KARIŞIK

28 Şubat 2016 Pazar

YUH BABA


YUH BABA
"Benden öncekiler gibi gidersem..."
            İlçe merkezinde Haznedar Sokağı'nda bulunmaktadır. Rivayete göre şimdiki gibi bu sokağın başında sıralar halinde esnaf varmış. Esnaflardan biri, sokaktan kimin cenazesi geçerse geçsin : "Senin de ervahına yuh olsun!..." dermiş. Adamın adı esnafın arasında "Yuh Baba" olarak kalmış. Esnaflar aralarında : "Yahu bu adam gelene geçene yuh, çekiyor!... Eğer ölürse biz de bunun cenazesine yuh, çekelim!" diye karar kılmışlar. Gün gelmiş, Yuh Baba da tabuta konmuş, esnafın arasından omuzlar üstünde geçmeye başlamış. Sokaktaki esnaf ağız birliği içinde. "Yuh olsun ervahına!..." diye bağırınca; Yuh Dede, tabutun içinden doğrulup herkesin şaşkın bakışları arasında : "Eğer ben de benden öncekiler gibi gidiyorsam, benim de ervahıma, yuh olsun!" diyerek, tabuta tekrar uzanmış. Bu sözü duyan esnafın dili dişi kilitlenmiş. Yuh Baba'nın ne erdemli bir kişi olduğu ortaya çıkmış.
            Haznedar Sokağı'nda Yuh Baba'nın dükkânının bulunduğu köşeye halk, Tüm Tüm Oğlu Köşesi demektedir. Halk arasında ölüme giderken kalb gözü açık olan insanların kime nasıl baktıklarını hatırlatmak için şaka da olsa; "Elbet sen de bir gün Tüm Tüm, Oğun Köşesi'ni dönersin!... İşte Hanya'yı Konya'yı o zaman anlarsın!" sözü hâlâ kullanılmaktadır.

ŞIHEYLİK BABA (ŞEYH MEHMET EFENDİ)

ŞIHEYLİK BABA (ŞEYH MEHMET EFENDİ)
"Tamam Şeyhim, tamam!... Allah'tan iyilik bulasın, iyilik buldurasın!..."
Çeken Şıheylik Evliyası
 
            Şıheylik (Yeşilce) Köyü'nde bulunmaktadır. Şeyh Mehmet Efendi, Anadolu'nun manevî mimarları olan Horasanlı yedi kardeşin en büyüğüdür. Bu gelip yerleştiği ve çevrede binlerceinsanın gönlünü fethettiği söylenmektedir. Köyde yaşayan ve Topçular, lâkabıyla anılan ailenin, Şeyh Mehmet Efendi'nin soyundan geldiği bilinmektedir.
Şıh Mehmet Türbesi - Yeşilce Köyü
            Köyün merkezinde bulunan türbe, Selçuklu dönemi mimarî özelliğine sahiptir. Türbede Şeyh Mehmet Efendi'nin bayrak ve sancağı, ayrıca geyik derisi üzerine kendisi tarafından yazılmış bir şeceresi de bulunmaktadır.
Yeşilce Köyü Şeyh Eyük Türbesi
Yeşilce Köyü Şıh Mehmet Türbesi
            Şeyh Mehmet Efendi icazetini almak için Amasya'ya gider. Son derece mahcup bir tavrı olduğundan en sona kalır. Amasya Şeyhi, Şeyh Mehmet Efendi'ye seslenerek : "Gel bakalım Şeyh Efendi, bize marifetini göster ki, icazetini verelim." der. Şeyh Mehmet Efendi, binanın temel direğini bir eliyle kavrar, sallamaya başlar. Direkle birlikte bütün bina sallanmaya başlar. Bunu gören Amasya Şeyhi, "Tamam şeyhim, tamam!... İyilik bulasın Şıhım!..." diye, icazetini dahi vermeden, Şeyh Mehmet Efendi'ye bağlılığını bildirmiştir.
            Hemen hemen her türlü hastalık ve dilek için ziyâret edilmektedir.
Yeşilce Köyü Şıh Mehmet Türbesi

ŞEYH AHMET

 ŞEYH AHMET
"Ahmet'in Öküzü Gibi Ne Bön Bön Bakıyon!..."
            Kepez Köyü'nün yakınında bulunmaktadır. Türbesi bir tepenin üzerinde, etrafı çam ağaçlarıyla kaplıdır. Bu mübarek zat, Horasan erenlerinden Şeyh Seyyid Ahmet Kebirolarak bilinmektedir.

