KARIŞIK

22 Şubat 2016 Pazartesi

Kerbela Şehidleri: Kasım b. Hasan

Kerbela Şehidleri: Kasım b. Hasan


Kasım b. Hasan'ın Ezrak'ı öldürmesi
Konya Mevlana Müzesi 

Kasım b. Hasan b. Ali b. Ebi Tâlib, 47/667-668 yılında Medine’de doğdu. İki yaşındayken babası İmam Hasan’ı (as) kaybetti (5 Rebiyülevvel 50/2 Nisan 670). Babasının şehadetinden sonra, Kerbelâ’da şehid oluncaya dek, amcası İmam Hüseyin’in himayesinde büyüdü. Kerbelâ’ya annesi, erkek ve kız kardeşleri ile birlikte gitti. Şehid olduğunda 13 veya 14 yaşındaydı.

*
İmam Hüseyin, 9 Muharrem 61/9 Ekim 680’de, Tasua akşamı bir konuşma yaptı; akrabalarını ve sahabîlerini ertesi gün bütün erkeklerin öldürüleceği konusunda uyardı ve onlara isterlerse gecenin karanlığından faydalanıp gidebileceklerini söyledi. İmam Hüseyin’in bütün akrabaları ve sahabîleri ölümü göze almıştı; kimse gitmedi. 

Bu esnada yaşça en küçük olan Kasım, İmam Hüseyin’in yanına geldi ve “Ben de yarın öldürülenlerden olacak mıyım?” diye sordu. Bunun üzerine İmam Hüseyin, Kasım’a ölümü nasıl gördüğünü sordu. Kasım, “Bence baldan tatlıdır.” diye cevap verdi. İmam Hüseyin, “Amcan kurban olsun! Evet, sen de büyük belaya müptela olduktan sonra öldürüleceksin!” dedi ve ekledi: “Küçük oğlum Abdullah da öldürülecek!” Kasım, “Süt çocuğunu da mı öldürecekler?” diye sorunca İmam Hüseyin, “Evet!” dedi.

10 Muharrem 61/10 Ekim 680 Âşura Günü, Ali Ekber’in şehadetinden sonra Kasım, amcası İmam Hüseyin’in yanın gidip ondan savaşmak için izin istedi. İmam Hüseyin Kasım’a baktı, kucakladı; ikisi birden ağladı. İmam Hüseyin henüz küçük olduğundan ona savaşma izni vermedi. Kasım amcasının elini ayağını öptü, ısrar etti ve amcasından izin aldı.

Ağlamaklı, amcası İmam Hüseyin’den ayrılan Kasım, recez okuyarak düşman askerlerine doğru yürüdü:

“Beni tanımıyorsanız söyleyeyim; ben Hasan’ın oğluyum,
O da kendisine itimat edilen Nebi Mustafa’nın (s) oğludur.
Hüseyin bir esir misali öyle bir güruhun ortasında kaldı ki,
Allah yağmurlu günde onları susuz bıraksın!”

Kasım b. Hasan, üstünde abası ve gömleği, ayağında sol bağcığı açılmış sandallarıyla savaş meydanına girdiğinde hâlâ recez okuyordu:

“Ben Ali neslinden Kasım’ım,
Beytullah’a ant olsun biz Nebi’ye,
Şimr Zilcevşen’den de, evlatlıktan da (İbn Ziyad) daha yakınız!”

Kasım artık savaş meydanında, düşman askerlerinin karşısındaydı. Bundan sonra olanları Humeyd b. Müslim anlatır:

“Ben Ömer b. Sad’ın askerlerinin arasındaydım. Bize doğru gelen bir delikanlı gördüm; yüzü ay parçası gibiydi, elinde bir kılıç vardı, üzerinde de abasıyla gömleği. Ayağında da sandalları vardı; hiç unutmam sol tekinin bağcığı açıktı. Amr b. Said bana, ‘Vallahi üstüne saldırıp onu öldüreceğim.’ dedi. Subhanallah! Ne yapmak niyetindesin, zaten etrafı sarılmış, bu ona yeter, dedim. ‘Yok, yok, üstüne saldırıp onu ben öldüreceğim!’ dedi. Bunu der demez Kasım’ın üstüne saldırdı, bir kılıç darbesiyle alnını yardı. Kasım yüzüstü yere yığıldı, haykırıyordu: ‘Amcacığım! Yardımıma koş!’ Hüseyin bir şahin hızıyla yetişti, Kasım’ın başucunda durup aslan misali onun katiline saldırdı. Hüseyin kılıcını kaldırdığında Amr, kendini korumak için kolunu kaldırınca kolu koptu. Sonra bağırmaya, yardım çağırmaya başladı. Kufeli askerler yardımına koştular. Çarpışma başladı. Bu esnada Amr b. Said kurtuldu. (Amr b. Said’in çıkan hengâmede öldüğü de rivayet edilmiştir.) Kasım’ın bedeniyse atların ayaklarının altında un ufak oldu.”

Ortalık biraz yatışıp da toz duman dinince İmam Hüseyin, Kasım’ın yanında durdu. Kasım ayaklarını yere vuruyor, son nefesini soluyordu. Yeğeninin bu halini gören İmam Hüseyin düşman askerlerine beddua etti:

“Seni öldürenler Allah’ın rahmetinden uzak olsunlar! Kıyamet gününde onların düşmanı deden olacak!”

Sonra Kasım’a döndü:

“Vallahi yardıma çağırdığında elinden bir şey gelmemesi amcanı kahretti. Gerçi elinden bir şey gelseydi de sana bir faydası dokunmazdı; çünkü bugün onun düşmanları çok, yardımcıları azdır.”

