanlarından Tahir ile Zühre’ye izafe edilmektdir” derken, tanınmış Konya tarihçisi İbrahim Hakkı Konyalı da bu adın halk tarafından buraya yakıştırıldığını, sonradan başka birinin taktığını, aslında mescidin ve türbenin Sahip Ata tarafından yaptırıldığını, burada yatan zatların da onun torunları olabileceğini söyler. Yine İ. Hakkı Konyalı, buraya Dönbaba Tekkesi denildiği gibi, Tahir ile Zühre ve Arzu ile Kanber Türbesi de denildiğini zikreder.
Ayrıca bu semtin, Selçuklular devrinden günümüze kadar Konya’nın en eski semti olduğunu, Kapı çeşmesinin arkasında askeri mektep idaresi bulunduğunu, yapılan bir kazı sırasında 594 tarihli bir mezar taşının çıktığını anlatır aynı eserinde İ.Hakkı Konyalı. Onun tarihi belgelerden alıntıladığını sürdüğü görüşünde bu mescit ve türbenin, Sahip Ata Fahrettin Ali’nin Dâr-ül Huffazı (Hafızlık Okulu) ve mescidi olduğunu, evinin burada olduğunu, kale kapısındaki Kırk Çeşme olarak anılan çeşmenin Sahip Ata tarafından yaptırıldığını nakleder. Buradan hareketle şehre su teşkilatını kazandıran bu büyük devlet adamının Konya’ya kırk çeşme yaptırdığının anlaşıldığını, türbede de tahminen Sahip Ata’nın torunlarının medfun olduğunu yazar. Halk arasında Tahir ile Zühre Türbesi’nin efsanesi de şöyle; “Zühre bir sultan kızı, Tahir bir vezir oğludur. İkisi de anne ve babalarının yedikleri sihirli bir elmadan dünyaya gelmişler, birlikte oynamış, birlikte büyümüşlerdi. Önceleri, bir hocanın rahlesi önünde diz çöküp okurlarken, sonra yaşlı bir Pir’in elinden içtikleri “Aşk Badesi” ile sarhoş olur, yüreklerini aşkın acımasızca yakan ateşine bırakırlar. Artık,  sazla- sözle deyişler söylemekte, birbirlerine olan aşklarını dile getirmektedirler. Bu böyle gitmeyecek, bir engel ortaya çıkacak, daha beşikteyken sözleri kesilen bu iki sevgiliyi birbirinden ayıracaktır. Çünkü, Hak âşıklarının alın yazısı böyledir. Bu çizgide kaderleri birliktir. Gün gelip çatmış, kader ağlarını örmüş, Tahir Konya’dan Mardin zindanına sürülmüş, Zühre de sarayın bir odasına kapatılmıştır.

SELMAN-I PAK TÜRBESİ..mardin .nusaybin

SELMAN-I PAK TÜRBESİ..mardin .nusaybin

Mardin Nusaybin ilçesinde bulunan Selmân-ı Pâk Türbesi günümüzde ziyaretgâhtır. Selmân-ı Pâk’ın Hz. Muhammed’in berberi olduğuna dair bir söylenti bulunmaktadır.

Kaynaklardan öğrenildiğine göre; Selmân-i Pâk, İsfahanlı olup, Mecusi (ateşperest) idi. İran'da Hıristiyan olmuş, sonra Anadolu'ya gelmiş ve kiliselerde hizmet etmiştir. Gençlik yıllarının bir bölümünü Nusaybin'de bir kilise papazının yanında geçirdiği söylenmektedir. Sonraları Şam'a, oradan da Medine'ye geçmiştir. Söylentiye göre bir Yahudi'nin kölesi iken, Hz. Muhammed ile karşılaşmıştır. Hz. Muhammed onu satın alınarak serbest bırakmıştır. Bundan sonra Peygamber’in berberliğini yapmış ve bu arada İslamiyet’i kabul etmiştir.Berberlerin piri olarak kabul edilen Selmân-i Pâk hakkında şu dizeler yazılmıştır:

“Hamd ü minnet Hüda'ya, bize verdi devleti
Hazreti Selmân-i Pâk'tır pirimizin şöhreti
Hem Resul'ün berberidir ol kemâl-i zat-i pak
Gafil olma gel tıraş ol, eyle icra sünneti.
Her sabah besmele ile açılır dükkânımız
Hazreti Selmân-i Pâk'tır pirimiz, üstadımız

Cahidi Sultan Hazretleri Türbesi.çanakkale

Cahidi Sultan Hazretleri Türbesi.çanakkale


Cahidi Sultan Hazretleri Türbesi

AHMET CAHİDİ EFENDİ VE TÜRBE ‘si Çanakkale İli Eceabat ilçesi ,Kilitbahir Köyü’ndedir.
Cahidi Sultan Hazretleri Kilitbahir’e 16.ncı asrın sonu ile 17.nci asrın başlarında Edirne’den gelip yerleşir.Halveti’nin Celaliye koluna intisaplıdır.Kilitbahir’de Cahidi tarikatını kurar.Asıl adı Ahmet Efendi’dir.Burada Uşşaki Tekkesi’ne geçerek şeyhlik makamına yükselir.
Kerime Hatun’la evlenir ve Adem adında bir oğulları dünyaya gelir.Adem Efendi 1642 de vefat eder. Ahmet Cahidi Efendi ise 1659 da vefat eder.Kerime Hatunla aynı türbe içinde yan yana yatmaktadırlar.Adem Efendi’nin kabri ise türbenin dış güney kısmında bulunmaktadır.
Ahmet Cahidi Efendi’nin iki eseri bulunmaktadır. Divan ve Kitabı Nasiha.Divan manzum, Kitabı Nasiha ise nesirdir.İkiside el yazmasıdır.İstanbul Süleymaniye kütüphanesindedir.
Türbe ve cami ziyarete açık olup pek çok kişi tarafından ziyaret edilmektedir