KARIŞIK

Velibaba Sultan Dergahı ( Anadoludaki ilk ocaklardan) etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Velibaba Sultan Dergahı ( Anadoludaki ilk ocaklardan) etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Ocak 2016 Çarşamba

Velibaba Sultan Dergahı ( Anadoludaki ilk ocaklardan)

Velibaba Sultan Dergahı ( Anadoludaki ilk ocaklardan)


Seyit Ali Sultan (Kızıl Deli, Seyit Ali Gazi, Uzun Er?, 1290?-1365?): Seyit Ali Sultan hakkındaki bilgilerimiz hemen tamamen menakıblarla sınırlıdır. Bir görüşe göre Seyit Ali Sultan (Timur Taş), Hacı Bektaş’ın oğludur. Rivayete göre Kadıncık Ana’dan burun kanıyla doğmuştur. Hacı Bektaş’ın bel oğlu (öz-oğlu) olduğunu söyleyenler olduğu gibi, sadece ‘yol oğludur’ diyenler de var. Kaynaklarda bazen Kızıl Deli (Seyit Ali Sultan) diye referans verilen aynı kişi olmalıdır. Bazı kaynaklarda Bektaşi postnişini olarak görünür. Bir geleneğe göre ocağı ve mezarı Tekke’de bulunan Abdal Musa, Kızıl Deli (Seyit Ali Sultan) ile Aydınoğlu Umur Paşa (1334-1348)‘yı yoldaş etmiş, Kızıl Deli (Seyit Ali Sultan)‘nin beline kılıç bağlamıştır (Akt. N. Birdoğan). 
Bu geleneğe göre Abdal Musa, Kızıl Deli ve Umur Paşa üçlüsünün kabaca çağdaş (14. Yüzyılın ilk yarısı) olmaları gerek. 

[b]Veli Baba Menakıbnamesi’nde Rumeli dahil Bizans topraklarına yapılan Osmanlı seferleri ve Seyit Ali hakkında hayli ayrıntılı bilgiler mevcuttur. Seyit Ali’nin Zeyd ve Battal Gazi soyundan geldiğini öne süren bu kaynakta enteresan bir rivayete yer verilmektedir (Okuyucuya önerim aşağıdaki rivayeti Zeyd adı yerine Yezdileri, Battal Gazi adı yerine de destanlarda onunla özdeşleştirilmiş olan Danişmend Ahmet Gazi’yi koyarak alternatif bir değerlendirme yapmasıdır) : 
Buna göre Malatya’nın Arap valisi Omar zamanında Zeyd soyundan Ali Medeni (Aliyyül Medeni, Medineli Ali) diye biri Medine’den gelip Malatya’ya yerleşir. Onun torunlarından El Hasan es-Şair (lakabı: Uzun Hasan) babası ile birlikte Malatya’dan Bayındır’a göçeder. Miladi 1141‘de geri Malatya’ya geldiğinde Abbasi halifesi Muktazibi-errillah tarafından Bağdat’a çağrılıp asker-başı yapılır. Bir süre sonra Erzurum ve Kayser-i Rum üzerine seferlerle görevlendirilir. Bu Uzun Hasan’ın El Hasan El Gazi (Seyit Hasan Gazi) adındaki bir torununa da Bağdat halifesi tarafından Bizans topraklarına sefer görevi verilir. Ulubor, Kiçibor, Uluköy (Uluborlu, Keciborlu, Uluğbey) vd gibi yerler onun tarafından fethedilir. 1196‘da bu bölgede Yunanlılarla yaptığı savaşlarda öldüğünde Uluköy’de (Isparta-Senirkent-Uluğbey) gömülür. 1227‘de bu köydeki mezarı üzerinde bir dergâh yapılır. Onun torunu Zeyd-eş-Şehid/Sadis zamanında ailesi Malatya’dan gelip dergahın bulunduğu yöreye yerleşir. Zeyd es-Şehid, Selçuklular zamanında Ulubor (Uluborlu) kasabasında bir Bizans pususunda ölür. (1293). Onun Seyyid Cafer (Pir Seyid Cafer, ölm. 1282) adında bir oğlu ve Seyyid Cafer’in de Seyyid Ali Gazi (Ali El-Gazi, lakabı: Uzun Er, 1290-1365) ve Karaca Ahmet Veli adlarında iki oğlu vardır. 
Menakıbda anlatılanlar bu Alevi ailenin ve diğer Aleviler’in daha Osman zamanından itibaren Osmanlılar’ın Bizans’a karşı gaza savaşlarına katıldıklarını göstermesi bakımından oldukça önemlidirler. Hacı Bektaş Vilayetnamesi dahil başka menakıblarda da benzer bilgilere rastlarız. 
Veli Baba Menakıbnamesi’ne göre az evvel adını andığımız Seyyid Cafer, ilk Osmanlı Sultanı Osman’ın talebi üzerine yanına oğlu Pir Uzun Er (asıl adı: Ali El-Gazi), torunu Gül Battal Gazi (Uzun Er’in oğludur) ve başka bazı Ehlibeyt mensuplarını da alarak Osman Gazi ile birlikte Bursa (İnegöl tarafları) üzerine seferlere katılır. Bu sırada onun fethettiği yerlerden biri Kara Hisar (Karaca Hisar), bir diğeri de Bilecik kalesidir. 
Seyyid Cafer, Bilecik Kalesi’nin fethedildiği bu seferde şehit düşer (1282). 