Ardından Kasım’ın un ufak olmuş cansız bedenini göğsüne bastırdı, savaş meydanından çıkardı.
Kasım b. Hasan'ın çadırı
Muhayyem, Kerbela*
Humeyd b. Müslim bu sahneyi şöyle anlatır:

“Kasım'ın ayakları yerde sürünüyordu; İmam Hüseyin onu sımsıkı göğsüne bastırmıştı. Kasım’ı oğlu Ali Ekber’in ve öteki Haşimî şehidlerin yanına yatırdı.

Ertuğrul Ertekin
______________
kaynak: Allame Seyyid İbn Tavus, Kerbela Şehitlerinin Ardından, çev. Cafer Bayar, İstanbul 2014, s. 85-87; Ebu Mihnef, Kerbela Vakıası, çev. Nuri Dönmez, İstanbul 2010, s. 190-191; Resul Caferiyan, Teemmulî der Nehzet-i Âşura, Kum 2007, s. 138-139; Seyyid Asgar Nazımzade Kummî, Ashab-ı İmam Hüseyin (as), Kum 2011, s. 235-241.

Kerbela Şehidleri: Ali Asgar

Kerbela Şehidleri: Ali Asgar

Ali Asgar, İmam Hüseyin'in kollarında
Muhammed Han Deştî, Devazdeh Bend
İran Meclis Kütüphanesi
Abdullah Ali Asgar, İmam Hüseyin’in (as) en küçük oğludur. Annesi, İmriü’l-Kays b. Adiy’in kızı Rübab’dır. Medine'de doğmuştur. Kerbelâ’da şehid olduğunda altı aylık olduğu rivayet edilmiştir. 

Tarihçi Yakubî (ö. 292/905’ten sonra), rivayetinde, İmam Hüseyin’in Kerbela’da dünyaya gelen bir oğlundan da söz etmektedir. Bu bebeğin adının Abdullah olduğunu söyleyen Yakubî’ye göre bebek, o esnada altı aylık olan Ali Asgar’ın küçük kardeşidir.

Yakubî’nin rivayetine göre İmam Hüseyin, Âşura Günü savaş meydanına gitmek için atına bindiğinde, kadınlar, birkaç dakika önce dünyaya gelen bir bebeği kucağına verdiler. İmam Hüseyin de bebeğin kulağına ezan okudu. Bu esnada bebek, boğazına isabet eden bir okla şehid oldu. İmam Hüseyin oku bebeğin boğazından çıkarıp kanını üzerine sürdü ve “Vallahi ey bebek, sen Allah katında Salih’in dişi devesinden daha değerlisin. Deden de Allah katında Salih’ten daha değerlidir!” buyurdu.

Bu rivayeti yorumlayan şarihler, İmam Hüseyin’in bu sözünü şöyle şerh etmişlerdir: “Nasıl ki Allah Salih Peygamber’in dişi devesini öldüreni helak ettiyse bu bebeği öldüreni de helak edecektir.”

Sonra İmam Hüseyin bebeğin naaşını oğullarının ve yeğenlerinin naaşlarının yanına yatırdı.

Bu rivayeti Yakubî dışındaki tarihçiler ve maktel müellifleri nakletmemiştir. Öte yandan İmam-ı Zaman’dan (af) nakledilen Nahiye-i Mukaddese Ziyareti’nde yalnızca tek bir bebekten söz edilmiştir. O  da, altı aylıkken şehid edilen Abdullah’tır.

“Babasının kucağında katledilen süt çocuğu, bebek Abdullah b. Hüseyin’e selam olsun!”

Abdullah ile Ali'nin farklı iki bebek mi, yoksa aynı bebek mi olduğu konusunda tarihçi Resul Caferiyan şöyle bir yorumda bulunur:“Kerbela'da büyük ihtimalle tek bir bebek vardı. Adının Ali olarak zikredilmesinin nedeni, büyük babasının adına teyemmün ve teberrüktür. Aynı zamanda Abdullah ismine sahip olması da mümkündür. Nitekim neseb âlimi Amrî (V./XI. yüzyıl) İmam Hüseyin'in Ali adında iki oğlu olduğunu nakleder: Ali Ekber ve Ali Asgar (İmam Zeynelabidin).

Abdullah Şiîler arasında Ali Asgar diye tanınmaktadır.

*
Ali Asgar’ın ne şekilde şehid olduğu konusunda dört farklı rivayet bulunmaktadır.

Birinci rivayet:
10 Muharrem 61/10 Ekim 680 Âşura Günü, İmam Hüseyin, kılıç sallamaktan yorgun düşmüş halde çadırının kıyısına çöküp oturmuştu. Sonra küçük oğlu Ali Asgar’ı getirdiler. İmam Hüseyin bebeği dizine oturtmuş, öpüp kokluyordu. Bu esnada Esed Oğullarından biri bir ok fırlattı ve ok bebeğin boğazını deldi. İmam Hüseyin bebeğin boğazından akan kanı avucuna aldı, havaya savurup, “Rabbim! Nusretini bizden aldıysan, bize daha hayırlısını ver ve intikamımızı şu zalimlerden al!” dedi.

İkinci rivayet:
İmam Hüseyin, 10 Muharrem 61/10 Ekim 680 Âşura Günü, düşman askerleriyle çarpışmak için savaş meydanına doğru hareket etmişken Hz. Zeyneb (as) kucağında Ali Asgar’la çadırından dışarı çıktı. İmam Hüseyin’e bebeğin üç gündür su içmediğini hatırlatıp, bir damla olsun su talep etmesini istedi.

İmam Hüseyin bebeği kucağına alıp düşmana seslendi:

“Ey topluluk! Şiîlerimizi ve Ehl-i Beytimizi öldürdünüz, geride sadece bu bebek kaldı. O da susuzluktan dudaklarını emiyor. Ona bir yudum su verin!”

