15. Yüzyılın sonu ile 16. yüzyılın başlarında yaşayan Garip Dede, bir Anadolu erenidir. Gül Baba ile musahiptir. Yol kardeşi bu iki erenin Merzifon’da başlayan birlikteliği uzun süre devam eder. Kimsesizliğinden dolayı Garip Dede diye anılmış olabilir. 102 yaşında Hakka yürüdüğü söylenmektedir.söylenceye göre, II. Beyazıt Amasya Valisi iken Merzifon Piri Baba Dergahı ndaki erenlerle yakın bir ilişki kurar. Padişah olunca da bu erenlerle birlikte İstanbul’a gider… Garip Dede, Gül Baba ve II. Beyazıt arasındaki iyi ilişkiler İstanbul’da da sürer. Gül Baba, hayırlı bir iş yapmak isteyen II. Beyazıt’a bir okul açmasını önerir. Okul, devşirme usulüyle alınan yeniçerilere ve acemi olanların yetiştirilmesini gerçekleştirecektir. Galata Sarayı Enderun’u Hümayunu’nun, bugünkü adıyla Galatasaray Lisesi’nin kuruluşu gerçekleşir. Gül Baba okulun ilk hocalarındandır. Bir gül bahçesi olan ve başında sürekli gül taktığı için böyle anılan Gül Baba II. Beyazıt için sarı ve kırmızı güller yetiştirmektedir. II. Beyazıt sarı ve kırmızının okulun renkleri olmasını emrederek, bu okulu öneren ve kuruluşuna büyük emeği olan Gül Babayı onurlandırır. 

Galatasaray Lisesi’nin içinde Gül Babanın hatırasını yaşatmak için sembolik bir anıt mezar yapılmıştır. Lise yakınında ise Gül Babanın makam türbesi vardır. Bir gelenek olarak Galatasaray Lisesinden mezun olanlar Gül Baba türbesini ziyaret ederler. 

Gül Baba ve Garip Dede'nin beraberliği Kanuni Sultan Süleyman’ın Macaristan seferinde de devam eder. Gül Baba ve Garip Dede'nin de katıldığı bu yolculuğun daha başında Garip Dede 16. yüzyılın başlarında Hakk'a yürür. Küçükçekmece Gölü'nün yanı başına gömülür. Adına yapılan türbeye daha sonra bir de dergah eklenir. Daha yolculuğun başında yol kardeşinden ayrılan Gül Baba, Osmanlı ordusuyla Macaristan'a ulaşır. Gül Baba, hoşgörülü yaklaşımı ve insan sevgisine dayalı düşünceleri ile kıssa zamanda herkesin sevgisini kazanır. Avusturya İmparatorluğu’nun kıskacındaki Macaristan’a 10 yıldan fazla bir zaman himayesi altına alan Kanuni Sultan Süleyman, sonunda Budin'i de almaya karar verir. Budin'in fethi sırasında Gül Baba şehit düşer Tuna nehrinin yamaçlarına gömülür. Cenaze törenine Kanuni Sultan Süleyman’la birlikte binlerce kişi katılır. Gül Baba’nın Merzifon'dan başlayan yolculuğu 1541 yılında Macaristan'da noktalanır. Bir ömre çok şey sığdıran Gül Baba’nın adı, yüzyıllardır hoşgörünün, barışın, dostluğun simgesi olur. Ölümünden birkaç yıl sonra yaptırılan türbesi farklı kültürlerden insanların ziyaretgahı olur. Gül Baba tekkesi ise Hacı Bektaş Veli'nin uyandırdığı çerağın aydınlını Macaristan'a yansıtır



Garip Dede' nin de menkıbesi şöyledir:

Nurani yüzlü, uzun sakallı, garip bir dede bütün köyü dolaşmasına rağmen, bir lokma ekmek, sıcak bir aş bulup karnını doyuramamıştı. Bu zavallı Hak dostunu, kimse evine davet edip sofrasını açmaz. Umutsuzdur, açtır. Karnı doyduktan sonra dünya malı onun için anlamsızdır. Uğramadığı bir tek ev kalmıştır. Son umutla o kapıyı da çalar. 

