KARIŞIK

27 Şubat 2016 Cumartesi

SEYYİD ALİ (KIZILDELİ)SULTAN TEKKESİ DERGAHI.

.













Bu hafta Türk-İslam Alevi dünyasının çok iyi bildiği, çok önemli bir tekke aynı
zamanda zaviye ve dergah olan; SEYYİD ALİ SULTAN (KIZILDELİ SULTAN)
tekkesinden bahsedeceğim.
Rumeli’nin fethinde ve Türkleştirilmesinde öncülük etmiş Gazi Derviştir ,Seyyid Ali
Sultan ERENLERDENDİR dost meçlisinde.
İsmail Bıçakçı masalsı bir hikayeyle anlatır kitabında Seyyid Ali Sultan’ın
ermişliğini:
Rumeli fethine çıkılacağı zaman Şehzade Süleyman Paşa yiğitlerini
toplamıştır.Orduya katılmak isteyen Seyyid Ali Sultan’a çok genç olduğu söylenerek
ordudan dışlanmıştır.Sefere çıkan ordunun peşini bir türlü bırakmayan Seyyid Ali
Sultan Çanakkale boğazına kadar orduyla beraber gelmiş tam Rumeli’ye geçecekleri
noktada mola vermişlerdir,gece olunca ordunun yakınlarında herkesle beraber
uykuya dalan Seyyid Ali Sultan sabah uyanınca ordunun kayıklara binmiş ve denize
açılmış olduğunu görür.Onu orda bırakan arkadaşları birazda muziplik olsun diye
gülerek eğlenmektedirler,Arkalarından denize doğru koşmaya başlayan Seyyid Ali
Sultan sanki karada koşar gibi denizin üzerinde batmadan koşarak kayıklara
yetişmiştir.İşte Rumeli’nin tarihinde çok büyük yeri olan bu kişi, Rumeli
erenlerinden(KIZILDELİ) SEYYİD ALİ SULTAN’dır.
Tekkesi Dimetoka’nın Ruşenler köyüne 4 ila 5 km mesafededir. Buraları aynı
zamanda ilk Türk yerleşim bölgesidir.Tekkesi,türbesi ,misafirhanesi,salhanesi , üç
aşhanesi,üç çeşmelik bir abdesthanesi , mescidi ve mezarlığıyla görülmesi gereken
ayakta kalmış ve hizmet vermeye devam eden örnek bir Osmanlı tekkesidir. Hıdrellez
sonrası Batı Trakya ve Dünya’nın çeşitli ülkelerinden gelen misafirler 600 yıllık bir
geleneğe katılmak için Seçek yaylası’nda toplanarak, burada üç gün süren şenliklere
katılır.Düzenlenen şenliklerde, pehlivanlar güreş tutar,kurbanlar kesilir,yemekler
yenilir,kutlamalar yapılır.Batı Trakya’nın en önemli kültürel etkinliklerindendir.600
yıldır ayakta kalmayı başaran bu tekke 1997’de kurulan SEÇEK AZINLIK EĞİTİM
VE KÜLTÜR DERNEĞİ’nin başarılı çalışmaları sayesinde, bugün yıllar önceki
değerini tekrar bulmuş ve Batı Trakya Türk kültürünü Dünya’ya tanıtan en önemli
kültürel etkinliklerden biri haline gelmiştir.
Kimdir? SEYYİD ALİ SULTAN
Doç .Dr .Bedri Noyan ‘Alevilik ve Bektaşilik nedir’ isimli eserinde Seyyid Ali
Sultan’ın tarihsel kimliğini söyle anlatır:
“Miladi 1397 yılında Dimetoka’da dergah yaptırmış, canlar uyandırmıştır. Orada
Hakk’a yürümüş ve bu dergahta sırlanmıştır. Dergah, Kızıldeli Irmağı kenarında güzel
bir tepe üzerinde kurulmuştur. Bu ırmağın adından dolayı Kızıldeli lakabıyla
anılmaktadır. Balım Sultan’ın babası Mürsel Baba da Dimetoka’ya bu dostunun
yanına gitmiş, orada kendi adına bir zaviye kurmuş ve burada post-nişin olmuştur.
Seyyid Ali Sultan’ın isteği üzerine evlenmiş, bu evlilikten Balım Sultan(Hacı Bektaş
Veli’den sonraki en değerli pirlerindendir Bektaşiliğin kurallarını derleyen kişidir)
doğmuştur.
Ahmet Hamdi Zeza Paşa’nın Arapça kitabında (s. 50) da adı “Hızır Lale Seyyid Ali
Sultan” olarak yazılı olup resmin altında Seyyid Hüseyin Ata oğlu Seyyid Ali
Sultan’dır. Hızır Lale diye lakablandırılmıştır. Doğumu 710 ve ölümü 805(1310-
1402)’dir diye kaydı vardır.
Hacı Bektaş Veli vefat edince Seyyid Ali Sultan Pir Evi’nde post-nişin(postta oturan,
tekkenin şeyhi olan kimse) olmuş, Rumeli fütuhatına katılmak için padişah
kuvvetlerine katılmış, yerine Habib Emirci’yi bırakmış akınlara girmişti. Sonraları
Timur ortalığı karıştırınca Pir Evi’ni kapatmıştı. Seyyid Ali Sultan Dimetoka’da
Kızıldeli ırmağı kenarındaki dergahında Hakk’a yürümüş, yerine Yağ Bali Baba
geçmiştir. Onun vefatıyla da Balım Sultan post-nişin olmuştur.
Bir söylentiye göre, düşünde Hz. Muhammed’den buyruk alarak Hacı Bektaş Veli’ye
gelen 40 kahramandan birisidir. Hacı Bektaş Veli de Orhan Gazi’ye yollamış ve
Rumeli fethinde bunlar çok yararlık göstermişlerdir. Bu 40 kahramandan Seyyid Ali
Sultan komutan; Emir Sultan bayraktar, Seyyid Rüstem Gazi kadıasker ve
Abdüsamed imamlık ederler. Bunlar Orhan Gâzi tarafından saygı ile
karşılanmışlardır. Rumeli’nin fethinde çok büyük katkıları olmuş, oralarda açılan
dergâhlarla insanların gönüllerini fethetmişlerdir.
SEÇEK AZINLIK EĞİTİM VE KÜLTÜR DERNEĞİ’nin tekke için yapmış
olduğu başarılı çalışmalardan dolayı kendilerini kutlarım.
TEMENNİMİZ BATI TRAKYA’DAKİ DİĞER DERNEKLERİN VE
VAKIFLARINDA, SEÇEK AZINLIK EĞİTİM VE KÜLTÜR DERNEĞİ’Nİ
ÖRNEK ALARAK TARİHİMİZE SAHİP ÇIKMALARIDIR.

