KARIŞIK

19 Nisan 2017 Çarşamba

SİYAHSER SULTAN..KARAMAN






Yusuf YILDIRIM
2013 kışı, Siyahser Sultan Türbesi’nin alt tarafında parlak mermer bir taş, topraktan çok az kısmı çıkmış durumda görünüyordu. Toprağı deşeleyince bu mermerin eski bir mezar taşı olduğu anlaşıldı. Üstelik yanında iki mezar taşı parçası daha vardı. 
Taşların ortaya çıkması aynı zamanda tehlikelere açık olması anlamına gelmekteydi. Mezarından sökülmüş olan bu mezar taşlarını, Siyahser Sultan’ın türbesi içine koymak isabetli olacaktı. Herhangi birisi yüzyıllar öncesinin sanatkârane emeğini hiçbir gerekçe olmadan kırabilir ya da bir cenaze sahibi mezara kapak yapabilirdi. Bu şekilde Karaman Şehir Mezarlığı’nda yüzlerce tarihi mezar taşı yok edilmişti çünkü. 
Mezar taşının kitabesini çözümlemek, sanılan ve beklenilenden çok daha zor oldu.  Düzensiz ve karmaşık bir istif ile yazılmış kitabede ancak “elif, vav” gibi harfler seçilebiliyordu.
Uzun bir uğraş ile ön yüz ilk satırdaki ikinci kelimenin “merg” olduğu görüldü. Bunun anlamı, metin Farsça idi. İranlı kitabe uzmanı Hamid Reza Ghelichkhani’den alınan yardım ile ön yüz kitabesi çözüldü.  Meğer bu metin; İran ve Afganistan’da çok bilinen anonim, içli ve lirik bir şiirin son dörtlüğü imiş.
Ey merg, hezâr hâne virâne kerdi
Der mülk-i vücûd gâret cân kerdi
Her gevher-i kıymetî ki amed be cihân
Burdi (burdo) ve şîb hâk penhân kerdi
Metnin çevirisi, İran Huzistan/Haftkel’den Kaşkay “Duman Karakanlu beyin” yardımı ile gerçekleşti. 
Ey ölüm bin haneyi viraneye çevirdin
Vücut mülkünde canları yağma ettin
Cihana gelen her değerli mücevheri ki
Götürdün ve toprağa gömerek gizledin
Ama mezar taşının arka yüz metni çok daha farklı idi! 
Farsça olmadığı gibi Arapça da değildi. Türkçe olup olmadığını anlamak ise iki yıllık zamanı aldı. Kitabenin Türkçe olduğu ise son satırdaki “târîhidir” kelimesinden ortaya çıktı. Yine de arka yüzdeki metni tam çözmek, imkânsız gibi bir şey idi.  Düzensiz istifte kelimeler iç içe geçerek birbirine yapışmış; istife giremeyen harfler ise uygun boşluklara rastgele serpiştirilmişti.  Dolayısı ile hangi harfin hangi kelimeye ait olduğu belirsizdi. 
Şu durumda bu metni dünyada sadece bir kişi biliyordu. 
Hattat/hakkâk!  
Ama o da bu dünyadan gideli 600 yıl kadar olmuştu. 
Kasım ayı başında “Acaba çözülebilir mi?” diye tekrardan; ama daha yoğun çaba ile kitabeye bakıldı. Nihayetinde hattatın yazı stili çözüldü. Girift ve istifli kitabede farklı kelimelere ait birbirine yapışık harfler; önce ayrıştırıldı sonra ait olduğu kelimeye birleştirildi. Ortaya harika bir dörtlük çıktı.
Artık mezar taşının kitabesini sadece hattat/hakkâk bilmiyordu…
Ve irişli gezmedi ve iren-i muhabbet
Nefed-i firkat na’ramız görülmez dilden
Cüvâne cebbar kıranından aldılar ânı
Nefed-i firkat tarihidir fevt yılı
Yani:
Muhabbet (aşk) ereni ermiş gibi gezmez
Son ayrılık (ölüm) feryadımız gönüldedir, görülmez
Genç, zorlu kırana uğradı, alıp götürdüler
Bu ölüm yılı, son ayrılığın tarihidir
Mezar taşının özellikleri ve tarihi!
Karaman’ın nadide mezar taşlarından biridir! İşçiliği, süslemesi, yazısı ve malzemesi diğer mezar taşlarından çok farklı! Dikdörtgen gövde, kemer ve tepelik olarak biçimlendirilmiş. Kemer üst kısım ile tepeliği kırılmıştır. Kemer alınlığının merkezine hayat çiçeği işlenmiştir. Hayat çiçeğinin çevresine ise bir adet kapalı rumi yerleştirilmiştir. Kırık tepelikte ise muhtemelen basit rumi kanatları vardı. Bir istisna olarak yan yüzeylerine de iplik rumi gidilmiştir. Bu tipolojide başka mezar taşı yok. Farsça metinli kitabesinden ve tam gelişmemiş sülüs yazısından hareketle 1400-1425 yıllarına değerlendirilmiştir.
Mezar taşının sahibi!
Maalesef mezarın sadece ayak taşı var. Baş taşı olmadığı için sahibinin kim olduğunu bilmek mümkün değildir. İnşallah bir gün bir yerlerden çıkar. 
17. yy öncesindeki Karaman kadın ve erkek mezar taşlarının tamamı aynı tipolojide yapıldığından sahibi, kadın mı erkek mi belli değildir. Zayıf bir ihtimal de olsa taşın küçük ölçülerde olmasından ve inceliğinden, süslemesindeki çiçek motiflerinden bir kadın mezar taşı olduğu öngörüsü dile getirilebilir. 
Kitabede geçen “cüvane ve kıran” kelimelerine göre de mezar taşının sahibi ömrünün gençlik döneminde salgın hastalıktan vefat etmiştir. Aynı şiirdeki “muhabbet ereni” nitelemesine göre de bu kişi bir Allah dostudur. Farsça şiirin üçüncü dizesindeki “kıymetî mücevher” ifadesinden yaşadığı dönemin değerli bir insanı olduğu anlaşılabilir. 
Bu bilgiler ışığında mezar taşı sahibi ile Siyahser Sultan (Ö. 1464) arasında akrabalık veya tarikat bağlantısı olduğu rahatlıkla söylenebilir.  Mezar taşının kaliteli mermerden yapılması, yazı ve süslemesinin sanat şaheseri olması, seçilen şiirlerin anlam derinliği; sahibine verilen önemi göstermektedir.
Bu okuma ile beraber Karaman mezarlık ve hazirelerinde bir sanduka dışında çözülmemiş mezar taşı kalmamıştır. 15 kadar hazire ve mezarlıktaki 3000’e yakın mezar taşının tamamı okunmuştur. 
Yarın geç olabilir. Bundan sonra mezarlık ve hazirelerdeki tarihi mezar taşları üzerine birçok çalışma; acilen başlatılmalıdır. Başta mezar taşlarının kitaplaştırılması, envanteri, otomasyonu, konservasyonu, restorasyonu ve çevre düzenlemesi gibi birçok kültürel proje; sahibini ve hamisini beklemektedir.
Vebal şimdi ortalıkta dolaşmaktadır.
Not: Yusuf Yıldırım, Karaman kültürüne katkı sağlamak ve kamuoyunu bilgilendirmek için yazılarını, belirli yayın organlarına göndermektedir. Yukarıda yayınlanan yazının tüm hakları “5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu” çerçevesinde Yusuf Yıldırım’ın kendisine aittir..
DEĞERLİ KATKILARINDAN DOLAYI SAYIN YUSUF YILDIRIM A  TEŞŞEKÜRÜ BORÇ BİLİRİM..