Bu esnada bir düşman askerinin yayından fırlayan ok, bebeğin boğazına isabet etti. Bunun üzerine İmam Hüseyin şöyle dedi:

“Allahım! Önce yardım vaadiyle bizi çağıran, sonra bizi öldüren bu toplulukla bizim aramızda sen hüküm ver!”

Üçüncü rivayet
Ebu Mihnef şöyle rivayet eder: “İmam Hüseyin çökmüş, oturmuştu (ayakta duracak, çarpışacak gücü kalmamıştı), bir bebek ona doğru geldi. İmam Hüseyin bebeği dizine oturttu. Bebeğin adının Abdullah olduğu söylenmiştir. Esed kabilesinden Ukbe b. Beşir bana anlattı: İmam Bâkır bana, ‘Esed Oğullarında bizim bir kanımız var.’ dedi. ‘Allah size rahmet eylesin, benim günahım nedir? Ve bu kan kimin kanıdır?’ dedim. İmam Bâkır, ‘Hüseyin’in bebeği ona doğru gelip kucağına oturdu. O esnada siz Esed Oğullarından biri bir ok fırlatıp bebeği öldürdü. İmam Hüseyin kanı avuçladı, havaya serperken: Allahım! Bize nusretini göndermedin, bunu hayırlı bir yerde sakla ve intikamımızı zalimlerden al! dedi.”

Dördüncü rivayet
İbn A’sem’in (ö. 320/932’den sonra) naklettiği sahih kabul edilen rivayet ise şöyledir:

10 Muharrem 61/10 Ekim 680 Âşura Günü, İmam Hüseyin, İmam Hasan’ın yadigârı Kasım’ın cansız bedenini oğlu Ali Ekber’in naaşının yanına yatırdıktan sonra haykırdı:

“Resulullah’ın haremini savunacak kimse yok mu? Ehl-i Beyt hakkında Allah’tan korkan bir muvahhid yok mu? Allah’a ümit bağlayıp bize sığınma verecek kimse yok mu? Allah’a ümit bağlayıp bize yardım edecek kimse yok mu?”

Ali Asgar'ın şehid düştüğü makam
Kerbela
İmam Hüseyin’in bu sözlerini duyan kadınlar ve çocuklar ağlaşmaya başladı. Sonra İmam Hüseyin, Hz. Zeyneb’den (sa) en küçük oğlu Ali Asgar’ı getirmesini istedi: “Oğlumu getir de vedalaşayım!” Hz. Zeyneb bebeği ağabeyine verdi. İmam Hüseyin bebeği kucakladı, öpmek istedi. Tam o esnada Hermele b. Kahilî bir ok fırlattı. Ok bebeğin boğazını deldi. İmam Hüseyin kız kardeşine bebeği almasını söyledi. Sonra iki avucunu bebeğin boğazından akan kanla doldurup, kanı havaya savurdu. Şöyle dedi:

“Başıma gelenlere tahammül etmek benim için kolay; çünkü her şey Allah’ın mahzarında oluyor!”

İmam Muhammed Bâkır (as) Ali Asgar’ın kanının bir damlasının bile yere düşmediğini rivayet etmiştir.

İmam Hüseyin kılıcının kabzasıyla bebeğe küçük bir mezar kazmış, cenaze namazı kıldıktan sonra onu toprağa vermiştir.

*
Boşnak fakih, şair ve sufî şeyhi Asaf Durakovic, Kerbela Destanı'nda, Ali Asgar’ın şehadetini şöyle anlatır:

Üç günden beri boğazından ne süt ne su geçti yavrumun
Azıcık can gelsin ona, Allah rızası için verin bir yudum
Şayet kendim için istediğimi düşünüyorsanız suyu
Ellerinizle içiresiniz diye ona, size emanet edebilirim oğlumu
Rabbim karşılıksız bırakmaz yapılan hiçbir hayrı, zerre kadar dahi olsa
İstemez misiniz amel defterinize yazılsın son bir hayır daha

Düşman saflarında bir huzursuzluktur baş gösterdi bu sözler işitilince
Lanet üstüne lanet yağdırıyordu bazı askerler İbn Sad ve Yezid’e
İsyandan korkan İbn Sad, döndü taş kalpli bir zebella olan Hermele’ye
Ve ona şu emri verdi: Yayınla ve okunla karşılık ver Hüseyin’in isteğine
Hermele bir an tereddüt etmeden koyuldu oku yaya yerleştirmeye
Üç başlı çatallı okun hedefe ulaşması bir oldu yayın kirişinin titremesiyle

O sipsivri ok delip geçti Hüseyin’in mübarek kolunu
Sonra saplanıp büktü Ali Asgar’ın narin boynunu
Yavrunun minicik yüzü titredi hafif bir tebessümle
O yavru işte bu tebessümle bıraktı kendini ebedî istirahata
Tam bu esnada titreyen zemini yarıp çıkan bir ses yükseldi feleğe
Dedi: Ya İmam, nasıl dayanırım bu masumun kanının dökülmesine

Ali Asgar’ın boynundan akan kanlar ağarken göğe
Gök gürleyerek dedi: Ya İmam, nasıl dayanırım bu olup bitenlere
Böyle bir ağırlığı taşıyamazdı zira yüklense bütün gökkubbe bile
İşte böyle ağır bir yükün altına girmişti şahit olanlar bu hadiseye
Hüseyin, Ali Asgar’ın kanına bulanmış elleriyle dokundu yüzüne
Ve kaldırdı ne eminin ne arşın taşıyabildiği bu yükü tevekkülle