-“Buyurun ne istiyorsunuz?” 

-“Açım!” 

Kapıyı açan yaşlıca kadıncağız onu içeriye davet eder. Sıcak bir aş ikram eder,karnını doyurur. 

Garip Dede dua ettikten sonra, yaşlı kadına ; 

-“Çocuklarını al ve bu köyden uzaklaş, ama uzaklaşırken arkana bakma” der. 

Kadıncağız çocuklarını alır ve köyden uzaklaşır, yolda aklına gelir, "Neden arkana bakma dedi?" merakını yenemez ve döner bakar. Ne görsün; köy çökmekte ve yerini sular kaplamakta. Bağırırlar; -“Köy çöktü...Köy çöktü...!” 

Evet söylence bu ya köy çökmüştür. Yerinde göl oluşmuştur. İşte çöken köyün bulunduğu yerin adı "ÇEKMECE GÖLÜ"olarak değiştirilmiştir. İşte Çekmece ve Garip Dede'nin hikayesi...Garip Dede, Allah'ın verdiği ilahi gücü kullanır. Onun işi sevgidir, halk insanı olmaktır. Garip Dede kerametleri sayesinde evliya olmuş, halkımızın gönlüne taht kurmuş,dertlere derman, gönüllere şifa olmuş, sevilmiş, umut olmuş. 

O bir Hak aşığıdır. İçindeki o ilahi aşkı aramış,ömrü boyunca Anadolu'yu karış karış dolaşmıştır. Pir Hünkar Hacı Bektaş Veli'nin felsefesinden etkilenerek onunla gönül ilişkisi kurmuş, onun hoşgörü ve insan sevgisini kendisine ilke edinmiştir. Rumeli'de Hacı Bektaş Veli'nin halifesi gibi İslam'ı yaymakla ömrünü geçirmiştir. Ve ömrü boyunca insanları uyarmak uğraşmış, insanlara yol göstermiştir, umut olmuştur.

Garip Dede Türbesi takviminden

GARİP DEDE TARİHİ KİŞİLİĞİ ve SÖYLENCESİ


1965 Yılında Füruz Köyü’nü ziyaretim esnasında Küçükçekmece, Mimar Sinan köprüsü güneyinde yolun göl tarafında bulunan Garip Dede Türbesini, Arkeolog Dr. İsmail Kaygusuz’la birlikte inceledik, 



Kesme taşlarla yapılan mezar kaidesi, köprüde kullanılan taşların özelliğini taşımakta idi. Mezar taşı (şahidesi); Oniki ilimli hüseyni tipte Bektaşi tacılı, üze-rinde Osmanlıca yazılar bulunmakta idi. Bugün Zeytinburnu, Kazlı çeşme’deki Er-Yek Baba Bektaşi Tekkesi mezarlığında bulunan mezar taşlarının aynısı idi. Bugün anımsadığım kadarıyla Dr. Kaygusuz Garip Dede’nin 16. yüzyılda yaşadığını savaş nedeniyle buradan geçerken vefat ettiğini, Türbe ziyaretimizde söylemişti.



O tarihlerde Füruz Köyü’nde ve K. Çekmece’de yaşlıların söylediklerine göre ise; Padişah ordusuyla Rumeli’yi fethe giderken onun önünde yürüyen kera-met ehli Garip Dede ani hastalığıyla vefat eder ve öldüğü yerde defnedilir. Başka bir söylenceye göre ise; Osmanlılar, Küçükçekmece’yi fethettiklerinde Yeni-çerilerle birlikte gaza eyleyen Bektaşi Babası Garip Dede bu yerde şehit olur. Yeniçeriler, Garip Dede’yi buraya gömerek mezarını da türbeye dönüştürürler ve bugüne değinde ziyaretgah olarak yaşatılır...



