KUTSAL BEKAR adlı bu yapıt. Girit adasından
gelen “Eski Giritli” ve “Yeni Giritli” adıyla anılan muhacir ve mübadil Girit
Türk’ünün büyük bir çoğunluğunun gönlünde taht kurmuş Sadık Bektaş Babaya
yöneliktir.
Sadık Baba, Girit adasında Kandiye’de;
Horasani ya da Horasanlı Ali Baba
Dergahının son postnişinidir. Mücerret (Kutsal Bekar) olduğunu bir çok
tanıyandan ve yakınından öğrendiğimiz gibi, güvenilir kaynaklardan da tespit
ediyoruz.
1924 yılında mübadele ile Mersin’e gelir.
Mersin’de bir müddet Galip Dedenin misafiri olur. Bu misafirlik ileriki zamanda
evlatlarını evlendirerek akrabalığa dönüşür. Aşık Veysel’in Sadık Baba ile Tarsus Yenice’de zaman zaman
Gülbaba’nın evinde buluştukları saz çalıp muhabbet ettikleri “GÜLBABA” kısmında
ifade ettiğimiz gibi kayda değer gördüğümüz hatıralarındandır. Gönül gözü açık
olan Aşık Veysel, çağımıza ışık tutan Hacı Bektaş-ı Veli’ye cihanın nuru
diyerek onura ediyor. Bu bağlamda Sadık Baba çalışmağımızda Aşık Veysel’e de
yer verdik.
Girit’te Türklere yapılan zulümler,
katliamlar ve gençlerin sizi İngiltereye götüreceğiz kandırmacasıyla gemilere
tek tek bindirilip öldürülüşlerini defalarca dinledim. Ancak bu yapıtta bunlara
yer vermedik. Doç Dr. Ayşe Nükhet Adıyeke (Girit Uzmanı) hanımefendi’den bir
Türk köyünün tamamen yakıldığını ancak dünyaya Türkler bize zülüm ediyor
teranesini yaptıkları ve dünyayı da buna ikna ettiklerini dinlemiştim.
Girit adasından bu geliş, yüzlerce yıl
yaşamış bir çınarın sökülüşü gibi, adadan Türk unsurunun son kökü Horasanlı Ali
Baba ve Postnişini Caferi Sadık Bektaş Baba bir gemi ile Mersin’e gelir.
Horasanlı Ali Babanın kemiklerini ise Tarsus’a defneder.
Bu çalışmada Caferilik, Alevilik, Bektaşi –
Alevilik, Hoca Ahmet Yesevi , gibi bir çok bilgi ağırlıklı olarak Doç. Dr.
Bedri Noyan Dedebaba’dan ve güvendiğimiz kaynaklardan alınarak sunulmuştur.
Bektaşilik; Kardeşlik ve ortaklaşacılık güden toplumcu bir yapıda ve Ahiliğin izlerini taşır. Bektaşilikte liyakat
var; layık olana babalık verilir. Alevi dedeliği ise babadan oğula geçiyor.
Zaten Bektaşiliğin Alevilikten en önemli farkı budur. Her toplumun iyi
insanlarına kapısı açık olan Bektaşilik; Her milletin iyisi iyidir Hadisi
şerifini adeta uygulamaktadır. Gizli ve kapalı bir kurumdur. Bu özelliği yüzünden de Bektaşilerden bilgi
almakta çok zorlandık. Ancak hak vermiyor değiliz. Yüz yıllar boyu süregelen
baskılar sonucu kapalı bir kurum haline gelmiştir.
Ancak çalışmağımız Caferi Sadık Bektaş Babaya
yönelik olduğu için anlatımlarımız canlı kaynağımız olan Sadık Bektaş Babanın
(nasipten) torunu Sevim Gül hanımefendiden ve onu tanıyan bazı kişilerden
nakledilmiştir.
Bizlere yeni bir kaynak oluşturacak bu kitap,
(Fotoğraf , bilgi ve belgeler) Sadık Babanın manevi şahsiyeti ile Sevim Gül hanımefendi
ve bir Girit Türk’ü olan eşim Gülşen Ata hanımefendiye atfen
hazırlanmıştır.
Temel prensipleri belli olmasına rağmen
bölgesel ve çağlara göre değişiklikler göstermesi Bektaşiliğin ne denli Akılcı
ve çağcıl olduğu, buna açıklık getirmeyi
kendimize bir görev saydık.
Bu bağlamda Ramazan ayı orucunun pek yaygın
olmadığı Alevi camiasından etkilenen Bektaşilerde Muharrem orucunu tutmalarına rağmen Ramazan
ayında oruç tutmamaktadırlar. Tutanlar müstesna. Oysa ki Doç. Dr. Bedri Noyan
Dedebaba’nın Ramazan aylarında oruç tuttuğu kendi beyanlarında vardır.
Hoca Ahmet Yesevi (Hazreti Türkistan) tarafından ortaya koyulan dört kapı kırk
makam öğretisi aynı haliyle Bektaşilikte’de olması Hacı Bektaş’a; (Bektaşilere)
Alevi, Hoca Ahmet Yesevi’ye (Yesevilere) ; Sünni gibi tespitleri çürütüyor. Bu şahsiyetleri bu gün
ki Alevici yada Sünnici anlayış dışında algılamak ve anlamak zorundayız. İmam-ı
Azam Ebu Hanife’nin Caferi Hazretlerinin öğrencisi olması ve yaşamı boyunca
Ehlibeyte muhabbetle bakması ve devrin
iktidarınca hapsedilmesi ve zindanda ölümü onun Sünni iktidarı ne denli
kabul edip etmediğini bizlere göstermektedir. İmam-ı Azam ile Caferi
Hazretlerini birbirinden ne kadar ayırır ve birine Sünni diğerine Şii
yakıştırması yaparız bu ne kadar doğru ve bilimsel olur. İmam-ı Azam’ın bir
Türkmen olduğu ve Hoca Ahmet Yesevi’nin de Hanefi olduğu sanırım Türklerin
İslam dinine Akılcı ve Ehlibeyt sevgisi ile baktığını bizlere anlatmakta. Hacı
Bektaş’ın öğretisinde; Şeriat kapısı, yedinci makam “Sünneti Cemaat” dır.
Üzerinde düşünmeye değer olduğu kanaatindeyim.
İmam-ı Azam’ın Sünniliği; sünnet yol
anlamındadır. Hazreti Muhammet’e ve onun
yoluna bağlılığı iledir. Muaviye’ye ve onun sonrasındaki iktidarlarına hiç bir zaman tabi olmamıştır.
Bu tespit Türk milleti içinde geçerlidir. Yavuz Sultan Selim, öncesi ve sonrasında
Türkler ehlibeyt sevgisini hiç kaybetmediler ancak; sözde Sünnileşen kesimlerin
Arap gelenek ve göreneklerini “İslam dini” gibi algılamasına kapı açılmış oldu.
SADIK BABA
Sadık Baba 1876 yılında (bazı
kayıtlarda 1875 olarak geçmekte) Hüseyin ve Fatma’dan dünyaya gelir.Doğum yeri
manevi torunu tarafından Kırşehir olarak bildirilmiştir. 1890’da 14 yaşlarında
Hacı Bektaş’a gelerek, dergaha sığınır.
Dergah, Hacı Bektaş kasabasının
ortalarındadır. Kasabanın eski adı Hacim Köyü yada Suluca Kara höyük idi.
Sadık Baba, çocuk yaşta dergaha girerek nasip alır. Muhiplik,
Dervişlik, Babalık ve Halife Babalık gibi tüm aşamalardan geçerek Postnişinlik
ve mütevellilik gibi (en yaşlı, bilgili, saygın) eski deyimiyle erşed ve eslah
makamına da uygun görülmüş olsa gerek ki ileriki zamanda Girit Kandiye’de
Horasani-zade Derviş Ali Dede Dergahı
şerifi son postnişini mütevellisi Halife Cafer Sadık Bektaş Baba diye
anılıyordu. Doç. Dr. Bedri Noyan; Hacı
Bektaş’ta Pirevi ve diğer ziyaret yerleri adlı kitabında (Sayfa 23)
“Kendisinden dinledim” diyerek aşevini anlatırken Sadık Babadan yukarıda
verdiğimiz nitelikleri ile söz ediyor. 1924 yılında Cumhuriyetin ilanından
sonra mübadele ile Türkiye’ye tekrar gelen Girit Türklerindendir. Mersin’de
yaşam sürdürmüştür. Sadık Baba yaklaşık doksan yaşlarında 25 Ocak 1966, Salı
günü Ramazan Bayramının 3. günü 3:30 da
sabaha karşı hakka (vefat etti) yürüdü.
SADIK BABA MÜCERRETTİ
Sadık Babanın torunu Sevim
Gül ile
yaptığımız söyleşide kendisinin Sadık Babadan “Dedem” diyerek söz etmesini fırsat bilerek;
“Dedeniz anneanneniz ile ne zaman evlenmiş? “ diye sordum. Sevim Gül Hanımefendi “sözü doğru söylemek gerek” diyerek Anneannesi
Nazmiye Saka ile Annesi Melek hanımı Sadık Babanın himayesine aldığını
anneannesi Nazmiye Saka ile Sadık Babanın evli olmadığını bana anlattı.
Mücerretlerin evlenmediğini
bilmekteyiz. Doç. Dr. Bedri Noyan Dedebaba 22.06.1966’ da Yeni Gazetede
“Bektaşilik Alevilik nedir” Yazı dizisinde; Dedebaba’ların Anadolu dışındaki
Dergah Post–nişin’lerinin tayinini yapar Babalık icazetnamelerini verir. Uzak
bölgelerde Halife babalar tayini ile bunların Hilafetnamelerini yazarlardı.
Babağan kolunda müteehlil (evli) mücerret (Bekar) ikrarı verenler iki kol
idiler Mücerretlerin sağ kulağı Balım Sultan türbesinin eşiğinde delinir.
Mengüş: Küpe takılır. Bu anlatılanı;
Sadık Babanın küpeli resmi doğrular. Sadık Babanın mücerret ve Babağan kolundan
olduğu anlaşılmaktadır. Mücerretliğin iki çeşidi olduğunu ileride Süleyman Baba
Sadık Babayı anlattı bölümünde açacağım.
OLUMSUZ BAKIŞ
Bazı bilim adamları tarafından
mücerretliğe olumsuz bir bakış açısı geliştirilmeye çalışılsa da toplum
içerisinde Bektaşiler arasında mücerretler “kutsal bekarlar” saygın
insanlardır. Bu konuda İslam dışı yorumu yaparak daha da ileri giden hocalar da
vardır. Ancak Balım Sultan tarafından tesis edildiği ve farklı kültürlerden
gelen bir gelenek olduğu doğrudur. Ancak; tarihimizden hiçte yabancı
olmadığımız bir olgudur kutsal bekar kavramı Anadolu’nun kadın evliyalarından
“Rabia”nın evlilik yapmadığını ve kendisini Rabbine adadığını bilmekteyiz.
Zaten Bektaşilik özünü
Türklükten alır ve Anadolu’daki farklı kültürlerle harmanlar biz bu öğretiye
Sentez öğreti de diyebiliriz. Belki de Harmanlama ve Sentez deyişimiz doğru da
olmayabilir. Anadolu’ya farklı zamanlarda gelen Şaman Türkler önce Hıristiyanlık,
sonra Müslümanlık gibi bir çok farklı inançla tanıştı, bu bağlamda hangi inanç
gurubunda olursa olsun asli kültürünü koruyarak geldi. Modern Sosyolojide Kök
Paradigma denilen asli unsurlar sonraki olgularda da kendisini korudu. Ve bir
şekilde kendisini gösterdi. Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimleri
karşısında da “Hıristiyanlaşıyoruz” yorumu yapanlar olmuştu. (Cuma gününü tatil
olmaktan çıkarıp Pazar gününü tatil yapmasından sonraydı.) Şapka devriminden
sonra da “Gavurlaşıyoruz” diyenler. Türkçe Ezan, Türkçe’ye çevrilen Kuran,
Türkçe’ye çevrilen “Hadis”ler den yine rahatsız olmuşlar velhasıl Türkçü
devrimler; gavurlaşmakla aynı görülmüştü.
Balım Sultanın bekar bir
kadından doğduğu söylenceleri ise Hz. İsa’nın babasız dünyaya gelişi yada
Buda’nın babasız dünyaya gelişi gibi bir çok
inanç ve eski kültürün ürünüdür. Mücerret‘ler Türklüğü dünyaya yaymak
için görevli kişilerdir. Eş ve çocuklarının olmaması da onların arkalarında
düşünecek kimselerinin olmaması içindir.
TÜRKÜN GİRİT’E GİDİŞİ
1645
GİRİTİ ALAN PADİŞAH
SULTAN İBRAHİM (1640-1648)
Sultan İbrahim İstanbul’da doğdu. Uzun boylu,
kuvvetli vücutlu ve kumral sakallı idi.Annesi onun iyi yetişmesi için çok
gayret göstermişti.Devrinde yasayan bazı kindar yazarların dediği gibi deli
değildi. Kardeşi Dördüncü Murad'ın vefatı üzerine tahta çıkmış ve tahta
çıkışında söyle demişti : "Elhamdülillah Ya Rabbi! Benim gibi zaif kulunu
bu makama lâyık gördün. Ya Rab! Saltanat günlerimde milletimin halini hos eyle
ve birbirimizden hoşnut kil."Sultan İbrahim tahta çıktığında Osmanlıların
hayatta kalan tek erkek ferdi idi. Bir sene sonra ancak Dördüncü Mehmed ve
diğerleri dünyaya geldiler. Böylece Hanedân kesilmekten kurtuldu. Ilk zamanlarında
yeniçeri zorbaları ile uğraştı. Fakat zaman geç tikçe dalkavuk vezirlerin
tesiri altında kalmaktan kendini kurtaramadı. Hakkındaki çirkin iftiralar
ise,padişahı sehid edenler tarafından kendilerini hakli görmeleri için
uydurulmuş yalanlardı.Sultan İbrahim çok şiddetli bir baş ağrısına müptela idi.
Meşhur tarihçi Peçevi ve Evliya Çelebi son senelerini Sultan İbrahim devrinde
tamamlamışlardır.1645 senesinde Venediklilerle Girit savaşı başladı. Ayni sene
Hanya ve Resmo fethedildi.1646'da Kandiye kalesi muhasara edildi. 1648'de
Kandiye teslim oldu. Bu senede İstanbul’da yeni bir ihtilâl daha patlak verdi
ve Sultan İbrahim tahtından indirilerek şehit edildi.
GİRİT’TE BEKTAŞİ
DERGAHLARI ve DERGAHININ KURULUŞU
F. Won Margaret Hasluck’un, “Bektaşiliğin Coğrafi Dağılımı/ Christianity
And Islam Undar The Sultans” adlı çalışmasından; Adadaki Türk unsurunu göz ardı
eden bir çalışma olup rağmen Girit ve Bektaşilik bölümlerinde F. Won Margaret Hasluck’un, “Bektaşiliğin Coğrafi Dağılımı” adlı
çalışmasını incelemedin mi ? Eleştirisini karşılamak açısından bu çalışmadan
bir bölüm alınmıştır.
“Girit
Bektaşi dergahları adanın başlıca üç büyük kentine idi. Kandiye, Resmo, ve
Hanya'ya dağılmıştı. Bu tekkelerden öncede Kandiye'nin iki saat güneyinde
bulunan Aya Velasyos köyünde bir tekke
vardı. Hanya'da Bektaşiliğe bağlı bir kişiden, bu tarikat erbabının 1897
yıllarındaki karışıklıktan önce bu üç kentteki kuvvetleri hakkında edinilen
bilgi o günlerden sonra 1898’de Müslüman Giritlilerin birçoğu Anadolu, Trablus
ve diğer Akdeniz adalarına önemli miktarda göç etmişlerdir. Bu hareketten
önceki durum aşağıdaki istatistikte görülebilir. 1897 tarihinde ilk göçten
evvel Kandiye’de 5.000.- kişi, Resmo’da 3.000.- kişi, Hanya’da 200.- kişi
idiler. Kandiye güneyindeki bölge,
Müslümanların en güçlü bulunduğu bir yerdir. Müslüman Giritlilerin boy olarak
Giritli olup (Giritli diye bir boy yoktur. Anadolunun değişik illerinden giden
Türkler tarafından Bektaşi dergahları kurulmuştur.) Türk fetih devrinden beri
Hıristiyanlıktan Müslümanlığa girmiş yerli unsurlarını temsil ettiklerini
söylemeye çok da gerek yoktur, sayıları azdır.
Adanın merkezi ve önemli bir kenti olan Hanya'da Bektaşilerin sayıca
azlığı ise burada Mevlevilerin güçlü olması ve aynı zamanda Bingazi'deki
Halikuti'den buraya akın eden Trablus halkının, Rufailerin bulunması ile
açıklanmaktadır. O tarihlerdeki benzeri durum Anadolu’da da yaşanmaktaydı.
Aristokratlar devlet erkanı ve bürokratlar Mevlevi, Bektaşiler halktan
kişilerdi.
Horasanlı
Ali Dede; Kandiye’deki Tekke şehrin 45 dakika güneyindeki anayol üzerinde
Knossos mevkisi ile Forneça (Fortezza) köyü arasında bulunuyordu. Kandiye’nin
uzun kuşatması esnasında Türklerin karargahı Forteça idi. Kandiye'nin 1669'dan önce Horasanlı Ali Dede
adıyla ünlü ve burada gömülü bulunan bir ermiş tarafından 1650'de
kurulmuştur. Halife adını taşıyan şeyhler genellikle Arnavut’tur ve bir çoğu
mücerreddir (Kutsal Bekar). Selefleri müteehhil (Evli) de olsa yerine bir
mücerredin geçirilmesi tekke için daha uygun olacağı düşünülürdü. On iki kadar
dervişin varlığı bilinmekte, bunların
çoğunun da Arnavut olduğu eski
kaynaklarda geçmekte. Tekkenin güzel bir irade ve iyi bir yönetime sahip olduğu
da bilgiler arasında. Kandiye'nin Yeni kapısının dışında Rızk Babanın mezarı
vardır ki başlığı üzerinde Bektaşi azizlerine mahsus taç ile temeyyüz eder.
Hazinesinin içerisindeki ağaca iliştirilmiş bir yığın bez parçalarından hükmü
icbab ederse, halk nezdin de çok saygın bir şefaatçi idi. Mezar yanında
yapılmış ufak bir kulübe, maaşsız türbedarın kabridir ki, sahibi olan azizin
yanında bulunur. Resmo'daki tekke ise Hasan Babanın kabrini barındırır.
Hanya'da, Bektaşilerin göçü dolayısıyla, şimdi hiçbir tekke yoktur. Mustafa
Gazi isminde bir cihat eri, şehrin dış kenarında açık bir türbe altında
gömülüdür; Başlığının üzerinde tarikatın alameti olan taç vardır. Bu türbe 22
Mayıs günü Trabluslular tarafından kalabalıkla ziyaret edilmektedir. F. Won Margaret Hasluck’un, “Bektaşiliğin Coğrafi Dağılımı/ Christianity
And Islam Undar The Sultans” adlı çalışmasında Girit’e giden Türkleri ve
Bektaşiliği adeta yok saymış ve Giritteki Müslümanları başka soylardan gelmiş
gibi ifadesi doğru bir tespit değildir.
Ancak adanın yerli halkı Fenikeliler olup bir çok yönden Türklere benzemekte
olup Türk soyundan geldikleri var sayılır.