            Vakti zamanında bu ağaçların bulunduğu yere Şeyh Ahmet isminde biri gelip yerleşmiş. Çevredeki ağaçlardan, kaşık, kepçe, takunya yaparmış. Bu eşyaları bir öküzün boynuna asar, bir ihtiyaç listesi ekler, öküzü Zile'ye gönderirmiş. Öküz, şehir esnafının dükkânı önünde durur, dışarıdan içeriye bön bön bakarmış. Dükkân sahipleri de; "Bizim Ahmet'in öküzü geldi. Kaşıkları alın, ihtiyaç listesine bakın." Öküz, boynundaki ihtiyaç listesine göre dükkânları dolaşır, işi bittiğinde kimseye aldırış etmeden geldiği istikamete geri dönermiş.
            Bu gün Zile'de, etrafına "bön bön" bakanlara : "Ahmet'in öküzü gibi ne bön bön bakıyorsun?" sorusu sık sık sorulur.

            Şimdi ben de bir soru sormak istiyorum. Zile ile Turhal arasında hemen her konuda bir yarış vardır. Bunu bilmeyen kimse yok. Öyleyse bu menkıbe "Eski Turhal Köprüsü İçin" Öşür toplayan Şıh Ahmet'e mi, yoksa Kaşıkçı Şeyh Ahmet'e mi ait? Eğer, menkıbeler halk muhayyilesinde sıradan olaylar olsa, aynı şahıslara ve konulara sahip çıkma anlayışını nasıl açıklayabiliriz?
            Size bir şey söyleyeyim mi? Kim ne söylerse söylesin, bu toprakların altı da, üstü de bizimdir, bizim kalacaktır!... Bu menkıbeler yaşadıkça Anadolu'daki varoluş ruhumuzu hâlâ kaybetmeyeceğiz demektir.

            Bu konuyla ilgili bir başka rivayet de şöyledir. Şeyh Ahmet, öküzleriyle birlikte burada yaşarken aç kalmış. Öküzlerini kesmiş. Etinin bir kısmını dağıtmış, bir kısmını ailesiyle birlikte yemiş. Bir kısmını da ateşin içine koyup yakmış. Ateş sönmüş kül olmuş. Bir fırtına çıkmış, külühavaya savurmuş. Yağmur yağmaya başlamış. Küller, rahmetle beraber etrafa yayılmış. Her yerden mantar biter gibi çam ağaçları çıkmış. Bu güzel çam ağaçlarını gören Şeyh Ahmet "Çamlardan kesenlerin elleri kırılsın. Onlardan bir parça alıp evine götürenlerin, evleri barkları yansın." diye dua etmiş. Bu sebeple türbenin bulunduğu yerden bir çöp dahi oynamaz. Yoksa evliyânın kendilerini pek rahatsız edeceğinden korkmaktadırlar.

            Bu olayla alâkalı anlatılan bir menkıbe de şöyledir. Mübareğin sözüne inanmayan köylülerden biri Türbe'nin etrafındaki büyük bir çam ağacını keserek evine getirir. Yolda "Büyükse büyüklüğünü göreyim bakalım. Söylentilere karnım tok... Bunlar hep kocakarı tekerlemesi!" diye, eve gelmiş. Akşam içeride otururken, küçük kızı dışarıdan telaşla içeri girmiş. "Baba koş, çam yanıyor. Etraf ateşe gidecek!..." diye bağırmış. Köylü, heyecanla dışarı fırlamış. Çam ağacının ucunda yanan mumu görerek, şaşırıp kalmış. Gönlündeki, inançsızlık hemen kaybolmuş, çanı pürçekleri tutuşmadan "Tövbe!... Tövbe!... Ben ettim, sen etme!..." diyerek, hemen çam ağacını türbeye götürmüş. Bir daha ne o, ne de başka biri böyle bir hataya düşmemiş.