Garip Dede türbesini onarma ve Dernek çalışmaları esnasında, uzun zaman sonra gittiğimde mezar yol çalışmalarından dolayı göle doğru nakledilmiş, mezar taşı da yok olmuş idi. Vakıflar, Müftülük, Mezarlıklar gibi devlet dairelerine kişisel tanıdıklarımla araştırmama rağmen bir netice alamadım.



Yazılı kaynaklar ve söylenceden hareketle Garip Dedenin tarihi kişiliğini ortaya koymaya çalışacağım...



Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda ve fetihlerinde Dede, Baba, Abdal, gibi Alp erenlerinin önemli rolleri vardır. Prof. Köprülü ve Prof Ocak bu konuda ge-niş açıklamalarda bulunmaktadırlar. Garip Dede de fütuhat ehli Bektaşi Babalarından bir gazi yan-i Rum erenidir.



Bektaşi geleneğinde Şahkulu Baba’nında dahil olduğu Anadolu yakasının serhat şeyhleri olan “Kırk Erenler”in –Yörük Baba, Sancaktar Baba, Balcı Baba,

Mansur Baba, Semerci Baba, Gözcü Baba, Mâh Baba, Gül Baba, Garipçe Baba, Eren Baba, Kartal Baba, bu zatlardan bazılarının lakaplarıdır da şehit edildikleri kabul edilmektedir. Göztepe, Erenköy, Kartal gibi çevredeki bazı semt adları da bu şehitlerin lakaplarından kaynaklanmaktadır.



Garip Dede’de andığımız “ Kırk Eren”den biri olabilir. Ya da Orduy-u Hümayun’un önünde tahta kılıçla fethe giden bir alp-eren olasıdır.



Anadolu’nun bir çok yöresinde Garip, Gaip, Garipçe gibi ön adlarla anılan ya da başına “pir” eklenerek sonuna da “ dede, baba, abdal” takısı getirilerek anı-lan bir çok zat vardır. 



Zikredilen bu zatlar ayrı kişilikler olsa da; Alevi tasavvufunda ki, “tenâsuh” ve “hulûl” gereği tek bir kişilik olarak kabullensek de, söylenceleri zaman ve me-kanı mevhumuna göre değerlendiriyoruz.

Çorum-Amasya bölgesinde Alevilik üzerine 1985 yılında araştırmalar ya-parken; Merzifon, Hayrettin Köyü’nde “Garip Dede adıyla bir ermişin efsanesi” nin halk arasında söylencesine rastladım. Bu söylenceyi kısaca Cem Dergisi’nde yayınladım.



Hayrettin Köyü’nde meskenlerin orta yerinde bulunan ve köylerce Garip Dede’nin mezarı olarak kabul edilen ve Bayram Altınışık’ın evine dayalı dört metre karelik alan; Garip Dede’nin makamıdır, yani Garip Dede’nin evidir. 



80 yaşın üzerinde Hakk’a yürüyen Bayram Altınışık; köydeki evinin yanında ki bu alanın Garip Dede’nin evi olduğunu söyleyerek, “Osmanlı Padişahların-dan biri kerametlerini duyar ve Amasya’ya davet eder, ilmini ve muhabbetini beğendiği için onu yanına alarak paytaht’a götürür” demişti söyleşimizde...



II. Beyezid (1447-1512) padişah olmadan önce Amasya Valisi olarak 

bulunuyordu. Padişah olunca Amasya’dan bir çok bilgini İstanbul’a götürmüştür. Bunlardan birisi de Hayrettin Köyü’nde kurucusu Aktûfi Hayrettin Hızır’dır. 





Muhtemelen Piri Baba Dergahında yetişmiş, Hayrettin Köyü’nünde Dede’ lerinden olan Garip Dede’yi de Atûfi’yle birlikte II. Bayezid, İstanbul’a götürt-müştür. Çünkü, Padişah olan Bayezid, Atûfi Hayrettin Hızır’ı saray öğretmenliğine atamıştır.



