KARIŞIK

7 Mayıs 2016 Cumartesi

MİSALİ BABA TÜRBESİ niğde..güllüce

MİSALİ BABA TÜRBESİ
niğde..güllüce



.“Anadolu'da yetişen meşhûr velîlerdendir. Misâlî Baba ve Gül Baba lakaplarıyla tanınmıştır. On yedinci asırda yaşamıştır. Osmanlı Sultanlarından Dördüncü Murâd Hanla görüşmüştür. Bağdât seferi sırasında ziyâretine gelen Sultana kış mevsiminde koynundan, açılmış tâze bir gül çıkarıp vermesi sebebiyle, Gül Baba lakabı ile anılmıştır. Kabri, Niğde'nin dokuz kilometre kuzeyinde bulunan Güllüce köyündedir. Bu köy, ismini onun isminden almıştır.Misâlî Baba'nın kabri üzerinde türbe yoktur. Kabrinin çevresinde dergâhının kalıntıları ve biri kubbeli biri de düz damla örtülü iki türbe vardır. Talebelerine veya yakınlarına ait olan bu türbelerden başka yine kabri çevresinde başka velî kabirleri de vardır.Yakınındaki kubbeli türbede talebeleri olduğu rivayet edilen ve çok kerâmetleri görülen iki velî kabri bulunur. Aynı türbenin çilehâne bölümünde bir kabir daha bulunmaktadır. Bu türbenin kapısının önünde birinin isminin Şeyh Ahmed olduğu rivâyet edilen iki evliyânın kabri vardır. Bu kubbeli türbeyi Niğde'nin Adırmusun köyünden Halil Ağa adında bir kimsenin yaptırdığı nakledilir. Rivâyete göre Halil Ağa, rüyâsında bir zât görür. Bu zât; Güllüce köyünde bir kulübe içinde kabri olan velîlerin üzerine türbe yaptır, der. Bunun üzerine bu türbeyi yaptırır. Deli olan kimselerin bu türbede birkaç gece yatırılıp şifâya kavuştuğu çok görülmüştür. Bu sebeple halk arasında; Uyuz olan ılıcaya, deli olan Güllüce'ye sözü meşhurdur. Üzeri düz damla örtülü türbede başka kabirler vardır. Bu kabirlerden biri beşik şeklindedir. Misâlî Baba'nın kabri üzerine defalarca türbe yapılmak istenmiş, ancak yapılan kısımların her sabah yıkıldığı görülmüştür. Bu zâtın, üzerine türbe istemediği kanâatine varılarak bundan vazgeçilmiştir.Bağdât seferine giden Dördüncü Murâd Han, Misâlî Baba'nın ve yol boyunca ziyaret ettiği velî zâtların duası bereketiyle tarihte benzeri az görülen bir zafer kazandı.”Misalî’nin 60 sayfalık Feyznâme-i Misalî Gülbaba isimli bir divanı vardır. Bu yazma yapıtın kopyalama tarihi 1736’dır. Yapıtın sonunda, bu kitabın tarihi 960, yazmaktadır ki bu da 1561 yılına denk gelmekte.