POSTUBOŞ BABA (POŞPOŞ)TEKKESİ


batı trakya







Bir zamanlara Batı Trakya’ki Osmanlı Eserlerinin sayıları.
1913’te :
Dedeağaç’ta 11 cami ve mescid olmak üzere 14 eser.
Dimetoka ve çevresinde 133 cami ve mescid, 8 medrese, 18 mekteb, 11 tekke olmak
üzere 187 eser.
Gümülcine’de 76 cami, 35 mekteb, 27 han, 28 hamam olmak üzere 295 eser.
İskeçe ve çevresinde 171 cami ve mescid olmak üzere 179 eser bulunuyordu.
Günümüzde bu eserlerin bir çoğu yok olmuştur.
Yok olan eselerin başında Postuboş(poşpoş)Baba tekkesi gelmektedir.
Peki kimdir Postuboş Baba?
Halveti Tarikatına bağlıdır.Sultan Murat Hüdavendigar zamanında sayılı
alimlerdendir.Gazi Evrenos Bey’le Rumelinin fethinde büyük rol
oynamıştır.Gümülcine’ye yerleşmiş,burada tekke,aşhane ve misafirhane
açmıştır.Kendiside burada vefat etmiştir ve tekkeye defnedilmiştir.
İsmail Bıcakçı böyle anlatır, kitabında…
Yeni yayınlanmış olan:
T.C BAŞBAKANLIK DEVLET ARŞİVLERİNİN HAZIRLDIĞI
OSMANLI BELGELERİNDE BATI TARAKYA
İsimli kitapta iki belgede rastlıyoruz, Postuboş Baba tekkesine/
23 Eylül 1883 tarihli belge tekke ve türbenin onarılmasıyla ilgilidir.Günümüz
türkçesiyle şöyledir:
Gümülcine’nin fethinde Gazi Evrenos Bey ile gelen ve burada vefat eden Halveti
Tarikatı’ndan Postuboş Baba’nın Gümülcine’de bulunan türbe ve dergahının
onarılması için gerekli paranın Emlak-ı Hümayun gelirinden karşılanması.
Bu ilk belgeden anlıyoruz ki Osmanlı İmparatorluğu devlet anlayışı olarak sosyal
hayatı destekliyen, halkın yararına olan kurumları her zaman korumuş ve
desteklemiştir.Günümüzde maalesef bu tekkeyi ve birçok kültür mirasını yok eden
zihniyet,yapmak yerine, yıkmayı tercih eden zihniyetten başkası değildir.
İkinci belge ise:
19 temmuz 1855 tarihlidir.Vefat eden tekke şeyhinin yerine yeni şeyh atanmasında
bahseder ve şöyledir:
Gümülcine Kazası dışında bulunan Postuboş Tekkesi Şeyhi Mustafa Efendi’nin
ölümü üzerine vazifenin Nakşibendi Tarikatı’ndan Hacı İsmail Dede Efendi’ye
verilmesi.
Nasıl yok edildi?
Neden ve nasıl yıkıldı bu tekke,İsmail Bıcakçı kitabında tekkeyi Gümülcine
Belediyesi yetkililerinin yıktırdığından bahseder,aslında tekkeyi yıktıran dönemin
vakıflar idaresi başkanı Hafız Yaşar’dır.
Bahçesindeki onlarca tarihi mezar taşlarıda maalesef tekkeyle aynı kaderi
paylaşmıştır.
Tekkenin yıkılmasının tek bir sebebi vardır.
Bazı kişiler farkında olmadan veya olarak kötü niyetli kişilerin emellerine alet
olmalarıdır.Elinde yetkileri olan kişiler bu yetkileri kullanırken dikkatli olmalı ve kötü
niyetlerin kurbanı olmamalıdırlar.Unutmamak gerekir ki kültür mirasları herşeyden
önce gelir.
Çözüm toplum çıkarları doğrultusunda hareket etmekten geçer.
Azınlık ileri gelenleri ve azınlık mensupları kendi çıkarlarından önce azınlık
çıkarlarını düşünmeli ve tek bir beden, bir bütün olarak hareket etmelidir.Biz
öncelikle bu bütünlüğü sağlamalıyız.