Sözünü ettiğimiz menakıbın yazarı olan ve Uluköy’de (Uluğbey) bir zaviyesi/dergahı bulunan Seyit Veli Baba, Seyyid Cafer’in oğlu Uzun Er’i kendi ceddi olarak tanımlamakta ve onun da bir menakıbı olduğunu söylemektedir. 
Veli Baba’nın (ölm. 1647, Uluköy) kendi menakıbında verdiği bilgilere göre, Uzun Er, Hz. Pir Hacı Bektaş Veli’ye intisap etmiştir (Veli Baba, Hacı Bektaş’ın 1248-1338 arasında yaşadığını yazıyor). Onun söylemiyle sürdürürsek, Nişabur Sadat-ı Kazımiye‘sinden İbrahim Sani evladından Hacı Bektaş Veli, Uluköy’e gelerek Uzun Er ile görüşmüş, onu kırk gün çilehaneye sokup zikr ettirmiş ve kendisinin çocuğu olmadığı için ona hilafet verip (onu kendi halifesi olarak seçip) Kırşehir’deki halifelik makamına (postuna) oturmaya göndermiştir. Böylece Kırşehir’deki Hacı Bektaş tekkesi postuna ilkin Uzun Er, ondan hemen sonra da Balım Sultan oturmuştur (Bk. Veli Baba Menakıbnamesi, s. 171, Şeyh Şehabeddin’den naklen). 
Veli Baba Menakıbnamesi’nin çevirisi oldukça kötü. Ayrıca tamda önemli bilgilerin olabileceği pekçok pragrafının ‘okunamadı’ vs türünden özürlerle atlanmış olması ister istemez çevirinin güvenirliliği konusunda kuşku yaratmaktadır. Bazı önemli bilgilerde netlik de yoktur. Örneğin bir yerde az önceki açıklamalarla çelişen şu satırlara rastlıyoruz: 
“Hünkar Hacı Bektaş Veli hazretlerini Pir-i irşad eden Pir Seyyid Uzun Er“dir. 
Bu menakıbda Rumeli fethi aşağıdaki gibi anlatılmaktadır: 
Sultan Orhan’ın oğlu şehzade Süleyman Paşa Rumeli’ne geçip burayı fethetmeye karar verdiğinde (kaynaklar Gelibolu fethi için Miladi 1352, bazen de 1356 tarihini verirler. SC), onun çağrısı üzerine Pir Uzun Er, kendi oğlu Gül Battal Gazi (Cafer) ve torunu Seyit Hüseyin Gazi (Cafer’in oğludur) ile Evlad-ı Ali’den ne kadar savaşçı varsa alıp bu sefere katılmak üzere Kütahya’dan Bursa’ya gitti. Süleyman’la buluşup Rum Eli yakasına geçtiler. 
Bu geçişte Süleyman’ın yanında şu isimler vardı: 
Uzun Er, oğlu Gül Battal ve torunu Hüseyin Gazi, ayrıca Ece Bey, Fazıl Bey, Evranus Bey ve Hacı İl Bey. 
Ece Bey ile Evranus Bey, Karasi denen Balıkesir’in bahadırları idiler. Hepsi kendi askerleriyle birlikte gelmişlerdi. Bursa’dan hareketle Aydıncık’a gittiler. Belkis için yapıldığı rivayet edilen Kasr-ı Süleymani’ye çıktılar. Sal’ı yapan Ece Bey ile Fazıl Bey, Uzun Er’e dönüp “Ey Pir! Seyyidimiz sen de bizimle gel!“ dediler ve Uzun Er de bindi sala. Sallardan birinde Şehzade Süleyman, Uzun Er, onun oğlu ve torunu, diğerinde de Ece Bey, Fazıl Bey, Hacı İl Bey ve Evrenos varlardı. Hep birlikte Gelibolu civarında karaya çıktılar ve “Destur Ya Pir!“ diyerek karanlık bir gecede Rumeli’ne geçtiler. Gelibolu’yu Ece Bey, Uzun Er, Gül Battal ve Hüseyin Gazi fethettiler. Gül Battal ve oğlu Hüseyin Gazi, Gelibolu fethinde şehit düştüler. Uzun Er onları orada defnedip sonra da Gelibolu’yu fethetti ve ardından Bandırma’ya çıktı. 
Böylece Veli Baba’ya göre Gelibolu Fatihi Uzun Er (Seyyid Ali Gazi, Ali El-Gazi)‘dir. 
Veli Baba’da anlatılan Seyit Ali (Uzun Er), benim düşünceme göre Kızıl Deli (Seyit Ali Sultan) olarak bilinen kişiyle aynı olmalıdır. 
Nejat Birdoğan’ın kendi kitabında yerverdiği Osmanlı belgelerine göre Kızıl Deli, Rumeli fethinden sonra Yıldırım Bayezid döneminde Rumeli’de mülk edinmiş ve bu mülkü oğullarına geçirmiş. Kayıtlarda bundan Kızıl Deli Oğulları Vakfı diye sözediliyor. Vergilerden muaf tutulan bu vakıf 19. Yüzyılda da devam ediyor. Kızıl Sultan (nam-ı diğer: Seyyid Ali)’ın Dimetoka kazasında gömülü olduğuna işaret ediliyor. Kanuni Sultan Süleyman dönemine ait bir diğer belgede Sultan Bayezid zamanında yaşayan Kızıl Deli Oğulları arasında Gülşehri (ve Gülşehri’nin oğulları Ahi Ören Baba ile Bahşayiş Baba), İlyas, Celal, İshak ve Sinan’ın adları geçiyor. 