HORASANİ-ZADE DERVİŞ ALİ
DEDE’NİN BEKTAŞİLİĞİ GİRİT’E GETİRİŞİ
Usta-zade Girid’li Yunus Beyin
Kandiya’da aldığı notlarından, ileriki yıllarda Orhan F. Köprülü tarafından;
Bektaşiliğin Girit’e intişarı adıyla yayımlanır. Oradan sunuyorum;
“Bektaşi tarikatını Girit’e
getiren, Horasani-zade Mevlana Derviş Ali Dede’dir.(Mevlana adı olup Mevlevilik
ile bir ilgisi yoktur.) Bu zat Ankara Vilayeti Kırşehir müftüsü, Horasan’ın
Türkmen aşiretlerinden; Horasanlı Mehmed Hüdabende’nin büyük oğludur. Tahsilini
bitirdikten sonra İstanbul’a geldi. İmtihan vererek Süleymaniye darülhadisine
girdi. Orayı da bitirdi icazet aldı. Sonra memleketine dönerek babasının yanına
gitti. Maneviyata merakı sebebiyle babasının tarikatına girdi. Kırşehir sancağı
Hacı Bektaş nahiyesinde Suluca Karahöyük
mevkiinde (Şimdi Nevşehir’e bağlıdır.) tarikatın piri Hacı Bektaş-ı Veli
hazretlerinin Pir evi adıyla bilinen Büyük Tekkesine gitti. Her şeyi terk
ederek tarikata katıldı ve derviş oldu. Sırayla tüm aşamalardan geçti.
Osmanlının Kalyon vakasıyla 1054 (1664) Girit’i feth etmek için harekete
geçmesiyle, Her yerde harekete geçildi. Pir evi Osmanlı ordusunun Hazreti Pirin
hamisi olduğunu bilir ve itikat ederdi. Bu nedenle Pir evi postunda bulunan
Dimetokalı Vahd Dede bu eski gelenek üzerine Girit seferi için kafileyi teşkil
etti ve ehliyeti herkesçe bilinen Horasani-zade’yi hilafet payesiyle halife
yaptı ve kafileye kafile başı yaptı. Horasani-zade kafilesiyle Girit’e (25
Rebiülahir 1055(1645) )gitti. Orada dergahın kurulması ise 1060 (1650) dir.
Doğum tarihi belli olmasa da Hakka yürümesi (vefatı) 1082 (1671-1672) dir.
Kandiye yakınlarında güneyinde (45 dakika) ismine izafe olunan Horasanlı
dergahının cennet misali bahçesinde bir türbe içindedir.”
Baki Öz ise “Balkanlarda Alevi
– Bektaşilik” yazısında; Girit’e Bektaşiliği, Horasan Türkmenleri soyundan
Kırşehirli Horasanlı Mevlana Derviş Ali Dede sokar. 1664’de Girit’in alınması
sırasında orduya “Bektaşi yoksulları
kafilesi”nin başı olarak katılmıştır. Derviş Ali Girit’te Bektaşiliği örgütler,
kurumlarını (dergâhlarını/ tekkelerini) açar, babalar atar. Böylece Horasanlı
Degâhı, Girit’te Bektaşiliği halka benimseten merkez olur. Girit’te Bektaşiler
Kandiye, Resmo ve Hanya kentlerinde yoğunluktadırlar.
DERGAHTA BİRİNCİ DEVRE
Horasani-zade Derviş Ali Dede devresi
(1060-1122)
Bu devre ismini veren zatı
muhterem Fukara-yı bektaşiye kafilesinin başında gördüğümüz Horasani-zade
Mevlana Derviş Ali Dedenin kendisidir. Dergahta ilk serilen posta oturmuş ve
yirmi iki sene kadar mürşitlik sürdürmüştür. 1082 yani 1671-1672 de kardeşi
Hasan Dedeyi yerine tayin ederek inzivaya çekilmiş ve aynı yıl hakka
yürümüştür. Hasan Dede posta geçmesiyle birlikte canı gönülden çalışarak
kendini tarikata adamıştır.
DERGAHTA İKİNCİ DEVRE
Horasani-zade Şeyh Mehmed Devresi
(1123-1225)
Şeyh Mehmedin; fakirler ve
misafirler için yaptırdığı zaviyesinde Zaviyedar olan ve birinci devrede
görülen Hasan Dedenin oğlu Mehmeddir. İkinci devrenin beyan olunan son on
senesi muhipler arasında ; Süleyman Babanın türbedarlığı diye bilinmektedir.
DERGAHTA ÜÇÜNCÜ DEVRE
Horasani Derviş Ali Baba Devresi (1226
1342)
Bektaşiliğin Girit’te en fazla
gelişimi bu devrede olmuştu. Mübadeleye kadar sürmüştü ve Post Girit’ten
kaldırılıp götürülmüştür. Dergahtaki gelişmeler bir ve ikinci devreden çok daha
fazla olmuştur. Horasani (Horasanlı)
Derviş Ali Baba ikinci devrenin sonunda türbedarlığı görülen Türkmen
Süleyman Baba’nın oğludur. 1187 tarihinde Horasan’ın Meşhed şehrinde
doğmuştur.Babasıyla birlikte Hazreti Pir’in tekkesine gelerek orada ikamet
etmiştir. Aldığı icazetname ile Pir evinden doğru Kandiye’ye gelmiştir.
Eşraftan Patar oğlu İbrahim Bey’in misafiri olmuştur. (1226) Dergahta bir çok
yenilik ve çalışma yaptı bu sırada kimseden para kabul etmedi. 10 zilhicce 1226
da akşam post serildi ayin yapıldı. Horasani Derviş Ali Baba Türkçe’den
başka Arapça, Farsça, Arnavutça ve
Rumca’yı da bilirdi. Bir müddet sonra Baba iki eser daha meydana getirdi.
Bunlar çeşme ve camii idi. Camiinin üzerindeki hat yazısı kendi el
yazısıyladır. Bu çalışması bizlere hattat olduğunu göstermektedir.
Camii üzerindeki yazı şöyledir;
V(e) a’büd Rabbeke hatta ye’tiyke’l-yakin ...
Açıklaması: Ve Rabbine ibadet et. Ta ki yakin (ilmi’l
yakin,ölüm sana gelinceye kadar) gelinceye kadar... (Ölüm sana gelinceye
kadar Rabbine ibadet et.)
Camii üzerindeki bu yazı Hicr Suresi 99. ayettir. F. Won Margaret
Hasluck’un, “Bektaşiliğin Coğrafi
Dağılımı/ Christianity And Islam Undar The Sultans” adlı çalışmasında her ne
kadar Camii geleneğinin olmadığını bu eserinde şöyle dile getirse de; “Hacı
Bektaş (Pir Evi).- Tarikatın ünlü kurucusu olan Hacı Bektaş, Orta Anadolu'da
Kırşehir civarında ismini taşıyan köyde gömülü bulunmaktadır. Mezarın
bitişiğinde Pir evi denilen bir tekke
vardır ki, Bektaşi tarikatının ve müridlerinin genel karargâhını
oluşturmaktadır. Burası, kurucunun mezarından başka Balım Sultan adıyla ünlü ve
tarikatın bölünmüş bulunduğu dört şubeden birinin kurucusu olan çok önemli bir
Bektaşi evliyasının da mezarını içermektedir: Bu mezar tekkenin mücerred
denilen bekâr dervişlerine ayrılmış olan kısmındadır. Bundan başka, dikkat
çekici bir nokta olmak üzere, Sünni tarikatlarından Nakşibendi tarikatına bağlı
bir hocanın imamlık ettiği, minareli bir camisi de vardır. Bu, 2. Mahmud
zamanında, 1826'da Hacı Bektaş'ı Sünni ve Nakşibendi şeyhi olarak gösteren
şekilde açıklamak isteyen bir yeniliktir. “ Bu tespiti ben Mustafa Enhas
Dede’den de dinlemiştim.
Şevki Koca
ise 2. Mahmut dönemi ile ilgili; Yunanistan’da
İrşâd Ocakları: Reni (Durbâlî) ve İskeçe (Khoutceh) Hasib Baba Bektaşi
Dergâhları adlı makalesinde şu paragraf ile yer verir.
“Tanınmış
müverrik ve gezgin Hasluck “Bektaşiliğin Coğrafi Dağılımı” isimli
çalışmasında bu dergâha İsevilerin Aya Yorgi ve Aya Dimitri isimli Ortodoks
azizlerinin ismini atfederek, ziyarette bulunduklarını zikreder. Ayrıca
kaynağını belirtmeksizin (1888) yılında 54 dervişin olduğunu kaydeder. Yine M.
1914 yılında yaptığı tesbitlere göre dergâhın postnişini ile bizzat görüştüğünü
ve Durbali Sultan ile Cafer ve Mustafa Babalara ait türbelerin ziyaret
mekânları olduğundan söz eder. Ayrıca dergâh hazeresinde birçok gazinin medfün
olduğundan bahseder. Dergâh; 2. Mahmud dönemi yapılan Bektaşi katliamı
esnasında Nakşibendi kökenli Bektaşi babalarının postnişinlik yapmaları
nedeniyle 1826-1840 yıllarını hasarsız atlatmıştır. Dergâhın, kuruluşundan
çağımıza kadar olan postnişin lahikası, A.B.D. Detroit Tekyesi postnişini Recep
Ferdi Baba tarafından açıklanmış olup bilinen rivayetlerin aksine Durbali
Babayı (M. 1480-M. 1522) yılları arasına yerleştirmektedir. “
Ancak Anadolu’da kendisini
Hanefi Alevi olarak ta tanımlayan Alevilerin camiye gittiğini Cuma namazlarına
katıldığını bilmekteyiz. O dönemlerde Türklerin Sünnileştirilişine tanıklık
eden tarih elbetteki hızla camii yapımı ve benzeri gelişmelere de tanıklık
edecektir. Şevki Koca’nın da işaret ettiği gibi 2. Mahmud dönemi yapılan
Bektaşi katliamı esnasında Nakşibendi kökenli Bektaşi babalarının postnişinlik
yapmaları nedeniyle o yıllar hasarsız atlatmıştır. Bektaşilik bünyesinde Kısmi
olarak Sünniliği ve Sünnilikten gelenleri de barındıran bir oluşumdur.
Bektaşiliğin toplumdaki gizli
yerini koruyabildiğini ve Şeriat – tarikat farkının ayırt edilmesini sağlamak
üzere Bektaşi babalar evlatlarını Bektaşi tarikatına girmemeleri halinde
sıradan müslümanın bilmesi gereken bilgileri öğretmişler bunu Halife Baba
Nurettin ölmez’in söyleşisinden görüyoruz.
“Biz çocukluğumuzdan beri bu yolu gördük. Babamız bizi daha evvel camiye
gönderirdi çocukluğumuzda. "Oğlum cuma namazlarına, teravihe gidin, oruç
tutun" derdi ve biz bunu sonra anlamaya başladık. Nasip aldıktan sonra,
yani şeriatla tarikatı ayırabilmemiz için, o şekilde bizi mukayese yapmamız
için göndermişti. Yani şeriatı öğrendik, ondan sonra tarikata daha iyi
sarılalım diye. Onun söylediklerine de uyduk, camilere gittik geldik. İşte
birkaç dualar öğrendik sonra da geldik tarikata mensup olduk.”
Horasanlı Ali Baba, otuz üç
sene mürşitlik etmiştir ve 1259 senesinin zilhiccesinde Hakka yürümüştür.
Dergahın ilk kurucusu olan Horasani-zade
Mevlana Ali Dede’nin, Horasani Derviş Ali Babanın şahsında olduğunu
düşünenlerde olmuştur. Bu devrede sekiz
yada dokuz mürşit gelip geçmiştir. Manastırlı Hacı İslam Baba (1283-1292) ve
Manastırlı İbrahim Baba (1293-1298) ve daha niceleri. Bunlardan sonuncusu yani
Sadık Babadan önce Abidin Baba dergahın
mürşidi idi. Abidin Babanın doğum tarihi bilinmemekle birlikte (vefatı)
1334’de hakka yürüdü.
Horasanlı dergahına yakın (bir
buçuk km) bir yerde İbrahim isimli bir zat dergah kurar fakat dergah bir
gece Rumların saldırısı sırasında başı
kesilerek şehit edilir.
Dergahın kapısında yazanlar
Ulum-i zahirede bir imam
(humam) ve funun-ı batınede bir mürşid-i al-i makam Kırşehirli Horasani-zade
Mevlana Derviş Ali Dede Hazretlerinin inzivagah-ı mukaddesleridir.
Hakka
Yürümeleri Dergahı
tesisleri Girid’e
teşrifleri
1082
1060 1055
Dergahın kapısında yazanların günümüz
Türkçe’siyle
Zahiri ilimlerde bir imam-ı
himam (hümam) ve batıni mesleklerde yüksek mevkide bir mürşid Kırşehirli
Horasani-zade Mevlana Derviş Ali Dede Hazretlerinin kutsal inziva yeridir.
Hakka
Yürümeleri
Dergahı kurmaları Girid’e gelişleri
1082
1060
1055
HORASANİ DERVİŞ ALİ BABA’NIN TARSUS’A GELİŞİ
Girit adasında Kandiye’de
bulunan Horasani-zade Mevlana
Derviş Ali Dede Dergahının kurucusu
Horasani-zade Mevlana Derviş Ali Dededen
sonra İkinci evrenin sonu üçüncü devrenin başlarında türbedarlığı görülen Horasani Derviş Ali Baba Türkmen
Süleyman Babanın oğludur. Bu zat Rumeli’n de yani Anadolu’da Hacı Bektaş-ı Veli
dergahından yetişmiştir. Bu zatın dergahta bulunan mezarı 1924 yılında Sadık
Baba tarafından bir sandık içerisinde Mersin’e getirilir. Ancak Mersin’e değil
Tarsus’a defnedilir. Mersin’de bir müddet Halk evinde kaldığı aldığımız
bilgiler arasındadır. Şu anda halen ziyarete açıktır. Reşadiye mahallesi 3041
sokaktadır. Şimdilerde Ali ve Kameriye’den 1931 yılında Hebilli’de dünyaya
gelen Zehra Tersiz teyze Horasani Derviş
Ali Babanın mezarını ziyaret edenlere kapıyı açmaktadır. Her akşam, akşam
ezanıyla kandil ve ziyaretçilerin bıraktığı mumları yakmakta. Türbenin
temizliği ve bakımını da yapmakta. Giritliler arasında Horasani Derviş Ali
Babaya Horasanlı Ali Baba veya “HORASALİ” denilmektedir. Bu ağız
farklılığındandır. Sadık Baba, Horasanlı
Ali Babayı Peygamberler şehri olarak
bilinen Tarsus’ta nice nebi ve evliyalara komşu etmiştir.
SADIK
BABA’NIN GİRİT’TEN GELİŞİNİN ÖNEMİ
Bu bölümlerdeki tespitler eski bir yabancı kaynaktan olup geçmiş
yıllara ilişkin bilgiler vermesi nedeniyle rakam ve tespitler üzerinde
durmadık. Ve olayları “olmuş, yapmış, varmış, imiş” şeklinde vermekteyim. Konuya dönelim; bunlardan birincisi Hacı
Bektaş'ın manevi irşat halifesi olduğu iddiasındadır. Hacı Bektaş tekkesinde
oturur ve burası ile Bektaşi teşkilâtının bir kısmı üzerine egemenlik sürer.
Örneğin Arnavutluk ve Girit Bektaşileri, bunu en yüksek başkanları olarak
tanırlar; şeyhlerinin atamasının bunun tarafından onaylanması gerekir.
Tarikatın bu şubesinin tümüyle Arnavutların elinde olduğu kayıtlar arasındadır:
şeyhler genellikle Arnavut olduğu gibi makam için gösterilen adaylar da
genellikle Arnavutluk'tan olur. Dedebaba'nın emri altında daha 8 baba vardır
ki, her birinin ayrı konağı (ikametgâhı) olup, tekkede görülen işlerin çeşitli
şubelerini gözetir ve bunlar arasında mubtedilerin yeni başlayanların
çalışmalarını yönetirler. Bu çeşitli şubeler sırasıyla kiler işi Kilerci Baba,
fırın işi Ekmekçi Baba, mutfak işi Aşçı Baba, ahır işi Atçı Baba, husus işi
Mihmandar Baba, Balım Sultan türbedarlığı Balım Evi ve bağ işleri Dede Bağ, Han
Bağ’dır.
GALİP DEDE
Mersin’e 1898 de gelen eski
Giritli diye anılan Galip Dede önce Hebilli köyü ve oradan da Mersin İhsaniye
(Giritli) mahallesine yerleşir, Sadık Baba yanında Nazmiye Saka ve kızı Melek
ile 1924 yılında Girit adasından geldiklerinde Galip Dedeye misafir olurlar.
Sadık Babanın kızı Melek ile Galip Dedenin oğlu Abidin Gül evlenir. Bu
misafirlik ve karşılıklı sevgi saygı akrabalıkla sonuçlanır.
HALİFEBABA NURETTİN ÖLMEZ
SADIK BABA’YI ŞÖYLE ANLATIR
Söyleşi
uzundur, ancak bazı kısımlarda Mersinde yaşam sürdürmüş Sadık Baba ve Tarsus’a
defnettiği Horasanlı Ali Baba ara ara
geçmektedir. Nurettin Ölmez Baba’nın konuyla ilgili makaleden iktibaslar : “Mesela
bahsettiğim Mersin’de Sadık Bektaş baba o bayağı değerli bir babadır mücerretti
vefat etti. Girit’ten gelirken Horasanlı Ali Baba diye bir mürşidi varmış onun,
orada onu da getiriyor. Hatta Mersin Tarsus’da Ali Baba Türbesi vardır ve oraya
ziyaretine gidiyoruz. “
Bir başka bölümde ise şöyle der: “Onun dervişi oldu
Bedri Noyan Dedebaba ondan himaye gördü, yetişti. Daha sonra? Hepsi birden yani Mersin’de Sadık Bektaş Baba vardı,
mücerret babaydı kabri halen Mersin mezarlığındadır. O, Bedri Noyan Dedebabamız
ve Yunus Ölmez baba bir de Ali Naci Baykal, hepsi birden Ankara’da üçünü halife
yaptılar. Sadık Baba, Bedri Baba, Yunus Baba halife oldu, Ali Naci Baykal baba
da Dedebaba vekiliydi zaten. Arnavutluk’taki Salih Niyazi Dedebaba,
Arnavutluk’a giderken emanetleri Ali Naci Baykal Dedebabaya bırakmıştı; onun
için o Dedebabaydı diğerleri de halife oldular. Sonra Ali Naci Baykal baba
göçmek üzereyken, Bedri Noyan Babaya, Dedebabalık ünvanı verdi ve o şekilde
oldu yani……………..” Ayhan Aydın ile
Halifebaba Nurettin Ölmez’in Söyleşisi. Halife Baba Nurettin Ölmez’in Babası Meşhur babalardan olup Yunus Ölmez
Baba’dır
DR. ASIM GÜNGÖR SADIK BABA’YI ANLATTI
MERSİN’İN ÖNEMLİ ŞAHSİYETLERİNDEN
Sayın Doktorumuz ile
görüşmelerimiz sonucu “ben bildiklerimi yazayım” demişti. Bir gün bana “gelip
alabilirsin bildiklerimi yazdım” dedi. Cümle kuruluşlarında çok küçük
değişiklikler olmasına rağmen, yazının aslını korumaya çalıştım. Sunuyorum;
“Sadık Babayı 50’li yılların
sonlarına doğru iki veya üç yıl bağ komşumuz olan Halime hanım teyzenin bağ
evine gelip cem yaptığı zaman tanıdım. O sıralarda dikkatimi çeken o yaşlardaki
Giritliler hemen hemen hiç Türkçe bilmiyorlardı. Oysaki Sadık Baba Türkçe’yi
çok güzel konuşuyordu. Mehmet Amcamla evli Saadet Hanım “Abidin Babadan sonra
Horasanlı Ali Baba dergahına Sadık Baba geldi. Uzun yıllar geçmeden Türkiye’ye
geldik (1924) Sadık Baba Giritliceyi nereden öğrenecekti” demişti. Babam herkesin bildiği ismi ile Murat Amcaya
Sadık Babanın Girit adasına nereden geldiğini sorduğunda “Sadık Baba Tarsus
Yenice’den Girit’e geldi ve Abidin Babanın yerine atandı” cevabını almıştı. Bu
atamanın nasıl olduğunu ise şöyle anlattı. “Abidin Baba ölünce Kandiye’deki
Tekke boş kaldı. Genel merkez olan Hacı Bektaş-ı Veli Postnişine haber verildi.