KÜTÜKLÜ BABA TÜRBESİ

                     



Tekkenin restorasyondan önceki hali  
Tarlaların arasında kaybolmaya yüz tutmak üzere olan, geçmişi hakkında çok az
bilgiye sahip olduğumuz, ziyaret edilmeyi bekleyen önemli bir eser.
Hakkında efsanelerin olduğu bir yapı taş mimarisiyle büyük şehirlerde padişahlara
yapılmış türbelere benzeyen bir yapıdır.
İskeçe’nin Gökçeler köyünden aşağı doğru inilerek Kızılcaköy(Polisiton) köyünden
sonra Elmalı(Sidini) köyünüde geçtikten sonra Boru gölüne doğru yöneliyosunuz
Gereviz(Selinon) köyüne geldikten sonra birilerine sormanız gereklidir. Bu önemli
eser bir tarlanın ortasında kalmıştır çünkü, kaderine mahkum bırakılmıştır.
Kültüklü Baba kimdir?
Kültüklü Baba’nın tam olarak nereden geldiği belli değildir.Kültüklü Baba
*Buhara ve Horasan’ gelen atalarimizdan Ahmet Yesevi’nin halifelerinden olup Hacı
Bektaş Veli ile anadoluya gelmiş sonra Rumeli’ye geçmiş Sofya’da ünlü mutasavvıf(
tasavvuf inancını benimsemiş kendini Allah’a adamış kimse) Bali Baba’dan ders
görmüş,sonrada buralara tekkesinin olduğu yerlere yerleşerek burada topluma hizmet
vermeye devam etmiştir.
Şeklinde anlatır; Ekrem Hakkı Ayverdi .
Kayıtlara göre Kültüklü Baba adıyla anılan zatın tekkesi çok güzel bir yerede
ormanların içinde bir su kenarında olduğundan bahsedilir.Günümüzde tekkeden eser
yoktur ve yeri bilinmemektedir.
Çok ilginç bir rivayetten bahseder İsmail Bıçakçı kitabında:
Bügün bir gayrimüslim bir vatandaşın tarlasında bulunan Kültüklü Baba türbesi
tarlanın sahibi sahibi tarafından yıkılmak istenmiş, fakat tam yıkım zamanına yakın
bu vatandaş ağır bir hastalığa yakalanmış ve rüyasında bir zat görerek, bu zat
kendisine ‘bu türbeyi sakın yıkma senin felaketin olur’demiş.Bu kişi o gece rüyasına
giren kişiye yıkmayacağına dair söz vermiş ve iyileşmiştir.
Başka bir efsaneye göre de yine bölge halkından bir gayrimüslim vatandaş tekkede
altın armaya karar vermiş ve mezarı kazmış fakat hiş bir şey bulamamıştır,türbeden
çıkarken bakmış girişte çok güzel bir mermer taş var ne oldu oldu demiş, bari bu taşı
alayım ahırda kullanırım ve taşı yerinden sökerek evine götürmüş, ahırın bir yerine
koymuş gece olunca yatağına yatmış ve rüyasında Kütüklü Baba’yı görmüş,’aldığın
taşı yerine koy,yoksa ölürsün’demiş.Sabaha kadar rüyayı tekrar tekrar görür,sonraki
gün şaşkın bir halde bu gecede rüyama girerse bir hal çaresine bakarız demiş,gece
olunca yine aynı rüya,bir sonraki gecede aynı rüya ve vatandaş bir doktora giderek
durumu anlatır bir sürü tahlil falan adamda bir şey yoktur,Doktor adama ‘sana
rüyanda söyleneni yapmadan bundan kurtulamıyacaksın’ demiş,adam eve gelince
hemen söktüğü mermer taşı almış ve eski yerine koymuş böylece rüyadan
kurtulmuştur.
Biraz mistik olsada bu hikayeler belki bir türbenin bugünlere ulaşmasını sağlamiştir.
Türbe 16. yy.la ait bir yapıdır,tamamen kesme taştan yapılmıştır, iki kubbeli bir
yapıdır ,kubbeler kiremit ortülüdür,giriş kapısı yoktur,iki bölümden oluşur,ilk bölüm
boş,ikinci bölümde bu ulu zatın sandukası vardır.Kitabesi yerınde yoktur ve nerede
olduğu bilinmemektedir.
Temizliği çevre halkı tarafından yapılan türbe,son yıllarda çok iyi bir restorasyondan geçirilmiştir.Uzman ekipler tarafından yapılan restorasyon bitmek üzeredir.Batı Trakya'da böylesine değerli bir tekkenin varliğı dahi unutulmuştur.
Bölgemizdeki bu önemli ata yadigarı türbenin nice badireler atlatarak günümüze
kadar ayakta kalması dahi bir mucizedir,kimsenin bilmediği kuş uçmaz kervan
geçmez bir tarlanın ortasındadır..
Böyle güzel bir eserin daha çok tanıtıma ihtiyacı vardır.
*Buhara:Özbekistan’da tarihi bir şehir.
*Horasan: Tam olarak bilinmemekle beraber İran’ın doğusunda Afganistan tarafında
çok geniş bir alandır.

AHSEN DEDE

AHSEN DEDE


 Görenez Köyü Ahsen Dede Tepesi AKHİSAR
Bundan yediyüzelli sene evvel Horasandan Anadolu ya çok muhtelif zatlar ve evliyalar gelmiştir.
Görenez köyünde bulunan iki zatın yanına bu zatta 14 sene sonra gelmiş onlar bunu orada kaldığını istememişler. O da Köyden ayrılıp dağa çekildi. Ömrünün sonuna kadar bu dağda 8Münzevi) hayat geçirip 83 yaşında vefat etti ve buraya defnedilmiştir.
Burada kimsesiz olduğundan ve garip kaldığından başka yerlerden gelen ziyaretçiler bu köyün ismini yani görenezin adı göremez dediler. Çünkü o köyden bu zatı bilen yoktu. bu zamana kadar yine yoktu. Nihayet o zamanın insanlarının şimdiki torunları (Bir Zatın ) delalet ve işaretiyle bu merhum ve muhterem zatı buldular ve büyük külfetlerle 1995 senesinde türbeyi yapıp ziyarete açtılar. Elbette bu zatı memnun ettiler Allah burada çalışanları da memnun etsin. Bu zatın adı zatı Ahsendir.