Veli Baba’nın verdiği secerede Uzun Er’in Hızır, Hasan ve Cafer (Gül Battal) adında üç oğlu sayılır. Gülşehri ve Gülbattal aynı olabilir belki. Kırşehri’nin bir adı da Gülşehri’dir. 
Bu bilgiler doğru varsayılırsa Hacı Bektaş’ın ilk halefi (Bektaşi tekkesi postnişini) olduğu söylenen Seyit Ali Sultan (1310-1402)‘ın Zeyd soyundan ve Veli Baba’nın atalarından Seyyid Ali (Uzun Er) olması gerekir. Seyit Ali (Uzun Er)’den sonra ise Bektaşi postuna Balım Sultan oturmuştur. Ama Balım Sultan’ın Uzun Er’le ilişkisi nedir söylenmiyor. Uzun Er’in çocukları arasında Balım Sultan diye bir ad geçmiyor. 
C. Ulusoy’un aktardığı bilgilere göre Bektaşi postnişini Seyit Ali Sultan, Hacı Bektaş-Fatma Nuriye (Kadıncık Ana) çiftinin oğlu olup asıl adı İbrahim’dir. 1356‘da Sultan Orhan’ın oğlu Süleyman’la birlikte Rumeli’ne geçenlerden biridir. Rumeli’nde Kızıl Deli adıyla bilinmiş. Dimetoka’daki Seyit Ali Sultan Tekkesi’ni kuran odur. 
Bu bilgi de benim Seyit Ali Sultan = Kızıl Deli = Uzun Er arasında kurduğum özdeşliği doğrulamaktadır. Böylece bu halka da kesinleşmiş sayılabilir. Bu halkadan geriye ve ileriye doğru yürünerek Hacı Bektaş’ın ve Bektaşi Tekkesi postnişinlerinin tarihi kimlikleri konusunda söyledikleri 
Arastirilabilinir. 



SÜCEADDİN VELİ OCAĞI BELGELERİ
 Şücaaddin Veli, XIV. Yüzyılın sonu ile XV. Yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan önemli ve karizmatik Türkmen dedelerindendir. Anadolu’da dört büyük Veli’den birisidir. Şücaaddin Veli’nin Türbe ve zaviyesi, Eskişehir’e bağlı Seyyidgazi ilçesinin, Arslanbeyli köyünde bulunmaktadır.
İmam Rıza soyundan olan Süceaddin Veli, İran’ın Horasan bölgesinden Anadolu’ya gelmiştir.
Süceaddin Veli’nin yaşadığı dönem hakkında kesin tarih olmamakla birlikte, aşağıda verilen bilgilerden 14. asrın ikinci yarısı ile 15. yüzyılın 1. nci yarısında yaşamış olduğu anlaşılmaktadır.
Şücaaddin Veli, yaşadığı dönemde etkin faaliyetlerde bulunmuş, çok önemli bir velidir. Bu önemli veli hakkında en önemli bilgileri, Otman Baba Velayetnamesinden anlıyoruz.
Velâyetnamede yazıldığına göre: O kani velayet ve Kutb-ül Aktab Otman Baba günlerden bir gün, bütün abdallarını bir yere topladı: “Biz bu mülkte iki kişiyiz ki, birimize Hüssem Şah ve birimize de Şefküllü Bey derler ve o benim koçumdur.Şefküllü Bey dediği, Sultan Şücâaddin Veli’dir” diyerek, dervişlerine Şücaaddin Velihakkında bilgi veriyor.
 Otman Baba velâyetnamesinde, Otman Baba’nın 1430 yılında Anadolu’ya geldiği yazılıdır. 1478 yılında da Hakk’a yürüdüğünü biliyoruz. Buna göre Otman Baba, 1430-1478 yılları arasında İstanbul ve genellikle Balkanlarda yaşamıştır. Süceaddin Veli, Otman Baba ve Karpuzu Büyük Hasan Dede, her üçü de Kalenderi Şeyhi idiler.
 Süceaddin Veli, sadece bir şeyh veya yerel halkın arasında yaşayan bir eren olmayıp, yüksek Osmanlı komutanları ile de yakın ilişkisi bulunan bir kimse idi.
Balkanların fethi sırasında Gazi komutanlardan Evrenos Gazi, Seyit Ali Sultan’ın (Kızıldeli) yanında yer almıştı. Evrenos Bey’in işgal ettiği yerlere, yani Edirne, Dimotoka, Selanik, Kırcali, Arnavutluk, Makedonya ve Macaristan bölgeleri, Kızıldeli’ye bağlı “Bektaşilerin” yoğun olduğu bölgeleridir.
Yine Balkanların fethi sırasında Gazi komutanlardan Timurtaş Paşa’ın işgal ettiği bölgeler, yani Edirne, Haskova, Kırcali, Şumlu, Razgrad, Silistre ve Varna (Deliornman ve Dobruca) bölgeleri ise Sarı Saltık, Otman Baba ve Süceaddin Veli’ye bağlı “Babai Bektaşilerin” yoğun olduğu bölgelerdir ve bugün bu bölgelerde yaşayan veya muhtelif tarihlerde Türkiye’ye göç etmiş olan “Babai Bektaşiler”, Süceaddin Veli’ye bağlıdırlar.