Bunun üzerine Yenice’de oturan Sadık Baba Girit Kandiye’deki Horasanlı Ali Baba dergahına dergah postnişi
olarak atandı” dedi. Sadık Babanın Girit adasından üç gemi ile 925 (yaklaşık bin kişi) kişi Tarsus ve
Mersin’e yerleşmelerindeki en büyük etken gelenlerin Sadık Babaya bağlılığı
idi.
SÜLEYMAN BABA’YA ZİYARET
GÜNEYİN SON BEKTAŞİ BABASI
25/10/2003 de Adana’da ikamet
ettiği yere giderek ziyaretimizi gerçekleştirdik. Kendisi ile ilgili bilgi
öğrenmek istediğimizi ve Sadık Baba ile ilgili de bir kitap çalışması
yaptığımızı anlattık. Biyografisi Selim oğlu (Bilal ağalar; lakapları) 1917
Kandiya /Girit doğumlu Süleyman İyiöz. 1924 yılında mübadele ile Adana’ya
gelirler sekiz yaşlarında olduğunu söyler Süleyman Baba Askere gidinceye kadar
muhtelif işlerle uğraşır. Askerliğini çavuş olarak 36 ay yapar, askerlik dönüşü
Özel idarede işe girer. Veznedar – tahsildar ve tadilat komisyonu reisliği
yapar. Son görevi Bina Muamelat şefliğidir ve 1974 yılının 8. ayında 32 sene 8 ay hizmet ederek emekli olur.
Bektaşiliğe intisabını ise
şöyle anlatır. “18.8.1951 de babam göçtü (Öldü yerine, hakka yürüdü veya göçtü
denir.) babamın lokması yenirken ben Sadık Sadık Babadan nasip almak
istedim.Baba kabul etmedi. Bir yıl sonra 1952 de yine önceden görüştük, benim üzüm
bağım vardı orada lokma düzenledim. Ve nasip aldım. Lokma demek yemek demektir.
Yani canlara yemek verdim. Sadık Babaya mürid oldum ve Bektaşiliğe intisap
ettim.
1976 yılında İzmir Tire’de
Hasan Balım Halife Babadan Babalık icazeti aldım. Adana’da bir tek ben fakir
varım. Güneyde başka Baba’lar da vardı, hepsi hakka yürüdü. (Öldü)”
SÜLEYMAN BABA, SADIK BABA’YI ANLATTI
“Sadık Baba mücerretti, onun
aslı Sivaslıdır. Pir evine gelişi ve mücerret yetişmesi dayısının sayesinde
olmuş. Kendisi böyle anlattı bana, Sadık Baba 16 yıl hizmet etmiş. “
Son yüzyılda başka bildiği
mücerret Baba olup olmadığını soruyoruz bize Arnavut asıllı Recep Ferdi Babayı
şu sözlerle anlatıyor: “ Bu Mücerret Baba Mısırda Kaygusuz Sultan Postnişi idi.
Enver Sedat rejiminde Amerika’ya gitti orada michigan eyaletinde ditroit ‘e
yerleşti. Yerine Bayram Baba bakıyordu.
(Bedri Noyan’dan dinledim)” Süleyman
Babadan iki çeşit Mücerretlik olduğunu da dinledik. Naklediyorum; “Birisi hiç
evlenmez diğeri eşi göçünce (vefat edince) tekrar evlenmez ve tekkeden hiç
çıkmaz.” Mücerretlik bir anlayış ve yaşam şeklidir.
Sadık Baba dünyanın bir çok
yerini gezmiştir, Arabistan, Necef (Necef gezisi Hazreti Ali ve Ehlibeyti
ziyaret içindir.), Şam, Arnavutluk (Arnavutlukta bir müddet kalır ancak
Arnavutçayı bilmesi Arnavut olmasından değildir.) ve Londra’dan dönüşte Girit’e
uğramış Abidin Babanın yerine Pirevinden hicazetname getirtilmek suretiyle
posta oturmuş. Abidin Baba henüz sağ imiş. Kendi rızasıyla postniş görevinden
istifa etmiş. Bektaşilikte makam ve mevkii hırsı yoktur, benzeri bir feragatta
Mersin’de Sadık Babanın hakkı olan Dedebabalık ‘ta yaşanmıştı. Çok değerli
Babalardan Yunus Ölmez Baba ve Bedri Noyan Baba Mersin’e gelirler. Sadık Baba
yaşı itibariyle bu görevden feragat eder. Doç. Dr. Bedri Noyan Dedebaba olur.”
Bu sohbetimizden yaklaşık bir yıl sonra 19/11/2004’te Süleyman Baba
Hakka yürüdü Adana asri mezarlığında meftundur. Günümüzde Akdeniz yani Çukurova
bölgesinde bu görevi ifa eden kimse kalmamıştır.
GİRİT TÜRKLERİNİN MERSİN’E GELİŞİ
ESKİ GİRİTLİLER
Girit adasında yüzyıllardır var
olan Türk unsuru 1820’li yıllarda Osmanlının gücünü kaybetmesiyle adada Türkler
için kötü günlerin başlangıcıydı. Yıllar süren baskı zulüm ve katliamlar
karşısında dönemin padişahı Abdülhamit Han’a durumu bildirirler. Eski Giritli
diye bilinen Türkler Girit adasından 1898’de
Adana, Mersin, Hatay gibi bir çok sahil kentine gelmişler. Bir müddet
Han hamam gibi yerlerde kalmışlar. 1902’de iskan olmuşlar. Padişahın tapu
vermesi üzerine yada diğer bir deyişle ihsan eylemesinden dolayı İhsaniye köyü
yada İhsaniye mahallesi adlarını almıştır. Şimdiki Hebilli köyü Kale mahallesi
de Giritlilere 45 hane olarak iskan edilmiştir. O zamandan kalan bazı yapılar
vardır. 1. Dünya Savaşı patlak verince her haneden bir kişi yani 45 kişi savaşa
katılmış 43 şehit 2 gazi ile köyde büyük kayıp yaşanmış. Yalnız kalan aileler
Tarsus’ta ve Mersin’deki yakınlarına gitmişler. 5 – 6 hane kalan köy Kurtuluş
savaşından sonra yine çoğalmaya başlamışlar.
YENİ GİRİTLİLER
1924 yılında Cumhuriyetin
ilanından sonra mübadele ile Türkiye’ye gelen Girit Türkmenleridir. Sadık Baba
1924 yılında mübadele ile Girit’ten gelmiştir.
SADIK BABA’NIN MERSİN’DEKİ İKAMETGAHI
Sadık Babanın manevi torunu
Sevim Gül Hanımefendi, Sadık Babanın ikamet ettiği evi şöyle anlattı; “Dedem
Fransızlardan kaçan Rum ailenin evini 25 altına satın almış ev sekiz odalı iki
katlı idi. O zamanlar annem Melek hanım evlidir. Ve bir çocuğu vardır. Dedem
hepimizi yanına aldı ve hep beraber yaşadık. Babam Abidin Gül’ün hızar
fabrikası vardı. Dedemin bizimle olduğu zamanlarda çalışmasına gerek yoktu.
Sadık Babanın Adresi: Nusratiye
mahallesi Ortaokul caddesi kapı no:33 idi, adresin yeni şekli Nusratiye
mahallesi Çakmak caddesi no:19 dur.”
Gayrimenkul satıldığından şimdi burası başkalarına geçmiştir.
SADIK BABA’NIN İŞ HAYATI
Sadık Baba Beyrut’tan gelen ve
Mersin’e yerleşen bir aile olan Enis Turan
ve eşi Lütfiye Turan’la tanışırlar. Onlarda bir müddet misafir olarak
kalırlar. Enis Turan beyle Gaz ve Kereste ticareti yaparlar. Bir müddet sonra İstanbullu Ahmet ve Rıfat
Dinçkök’ler ile de arkadaş olur. Ailecekte görüşürler. Mersin’de hazır giyim
mağazasında uzun yıllar birlikte çalışırlar.
SADIK BABA 3 DİL BİLİYOR
Sadık Babanın eğitimini
bilmiyoruz bildiğimiz 14 yaşlarında Hacı Bektaş dergahına gelmiş. Orada kalmış
Ana dili olan Türkçe dışında Arapça, Arnavutça, Rumca bildiğini öğreniyoruz.
Dergahta dini bilgiler edinirken Arapça öğrendiği kanaatindeyim. Girit adasında
ise Rumca ve Arnavutça öğrenmiş olması gerek. Adada Arnavut Bektaşi Babaların hakim
olduğu bilinmektedir. Bektaşiler
arasında da bilhassa Anadolu’da Giritli
ve Arnavut Halifebaba’ların hakim olduğu önemli bilgiler arasındadır.
HATIRDA KALAN ÜNLÜ ZİYARETÇİLER
Sadık Babanın torunu Sevim Gül
hanımefendi Sadık Babanın misafiri çok sevdiğini kapısının herkese açık
olduğunu, çocuk, genç, yaşlı demeden herkesle iyi ilişkileri olduğunu
anlatırken bazı isimleri not aldım.
Bunlar ünlü kimselerdi; Bu ünlü isimleri veriyorum.
Ali Naci Baykal /Dedebaba. Doç.
Dr. Bedri Noyan/Baba. ( Dedebaba
olmadan) Yunus Ölmez /Baba / Aydın. Kasım Gülek/Milletvekili. Mehmet Ali
Ağakay/Tarih Türk Dil Kur. Başk. Nurettin Arslantüre/Danıştay Başk. Nurettin
Artan/Ulus Gazetesi Köşe yazarı.
GÜLBABA İLE DOSTLUĞU
Bildiğimiz kadarıyla 1879
doğumlu Süleyman oğlu Yenice eşrafından Hüseyin Gülbaba sağlığında hem sadık
Babanın hem Aşık Veysel’in dostu imiş. Veysel Baba gibi saz çalarmış. Aldığımız
bilgilere göre onun aslı Sivas’tan gelmiş. Sadık Baba gibi kervanla Hacca gittiğini oğlu Kemal’den
öğreniyoruz.
Tarsus’taki ziyaret yerleri ile
ilgili bir çok kitap bilgi vermekte bu nedenle Tarsus ile ilgili bilgilere
girmiyoruz. Yenice’de Yakup Dede, Hasan
Baba, Murtaza bey, Arap Baba, Derviş Baba, adlı ziyaret yerlerini tespit ettim.
Tekeli Ören Köyünde; Garip Baba Arıklı Köyünde; Muğittin Baba adlı ziyaret
yerleri vardır.
SADIK BABA 3 KERE HACCA GİDER
Sadık Baba torununa üç kere
Hacca gittiğini anlatmış. Bir keresinde kervanla, bir keresinde vapurla Hacca
gittiğini anlatır. Kervanla Hacca gidişi muhtemelen Hacı Bektaş’tan yani ilk
Hacılığı genç yaşlarındadır. Vapurla gidişi ise Girit adasından olsa gerek.
Sadık Babanın üç kere Hacca gidişini eldeki bilgi azlığı nedeniyle çok kısıtlı
olarak yazmaktayım. 4 kapı 40 makamda Hacı Bektaş-ı Veli “Şeriat kapısında 3.
makamda Hacca varmak” diyerek. Hacca gidileceğini anlatmaktadır. Ancak bu Hacca
gitme geleneği şimdilerde Bektaşi ve Aleviler arasında yaygın değildir.
ATATÜRK’ÜN MERSİN ZİYARETİ VE SADIK BABA
İLE GÖRÜŞMESİ
Sadık Babanın torunu kendi el
yazısı ile “Şapka devrimi öncesi Atatürk’ümüzün Mersin’i ziyaretinde (20 Ocak
1925) dedemi yanına çağırtmış.
İstasyonda büyük bir çadırda arkadaşları ile otururken Bektaşi kıyafetiyle
yanına giren dedemi, ayağa kalkarak ve kendisine doğru yürüyerek karşılamış.
Neler konuştuklarını bilemiyorum. Ama dedemden bu görüşmeyi dinledim.” Diye
bitiriyor.
Bu görüşme, Atatürk’ün Mersin
ziyaretlerinde yok ancak Atatürk’ün tüm görüşmelerinin kayıtlara geçmesi de
mümkün değildir. Zaman zaman detaylara girse de Resmi ziyaretlerin kayıtlara
geçmesi daha yaygındır. Hatıralarda olan bu görüşme Atatürk’ün Mersin ziyaretlerinde
geçmemektedir.
ŞAPKA DEVRİMİ VE SADIK BABA
Şapka giyilmesi hakkında kanun
Kanun Numarası: 671 Kabul tarihi: 25.11.1925 Yayınlandığı Resmi Gazetenin
Tarihi: 28.11.1925 Türkçü yenilikler
içerisinde en önemlisi Harf ve şapka devrimi idi. İngilizlerin fesini yıllarca
Müslümanlığın bir sembolü gibi taşımıştı Türkler. Bu değişimden amaç dünya
milletlerinin giydiği serpuşu yani şapkayı Türklerinde giyebileceğinin somut
göstergesi idi. Bir anlamda da Cumhuriyete
ve yeniliklere açık Türk milletinin değişim parolasıydı. Şapka devriminde Sadık
Baba önce bir fotoğrafçıya gider. Son
bir hatıra fotoğrafı çektirir.
Sonra bir berbere gider ve
tıraş olur. Onun için bu yeniliğe ayak uydurmak Bektaşiliğinin bir gereği
olduğu kadar Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün izinden gitmek ve Türkçü
olmanın da bir gereği idi.
ÖNCE TÜRK’ÜM SONRA MÜSLÜMAN, SONRA BEKTAŞİ
Sadık Babanın “ÖNCE TÜRK’ÜM, SONRA MÜSLÜMAN, SONRA BEKTAŞİ“ sözü Bektaşiliğin
ruhuna uygun bir tespittir. Bektaşilikte ibadet dili Türkçe olup Arnavut
kökenli bir Bektaşi Baba’da Türkçe bilmek zorundadır. Türk kökenli olmayanların
da intisap ettikten sonra Türkleşmesi ve Türkçeyi ana dili gibi benimsemesi
“önce Türk’üm” tespitini doğrulamakta. 1998 yılında Cem Dergisinde Doç. Dr. Bedri Noyan
Dedebaba’nın Aydın Lisesinde Atatürk abidesini yaptırdığını merdiven başlarına
da Namık Kemal ve Ziya Gökalp’in büstlerini yaptırdığını anlatmakta. Büyük
önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ve Türk aydınlanma dönemi öncülerinden Namık
Kemal’in ve Türkçülüğün babası Ziya Gökalp’in manevi şahsiyetine gösterdiği saygıyı
görmekteyiz. Türk tarikatı olan Bektaşilikte önce Türk olmak şartını
getirmesine rağmen hiç kimseyi tarikata girmeye zorlamamıştır. (Cem Vakfı
bünyesinde) Alevi
İslam Din Hizmetleri Başkanı Ali Rıza
Uğurlu 05.08.2006 tarihli makalesinde Şöyle
diyerek Sadık Bektaş Babadan söz eder.; Bir
tasavvuf erbabı şöyle der; “Mevlevilik
olmasa klasik musikimiz, Alevilik olmasa Türk kültürü ve halk edebiyatı
olmazdı.” (Cafer Sadık Bektaş Baba)
İntisap, liyakat ve gönüllülük esastır. Sonra
Müslüman, sonra Bektaşiyim ifadeleri ise
Tarikatın dini dayanağını ve izlenen yolu anlatmakta. Dini dayanağı İslam
dinidir. Yol ise Hacı Bektaş’ın belirlediği Kamil insan olmak yoludur.
HAMZA RÜSTEM DEMEK; İZMİR DEMEK
Sadık Baba’nın Girit adasından
tanıdığı Hamza Rüstem İzmir’de Meşhur bir fotoğrafçıdır. Sadık Baba İzmir
seyahatini Hamza Rüstem’in yanında geçirir. İzmir’de çok meşhur olan Hamza
Rüstem için “İzmir demek Hamza Rüstem demek, Hamza Rüstem demek İzmir demek”
miş.
Bir gece Hamza Rüstem ile
lokantadan çıkışta kaza geçiren sadık Baba’nın kalça kemiği kırılır. İlk
tedavisini İzmir’de görür sonra Mersin’e gelir. Yürüme zorluğu çeken Sadık Baba
bu kazadan sonra artık görev yapamaz olur. Tarih muhtemelen 1963’tür.
Hamza Rüstem 1872 yılında Girit’in
Kandiye kentinde doğdu.İlk eğitimini babası Mustafa Rüstem Hoca’nın okulunda
tamamladı. Arapça , Farsça, Fransızca ve İngilizce özel dersler aldı. Bursa
Işıklar Askeri Lisesi’ni bitirdi. Ardından İstanbul Askeri Mühendislik
Okulu’nda (Mühendishane –i Berri-i Hümayun) makine mühendisliği eğitimine
başladı. 1,5 yıllık eğitimini tamamladığı 1895 yılında, Jön Türk Hareketi ile
ilgili ele geçen yazışma belgeler ve sürdürdüğü çalışmaları nedeniyle
tutuklandı. Hakkında ölüm cezası verildi. Ancak yönetimdeki Jöntürk Hareketi
destekçisi bakanların yardımıyla İzmir üzerinden, Girit’e kaçırıldı.
Girit’e ulaştığında, ilk önce seyyar satıcılık yaptı. İngiliz kampına yakın bir yerde tezgah kurup askerlere ufak tefek şeyler sattı. Bu sırada çalışkanlığı ve ticarete yatkınlığı Rahmizade Behaeddin Bediz’in dikkatini çekti. Karın tokluğuna fotoğraf stüdyosunda fotoğrafçılığa başladı. Dükkanda yatıyor ve ustasının öğrettiği sanatı öğrenmeye çalışıyordu.
Girit’e ulaştığında, ilk önce seyyar satıcılık yaptı. İngiliz kampına yakın bir yerde tezgah kurup askerlere ufak tefek şeyler sattı. Bu sırada çalışkanlığı ve ticarete yatkınlığı Rahmizade Behaeddin Bediz’in dikkatini çekti. Karın tokluğuna fotoğraf stüdyosunda fotoğrafçılığa başladı. Dükkanda yatıyor ve ustasının öğrettiği sanatı öğrenmeye çalışıyordu.
Behaeddin Bediz ilk fotoğraf derslerini ressam İsmail Hakkı
Bey’den aldı. Behaeddin Bey kırtasiye malzemeleriyle kart postal satarak ve
fotoğrafçılık yaparak geçimini sağlayan Girit’te yaşayan bir Osmanlı aydınıydı.
Fotoğrafçılık gelişimini Girit’i fotoğraflayarak, özellikle de arkeolog Evans’ın
Knossos kazılarının fotoğraflarını çekerek yaptı. Halen Girit’te “Girit’i ilk
fotoğraflayan adam” olarak anılmakta ve pek çok fotoğrafı imzasıyla iş
yerlerinde sergilenmektedir.