RÛMÎ HOCA TÜRBESİ.merzifon

RÛMÎ HOCA TÜRBESİ.merzifon
Muzaffer DOĞANBAŞ*




Merzifon ilçesine bağlı Diphacı Köyü muhtarlığınca, köylerinde bulunmakta olan Rûmî
Hoca Türbesi hakkında verilen dilekçeye istinaden görevli olarak, anılan köye gidildiğinde söz
konusu türbe görülmüş ve yerinde incelenmiştir.
Türbe hakkında ilk bilgiler köy muhtarı Mustafa Şenses’ten alınmıştır. Daha sonra ise muhtarın
tavsiyesi üzerine Rûmî Hoca Türbesine bakan türbedar Celal Belli ile görüşülerek konu hakkında
bilgiler alınmıştır. Celal Belli’nin bilgilendirmeleri üzerine konu hakkında daha önce bir çalışmanın
yapılmış olduğu da öğrenilmiştir. Fakat bu çalışmanın kişisel yorum ağırlıklı bir çalışma olduğu
görülmüştür. Cem dergisinde yayımlanmış olan bu makalede (Onarlı, 2001: 37-38); özellikle
türbedeki kitabelere açıklayıcı şekilde yer verilmemiş olup, daha çok sözlü gelenekten edinilen
bilgiler aktarılmıştır. Bu nedenle yapılan çalışmadaki eksiklikler de göz önüne alınarak bu
eksikliklerin giderilmesine yönelik olarak konuya Türk sanatı tarihi perspektifinden bakılmış ve
konu bu yönüyle ele alınmıştır.
Rûmî Hoca Türbesi, Amasya’nın Merzifon İlçesi Diphacı Köyü Çamiçi mevkiinde oldukça yüksek bir
noktada yer almaktadır. Türbenin bulunduğu alan, eski Merzifonabad kazasının merkezi olan
şimdiki Bulak Köyü ve civarındaki ovaya hâkim bir yerdir. Türbenin batı yanında hazire,
güneybatısında ise merhum İsmail Coşar tarafından yaptırılmış bir aşhane bulunmaktadır.
Resim-1 girecek
Rumi Hoca Türbesinin Genel Görünümü
Rûmî Hoca Türbesi, dikdörtgen plânlı olup düzgün kesme taş malzeme ile inşa edilmiştir. Türbenin
üst örtüsü ahşapken sonradan betondan bir tekne tonoz ile örtülmüş olup oluklu kiremitle
kaplıdır. Türbe köy tüzel kişiliği adına kayıtlı bulunmaktadır.
Türbe, bir ön giriş ve sandukanın bulunduğu oda olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır.
Sandukanın bulunduğu oda 4.10 m X 4.20 m ebatlarında kare bir mekândır. Sandukanın
bulunduğu odanın giriş kapısı 66 cm genişliğinde ve 1.60 m yüksekliğindedir.
Resim-2 girecek
Rumi Hoca Türbesinde Sandukanın Olduğu Bölüm
Kapı, basık kemerli ve düzgün kesme taş sövelidir. Basık kemerin kilit taşında dört satırlık Arapça bir kitabe bulunmaktadır. Kitabe çok silik bir halde olduğu için sağlıklı bir şekilde okunamamakla birlikte, üzerinde 1321 hicri tarihi (1903 miladi) okunabilmektedir. Ayrıca kapının güney kenarında beş satır halinde yazılmış Arapça bir kitabe daha bulunmaktadır. 38.5 X 33 cm ölçülerinde olan kitabenin üzeri siyah yağlı boya ile boyanmıştır. Kitabe metni aşağıya çıkarılmıştır:
1. Maşallah
2. Kutb-ül-ârifîn Kaddese
3. Sırrah’ül aziz anhû evlad-ı
4. Rûm-î Hoca Kasım es-Seyyid Mehmed Ali
5. Fi mart sene 321
Bu kitabe, 1321 hicri/1903 miladi tarihli olup Rûmî Hoca evlâdından Kasım es-Seyyid Mehmed Ali adına düzenlenmiştir.
Rûmî Hoca’nın sandukası ahşaptandır ve oldukça yıpranmış bir haldedir. Sanduka, 2.35 m uzunluğunda, 84 cm yüksekliğindedir. Sanduka üzerinde herhangi bir bezeme bulunmamaktadır. Sadece sandukanın şahidesinde üç satırlık bir kitabe bulunmaktadır. Kitabe 26 x 25 cm.lik bir alana yazılmıştır. Bu kitabenin de diğeri gibi harfleri siyah yağlı boya ile boyanmış bir halde olduğu görülmüştür. Kitabenin metni aşağıya çıkarılmıştır:
Resim-3 girecek
Rumi Hoca Türbesinin Sanduka Şahidesinden Görünüm
1. Hoca Rûmî kutb-ül-ârifîn
2. Budur ol evliyâ-yı vâsılîn
3. Sene 1208
Kitabenin üçüncü satırında yer alan sene 1208(miladi 1794) yazısının altına daha küçük ebatlı harflerle Şeyh-zâde Seyyid Mehmed ibaresinin yazılmış olduğu görülmüştür. Bu ibarenin diğer üç satır göz önüne alındığında buraya sonradan eklenmiş olduğu kanısını uyandırmaktadır.
Sandukanın bulunduğu mekânın güney ve kuzey beden duvarlarında birer mazgal pencere bulunmaktadır. Kuzeydeki 87 X 62 cm, güneydeki ise 96 X 66 cm ebatlarındadır.
Rûmî Hoca Türbesinin beden duvarları tamamen kalem işi bezemelerle süslenmiş bir durumdadır. Bu süslemelerin bilinmeyen bir tarihte yağlı boya ile üzerine gidilerek onarılmış olduğu anlaşılmaktadır.