alıntıdır.. teşekkürler
https://www.karamandauyanis.com
Mühürlü Sultan (Kız Veli) Türbesi - (Menemen)










İzmir Menemen ilçesi, Pazarbaşı Mahallesinde Müftülük binasının yanında bulunan bu türbenin kitabesi günümüze gelemediğinden yapım tarihi ve kime ait olduğu kesinlik kazanamamıştır.
Türbeye, güneybatı köşeden öne doğru prizmatik bir kütle halinde çıkma yapan eyvan şeklindeki giriş medhalinden geçilerek girilir. Girişin sağ ve soluna genellikle Selçuklu taçkapılarında görülen birer mihrabiye nişi yerleştirilmiştir. Türbe içinde, medfun bulunan şahsın manevî büyüklüğüne izafeten oldukça büyük tutulmuş tek bir sanduka yer alır. Yapının dış görünüşü gibi iç görünüşü de etkileyicidir. Doğu, batı, kuzey ve kuzeydoğu duvarlarında birer büyük pencere açılmıştır. Kuzeybatı ve güneybatı kenarlarda ise mukarnaslı kavsaralı dikdörtgen şekilli birer dolap nişi yer almaktadır. Halk arasındaki yaygın söylentiye göre bu türbe, Kırklardan Veli Kız, Mühürlü Sultan ve Kadın Türbe isimleri ile tanınmış bir kadına aittir. 500 yıllık olduğu rivayet edilir.
SEYYIT BABA SULTAN Türbesi (Eğirdir)