PERVANE BABA TÜRBESİ

 PERVANE BABA TÜRBESİ
 Yıldıztepe Kasabası Yeni Mahalle, Pervane Baba Caddesi, Belediye Parkı içindedir. Bubüyük zatın kim olduğu, nereden geldiği, ne zaman yaşadığı konusunda elimizde yeterince bilgi olmamakla beraber; Horasan Erenleri'nden büyük bir İslâm Mücahidi olduğu konusunda rivayetler vardır.


            Yıldıztepe'de şehit düştüğü ve buraya defnedildiği söylenmektedir. Bu türbe daha çok korku hastalığına tutulan çaresiz kişiler ziyâret etmektedir. Hastalığa yakalanan kişi, önce türbeye gelip usulünce ziyâretini yapar. Giderken türbenin yakınından küçük bir taş alınır. Türbeden alınan taş, evde suyun içine konur. Yedi gün, günde üç defa bu sudan hastaya içirilir. Bu sayede hastanın, korku illetinden kurtulacağına dair yörede inanç vardır.

Şehabeddin Sivasi Türbesi

Şehabeddin Sivasi Türbesi .. Selçuk 







Selçuk ilçe merkezindeki türbe, Zeyniyye tarikatı şeyhlerinden Şehabeddin Sivasi daha çok Uyunu’t-Tefasir isimli eseriyle tanınır. Gençlik yıllarını Sivas’ta geçirdiğinden Sivasi nisbesiyle anılır. Daha sonra İzmir’in Ayasuluk ilçesinde yaşadığı için Ayasulugi diye de bilinir. Küçük yaşlarda köle olarak Sivas’a getirildiği, tahsile burada başladığı, Zeyniyye tarikatının kurucusu Zeynüddin el Hafi’nin (v.1434) halifesi Ayasuluklu Şeyh Mehmed Efendi vasıtasıyla tasavvufa yöneldiği ve onunla birlikte Aydınoğullarına bağlı bir merkez olan Ayasuluk’a giderek hayatının sonuna kadar burada yaşadığı bilinmektedir. Sîvâsî’nin Ayasuluğ’daki hayatı, tamamen tedris ve irşatla geçmiş ve böylece şöhreti çevreye yayılmıştır. Aydın Sancak Beyi olan Halil Yahşi Bey’den gördüğü yakın ilgi
Ayasuluğ’a yerleşmiş ve burada Zeyniye tarikatının gelişmesi için çaba sarf etmiş olan Şehabeddin Sivasi, 1456 yılında vefat etmiştir. Tabibzade, Şeyh Mehmed Efendi’nin yegane halifesi olarak Şehabeddin Sivasi’yi gösterir. Silsilesi devam etmediğine göre Sivasi’nin bir mürşid sıfatıyla faaliyet göstermediği veya etkili olamadığı söylenebilir.
Şehabeddin Sivasi, genelde Zemahşeri ve Beyzavi tefsirlerinin özetlendiği, bunların üzerine talik, şerh, haşiye yazıldığı bir dönemde Kuran’ı Kerim’in tamamını tefsir eden nadir müfessirlerden biridir.
Şemseddin Sivasi tefsir, hadis ve tasavvuf alanlarında müstakil eserler vermiştir. Tefsiri dışında Sure-i Kehf Tefsiri, Risaletü’n Necat min şerr’i-sıfat, Cezzabü’l kulüb ila tarikı’l-mahbub, Riyazü’l ezhar fi cila’il ebsar, Şerh ale’l feraizi’s-Siraciyye, Şerhu’l Misbah isimli eserleri vardır. Halen medfun olduğu Selçuk ilçesinde halk arasında, “Şihâbuddîn Dede” diye anılmaktadır.
Moloz taş ve tuğla malzemenin karışık düzende kullanımıyla inşa edilmiş bir yapı olan Şehabeddin Dede türbesi, iki bölümden ibarettir. Türbe, dışarıdan yüksek bir kasnak olarak görülen basık bir kubbe ile örtülmüş asıl mekan ve daha sonra eklenmiş olduğu izlenimi veren, girişin sağlandığı daha alçak, düz örtülü bir mekandan meydana gelmiştir. Günümüz seviyesinden daha alçakta bulunan türbede, girişin solunda yenilenmiş mermer mezar, sağda ise mihrap nişi de bulunan kubbeli mekan yer alır. Ana mekan örtüsü, dört sütunun tuğla örgü kemerlerle birbirine bağlanmasıyla ve üç tarafı perde duvarla örülen gövde üzerine oturmuş, köşeler pahlanarak sekizgen bir kasnak görünümü verilmiştir. İki mekanın arasındaki yükseklik farkının oluştuğu yerde ise kemer içi boş bırakılarak yapılan pencere, diğer pencerelerle beraber mekanın daha da aydınlatılmasını sağlamıştır.