Hamza Rüstem’i kalfa olarak yetiştirdi. 1909’da Meşrutiyetin ilanında sonra İstanbul’a giderek bir stüdyo açmak istedi ve fotoğrafhanesini kalfası Hamza Rüstem’e devretti. Cağaloğlu’nda “Resne Fotoğrafhanesi”ni açtı.
Hamza Rüstem’i kalfa olarak yetiştirdi. 1909’da Meşrutiyetin ilanında sonra İstanbul’a giderek bir stüdyo açmak istedi ve fotoğrafhanesini kalfası Hamza Rüstem’e devretti. Cağaloğlu’nda “Resne Fotoğrafhanesi”ni açtı.
ALİ NACİ BAYKAL DEDEBABA’NIN HAKKA YÜRÜYÜŞÜ
1942 ile 1960 yılları arasında
18 yıl Dedebaba görevini yürütmüştür. Ali Naci Baykal Dedebaba Sadık Baba’yı
ziyaret ettiği bilgiler arasındadır. Sadık Baba mücerret (Kutsal Bekar) olması
sıfatıyla hem Ali Naci Baykal Dedebaba hem de Doç. Dr. Bedri Noyan Baba’yı (O
tarihte Dedebaba değildir) misafir etmiştir. Bu iki zatın Sadık Baba’yı ziyaret
etmesi Sadık Baba’nın Halifebaba ve mücerret oluşu bu ziyaretlere anlam
kazandırıyordu. Ali Naci Baykal Dedebaba
13 Temmuz 1960 tarihinde hakka yürüdü. Sıra yeni Dedebaba’nın seçimine gelmişti.
13 TEMMUZ–26 AĞUSTOS ARASI SADIK BABA
DEDEBABA’DIR
13 Temmuz 1960 tarihinde Ali
Naci Baykal Dedebaba’nın hakka yürümesiyle yeni bir Dedebaba seçimi
yapılacaktır. Halifebaba’lar arasında bir takım yazışmalar yapılır. Dedebaba
seçimi oylama usulüyle yapılır. Ancak mücerret olan varsa seçim yoktur.
Dedebaba’lık doğrudan mücerret Baba’ya verilir. Dolayısıyla Dedebaba’lık
doğrudan Sadık Bektaş Baba’nın hakkıdır.
13 Temmuz 1960 ile 26 Ağustos
1960 günleri arası Sadık Baba Dedebaba’dır. Sadık Baba yaşı ve sağlık durumunu
göz önünde bulundurarak 26 Ağustos 1960 tarihinde Mersin’de Bedri Noyan Baba’ya Dedebaba’lığın
daha uygun olacağını söyleyerek feragat eder.
BEDRİ NOYAN’IN DEDEBABA SEÇİLMESİ
Mersin’de 26 Ağustos 1960’daki
Bektaşilerin buluşması sıradan bir buluşma değildir. Bu buluşma Dedebaba’lık
seçimini sonlandırmak içindi. Bu buluşmanın tanıkları bir de hatıra fotoğraf
çektirir. Mersin’den Dedebaba olarak ayrılan Bedri Noyan Dedebaba kitaplar,
eski belgeler ve mühürleri bir sandık
ile götürür. Aydın’dan bir fotoğraf gönderir. Her ne kadar seçim Ankara’da
yapıldı şeklinde bir çok kaynak var isede seçimi Sadık Babanın feragatı
sonuçlandırır.
YANLIŞ TARİH 16 Temmuz 1960
DOĞRU TARİH 26 Ağustos 1960
Ali Naci Baykal Dedebaba’nın 13
Temmuz 1960 tarihinde Hakka yürümesiyle yeni bir Dedebaba seçilmesi için
Halifebaba’lar arasında yazışmalar başlar. 26 Ağustos 1960’da Mersin’de Sadık
Baba’nın evinde toplanırlar. Doç. Dr. Bedri Noyan’ın Dedebaba’lığı bu
toplantıda Mücerret Sadık Baba’nın feragat etmesi ve Dedebaba’lığı kabul
etmemesi ile Dedebaba olur. Oysaki Bektaşilik Alevilik nedir adlı (İst. 1995
basım) kitapta Dedebaba’ların listesini sunarken 16 Temmuz 1960 tarihini
Dedebaba’lığa geçiş olarak görünüyor.
13 Temmuz ile 16 Temmuz
arası bu yazışmalar ve görüşmeler
tamamlanamaz. Hatırladığım kadarıyla 1974 yılında şehirler arası telefon
görüşmeleri yazdırılarak ve saatler
sonra yapılıyordu. 1960 da ise üç günde her hangi bir şey yapılması mümkün değildir.
Bir fotoğrafın arka yüzü bize
bu işin aslını veriyor. Bu fotoğrafın arka yüzü 26 Ağustos 1960 tarihindeki
toplantının belgesidir. O belgede Bedri Noyan Baba olarak geçmekte.
Mersinden gittikten sonra
Dedebaba kıyafetiyle bir resim gönderir. Dedebaba’lığa geçişi 16 Temmuz 1960
değildir. (16 Temmuz beyanının Doç. Dr. Bedri Noyan Dedebaba’ya ait olmadığı
kanaatindeyim.) Tarih üzerinde niçin bu kadar durduğumuzun cevabı ise Sadık
Babanın adeta unutulmasıdır.
BİR İMZANIN TAHLİLİ
Doç Dr. Bedri Noyan Dedebaba
1964 yılında yayınladığı Hacı Bektaşta Pirevi adlı kitabı şu ifadelerle
imzalar ve Sadık Baba’ya; gönderir.
“Pek muhterem Sadık Bektaş Baba
erenlerin Huzur ve Hilafet Penahilerine
Hürmetlerimle” Aydın: 11.08.1964 (imza) evet aynen böyle yazıyor sadık
Babaya gönderilen kitapta.
Bu sözleri biraz daha anlaşılır hale getirelim. “Çok saygı değer;
Sadık Bektaş Baba erenlerin, eminlik derecesinde ve Hünkarın vekili sığınılacak
makam. Çok saydığım” Aydın: 11.08.1964 (imza)
Muhterem: Saygı değer
Erenler: Ermek, Ermiş
benliğinden sıyrılmış, Öz varlığından geçmiş, Kendini tanrıya adamış kimse.
Huzur: Hazır olma, Büyük
kimsenin yanı, Rahatlık, eminlik derecesi
Hilafet: Birinin yerini tutmak
Penah: Sığınma, Sığınılacak yer
Penahi: Penahlı kelimelerin
isim hallerinde aldığı şekillerde kullanılır
Hürmet: Onur, Şeref, Haysiyet
ve saygı, Saymak
Sanırım bunca iltifat boşa
değildir. Bu değerleri taşıyan Sadık Babanın Dedebaba’lıktan feragati de
saygınlığını biraz daha arttırmış olsa gerek.
SADIK BABA’DAN ALINAN ESERLER
Bedri
Noyan Dedebaba’nın Bütün Yönleriyle Bektaşilik ve Alevilik 7. Cilt adlı kitapta
56- 98- 113- 243- 333- 359- 409- 435- 474- 554- 555- 567. sayfalarda Sadık
Bektaş Baba’dan söz edilirken 1-1239 H. Tarihli Yazma’dan, 2- Erkan adlı
yazma’dan ve 3- Büyük Sığırdili Cönk’ten söz etmekte.
SADIK BABA’NIN HAKKA YÜRÜMESİ
Sadık baba; Çalışkandı, Güler yüzlü, hoşgörülüydü. Yalanı,
dedikoduyu hiç sevmezdi. Yardımseverdi. Misafirperverdi. Çocukları çok severdi.
Son nefesine kadar şuurluydu.
25 Ocak 1966, Salı günü Ramazan
Bayramının 3. günü 3:30 da sabaha karşı
hakka yürümesiyle, ebedi istirahat yerinin Hacı Bektaş kasabası olmasını
önerenler olmasına rağmen ailesi tarafından Mersin mezarlığına defnedilmesi
istenmiştir. Mezar taşı Arçaylar (Giritli) olarak bilinen aile tarafından Hacı
Bektaş’tan getirilmiştir. Mezar taşındaki yazı Yunus Baba tarafından yazılmış
olup, mezar taşının üst kısmını Hüseyni olarak bilinen on iki dilimli taç
süslemektedir. Ruhu şad olsun.
Mezar taşında yazılı metin:
HÜ DOST
CAKERİ ALİ BABA
MÜCERRET SADIK BABA
DERVİŞİ BİLLAH İDİ
CAN FEDAİ RAH İDİ
HERKİM DANENİM TUTDU
HAK RESULUNE YETTİ
DÜNYA VARLIĞI HEBA
UMMADI ONDAN VEFA
HAYYOLUB BULDU BAKA
RUHU OLSUN PÜRSAFA
OKU BUNDA FATİHA
DİLEK KABUL MUTLAKA
Doğumu: 1875(doğrusu 1876 dır) – Ölümü: 1966
Mezar no: 35394
SON DEDEBABA
1998 tarih ve 175 sayılı Cem Dergisindeki söyleşide Ali Haydar Ercan
Dedebaba kendisini şöyle anlatır:
“1936 yılı Nisan ayında İzmir’de doğdum, Annem Emine Anabacı, Babam
Hacı Ali Ercan Babadır. Dedem Abidin Ali, Hacı Ali Türabi Dedebaba’dan el
almıştır. Amcam Mehmet Türabi Ercan Baba’da dahil ışığımız Hacı Ali Türabi
Dedebaba’dan gelmektedir.
İlkokul öğrenimimi bitirir bitirmez iş hayatına çıraklıkla başladım.
Deri, kösele, tornacılık, sayacılık ve en son kuyumculuk olmak üzere elli yılı
aşkın serbest meslekle uğraştım. 1956 yılında Elazığ ağır bakımda 24 ay asker
olarak tornacılık yaptım. 1959 yılında Hatice Gülümser Anabacı ile evlendim.
Bir kızımız ve bir de oğlumuz var. 1965 yılında Tire Ali baba dergahında Hulisi
Kıvrık Babadan nasip aldım. 1975 yılında yine Tire’de Ali Baba dergahında
Halife Hasan Balım Babadan dervişlik hırkası giydim. 1983 yılında Hacı
Bektaş’ta Doç. Dr. Bedri Noyan Dedebaba’dan Babalık icazetnamesi aldım. 1993
yılında İzmir’de yine Bedri Noyan Dedebaba’dan Hilafet name alarak Halifebaba
oldum.
Bilindiği gibi 6.1.1997 tarihinde Dedebaba’mız hakka yürüdü. Konuyla
ilgili nasipli Bektaşi canların oluşturduğu birliğe hizmet kurulunun sekreterya
hizmetleri ile İzmir’de 12.12.1997 tarihinde yapılan Dedebaba seçiminde mevcut
Halifebaba’lar fakiri dünya Bektaşilerinin yeni Dedebabası sıfatıyla kaydı
hayat şartıyla Hacı Bektaşi postnişini olarak kutsal göreve getirdiler.”
DEDEBABA LİSTESİ
ELHAC SERSEM ALİ DEDEBABA ( 958-977 ) 19 YIL
ELHAC AK ABDULLAH DEDEBABA ( 977-1005 ) 28 YIL
ELHAC ESSEYİD KARA HALİL DEDEBABA ( 1005-1038 ) 33 YIL
ELHAC VAHDETİ DEDEBABA ( 1038-1060 ) 22 YIL
ELHAC ESSEYİD BECERİKLİ İBRAHİM AGAHİ DEDEBABA ( 1060-1086 ) 26 YIL
ELHAC ESSEYİD URFALI HALİL İBRAHİM DEDEBABA ( 1086-1101 ) 15 YIL
ELHAC SİROZLU HASAN DEDEBABA ( 1127-1149 ) 22 YIL
ELHAC KIRIMLI HANZADE MEHMED KÜLHANİ DEDEBABA ( 1149-1173 ) 24 YIL
ELHAC ESSEYİD DİMETOKALI KARA ALİ DEDEBABA ( 1173-1198 ) 25 YIL
ELHAC SİNOPLU HASAN DEDEBABA ( 1198-1205 ) 7 YIL
ELHAC ESSEYİD HOROSANLI MEHMED NURİ DEDEBABA ( 1205-1214 ) 9 YIL
ELHAC KALECİKLİ HALİL HAKİ DEDEBABA ( 1214-1229 ) 15 YIL
ELHAC ESSEYİDSİVASLI NEBİ DEDEBABA ( 1229-1248 ) 19 YIL
ELHAC SOFYALI SAATÇİ ALİ DEDEBABA ( 1248-1250 ) 2 YIL
ELHAC MERZİFONLU İBRAHİM DEDEBABA ( 1250-1251 ) 1 YIL
ELHAC VİDİNLİ MAHMUT DEDEBABA ( 1251-1263 ) 12 YIL
ELHAC ÇORUMLU SEYYİD HASAN HÜSNÜ DEDEBABA ( 1263-1266 ) 3 YIL
ELHAC YANBOL’LU ALİ TURABİ DEDEBABA ( 1266-1285 ) 19 YIL
ELHAC SELANİKLİ HASAN DEDEBABA ( 1285-1287 ) 2 YIL
ELHAC ESSEYİD MEHMED ALİ PERİŞAN DEDEBABA ( 1287-1301 ) 14 YIL
ELHAC MEHMED ALİ HİLMİ DEDEBABA ( 1301-1324 ) 23 YIL
ELHAC ESSEYİD MALATYALI MEHMED DEDEBABA ( 1324-1328 ) 4 YIL
ELHAC FEYZULLAH DEDEBABA ( 1328-1338 ) 10 YIL
SALİH NİYAZİ DEDEBABA ( 1338-1942*) 22 YIL
ALİ NACİ BAYKAL DEDEBABA ( 1942*- 1960*) 18 YIL
DOÇ. DR. SALİH BEDRETTİN NOYAN DEDEBABA (1960*- 1997*) 37 YIL
ALİ HAYDAR ERCAN DEDEBABA (1997*-
DEVAM EDİYOR)
(*) İşaretliler Miladi diğerleri Hicri dir.
SECERE
Mehmed Ali Hilmi Dedebaba Pir Hacı Bektaş-ı Veli’nin nesebini (soy
kütüğünü) doğruluğu tartışılır olmasına rağmen şöyle verir:
1- Hz.Muhammed
2- Hz. Fatma – Hz. Ali
3- Hz Hüseyin
4- Hz. İmam Zeynel Abidin
5- Hz. İmam Muhammed Bakır
6- Hz. İmam Cafer es-sadık
7- Hz. İmam Musa el-kazım
8- Seyyid İbrahim bin Musa el-kazım
9- Seyyid Muhammed bin İbrahim
10- Seyyid Hasan bin Muhammed
11- Seyyid Muhammed Sani bin
Seyyid Hasan
12- Seyyid Mehdi bin Seyyid
Muhammed Sani
13- Seyyid İbrahim bin Seyyid
Mehdi
14- Seyyid Hasan bin Seyyid
İbrahim
15- Seyyid Muhammed bin
Seyyid Hasan
16- Seyyid İshak bin Seyyid
Muhammed
17- Seyyid Musa bin Seyyid
İshak
18- Seyyid İbrahim Sani bin
Seyyid Musa
19- Seyyid Muhammed El-Hacc
Bektaş-ı Veli bin Seyyid İbrahim
TARİKAT SİLSİLESİ
Mehmed Ali Hilmi Dedebaba tarikat silsilesini şöyle vermekte:
1- Hz. Ali (r.a.)
2- Hz. Hüseyin (r.a.)
3- Hz. İmam Zeynel Abidin (r.a.)
4- İmam Muhammed Bakır
5- İmam Cafer es-Sadık
6- Beyazid-i Bestami
7- Ebul Hasan Harkani
8- Ebul Kasım el-Gürgani
9- Ebu Ali Farmidi
10- Hace Yusuf el-Hemedani
11- Hace Ahmed Yesevi
12- Lokman-ı Perende
es-Serahsi
13- Hacı Bektaş-ı Veli
Değerli yazar Müfid Yüksel “Bektaşilik ve Mehmed Ali Hilmi Dedebaba”
çalışmasıyla 23 yıl Dedebaba olarak Hacı Bektaş Postnişini olan Mehmed Ali
Hilmi Dedebaba’yı en iyi anlatan bir eserin sahibidir. Bu eserden çok
faydalandığımızı açıkça ifade ediyoruz.
“Bektaşilik Hafi ve Cehri özellik taşıyan tarikatlardandır.” Bu tespite
biz de aynı katılıyor ve Hem Hz. Ebu Bekir’e hem de Cafer es-Sadık’a ulaşan
ikinci silsileyi veriyorum:
İKİNCİ TARİKAT SİLSİLESİ
1- Hz. Ebu Bekir (r. a.)
2- Hz. Salman-ı Farisi (r.a.)
3- Hz. Kasım bin Muhammed bin Ebu
Bekir
4- Hz. İmam Cafer es-Sadık
5- Beyazid-i Bestami
6- Ebul Hasan Harkani
7- Ebu Ali Farmidi
8- Hace Yusuf-ı Hemedani
9- Hace Ahmed Yesevi
10- Lokman-ı Perende es-Serahsi
11- Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli
Bu tarikat silsilesi ve Bekriler ile ilgili Süleyman Babadan da bir
takım bilgiler almıştım Bektaşiler ile Bekriler Hafi ve Cehri olarak ayrılmakta
daha fazla bir ayrılık bulunmamaktadır. Süleyman Baba şimdilerde Bekrilerin pek
kalmadığını da söylemişti. Bir çok tarikatın Hz. Ebu Bekir (r.a.)’e çıkan
silsilesini görmek mümkün, bu olguları doğal yapıları içinde ayrıştırmak zor
olsa da günümüzde farklı yerlerde görünmektedirler.
DÖRT HALİFE
Mehmed Ali Hilmi Dedebaba Dört halifeden söz ederken halifeleri ve
ashabı asla küçümsemezmiş, ayrı ayrı hürmetle anar ve bir takım cahiller gibi
asla sövmezmiş. Bu bilgiler bana Sadık Babanın Girit den getirdiği Dört yanında
dört halifenin isminin bulunduğu kılıcını hatırlattı.
Kılıcın dört yanı dört Halifenin isimleri ile işlenmiş; Hz. Ebu Bekir,
Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali.
HACI BEKTAŞ-I VELİ
O nur kaynağı insanın; zevki, şevki, mutluluğu, gönlü, sevgisi ve
sevgilisi olan şerefli bir insandır. Softalık ve yobazlık bir yandan
materyalist felsefe öbür yandan Türk’ün yüce varlığını karanlığa ve geriye
sürüklemek isterken Türklüğün büyük insanı Hacı Bektaş-ı Veli insana ve
insanlığa nefsini bilmeyi varlığındaki yüceliği evren içindeki yüce makamını
gösterdi.
DOĞUMU VE SOYU
Hacı Bektaş-ı Veli Horasan’ın Nişabur şehrinde doğmuştur. Adı Mehmed
Bektaş’tır.Bazı kaynaklarda adı ve baba adı şöyle de geçmektedir; Seyyid
Muhammed Bektaş bin İbrahim Ata. Doğum tarihi, 1209-1249 arası farklı şekillerde
geçmektedir. Annesi ; Ahmet Efendinin kızı “Hatem” hatundur. Babası ;
İbrahim’dir. Soyu yedinci imam Musa
Kazım ile on iki imamlara dayanır. Hz. Ali evlatlarının Kerbela’da uğradıkları zulümler sonucu Horasana
geçiş ve Horasan’da Türklerle olan evliliklerinden dünyaya gelmiştir. Horasan
Türkleri hem Hz. Muhammet ve Hz. Ali soyuna hem de asli soylarına çıkan
secereler görmek mümkündür.