“Bektaşi tarikatının Çelebiler kolunun savlarına göre Baba Sultan Hacı Bektaş Veli’nin torunudur. Adı Mürsel’dir. Babası Hızır Lale Sultan’dır. O devirde din ulularının soyundan gelenlere Sultan denildiği için Mürsel’e de, Mürsel Sultan denilmiştir. Mürsel Sultan büyüdükçe Bektaşi tarikatının gerektirdiği bilgi ve töreleri kazanınca Baba ünvanını almıştır. Sonradan adı kullanılmamış, Baba Sultan olarak anılmıştır. Bektaşi tarikatında Baba sözcüğü liderlik ifade eden bir ünvandır. Baba Sultan Bektaşi tarikatının dördüncü halifesidir. 1357-1369 yılları arasında Bektaşi postunda oturmuştur. Halife bulunduğu sıralarda tarikatın ileri gelen ve güvenilir adamlarından Ebu Musa oğlu Şeyh İsa Deduki’yi Eğirdir’e gönderip bir zaviye yaptırmış ve kendi adını vermiştir.
Baba Sultan yaşlandığı vakit kendi adına yaptırdığı zaviyesine gelmiş, bir müddet sonra ölmüş, vasiyeti üzerine şimdiki türbesinin bulunduğu yere defnedilmiştir. Türbe sonradan yaptırılmıştır. İslamda kabirlere tarih ve isim yazılması yasak olduğundan ölüm tarihi ve isim yazılmamıştır. Tahminen ölümü 1370-1380 yılları arasındadır.
Baba Sultan’ın bir askeri mücahit olduğunu söyleyenler varsa da bu sözün dayanağı yoktur. Bu iddia vaktiyle türbede kılıç kalkan gibi bazı silahların bulunmasındandır. Bilindiği gibi Osmanlı ordusunun piyade askerleri yeniçerilerden oluşmuştu. Yeniçeriler çoğunlukla Bektaşi tarikatına kayıtlı oldukları için Bektaşi Babaları onların manevi lideri idi. Savaş zamanların askerlere maneviyat vermek için padişahlar Bektaşi Babalarını savaşa davet ederlerdi. İşte türbede görülen silahların sebebi budur. Cemal Tosun’un önemle vurguladığı nokta Baba Sultan türbesi yanında bulunan kitabe türbeye ait değildir, zaviyeye aittir.
Böcüzade Süleyman Sami 1900 lerdeki Baba Sultan’ı anlatırken “Türbenin etrafında şeyhlere ve türbedarlara mahsus evler, misafir hücreleri, mutfak bulunmaktadır.” der.
Zorti Baba’nın türbesi de Baba Sultan türbesinin göl tarafında idi. 1926 da kapanıncaya kadar burada vakıf paralarıyla yoksullara yemek verilirdi. Bu konuda akrabam 1916 doğumlu Hasan Güngör’den duyduğum, ibret verici bir hikayeyi buraya eklemek istiyorum.
“Baba Sultan’da yoksullara yemek verilirmiş. Ordaki bir kadın çıkrıkta ip eğirirken Barla’ya gitmek isteyen bir Rum soğuktan orada kalmak, karnını doyurmak istemiş. İp eğiren kadın “gavur” diye Rum'u kovmuş, içeri almamış. Rum biraz uzaklaşınca Erenler kadının çıkrığını aldığı gibi göle atmış. Kadın kusurunu anlamış. Ardından koşup yalvar yakar Rum'u almış gelmiş. Yemeğini yedirip, hizmet etmiş. İş bittikten sonra bir de bakmış çıkrığı yerine konmuş.
BABA SULTAN KÜPLERİ