Sonra oğlunun naaşını annesinin kollarına bıraktı Hüseyin
Kılıcıyla bir mezar kazıp o ufacık bedeni çöle defnetmek için
Farkındaydı, yaratılıştan beri var olagelen bütün şerlerin
Yavrusunun ölümüne sebep olan büyük öfkeye dercedildiğinin
Allah katında kurtuluş ümidi kalmamıştı artık Yezidlerin
Kendilerine verilen son fırsatı da ellerinin tersiyle ittikleri için[1]

Ertuğrul Ertekin

kaynak: Allame Seyyid İbn Tavus, Kerbela Şehitlerinin Ardından, çev. Cafer Bayar, İstanbul 2014, s. 86-87; Ebu Mihnef, Kerbela Vakıası, çev. Nuri Dönmez, İstanbul 2010, s. 193; Resul Caferiyan, Teemmulî der Nehzet-i Âşura, Kum 2007, s. 135-137; Seyyid Asgar Nazımzade Kummî, Ashab-ı İmam Hüseyin (as), Kum 2011, s. 194-202.
[1] Asaf Durakovic, Hüseyin Kerbela Destanı, çeviri: Öykü Sezer, İstanbul 2013, s. 86-87.

İmam Ali Makamı..Kerbela

İmam Ali  Makamı..Kerbela 


İmam Ali Makamı'nın eyvanı
Kerbelâ

Kerbela’nın merkezinde, Beynelharemeyn civarında, Belveş Meydanı yakınında, İmam Ali (as) Makamı vardı. Bu makam, 1930’lu yıllarda Faysal Caddesini genişletme çalışmaları sırasında Mutasarrıf Salih Cebr tarafından yıktırılmış, bundan sonra da caddeye İmam Ali Caddesi adı verilmiştir.

Kerbela'daki İmam Ali Makamı hakkında bilinenler oldukça azdır. Eyvanın yukarıdaki fotoğrafı, Muhammed Said Turayhi'nin çıkardığı Mevsim dergisinde yayımlanmıştır. 

1853 yılında Kerbela’yı ziyaret eden Avrupalı seyyah ve arkeolog William Luftes bu makamı görmüştür. Makamı şöyle anlatır: Kerbela dervazelerinin (şehir kapılarının) dışında küçük bir mescid vardı. Mescid, halkın anlattığına göre, İmam Ali'nin meşhur rüyayı gördüğü çadırının yerine yapılmıştır. 12 köşeli, 6 kapılı, dışında bir eyvan bulunan mescidin tavanını sütunlar taşımaktadır.

Avrupalı seyyah kitabında yapıya dair halk söylencelerini nakletmiştir. Halkın anlattığına göre İmam Ali Sıffin Savaşı’na giderken Kerbela'da konaklamış, burada kurulan çadırda oğlu Hüseyin'in şehid edileceğine dair bir rüya görmüş ve rüyasını ashabına anlatmıştır.

Hadisenin aslı tarih ve hadis kaynaklarında rivayet olunmuştur. Bu rivayetlerden bazılarını aşağıda naklediyoruz:

İbn Abbas şöyle rivayet etmiştir: 
Hz. Ali Sıffin Savaşı’na gittiğinde ben de onunla birlikteydim. Fırat nehri yanında bulunan Neyneva’ya (Kerbela) vardığımızda durdu ve yüksek sesle “Ey İbn Abbas, burayı bilir misin?” diye sordu. Ben “Hayır, ey Emirelmüminin!” cevabını verince şöyle buyurdu: “Eğer burayı bilseydin benim gibi ağlar, gözyaşı dökmeden buradan geçemezdin.”

Hz. Ali bunu dedikten sonra ağlamaya başladı; ağlamaktan sakalı ıslandı, gözyaşları göğsüne süzülüyordu. Onun bu halini görünce biz de ağlamaya başladık. Hz. Ali bir yandan ağlıyor, bir yandan şunları söylüyordu:

“Ah, ah! Benimle Ebu Süfyan oğulları arasında ne gibi bir ilişki olabilir? Benimle küfür velilerinin, şeytan hizbinin ne ilişiği vardır? Sabret ve sabırlı ol ey Eba Abdillah! Senin onlardan çektiklerinin aynısını baban da çekti.”

Abdullah b. Neci babasından şöyle nakler:
Hz. Ali ile Sıffin Savaşı’na gidiyorduk. Neyneva denilen yere vardığımızda, Hz. Ali ağlamaya başladı; gözünden akan yaşlar toprağı ıslatıyordu. Sonra şöyle seslendi: “Ey Eba Abdillah, Fırat nehri kenarında sabırlı ol. Sabırlı ol ey Eba Abdillah!”

Neci şöyle ekler: Meselenin ne olduğunu sorduğumuzda Ali şöyle buyurdu:
Bir gün Resulullah’ın yanına gitmiştim; onu ağlarken buldum. “Ey Allah Resulü! Niçin ağlıyorsunuz? Yoksa sizi kızdıran mı oldu?” diye sordum. Şöyle buyurdu: “Hayır, Cebrail sen gelmeden biraz önce buradaydı ve bana, Hüseyin’in Fırat nehrinin yanında şehid olacağı haberini verdi. Cebrail bana, ‘Onun (Hüseyin’in şehid olacağı) toprağını görmek ister misin?’ dediğinde, evet, dedim. Elini uzatıp bana bir avuç toprak verdi. İşte bu yüzden ağlıyorum.”

Esbağ b. Nubate ve Hasan b. Kesir şöyle rivayet etmiştir:
Sıffin Savaşı yolculuğunda Neyneva denen yere varmıştık. Hz. Ali’ye oranın Kerbela olduğu söylenince, (ağlayarak,) “Bela ve üzüntü yeridir.” buyurdu. Sonra eliyle bir yere işaret ederek, “Burası, bineklerinden inecekleri, yüklerini indirecekleri yerdir. Develerinin çökeceği yer de burası.” dedi. Sonra bir başka yeri işaret ederek, “Burası da kanlarının akıtılacağı yer.” buyurdu.