ANADOLU’YA GELİŞİ
12. 13. yüzyıllarda Asya’dan batıya doğru bir yayılma vardı. Bu arada
Türkistanlı dervişler Anadolu’da vücut birliğini yayıyorlardı. Halk bu yüzyıllarda
sıkıntılı bir yaşam sürdürüyordu. Oğuz boyu Anadolu’yu bu durumda buldular.
Anadolu’da doğan bir güneşte Hacı Bektaş-ı Veli’dir. Horasan’dan
görevlendirilmiş Diyarı Rum’a (Anadolu) gelmiş. Önce Amasya’da Baba İlyas
Horasaniye uğrar, sonra Konya’ya ; oranın yapılanmasını uygun bulmayarak
Kırşehir’e Baba İlyas Horasani oğlu Muhlis paşa oğlu, Aşık paşa ve diğer Türkçülerin olduğu yere yerleşmek
Hazreti Pire daha uygun gelmiştir. Türklerin yaşadığı bölgede halkın arasına,
bir köye yerleşmiş.Düşüncelerini oradan yaymaya başlamış, dünya insanlık
ailesine ulaştırmıştır. Bulunduğu yerin adı; Suluca Karahöyük köyü olup
Kırşehir yakınlarındadır. Şimdi ise Nevşehir iline bağlıdır.
İdris Hocanın yedi evlik köyü idi. Dört ev onun soyundan gelenlerin, üç
ev de oraya yerleşmiş Türklerindi. Hacı Bektaş-ı Veli yorgun bir halde köye
vardığında kendisine yiyecek veren İdris Hocanın eşi Kadıncık Ana ve eşi Onu
evlerinde konuk etmişlerdir. Daha sonra Hacı Bektaş-ı Veli’ ye ilk bağlanan
müritler olmuşlardır. Bu günkü Pir evinin çekirdeği olan Kızılca Halvet denilen
oda yapılıncaya kadar evlerinde konuk olmuştur.Sonra Hz. Pir kendi yerine
çekilmiştir.
DÜŞÜNCENİN TEMELİ
Din Türkçüsü diyebileceğimiz Hacı Bektaş-ı Veli Türk halkına, Türk
oluşunun yüceliğini yani kutsallığını duyurmuştur. Arap ve Acem kültürünü
reddederek İslamiyet’i dünya dini olabilecek karaktere kavuşturmuştur.
ESERLERİ
Hacı Bektaş-ı Veli ‘nin MAKALAT ve FEVAİD adlı eserleri vardır. Ancak
Dedebaba Doç. Dr. Bedri Noyan bir yazısında ; Girit Kandiye / Horasanlı Ali
Baba dergahına ait olup Muhterem Mücerret Halife Cafer Sadık Bektaş Baba
erenler tarafından hediye edilmiş bir yazmada HURDENAME adlı bir eserden söz
edildiğini ve bunu başka bir yerde görmediğini ve bunu ihtiyatla kaydediyorum
diyerek eserin önemini belirtiyor.
Yine Mürşit merhum Ali Naci Baykal Dedebaba’nın bir mektubunda ÜSSÜL
HAKİKA (GERÇEĞİN KÖKLERİ – ESASLARI) namındaki eserinden söz ediyor.
HAKKA YÜRÜMESİ (VEFATİ)
Hacı Bektaş-ı Veli’nin vefati
1296 – 1337 tarihleri arasında olup; 1337’lere
kadar yaşamadığı genel kanaattir.
BEKTAŞİLİKTE MAKAMLAR
NASİP ALMAK
Bektaşiliğe girecek kişinin bir babaya müracaat ile Nasip Almak, El
Almak ya da kayıt olmak şeklinde anlatabileceğimiz nasip almak’ta kişi müracaat edilen babanın dervişleri tarafından araştırılır.Babaya olumlu bilgi
verilince, nasip almak üzere kabul gören Can nasip almış olur.
MUHİPLİK
Nasip almış canlara muhip denir. Muhipler okulun kayıtlı öğrencisi
gibidirler.
DERVİŞLİK
Alınan eğitimin yavaş yavaş hizmete dönüşüdür. Dervişler eğitimi kendi
iradeleriyle değil babaların yönlendirmesiyle yaparlar. Babalar ihtiyaç halinde
yeterli gördüğü muhipleri derviş olmaları üzere dervişlik erkanından geçirerek,
Dervişlik verirler. Dervişlik seçimi çok itina ile yapılır. Çünkü Dedebaba,
Halifebaba ve Babalar bu görevlerinin yanı sıra aynı zamanda derviştirler.
BABALIK
Eğitim veren bir makamdır. Bu günkü karşılığı bir çok araştırmacı –
yazar tarafından “Profesörlük” olarak değerlendirir. Öğrencilerini evlat gibi
gördükleri için bu makama Baba denir.Baba öğrencilerini çok gözlemler ve en az
ikisini Baba olması için hazır hale getirir. Dervişin baba olması kırk nasipli
Bektaşi tarafından onaylanması gerekir. Halifebaba uygunluğuna karar verir.
Babalık erkanı yani tören ile Babalık verilir.
HALİFEBABALIK
Halifebabalar ihtiyaca göre Dedebaba tarafından sayısı on biri
geçmeyecek şekilde seçilir. Dedebaba ile sayı on iki olur. Halifebaba’lar
doğrudan Dedebaba tarafından atanır. Halifebaba’lar Babalardan seçilir.
Dedebaba seçme konusunda görüş alış verişi yapabilir. Halifebaba’lar gerektiğinde Dedebaba seçme kurulunda
bulunurlar. Halifebaba’lık, Halifebaba’lık erkanına uygun törenle verilir.
DEDEBABALIK
Dedebaba
tektir. Aynı
anda bir tek kişi Dedebaba olabilir. Bu göreve geldikten sonra yaşamı boyunca
görevde kalır. Tüm dünyadaki Bektaşilerin başıdır. Bektaşilerin ortak kullanım
dili Türkçe olması ve Türk töresini özünde tutması nedeniyle Dedebaba olmanın
ön koşulu Türkiye Cumhuriyeti Tabiiyetinde olmak, Türkiye’de ikamet etmektir.
Rağmen sanal ortamda yani internet sayfalarında Dedebaba olarak anılan ve
kendini öyle tanıtan bir sürü Bektaşi vardır tabi ki Bektaşiler bunlara itibar
etmezler. Dedebaba tektir ve Bu ülkenin tabiyetindedir. Son seçimde Ali Haydar
Ercan HalifeBaba, Dedebaba seçilmiştir. Halifebaba Nurettin Ölmez ile Ayhan
Aydın’ın 13/09/1999 tarihinde Şişli/istanbul’dayapılan söyleşide Nurettin
Ölmez Baba son Dedebaba seçimini şöyle anlatır: “Bedri Noyan dedebabamızın vefatından sonra 12.12.1997
tarihinde İzmir Karşıyaka’da bir canın evinde dedebabalık seçimi yapıldı. Biz
de oradaydık. Teoman Güre halifebabanın hazırlamış olduğu tüzük üzere, seçime
gidildi. Dedebabamızın oğlu Kurtçebe Noyan, Belkıs Temren hanımefendi ve
Hüseyin Yaltırık’dan kurulu seçim komisyonu kuruldu. Yedi halifebaba hepsi de
resmi kıyafetleri ile bir kapalı odaya geçip, seçimi yapmak için toplandılar.
Seçilecek dedebaba geçici olarak mı, kaydı hayat şartı, yani ölene kadar mı
diye komisyon soruyor. Kaydı hayat şartı, kabul ediliyor. Ekseriyet mi, en çok rey
alan mı diye, soruluyor; en çok rey alan diye, tutanağa geçiriliyor. Herkes
kendine rey kullanır mı diye, soruluyor; buna yalnız Teoman Güre baba
haricinde, kullanır diyorlar. Bu da tutanağa geçiriliyor. Sonra seçim başlıyor.
İlk turda 2 halife baba ikişer rey alıyor. İkinci turda, Haydar Ercan
halifebaba 3 oyla dedebabalığa seçiliyor. Bunların hepsi video kasete alınıyor.
Orada bulunan dervişler, nefir üfliyerek dedebabamız Haydar Ercan’ı takdim
ediyorlar ve Haydar Ercan baba postuna oturuyor. Bütün halife babalar kabul
edip, niyaz ettikten sonra, canlar da cümlesini niyaz edip, gül şerbeti
dağıtıldıktan sonra merasim bitiyor ve dedebabamız Haydar Ercan seçiliyor.”
Hacı Bektaş Veli dergahı
Postnişini’dir. Çok sık olmasa da Kutup sıfatı olarak anılır. Dedebaba’nın
vefat inden sonra Halifebaba’lar bir araya gelerek Halifebaba sıfatını taşıyan
birini seçimle Dedebaba’lığa getirirler. Dedebaba henüz hayatta iken her
ihtimali göz önüne alarak kapalı bir zarf içinde kendi yerine uygun olacağını
düşündüğü birini yazar. Bu zarf kapalı ve mühürlü olarak bekletilir.
Dedebaba’nın vefatından sonra seçim için bir araya geldiklerinde seçim normal
seyrinde devam eder ve Dedebaba seçilmiş olur. Zarfın açılmasına gerek kalmaz.
Ancak beraberlik gibi durumlarda zarf açılır. Dedebaba’nın zarftaki oyu iki oy
sayılır toplantı Dedebaba’nın mutlaka seçilmesiyle biter.
Halifebaba’lar arasında Mücerret (Kutsal Bekar) olanı varsa ve tek ise
seçime gerek kalmaz mücerret Halifebaba Dedebaba olur. Mücerretlerin önceliği
bilinen bir Bektaşi geleneğidir. Dedebabalık Bektaşi Erkan namesindeki
“Dedebabalık Erkanı” gereğince Kutsal Tören uygun olarak yapılır. Tören sonunda
açılan sofraya isteyen canlar katılır.
ÇİLLEHANE (ÇİLE HANE)
Şehrin üç kilometre kadar doğusunda, hafif meyilli bir sırt üstündedir.
Buraya Arafat dağı denir. Bunun üzerinde Çillehane (Çile hane) denilen yekpare
bir kaya vardır.Bu kaya kitlesinin sol tarafında bir ufak kaya parçasının
arkasındaki genişçe bir delikten içeri girilebilir. İçi dar ve düzensiz bir
odacık gibidir. Burasının; dışarıya açık ufak yumurtamsı şeklinde, pencere gibi
bir deliği vardır.
Çillehane ; Vilayetname-i Hacı Bektaş Veli adlı eserde “Suluca
Karahöyüğe gelüb karar ettiğüdür.” Bölümünde ; “Hazret-i Hünkar ol mağara içine
girüb sakin oldu. İtikaf niyetin kıldı. Günlerden bir gün vilayet erenlerinden
nice kimseler Hazreti Hünkarı görmeğe geldiler. Ol mağaradan içeri girüb
Hazret-i Hünkarı gördüler. Şeref-i dest püs edüp oturdular.”
Esnayı kelamda: Erenler Şahı işbu i’tikaf ettiğiniz makaam merğub ve
mahfidir amma kati tarik (karanlık) ve karaguluktur. Hiçbir ziya girecek yeri
yoktur. Nolaydı bunun bir a’la revzene (penceresi) olaydı, gayetle hub olurdu,
dediler. Çünki Hazret-i Hünkar ol azizlerden bu kelamı işidecek (işitince)
Bismillahir – Rahmanir – Rahim deyüp mübarek eliyle ol mağaranın yabandan
canibine bir yumruk öyle urdu ki ol taşdan bir adam çıkacak mikdarı bir delik
açıldı.
Çilehane’deki delik vilayetname’de sözü geçen bu penceredir. Ziyaret
mahalli olan bu yerde, herkes bir defa bu mağara içine girip bu delikten dışarı
çıkar. Bektaşiler arasında yaygın bir inanışa göre günahı olan bu delikten
geçemez, ne kadar zayıf olsa da bu delik
onu sıkarmış. Bir adak adayınca serbest bırakırmış. Günahı olmayanlar ise ne
kadar da şişman olsa rahat geçermiş.
HOCA AHMET YESEVİ
Türkistan’da Sayram şehrinde doğmuştur. Doğumu ve ölümü kesin belli
olmamasına rağmen 12. Yüzyıl içinde yaşamış ve ölmüştür. Şeyh İbrahim’in
oğludur. Soyu Türk olup aslı on iki imamlara çıkmaktadır. Hoca Ahmet Yesevi’nin
dünyaya geldiği zamanlarda göçebe
Türkler arasında anladıkları dilde yani Türkçe ile halka hitap ederek İslamı
anlatan dervişlerin olduğunu biliyoruz. Hoca Ahmet Yesevi de kendinden önceki
Türk erenlerinden etkilenmiştir. Yesevi tarikatının kurucusu olan: Hoca Ahmet
Yesevi, Sünni ve Hanefi idi. Ancak; ayetlerin hadislerin Türkçe söylenmesine
öncülük etti. Bu gün ise Sünni kesimde dinde Türkçülük neredeyse yok gibi iken,
Bektaşi – Alevilerin ibadet dilleri Türkçe’dir ve Kuran’ın Türkçe mealinin
okunması yaygındır. Bektaşiliğin çok önemli olan öğretisi ; Dört kapı kırk
makam’ı aynı haliyle Yesevilikte de görmekteyiz. Bektaşilik Yeseviliği bir
tarikat olarak kabul etse de Yesevi tarikatı bir “Ocak”tır. Türk Ocağı.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin Hoca Ahmet Yesevi’den çok etkilendiği bilinen ve
yaygın kanaattir. Horasan Okulunun; Arap etkisi yerine Türk töresinin hakim
olması (Türk okuluna dönüşmesi) ileriki
zamanda Anadolu’da Hacı Bektaş-ı Veli tarafından Türklük ve Müslümanlık
şeklinde yerini alacaktır.
Bu bağlamda Arapçı olmayan din anlayışı özellikle Anadolu’da Yasevi, Bektaşi, Alevi yada Sünni – Hanefi
olsun çokta farklı değildir. Temel anlayış dinin anlaşılması ve insanlığı
kucaklamasıdır. Hoca Ahmet Yesevi şöyle
der:
Anlamıyorlar
alimler konuştuğumuz Türkçe’yi
Ariflerden
duyunca açar gönül mülayim
Ayet hadis
manası Türkçe olsa uygundur
Manasını
anlayanlar yere koyar börkünü
BEKTAŞİLİĞİ DEDEBABA
ALİ HAYDAR ERCAN’DAN DİNLİYORUZ
Dedebaba Ali Haydar Ercan 1998 tarih 175 sayılı Cem dergisinde şöyle
anlatır: “Bilindiği gibi Türklük ve Kamil İnsanlık yolu olan Bektaşilik Hace
Ahmet Yesevi Ocağının Horasan erenleri kanalıyla Anadolu’ya ve buradan da
Balkanlara ulaşmış bir tasavvuf okuludur. Günümüzde ise Amerika’ya kadar
ulaşmış nazenin bir tarikatıdır. Bektaşilik batıni alem yolculuğu ile hakikate ulaşmayı bunun için ise kainatı bir
görüp sevgi ile onu terk etmeyi ve daha büyük bir sevgi ile Allah’a ulaşmayı
hedefler. Böylece bir yandan maddeden manaya yönelmeyi nefsin terbiye edilmesini,
diğer yandan da aşk ile Allah’a yönelmeyi ve kamil insan olmayı amaç edinir.
Bunun için bütün tasavvuf okullarının kurallarında olduğu gibi sermaye gözyaşı,
nihaiyi zenginlik ise faliktir.”
BEKTAŞİLİK
Doç. Dr. Bedri Noyan Dedebaba ise Bektaşiliği şu cümle ile özetler:
“Bektaşilik ve Bektaşi-Alevilik Türklük demektir. Dinde, Ahlakta, düşünüş ve
inanışta Türklük demektir.” Divan-ı Lügat-ı Türk’te Kaşgarlı Mahmut Bir Hadisi
bildiriyor ve şöyle diyor. Peygamberimiz ; Allah şöyle buyurmuştur. “ Benim bir ordum vardır adı Türk” Her Türk asker doğar
düşüncesi Türkler tarafından
inançlarının bir parçasıdır. Dört kapı kırk makamda Şeriat kapısı üçüncü
makamda “Gaza eylemek” öğretisinin, doğuştan asker olan Türklüğün ruhuna
uygunluğunu veriyor.
Hazır ordudan ve askerden söz
ederken Yeniçerilerden söz etmemek olmaz. Yeniçeriler Bektaşi tarikatına bağlı
idiler. Ve Yeniçeri ocağının amblemi üzerinde Hz. Ali’nin kılıcı vardı. Ocak
içerisinde Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’nin ve İmam-ı Azam Ebu Hanife
Hazretlerinin sancağı bulunmakta idi.
Osmanlının son dönemlerinde Yeniçeri ocaklarının ve Yeniçerilerin
yasaklanması ve görüldükleri yerde katledilmeleri ile ilgili ferman Osmanlı
arşivlerinde mevcuttur.
Ancak Mustafa Kemal Atatürk Bulgaristan Sofya Ataşesi (Büyük elçi) iken
katıldığı kıyafet balosuna Yeniçeri
kıyafeti ile iştirak etmiştir. O sırada Binbaşı rütbesinde bir subaydır. Sanırım bunun sebebini araştırmak bilim
adamlarımıza düşmektedir.
İmam-ı Azam Ebu Hanife; Babası
Sabit’in asılları Türkistan’dan Ceyhun nehrinin yakınlarındandır. Çoğunluğa göre İmam-ı Azam Ebu Hanife
Hicretin sekseninci yılında doğdu. Doğduğu yer Küfe’dir. Peygamberimizin bir
çok hadisine masar olmuştur. “İbn Abbas’ın şöyle dediği rivayet edildi;
Resulullah (s.a.s) ‘den sonra Horasan diyarına bir ay doğacak ki, künyesi Ebu
Hanife’dir.” İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri Hz. Ali evlatlarına yaptığı
yardımlar ve desteklerinden dolayı devrin Halifesi tarafından Kadılık makamına
getirilerek pasif hale getirmek istenmiş ise de İmam bu görevi kabul etmeyerek
bir de yemin etmiştir. Hapse atılarak kırbaçlanan imam bir gün dayanamayarak
vefat etmiştir. Yaşamı boyunca Ehlibeyte sevgi ve muhabbet duyan İmam
hak etmediği bir sonla hakka yürümüştür.
Bu gün ise şucu bucu anlayışlar ile birilerinin sahip çıktığı imamı
birileri de hiç tanımamaktadır. Oysaki İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri, Hoca
Ahmet Yesevi’nin kurduğu Türk Ocağının temel taşıdır. Yeniçeri ocaklarında
Sancağının bulunması da sanırım bunu açıklamaktadır.
Bektaşi yaşayışında Tanrısı ile
arasına aracı sokmaz. İnsani değerleri esas alır. “Eline, beline, diline sahip ol” düsturu ile
yaşar. Bektaşilik ; Caferilikten ve Alevilikten farklıdır. Alevi
dedeliği, babadan oğula geçiyor. Bektaşilikte ise liyakat var; layık olana
babalık verilir. Adını Hacı Bektaş-ı Veli’den
alır. Aklı ve İlmi kutsar yobazlıkla mücadele eder. Bektaşi Kuran’ın tüm
buyruklarına uyandır. Yaşamı yücelten ve anlamlı kılandır. Nefsiyle mücadele
edendir.Allah’ı, Hz. Muhammed’i ve
ehlibeyti sevmektir.