Biz bilinmez bir kimsesizdik,
Bir bileni kendimizi sezdirdik,
Senelerdir toprakta kendimizi gizledik
Murat isteyenlere ederiz dua
Uyan dünyaya etmeden veda
Yolun doğrulsa yardımcıdır Huda
İnat etme udavet ve kinde
Daim ol Allahın zikrinde
Huzur yoktur başka dinde
Ömrünü hak hukukla geçirme
Dünya hayatını gafletle bitirme
Son nefeste şahadeti kaçırma

Bu zatın adı zatı ahsendir.

HAŞİM BABA TÜRBESİ

HAŞİM BABA TÜRBESİ



Türbe, İnadiye Semti'nde ve bu isimle bilinen meşhur tekkesinin altında ve Gündoğumu Caddesi ile İnadiye Mezarlık Sokağı'nın birleştiği yerde idi. Yeri, bugün arsa halinde bulunan türbede, 1197 (1783) tarihinde vefat eden Bektâşî şeyhi Haşim Baba medfundur.
Haşim Baba, Celvetîlik'ten ayrılıp Bektâşî babası olduğu için babası Şeyh Yusuf Nizameddin Efendi'nin türbesine gömülmemiştir. Fevkânî olan ve semahane olarak kullanılan tekke mescidinin altındaki bir oda türbe haline getirilerek buraya defnedilmiştir.

NAKKAŞ BABA TÜRBESİ..






NAKKAŞ BABA TÜRBESİ
Türbe, Nakkaş Baba Mezarlığı'nın caddeye açılan üç kapısından, Beylerbeyi tarafındaki merdivenli kapıdan girildiğinde, merdivenler bitmeden sol tarafta asırdîde bir servinin gölgesindedir. Bu açık türbenin etrafını alçak bir duvar çevirmiştir. İnce, silindir şeklindeki baş ve ayak şâhidelerinde yazı yoktur. Baş taşı üzerine altı parçalı bir sikke yerleştirilmiştir ki, bu tip serpuş başka hiç bir yerde mevcut değildir.
Duvar üzerindeki demir korkuluğa: "Yavuz Sultan Selim ricalinden Nakkaş Baba İstanbul Belediyesi 1953" diye bir levha asılmıştır. Bu tarihte yol genişletilmiş ve merdivenler yapıldığı gibi mezarlık duvarı da geri alınmıştır. Mir'at-i İstanbul adlı eserin sahibi Mehmet Raif Bey: "Bu mevkiin bu nam ile anılmasına sebeb üst tarafındaki makberede 'Nakkaş Baba' namındaki bir zatın türbesi bulunduğundan ileri gelmiştir." demekte ve "Nakkaş Baba, Cennetmekân Sultan Selim Han-ı Kadîm'in Çaldıran muzafferiyetini müteakib Tebriz şehrini feth ve istilâ ile Dersaâdet'e avdet buyurdukları esnada Tebriz ahalisinden Dersaâdet'e getirdikleri erbab-ı san'at ve maarif arasında Şeyh Nakkaş Baba dahi mevcut idi. O asırda meşhur bulunan Habib-i Karamanî'den inabet birle kesbi kemalet ederek ismine mensup köyde zıraatla meşgul olurdu." demektedir. Bugün Cemil Molla ismiyle yad edilen eski Nakkaş Baba mevkii hiç bir zaman bir köy olmadığına göre bu köyü başka yerde aramak icap eder.
Baba Nakkaş Kimdir?
Üstünde Fatih Sultan Mehmet'in altınlı ve etrafı yazılı tuğrası olan Safer 880 (Haziran 1475) tarihli Arapça bir vakŞyeden öğrendiğimize göre, Baba Nakkaş, Fatih devri (1446- 1481) sanatkarlarından bir zat olup "üstad-ı muazzam, Hazreti padişahın yakınlarından" idi. İsmi, "Mehemmed ibni Şeyh Bayezidü'şşehir bi-Baba Nakkaş" yani Baba Nakkaş diye anılan ve Şeyh Bayezid'in oğlu olan Mehmed'dir. Yine aynı vakŞyeye göre Fatih, 'Kutlubey' denen ve Çatalca yakınlarında bulunan bir köyü arpalık olarak 870 (1465-66) tarihinde bu zata vermiştir.
Bundan on sene sonra Baba Nakkaş bu köye bir cami yaptırarak burasını vakfetmiş ve köy bundan sonra onun adı ile anılmaya başlamıştır. Bu köy bugün de mevcut olup Büyük Çekmece Gölü ile Terkos Gölü arasında ve Hadımköy'ün kuzey batısındadır. Peçevî İbrahim Efendi (1574-1650), tarihinde: "Derviş Mehmed, Şeyh Baba Nakkaş'ın oğlu idi. Ve bölük ulûfesine mutasarrıf idi.
Babası namına olan karyede ziraat ve harasetle meşgul olurdu, merhum ve mağfurün-leh Sultan Süleyman Han sayd ü şikâr bahanesiyle ol semtlerde seyran ettikçe Baba Taamı diyu mahazar ihsar iderdi. Saadetlu padişah kendüde kabiliyyet müşahede itmeğle riyasete nasbedüb ba'dehu Defter Emini oldu...." demektedir. Bu açıklamadan Baba Nakkaş'ın Derviş Mehmet ismindeki bir oğlunun Kanunî devrinde (1520-1566) defterdar olduğunu öğreniyoruz.
Derviş Mehmet Çelebi ismiyle bilinen bu zat 1561-62 tarihleri arasında ve 1569-1573 tarihleri arasında olmak üzere iki kere baş defterdarlı k görevinde bulunmuştur. VakŞyeye göre Mehmet Baba Nakkaş'ın oğlu "Mahmudü'l-Defterî"dir.
Bunun oğlu "İbn Baba Nakkaş" namıyla maruf Defterdar-ı esbak Derviş Mehmet Çelebi'dir. İşte Sultan Süleyman'a 'Baba taamı' ikram eden bu zattır. Derviş Mehmet Çelebi'nin 'Şeyh Mustafa' adlı bir kardeşi vardır. Her ikisi de Baba Nakkaş diye ünlü idi. Şeyh Mustafa dedesi gibi nakkaş olup "eski saray kapısı üzerinde o sihr-asar münakkaş saçağı ve Saray-ı Cedîd'de Divanhanei Bayezid Han'ın kubbelerini" işlemiştir. "Nukûş-ı bukalemun sanat ve halini Diyar-ı Rum'da ilk defa kendileri şâyi etmiştir."
Evliya Çelebi'ye göre, Şeyh Mustafa Baba Nakkaş "Bayezid-i Velî musahibidir. Özbekiyyü'l- asl olub ilm-i nakşda gûya Mani ve Bihzad imiş."