Resim-4 girecek
Rumi Hoca Türbesinin Duvar Resimlerinden Görünüm
Güney beden duvarında; armut ağacı ve üzüm salkımlarının tasvir edildiği asma dalları arasında bir mihrap motifi yer almaktadır. Mihrap motifinin ortasındaki asılı kandil içerisinde ve üst kısımda yer alan bir alemin sağında ve solunda birer antik vazo(kantharos) içerisinde natürmort betimlemeleri bulunmaktadır. Ayrıca güney beden duvarında büyük bir hurma ağacı tasvirine yer verilmiştir. Kuzey beden duvarında; karşılıklı iki teber arasında bir natürmort yer almaktadır. Ayrıca kuzey beden duvarında bir satırlık bir kitabe bulunmakta olmakla birlikte üzeri yağlı boya ile boyanmış olduğu için okunamamaktadır. Doğu beden duvarında ise; bir vazo içerisinde çıkmakta olan ve yanlara doğru yayılmış karpuz motifleri görülmektedir. Doğu beden duvarına gelince burada; diğerlerine oranla daha küçük ölçülerde yapılmış hurma ve armut ağacı tasvirleri ile bir kitabe bulunmaktadır.
Batı beden duvarındaki kitabede; bir damla motifi içerisinde Maaşallah ibaresi ve bu ibarenin hemen aşağısında sene 1326 tarihi bulunmaktadır. Hicri 1326 (Miladi 1908) tarihi muhtemelen bu kalem işi bezemelerin yapıldığı tarih olmalıdır. Zaten üslûp ve kompozisyon da bu tarihi doğrulamaktadır.
Rûmî Hoca Türbesindeki bu bezemeler üslûp ve konu olarak Gümüşhacıköy İlçesi Sarayözü Köyünde bulunmakta olan Pîr Ali Bircivan Türbesindeki hicri 1320 (miladi 1902) tarihli kalem işi bezemelerle büyük bir benzerlik içerisindedir. Ayrıca Nakkaş İbrahim tarafından Merzifon Pîr-i Baba türbesi beden duvarlarına yapılan hicri 1322 (miladi 1904) tarihli duvar resimleriyle Gümüşhacıköy İlçesindeki Hacı Nazır (Nadir) Baba türbesindeki örneklerde Rûmî Hoca türbesindeki tasvirlerle büyük bir benzerlik içerisindedir. Bu benzerlikler, söz konusu uygulamaların aynı ustanın veya kalfasının eliyle yapılmış çalışmalar olabileceği olasılığını akla getirmektedir.
Köy sakinlerinden olan ve aynı zamanda Rûmî Hoca Türbesinin türbedarlığını yapan Celal Belli, Rûmî Hoca’nın Horasan Erenlerinden olduğunu ve Rûmî Hoca’nın şeceresinin bir zamanlar kendi ailesinde bulunduğunu fakat sonradan kaybedildiğini, şimdi ise bu şecerenin Merzifon’un Karatepe Köyünden Molla Ali diye bilinen zatta olduğunu ifade etmektedir. Celal Belli, kendi soyunun Rûmî Hoca’yı rüyasında görerek İran’ın Horasan Bölgesi Aktaş mevkiinden gelerek Diphacı Köyüne yerleştiğini ve Kaplanbıyıkoğulları olarak bilindiklerini belirtmektedir.
Köy muhtarı Mustafa Şenses, türbenin bazı hastalar için bir umut yeri olduğu bilgisini vermektedir. Özellikle felçli hastalar ile fıtık olan çocukların bu türbeye gelerek şifa aradıklarını ifade etmektedir.
Rûmî Hoca Türbesinin batı duvarına çerçeveletilerek asılmış olan bir şiir bulunmaktadır. Günümüz Türkçesiyle matbu olarak yazılmış olan bu şiir, Pîr Sultan Abdal’a ait olup Rûmî Hoca’ya ithafen yazılmış olduğu ifade edilmektedir. Şiir aşağıya çıkarılmıştır:
Kalktı Horasan’dan sökün eyledi
Mekanın Çeçbeli gez Rûmî Hoca
Pirim Hünkar Bektaş nazar eyledi
Mekanın Çeçbeli gez Rûmî Hoca
Dervişlerin vardır semahın döner
Oniki İmam kervanıdır bu katar
Baharın uğradım bülbüller öter
Kandilleri dolu nur Rûmî Hoca
Dervişleri vardır dilleri tatlı
Dilleri tatlı da hem muhabbetli
Omuzu hırkalı kolu pusatlı
Abdal Musa’ya eş Rûmî Hoca
Yolundan mı döner kendini bilen
Dünyada şehittir yol için ölen
İmam Cafer gibi saburdaş olan
Cihanın içinde öz Rûmî Hoca
Pîr Sultan Abdal’ım rehber haktır
Gaziler cömerttir lokması çoktur
Düğdür güdümünü sancağın çektir
Mekanın Çeçbeli gez Rûmî Hoca
Amasya-Merzifon yöresi Alevî ziyaretgâhlarından olan bu türbe, Samsun Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunca tescil edilerek koruma altına alınmıştır.
KAYNAKLAR
ONARLI, İsmail, (2001), “Rumi Hâce (Rumi Hoca) Dede Sultan”, Cem Dergisi, 114: 37-38.
DİPNOTLAR
* Sanat Tarihçisi, Amasya Müzesi Uzmanı
Bu şiir Diphacı Köyünden Martin Ali olarak bilinen şahıs tarafından buraya konulmuştur.