Bu küplerin bulunduğu yere Sakakhane de denirdi. Türbenin dağ tarafında, dağın kıyısında barakalar içinde 10 – 15 kadar küp vardı. Bu büyük küpleri Baba Sultan Türbesiyle ilgilenenler, hayırseverler sabahın erken saatlerinde gölden doldururlardı. Bu küplerdeki sular daima soğuk olurdu. Sebebi buradaki fay yarıklarından soğuk havanın gelmesidir. Uzun bir süre bu fay yarıklarına kanalizasyon akıntısı verilmiştir.
BABA SULTAN ZAVİYESİ
Bektaşi tarikatı kurulduktan sonra tarikatın ileri gelenleri Anadolu'nun çeşitli yerlerinde tarikatlarını yaymak için zaviyeler açmışlardır. Buralarda yoksulları doyurmuşlar, hem amaçları doğrultusunda eğitim vermişlerdir. O çağda Eğirdir bilim merkezlerinden biri olduğu için Baba Sultan’ın gözde adamlarından Ebu Musa oğlu Şeyh İsa Deduki’ye Eğirdir’de bir zaviye açma görevi verilmiştir. Deduk, Hazar denizinin kıyı şehirlerinden biridir. Şeyh İsa Deduki Eğirdir’e gelmiş, Hamidoğlu II.İlyas Beyle görüşüp 1357 yılında zaviyeyi tamamlamıştır. Zaviyeye de tarikatın başı Baba Sultan’ın adı verilmiştir. İlyas Bey zaviyenin yerini ve katranlık bölgesini bağışlamıştır. Timur’dan sonra bu yöreler Karamanoğullarının eline geçince Karamanoğlu Ali Bey 1407 yılında zaviyeye hayli arazi vakfetmiştir. 1413 tarihinde Eğirdir tekrar Osmanlıların eline geçince bir komutan olan Pir Hüseyin Bey de 1420 yılında büyük çapta bir arazi vakfetmiştir. Şimdi burada bir kitabe vardır. Zaviyeye ait olup türbede yatana ait olmayan bu kitabenin türkçesi Cemal Tosun’un okuyuşuna göre şöyledir;
“Alemlerin rabbı olan Ulu Tanrıya ve sena ve onun resulü peygamberimiz Muhammed ve onun sülalesi ve temiz adamları ve sahabelerine salat ve selamdan sonra beyan eylerim ki bu Buk’a Hamidoğullarından büyük ve güçlü emir Hüsamettin İlyas Bey zamanında ve onun büyük yardımlarıyla 759 hicret senesinde Allah'ın merhametine muhtaç fakir kulu Ebu Musa Oğlu İsa Deduki tarafından yaptırılmıştır. Büyük Emirin yardımlarını Allah mübarek eylesin.”
Baba Sultan zaviyesi yeniçeri ocaklarının dağıtılmasıyla bütün yurtta olduğu gibi burda da kaldırılmıştır. Tanzimat fermanından sonra tekrar faaliyete geçirilmişse de Cumhuriyet devrinde kanunla tekkeler kapatılınca burası da kapanmıştır.
Şimdi olmayan Baba Sultan zaviyesi hakkında Cemal Tosun bu bilgileri verir.
1407 de tanzim edilmiş bir vakfiyeye göre Şeyh Dediği adındaki bir zatın bir zaviyesi olduğu İsmail Hakkı Konyalı'nın Beyşehir Tarihi kitabında yazılıdır.
1476 yılında Fatih Sultan Mehmet'in yazdırdığı İlyazıcı defterinde, aynı kitapta Doğanhisar-Tekke köyünde Dadiği Sultan adında bir zaviye olduğu kayıtlıdır. Torunlarından Toruncan Çelebi Konya'da bir zaviye yaptırmıştır. Bu kişi İsa Deduki midir ? Hemşerisi midir ? Araştırılması gerekir.
1357 Baba Sultan zaviyesinin yapılma tarihidir. Aynı adla 1407 de tanzim edilen vakfiyeye göre, yöre yakınlığı da düşünülerek değerlendirmek yararlı olur.
SULTAN ŞEYHMUS 
(MUSA BİN MAHİN EL-MARDİNİ .. türbesi