Haydar Baba Türbesi ...Karabağlar

Haydar Baba Türbesi ...Karabağlar 







Haydar Baba (1859-1919) Midilli’de doğmuş, sonra İzmir’e yerleşmiştir. Turabi Dede’den nasip almıştır. On sene kadar dervişlik yaptıktan sonra Babalık payesine kadar yükselir. Saz şairliğinde yetişmiş olduğu için irticalen nefes ve gazeller söyleyebilen birisidir. Vefatında önce Yusuf Dede Kabristanına, bu mezarlığın kaldırılması üzerine de Paşaköprü Mezarlığına defnedilmiş

Demirtaş Dede Türbesi

Demirtaş Dede Türbesi ..izmir.bergama







İzmir’in Bergama ilçesine bağlı Mahmudiye köyünde, köy çıkışındaki yüksek bir tepe üzerindedir.Kırma kiremit kaplı bir çatıdan meydana gelmiş küçük bir türbede iki kişi yatmaktadır. Kişiler hakkında ve Demirtaş Dede hakkında somut bilgi yoktur. Türbe etrafındaki yüksek ve asırlık ağaçların çokluğu dikkat çekmektedir.

YİĞİTBAŞ VELÎ MARMARAVÎ



YİĞİTBAŞ VELÎ MARMARAVΠ

 Evliyânın büyüklerinden. Halvetiyye tarîkatında "orta kol" olarak bilinen ahmediyye şûbesinin kurucusu. 1435 (h.839) yılında Akhisar'ın Göl Marmarası veya Marmaracık adı ile bilinen köyünde doğdu. Babası İsâ Halîfe, Halvetiyye şeyhlerindendir. Halk arasında Yiğitbaş Velî diye meşhûr olmuştur.
İlk tahsîlini babasından aldı. Sonra medreseye devâm etti ve zâhirî ilimleri öğrendi. Fakat kendisi ilâhî aşka tutulmuştu. Tasavvuf yolunda ilerlemek gönül gözünü görür hâle getirmek istiyordu.
-Tasavvuf, aşk ateşiyle yanmaya derler." sözü sanki onun için söylenmişti. Nitekim gâyesine erişmek için, Uşak'ın Kabaklı Köyünde insanlara doğru yolu gösteren büyük âlim şeyh Alâeddîn Uşşakî Hazretlerinin huzûruna vardı. Onun sohbetleri ile mânevî mertebelerden geçerek şeyhlik pâyesine yükseldi.