SEYYİD GARİP MUSA SULTAN..divriği

SEYYİD GARİP MUSA SULTAN..divriği






Seyyid Garip Musa Sultan Türkistan’ dan Anadolu’ya gelmis Selçuklular döneminde yasamis Hünkar Haci Bektas Veli’ den nasip almis bir Alp Erenidir. Garip Musa Sultan diger Erenlerin izledigi yolu izler. Tahta kilicini kusanarak Horasan’ dan kalkar, Anadolu’ ya bir rivayete 90 atli, bir rivayete göre ise 400 atli ile Divrigi Alan köyüne yerlesir. Burada tekke kuran Seyyid Garip Musa Sultan Ahmet Yesevi düsüncesini bu bölgede yaymaya baslar. Sivas seriye sicillerinde Seyyid Garip Musa Sultan soyundan gelenlerin incitilmemesi hususunda Abdülaziz Han 22 Temmuz 1862 tarihinde Sivas Valisi Zeki Pasaya ve Divrigi kadisi Ahmet Efendiye göndermis oldugu ferman da, Alan adli köyde yatan Seyyid Garip Musa Sultan’ in, gerçekten (sahihü’l nesep) serefli Hz. Hüseyin’ e dayanan (sadat’i kiram) yani ehlibeyt soyundan oldugunu isbat etmektedir. Ayni fermanin içeriginde, (Miladi’1806) 23,29 tarihlerinde, (Miladi 1839) senesi Ramazan ayinin ilk günlerinde, Gazi Sultan Abdulmecit Hanin da ayni konuda ferman yazdigi görülmektedir. Bu ferman Seyyid Garip Musa Ocaginin, Anadolu’ daki ocaklar içerisinde ne denli saygin yüce bir ocak oldugunu ortaya koymaktadir.
TİMUR ve GARİP MUSA DERVİŞLERİ
Seyyid Garip Musa’ nin dervisleri, Kars yöresine kadar gitmislerdir. Hatta bir köye Deliler Köyü (simdiki Sarikamis’ a bagli Deli Musa Köyü) adini vermislerdir. Timur nezdindeki Ispanya Elçisi Klaviyo, bu köydeki dervislerin sifa dagittigini yazar.
Klaviyo bu konuda aynen söyle demektedir “....Ertesi gün, Erzurum’ dan hareket ettik. 25 Mayis 1404’ te Deliler Köyü naminda bir yere vardik. Buraya Deliler Köyü adi verilmesinin sebebi, bütün burada ikamet edenlerin ruhbaniyet hayatina girmis, dünyayi terk etmis, Müslüman Dervisler’ den olmalaridir. Etraftaki köylüler burayi ziyaret ederek dervislerle görüsüyor, hastalar buraya getiriliyor ve dervislerin nefesi ile sifa buluyorlar. Bu dervislerin reisi, bütün dervisler tarafindan hürmet görüyor ve evliya taniniyor. Timur buradan geçiyorken dervislerin yanina gitmis, reislerinin yaninda kalmisti. Bütün bu havalide yerlesen kimseler dervislere bol bol adaklar gönderiyorlar. Dervislerin reisi de köyün hakimidir. Ahali bütün bu dervisleri evliya taniyorlar. Dervisler saç ve sakallarini tiras ediyor;yaz-kis sirtlarinda eski bir aba ile yollardan geçiyor, ellerindeki sazlari çalarak ilahiler okuyorlar. Bunlara ait tekkenin kapisinda bugün de bir püskül ve ay seklinde bir resim görülüyor. Altlarinda geyik, keçi, koç boynuzlarindan bir sira dizilmisti. Her dervisin kapisi üzerinde böyle boynuz vardir...”
M.Fahrettin Kirzioglu’ da Sarikamis-Kagizman Türkmenlerinin Garip Musali oymaginin pir ocaginin Deliler/Deli Musa köyünde oldugunu belirtir. Kirzioglu, simdiki Sarikamis kuzey-dogusunda, Kars çayinin bas kollarindan Kizilçubuk deresi boyundaki Deli Musa köyünün (1878) harbinden sonra terk edilmis oldugunu yazar.
SEYYİD GARİP MUSA TÜRBESİ

Seyyid Garip Musa Türbesi Divrigi’ nin eski adi Alan sehri olan bugünkü adini Seyyid Garip Musa’ nin oglu Mehmet Günes’ in adini alan Günes Köyündedir.
Türbede Seyyid Garip Musa ile oglu Günes Dede yatmaktadir. Türbenin kapisi üstündeki kitabede (1892-93) de tamir gördügü ayrica 1970 yilinda ise çati tamiri gördügü belirtilmektedir. Seyyid Garip Musa soyundan gelen Musa Karakas öncülügünde Seyyid Garip Musa Sultan Kültür ve Tanitma Dernegi kurularak türbenin bakimini ve Seyyid Garip Musa hakkinda bilgi ve belgeleri derleyip Garip Musa’ nin tanitimini üstlenmis Kültür Bakanligi Kayseri Kültür Varliklarini Koruma Kurulu Müdürlügü’ ne basvurarak 14.08.1998 gün ve 2295 sayili karari ile tescilini yaptirmis olup koruma altina alinmasini saglamis.
1999 yilinda 10.km yol yapimini Köy Hizmetleri Sivas Bayindirlik Il Müdürlügü tarafindan yaptirilarak yol hizmete açilmistir. Türbenin restoresi için restorasyon projesi yaptirilarak Kültür ve Tabiat Varliklarini Koruma Kurulu’ na sunulmus 31.08.2001 gün ve 2865 sayi ile onaylanmis olup aslina uygun olarak restorasyon yapilmis olup halkin ziyaretine açilmis bulunmaktadir.


Musa KARAKAS

Kuzucu Sultan Türbesi

Kuzucu Sultan Türbesi..konya



Mülkiyeti Köy Tüzel Kişiliğine aittir. Selçuklu dönemi eseridir.

Moloz taş beden duvarlı tuğla külahlı olup cami beden duvarına bitişiktir.

Önceden geçirdiği onarımlar bilinmiyor.

Projeleri idaremizce hazırlatılmış olup, mülkiyet sahibi tarafından onarımı yapılması planlanmaktadır.

Türbe olarak kullanılmaktadır.

Sultan Baba

Sultan Baba


    

     Örcün Köyü tarihinin en önemli isimlerinden bir tanesi Sultan Baba’dır.Zat’ın ismi İbrahim Ethem olup lakabı Sultan Baba’dır.Fatih Sultan Han zamanında Sinop’tan gelerek şuanki türbenin bulunduğu yere yerleşmiş ve ormanlık olan bu alanları açarak bir zaviye evler hamam, hamamcık yaptırmış ve bağlar yetiştirmiştir. 
 
     Sultan Baba Türbesi’nin teşekkülünde bir “harç” vazifesi gören kerâmetler, “Sultan Baba” adının verilişine de vesile olur. Padişah’ın kızı çaresiz bir hastalığa yakalanır. Rüyasında Derviş Baba’yı görür. Bir başka rivayete göre kerâmetleriyle tanınan Derviş Baba’ya gitmesi salık verilir. Derviş Baba, rüyasında gördüğü yollardan geçerek Örcün’e gelen Sultan’ı sağlığına kavuşturur. Bunun üzerine Padişahın kızı, Derviş Baba’ya, “Siz, benim Baba Sultanımsınız” der ve “Baba Sultanım” diye hitap eder. O günden sonra Derviş Baba, “Baba Sultan” adıyla anılır.
 