Hz. Abdülkadir Geylani devrinde yaşamış evliyanın büyüklerinden olan Şeyh Musa Ezzuli, Mardin’de yaşamış, orada vefat etmiştir. Kabri şerifleri, Mardin Şehrine yaklaşık 20 km. mesafede, Diyarbakır yolu üzerinde olup ziyaretgâh-ı enamdır. Kabri şeriflerinin bulunduğu makam ,aynı zamanda onun irşad faaliyetlerini sürdürdüğü dergahı idi.
Doğum ve vefat tarihleri bilinmemektedir.Ancak onun, Hz. Abdülkadir Geylani ile olan yakınlık ve samimiyeti, yaşadığı devir,hayatı ,tasavvufi kişiliği hakkında sarih bilgiler vermektedir. Hz. Abdülkadir Geylani’nin menakıbı hakkında telif edilmiş tüm eserlerde , onun ismi zikredilmekte, kişiliği anlatılmakta, Hz. Abdülkadir Geylani’ye olan bağlılığı , sevgisi ve edebi vurgulanmaktadır.
http://lh5.ggpht.com/_Hjkac1ftqjA/S1TGhNw8VrI/AAAAAAAAa6c/vD6zcghAwJw/s640/Sultan%20%C5%9Eeyhmus%20T%C3%BCrbesi%20%2836%29.JPG
O, heybetli, gayet güzel görünüşlü, cemil, behi, duası kabul edilen, keramet sahibi büyük bir Hak dostu idi.Ulema ,O’nun büyüklüğünde ittifak etmişti.Irak velilerinin pek çoğu ,O’na talebelik yapıp feyzyab olmuşlar, Ondan icazet almışlardır. O, Resulullah’ı çok müşahede ederdi. O’nun duası bereketiyle hasta iyileşir, amanın gözü açılır, fakir, zengin olur, ihtiyaç sahiplerinin müşkülleri hallolurdu. Haber verdiği olaylar aynı ile vuku bulurdu. Pek çok kerameti, menakıb kitaplarında nakledilmiştir. Mardini adlı müellif, babasından şu şekilde nakleder ki; Şeyh Musa Ezzuli’nin, Resulullah’a ru’yet ve müşahedesi çok idi. Bütün hal ve fiilleri , Resulullah’ın siyretine uygundu.

O, “ve elenna lehül Hadid” ayet-i celilesinin hükmünce , eliyle demiri tutsa , demir , onun elinde, her usta elindeki çamur gibi yumuşak olurdu. Mardin’de çıkan şiddetli bir yangının söndürülmesi için, halk ondan yardım istedi. O da,elindeki asasını ,yangının orta yerine atmaları için , halka verdi. Asayı yangına attıklarında yangın söndü. Yangının hiçbir şekilde tesir etmediği asayı alıp ona götürdüler.O şöyle buyurdular ki: “Allahü Teala , benim elimin değdiği ve tuttuğu nesneyi yakmayacağını bana vaad etti.” Kucağında küçük bir çocukla dua talebi için huzuruna gelen bir hanımefendinin çocuğuna dua buyurdular. Çocuk altı aylık olduğu halde yürümeye başladı. Çocuğa İhlas suresini okuttu. Çocuk fasih bir lisanla İhlâs suresini sonuna kadar okudu. O çocuktan ömrü boyunca bu hal gitmedi.Şeyh Musa’nın huzurundaki fesahatinin ziyadesiz ve noksansız aynı ile okumaya, hayatı boyunca devam etti.
http://lh4.ggpht.com/_Hjkac1ftqjA/S1TGU1BU5KI/AAAAAAAAa5w/TJe58ro0ruw/s640/Sultan%20%C5%9Eeyhmus%20T%C3%BCrbesi%20%2817%29.JPG