Yeşil Türbe

Yeşil Türbe

Yeşil Türbe
Şehir yaşamının insanın duygularını örselediği zamanımızda, kimi vakit soluklanacak bir liman, bazı vakit de sürprizleri ile efkarımızı dağıtacak sihirli olan bir mekan aranır. Böyle zamanlarda, geçmişin puslu yapraklarından gelen ve kendine özgü olan yapısı ile yaşamın bütün neşvesini sergileyen yeşil, bir sükünet koyu olarak kendini gösterir. Bursa'nın güzel bir semti olan Yeşil, şöhretini tabi yapısının iç açıcı renkli dokusuyla beraber, Osmanlı tarihinde benzeri yer almayan yeşil Külliye’sinden alır.

Osmanlı Devleti'nin ikinci kurucusu olarak kabul edilen Çelebi Sultan Mehmet’in, yaşarken yapımına başlanan külliyenin günümüze kadar kalabilen bölümleri cami, türbe, medrese, hamam ve imarettir. Eşsiz firuze çinileriyle cazibesini günümüzde hala devam ettiren Yeşil Türbe, bu külliye içerisinde asli vazifesini devam ettirerek ön plana çıkmaktadır. Türbenin mimarı, Fetret Devri'nde Osmanlıların toparlanmasında büyük yararlılıklar gösteren başarılı asker Hacı İvaz Paşa’dır. Çini ve öbür süsleme işlerini yapan ustalar ise Üstadan-ı Tebriz adıyla anılan Hacı Ahmet Tebrizi, Muhammed Mecnün ve Ali bin İlyas Ali’dir.

Müceddid-i Devlet Çelebi Mehmet, yeşil Türbe’nin tarihimizde yer alan haklı şöhretinin nedenlerini, sanat üstünlüğüyle beraber, yapıldığı zamanının siyasi koşullarında ve banisi Çelebi Mehmet’in ruh dünyasında bulunan önceliklerde aramak gerekir. Sultan, Osmanlı Devleti’nin kaos ortamına sürüklendiği Fetret Devri’nin bitiminde tahta geçmiştir. Mağlubiyetle sonuçlanan Ankara Savaşı'nın ardından Yıldırım’ın oğullarından Süleyman, İsa, Musa ve Mehmet Çelebiler, amansız olan bir taht kavgası yaparlar. Zira Timur, Anadolu’dan ayrılırken arkasında buhranlı bir ülke bırakmak gayesi ile bu dört şehzadeye de hükümdarlık beratı vermiştir. 

Şehzadeler arasında 11 sene devam eden bu yorucu mücadeleyi stratejik olan dehası ile Çelebi Mehmet kazanır. Kazanır, fakat hükümdarsız geçen seneler de Osmanlı toplumunda derin yaralar açmıştır. Genç padişahı zor günler beklemektedir. Otorite boşluğundan faydalanan iç ve dış düşmanlar devleti yıkamamış, ancak ona büyük zararlar vermişlerdir. İşte böyle bir zamanda Anadolu’da ve Balkanlarda hakimiyeti yeniden tesis eden Çelebi Mehmet, devleti yeniden ayağa kaldırır, halkın ümit kaynağı olur. 

Sekiz senelik saltanatı boyunca karşılaştığı tüm gaileleri azimli ve soğukkanlı idaresi ile aşar. Bu arada siyasi olan başarılarını sanat eserleri ile taçlandırarak milletinin burkulan kalbini tamir etmeyi ihmal etmez. Devletini sil baştan inşa etmesi, milletini bir baba şefkatiyle kucaklaması, Çelebi Sultan ve Mehmet Bey ünvanıyla da anılan Birinci Mehmet’e, Müceddid-i Devlet unvanını kazandırır. Kendi devletini fırtınalı okyanuslardan sakin olan limanlara yanaştırmayı başaran yüce hünkar, kendi hayat seyahatinin son limanına ise 1421’de kavuşur. Edirne’de bir av esnasında felç olup atından düşer. Ölüm zamanı paşalarını çağırıp, hemen oğlum Murat’ı getirtin. Ben bu yataktan kalkamam. Murat gelmeden ölürsem fitne çıkar. Tedarik görün, ölümümü gizleyin, diyerek vasiyet etmiştir.

ALİ ÇELEBİ TÜRBESİ..