     Padişah, kızının iyileşmesine çok sevinir. Derviş Baba’ya kızıyla gelerek, kendinden bir istekte bulunmasını söyler. Derviş Baba, bir zaviye, bir küçük ev ve bir hamam istediğini belirterek; bunların yerini işaret eder. Bu işaret öylesine etkilidir ki, eliyle işaret ettiği yerlerin ağaçları birden bire sapsarı olur. Bir rivayete göre de sapsarı ağaçlar yemyeşil olur.
 
     Sultan Baba’nın hastalıkları iyileştirmek, vücut arızalarını gidermek gibi biyolojik mahiyetteki kerâmet motiflerinin yanında; bereket, az yiyecekle çok kişiyi doyurma keramet motifi de velî hüviyetine dahil edilebilir. Sultan Baba, bir gün, zaviyesine uğrayanların, yoldan gelip geçenlerin ve köy halkının yemesi için küçük bir kazan pilav pişirtir. Gelenler arasında dişi ağrıdığı için pilavı yiyemeyen bir adam vardır. Sultan Baba, parmağını adamın ağrıyan dişinin üzerine koyar ve ağrı hemen kesilir. Pilav, onca insan tarafından yenmesine ve birçok kişiye de dağıtılmasına rağmen hiç bitmez.
 
     17 Ağustos 1999 Marmara depreminin merkez üssü olan Gölcük’te, çok büyük kayıplar verilirken; Gölcük’ün köyü Örcün’de hiç bir kaybın olmamasını halk, Sultan Baba’ya ve onun, “felaketlere mâruz kalanlara çok uzaklardan müdahale ile kurtarma” kerâmetine bağlamaktadır.
 
     Rivayete göre, Sultan Baba, depremde türbesinden çıkarak denizden gelen dev dalgaları eliyle durdurmuş ve denizin Gölcük’ü tümden yutmasını engellemiştir. Deprem gecesi Sultan Baba ve Türbenin mezarlığındaki bütün evliyalar ayağa kalkarak dua etmiş, topluca namaz kılmışlardır.
 
     Sultan Baba Türbesi’nin yedi yıl türbedârlığını yapan ki, eşi de kendinden önceki türbedârdır, Fatma Günel’e, . Cihan Harbi’nin biteceğini, kocasının da ihtiyat askerliğinden döneceğinin müjdesini rüyada Sultan Baba vermiştir.
 
     Sultan Baba Türbesi’nin şimdiki türbedârı Ahmet Özyar, kendisi için imkân dahilinde olmayan Hacc’a gideceğini Sultan Baba’dan öğrenmiş ve gitmiştir.
 
     Köye on beş yıl önce yerleşen Hazal Kına’nın yedi kızı vardır. Eşinin ısrarla erkek çocuk istemesine rağmen,olmayacağı düşüncesiyle kendisi istemez. Rüyasında kendini Sultan Baba’nın elindeki taslardan su içerken görür.Buna bir anlam veremez, çok geçmeden hamile kalır ve bir erkek çocuk dünyaya getirir.


Sultan Baba Türbesi’ne ziyaretçilerin gidiş nedenleri şöyledir:

*Çocuk sahibi olmak,
*İstediği cinsiyette çocuğa kavuşmak. 
*Çocuğa ad vermek, kırklı çocuğun kırkını uçurmak.
*Sünnet olacak çocuğun sünnetinin rahat geçmesini sağlamak.
*Lise ve üniversiteye giriş sınavlarında başarılı olmak.
*Askere sağ salim gitmek ve dönmek,
*Evlenmek, evlenememişlerin kısmetini açmak,
*İyi bir nişanlılık ve iyi bir evlilik geçirmek (evlenecekleri gün gelin ve damat türbeye gelirler)


Kaynaklar

Nefsin Sıfat ve Mertebeleri

Nefsini bilen Rabbini bilir...


NEFSİN SIFATLARI VE MERTEBELERİ

Ey tâlib-i Hakk!

Nefs, yedi sıfat üzeredir, demiştik. Şimdi nefsin sıfatlarını da beyân edelim ki Hakk'a tâlib olan kişi, Hakk katındaki mertebesini anlayabilmek için kendisini mîzâna ve terâzîye vursun da, nefsinin hangi menzilde olduğunu görsün ve bilsin...Kendi kendisini kandırarak yarın ebedî âlemde rezîl-rüsvây olmasın...Hakk'dan dûr kalmasın ve nâra müstehak bulunmasın...

NEFSİN SIFATLARI

1) NEFS-İ EMMÂRE (Kâfir ve fâsıkların nefsleri)
2) NEFS-İ LEVVÂME (Günâhlarına pişmân olan mü'minlerin nefsleri) 
3) NEFS-İ MÜLHİME (Âlimlerin nefsleri) 
4) NEFS-İ MUTMAİNNE (İlmi ile âmil olanların ve ihlâs ile amel edenlerin nefsleri)
5) NEFS-İ RÂDIYYE  (Velîlerin nefsleri)
6) NEFS-İ MERDIYYE (Ârif-i billahların)
7) NEFS-İ SÂFİYYE (Enbiyâ-i kirâm ve rusul-i zevi'l-ihtirâm hazerâtının nefsleri)

Hesâba çekilmeden önce nefsinizi hesâba çekin!...
NEFS-İ EMMÂRE

Kur'ân-ı Kerîm'den delîli :

وَمَا أُبَرِّئُ نَفْسِي إِنَّ النَّفْسَ لأَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ
(Ben, nefsimi tebrie etmiyorum, zîrâ nefs kötülüğü emredicidir)

"Nefs-i Emmâre", sâhibini dâimâ hayırdan ve hakîkatden men' eder. Sâhibi olduğu ve hükmünü eline geçirdiği vücûdu şerre ve fenâlığa iletir ve ona mütemâdiyen kötülük yapmayı emreder. Hükümdârı bulunduğu vücûdun kalbini ve rûhunu, sefâlet ve sefâhat bataklıklarına sevk eder.