Garip Dede’nin evinin bulunduğu yeri küçük bir türbe şeklinde yaptıran köyün eski muhtarı Hakkı Yıldız da şunları söylemiştir.



“ Garip Dede 3-4 asır önce bu köyde yaşamış ermiş bir kişi olan Garip Dede köyümüz ünde rehber dedesidir. Eskilerinde anlattığına göre ise; Garip Dede, köyün mezarlığında bulunan Hasan Hayrettin Dede ile kardeş imişler. Bazıları anlattıklarına göre ise; zamanında Rumeli’ye gitmiş olan Sarı Köylü Gül Baba ile Garip Dede musahip kardeşmişler.



Hubyarlı Dedeler yıllık görgü cemi için köyümüze geldikleri zaman Garip Dede, zakirlik yaparmış, yörede tanınan büyük bir aşıkmış. Babam Mehmet Ça-vuş böyle anlatırdı, bizim ahır da temizlendikten, kilimler ve minderler serildik-ten sonra cem evi olarak düzenlenirdi.

Şimdilerde, görgü, cem, dâr, hısım kurbanı ve ikrârı kalmadı, unutulup gitti. Şimdiki gençlerin Dede, ebe bildiği yok...” Köyde 70’in üzerinde 8-10 yaşlıyla yaptığımız sohbetler böyle konuşmuştu; eski muhtar, öbürleri de tasdiklercesine başlarını hafifçe öne eğmişler idi, bazıları da eklemeler yapmışlardı.



Bahsedilen Gül Baba; Macaristan’ın Budapeşte kentinin Buda’daki Rözsa-domb (gültepesi)’un doğu yamacında türbesi bulunan gönüller sultanı, dostluk ve hoşgörü timsalı , Seyyid, Bektaşi Babası Gül Baba’dan başkası değildir. A. Aziz Taşan; Gül Baba’nın Merzifon’lu bir Bektaşi dervişi olduğunu yazmaktadır ki, söylenenleri doğrulamaktadır.



Gül Baba; Isparta’nın Uluğbey kasabasında türbesi ve tekkesi bulunan Veli Baba ile aynı soydan olup, 4. İmam Zeynel Abidin’in oğlu Zeyd’in torunlarından ve Battal Gazi’nin amca torunlarındandır. Gül Baba’nın yeğeni Veli Baba ile aynı dönemde yaşamıştır. 



Kanımızca Uluğbey’deki Hasan Gazi Tekkesi/dergahı postnişinliğine Veli Baba SULTAN ( Ö. 1648’de 115’da Hakka yürür) getirilince, gül Baba’a Merzi-fon’un Sarı Köyü’ndeki Battal Gazi soyundan akrabaları olan dedelerin yanına gider. Merzifon bölgesinde Cem ve muhabbet sohbetlerinde, Piri Baba dergah’ ından tanıştığı ulu ozan Pir Garip Abdal (Garip Dede)’la musahip kardeşi olurlar. Tekkelerin kapatıldığı 1925 yılına kadar Piri Baba Tekkesi’nde Hayrettin Köyü’ nden Uysal ailesinden bazı fertlerin tekkeşinlik görevini deruhte ettiklerini bilmekteyiz. Muhtemelen Gül Baba ile Garip Dede; Piri Baba Tekkesinde kurban tığlayıp, ikrar verip Ayn-ı Cem’le Musahiplik Kavli’ne girip; “malı mala, canı cana” katmışlardır.



Gül Baba, Anadolu’daki büyük ocakların atası olan Zeyd’in soyundan geldiği için makam olarak “mürşidlik” titrini taşımaktadır. Pir Garip Abdal ve arkadaşları müşkülata düşünce, yetişmesi için Gül Baba’ya yakarmaktadırlar. Nefe-sinde şöyle seslenmektedir:



GÜL BABA

Gelin bugün dost iline varalım 
Arşa direk direk zârım, Gül Baba

Yârimden ayrılmadım, feryat ederim

Kalmadı namus ve ârım, Gül Baba



Kan revandır gözümüzde yaşımız

Bir araya gelmez oldu beşimiz

Şimden geni HÛ demektir işimiz

Gel dinim, imanım, nurum Gül Baba



Geleydi aklım dört köşe bürürsün

İstekliye muradını verirsin

Din süruru, Muhammed’in nurusun

Gel dinim, imanım, nurum, Gül Baba



Pir Gaip Abdal’ım çekerler yasın

Turnada kalmıştır senin gözün yaşın

Geleydi aklım dört köşe gezersin

Gel dinim, imanım, nurum, Gül Baba



Cahit Öztelli, Bektaşi Gülleri adlı eserinde, Pir Gaip Abdal sanlı bir ozanın deyişinden hareketle şu kanaatini bilmektedir:



“Kanuni Sultan Süleyman ile birlikte, Macaristan’ın başkenti Budin Kuşatmasında bulunup şehit olan Gül Baba’dan manevi yardım isteyen nefesinden, Pir Sultan Abdal’ın oğullarından olduğunu sanıyoruz. 16. Yüzyılda yaşamıştır. Mezarı dersimdedir. 





Bu şiiri yazan ozanın 16. Yüzyılda yaşamıştır diyen Öztelli’nin görüşüne katılıyoruz. Ama, Pir Sultan’ın oğlu olduğunu kanaatini paylaşmıyoruz.



Dersim’de mezarı bulunan Pir Sultan Abdal’ın oğullarının; Pir Garip Abdal’la bir ilgilerinin olabileceğine ihtimal vermiyoruz. Bu ozan Küçükçekme-ce’de türbesi bulunan Garip (Gaip) Dede’den Başkası olamaz. Tunceli’nin Pülü-mür ilçe’sinin Hasılı Köyü’nde bulunan ve Banaz’dan sonraki ikinci Pir Sultan Ocağı olan Pir Sultan Soylu dedelerin bulunduğu bu köy; Pir Sultan’ın başkaldırışından sonra yöreye sığınan Pir Sultan evlatlarının kurduğu bir ocaktır ki yörenin dışına çıkamamışlardır.



Gül Baba musahip kardeşi Garip Dede (Garip Abdal)’la birlikte Isparta’ya giderek baba ve atalarının türbelerini ziyaret etmişlerdir. Dergahın postnişini Veli Babanın Sercem’lilğini yaptığı Cem törenlerine de katılan Gül ve Garip Dede 12 hizmetlerden zakirlik görevini de ifa ettikleri anlaşılmaktadır. Garip (Dede) Abdal cemde Veli Baba için bir “Nefes yakar” ve şöyledir:



Nesini sorarsın Veli Baba’nın
Oturmuş cevherin sacup oturur

Uzaktan yakından cağıranlara

Hayır gülbengini çekip oturur



Gül oğluda eder, gel varanlara

Halimiz malumdur hep erenlere

Uzaktan yakından çağıranları 

Oturmuş tesbihin çekip oturur 



Dua etse nehirleri kurutur

Nefes etse karlı dağlar eritir

Cansız duvarlara binse yürütür

Zemheride gülün kokup oturur



Muhammed-Ali’dir dedenin piri 

Şehidler elinde domurcuk gülü

Güzel şahım eder eyvallah Veli

Şehitler yoluna bakıp oturur



Büyük oğlu eder, okuyup yazar

Şimdi dervişleri savsata gezer

Garip Abdal eder, sarı bend çözer

Sofrası meydanda açıp oturur



Tabduk Emre’nin Dergahı’na eğri odun getirmeyen Yunus Emre; “Her dem yeni doğarız, bizden kim usanası” diyerek, yeniden yeniden doğuşu anlat-maktadır. Bizim görevimizden dünden günümüze güneş gibi doğarak gelen toplumu ışıklandıran, aydınlatan, sözlü ve örtülü duran Alevilik kültürünü yazılı hale getirip gün ışığına çıkartmaktır. İşte bunlardan bir taneside Garip Baba, Garip Abdal, Garip Dede, Pir Gaip Abdal adıyla anılan Küçükçekmece'deki Hakk Ereni Garip Dede’dir.