Evrenos Paşa, Seyit Ali Sultan’ın yanında yer alırken,  Timurtaş Paşa da Süceaddin Veli’nin yanında yer almıştı. Çünkü Timurtaş Paşa da Şücaaddin Veli’in müridi idi. Daha sonra da Timurtaş Paşa’nın oğlu “Mürvet Ali Paşa”, Süceaddin Veli’nin müridi olmuş ve bugünkü Şücaaddin Veli külleyesi Müvrvet Ali Paşa yaptırmıştır ve onun  türbesi de Süceaddin külliyesinde ve Süceaddin Veli türbesinin yanındadır. Mürvet Ali Paşa ile Sücaattin Veli arasında geçen vaka şöyle naklolmuştur. Osmanlı ordusunun komutanı olan Demirtaş paşa, askerleri ile savaşa çıkar. Yolu şimdiki şücaattin köyünden geçer. Ve köyde konaklaması gerekir. Köyün şeyhi Seyit Şücaattin Veli, garip fakir kulübesinde oturmaktadır. Köye gelinceye kadar kendisinden bahsedilen Şeyh’ten hayır himmet almak isteyen Demirtaş Paşa, Şeyh’in huzuruna çıkar; elini öper sefere çıkacaklarını, hayır duasını almak isteyen Demirtaş Paşa, bir gece de köyde misafir olmak istediklerini belirtir. Bu duruma sevinen şeyh, misafirlerinin Tanrı misafiri olduğunu onları ağırlayabileceklerini söyler. Böylece köyde konaklarlar. Konaklamadan önceki olaylar olağan üstülüklerle doludur. Demirtaş Paşa dört büyük Veliden biri olan Seyit Şücaattin Veli’nin yanına gelir.  Hünkarım biz çok kalabalığız görüyorumki köyünüzün askere yetecek kadar ne ekmeği nede suyu var. Seyit Şücaattin Veli: paşa! Zaman her şeyi çözümler biz hele biraz gezinelim ne kadarsınız bir görelim. Şimdiki adı “çayırlık” olan askerlerin bulunduğu mevkiye gelirler. Kudretine inandığımız o güzel veli elindeki asayı yere vurur; asayı vurduğu yerden suyla birlikte arpa gelmeye başlar. Bu atlarınızın suyu ve yemi olsun der. Yüz metre ileriye gidilir, tekrar asasını batırır. Bu sefer suyla birlikte bal akmaya başlar. Buda askerlerin yiyeceği olsun der, ( burası şu anda çeşme haline getirilmiş imside bal pınarı olmuştur. )suları aynı kaynaktan gelir ama dışarı akarken birirsi daha koyu renktedir. Birlikte kulübesine gelirler. Sohbet etmeye başlarlar. Demirtaş Paşayı çok etkileyen Seyyit Şücaattin Veli Hazretleri ekmekçisini çağırır. Bir tekne un ister onu dualayıp ekmekçiye verir. Hamur yapılır fırına verilir. Bir tekne hamurdan bir tabura yetecek kadar ekmek alınır. Bu durum paşanın dikkatini çeker. Fırına eğilip bakar bir mum yanmaktadır. Fırının ateşi sadece budur. Tabii şaşırıp şeyhe sorar. Şeyh’im bu mum nasıl olurda bu fırını ısıtır? Seyyit Şücaattin Veli yapığım dua, Nur suresinin 35 ayeti idi sönmeyen ışık olan alemlerin kalbinide aydınlatan, kibritsiz de yanan bu ateş sayesinde ekmekler pişti der. Demirtaş Paşa çok etkilenir ve sabaha kadar Seyyit Şücaattin Veli ile sohbet eder. Paşa hasta olan hayvanlara ve Askerlere de himmet etmesini ister. Seyyit Şücaattin Veli arpa ile akan suda banyo yapmalarını ve hayvanlarını geçirmelerini ister. Bu suyun onlara şifa vereceğini söyler Bu olağan üstü olayların sonunda: Seyyit Şücaattin Veli’den memnun olan  Demirtaş Paşa  sabah müsaade isteyip ayrılırken Şeyh’in yeşil taşlı yüzüklü elini öper, hayır duasını alır. Şeyh’te Demirtaş Paşa’nın Atını okşar ve muzfferiyetler dileyerek Allah’ın yardımcı olmasını diler. Yola çıkan Demirtaş Paşa muharebe alanına gelir. Alanda çok yüksek kayalar vardır. At ürker ve yüksek bir kayaya fırlar, At kayadan inmez Paşa kızar Ben bir ulu veliye uğradım medet sende ey pir der. Atını mahmuzlayıp at cesarete gelir ve aşağıya inmeye başlar. Atını sevip okşayıp mükafatlandırmak isteyen Paşa, eğildiğinde bir bakar. Atının döşünde elini Öptüğü Seyit şücaattin Veli’nin yeşil taşlı yüzüklü elini görür. Aşağı inince el kaybolur. İşte o zaman demirtaş paşa kendi kendine söz verir: bundan sonra kimseyi öldürmeyip ömrümün geri kalan kısmını seyit Şücaattin Velinin huzurunda geçireceğim ona hizmet edeceğim diye söylenir. Savaş bitiminde askerlerini toplayan Demirtaş Paşa savaş ganimetlerini askerleri arsında eşit olarak dağıtır. İsteyen dilediği yere gidebilir, benimle gelmek isteyenler Seyyit Şücaattin Veli köyüne gelsin der. Yanında Menezgah baba, Tokmakçı baba, Davulcu Baba, ve Saciyak Baba ile birlikte köye gelir. Derviş olup ikrar verip hizmet ederler. Demirtaş Paşan’nı adı değişir Mürvet Ali Paşa olur. Çok zengin olan mürvet Ali paşa Şeyh’ten rıza alıp  memleketine gider. Bütün malını mülkünü satar, tekrar köyüne döner. Seyit Sultan Şücaattin Veli’ye Şeyhim senin mezarının bir taşı altın bir taşı gümüş olarak ben yaptıracağım der. Seyyit Şücaattin Veli Sen o şekilde mezar yaptırırsan benim başıma yıkarlar. Benim mezarımı yaptıracaksan bir sırası sarı taş bir tarafı beyaz taş olsun der.