"Nefs-i Emmâre", kâfirlerin, zâlimlerin, münâfıkların, fâsıkların ve şeytânın nefsidir. Kim olursa olsun, kendilerinde aşağıda zikrolunan kötü sıfatlar bulunanlar, "Nefs-i Emmâre"ye dâhil ve cehennemlikdirler...

"Nefs-i Emmâre"nin kötü sıfatları on ikidir :

1) ŞİRK
2) KÜFÜR
3) CEHÂLET
4) GAFLET
5) GÜNÂH-I KEBÂİR
6) KİBİR
7) HIRS
8) BUHL
9) ŞEHVETPERESTLİK
10) GADAB
11) HASED
12) HIKD

NEFS-İ EMMÂRE SÂHİBİ OLANLAR

MÜŞRİKLER : Allah'a ortak koşanlar ve Hakk'dan gayrı ilâh tanıyanlar.

KÂFİRLER : İslâm olmayanlar, islâm dînini tanımayan ve kabûl etmeyenler.

CÂHİLLER : Allah'ı bilmeyenler

GÂFİLLER : Allah, Peygamber, Kitâb, melek, ölüm, kabir, âhiret, öldükden sonra dirilmek, mahşer, mîzân, hesâb düşünmeyenler, cennet ve cehennemi akıllarına bile getirmeyenler, azâbdan ve ıkâbdan korkmayanlar ve bu dünyâda bütün yaptıklarının yanlarına kâr kalacağını zannedenler. 

BÜYÜK GÜNÂHLARI İŞLEYENLER : Büyük günâhları tereddüd etmeden işleyen ve ısrarla işlemekde devâm edenler. Adam öldürenler, içki içenler, zînâ ve livâta edenler, zulm ile yetîmlerin ve halkın mallarını yiyenler, yalancı şâhidlik edenler, dedi-kodu yapanlar.

KİBİRLİLER : Kendilerini bütün insanlardan üstün ve yüksek görenler. Söylenen söz hakîkat dahî olsa kabul etmeyenler.

HIRSLILAR : Doymayan göz, kanmayan ağız sâhibi olanlar.

TAMAHKÂRLAR : Yemeyen ve yedirmeyenler, kimseye iyilik etmeyenler.

ŞEHVETPERESTLER : Nefslerinin behîmî arzularını yerine getirebilmek için her türlü denâati işleyenler, elin ırz ve nâmûsuna göz dikenler.

ÖFKELİLER : Olur olmaz her şeye öfkelenenler.

HASEDCİLER : Herkesin elinde olan ni'metin mahvolmasını isteyenler, bu çirkin huyları ile kendi kendilerini yakan ve yıkanlar

KİNDÂRLAR : Kin besleyenler, öc almak için fırsat gözleyenler.

Bu sıfatlara sâhib bulunanlar, zâhirde müslümân dahî olsalar, cehennemlikdirler. "Nefs-i Emmâre" sâhibleri, sıfat bakımından kâfirler ile denkdirler. Bu saydıklarımızın hepsini veya bazılarını helâl itikad ederlerse, islâm dîninden de çıkarlar. Ancak işlediği kötülüklerin gerçekden kötülük olduğunu kabûl ederlerse, müslümân olmakla berâber fâsık sayılırlar. Zîrâ "ehl-i sünnet ve'l-cemâat" mezhebinde olduğumuzdan, günâh işleyenler kâfir olmazlar ama âsî ve fâsık olurlar. Ancak bu gibilerin âkıbetlerinden korkulur. Nefs-i Emmâre ehli ile kâfirler yalnız "tevhîd"de ayrılırlar, yoksa sıfatları aynıdır. Kendilerinde yukarıda sayılan kötü sıfatlar gibi, Allah'ın sevmediği, Resûlullâh sallallahu aleyhi ve sellemin istemediği ve evliyâullahın ikrâh ettiği, âlimlerin ittifâkla günâh olduğunu bildirdiği, sâlihlerin ve âşıkların ve meleklerin çirkin gördüğü ahlâk-ı zemîme, her kimde bulunursa bulunsun, o kimse "Nefs-i Emmâre" sâhibidir, âkıbeti korkulu ve gideceği yer korkunçdur. Tövbe eder ve sâlih ameller işlerse ve tövbesinde samîmiyet ve ciddiyet ile sâbit ve dâim olursa, Allah onları bu sıfatlardan halâs eder. 

Bu sıfatlardan korunmak isteyenler, bu hastalığın devâsı ve ilâcı olan "Kelime-i Tevhîd"e devâm etmelidirler...