 
Şeyh Alâeddîn Uşşâkî Hazretleri Ahmed Şemseddîn'e icâzet (diploma) verdikten sonra, onu islâmiyeti yaymak, talebeler yetiştirmek ve gönülleri aşk-ı ilâhî ile doldurmak üzere Manisa'ya gönderdi. Ahmed Şemseddîn Hazretleri Manisa'da hocasının isteği doğrultusunda talebeler yetiştirmekle meşgûl oldu.

Ancak bu sırada iran şahı şâh ismâil de, ehl-i sünnet îtikâdını, müslümanların peygamber efendimizden gelen doğru inancı yıkmak için harekete geçmişti. Bu gâye ile anadolu'ya "dâî" adı verilen halîfeler göndermiş, sahte şeyhler eliyle bozuk ve yanlış tarîkatler kurdurmuştu. Ayrıca antalya'dan bursa'ya kadar pek çok yerde isyanlar çıkartarak halkı silâh gücü ile de sindirmek istemişlerdi. Karışıklık had safhada idi. Öyle ki bu sahte şeyhler osmanlı merkezine kadar sızdılar. İstanbul sahte şeyhlerle doldu ve halk kime inanacağını şaşırdı.
Velî pâdişâh ikinci bayezîd han, sahte tarîkatlerin ayıklanarak kapatılmasını istedi. Böylece halkın yanlış inanışlara kapılıp ehl-i sünnet îtikâdından uzaklaşmasına mâni olmak üzere harekete geçti. Kurulan bir mecliste şeyhlerin imtihana tâbi tutulmasını istedi. Bu düğümü çözmek için de ahmed şemseddîn hazretlerini Manisa'dan istanbul'a dâvet etti.
Ahmed şemseddîn hazretleri derhal bu ulvî görevi kabûl edip istanbul'da sultan bâyezîd-i velî hazretlerinin huzûruna çıktı ve osmanlı sultânının da hazır bulunduğu imtihan heyetine reislik etti.
O gün ahmed şemseddîn hazretlerinin tuttuğu şerîat süzgecinden hak ve doğru yolda bulunan şeyhler rahatlıkla geçerken sahteleri tutuldu. Bunlar mahcup ve perişan oldular. Tekkeleri kapatıldı ve yaptıkları işten men edildiler.