YOL ERBABI
ELİNE SAHİP OLMAK;İçki içip kendini bilmemek, Eşkıyalık etmemek,
(Çalma) Kumar oynama.
BELİNE SAHİP OLMAK; Zina etmemek.
DİLİNE SAHİP OLMAK; Yalan söylememek.
BEKTAŞİ AHLAKI
İLİM,
KONUKSEVERLİK,
TÖVBE,
CÖMERTLİK,
DOSTLUK.
TEMEL ANLAYIŞ
Türklük ve Kamil İnsanlık yolu, olan Bektaşilik: her milletin iyisine
kapı açan Türkçü ve hümanist bir Türk tarikatıdır.
CAFERİ MEZHEBİ
Hz. Ali ve onun soyundan gelen On iki imamları sevenlere genel olarak
şii denir. Şia: taraftar anlamındadır. Tarihi süreçte ise şia kelimesi tek
başına Hz. Ali’ye bağlılık anlamına
gelmektedir. Şia mezhep olarak Caferi mezhebini kabul eder. Ebu Hanife
Hazretleri “imam Caferi Sadık Hazretlerine rastlamasaydım Numan helak olmuştu”
diyerek Babalığı ve hocası İmam Caferi Sadık Hazretlerine olan bağlılığını
anlatırken, on iki imamlardan sadece Caferi Sadık Hazretlerinin politik yanının
olduğu da vurgulanmış oluyor. Müslümanlar arasında Ebu Hanife ile İmam Caferi
Sadık’ın öğretileri Hanefilik ve Caferilik olarak birbirinden çok farklı
görülmektedir. Oysaki Ebu Hanife’nin öğrencileri olan İmam Yusuf ve imam
Muhammed sonradan Hanefiliğe katkılar sokarak bu günkü Hanefiliğin oluşmasını
sağlamışlardır. Ebu Hanife’nin o yıllarda Sünni iktidar tarafından zindanda
öldürüldüğü tarihi gerçekler arasındadır.
Anadolu da yaşayan Bektaşiler
Türk ve Mümin Müslümanlardır. Yaratıcı olarak Allah’a, Peygamber olarak
Hz. Muhammet’e ve ehlibeytten Hz. Ali ve
onun soyundan gelenlere bağlıdırlar. Türkiye’de Caferiler iki koldur. Babağan
kolu Bektaşiler, Dedeğan kolu Alevilerdir. Genel olarak Bektaşilerin köyde yaşayanlarına Alevi – Kızılbaş denir.
Aleviler mürşitlikte soy güder.Ölenin yerine oğlu geçer. Bektaşilikte ise bütün
derece ve mertebeler seçimle olup kim bilgili ise o mürşit olur. Ancak Alevilik
ve Bektaşilik birbirinden farklıdır denilse de her Bektaşi taşıdığı Ali sevgisi
ile Alevidir. Anadolu Aleviliğinin Arap
yarım adasıyla çok fazla bir alakası da yoktur. Alınan sadece Ali sevgisidir.
Maraş’ın Terolar köyünde oturan Mustafa Enhas Dede’den de teyit etmiştim. Çelebiler
yani Hacı Bektaş’ın bel evlatları kendilerini Sünni olarak tanımlasalar da içki
serbestisi vardır. Yani demlenirler. Anadolu da kendini Hanefi Alevi olarak
tanımlayan Alevilerde vardır.
Caferilikte on yedi rekat namaz vardır. Farz namazlardır. Sabah:
2, Öğle: 4, İkindi: 4,
Akşam: 3, Yatsı: 4 ‘tür.
Namaz kılan Alevi beldeleri olduğu gibi
Anadolu’da Aleviler arasında vakit namazları yaygın değildir.
Türkiye dışındaki Caferiler Ramazan orucuna başlama ve bitirme
konusunda Anadolu Sünni – Hanefi’ler den farklılıkları olsa da Ramazan ayını oruçlu geçirirler.
Muharrem ayında matem oruçları vardır bu yaygın olarak Caferilerde ve Bektaşi ve
Alevilerinde vardır. Her ne kadar Bektaşi ve Aleviler kendilerini Caferilik
bünyesinde tespit etseler de Türkiye dışındaki Caferilerden çok farklıdırlar.
Bektaşilerin yani Babağan kolun Caferilik bünyesindeki yeri bence
tartışmalıdır. Bünyesinde Yeseviliği, Şamanizmi vs. bir çok olguları
barındırması sebebiyle Hz. Ali ve On iki imamlara ehlibeyte duyduğu sevgi ortak
yanlarındandır. Başka alanlarda tamamen Türklük olgusu hakimdir. Türkiye
dışındaki ve Kars Iğdır yöresindeki Caferilerde
önceki yıllarda sırt dövme geleneği vardı. Şimdilerde hasta hanelere kan
bağışı şekline dönüşmüştür. Caferilik İmam Caferi hazretlerinin adı dışında başka
neleri taşıdığı tartışmalıdır.
NUSAYRİLER
Bedri
Noyan Dedebaba’nın Bütün Yönleriyle Bektaşilik ve Alevilik 7. Cilt adlı kitapta
243. sayfasında Ehlibeyte tanrılık yakıştıran Nusayriler ile ilgili Sadık
Baba’nın yorumunu şu satırlarla açıklar: “Merhum Cafer Sadık Bektaş Baba
Erenler’imiz bunların Abbasoğulları zamanında Samarra’da yerleşmiş Türkler
olduklarını Söyler ve: Bunlara Nusayri ve Alevi diye biz ad vermişiz. Bunlar
kadınlarına Samara’yı ad olarak bile takarlar. Elbiseleri, elbise düğmeleri
Anadolu Tahtacıları gibidir.Bunları tatlılıkla
yola getirmelidir. Demişlerdir.
BEKTAŞİLİKTE BİR TUR ATALIM
Gizemli bir Türk tarikatıdır. Hacı Bektaşi Velinin kurduğu ve Balım
Sultan(?-1516)’ ın düzenlediği en ünlü ve etkili Türk tarikatıdır. Düşünce
kaynakları Yesevilik, Babailik ve Şia-i isna aşariya’ya dayanır. Türklerde hiç
sönmeyen eski Türklerin dini Şamanlığın özlemi ile Sünni Müslümanlığa karşı bir
tepki olarak doğmuştur. Zamanla aynı yolda yürüyen Babailik, Kalenderilik,
Haydarilik, Abdallık ve Hurufilik gibi çeşitli Türk tarikatlarını içine çekmiş
ve eritmiştir. Kardeşlik ve ortaklaşacılık güden toplumcu bir yapıdadır.
Ahiliğin izlerini taşır. Gizli ve kapalı bir kurumdur. Bektaşilik ve Aleviliğin
temel farkı; Alevi dedeliği, babadan oğula geçer. Bektaşilikte ise
liyakat vardır; uygun olana babalık verilir. Ancak
bağlılarının bildiği sırları vardır.Bektaşi ilkelerine göre her insan gereken
bilgilere ulaşmış değildir. Gereken bilgi ve olgunluğa erişen kutup adını alır.
Nasıl değirmen taşı kutup denilen ortadaki demirin çevresinde dönerse evrende
öylece kutupların çevresinde döner. Sayısı pek çok olan bu kutupların içinde en
yetkini kutuplar kutubudur. Onun bir yanında sağ imam öbür yanında sol imam
oturur. Bu büyük yöneticiler üçler adını alır. Bunlardan sonra evrenin dört
yanını yöneten dört direk gelir. Dört direği abdallar rütbesi kovalar bunlar
direklerle beraber beşler adını alır. Daha sonra yediler, kırklar ve üç yüzler
gelir. Üç yüzler genel kuruldur. Evren bu örgenlerle yönetilir. Eline, beline,
diline sahip ol. Har şeye malik ola hiçbir şeye malik olmaya, Tanrıya ibadetle
değil muhabbetle varılır. Vs. vs. gibi öz deyişleri vardır. Alicilik güderler.
Nefes adı verilen halk diliyle yazılmış şiirleri vardır. Zariflik ve nükte
severlikleriyle ünlüdürler. Mizah edebiyatımızda Bektaşi nükteleri önemli bir
yer tutar. Dinsel ve gizemsel bir çerçeve içinde insan zekasını, boş inançlara
karşı usçu (akılcı) tepkiyi temsil ederler. Zaman zaman Hazreti Ali’yi
Tanrılaştırmak gibi akıl dışı sapmalara kaymakla beraber genellikle akılcı
karakterini 700 yıl boyunca korumuşlardır. Osmanlı imparatorluğunun Siyaset,
din, Askerlik ve düşünce tarihinde oynadıkları rol büyük ve önemlidir. Şimdi ki
yerini Sünni olarak tanımlayamaz isek de Yesevilik’de ki dört kapı kırk makam
aynı haliyle Bektaşilik’te vardır. Hoca Ahmet Yesevi Bektaşiler tarafından
sevgi saygı ve muhabbetle anılır.
Babailik, Şamanlığın dönüşümüyle gerçekleşen bir Türk-İslam mezhebidir.
Baba İshak’ın kurduğu bir Türk mezhebidir. Temel olarak Şamanlığa dayanır.
Gizemsel yapıdadır. İslamlık disiplini içinde kurulduğu halde İslam öğelerine
aykırıdır. Babailere göre Baba İshak bir peygamberdir. Ölmüş değil gökteki
yerine çekilmiştir. Babailik 13.yüzyılda Müslümanlığa alışamayan ve Şamanlığın
özlemini çeken Anadolu Türkleri arasında pek yayılmış, siyasal bir amaca
yönelerek Anadolu Selçuklu Devletini bir hayli uğraştırmıştır. Güçlü Babai
başkaldırmaları 13. yüzyılın en önemli olaylarındandır. Türk gizemciliğinde en
önemli yeri olan Bektaşilik, Babailikten türemiştir. Denilebilir ki Babailik ve
ondan türeyen Bektaşilik ve bunlarla birlikte Anadolu Türklerince tutulan
Haydarilik, Kalenderilik, Abdallık gibi bilinen Sünni mezheplere aykırı Türk
tarikatları eski Türk dini Şamanlığın Müslümanlık karşısında direnişidir.
Şamanlık bir bakıma bu tarikat ve mezheplerde varlığını günümüze kadar
sürdürmüş bulunmaktadır.
Babailik, Alevilik, Kızılbaşlık, Çepnilik, Tahtacılık gibi akımları
etkilemiş ve sonunda öteki Türk akımlarıyla birlikte Bektaşilik içerisinde
erimiştir. Baba İshak 13. yüz yılda yaşamış bir Türk düşünürüdür.
Baba İlyas tarafından kurulsa da
Baba İlyas’ın müridi olan Baba İshak’ın adı ile anılır. Müslüman bir
şeyh gibi değil Türk şamanı (KAM) gibi bir hüviyete sahipti. Bu bağlamda Anadolu da bulunan kültürleri bir
statüde görmek pek doğru olmaz. Çeşitlilik ve farklılık arz edecektir. Eski
kültürler kadar bölge farklılıkları da etkili olmuştur.
Şia, Ali yandaşlığı, yandaşlar demektir. Genellikle Şiilik denir. Bu
terim Halife Hazreti Osman’ın öldürülmesinden sonra ileri sürülmüştür.
(Osman’ın döneminde Osman’ın Şia’sı diye anılıyordu) Ve Peygamberin amcasının
oğlu ve damadı Hazreti Ali’ye düşman olan haricilik karşıtı olarak siyasal bir
parti niteliğindeki Şiiliği adlandırmıştır. İlkin Ali’ye karşı Osman’ın soyunu
tutanlara Şia-i Osman ve Ali’yi tutanlara Şia-i Ali denilmiştir. Daha sonra ise
sadece Ali yandaşlığını dile getirmiştir.
Şiilik, Erkek çocuk bırakmadan ölen Hazreti Muhammet yerine veraset
kuralına göre Hazreti Ali’nin ve daha sonra Ali soyunun geçmesi gerektiğini
ileri süren siyasal bir partidir. Ali düşmanlarını bir araya toplayan haricilik
karşıtı olarak oluşmuştur. Temel ilkeleri şunlardır; Halifelik mirasçılık
yoluyladır. Seçimle olmaz. Bu yolda Aliyle soyunu halifeliğe ya da imamlığa getirir.
İlk halife olması gerekirdi. Onun ölümünden sonra Halifelik büyük oğluna ve
onun soyuna geçmeli idi. Din ve devlet başkanlığı birleşiktir ve İslam dininin
temel koşuludur.
Şamanizm, Türk, Moğol, Sibirya dinidir. Şamanizm insanlığın en eski
dinlerinden biridir ve bu yüzden de hemen tümüyle sihir ve büyüye dayanır.
Evren, gök, yer ve yer altı olmak üzere üç bölüm olarak tasarımlanmıştır. Gökte
iyi ruhlar, yerde insanlar, yeraltında da kötü ruhlar otururlar. İyi ruhların
başkanı Ülgen (Ulu, bir çeşit Tanrı) ve kötü ruhların başkanı erlik (güçlü, bir
çeşit Şeytandır) her ikisinin de karıları çocukları ve yardımcıları vardır.
Orta yerde yaşayan insanlar bu iyi ve kötü ruhlar arasında denge kurmak
zorundadır. İşte Şaman adı verilen din adamı bu dengeyi sağlamakla görevlidir.
Şamanlar çağdaş medyumlar gibi ruhlarla insanlar arasında aracılık ederler
Şamanlığın aşırı kendinden geçmeye dayanan çok ilginç büyüsel törenleri vardır.
Bu törenlerde Şaman bir çeşit ölüp dirilme geçirir.
Mani, İran’ın eski Zerdüşt diniyle Hıristiyanlığı birleştirmeye çalışan
sentetik bir din kurmuş ve dilimizde manicilik adıyla da anılan dinine eski
Babil inançlarından ve yeni
platonculuktan da öğeler almıştır. Yahudiliği ise bu bireşimin dışında
bırakmıştır. Manicilik temelde bir Zerdüştlük reformudur. Ama denilebilir ki
Mani eski çağın bütün bilgeliğini bütün insanlara seslenen evrensel ve tek bir
dinde özümsemek istiyordu. Maniye göre evrenin ve evrendeki bütün varlıkların
yapısı iyilik-kötülük (Işık-Karanlık) karşıtlığıyla kurulmuştur. İran Felsefesi
de diyebileceğimiz bu din dünyanın bir çok yerine yayılmıştır. Bu bağlamda
Bektaşilik ; Yesevilikten, Şamanizimden, Şii-Şia’dan, Mani(manişeizm)den,
Babailikten ve adını koymadığımız bir çok inanç ve felsefi oluşumlardan gücünü
alır.
MUHARREM AYI VE
MERSİYE OKUNMASI
Bektaşi – Alevi edebiyatında
mersiye türünden genellikle Hz. Peygamberin torunu ve Hz. Ali ile Hz. Fatma’nın
sevgili evladı Hz. Hüseyin ile yakınlarının, Kerbela’da Emevi hükümdarı
Yezit’in askerleri tarafından susuz olarak şehit edilmeleri olayını ve bu acı
olaydan duyulan derin üzüntüyü dile getirmek için yazılmıştır.
Mersiyelerde çoğu kez ağır, ağdalı bir dilin ve aruz ölçüsünün hakim
olduğu görülür. Mersiyeler yaygın olarak Muharrem ayının ilk on gününde ve
özelliklede Hz. Hüseyin’in şehit edildiği gün olan ve o gün pişirilerek
dağıtılan Aşuranın (Aşure) pişirilişi
esnasında okunması gelenektir. On dokuzuncu yüzyıl ozanı İlhami’den iki dörtlükle örnek verelim.
Mah-ı muharremde derd-i hicranda
Şah Hüseyin derde yanar ağlarım
Zemin’ü asman bütün matemde
Şah Hüseyin derde yanar ağlarım
Bu fani dünyada olmadım abat
Göz yaşı çeşmimi eyledi berbat
Ah imamlar derde eylerim feryad
Şah Hüseyin derde yanar ağlarım
ATATÜRK’ÜN HACIBEKTAŞ’I ZİYARETİ
Atatürk’ün kurtuluş savaşında bir çok önemli ziyaretleri vardır.Ancak;
Hacıbektaş’ı ziyareti Bektaşi ve Aleviler için çok önemlidir. Önemi; “İkrar
töreni” diye bilinen yola kabul edilmesinden olup, atalarının da Bektaşi olduğu
bilinen Mustafa Kemal Atatürk’ün Salih Niyazi (Dedebaba) Baba‘ya intisabı
tarihi süreçte elbette ki önemlidir.
Hacıbektaş’taki görüşmeler ve ziyaret kadar Büyük önder Atatürk’ümüzün
son nefesinde “ Aleykümselam” diyerek kimin selamını aldığı da merak
konusudur.
Kaynaklar bu ziyareti şöyle sunuyor;
“Dede postuna oturan Salih Niyazi
Baba ziyaret edildi. Burada yapılan bir “İkrar töreni” ile Mustafa
Kemal’e “Kılıç kuşatıldı” ve “Yola kabul “ edildi. Atatürk, Çelebi Cemalettin
Efendi (Hacı Bektaş-ı Veli’nin bel evlatlarından), Salih Niyazi Baba (Hacı Bektaş-ı
Veli’nin yol evlatlarından) ve öteki dergah ileri gelenleriyle özel bir
toplantı yaptı. Bu görüşmede neler konuşulduğu bu gün de pek bilinmemektedir.
Yalnız katılanların sözlü olarak anlattıklarına göre Atatürk , kurtuluş
savaşının gerekliliğini anlatır. Bu savaşın gerçekleştirilmesi durumunda,
“Padişah ve halifeliğin kaldırılacağını, egemenliğin din, dil, mezhep, tarikat
ayrıcalığı gözetmeksizin Türk halkına ait olacağını ve kendisini yönetenleri halkın seçeceğini,
kadın – erkek eşitliğinin sağlanacağı ...“
doğrultusunda söz verir. Bu ara kümeleşerek konuşmalar olur. Mustafa Kemal bu
fısıltılaşmaların nedenini Çelebi ile Babaya sorduğunda aldığı yanıt ilginçtir. “ Sayın Paşam, canlar derler ki, acaba Pir
Hacı Bektaş cisim mi değiştirmiş. Çünkü yüzyıllar önce Ulu Pirimizde böyle
konuşmuştu.” Bu anlayış ile Atatürk’e destek veren Bektaşi Aleviler kurtuluş
savaşı ve Cumhuriyet devrimlerinde de Atatürk’ün yanında oldular.
KARAMANOĞLU MEHMET BEY
Karamanlı Mehmet Bey Konya’yı aldığında Türkçe’den başka bir dil
kullanılmayacağı fermanını yayınladı. Bu fermanın Hacı Bektaş-ı Veli tarafından
telkin ve dikte ettirdiği iddiaları doğrudur. Bu fermanın ilan günü halen Türk
dil bayramı olarak kutlanmaktadır. Rağmen okullarımızda çocuklarımıza dayatılan
yabancı dilleri anlamak ve Ana dilde yayın
adı altında Türkiye’de üniter
devlet yapısını tehdit noktasında bir takım kapılar açılmaya çalışılmaktadır.
Bektaşi –Aleviler Karaman oğlu Mehmet Bey’in fermanına hala uydukları ibadette
bile Türkçe’yi kullanmalarından anlaşılmaktadır. Cumhuriyetin ilk yıllarında
komutanların Türkçe’ye adeta bir ferman gibi sahip çıktıklarını görüyoruz.
Örneğin Mareşal Fevzi Çakmak’ın Türkçe’nin ateşli savunucularından olduğu
bilinmekte.