Veli Baba Dergahı’na eğri odun dahi getirmeyen, tekkenin oduncusu Sünbül Arap; Hakk’a yürüdüğü için Garip Abdal bir “Ağıt yakar” Sünbül için.





Yemen ellerinden seni getirdim 

Kah elimde kah kolumda götürdüm
Oniki ayın birisinde yitirdim
Yas edemde ağlayayım Sünbülüm sana



Evvel bahar beş aylarında gelir

Dedelerin senin ne olcan bildin

Oniki ayın birisinde ne oldun

Yas edemde ağlayayım Sünbülüm sana



Dedelerin seni koydu Hakk ile

Ansızın uğrattı ecel okuna

Anan yoktur, kız kardeşin çekine

Yas edemde ağlayayım Sünbülüm sana



Dedelerin seni severdi candan

Acıların çıkmaz oldu ya benden

Hayallerin gelmez oldu yabandan

Nedeyimde ağlayayım Sünbülüm sana





Sersemiydin ne gezerdi orada

İsmin okunurdu her dem burada

Cennet mekancığım olsun orada

Neyleyemde ağlayayım Sünbülüm sana



Garip Abdal büküldümü belimiz

Hep oraya uğrar varır yolumuz

Horasanlı Deden kaldı yalınız

Nedeyemde ağlayayım Sünbülüm sana







Kanımızca Gül Baba ile Garip Dede; Isparta’nın Uluborlu İlçesinin İlegüp Köyü’nden, Veli Baba Dergahına veda ederek İstanbul’a dönerler. İstanbul, Cibali’de Gül Camisi içinde yatan Gül Baba diye bir zata ait türbe vardır ki hakk-ında bir bilgilimiz yoktur. Burası da Gül Baba’nın makamı mıdır belli değildir.



Macar Kraliçesi İsabella, Kanuni Sultan Süleyman Han (1495-1566)’dan yardım ister. Padişah Orduyla birlikte 20 Haziran 1541’de İstanbul’dan hareket eder. Avusturya-Alman ordusunca imha edilir. Macaristan Osmanlı İmparatorlu-ğuna katılır. Macar Kralı Yanoş ve Kraliçe İsabelle’nin bir yaşındaki oğlu Sigusmond Yanoş, Erdel Baniliğine tayin edilir. 30 Ağustos 1541’de Budin Beyler Beyliği ve idari teşkilatı kurulur. Budin’in en büyük kilisesi padişahın adı verilerek Camiye dönüştürülür ve 2 Eylül 1541 günü Cuma namazının Şeyhülislam Ebu Suud Efendi kıldırır. 



Bu olayda önce; 29 Ağustos 1541’de Mohaç Savaşı’nın 15. Yıl dönümünde Kanuni Sultan Süleyman; Macaristan'ın Dul Kraliçesi belle ile Budin’in altındaki Otağ-u Hümayun’da mahiyetleriyle sohbet ederken, Gül Baba da yeniçerilerin başında azar azar şehre sızarak teslim alırlar. Bu çarpışmada Gül Baba şehit olur. Kanuni Sultan Süleyman’ın yüz bin kişinin katıldığı Gül Baba’nın cezan Namazını Ebu Suud Efendi kıldırır.



Kanımızca Garip Dede’de Kanuni ile orduyla birlikte Macaristan Seferine giderken, 1541’de Küçükçemece’de aniden vefat etmiştir. Firüz Köyü Bektaşilerce kutsal kabul edilen Garip Dede türbesi 1965’li yıllarda sıkça ziyaret edilen bir mekan olduğuna tanık olmuşumdur. Silivri’in Kavaklı köyünden Bulgaristan göçmeni bir arkadaşımın Dedesi; Garip Dede’nin ermiş bir Bektaşi olduğunu o yıllar bize söylemişti. Şahidesinde hayat ağacı ve motiflerin Arapça yazıların bulunduğu; mezar taşına gençliğimizin verdiği duyarsızlıktan gerekli ilgili o yıllar gösteremedik. Bu da eğitimimizde Tarih Bilincinin yeterince verilmediğinin göstergesidir. Bugün gelinin nokta da Anadolu ve Rumeli’yi Türkleştiren ve İslamlaştıran Alp erenlerin türbelerine gereken ilgiyi ulusça göstermeliyiz. Türkiye Cumhuriyeti Devletimizin Hâce Ahmet Yesevi ve Gül Baba’nın türbelerinin onartması olumlu bir gelişmedir.