Esbağ b. Nubate’nin rivayetinde Hz. Ali’nin sözlerinin devamında şöyle buyurduğu geçer: “Resulullah’ın hanedanından bir bölük bu alanda öldürülecek; onların hâline yer ve gök ağlayacak.”

Ertuğrul Ertekin

Fotoğrafı Kerbela’dan gönderen Hz. Ebulfazl Abbas Türbesi Müdürlüğü’nde müdür yardımcısı olan Salah es-Sirac’a ve hadisleri tahric eden Abbas Kazımî Hocam’a teşekkür ederim.
_______________
kaynak: Dırasat havle'l-Kerbela, s.127; Musa Güneş, Kerbela Şehidlerine Ağlamak, Kevser Yayınları, 2. baskı, İstanbul 2014.

Müslim Akîl Türbesi ...Kufe

Kerbela Şehidleri: Müslim b. Akîl


Müslim b. Akîl'in Kûfe'ye gidişi
Muhammed Mudebbir, tarihsiz
253x204 cm
İran Rıza Abbasî Müzesi

Müslim b. Akîl b. Ebi Tâlib b. Abdilmuttalib’in babası Hz. Ali’nin (as) büyük kardeşi Akîl, annesi Halile isminde Kureyş’in Nabat kabilesinin Ferahid boyundan bir cariyedir. 

İbn Ebi’l-Hadid, Müslim’in annesini Akîl’e Muâviye b. Ebu Süfyan’ın satın aldığına dair bir rivayet nakletmektedir. Buna göre Muâviye, Şam’da misafir ettiği Akîl’e bir ihtiyacı olup olmadığını sormuş, Akîl de kıymetli bir cariye satın almak istediğini söylemiştir. Rivayette o sırada Akîl’in görme yetisini kaybettiği geçmektedir. Muâviye, Akîl’in bu isteğini mizah konusu yapıp, âmâ haliyle kıymetli bir cariyeyi ne yapacağını sormuştur. Muâviye’ye sinirlenen Akîl, “Ondan sinirlendirdiğinde senin başını vuracak bir oğul doğurmasını isteyeceğim.” karşılığını vermiştir. Bu rivayette, Muâviye’nin Akîl’e Müslim’in annesi olacak cariyeyi satın aldığı geçmektedir.

İbn Ebi’l-Hadid, Müslim b. Akîl ile ilgili de bir rivayet nakleder. Buna göre Müslim on sekiz yaşındayken Medine’deki kıymetli arazisini Muâviye b. Ebi Süfyan’a satmış; ancak sonradan durumdan haberdar olan İmam Hüseyin’in (as) araya girmesiyle satış muamelesi feshedilmiştir. İbn Ebi’l-Hadid, Müslim’in kendisinden verdiği parayı geri isteyen Muâviye’yi tehdit ettiğini nakletmektedir. Bu tehdit üzerine Muâviye Müslim’e babasının yukarıda naklettiğimiz sözünü hatırlatmıştır. Muâviye araziyi İmam Hüseyin’e geri vermiş, ödediği parayı da Müslim’e hediye etmiştir.

İbn Hibban es-Sikat’ında,  Abdülmuttalib soyu içinde Hz. Peygamber’e en çok Müslim’in benzediğini yazmaktadır. İbn A’sem ise, Müslim b. Akîl’in Sıffin Savaşı’nda Hz. Ali’nin ordusunun sağ cephesinde mücadeleye katıldığını rivayet etmektedir.

Müslim b. Akîl, Hz. Ali’nin kızı Rukayye ile evlenmiş, bu evlilikten Abdullah ve Ali adında iki oğlu olmuştur. Rukayye’nin vefatından sonra Hz. Ali’nin diğer kızı Küçük Ümmü Külsüm ile evlenen Müslim’in bu evlilikten de Humeyr adında bir kızı olmuştur. Müslim’in diğer evliliklerinden de çocukları olduğu rivayet edilmiştir. Buna göre Müslim, beş erkek, bir kız çocuğu babasıydı. İki oğlu İmam Hüseyin’in (as) yanında Kerbela’da, iki oğlu Kerbela Olayı’ndan sonra Haris tarafından şehid edilmiştir; beşinci oğlu hakkında bilgi bulunmamaktadır.

*
Muâviye b. Ebu Süfyan’ın daha sağlığında veliaht tayin ettiği oğlu Yezid, babası 60/680 yılında ölünce halife oldu. Yezid evvelemirde halkın kendisine biat etmesinin sağlanmasını istedi. İmam Hüseyin, Yezid’in biat talebine menfi cevap verenlerin başında geliyordu. Bunun üzerine Yezid, Medine valisine haber göndererek İmam Hüseyin’den biat almasını emretti. Validen süre isteyip Medine’den Mekke’ye giden İmam Hüseyin, burada bulunduğu sırada, başta Kûfe’nin ileri gelenleri olan Süleyman b. Sured, Müseyyeb b. Nacibe, Rufaa b. Şeddad ve Habib b. Muzahir olmak üzere, Kûfe’deki taraftarlarından oraya gidip başlarına geçmesini isteyen mektuplar aldı. Adı geçenlerin imzaladığı ilk mektubu Abdullah b. Misma ve Abdullah b. Val Mekke’de İmam Hüseyin’e ulaştırmıştır. Bu mektubun gönderilmesinden yaklaşık iki gün sonra İmam Hüseyin’e bu kez, Kays b. Musahhar (veya Müshir) Saydavî, Abdurrahman b. Abdullah Kedin, Umare b. Ubeyd Selulî’nin imzalarını taşıyan bir başka mektup gönderildi. Üçüncü mektupta ise Hani b. Hani Sebiî ve Said b. Abdullah’ın imzaları vardı. Seyyid İbn Tavus’un bildirdiğine göre İmam Hüseyin’e gönderilen mektupların sayısı on iki binin üzerindedir. Mektupların sayısı çoğalınca İmam Hüseyin, ihtiyata riayet ederek, kimsenin adını anmadan, Kûfelilere hitaben bir cevap mektubu yazdı.