ALİ ÇELEBİ  TÜRBESİ..yozgat
Ali Çelebi Türbesi Muşali Köyü Akdağmadeni Yozgat
Muş Ali köyündedir. Köyün kuzeyinde her tarafa hakim bir tepe üzerinde kale (Muşallim Kalesi) ile batı eteğinde kurulmuş iki türbe bulunmaktadır. Bu türbelerden kaleye yakın(yukarıda) olanı ,Ali Çelebi,aşağıda olanı Mahmut Çelebi türbesidir. Ali Çelebi türbesi ,diktörtgen planlı,baldöken tarzında türbeler "grubuna giren bu türbe kare planlıdır. "L" ayaklar arasındaki üç sivri kemere ve duvara pandantifle oturan ufak kubbeli bir yapıdır. Pek muntazam olmayan beyaz ve kahverengi kesme taşın kullanıldığı "L" ayaklarda ağaç hatırlara ve devşirme malzemeye rastlanır. Örülü olan kuzey duvarında devşirme malzeme daha çok kullanılmış ve duvar yönünde bir hareketlilik sağlamıştır.

Türbe içinde (İçindeki kırık) ve dışında bir mezar taşı vardır. Bunlar üzerindeki kitabeleri Paul Wittek şöyle okumuştur. "Yukarıdaki türbede 871/1466-67 tarihlerinden başka bir mezar taşından made adı geçen Mahmut'un babasının mezar taşı vardır. Buda Hıristiyan mezar taşı şeklindedir. Bunun kapağının her iki tarafın da 112.sure ile kelime-i şahadet yazılıdır. Mezarın uzunlamasına olan her iki tarafında Ali Bin Muşallim Nusret adı ve ölüm tarihi olarak ta Recep ayı başları yani onuna kadar olan günlerden birisi 875/24.11.1470:2.1.1471 yazılıdır."Bu mezar taşları üzerindeki kitabelere göre türbe 871/1466 veya 875/1471 tarihleri arasında yapılmış olmalıdır. İçersinde el yazması kitap ve sayfalarına ve röliklere rastlanan kare planlı , beşik tonozla örtülü esas mezar odası toprakla altında kalmıştır. Eğer mezar odasının beşik tonoz kısmı kırık olmasa idi,buranın varlığından söz etmek imkansızdı. Yapı içerisinde ve dışında herhangi bir süsleme unsuruna rastlamaz. Sadece devşirme malzemenin kullanılış biçimi yapı dışında bir hareketlilik sağlamıştır.

Seyyit Dede Garkın

Seyyit Dede Garkın



Seyyid Dede Garkın 
Oğuzların , Anadolu'ya yaptığı göç yıllarında , Çepni toplumu için en büyük klavuzlardan birisi , Dede Gargın Ocağı olmuştur.
Dede Garkın Ocağının en önemli taliplerinden Babab İlyas ise Selçuklu Ordusu Komutanı Mübâriz’ûd-Dîn-i Armağanşâh tarafından idam edilmiştir. Dede Garkın Ocağı , Anadolu'nun diğer köşelerinde ki diğer Horasan Erenlerini gibi , Oğuz türklerinin , O günlerine ve geleceğine büyük yardımlarda bulunmuştur.

Şah İsmail Sultan postunu seren
Duymadan işitip bakmadan gören
On sekiz bin âlemin rızkını veren
Medet Sultan Yusuf sana sığındım

Dedekargın gulamıdır Mecburi
Gece gündüz yalvarmaktır hem kârı
Ervah-ı Muhammed Ali'den yâri
Medet Sultan Yusuf sana sığındım.

Hz.Muhammed (S.A.V.) torunlarından , Hz. Hüseyin (R.A.)’in oğlu Zeynel Abidin (R.A.) 'in oğlu Ali Asgar ( R.A.) in torunlarındandır.
Miladi olarak 1000′li yıllarda hayat sürmüştür. Selçuk Bey ile dünür olmuştur. Karşılıklı kız alıp verdiği Selçuk Bey’e destek vermiş, beraberinde olan ve kendisine bağlı tüm Seyyidlerle , Selçuklu Türk Devleti’nin kuruluşunda önemli rol oynamıştır. 

Hacı Küreyş Türbesi

Hacı Küreyş Türbesi 



Mayıs Ayının 3.Pazar günü , binlerce insanın ziyaret akınına uğradı
Bu ziyaretimizde çok önemli bir zatın türbesine gidiyoruz. İmkanlar dahilinde , Çepni Toplumu adaklarını adıyor , dualarını ediyor , taşlarını yapıştırıp , mumlarını yakarak sevgi ve saygılarını sunuyorlar..
Bölgede yine her aile , kendi doru ağacının altında oturuyor.. Öylesine bir kalabalık var ki , koskoca arazide var olan binlerce ağaç , hemen hemen dolmuş gibiydi.
Yavuzeli Belediyesinin İtfaiye aracını bu sefer görebiliyoruz.. Ziyaretgaha gelen misafirlerin ve göçerlerin , Adına hürmeten yaptırdıkları Tuvalet ve sondaj sonrası çıkarılan su insanlar arasında büyük bir memnuniyetle karşılanmış.
Yine her yerde olanca hızı ile süren ikramlar davetler. Temiz havayı lütfeden rüzgarlar , yaz mevsimlerinde etkisini gösteren sıcaklara müsaade etmiyorlar..
Kapısı ve eşiği öpülerek giriliyor Türbeye.. Yaşlı kadınların birbirleri ile yarıştıkları kumaş kesme işinde , kimisi ağaçlara asmak , kimisi başına dolamak amacı ile insanlar arasında da kumaş parçalarından alma yarışı sürüyor..
Fizik kurallarını alt üst eden duvara yapıştırılmış taşların büyüklükleri göze çarpıyor hemen.. Sanırım büyük dileklerde bulunmuşlar demeden edemiyoruz..
Gaziantep Çepnileri Derneğinin gönüllüleri adeta her yerdeler. Her ağacın altında büyük bir hevesle , birlik ve beraberlik duyguları pekiştirilmeye çalışılıyor , İnsanlar birbirlerine kaynaştırılıyor , Kültürün toplumun olmaz ise olmaz olduğunun vurgusu yapılıyor ağaçların altında içilen çayların kokusunda..
Yaşlı insanların gözlerinde ki mutluluk görülmeye değer.. Çocukluklarını , Gençliklerini , kısaca tüm hayatlarını , bu ziyaretgahın çevresinde geçirilen onlarca yılı aynı anda yaşıyorlar.. Hüzün artık yerini tatlı bir anımsamaya bırakmış..
Doru ağaçlarına asılan kurban etleri tüm görkemi ile misafirlerini bekliyor..
Yalın ayak , başı kabak bölgede dolaşanlar , kerametin büyüklüğünü haykırıyor bizlere.. Önce ki senede ettikleri duaları gerçekleşenler, dualarının gerçekleşmesinin ardından ettikleri ahtleri ( sözlerini ) yerine getiriyorlar , yalın ayak yürüyerek, saçlarını sıfıra vurdurarak...