 
Ahmed şemseddîn hazretlerine, imtihan sırasında gösterdiği kemâl, dirâyet ve olgunluk sebebiyle "yiğitbaşı" lakabı verildi. Pâdişâh çok hoşnut kaldığı ve takdir ettiği bu büyük velîyi hediyelerle taltîf etti. O ise bu hediyelerin tamamını fakirlere dağıttı. İstanbul'da kalması tekliflerine rağmen, tekrar manisa'ya döndü. Bu hâdise dilden dile, şehirden şehire yayıldı. Sohbetine kavuşmak isteyenler manisa'ya akın ettiler ve çevresinde geniş bir sohbet halkası meydana getirdiler.Ahmed şemseddîn hazretlerinin kerâmetleri mısır'da arap molla nâmıyla tanınan bir zâta kadar ulaştı. Arap molla, ilmiyle mağrur bir zâttı. Ahmed şemseddîn'i imtihan etmek üzere mısır'dan manisa'ya geldi. Ahmed şemseddîn hazretlerini çekemeyenler derhal arap molla'nın etrafında tâzim, hürmet ve îtibâr halkası meydana getirdiler. Ona, yiğitbaşı velî aleyhinde pek çok sözler söylediler. Bu hal, arap molla'nın nefsini ve gurûrunu okşadı. Onlara:
"siz onu bana bırakın. Onun hakkından ben gelirim ve şeyhlik ne imiş ona gösteririm." dedi. Benlik dâvâsıyla mağrur arap molla, ertesi gün yiğitbaşı velî'nin dergâhına geldi. Dergâhın bahçesinden içeri girmek üzereyken kapıda iki derviş kendisini karşıladı ve; "ey molla! Şeyh hazretleri dergâhında sizi bekliyor." dediler. Arap molla geleceğinden hiç bahsetmemiş ve bu dervişlerle de daha önce karşılaşmamıştı. Şaşırdı ve dayanamayıp sordu:
-"ey canlar! Yanlışlık olmasın. Siz kimi karşılarsınız? Ben ziyâret edeceğimi bildirmemiştim." dervişler tatlı tatlı gülümseyerek sordular: "mısır'dan gelen arap molla siz değil misiniz?" molla daha büyük bir şaşkınlıkla; "evet." deyip dergâhtan içeri girerek kendisini bekleyen şeyh hazretlerinin huzûruna vardı.Yiğitbaşı hazretleri birkaç talebesiyle sohbet etmekte, onlara islâmiyetin güzel ahlâkından bahsetmekteydi. Molla arap'ın oturması ile sözüne devam etti:"ey dostlarım kibirden sakınınız. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem; "kalbinde zerre kadar kibir olan cennet'e giremez." buyurdu. Kibir, ALLAH(C.C)'ın kullarına hakâret, aşağılık gözü ile bakmaktır. Kendini herkesten üstün görmektir. Ebû hâşim sûfi hazretleri; "dağı iğne ile kazıp yerinden yok etmek, kalpten kibri söküp atmaktan daha kolaydır." demektedir."Bunca nasîhata rağmen arap molla'nın hâlâ inkâr çukurunda olan nefsi, yiğitbaşı ile yarışmak ister. Onun bir müddet duraklamasını fırsat bilerek gururlu bir edâ ile ve kelimelerin üzerine basa basa:"ey şeyh, sizin erbaîninizi, çile çekmenizi, nefsinizi yola getirmekteki gayretinizi çok methettiler. Birlikte erbaîne, çile çekmfeye girsek ne dersiniz?" diye sordu. Ahmed şemseddîn hazretleri tebessüm ederek: "hay hay!.. Biz misafirimizi kırmayız." buyurdu.Arap molla: "ancak benim bir şartım var. Yemek içmek serbest, fakat dışarıya çıkmak ve ihtiyâcınızı görmek yasak olacaktır." diye ekledi. Şeyh hazretleri: "kabul. Her şartınızı kabul ediyorum." deyince, birlikte bir hücreye girdiler. Yiğitbaşı hazretleri talebelerine kendisine kuzu dolması getirilmesini ve misafirine de ne isterse verilmesini istedi. Ancak arap molla sadece birkaç zeytin ile iktifâ etti. Şeyhin kuzu dolmasını yemesini seyrediyor ve biraz sonra dayanamaz dışarı çıkar diyerek için için gülüyordu. Ancak zamânın su gibi geçmesine, şeyh hazretlerinin nefis, leziz yiyecekleri birbiri ardı sıra bitirmesine rağmen, molla'nın beklediği an bir türlü gelmedi: bir, iki, üç ve nihayet dördüncü gün, yiyecekleri yiyen sanki şeyh hazretleri değil de oymuş. Kendisini nasıl dışarıya atacağını bilemedi. İhtiyâcını gördükten sonra dışarıda kendisini bekleyen dervişlere; "yahu! Ben iki üç zeytin tanesiyle dayanamadım. Bu zat bunca yemeği nasıl yiyor ve nasıl duruyor?" diye söylendi. Dervişler ise şu cevâbı verdiler: "bu, mollalıkla şeyhlik arasındaki farktır."

Arap molla hatasını anlamıştı. Derhal yiğitbaşı hazretlerinin ellerine sarılarak affedilmesini diledi ve; "ey zamânın yûsuf'u, sen mısır'a sultan olmuşsun. Bu günâhkârı da bendelerin arasına kabul et" dedi. Tövbe ve istiğfâr ettikten sonra talebeliğe kabûl edilen molla arap, ahmed şemseddîn hazretlerinin en büyük halîfelerinden oldu.