İmam Hüseyin, Rükn ile Makam arasında veya Mescid-i Nebevî’de iki rekât namaz kıldıktan sonra, cevap mektubunu, durumu araştırması ve hareketi organize etmesi için amca oğlu Müslim ile Kûfe’ye gönderdi (15 Ramazan 60/19 Haziran 680). Önce Medine’ye giden Müslim yakınlarıyla görüştükten sonra, Kays kabilesinden yolu bilen iki kişiyi de yanına alarak, bir grupla beraber yola çıktı. Kafile, Medine-Kûfe güzergâhında yolunu kaybetti ve bu esnada iki rehber susuzluktan can verdi. Müslim güçbelâ yola devam edip Batnü’l-Hubeyt yakınlarındaki Madik denilen mevkie ulaştı ve orada susuzluğunu giderdi. Müslim bu mevkide bir mektup yazıp İmam Hüseyin’i başına gelenlerden haberdar etti ve ondan kendisini bu görevden almasını istedi. Müslim’in bu mektubu Kays b. Musahhar ile gönderdiği rivayet edilmiştir. İmam Hüseyin cevap mektubunda Müslim’den görevini tamamlamasını istedi. Sıkıntılı geçen bir yolculuğun ardından Müslim, 5 Şevval 60/9 Temmuz 680 tarihinde Kûfe’ye ulaştı.

Müslim b. Akîl, Kûfe’ye girince hemen Muhtar b. Ebi Ubeyd Sekafî’nin evine gitti. Muhtar, Şiî olmakla birlikte, Kûfe Valisi Numan b. Beşir’in damadıydı. Dolayısıyla vali onu bu evde aramayacaktı; fakat vali zamanla şehirdeki hareketlenmeden şüphelendi ve durumdan haberdar oldu. Müslim, Muhtar’ın evine yerleşince Kûfe Şiîleri onun evinde toplanmaya başladı. Müslim İmam Hüseyin’in cevap mektubunu topluluğa okudu. Abis b. Ebu Şebib Şakirî ayağa kalkarak, Şiîleri Yezid b. Muaviye’ye karşı mücadeleye çağıran bir konuşma yaptı. Ardından Habib b. Muzahir ve Said b. Abdullah da benzer konuşmalar yaptılar ve topluluk Müslim’e biat etti. Şeyh Müfid ve Seyyid İbn Tavus, İmam Hüseyin adına Müslim’e biat edenlerin sayısının on sekiz bini bulduğunu nakletmektedir. Müslim, davetiyle, Muâviye’den sonra Irak’ta ve Emevî muhalifleri arasında ortaya çıkan boşluğu doldurmuştu. Zamanla insanlarla açıktan görüşmeye başladı.

Neticede Müslim, Kûfe’de geçirdiği bir ay beş veya yedi günün ardından, şehadetinden yirmi yedi gün önce, 12 Zilkade 60/14 Ağustos 680 tarihinde İmam Hüseyin’e bir mektup yazdı ve Kûfelilerin kendisini en kısa zamanda beklediğini bildirdi. Mektubu Abis b. Ebu Şebib Mekke’de İmam Hüseyin’e ulaştırdı. Bu esnada Müslim, silah teminiyle meşguldü ve silahlardan anlayan Ebu Semame Saidî’yi silah satın almakla görevlendirdi.

Öte tarafta Kûfe Valisi Numan b Beşir olan bitenden haberdar olmuştu. Minbere çıkıp bir konuşma yaptı ve insanlara fitne çıkarmamalarını tembihledi, fitnecilerle savaşmaktan çekinmeyeceğini ekledi. Valinin konuşmasını mevcut durumda yetersiz bulan ve onu savaşa kışkırtamayan Abdullah b. Müslim, Müslim b. Said Hazremî, ardından Umare b. Ukbe, Muhammed b. Eşas b. Kays ve Ömer b. Sad b. Ebu Vakkas, Yezid b. Muâviye’ye birer mektup yazıp durumu bildirdiler.

Yezid b. Muâviye mektupları alınca Numan b. Beşir’in Kûfe’yi çekip çeviremeyeceğini anladı ve babasının zeki azatlısı Sir Cevn ile meşveret edip Basra Valisi Ubeydullah b. Ziyad’ı Kûfe’ye vali atadı. Muâviye’nin azatlısına teslim ettiği, sonradan Yezid’in eline geçen vasiyetinde Irak’ta ortaya çıkması muhtemel isyanda Ubeydullah b. Ziyad’ı vali tayin ettiği rivayet edilmiştir. Fermanını Müslim b. Amr Bahilî ile İbn Ziyad’a gönderen Yezid, ona bir an önce Kûfe’ye gitmesini ve Müslim b. Akîl’i ya Kûfe dışına çıkarmasını ya da öldürmesini emretti.
 
 Müslim b. Akîl Türbesi
Kufe 
Ubeydullah b. Ziyad, Yezid’in mektubunu alır almaz kardeşi Osman b. Ziyad’ı yerine vekil atadı ve aralarında Amr b. Müslim, Şerik b. Aver Harisî, Abdullah b. Haris b. Nevfel’in de bulunduğu beş yüz Basralı ile birlikte Kûfe’ye hareket etti. İçten içe Ehl-i Beyt’e muhabbet besleyen ve Sıffin’de Hz. Ali’nin yanında savaşan Şerik b. Aver’in, İmam Hüseyin’in İbn Ziyad’dan önce Kûfe’ye varmasını umarak, yavaş hareket ettiği rivayet edilmiştir. Fakat İbn Ziyad kararlı davranmış, hızlı hareket edip onu geride bırakmıştır.