Sultan Sücaeddin Veli, Balkanlarda da faaliyet göstermiş olmasına rağmen genellikle, Eskişehir-Seyit Gazi Merkez olmak üzere Bursa, Afyon, Kütahya, Isparta, Manisa ve Ankara bölgeleri, faaliyet alanları içersinde bulunuyordu.
 ŞücaaddinVelî Ocağı, Otman Baba süreklileri ve Karpuzu Büyük Hasan Dede ocaklıları aracılığı ile hem Balkanlarda hem de Anadolu'da örgütlenmiş, etki ve denetim kurmuş, demografik hacmi oldukça büyük bir inanç-kültür merkezi konumundadır.
ŞücaaddinVelî Ocağı, Alevî-Bektaşî inanç ritüelleri açısından da önemli özellikler gösterir. "ikrar" olarak tanımlanan ritüel, ocağın talip topluluğuna katılmanın başlangıcıdır. "Görgü Kurbanı", "Dar Kurbanı" ŞücaaddinVelî ocaklılarının gerçekleştirdiği diğer cem ayinleridir.
ŞücaaddinVelî Ocağı, "pençeli" ocaklar grubuna dâhildir. Bu bağlamda ŞücaaddinVelî Ocağı'nm önemli bir özelliği daha ortaya çıkmaktadır. Gerek Karpuzu Büyük Hasan Dede Ocağı ve bu ocağa bağlı Şah Kalender Velî, Cibâlî Sultân, seyyid Hacı Ali Turabî, Seyyid Hacı Murâdî ve Mehemmed Abdal Ocakları, gerekse Otman Baba süreğini takip eden Alevî-Bektaşî toplulukları "tarıklı", "erkânlı" ocaklar grubundadır. Tarıklı ocaklar, ocak tâlipliğinin başlangıcına, "musahiplik" ritüelini alan ocaklardır. Bu karakteri ile ŞücaaddinVelî Ocağı merkezli Otman Baba Süreği ve Karpuzu Büyük Hasan Dede Ocağı bağlantılı ocak Pîramit yapılanışı, "pençeli" ve "tarıklı" inanç-dede ocaklarını bünyesine alan bir özellik göstermektedir.
ŞücaaddinVelî Ocağı'na bağlı inanç-dede ocaklarının dışında direkt bağlı Alevi-Bektaşi toplulukları da bulunmaktadır. Bu topluluklar Eskişehir, Kütahya ve Bilecik yörelerinde yoğunluk göstermektedir.
ŞücaaddinVelî Zaviyesi, Eskişehir-Kütahya-Bilecik ve Afyon yöresi Alevî-Bektaşî toplulukları açısından önemli bir inanç-kültür merkezidir. Yöre, Alevî-Bektaşîlerinin Seyyid Battal Gazi Zaviyesi sonrası, yoğunluklu olarak ziyaret edip kutsadıkları, adak adadıkları, kurban ritüelini gerçekleştirdikleri kutsal mekânların başında, ŞücaaddinVelî Zaviyesi gelmektedir.
ŞücaaddinVelî Ocağı'nın özelliklerinden biri de "post-nişînlik" uygulamasıdır. Arslanbeyli köyünde yerleşik "Demirtaş sülalesi" ŞücaaddinVelî Ocağı dede ailesidir. Demirtaş sülalesine mensup her erkek üye "dede" kimliği taşımaktadır; fakat aileye mensup bir kişi ocağın post-nişînlik görevini yürütmektedir. Benzer yapılanışlar, Karpuzu Büyük Hasan Dede ve Cibalî Sultân Ocakları'nda da bulunmaktadır. Karpuzu Büyük Hasan Dede ve Cibali Sultân Ocakları'nda "post-nişîn", "Ulu" olarak adlandırılmaktadır.
 Günümüzdeki ŞücaaddinVelî Ocağı Postnişini Sayın Nevzat Demirtaş Dede'denEskişehir ŞücaaddinVelî Kültür ve Tanıtma Derneği Başkanı Sayın Nusrettin Demirtaş aracılığı ile Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Merkezi'ne gönderilen, vakıf senedi, ferman, berat, icazet türü tarihî belgeler üzerine yapılan belgebilim çalışmalarıyla, ŞücaaddinVelî Ocağı ile ilgili belli kritikler yapma imkânı oluşmuştur. ŞücaaddinVelî ocaklı dedeleri, günümüze kadar ulaşan sözlü bilgiler bağlamında, ŞücaaddinVelî'nin İmâm Rıza soyundan geldiğini belirtmektedirler. Merkezimize ulaşan belgelerden biri de özel vakıflara ait bir senet taslağı olup, bu senet taslağında ŞücaaddinVelî, İmâm Ali Rıza soyundan bir seyyid olarak tantılmaktadır. (Belge 1).