 

Ahmed şemseddîn hazretleri arkasında yüzlerce talebe ve sekiz cilt eser bırakarak 1504 (h.910) yılında sonsuzluk âlemine göçtü. Yetiştirdiği halîfelerin her biri evliyâlık makâmına erdi. Ahmediyye kolundan ayrı ayrı şubeler ortaya çıktı. Bunlar ramazaniyye, sinâniyye, cerrâhiyye, uşşâkiyye ve mısriyye adları ile aynı kaynaktan fışkıran feyz menbâları oldu. "tevhîd risâlesi, câmi-ül-esrar, ravdatü'l-vâsilîn, mukaddimetu's-sâliha, keşfu'l-esrâr ve a'mâlü't-tâlibîn" belli başlı eserleridir.Ahmed şemseddîn hazretlerinin türbesi manisa'da seyyid hoca mahallesindedir. Zamanla yıkılan ve kaybolmak üzere bulunan dergahının yerine yiğitbaşı vakfı tarafından adına bir mescid inşâ ettirilmiştir

Sultan Sencer Türbesi

Sultan Sencer Türbesi

Sultan Sencer Türbesi ile ilgili detaylara inmeden önce Sultan Sencer hakkında bilgi edinecek olursak şu bilgilere ulaşabiliriz. Sultan Sencer Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah'ın oğludur. Babası seferdeyken 1086 yılında dünyaya gelen Sultan Sencer küçük yaşlarından itibaren Devlet işlerinde yetiştirilerek ağabeyi Sultan Berkyaruk' a devlet işlerinde yardımcı olan etkili bir lider olmuştur.
Devletin milli birliğinin sağlanmasında gerek ağabeyi Berkyaruk'a yardım ederek gerekse diğer ağabeyi Muhammed Tapar'ın saltanat zamanında rol oynamıştır. Doğu'da ortaya çıkan isyanları başarılı şekilde bastırması sonucunda Horasan melikliğine yükselmiştir. Özellikle taht mücadelelerinin bastırmasını fırsat bilen ve Selçuklu topraklarına saldıran Şarki Karahanlı hükümdarı Kadir Hanın saldırılarını başarılı şekilde bertaraf etmiştir.
Sultan Sencer Ülkede Hangi Bölgelerde Hakimiyet Sağlamıştır?
Sultan Sencer ağabeyi Berkyaruk'un vefatından sonra da diğer ağabeyi Muhammed Tapar ile olan bağlarını samimi şekilde devam ettirdi. Sultan Sencer doğu bölgelerinde siyaseti korumaya çalışırken ağabeyi de Batı bölgelerini yöneterek birbirlerini tamamlayan devlet adamları idi. Sultan Sencer siyasi hayatında babası Melikşah'ı takip ederek Horasan'dan itibaren devletin doğusunda Selçuklu düzenini yeniden kurmuştur. Böylelikle Selçuklu Devleti Doğu'da emin adımlarla ilerleme durumuna gelmiştir.