İbn Ziyad, Kûfe’nin girişinde havanın kararmasını bekledi. Akşamüstü, tanınmamak için başına siyah sarık sardı, Yemen elbisesi giyindi ve yüzünü bir bezle örttü. Amacı, Kûfelilerin İmam Hüseyin’in geldiği zannına kapılmalarını sağlamaktı. İbn Ziyad amacına ulaştı; Kûfeliler onun İmam Hüseyin olduğunu düşünerek karşılamaya çıktılar. İbn Ziyad bu şekilde Hükümet Konağına gitti. Şiîler İmam Hüseyin sanarak İbn Ziyad’ın etrafını sarınca, Amr b. Müslim gerçeği açıkladı. İbn Ziyad geceyi konakta geçirdikten sonra sabah erkenden halkın mescitte toplanmasını emretti ve orada bir konuşma yaparak halkı Yezid’e muhalet etmekten sakındırdı ve itaat etmeleri durumunda ödüllendirileceklerini vaat etti. Konuşmadan sonra Hükümet Konağına dönen İbn Ziyad görevlilerden Kûfe’deki yabancıların tespit edilmesini istedi.

Müslim b. Akîl, Ubeydullah b. Ziyad’ın Kûfe’ye geldiği öğrendikten sonra Muhtar’ın evinden ayrılıp Mezhic kabilesinin liderlerinden Hani b. Urve’nin evine sığındı ve orada Şiîlerle gizlice görüştü. Bu esnada İbn Ziyad, Kûfe’de tanınmayan azatlısı Makil’ı üç bin dinar karlığında casusluğa zorladı. Makil’a Suriye’den Müslim’in davetine katılmak amacıyla geldiğini söylemesini, biat ettikten sonra isyan hazırlıklarında kullanılmak üzere elindeki parayı ona vermesini emretti.

Bu sırada Ubeydullah b. Ziyad’la birlikte Basra’dan gelen, yolda yavaşlayarak İbn Ziyad’ın Kûfe’ye girişini geciktirmeye çalışan Ehl-i Beyt muhibbi Şerik b. Aver Kûfe’ye ulaştı ve Hani b. Urve’nin evine gitti. Şerik, Hani’nin evinde bulunduğu sürece ona Müslim’in emirlerini uygulamasını salık verdi. Şerik bir müddet sonra hastalandı. İbn Ziyad, hastalandığını öğrenince Şerik’i ziyaret etmek istedi ve adam gönderip akşam Hani’nin evine geleceğini bildirdi. Bunun üzerine Şerik, Müslim’den fırsattan istifade edip İbn Ziyad’ı öldürmesini istedi. Fakat Müslim Hani’nin rahatsız olacağını bildiği için İbn Ziyad’ı onun evinde öldürmek istemedi. Müslim, İbn Ziyad’ın ziyareti esnasında bir köşeye gizlendi ve yerinden çıkmadı. Şerik’in saklandığı yerden çıkıp İbn Ziyad’ı öldürmesi için, su isteme bahanesiyle, defalarca Müslim’e işaret verdiği rivayet edilmiştir. Üç gün sonra Şerik öldü. Sonradan Şerik’in Müslim’den kendisini öldürmesini istediğini öğrenen İbn Ziyad, “Babamın kabri Iraklılar kabristanında olmasaydı, kabristanı alt üst eder, Şerik’in cenazesini dışarı çıkarırdım.” demiştir.

Öte yanda casus Makil, Müslim b. Avsece’nin İmam Hüseyin için biat topladığını öğrenip ona yakınlaştı. Neticede Müslim b. Avsece’nin güvenini kazanan Makil, ondan Müslim’in saklandığı yeri öğrendi ve faaliyeti hakkında bilgi aldı.

Makil’dan aldığı bilgiler doğrultusunda Hani’yi konağa çağıran İbn Ziyad, ondan Müslim’i teslim etmesini istedi. Hani onu teslim etmeyeceğini söyledi. Bu sırada Hani’nin öldüğü haberi yayılmış, akrabaları da konağın etrafını sarmıştı. Bunun üzerine, İbn Ziyad’ın isteğiyle, Hani’yi gören Kadı Şüreyh dışarı çıkıp Hani’nin sağ olduğunu, bir soruşturma için sarayda tutulduğunu söyleyerek yakınlarının dağılmasını sağladı. Müslim Abdullah b. Hazım’ı konağa gönderip Hani’nin durumunu araştırdı. İbn Ziyad, Hani’yi tutuklamış, işkence etmişti.

Hani’nin öldürüldüğü haberi Müslim’e de ulaşmıştı. Bu haber üzerine Müslim, taraftarlarıyla birlikte İbn Ziyad’la savaşmaya karar verdi ve etrafında toplanan kalabalıkla birlikte mescide yürüdü. Bu sırada İbn Ziyad mescitte konuşma yapıyordu. Alelacele Hükümet Konağına sığındı ve kapıları kapattırdı. Konağın mescide açılan bir kapısı vardı. Bunun üzerine Müslim’in 300 kişilik ordusu konağın etrafını kuşattı. Fakat kuşatmada konağın Rumlular Kapısı denilen arka kapısı, rivayetlerin açıklamadığı bir nedenle, kontrol edilmedi ve Kûfe eşrafı bu kapıdan İbn Ziyad ile irtibat kurdu. Kûfe eşrafı İbn Ziyad’ın kışkırtmasıyla halkı Şam ordusunun geldiğini söyleyerek korkuttu. Öte taraftan kabile reisleri kendi mensuplarını Müslim’den uzaklaştırdı. İnsanlar “Başkaları bizim yerimizi doldurur.” diyerek birer ikişer Müslim’in yanından uzaklaştı. Birkaç saat sonra, akşam ezanı okunduğunda Müslim’in yanında sadece on veya otuz kişi kalmıştı. Namazı onlarla birlikte kıldı. Veya İbn Tavus’un rivayetine göre onlar da namazdan önce dağılıp gitti.