Tarihte ilk defa hicretin 150. Senesinde Medine tanzim edilen secerelerden öğrendiğimiz Hacı Küreyş , 7.İmam Musa-i Kazım soyundan gelmektedir. Hacı Kureyş kesin tarihi bilinmemek ile birlikte 1150 li yıllarda Erdebil bölgesinden , Anadolu ya geliyor , O zaman Hınsı Mansur adı ile bilinen bugün ki Adıyaman Gaziantep yöresine yerleşiyor. Günümüzde türbesi Gaziantep Yavuzeli ilçesinin Kayabaşi köyündedir. 1200 li yılların başında baba ocağından ayrılan oğlu Seyyid Mahmudi kebir o dönemde Elazığ Palu ya bağlı Mazgirt in Çile Keş Köyüne gidip yerleşmiştir.

Hacı Bektaş’ın amcasının oğlu olan Seyyid Mahmut Hayrani’nin soyundan olan Baba Kureyş’tir. Halk arasındaki rivayete göre Haca gittiği için Hacı Kureyş olarak anılıyor. Ama yaygın olarak da Baba olarak da kulmanılıyor. Baba Kureyş’in evlatları olsa da fazla yaşamayıp ölüyorlarmış. O yüzden bir daha evlenmiş. Ondan bu dedeler çoğalıyor. Dedeler kollara ayrılıyor: Mevaliler, Hüseyniler, Derviş Musalar gibi kollara ayrılır. Baba Kureyş’ın oğlu Düzgün Baba ise anası da dede kızı olan bir erendir. Muş, Varto, Hınıs, Erzurun, Tekman, Bingöl, Sivas, Zara, İmran’lıya kadar Baba Kureyş evlatları dağılıyorlar.

'' Hacı Kureyş; rivayete yöreye geldiği zaman sadece bir öküzü varmış. Alaettin Keykubat zamanında insanlar arkasına toplanınca, Elazığ’dan vali haber yolluyor, diyor ki sen toplumu kandırıyormuşsun. O da yok, diyor. Onu getirmek istiyorlar. O da evladım, ben yaşlıyım, diyor. O da benden valiye selam söyleyin, ben dervişim, yaşlıyım, diyor. Gelme imkanım yoktur, diyor. Kış ayında elini sürüyor, kavun karpuz oluyor, şu meyveleri iletin diyor. O zatın mucuzileri görenler meyvaları alıp valiye iletiyorlar. Vali de diyor ki, bu adam sihirbaz mıdır, nedir? Yanındakiler valiyi etkiliyorlar diyorlarki o sihirbazdır, o tutuklayıp alıp getirin, diyorlar. Onu Elazığ’a iletiyorlar. Vali, Baba Kureyş’e kendini ispat etmeye hazır mısın, diyor? O da her şeyimle, velayetimle hazırım, diyor? Fırın yakıyorlar içine atacaklar, o da yanında Derviş Gevr (Derviş Beyaz) ve inanmayan birisiyle fırına giriyorlar. Bir müddet sonra kapıyı açıyorlar. Bakıyorlar ki, Derviş Gevr’in üstü başı toprak olmuş beyaza bürünmüş, Baba Kureyş’in de saçı sakalı buzlanmış, inanmayan da eli elindeymiş, cesedi yokmuş. Soruyorlar Derviş Gevr’e, ne gördün? Kartal geldi öyle bir hava savurdu ki biz dokduk, diyor. Pirim de bir bağdaş kurmuştu zikir halindeydi. Baba Kureyş’in eli elinde olan ise, elini verdi gönlünü (kalbini) vermedi. Kalbini (ikrar verseydi) o da yanmazdı, diyor.