Kabrine konulduğunda, kabir içinde namaz kılar gibi ayak üzere kıyam etti. Kabri genişledi. Bu hali gören Mardinliler, kendilerinden geçtiler. O ki Şeyh Abdülkadir Geylani Hz.'leri Mardin'e geldiğinde abdest zamanı geldiğinde etrafta su olmadığını söylenince eline asasını alarak yere vurmuş ve kırk çeşme yerde birden bire bitivermiştir bu çeşmeler hala mardin de şeyhan bölgesinde mevcuttur. O, evliyalar sultanı, Gavsül Azam Hz. Abdülkadir Geylani’ye yakınlığı ile ma’ruftur. Hz. Abdülkadir Geylani, ona çok iltifatta bulunur ve onun şanını i’zam ederdi. Bir defasında , Hz. Abdülkadir Geylani çevresindekilere hitaben, “ey Bağdat ahalisi! yakında sizin üzerinize öyle bir maarif güneşi doğar ki , bundan sonra bir daha onun misli zuhur etmez. O , Musa Ezzuli’dir” buyurdular ve hacca gitmek üzere Bağdat’a gelen Şeyh Musa’nın iki günlük mesafeden karşılanması hususuna tam bir ihtimam gösterilmesini emr eylediler. Şeyh Musa Bağdat’a gelince , ona çok ikram ve ihtiramda bulundular. Tikrit’li Şeyh Yahya şöyle haber vermiştir. “Biz babamla bazen Şeyh Musa’yı ziyaret için Tikritten Mardin’e , bazen da Hz. Abdülkadir Geylani’yi ziyaret için Bağdat’a gidiyorduk.Bir keresinde Şeyh Musa ile birlikte Bağdat’a geldik.

Hz. Abdülkadir Geylani’nin meclisinde hazır bulunduk.Hz. Abdülkadir Geylani vaaz esnasında , “bu ayağım bütün evliyanın boynu üzerindedir” dediğinde , Şeyh Musa boynunu eğip alçalttı.” Yine aynı zat haber vermiştir ki: “Şeyh Musa hacca gitmek için Bağdat’a gelmişti. Ben de babamla beraber onun yanında idim.O , Hz. Abdülkadir Geylani ile bir araya geldiğinde, Hz. Abdülkadir’e öyle bir tazim, edeb, tebcil ve ihtiram eyledi ki Hz. Abdülkadir’den başka hiç kimsenin yanında öyle bir hal içinde olduğunu görmedik.Yalnız kaldığımız zaman ,Babam bunun sebebini ,ona sordu. O şöyle cevap verdi. “Abdülkadir zamanımızdaki nasın hayırlısıdır. evliyanın sultanı ve ariflerin seyyididir. Meleklerin bile edeb ettiği o zata ,ben nasıl edeb etmeyeyim ?” Şeyh Musa Ezzuli’nin, tasavvufun inceliklerine dair, manalarını ancak kamil velilerin anlayabileceği sözleri mevcuttur. Bu sözler , kaynak olarak kullandığımız eserlerde ifade edilmektedir. Ehlince oradan mütalaa edilmesi mümkün olan bu anlamı yüce ifadelerden örnek bir paragraf aşağıda verilmiştir.
http://lh6.ggpht.com/_Hjkac1ftqjA/S1TGWLXxqxI/AAAAAAAAa50/w4TCe0GJnCk/s640/Sultan%20%C5%9Eeyhmus%20T%C3%BCrbesi%20%2831%29.JPG

“Menazil ü meratib ü makamatın , tafsil-i meanisi vesairlerinin alasıdır ve tecmil ü tezyin-i sicillat ve muhadarat-ı makamatın şeair ve alaimidir ve bitarikıl keşf cemil-i külliyata nazaran , dekayık müttehide ve muttasıladır ve suver-i cüziyyata nazarla dahi mevzı u mevkı-i teşkilden munfasıldır.” Bu büyük insanın hayatını paylaşmak istedim kabri Mardin'dedir her yıl milyonu aşkın insanlarca ziyaret edilir alemi islama büyük hizmeti olmuş veli insanlardan biridir şehid olmuş ve Mardin'in manevi koruyucusu hükmündedir. Evliyadan büyüklerin birbirlerine olan saygı ve sevgilerini bu yazıdan görebiliyoruz.

Şeyh Abdülkadir Geylani Hz. leri ile yaşamış oldukları çok güzel hatıraları ve beraberce geçirdikleri günler ve birbirlerine olan sevgi ve tevazuyu görebiliyoruz. Hz Şeyh Musa Ezzuli'nin çocukları ve onun torunları doğu illerinin bir çok yerlerine dağılmış ve Bitlis Siirt Van Muş gibi islama hizmet etmiş evliyaullahın çoğunun Şeyh Musa Ezzuli Hz. lerinin soyundan geldiği görülmektedir.



alıntıdır..