ŞücaaddinVelî ocaklıları, yörede tarihsel anlamda üç önemli Alevî-Bektaşî zaviyesi bulunduğunu ve bunların Seyyid Battal Gazi, ŞücaaddinVelî ve Üryan Baba Zaviyeleriolduğunu ifade etmektedirler. Yapılan belgebilim çalışmalarıyla, özellikle Üryan Baba Zaviyesi ile ilgili önemli bilgiler ortaya çıkmıştır.
Bulgulardan çıkan sonuçta, her üç zaviyenin de birbiriyle bağlantılı ve ilişkili olduğu görülmektedir. Üç zaviyede de post-nişînlik kurumu var olup, üç post-nişînin de aynı düşünce ekseni içerisinde yer aldığı görülmektedir. (Belge 7-10).
Belgeler üzerinde yapılan analiz çalışmaları sonucunda, üç zaviyenin de vakıflara sahip oldukları tespit edilmiştir. Özellikle "Sultân Suca' Baba Vakfı" yörede geniş bir sahada etkinlik ve denetime sahiptir. (Belge 7-8).
Belgebilim çalışmamızla ortaya çıkan en önemli tespit ise, Anadolu ve Balkan Alevî-Bektaşî inanç-dede ocakları arasında önemli bir yere sahip ŞücaaddinVelî Ocağı'nın, bir üst zaviye olarak Hacı Bektaş Zâviyesi'ne bağlı olan "Çelebiler" ekolünü takip ettiğinin belirlenmiş olmasıdır. Tarihsel süreçte ŞücaaddinVelî ocaklı dedelerinin, Hacı Bektaş Çelebilerini kutsadıkları ve Pîr kabul ettikleri görülmektedir.
Belgelerde, ŞücaaddinVelî ocaklı dedelerinin, Hacı Bektaş Velî Dergâhı'na gelip, evliyanın yolunu kabul ettikleri, kendilerine post ve halifelik verildiği, Bektaşi tarikatında kutsal emanetler olarak bilinen, "sofra", "çerağ", "kılıç" ve "teslim taşı"nın kendilerine verildiği ve halifeliğe layık görüldükleri belirtilmektedir. Bu belgelerin veriliş sebebi açıklanırken şu ifade veya benzer ifadelere yer verilmektedir;
" Mübarek dedem, ariflerin sultânı, âşıkların en yücesi Hacı Bektaş Velî hazretlerinin mübarek dergâhlarına gelip evliyanın yolunu kabul eden Derviş Kerim Dede'ye icazet, sofra, çerağ, kılıç ve telsim taşı verilerek halifeliğe layık görülmüştür." (Belge 4-5-6).
Belge 4 'teki şahitler kısmına ve belgeyi verenin bulunduğu bölüme bakıldığında, belgenin Feyzullah Çelebi tarafından verildiği ve Hacı Bektaş Dergâh'ından çıktığını açık bir şekilde anlaşılmaktadır.
Belgelerin tarihleri incelendiğinde, en eskisinin 18.yüzyıla kadar (1791) gittiği görülmektedir. (2) Buradan hareketle, ŞücaaddinVelî ocaklı dedelerinin, Hacı Bektaş Velî Çelebileri ile tarihsel bir ilişki içerisinde olduğu tespit edilmektedir.
2005 yılında, Arslanbeyli köyünde yaptığımız saha çalışmaları sırasında, tespit ederek inceleme olanağı bulduğumuz bu tarihî vesikalar üzerinde yaptığımız bu çalışmanın, ŞücaaddinVelî Ocağı ile ilgili yeni bilimsel açılımlar sağlayacağını umuyoruz.
Şücâaddîn Velî Sultân Belgeleri Belge 1 Vakıf senedi Evkâf-ı Müstesnaya Mahsus Senedir 4 Kuruş
Bismillahirrahmânirrahim. Seyyidi Sultân Şücâaddîn Velî, kutbu evliya İmâm Rıza neslinden üçüncü toru­nudur. 1255 yılında 90 yaşında olup laka­bına Pîr-i Fânî derlerdi. Amasya tarihinde dört oğlu olduğu mevcuddur.
Kayıd mevcûd Tekke Kütüphanesi iki Mühür var(okunamadı)
Günümüz Türkçesine Çevirisi Özel Vakıflara Ait Vakıf Senedidir
Dünya'da tüm insanları ve canlıları, ahirette ise, sadece inananları bağışlayıp koruyan Allah'ın adıyla başlarım.
Seyyit Şücâaddîn Sultân Velî, evliyanın başı imâm Rıza'nın soyundan olup, üçüncü kuşaktan torunudur. 1255/1839 yılında 90 yaşında olup, lakabına Rr-i Fâ-nî(Yaşlı ve bilgili kişi) denirdi. Amasya tarihinde dört oğlu olduğu mevcuddur.
(Bu bilginin)Kaydı Tekke kütüphanesinde vardır. Mühür
  SEYİYD SULTAN ŞÜCEADDİN VELİ DERGÂHI
                  VE POST-NİŞİNLER
Aşağıdaki bilgilere dayanarak, yaklaşık olarsak iki yüz kırk beş yıl öncesine kadar Şüceaddin Veli Dergâhı’nın başında bulunan post-nişinler ve bugün dergâhın başında bulunan Nevzat Demirtaş Dede.