Ağu içen Ocağı

Ağu içen Ocağı hakkında AĞUÇAN




"ağuçan ocağı soy olarak imam zeynel abidin neslinden gelir. yalnız hangi oğlundan gelen bir soy olduğu hakkında biraz ihtilaflar var. malatyadaki doğan dedelerin seceresinde imam zeynel abidinin ali asgar isimli oğlunun adı geçiyor. ıspartadaki veli baba ve battal gazi secerelerinde ise imam zeynel abidinin zeyd isimli oğlu geçiyor. ismail kaygusuzun değişik secerelerden derleyip toparladığı secerede ise yine zeyd isimli oğuldan nesil geliyor. şu an içinde en doğrusu bu sanırım.koca seyite gelince daha önce bahsettiğim gibi türbesi elazığın merkez sün köyündedir. edindiğim bilgilere göre koca seyit kardeşlerinin büyüğü olarak babası ve annesi ailesi olarak elazığda kalıyor. diğer kardeşler erzincan tunceli ve erzuruma gidiyorlar. çok geniş talip ve dede kitlesine sahip ağuçan ocağı ocaklar hiyerarşisinde mürşit ocağı olarak bilinir. erzincan,tunceli,erzurum,malatya,sivas amasya,gümüşhane,çorum,adıyaman,elazığ gibi şehirlerde bu soydan gelen dedeler var. ağuçan ocağı diğer arkadaşlarında bahsettiği gibi 4 kardeş olan seyit mençek,köse seyit,mir seyit ve koca seyitin soyundan gelenlerin kurduğu bir ocaktır.bu 4 kardeşin biri elazığda,biri erzincanda,biri tuncelide ve biride erzurumdadır.elazığ sün köyündeki koca seyitin türbesinde bir şecere var biraz eksikte olsa güvenilir bir belge olarak kabul edilebilir.orda horasandan geldikleri yazıyor.geliş tarihleri hacı bektaştan öncesine dayanıyor.koca seyitin türbesinin yanında babasınında mezarı var.
*Yazan . Celal Abbas Takma adlı bir can.

"Ben elazig sun koyunde bulunan koca seyit'in kuçuk torunlarindanim. yasadigim ulkede olanaklarim olmadigi için bu yolla arastirmalarimi surduruyorum. ele geçirdigim bir dergide secerenin bir kismi var ama koca seyit ve kardeslerinin horasandan geldigi disinda direk imam Zeynel Abidin'e baglaniyor koca seyit'ten sonrakilerin buyuk bir kismi belgede mevcut. Ama imam Zeynel Abidin'den koca seyit'e kadar kimse yok. Yazan. Seyitcan takma isimli bir can.""adıyaman çelikhan ilçesine bağlı bulam kasabasında ağuçanlar var, ben de ağuçanlıyım ve bulamlıyım yalnız bulamdaki ağuçanların elazığ sunköyden göçettiklerini biliyorum,halen sunköyde akrabalarımız var ancak iletişim kopukluğu nedeniyle daha doğrusu pasifliğimizden kaynaklanıyor, görüşemiyoruz.ve ağuçanların bir kısmı hozat barginibir kısmı sivas bir kısmı maraşta var,bunun dışında istanbul gazidede ağuçanlılar var.
*Yazan .R.ocak7 takma isimli bir can.

"bende ağuçanlıyım. Benim dedelerim Kara Donlu Canbaba soyundan gelmedir. Benim bildiğim Kara Donlu Can Baba Elazığ a gelmiştir. Oradan da bizim dedelerimiz olan Deli Molla Erzincan a gelmiştir. Biz de Seyyid Deli Molla torunlarıyız.Bu konu hakkında bilgi için dedeme soracağım. Erzincan dedelerindendir kendisi.
Yazan . Burcu24 Takma isimli bir can."

"Merhaba Canlar,Adıyaman'da da var biliyorum OpAziz Dede diyorlar .(ağuiçen dede olarak biliyorum) Adıyaman-Çelikhan yolunun üstündedir.3-4 sene önce gitmiştik türbesine ....!Dedenin gelini bizim mahallededir her zaman.Ben Adıyaman'da olsaydım sizin için herşeyi ayrıntılarıyla sorar ,size aktarırdım (Beni çok sever sohbetler ederdi benle...) Bizimkilere söylerim birgün bize gelirse ,herşeyi sorsunlar ;bende size aktarırım....!saygılar....
*Yazan . Baran-6980 takma isimli bir can."

"AĞU İÇEN OCAĞI (KARA DONLU CAN BABA)Tunceli ili Pertek ilçesinde bulunan Karabakır (Bargini) Köyü'ndedir. Ağuiçen Ocağı'na gelenler arasında daha çok çocuğu olmayanlar yer alır, türbede kalarak kurban keserler. Kendilerini Ağuiçenli olarak nitelendiren dede ocakları Mir Seyyit, Köse Seyyit, Seyyit Mençek, Koca Seyyit olmak üzere dört koldur. Ağuiçen'in menkıbelerine ilişkin hem Ali Kemal'i, hem Nazmi Sevgen ve hem de Nuri Dersim'i de bazı bilgiler bulunmaktadır. Tunceli'de bulunan ve Ağuiçen olarak adlandırılan evliya Seyyid Mençek olarak da bilinir. Elazığ'ın Sün Köyü'ndeki eren ise Koca Seyyid'dir. Ağuiçen'in bir diğer yaygın adı da Kara Donlu Can Baba'dır. Hem Elazığ, Sün Köyü ve hem de Tunceli Hozat Karabakır Köyü'ndeki eren ise Koca Seyyid'dir. Ağuiçen'in bir diğer yaygın adı da Kara Donlu Can Baba'dır. Hem Elazığ, Sün Köyü ve hem de Tunceli Hozat Karabakır Köyü'nde bu konuda yaşlılarla görüştüm. Anlatılanlar kapsamlı olduğundan burada en genel bilgilere değinmekle yetiniyorum. Ağuiçen Ocağı'ndan dedeler ağırlıkla Elazığ, Erzincan ve Tunceli'de bulunurlar. Sivas Karakeban yakınlarında bulunan Alevi Ocak Ulularından Kara Pirbad'da Kara Donlu Can Baba olarak adlandırıldığından bazı araştırmacılar bu iki evliyayı karıştırmaktadırlar.
*Yazan Rojaazme takma isimli bir can. "