Sultan Sencer Taht Mücadelelerinde Yer Almış Mıdır?
Sultan Sencer'in diğer ağabeyi Muhammed Tapar'ın da ölümüyle henüz küçük yaşta bulunan oğlu Mahmud Devlet erkânı tarafından tahta çıkarılmıştır. Diğer yandan da Sultan Sencer Doğu bölgesinde kendini sultan ilan ederek sultanlığını halifeye tasdik ettirmiştir. Ancak bu durumda Sultan Sencer'in tek başına Büyük Selçuklu sultanı olabilmesi için tahta çıkmış olan Mahmud'un bertaraf edilmesi gerekiyordu. Save'de 14 Ağustos 1119'da amca-yeğen arasında yapılan savaş esnasında Sultan Sencer galip gelerek emeline ulaşmıştır. Sultan Sencer Büyük Selçuklu Sultanı olarak Devletin merkezini Irak-ı Acem'den Horasan'a nakletmiştir. Bu durumdan sonra Mahmud'la yapılan anlaşma gereği Rey, Sultan Sencer'de kalmak üzere imparatorluğun Batı tarafları Mahmud'a verilecek Mahmud sultan unvanını korurken aynı zamanda Sultan Sencer'e tabi olacaktı. Aralarında sağladıkları bu birlik bir müddet böyle devam ederken Halife Müsterşit ile bir ittifak kuran Mahmud amcasına karşı yeni bir isyan hazırlıklarına başlamıştır. Bunu haber alan Sultan Sencer ise Mahmud'un üzerine yürüyerek 26 Mayıs 1132'de Dinever Savaşı Sencer'in galibiyetiyle sonuçlanmıştır. Sultan Sencer yanında getirdiği diğer yeğeni Tuğrul'u Irak Selçukluları tahtına çıkararak ona bazı tembihlerde bulunarak geri döndü.
Sultan Sencer'in Hayatı Başarılarla Dolu Bir Hükümdar Olmakla Sürmüştür...
Bu şekilde savaşlarla ve galibiyetlerle 40 yıl boyunca süren saltanat hayatı boyunca Sencer doğu ve batı olmak üzere iki cepheli siyasetini 29 Nisan 1157 senesinde vefat ederek Merv'de kendi yaptırdığı türbesine defnedilerek sonlandırmıştır. Vefatında 91 yaşında olan Sultan Sencer, sağlığında babası kadar büyük bir hükümdar sayılmış ve öyle de olmuştur. İlim bakımından da oldukça bilgili olan Sencer Hadis-i Şerif rivayet edebilecek kadar büyük hadis âlimleri arasında da sayılmıştır. Farsça şiirler yazdığı bilinen Sencer daha hayattayken Merv'de yaptırdığı türbesi de oldukça büyük bir sanat eseri olup devrin medeniyeti hakkında günümüze ışık tutmaktadır

Hz Veysel Karani Türbesi

Hz Veysel Karani Türbesi


Hz. Veysel Karani türbesi, Siirt' in Baykan İlçesi' nde, ilçenin 8 kilometre güneybatısında bulunur. Kendisinin asıl ismi Üveys bin Âmir Karni'dir. Hz. Veysel Karani Yemen'in Karn köyünde doğmuştur. Doğum tarihi tam bilinmemekle beraber 550-560 yıllarında doğduğu düşünülmektedir ve 37 senesinde şehit edilmiştir. Soyu Yemen kabilelerinden Muradoğulları' na dayanmaktadır. Geçimini deve çobanlığı yaparak sağlardı. Bu mesleği de her zaman tek Tanrı inancına sahip olmasından dolayı insanların alay etmesinden kaçmak için seçmişti. Bir gün Hz Muhammed'in insanları İslam dinine davet ettiğini duyunca Kelime-i Tevhid getirerek müslüman olmuş annesine de bizzat kendisi öğretmiştir. Gönlü Allah, peygamber aşkıyla dolu olan Veysel Karani, peygamber efendimizi görmek için Medine'ye doğru yola çıkar. Medine'ye vardığında  peygamber efendimiz Tebük Seferi' nde olduğundan onu göremez.

Hz. Aişe' ye peygamber efendimize ne kadar gönülden bağlı olduğunu iletmesini ister ve Yemen'e geri döner. Resulullah da vefat etmeden önce bir vasiyet bırakarak hırkasının Veysel Karani' ye verilmesini ister. Hz. Aişe, peygamberin ölümümden sonra Veysel Karani'yi bularak hırkayı ona teslim eder. Bu olaydan sonra Veysel Karani' nin köydeki hürmeti artar ve bundan rahatsız olup annesiyle beraber bir süre sonra köyünü terk eder.  Basra da bir süre yaşadıktan sonra Hz. Ali'nin davetiyle Mekke' ye gider. Burada iki müslüman grup arasında çıkan Sıffin Savaşı'nda Hz. Ali'nin tarafını tutar ve savaşta ağır yaralanarak şehit olur. Bu savaş Fırat Nehri'nin yakında yapılmıştır ve ölenlerin çoğu da bu çevreye gömülmüştür.