Sultan Seyyid Battal Tekkesi’nde Pir Mehmet Dede, onun Hakk’a yürümesinden sonra yerine oğlu Ali İlhâmi Dede geçiyor.
    Sultan Şüceaddin Veli Tekkesi’nde Mehmet Şüceaddin Dede ve onun Hakk’a yürümesinden sonra yerine oğlu şair Ali Rıza Hadi Dede geçiyor. [1][1]
    Sadrazam Yusuf Kâmil Paşa’nın zevcesi Zeynep Hanım, ikrar bent olmak için, yukarıda isimleri geçen Pir Mehmet Dede ile Mehmet Şüceaddin Dede’yi, İstanbul’a çağırmış ve dedeleri misafir olarak konağında aylarca alıkoymuştu.
Anadolu’nun en maruf iki post-nişini olan bu mümtaz şahsiyetleri görmek emeliyle, İstanbul’un hemen bütün Bektaşileri, güruh güruh ziyaretlerine gelmişler. Bu vesile ile Zeynep hanımın konağında müteaddit Bektaşi âyinleri açılmıştır.
    Bu arada, konağın belli başlı müdavimlerinden bir Bektaşi, ahbabı olduğu bir divan kâtibini de Zeynep Hanım’ın konağına getirir ve dedelerle görüştürür. Bu aziz, misafirlerin sohbet ve muhabbetlerinden pek ziyade mahzur ve müteleziz olan divan kâtibi, ziyaretlerini sıklaştırır ve her gün yanlarına gelip gitmeye başlar.
    Bu genç kalem efendisi, bir aralık dedelere ikrar-bent olmak arzusunu açarsa da: “Evlât, dur bakalım! Biraz yan yakıl! Öyle ca’li bir isteyiş, kuru bir arzu ile adamı hemen Bektaşi yoluna alıvermezler” diye mukabelede bulunurlar.
    Bu târize hedef olan divan kâtibi, sarsılır. Gün gectikçe bu zatlara olan meftunluğu artar. Muhabbetlerine olan mey’ü rağbeti daha da ziyade çoğalır. Git gide tahammülfersa bir hal alır. O sırada, artık memleketlerine dönmek üzere hazırlanmakta olan dedelerin eteklerine sarılarak göz yaşları akıtmağa ve: “El’eman, medet, mürüvvet erenler! Beni mahrum bırakmayın, gerçekler yoluna alın beni” diye yalvarmağa başlar.
    Bu gençteki yüksek kabiliyet ve istidadı, sarsılmaz azm-ü itikadı gören dedeler, artık dayanamazlar; İstanbul’lu Bektaşilerin de şefaat ve kefaletleri üzerine, bu sadık Türk çocuğuna, Zeynep Kâmil Hanım’ın konağında meydan açarak, nasip verirler.
    Beş sene Sultan Seyid Battal Tekkesinde hizmet ettikten sonra, Pir Mehmet Dede’nin Hakk’a yürümesi üzerine, Sultan Şücaaddin Veli Tekkesi’ne gelerek postunu serer. Bu sırada Mehmet Şücaaddin Dede Hakk’a yürümüş, yerine oğlu şair Ali Rıza Hâdi geçmişti. Genç Abdal, bu defa bu zâta bağlanır, dergâhın hizmetlerine can-ı gönülden koşar ve Hadi Dede’nin her emrine itaat eder. [2][2]
    Şair Ali Rıza Hâdi’yi, Zeynep hanım bir aralık İstanbul’a davet etmiş, mumaileyh bu davete icabed ederek, İstanbul’a gelirken yanında Genç Abdal’ı da götürmüştür. Zeynep Hanım, misafirlerini, uzun müddet konağında alıkoymuştu. Bu hanımefendinin de şiirle ülfeti olduğu, söylediği bir şiirinden anlaşılmaktadır. Bu şiiri, Genç Abdal misafirliği esnasında kendi cönk defterine kaydetmiştir. [3][3]
    Gudemayı Üdabâ’dan Veysi Paşazade Zeynel Abidin, Reşit Bey merhum, bu muhterem kadını, “Zübdetün-nişa” namıyla yad etmektedir. Mehmet Ali Paşa, evladı arasında akl-ü fitnat ve kerem-ü mürüvvet ile kendisine benzeyen üçüncü kızı Zeynep Hanımı, evlât ve akrabinin (akrabalarının) muhalefetine rağmen, Yusuf Kâmil Paşa’ya tenkih (nikah) eyledi. Hicri, 1261/Miladi, 1845’te Yusuf Kâmil Paşa, Zeynep Hanımla evlenince, Drama’lı şair Hüseyin Kâzım Efendi, şu tarihi söylemiş:
 Eder Tahsin (Kâzım) ümm-i dünya böyle tarihi
Aziz-i Mısr’a Yusuf oldu izzetle güzel damat
Hicri 1261/ Miladi 1845. O sırada Mısır’da tahsilde bulunan Münif Paşa’da:
Zehi oldu aziz-i Mısr’a bir Yusuf-Şiyem damat
Hicri, 1261/Miladi, 1845 mısraları ile tarih koymuştur. [4][4]
Genç Abdal, Hicri 1290/Miladi 1874 tarihinde 85 yaşında Hakk’a yürümüştür. Kabri, Sücaaddin Veli Dergâhı’nda bulanan garipler mezarlığındadır. [5][5]
    Özetleyecek olursak, Mısır’da kendi hükümdarlığını ilan etmiş bulunan Mehmet Ali Paşa, evlatlarının ve akrabalarının karşı çıkmasına rağmen, mizaç bakımından kendisine çok benzeyen üçüncü kızı Zeynep Hanımı, 1845 yılında Yusuf Kâmil Paşa ile evlendiriyor.