Zîrâ "Kelime-i Tevhîd", "Nefs-i Emmâre" hastalığının yegâne devâsı, şifâsı ve kurtarıcısıdır. "Tevhîd"e devâm etmekle berâber, Allah'dan afv ve mağfiret dilerler, yaptıklarına nâdim olarak gözyaşı dökerlerse, kısa zamanda kurtulabilirler. Yoksa, bu gibilerin yakın bir gelecekde korkunç azâblara uğrayacaklarını Kur'ân-ı Azîm haber vermekde ve Resûl aleyhisselam açıkça bildirmekdedir.

Cenâb-ı Erhame'r-Râhimîn, cümlemize tevfîkini ihsân buyursun, afv ve mağfiretiyle şâd eylesin ve bizleri necâta eriştirsin. Kötü ve çirkin huylarımızı Kur'ân ahlâkına ve ahlâk-ı Ahmediyyesine tebdîl ve tahvîl eylesin. Âmîn...

NEFS-İ LEVVÂME

Nefsin ikinci sıfatı "Nefs-i Levvâme"dir. Kur'ân-ı Kerîm'den delîli :

 وَلَا أُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ
(Kendisini levm eden nefse yemîn ederim ki...)

"Nefs-i Levvâme", öyle bir nefsdir ki bazen rûhun nûru ile nûrlanır. Allah'a, Peygamber'e, Kitâb'a ve rûha itâatkâr olur. Bazen de , ısyân ederek itâatden ayrılır . Sonra bu ısyânına nâdim ve pişmân olur (Neden tövbemi terkedip Rabbime ısyân eyledim!) diyerek nefsini levm eder, kendini kınar. Bu nefs, mü'minlerden ısyân ve günâh işleyip sonra nefslerini suçlayan ve kınayanların nefsleridir.

"Nefs-i Levvâme"nin sıfatı dokuzdur :

1) UCUB (İbâdetine güvenerek kendisini herkesden yüce görmek)
2) FISK (Günâhları âşikâre işlemek)
3) CEHL (Birçok gerçekleri bilmemek)
4) KESRET-İ NEVM (Çok uyumak)
5) ME'KÛLÂT VE MEŞRÛBÂT-I KESÎRE (Çok yemek-içmek)
6) HIRS (Aç gözlülük ve çok kazanma hırsı)
7) KAHR-I NEDÂMET (İnsanlara ezâ ve cefâ etmek)
8) MUHABBET-İ LEBS (İsraf derecede giyim-kuşam sevgisi)
9) LAĞViYYÂT (Boş ve faydasız sözler ve lüzumsuz beyânlar ve dünyâya da âhiretede hayrı olmayan konuşmalarla vakit öldürmek) 

Bu dokuz sıfattan, tövbe ederek yakalarını sıyırabilenler, "Nefs-i Levvâme"den kurtulurlar. Unutmamalıdır ki, bu sıfatlardan arınmadan ölenler, âhiretde çok ağlayacaklar ve nefslerini lanetleyeceklerdir. Fakat o gün nefslerine yaptıkları bu levmin (kınamanın) kendilerine hiçbir faydası olmayacaktır.

Levvâme sıfatı, "Nefs-i Emmâre"ye pek yakın olduğundan bu sıfatda olanların da âkıbetlerinden korkulur...

Yâ Rabbi! Ey kalbleri çeviren Allahım! Kalblerimizi, dînin ve tâ'atin üzere çevir de, orada sâbit-i kadem eyle ... Bi-hürmeti seyyidi'l-mürselîn. 

"Nefs-i Levvâme"de bulunan zevâtın derdlerine de İSMULLAH şifâdır, LAFZA-İ CELÂL devâdır. Bu huylara ve bu sıfatlara sâhib olanlar, ALLAH ismini vird edinmeli ve çok çok zikretmelidirler...

NEFS-İ MÜLHİME

Nefsin üçüncü sıfatıdır. "Nefs-i Mülhime", öyle mübârek bir nefsdir ki, Hak teâlâ bu nefse erişen zevâta ilim ihsân buyurur. Zîrâ "Nefs-i Mülhime" mü'minlerden âlim olanların nefsidir.

Kur'ân-ı Kerîm'den delîli şudur:

فَأَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوَاهَا
(Sonra da ona fücur ve takvâyı ilhâm eyleyen hakkı için...)

"Nefs-i Mülhime"nin şartları da sekizdir :

1) İlim
2) Tevâzu
3) Tövbe
4) Sabır
5) Şükür
6) Sehâvet (Cömertlik)
7) Kanâat
8) Tehammül (Mûsîbetlere sabretmek)

Bu sıfatlar kimde toplanırsa, Cenâbı-Hak o zâtın kalbine ilm-i nâfi' (yararlı ilim) ilhâm eder, bilmedikleri kendisine öğretilir. Artık o kişiye lâzım olan, bu nefsin dâiresinde de a'lâya çıkmaya çalışmakdır. Zîrâ "Nefs-i Mülhime"de, her ne kadar ilim ve benzeri sıfatlar varsa da, amelsizlik ve ihlâssızlık korkusu da vardır.

Yâ Rab! Bizlere ihlâslı ameller nasîb eyle...

"Nefs-i Mülhime" nin esmâsı, "İsm-i Hû"dur (YÂ HÛ)


NEFS-İ MUTMAİNNE

"Nefs-i Mutmainne"ye vâsıl olan, artık nefslerinin şerrinden kurtulmuş ve cennet ehli olmuş yani  has kullar arasına girmiş demekdir :

Kur'ân-ı Kerîm'den delîli şudur :

 يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ
(Ey mutmain olan nefs!..)