Ferman
BU GÜNDEN SONRA DİVANDA
DERGAHTA BARGAHTA MECLİSTE
VE MEYDANDA TÜRKÇEDEN
BAŞKA BİR DİL KULLANILMAYACAKTIR
13/MAYIS/1277 KARAMANOĞLU MEHMET BEY
İBADETTE
(DUA’DA) TÜRKÇE
Bir ülke ki caminde Türkçe ezan okunur
Köylü anlar manasını namazdaki duanın
Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur’an okunur
Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüdanın
Ey Türk oğlu...! İşte senin orasıdır
vatanın
Bu dizeler ile önce rahmetli Ziya Gökalp’i ve bu başlık altında onu yazan Doç. Dr. Bedri
Noyan Dedebaba’yı rahmetle anıyorum. İbadet kulluk manasına geldiğinden
ibadette Türkçe yerine duada Türkçe demek daha uygundur. Zekatın Türkçe’si
İngilizcisi Arapçası olur mu ? hiç. Dua ise milli dille olmalıdır.
Dil olmayınca insanların benlikleri olmaz. Türk Milletinin dili
ibadetinde layık olduğu yeri almaya hak kazanmıştır. Bu durum Türk Milletinin
mahvolmasını önlemiştir. İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri “Her Millet kendi
dilinde namaz kılabilir “ diyerek Türklerin ana dillerinde ibadet
edebilmelerine ruhsat vermiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında bir dönem Türkçü
hareketler içerisinde Kuran’ın Türkçe’ye çevrilmesi, aynı şekilde Hadislerin
Türkçe’ye çevrilmesi ve ezanın Türkçe okunması adeta Hacı Bektaş-ı Veli’nin
dikte ettirdiği ve Karaman oğlu Mehmet Bey’in buyurduğu fermanının uygulanması
gibiydi.
Zaman zaman bazı Ateistlerin (Bunlar Sünnilerden, Alevilerden
çıkabiliyor) elimizdeki Kuran’ın gerçek olmadığı yada eksik olduğu iddialarını
yabancı kaynaklı bir çok kitapta görmemiz mümkün ancak Doç. Dr. Bedri Noyan’ın
Mevcut 114 Sureden oluşan kitabımız Kuran’ın çevirisini yapması ve aynı halini
koruması sanırım Bektaşiler için yeterli cevaptır.
Dinin anlaşılmasında ana dilin önemini en iyi bilen kurumlardan birisi
Bektaşiliktir.
Endülüs’te İspanyolca, Endenozya’da
kendi dillerinde Kuran okumak ve namazda milli dillerini
kullanmaktalar.
TÜRKÇE VE TERCÜME
Bedri
Noyan Dedebaba’nın Bütün Yönleriyle Bektaşilik ve Alevilik 7. Cilt adlı kitapta
359. sayfasında “Gerek Ayn-ülcem gerek diğer hizmet ve erkan törenlerinde
söylenen, çoğu manzum ve yarı manzum olarak düzenlenmiş kısa dualara tercüman
denir. Bunların uzunca olanlarına ve çoğunlukla mürşit tarafından okunanlarına
gülbank denir. Tercüman ve gülbanklerdeki Arapça metin ve ayet ve hadisleri
tamamen Türkçe’ye çevirerek söylemek daha da iyi ve doğru olur. Daha da makbul
olur. Bunları tamamen Türkçeleştirip erkan açık Türkçe ile bastırılmalıdır.
Herkes Böyle öğrensin. Üstelik en ufak örtülü bir noktadan kendilerince ahkam
çıkarıp aleyhe söz etme fırsatı gözleyen yobaza da sır diye bir kötülük
olmadığını göstermek bakımından bunun faydası vardır. Bu fikrimi kendisine
açtığım Halife Mücerret Cafer Sadık Bektaş Baba da fakirlerine cevaben içtenlik
ve coşkunlukla: “Çok doğru ve ileri düşünüyorsunuz. Hepsini yazınız, hepsini
bastırınız. Günahı varsa hepsi benim üzerime olsun” demişlerdir.
AŞIK VEYSEL VE TÜRKLÜK
Aşık Veysel için ne çok şey söylenmiş ne çok şey yazılmıştır. Her
açıdan değerlendirilebilecek bir Anadolu erenidir, Aşık Veysel. Biz Aşık
Veysel’in milli yönüne dikkat çekmek istedik. Sadık Baba ile Yenice’de zaman
zaman Gülbaba’nın evinde buluştukları saz çalıp muhabbet ettikleri Gülbaba
kısmında ifade ettiğimiz gibi kayda değer gördüğümüz hatıralarındandır.
Gönül gözü
açık olan Aşık , Hacı Bektaşi Veli Hazretlerinin Allah resulünün soyundan
geldiğini görüyor. Ve dizelerinde şöyle dile getiriyor:
“Nesli
peygambersin cihanın nuru
Alisin
Velisin Pirlerin Piri”
“Peygamberin neslindensin” diyerek birinci , “Alisin Velisin” diyerek
te ikinci mucizevi konuya ne kadar derin
bakabildiğini anlatıyor. Çağımıza ışık tutan Hünkara da cihanın nuru diyerek
büyük Türk’ü onura ediyor. Şu sözleri duyar gibi oluyorum ; Peygamber Arap’tı
oysaki Hacı Bektaşi Veli Türk’tü.
Maalesef ki resulün Arap olmadığını anlatmak zorundayım. Sümerler , (eskiden
Hititler diye biliniyordu. Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün önerisiyle
“bundan sonra Etiler , Hititler değil Sümerler olarak bilindi.) Bir Sümerli
olan Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail ve o soydan gelen Hz. Muhammet’in Türklükle
olan bağlarına dikkat çeken Aşık Veyse’lin önünde saygıyla eğiliyorum. Selam
sana büyük Aşık. Resulün o toplumdan olmayıp sonradan Araplaştığı tüm dini
kaynaklarda vardır. Bu konuyu bir ayet ile netleştirelim. Enam suresi / Yüz
otuz üçüncü ayet : Sizi bir başka kavmin soyundan vücuda getirdiği gibi aranızdan
da dilediğini sizin yerinize getirir.
Ayet bu kadar açık ve net olmasına rağmen “aranızdan da dilediğini sizin yerinize
getirir” kısmına dikkat çekerek Arapların yerine Osmanlıları getirdiği ,
yorumuna gidilmiştir. Bu düşünceyi kabul etmemiz mümkün değildir. Nice çetin
yollardan sonra Hz. İbrahim Mekke’ye gelerek oğlu İsmail’i oraya yerleştirir.
Ve Hz. İsmail peygamber evliliğini (cerhem) cürhimi’ler den yapar ve Araplar
ile akrabalığımız böyle başlar. Daha sonra bu Türklük, Horasandaki akrabalarıyla
tekrar evlilikler yapmak suretiyle belirginleşir.
Göçebe toplumların değişimi çok doğaldır. Macarların aslen Hun Türk’ü
olduğu bilinmektedir. Ve zamanla dil , din sosyal yapıların değişimi ile
asıllarının Türk olduğunu bilmeyen bir Macar toplumu ile karşı karşıyayız. Yine dillerinde anlaşılır şekilde yaklaşık
beş yüz Türkçe sözcük olan , Kızılderililer binlerce yıl önce Orta Asya’dan
Bering boğazından Amerika’ya geçen Türklerdir. Şimdilerde ülkemizde yapılan
Türk kurultaylarına gelmekteler. Tıpkı Anadolu’ya gelen horasan erleri gibi.
Geliş önceki gün , dün , yada yarın.
Aşık
Veysel Mustafa Kemal Atatürk hayranı , ama sadece hayranlık la kalmıyor. Kuvayı
Milliye ruhu ile sesleniyor.
“El
birlikle çalışalım vatana
Çok
okul fabrika kuralım kardaş”
“Irkımız
neslimiz aynı bir kandan
Yurdun
yaraların saralım kardaş”
Kurtuluş savaşı sonrası , savaş veren insanları bir millet , bir can
kabul ediyor. Ve milleti kast ederek :
“Irkımız neslimiz aynı” diyor. Yurdun yaralarını , saralım derken de
Cumhuriyet sonrası savaş yorgunluğunu ve yaraların reçetesini bir Aşık usulü
ile veriyor.
“Yürüyelim
Atatürk’ün izine
Boş
verelim bozguncular sözüne “
Aşık Veysel bu ifadesinde Atatürk’ün izine yürüyelim derken : Büyük
önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurduğu Cumhuriyet ve devrimlerine olan
bağlılığını dile getiriyor. Bozgunculardan kimleri kast ettiğini sanırım
anlıyorsunuz. Onlar bazen din der bazen mesih olur. Bazen işçi kılığına girer
Stalin olur. Aşık Cumhuriyet devrimlerine de sahip çıkarak Kemalizm’i benimsediğini açıkça bildirir. Kemalist olan Aşık giydiği
fötr şapka ile şapka devriminin savunucusudur. Solcusunun da sağcısının da
Atatürk diyerek suiistimali Atatürkçülük
yerine Kemalist diye tanımlamamıza neden olmuştur. Evet Aşık Veysel
Kemalist’tir.
“Türküz türkü çağırırız “ Bir tümce
, sayfalarca yazılacak hislerimi bir çırpıda anlatan dev bir tümce.
Tarihimizde “ete kemiğe büründüm yunus diye göründüm” diyebilen aşıklarımız
varken Aşık Veysel ‘e şaşırmak niye.
Türk halkı derdini , neşesini , sevdasını yıllardır
türkü ile anlatmaktadır. Başka müziklerinin
bizi anlatamayacağını her hal ve koşulda yine türkü ile kendimizi ifade
edeceğimizi vurguluyor.
“Türküz
türkler yoldaşımız
Hesaba
gelmez yaşımız”
“Türk’ün Türk ten başka dostu yok” der gibi ;
Anadolu’yu aşan bir Türk yoldaşlığından
söz eden Aşık Orta Asya men şeyli , Türk’ün binlerce yıllık tarihinden
haberdardır. “Hesaba gelmez yaşımız” diyerek çok uzun bir zaman diliminden söz
eder. Şimdilerde Kazım Mişan’ın On altı bin yıllık Türklere ait yazılardan söz
etmesi “Haklısın Veysel Baba “ der gibi.
“Türklerdir bizim atamız
Halis Türküz kanı temiz”
Bu tümceler Mustafa Kemal Atatürk’ün gençliğe hitabında “Muhtaç olduğun kudret
damarlarındaki asil kanda mevcuttur” veciz ifadesini hatırlatır. Atamızın da
Aşığımızın da ırkçı olmadığını bilmekteyiz. Öyle ise nedir bu asil kanda mevcut
olan kudret.
Bozkurt ile sembol edilen özgürlük tutkunluğumuz ,
doğamızda (fıtri) var. Tarihi boyunca esarete gelmeyen Türkler. Atamızın şu
sözü ile kısmen anlaşılır. “Bağımsızlık benim karakterimdir “ derken özgürlük Türk milletinin yaradılışında
vardır demek istemiştir. Aksi taktirde yedi düvele meydan okumak ve işgalcileri
denize dökmek her milletin harcı değildir. İşte o fakru zaruret halinde tek
varlığımız , damarlarımızdaki asil kandı. Bana ırkçıda deseniz bunu böylece
yazacağım ki : Atamızın ve Aşığımızın ruhları şad olsun.
Kuvayı Milliye ruhu taşıyan büyük aşık , kahraman bir asker gibi cephede
olmayı arzuluyor. Hatta şehitlik mertebesini de istiyor.
“ İftihar ettiğim büyük muradım
Türk oğluyum temiz Türk’tür ecdadım
Şehit ismi yazılsaydı soyadım
Kanım ile mezarımın taşına “
Büyük bir murat
olarak atıfta bulunduğu ölümü mezar taşına kanı ile yazıyor. Kahramanlıklar
vatan içinse o zaman , dökülen kan , kan olur. Ve uğrunda kan dökülen toprak
işte orası da vatan olur.
Aşık Veysel en önemli birliğin , bayrak altında
oluşacak birlik olduğunu biliyor. Bayrak çok önemli nirengi noktasıdır.
Tartışılamaz ve alternatifi yoktur. Bu
gün iki bin bir de yine Aşıkın önerisine sahip çıkmak zorundayız. Bayrak tek ,
millet tek , dil ve devlet tek işte biz Türk milletine de yakışan budur.
“Birleşiriz bir bayrağın altında
Biz Türklerin ikilik yok aslında
Yanar tutuşuruz vatan aşkına
Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız”
Kemalizm’in üç temel olgusu vardır bunlar : Tam
bağımsızlık – Bilim - Akılcılık
Büyük Aşık
şiirlerinde üç unsuru da işlemekte ve Mustafa Kemal Atatürk’e bağlılığını
resmetmektedir.
Dinimizin ilme , okumaya engel olmadığını da anlaşılır
Türkçesi ile yazıyor.
“Allah’ın varlığı mevcut insanda
İlim akıl fikir sermaye sende
Çalıştır gemiyi otur dümende
Uyan bu gafletten uyuma yurttaş”
İlim , akıl ve fikir yani akletmek’in insani olduğu vurgulanır. Ve aklın
işletilmesinin Allah’ın insandan istediği ve varoluşumuzun sırrını bildiriyor.
İnsana öyle bir sorumluluk yüklüyor ki ; “Allah’ın varlığı mevcut insanda “
diyerek sorumluluk sahibi insana olan özlemini anlatırken. Ülkesi için çalışan
yurttaşı aynı dizelere sığdırması düşündürücüdür.
“İddiacı Türkiye’nin insanı
Çalışmakla kazandık biz vatanı
Aç kurt gibi parçaladık düşmanı
Şecaat görünce aslanımızdan “
Genelde Aşık Veysel “ Benim sadık yarim kara topraktır
“ dizeleri ile anılır. Benim dikkat çekmeye çalıştığım Türk’e , Türklüğe ve Mustafa Kemal Atatürk’e bakışı. Aşık
Veysel tipik bir Türk’tür ve şaman atalarımız gibi bazı hayvanları kutsar ve
bunu şiirinede yansıtır. “Aç kurt gibi parçaladık düşmanı. Şecaat görünce
aslanımızdan “ dizeleriyle de “KURT” ve “ASLAN” ın anlatımı ile Türk ve Bektaşi geleneklerine
ters düşmez. “Aç kurt gibi parçaladık düşmanı.” Demekten de gocunmaz. Buradaki
kurtları Kuvacılara Atamızı da Aslana benzeterek tarihteki Allah’ın Aslanını
(Hz. Ali) hatırlatır.
“Samsun’a parladı zafer güneşi
Öyle bir zafer ki bulunmaz eşi
Gerdi kanatların bir devlet kuşu
Şeneldi Türklerin kadim ocağı “
Dizeleri ile sonsuzluk deryasına bırakır. “Şeneldi
Türklerin kadim ocağı“ ifadesi büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “Anadolu
yedi bin yıllık Türk diyarıdır” tespiti gibidir.
“Yollardan geçerek aynı yıldırım
Şanlı Ankara’ya kurdu otağı “
“ Otağ “ ın ne anlama geldiğini hepimiz biliriz. Ancak
Ankara da kurulan , Türkiye Büyük Millet Meclisini derin tarihimizde çok önemli
bir yeri olan otağa benzetmesi çok özel bir tespittir. Orta Asya’ya uzanan bu
tespit bizi fazlasıyla sevindirmiştir. Ruhun şad olsun pir aşık.
“Dünya güzelliği sendedir mevcut
Hususi özenmiş yaratmış mabut”
Daha muhteşem olanı İstanbul’un fethini de şiirlerine
konu eder. Aşık tarihiyle olan sıkı bağlarını da vurgulayarak ;
“Fatih Mehmet Sultan temeli kurdu
Ondan sonra oldu Türklerin yurdu
Edirne’den gelen o büyük ordu
Ayyıldız bayrak nurun İstanbul”
Türklerin yurdu oluşunu , temelinin atılışını ve Fatih
Sultan Mehmet’in ordularını kendine özgü bir dille anlatıyor.
“Çocuğudum Anam bana ders verdi
Okumamı çalışmamı ön gördü
Milletine bağlı ol da dur derdi
Vatan sevgisini giyitti Anam”
Ara ara şaman atalarımıza atfederek , anlatmaya
çalıştığım kültürümüz. Aşık Veysel’in bir çok dizelerinde belirir. Bektaşilik ;
bazen şamanizm , bazen budizm , bazen de
hıristiyanlık koksa da Orta Asya kültürünü taşır.
Kadın konusu , Analık ve kız çocuğuna olan
tavırlarıyla atalarımız çağları aşan bir modernliği taşırlar. Milletler içinde
anne sevgisi en yoğun biz Türkler de yaşanır. Anne sevgisi ve vatan sevgisini
bir tutan istisnai milletlerden biriyiz. Vatanımıza Anadolu dememiz , Anayol ,
Anayasa , Anahat , gibi Ana unsurunu , önemli gördüğümüz her yerde görebiliriz.
Babalıkla ilgili hislerini bir çok değerden üstün
görmekte , ve öğünür babasından aldığı Türklük ile. Bu mirasa sahip çıkar ve
dizelerini şöyle bitirir.
“Muhabbetin canda haslardan hastır
Avutur Veysel’i bir şen piyestir
Türk adı babamdan bana mirastır
Daha bundan başka adı neyleyim”
Aşık Veysel’in
Türklüğe bakışını anlatmaya çalıştığım , bu kitapçık Atatürk’e ağıt
dörtlükleri ile sona eriyor. Veysel baba Türk gelenek göreneklerinde olan ağıt
geleneğini yüce bir şahsiyet ile sunuyor. Atamız , Mustafa Kemal Atatürk’e bu
denli derin duygularla bağlı Türk Milletinin duygu ve düşüncelerine tercüman
oluyor.
“Ağlayalım Atatürk’e
Bütün dünya kan ağladı
Süleyman olmuştu mülke
Geldi ecel can ağladı “
Adeta Atamızı bu dörtlüklerle sonsuzlaştırıyor.
Türk’ün derin tarihini de bilen Aşık’ımız Büyük İskenderi ve Kitabımız Kuran da
kıssaları geçen Zülkarneyn’i de
bildiğini vurguluyor. Hani biz Türkçüler herkesi her şeyi irdeler ve Türklükle
ilintisini araştırırız ya. Türk ilan etmeye de çalışırız hani. Büyük
İskender’in Kuran da Zülkarneyn ismi ile anlatılan kişi olduğu söylenir.
Türkçüler tarafından da böylece bilinir. Uzun lafın kısası Zülkarneyn’in Türk
olduğu kanaatindeyiz. Aşık Veysel bu konuyu Atamıza ağıt dörtlüklerinde
mucizevi bir şekilde dile getiriyor. Bizleri bu görüşümüzde yalnız bırakmaz
aşık’ımız. İskenderi Zülkarneyn
“ i “ aidiyeti bildiren
ifadesiyle İskender Zülkarneyndir demekte.
“İskenderi Zulkarneyin
Çalışmadı buncalayın
Her millet Atatürk deyin
Cemiyeti Akvam ağladı “
Aşık Veysel’e bir boyutu ile bakmaya çalıştım. Çok
derin ve bilge kişiliği ile başka bir ülkede doğsaydı onu göklere çıkarırlardı.
O ülke onun ile anılırdı. Tanrının bir lütfu olan Aşık’ımıza bir başka boyutu
ile daha bakmamız ve bakmanız dileğimle. Aşık Veysel ve Türklük çalışmağımız
“İSTİKBAL” Gazetesinde tam haliyle makale şeklinde yayınlanmıştır.
HACI BEKTAŞ-I VELİ HAZRETLERİNİN ÖĞRETİSİ
Dört Kapı Kırk Makam ; Bektaşiler yani yol evlatları, Çelebiler bel
evlatları ve Dedeler ocakzadeler
tarafından ortalaşa kabul görür.