    Sadrazamlığa kadar yükselen Yusuf Kâmil Paşa’nın eşi Zeynep Kâmil Hanım, ikrar bent olmak, yani ikrar vererek Hakk, Muhammed, Ali yoluna girmek istiyor. Bunun için de Battal Gazi Tekkesi Post-nişini olan Pir Mehmet Dede ile Şüceaddin Veli Tekkesi Post-nişini olan Mehmet Şüceaddin Dede’yi İstanbul’a çağırmış ve dedeleri misafir olarak konağında aylarca alıkoymuştu.
    Anadolu’nun en maruf iki post-nişini olan bu mümtaz şahsiyetleri görebilmek için İstanbul’un hemen bütün Bektaşileri, güruh güruh ziyaretlerine gelmişler. Bu vesile ile Zeynep Hanım’ın konağında defalarca Bektaşi meydanları açılmıştır.
    Bu arada bir dostu ile birlikte Genç Abdal’da bu ayinlere katılmış, pek çok etkilenerek ikrar-bent olmak istemiş ve sonunda bu emeline kavuşarak önce Seyid Battal Tekkesine, daha sonra da Şücaaddin Veli Tekkesine yerleşerek 85 yaşında bu Dergâh’ta Hakk’a yürümüştür. [6][6]
    Ancak Genç Abdal sağlığında Zeynep Hanım’ın konağına l874 yılından önce ikinci bir defa daha gelmiştir. Genç Abdal, 1874 yılında ve 85 yaşında Hakk’a yürüdü ise 1789 yılında doğmuş demektir. Genç Abdal Zeynep Kâmil Hanım’ın konağında dedelerle tanıştığı zaman, genç bir divan kâtibi olduğuna göre, dedeler, ondan çok daha yaşlı olmalıdır. Bu duruma göre dedelerin doğum tarihleri, yaklaşık olarak 1760 veya 1765 yılına tekabül eder. Zeynep Hanım’ın Pir Mehmet Dede ile Mehmet Şüceaddin Dede tarafından ikrar-bent olduğu tarih ise 1845-1850  yılları olabilir. Bu bilgilerin dışında daha sonra da şu aşağıdaki bilgiye ulaşıyoruz.
    Ariflerin sultanı, âşıkların burhanı, Hazret-i Hünkâr Hacı Bektaş Veli (Allah Sırrını mukaddes kılsın) Efendimiz hazretlerinin dergahına gelip Sultan Şücâaddin Baba post-nişini Şüca Dede, evliyanın yolunu kabul idüp, kendisine sofra ve çerağ ile icazet ve inabet ve halifelik virildi. Kendisine safa ve nazar olundu. Müritler kendisine tutuna, muhipler onu bile. Yüce tarikatımız üzere ola ve icazetnamenin gereği ile işler işleye. Bu işlerinde kimse ona engel olmasın. Tarikat dışı hareket edenlerin hakkından gelsin. Hakk’a tabi olanlara selam olsun. 1206/1791 yılının cemaziyet evvel ayını ortaları. [7][7]
                                                                                                              Ali YÜCE Dede

Kaynak: Hakkı SAYGI ( Baba)
Mehmet DEMİRTAŞ (Dede)
Türk Kültürü Hacı Bektaşı Veli Araştırma dergisi (Gazi Üniversitesi)
 [8][1] Mehmet Tefik Oytan Bektaşiliğin iç yüzü, Cilt 1. S. 15, 1945 -İstanbul
[9][2] Mehmet Tefik Oytan Bektaşiliğin iç yüzü, Cilt 1. S. 18, 1945 -İstanbul
[10][3] Mehmet Tefik Oytan Bektaşiliğin iç yüzü, Cilt 1. S. 18, 19, 1945 -İstanbul
[11][4] İbnl Emin Mahmud Kemal İnal. Cüz. 2. Osmanlı devrinde son sadrazamlar.
[12][5] İsmail Onarlı, Yusuf Paşa ve zevcesi Zeynep Kâmil Hanımla ilgili olarak yukarıdaki bilgileri vermektedir. Cem Dergisi Mart 2002  sayı 119, sayfa 36
[13][6] Zeynap Kamil Hanım, 1845 yılında evlendiğine göre, Dedeleri İstanbul’daki konağına getirtip, ikar vermesi, bu tarihten sonradır. Zeynep Hanım’ın konağına ilk olarak gelen ve dedelerle tanışan Genç Abdal, “genç bir kalem efendisi olarak tanıtılıyor.” Verilen tarihlere göre Genç Abdal, 1789  yılında doğmuştur. Buna göre 1845 yılında, yani Zeynep Kamil Hanım’ın evlendiği yıl olan 1845’te (45+11= 56) yaşındadır. Burada bir çelişki olabilir.
[14][7]  Türk Kültür ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi Sücaaddin Veli Özel Sayı. S. 28 Bahar 2006/37
 Kaynak: Hakkı SAYGI
Mehmet DEMİRTAŞ
Türk Kültürü Hacı Bektaşı Veli Araştırma dergisi (Gazi Üniversitesi)