Bu sıfat, nefsin öyle mübârek bir sıfatıdır ki, Allah'ın inâyeti ile, kalb, nûr-i ilâhî ile nûrlanır. Allah'ın sevmediği bütün sıfatları terk eder ve bu nefsin sâhibleri ahlâk-ı hamîde ile muttasıf olurlar. "Nefs-i Mutmainne", mü'minlerden ilimleri ile âmil ve ihlâsları ile kâmil olan âlimlerin nefs mertebesidir. 

"Nefs-i Mutmainne"ye erişenlerin sıfatları yedidir :

1) Amel ve ihlâs
2) Tevekkül
3) Telezzüz
4) Riyâzât
5) İbâdât
6) Şükür
7) Rızâ

Allah'ın tevfîk ve inâyetiyle, nefslerini bu yedi mübârek sıfata erişdiren kutlu kişilerin, bu mertebeden de yüce olan MAKÂM-I RÂDiYYE'ye ulaşabilmek için bütün amellerinde dâimâ ihlâs üzere bulunmaları ve HAK esmâsına devâm etmeleri gerekir. Zîrâ "İsm-i Hakk"a devâmla bu mertebeden daha yüce olan NEFS-İ RÂDİYYE makâmına yükselecekdir.

NEFS-İ RÂDIYYE

"Nefs-i Râdıyye"ye vâsıl olan zevâtdan, Allah râzı olur. Bu nefs, velîlerin nefsidir.

Kur'ân-ı Azîm'den delîli :
ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً
(Ondan râzı olarak Rabbine dön...)

"Nefs-i Râdıyye" makâmına erişen evliyâullahda şu yedi sıfat zuhûra gelir :

1) İhlâs
2) Terk-i mâlâya'nî
3) Zikir
4) Zühd
5) Verâ'
6) Kerâmet
7) Riyâzât

Bu makâmın esmâsı HAYY ism-i şerîfidir. Bu makâm, yalnız çalışmakla elde olunamaz. Hak teâlâ, kuluna tâlib olursa onu bu makâma getirir.

NEFS-İ MERDIYYE

Merdıyye, nefs makâmlarının altıncı derecesidir. Bu öyle bir makâmdır ki, "Nefs-i Râdıyye"de kul Allah'dan râzı olduğu gibi, bu nefs makâmında da Allah kulundan râzı olur. Hak ile kul, birbirlerinden râzı olunca o kulun Allah katındaki  kadr ü kıymetini düşünüp, idrâk edebiliyor musunuz?

"Nefs-i Merdıyye" sâhibi olan kişiler, ârif-i billah ve esrâra âgâh olurlar.

Bu makâma, Kur'ân-ı Kerîm'den delîl :

رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً
(Sen ondan, o senden râzı olarak...)

"Nefs-i Merdıyye"nin sıfatları altıdır :

1) Terk-i mâ-sivâ'allah (Allah'dan gayrı ne varsa terketmek)
2) Lutf-i bi-halkillah (Mahlûkâta şefkat ve lutuf ile muamele)
3) Tekarrüb-i ilallah (Allah'a yaklaşmak)
4) Tefekkür-i fî masnû'âtillah (Yaradılanlar üzerinde tefekkür)
5) Rızâ-yı bimâ kasemillah (Hakk'ın her türlü taksîmini râzı olmak)
6) Ma'rifetullah-i hakka ma'rifetih (Allah'ı hakkıyla bilmek)

Bu altı sıfatı, hakkıyla tamamlayanlar, Allah'ın yardımı ile bu makamın da fevkinde bulunan "NEFS-İ SÂFİYYE"ye erişirler ve HAKK ile her dem görüşürler, HAKK ile söyleşirler, esrâra âgâh ve vâsıl-ı dîdâr olurlar. 

Yâ Rabbi! Keremin ve lutfunla bizleri de bu makâma vâsıl eyle...Bi-hürmeti ismike'l-azîm ve bi-hürmeti nebiyyike'l-kerîm.

Bu makâmın esmâsı YÂ KAYYÛM ism-i şerîfidir. 

NEFS-İ SÂFiYYE

Nefsin, yedinci mertebesi "Sâfiyye"dir. Bu makâma "Nefs-i Kâmile" veya "Nefs-i Sâliha" da denir. "Nefs-i Sâfiyye", öyle yüce bir makâmdır ki, Hak teâlâ mekândan münezzeh olduğu halde, zâtı ile kulu arasında sırlı bir makâmdır. Bu makâmın ahvâli ve evsâfı aslâ tarîf ve tavsîf edilemez. Dil ile söylenemez, yazı ile yazılamaz. Ancak zevk ile bilinebilir. Tatmayan bilmez, vâsıl olan söyleyemez. Zîrâ bu makâm "KÂBE KAVSEYN" makâmıdır. Bu mertebe, enbiya ve mürselîn aleyhimüsselâmın nefs-i şerîfleri makâmıdır.

"Nefs-i Sâfiyye"nin sıfatları da altıdır :

1) Tevhîd
2) Zât
3) Tavsîf
4) Sıfât
5) Tekmîl
6) Lezzât

Yâ Allah! Bizleri, bu makâmın esrârı ile zevklendir ve hissedâr eyle...Âmîn bi-hürmeti demi'l Hüseyn...
"Nefs-i Sâfiyye"nin esmâsı KAHHÂR ism-i şerîfidir...

http://defter-i-ussak.blogspot.com.tr/ALINTIDIR..
emekleri zay olmasın..ahteri