1. kapı Şeriat kapısı
2. kapı Tarikat kapısı
3. kapı Marifet kapısı
4. kapı Hakikat kapısı
Şeriat kapısı: Ortadoks, sünni dinsel yasalar
Tarikat kapısı: Gizli dinsel sistemin öğretileri ve deyimleri
Marifet kapısı: Mistik Tanrı
bilgisi
Hakikat kapısı: Gerçeğin özünün, cevherinin, kesin algılanması ve
kişinin bu öz ile özdeşleşmektir.
ŞERİAT KAPISI
1-
İman getirmek (Allah’a, Meleklerine, Kitaplarına ve Peygamberlerine iman
getirmek ile imanın ikrara dayandırılmasıdır)
2-
İlim öğrenmek (Akli nakli ilimlere vakıf
olmak, Kendini tanıyarak ahlaka yansıtmaktır)
3-
Namaz kılmak, Zekat vermek, Oruç tutmak, Hacca varmak, Gaza eylemek, Cenabetten
arınmak. (Namaz: Belli zamanlarda
tanrıyı takdis etmek ve her zaman o şuurla tanrı huzurunda olmaktır, Zekat:
Malın kırkta birini yoksullara vermek, bilgi ve becerinin de başkalarına
öğretilmesi, Oruç: Muayyen günlerde sahurdan iftara kadar bir şey yemeden
içmeden ve cinsellikten uzak durmak ile yaşam boyunca haramlardan uzak
durmaktır, Hac: Ömürde bir kere kabeye gitmek ile kalb kırmamakdır, Gaza:
Vatanı korumak için savaşmak ile nefsin ile savaşmaktır, Cenabetten arınmak:
Gerektiğinde yıkanmak.)
4-
Helal kisbetmek, Ribayı haram eylemek. (Kazancı meşru yollardan kazanmak,
Faizle ilişiğini kesmek. Gönülde ve beyinde bozguncu olmamak.)
5-
Nikah kılmak. (Evliliği yerine getirmek evlilik dışı ilişkide bulunmamak, yola
ikrar vermek.)
6-
Hayz’ın ve nifas’ın nikahını haram eylemek. (Yakınların ile evlilik yapmamak,
Allah yolundan iblisin yoluna sapmamak.)
7-
Sünneti Cemaat. (Peygamberin ve hayırlı kimselerin yoluna uymak, törelerden
gafil olmamak.)
8-
Şevkat. İnsana sevgi ile yaklaşmak, yaratılanı sevmek ve kardeş bilmek.)
9-
Arı giyinmek, arı yemek. (Kuran’ın buyurduğu temiz şeyleri yemek ve temiz
giyinmek.)
10- Emri maruf. (Allah’ın buyruklarına uymak, yasaklardan
kaçınmak)
TARİKAT
KAPISI
1- El
alıp tövbe kılmaktır. (Bir mürşidden
nasip alıp, bundan önce varsa yaptığı
2-
Mürid olmak.
3-
Saçın gidermek, libasın giydirmek.
4-
Mücahede göyünmek.
5-
Hizmet etmek.
6-
Havf, Korku.
7-
Ümit tutmak.
8-
Hırka, zenbil, makas, seccade, ibret ve hidayet.
9-
Makam sahibi, cemiyet sahibi, Nasihat sahibi, Muhabbet sahibi olmaktır.
10- Aşk ve şevke ermek,
fakiyrliktir.
MARİFET KAPISI
1-
Edep.
2-
Korku.
3-
Pehrizkarlık.
4-
Sabr-u kanaat.
5-
Utanmak.
6-
Cömertlik.
7-
İlim.
8-
Miskinlik.
9-
Marifet.
10- Kendi özünü bilmek.
HAKİKAT KAPISI
1-
Toprak olmak.
2-
Yetmiş iki milleti ayıplamamak.
3-
Elinden geleni men kılmak.
4-
Dünya içinde yaratılmış mecmu nesne andan emin olmak.
5-
Makam-ül mülk ıssına yüzün sürüp yüzü suyun bulmak.
6-
Sohbet.
7-
Seyr.
8-
Sır.
9-
Münacat.
10- Müşahede, Tanrıya ulaşmak
makamıdır.
EHLİBEYT SEVGİSİ
Ehlibeyt sözcük anlamıyla “Ev halkı” demektir. Buradan anlaşılan Hz.
Muhammet (S.A.V) efendimizin ev halkı demektir.
Ev halkı; Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin’dir. Bazı kaynaklar Salman Farisi’yi de
ehlibeyttendir şeklinde vermektedir.
Bektaşi – Alevi anlayışında Allah, Muhammet, Ali ve Ehlibeyt sevgisi
ile on iki imamlar çok önemlidir.
Yaratanı (Allah’ı) bilmek.
Hz. Muhammed’in Nebi olduğunu bilmek.
Hz. Ali’nin Veli olduğunu bilmek.
Ehlibeyte muhabbet duymak.
On iki imamlara sevgi beslemek.
Bektaşi – Alevi anlayışının temel taşlarındandır. Doç. Dr. Bedri
Noyan Dedebaba Kuran çevirisinde ehlibeytle ilgili Ahzap
Suresi 33. ayeti şöyle verir; Mealen:
“Ey ev halkı...! Hak çalap üzerinizden sizin her türlü kirliliği yok
edip hepinizin tertemiz olmasını ister o yüce Tanrı.”
12 İMAMLAR LİSTESİ
1-
İmam Ali (Hz. Ali )
2-
İmam Hasan (Hz. Ali’nin oğlu)
3-
İmam Hüseyin (Hz. Ali’nin oğlu)
4-
İmam Zeynelabidin (Hz. Hüseyin’in son oğlu)
5-
İmam Muhammed Bakır (Hz. Zeynelabidin’in oğlu)
6-
İmam Ali Cafer-i Sadık (Hz. Muhammed Bakır’ın oğlu)
7-
İmam Muhammed Musa Kazım (Hz. Ali Cafer-i Sadık’ın oğlu)
8-
İmam Ali Rıza (Hz. Muhammed Musa Kazım’ın oğlu)
9-
İmam Muhammet Taki (Hz. Ali Rıza’nın oğlu)
10- İmam Ali Naki (Hz.
Muhammed Taki’nin oğlu)
11- İmam Hasan Askeri (Hz.
Ali Naki’nin oğlu)
12- İmam Muhammed Mehdi (Hz.
Hasan Askeri’nin oğlu)
MİRAÇ
Cebrail, Hz. Muhammet’e Hakkın davetini bildirir. Ona rehberlik eder.
Semada önlerine bir aslan çıkar. Aslan Hz. Muhammet’ten yüzüğünü ister (Hatem)
Aslana verir. Yola devam eder. İçinden “Amcam oğlu Ali burada olsaydı bu
Aslanın hakkından gelir” diye düşünür. Nihayet Miraç olur. Hz. Muhammet’e Hak
tecelli eder. Hakkın didarını görür. Sessiz ve sözsüz olarak doksan bin kelime
(Sır) söyleşir.
KIRKLARIN KAPISI
Hz. Muhammet miraçtan dönüşte kırkların sohbette oldukları kapıya
gelir. (Bazı kaynaklarda Hz. Fatıma – Ali evi ) Orada Kırklar sohbette idi.
Kapıyı vurunca içeriden “Kimsin” dediler.
O da “Peygamberim” dedi.
İçeriden “Peygamberliğini ümmetine eyle” dediler.
“Resulüm” dedi. “Bize hacet değildir” dediler.
“Hadim-ül fukarayım” dedi.
Kırklar “Merhaba, hoş geldin” deyip kapıyı açtılar.
KIRKLARIN SOHBETİ
Kırkların sohbeti başlıklı verdiğimiz bu metin kaynaklarda mevcuttur,
aynı haliyle Kahraman Maraş’ın Terolar köyünden olan Mustafa Enhas Dede’den de
dinlemiştim. Sobet şöyledir; “Hz. Muhammet içeri girdi. Otuz dokuz kişi vardı.
Eksik olan Selman Farisi idi. Hz. Muhammet orada bulunan Hz.Ali’nin yanına
oturdu. Ali olduğunu bilemedi “sizler kimlersiniz?” diye sordu. “Biz kırklarız
hepimiz bir gönülüz. Birimiz ne ise varımız, hepimiz odur.” Dediler.
Hz. Muhammet “nasıl bilelim” dedi.
“Birimizden kan akarsa hepimizden kan akar” dediler. Hz. Muhammet ispat
istedi. Hz. Ali kolunu kesti, hepsinden kan geldi. Selman dışarıda idi ondan
kan geldi. Damdan kan damladı. Selman
dışarıdan gelince bir üzüm tanesi getirdi. Hz. Muhammet’in önüne koydu. “Ey
fukara bu üzüm tanesini bize taksim et” dedi. Cebrail bir tabak getirdi. Onu
ezip şerbet yaptı. Kırklardan birinin dudağına değince hepsi tattılar. Şerbet
ile öyle bir hale geldiler ki Ayağa kalkıp “Ya Allah” deyip semaha başladılar.”
Bu sohbet semada yankılanırken dileriz her bir araya gelen dost, arkadaş
kırkların birbirine bağlılığı gibi bağlanırlar.
KAYNAKLAR:
1-
Kur’an-ı Kerim (Türkçe Şiir) / Doç. Dr. Bedri Noyan / 1. Baskı Şubat 1997
2-
Yeni Gazete 20/Haziran/1966 dan itibaren 48-sayıda yayınlanan --
MAKALELER’in hepsi -- /Doç. Dr. Bedri Noyan
3-
Hacı Bektaşta Pirevi / İzmir Tic. Matbaası 1964/Doç. Dr. Bedri Noyan
4-
Cem Dergisi/ 1998-73/ Cem Vakfı yayınları
5-
Kurtuluş Savaşında Alevi Bektaşiler/Ağustos 1997/Baki Öz
6-
Türkiye Cumhuriyeti Devrim Yasaları/Mart-1999/ Bahir Mazhar Erüreten
7-
Ahmet Yesevi (Hikmetler)/1995/ İbrahim Hakkulov
8-
Türkçülüğün Esasları/ 3. Baskı 1987/ Ziya Gökalp
9-
Divan-ı Lügatı Türk/ Kaşkarlı Mahmut
10-
Mezhepler Tarihi/Anadolu Matbaası/ Ziya Şakir
11-
Makalat-ı Hacı Bektaş Veli/İstanbul 1993/ Aziz Yalçın
12-
Bektaşiliğin Eğitsel ve Kültürel Boyutu/Ankara 1995/ Belkıs Temren
13- Atatürk
Mersin’de/Mersin 2000/Gündüz Artan
14-
Mersin’i Ararken/Mersin 1995/Asya Karaağaç
15- Atatürk
ve Ulusal Dil/Eylül 1998/Prof. Dr.Şerafettin Turan
16- Anadolu
Aleviliği/Ocak 1991/ Anton Jozef Dıerl
17-
Makalat-ı Hacı Bektaş Veli/Temmuz 2002/Şerafettin Seyhan Dalyan
18- Tarihi
Boyunca Bektaşilik/İstanbul 1990/Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk
19- Alevilerde
Semah/İstanbul/İlhan Cem Erseven
20-
Bozkurt/İstanbul1997/H. C. Armstrong
21-
Bektaşilik Tarihi/İstanbul 1991/John Kingsley Birge
22- “Bye
bye” Türkçe/Şubat 2002/ Oktay Sinanoğlu
23- Yazı
Devriminin Öyküsü/Ağustos 1998/Sami N. Özerdim
24- Atatürk
ve Harf Devrimi/ Mart 1998/M. Şakir Ülkütaşır
25-
Türkçe’nin Kurtuluş Savaşı/Eylül 2000/Prof. Dr. Tahsin Yücel
26- İmam
Cafer Buyruğu/İstanbul-1997/ Esat Korkmaz
27-
Şamanizim/Mart1997/Cemal Şener
28-
Tahtacılar/Antalya 1993/Kültür Bakanlığı Seminerleri yay.
29-
Yörükler/Antalya1994/ Kültür Bakanlığı Seminerleri yay.
30- İmamiye
Şiası/Hicri 15. asır Külliyatı 4/Prof. Dr. Etem Ruhi Fığlalı
31- Kerbela
Vakası ve Kerbelanın intikamı/ Ziya Şakir
32-
Fuzuli/Ankara1995/ Prof. Dr.Abdulkadir Karahan
33-
Osmanlıca Türkçe Sözlük/Mart 1997/Mustafa Nihat Özön
34-
Tahtacılar/Ağustos 1998/Dr.İsmail Engin
35- Makalat
ve Müslümanlık/Eylül 1998/Mehmet Yaman
36- Hz.
Muhammet Türk mü idi/Kemal Samancıgil
37-
Bektaşilik Alevilik Nedir?/İst.1995/Doç. Dr. Bedri Noyan
38- Hacı
Bektaş-ı Veli Manzum Vilayetnamesi/Temmuz 1996/Doç. Dr. Bedri Noyan
39-
Tasavvufta İnsan/ Cem Der. Ağustos 1996/Doç. Dr. Bedri Noyan
40-
Haftanın Sohpeti/Politika Gaz. 1997/Nuriye Akman
41- Büyük
Dinler ve Mezhepler/İstanbul 1964/Sadi Irmak
42-
Bektaşiliğin Coğrafi Dağılımı/ Christianity And Islam Undar The Sultans/F. Won
Margaret Hasluck New York, 1973 (İkinci Baskı) Özeti
43- Giridli
Usta-zade Yunus Beyin meçhul kalmış bir makalesi /Bektaşiliğin Girit’e
İntişarı/ Orhan F. Köprülü
44- Fıkh-ı
Ekber Şerhi/İmam-ı Azamın Hayatı/Ahmet Karadut
45- Cem
Dergisi Şubat 1998 yıl/8 Sayı: 75
46-
Bektaşilik ve Mehmed Hilmi Dedebaba/ Müfid Yüksel Aralık-2002
47- Felsefe
Ansiklopedisi /Orhan Hançerlioğlu Cilt 1- 4 – 5 – 6
48-
Meydanlarus 2.cilt
49- Çelebi
Cemalettin Efendi’nin Savunması/Nejat Birdoğan Şubat-1996
50-
Bergama’da ALEVİ Gelini ve İnançları/Osman Bayatlı İzmir-1957
51- 05.08.2006 Tarihli Makalesi Alevi
İslam Din Hiz. Baş. A.Rıza Uğurlu
52- Bütün Yönleriyle Bektaşilik ve Alevilik 7.
Cilt/ Doç. Dr. Bedri Noyan
CANLI KAYNAKLAR
1-
Sevim Gül/Sadık Bektaş’ın torunu
2-
Dr. Kemal Gül/Mersin
3-
Dr.Asım Güngör/ Mersin
4-
Ali Kılınçlar/Mersin
5-
Zehra Tersiz /TARSUS /Horasanlı Ali Baba Türbesi (gönüllü bakıcısı)
6-
Yard.Doç. Dr. Nuri Adıyeke/Mersin Üniversitesi/Edebiyat
Fakültesi/Tar.Bl.Öğ.Gör.
7- Mustafa Enhas/Terolar Köyü Kahraman Maraş
İÇİNDEKİLER
SADIK BABA
SADIK BABA MÜCERRETTİ
OLUMSUZ BAKIŞ
GİRİTİ ALAN
PADİŞAH SULTAN İBRAHİM (1640-1648)
GİRİT’TE BEKTAŞİ DERGAHLARI ve DERGAHININ KURULUŞU
HORASANİ-ZADE DERVİŞ
ALİ DEDE’NİN BEKTAŞİLİĞİ GİRİT’E GETİRİŞİ
DERGAHTA BİRİNCİ DEVRE
DERGAHTA İKİNCİ DEVRE
DERGAHTA ÜÇÜNCÜ DEVRE
DERGAHIN KAPISINDA
YAZANLAR
HORASANİ DERVİŞ ALİ BABA’NIN TARSUS’A GELİŞİ
SADIK BABA’NIN
GİRİT’TEN GELİŞİNİN ÖNEMİ
GALİP DEDE
HALİFEBABA
NURETTİN ÖLMEZ SADIK BABA’YI ŞÖYLE ANLATIR
DR. ASIM GÜNGÖR SADIK
BABA’YI ANLATTI
SÜLEYMAN BABA’YA ZİYARET
SÜLEYMAN BABA SADIK
BABA’YI ANLATTI
GİRİT TÜRKLERİNİN
MERSİN’E GELİŞİ
ESKİ GİRİTLİLER
YENİ GİRİTLİLER
SADIK BABA’NIN
MERSİN’DEKİ İKAMETGAHI
SADIK BABA’NIN İŞ
HAYATI
SADIK BABA 3 DİL
BİLİYOR
HATIRDA KALAN ÜNLÜ
ZİYARETÇİLER
GÜLBABA İLE DOSTLUĞU
SADIK BABA 3 KERE HACCA
GİDER
ATATÜRK’ÜN MERSİN
ZİYARETİ VE SADIK BABA İLE GÖRÜŞMESİ
ŞAPKA DEVRİMİ VE SADIK
BABA
ÖNCE TÜRK’ÜM SONRA MÜSLÜMAN, SONRA BEKTAŞİ
HAMZA RÜSTEM DEMEK;
İZMİR DEMEK
ALİ NACİ BAYKAL
DEDEBABA’NIN HAKKA YÜRÜYÜŞÜ
13 TEMMUZ 1960 – 26
AĞUSTOS 1960 ARASI SADIK BABA
DEDEBABA’DIR
BEDRİ NOYAN’IN DEDEBABA
SEÇİLMESİ
YANLIŞ TARİH 16 Temmuz 1960
BİR İMZANIN TAHLİLİ
SADIK BABA’DAN ALINAN ESERLER
SADIK BABA’NIN HAKKA
YÜRÜMESİ
SON DEDEBABA
DEDEBABA LİSTESİ
SECERE
TARİKAT SİLSİLESİ
İKİNCİ TARİKAT SİLSİLESİ
DÖRT HALİFE
HACI BEKTAŞ-I VELİ
DOĞUMU VE SOYU
ANADOLU’YA GELİŞİ
DÜŞÜNCENİN TEMELİ
ESERLERİ
HAKKA YÜRÜMESİ (VEFATİ)
BEKTAŞİLİKTE MAKAMLAR
NASİP ALMAK
MUHİPLİK
DERVİŞLİK
BABALIK
HALİFEBABALIK
DEDEBABALIK
ÇİLLEHANE (ÇİLE HANE)
HOCA AHMET YESEVİ
BEKTAŞİLİĞİ DEDEBABA ALİ HAYDAR ERCAN’DAN DİNLİYORUZ
BEKTAŞİLİK
YOL ERBABI
BEKTAŞİ AHLAKI
TEMEL ANLAYIŞ
CAFERİ MEZHEBİ
NUSAYRİLER
BEKTAŞİLİKTE
BİR TUR ATALIM
MUHARREM AYI VE MERSİYE OKUNMASI
ATATÜRK’ÜN HACIBEKTAŞ’I ZİYARETİ
KARAMANOĞLU MEHMET BEY
İBADETTE (DUA’DA) TÜRKÇE
TÜRKÇE VE TERCÜME
AŞIK VEYSEL VE TÜRKLÜK
HACI BEKTAŞ-I VELİ HAZRETLERİNİN ÖĞRETİSİ
ŞERİAT KAPISI
TARİKAT KAPISI
MARİFET KAPISI
HAKİKAT KAPISI
EHLİBEYT SEVGİSİ
12 İMAMLAR
MİRAÇ
KIRKLARIN KAPISI
KIRKLARIN SOHBETİ