Sonuç olarak:



Alevi Tarihi; Alevi-Bektaşi Dede ve Babalarının yaşam öyküleri sözlü tarihe dayanır, ozanların şiirlerinde gizli bir şekilde anlatılır. Pir Gaip Abdal; Gizemli dizeleriyle Ezop diliyle kan revan, gözyaşıyla çileci bir ruh halini anlatarak, beş kişinin dahi bir araya gelemediğinden yakınıyor; tefekkür içinde toplum olarak “tevekkül dönemi’nden geçtiklerini ve Gül Baba’dan yardım ve önderlik istemektedir.



Çünkü Gül Baba; Hz. Muhammed-Ali soylu bir seyidtir. Çıkmaz yoldan aydınlığa çıkış yolu da: Hakk-Muhammed- Ali yoludur. Bu yolda gidenlerdin bir tanesi de Gül Baba’dır. Alevi toplumu; Çileciliği, ezilmişliği erdemleştirmişlerdir. Hacı Bektaş Veli, “incinsende incitme” deyişi bu anlayıştan kaynaklanmıştır. Alevi Ahlakının övdüğü; iyilikçilik, alçak gönüllülük, yiğitlik, doğruluk, dürüstlük gibi niteliklerin genel adı: Erdemliliktir.



Aleviliğin temelini teşkil eden, On iki İmam Öğretisi’ni dedelik Kurumu taşımış; Dedeler ve Babalar, Aleviliğin inanç-İbadet, bilgi ve beceri boyutuyla günümüze kadar sözlü gelenekle yaşatarak getirmişlerdir.



Hazreti Ali; Kur’an-ı Kerim hiçbir Ayeti yoktur ki dört anlamı bulunmasın: Zahir-Batın-Hadd ve Muttala. Zahir: dil ile ikrar içindir. Batın: Kalb ile kavramak ve tasdik etmek içindir. Hadd: Meşru ve caiz olanla, olmayanı belirtmek içindir. Muttala: Allah’ın her bir ayeti ile insandan gerçekleştirmeyi irade buyurduğudur. 



Aleviliğin Kuramcısı 6. İmam Ca’fer-us-Sadık’la Kuran’ın dış anlamı halk içindir, içsel anlamı seçkinler ve özel yetenekte olanlar içindir. Buyurmaktadır. Alevi tasavvufu da içsel ve öze yönelik “İnsan-ı Kamil” mertebesine erişmiş insanlara yönelik bir felsefedir.



İşte böylesine bir tasavvufa erişmiş, Hakk ile yeknasak olmuş bir zatta Garip dede’dir. 

Kanımıza göre; Garip Dede Merzifonludur. Gül Baba’ya çağdaş ve pirdaş-tır, ve aynı zamanda müsahip kardeştirler.

Garip Dede; Merzifon’da Piri Baba Tekkesi’nde yetişerek ve mütekamil bir insan olarak İstanbul’a gelmiş, muhtemelen devlet ve yeniçeri ocağında çeşitli görevlerde bulunmuştur. Sefere giderken bilmediğimiz bir nedenle Hakk’a yürümüş, naşı öldüğü yere gömülerek inşa edilmiştir. 

Garip Dede; 16. Yüzyılda yaşamış bir Alevi Dede’sidir. Bektaşi geleneğindeki “Kırk İstanbul Erenleri”nden bir zat-ı muhteremdir.



İsmali ONARLI