İbn Ziyad, Müslim b. Akîl’in yalnız kalmasından sonra halka bir konuşma yaptı: “Müslim b. Akîl, Müslümanlar arasında fitne çıkarmış, bölücülük yapmıştır. Bu yüzden onu evinde bulduğumuz kimsenin mahremiyetini tanımayacak, evine girip onu öldüreceğiz. Biatinizde ve itaatinizde sabitkadem olun!” Konuşmasından sonra İbn Ziyad konağa geçip Müslim’in peşine adam saldı ve bütün evlerin tek tek aranmasını emretti. Amr b. Hureys’in eline bir sancak verip onu halk birliklerinin komutanı yaptı. Bu sırada Müslim’in yerinin tespit edildiğini öğrenen Muhtar b. Ebu Ubeyd Sekafî Kûfe’nin Fil Kapısı’na ulaşmıştı. Muhtar’la karşılaşan Hani b. Ebu Hayya Amr b. Hureys’e Muhtar’ın geldiğini haber verdi. Amr b. Hureys’in kendisini himaye etmesi ve aman vermesi üzerine Muhtar sabaha kadar Amr’ın bayrağının altında oturdu.

Müslim b. Akîl sığınacak bir yer arıyordu. Bu sırada kendisine nereye gittiğini soran Said b. Ahnef’in sesini duydu. Said ona şehir kapılarının kapatıldığını, her yerde arandığını söyledi ve onu, Muhammed b. Kesir’in evine götürdü. Ancak bir süre sonra İbn Ziyad Müslim’in yerinden haberdar oldu ve evin etrafı kuşatıldı. Muhammed b. Kesir ile oğlu Hükümet Konağına götürülüp öldürüldü. Hızla Muhammed’in evinden kaçan Müslim yolda karşılaştığı Tava adlı kadından önce su istedi, sonra da ondan kendisini evine almasını talep etti. 8 Zilhicce 60/9 Eylül 680 tarihinde Tava Müslim’i evine aldı. Müslim burada gece geç saatlere kadar ibadet etti. Sabaha karşı uykuya dalan Müslim rüyasında amcası Hz. Ali’yi gördü. Hz. Ali ona, “Yarın bize katılacaksın!” diyordu.

9 Zilhicce 60/10 Eylül 680 sabahı, Tava’nın oğlu Bilal, Muhammed b. Eşas’ın oğlu Abdurrahman’a Müslim’in annesinin evinde olduğunu söyledi. Abdurrahman babasına haber verdi, babası da İbn Ziyad’a. İbn Ziyad, Muhammed b. Eşas’a, Ubeydullah b. Abbas’la birlikte yetmiş asker alıp Tava’nın evini kuşatmasını emretti. Müslim atların ayak seslerinden evin kuşatıldığını anladı ve kılıcına davranıp evden çıkmak istedi. Müslim’in kendi kendine “Müslim! Ölümden kaçma! Ondan kaçış yok!” dediği rivayet edilmiştir. Çarpışma başladı. Askerler Müslim’e karşı koyamıyordu. Bunun üzerine Muhammed b. Eşas Müslim’e aman vereceğini vaat etti. Müslim inanmadı, çarpışmaya devam etti.  Bir süre sonra yorgun düştü. Muhammed b. Eşas tekrar aman vaadinde bulundu. Beraberindekiler de aman vereceklerini vaat ettiler. Bunun üzerine Müslim dışarı çıktı, ardından konağa götürüldü.

Hükümet Konağının kapısına vardıklarında Müslim b. Akîl, konağa girmek isteyen bir toplulukla karşılaştı. Aralarında Umare b. Ukbe b. Ebi Muit, Amr b. Hureys, Müslim b. Amr ve Kesir b. Şehab’ın da vardı. Müslim susamıştı, su istedi. Müslim b. Amr, “Cehennemdeki hamim suyundan içene dek sana su yok!” dedi. Müslim ona kim olduğunu sorunca, kendisini imamına bağlı muti bir Müslüman olarak tanıttı. Sonra Amr b. Hureys, kölesi Süleyman’la Müslim’e bir testi su, bir de tas gönderdi. Suyu tasa koyup içmek istediğinde su kana bulandı. İkinci defa da aynı şey olunca Müslim, “Eğer bu benim rızkım olsaydı içmek nasip olurdu.” dedi ve su içmekten vazgeçti. Sonra konağa girdiler.

İbn Ziyad Müslim’i görünce, “İmamına karşı kıyam edip Müslümanların birliğini mi bozmak istiyorsun?” dedi. Müslim, Muâviye’nin ve oğlunun hilafetini tanımadığını, onların Peygamberin vasisinin hilafetini gasp ettiklerini söyledi. İbn Ziyad, Müslim’i halkın önünde karalamak için ona, “Sen Medine’de içki içiyordun,” dedi. Müslim kendinden emin cevap verdi: “Günahsız insanları öldürmek kendisi için önemsiz bir şey olan senin gibi birine içki içmek daha çok yaraşır!” Aralarında başka konuşmalar da geçti.

Bu esnada İmam Hüseyin’i düşünen Müslim, Kureyşli olan ve akrabası olduğunu iddia eden Ömer b. Sad’a vasiyette bulunmak istedi. Ömer b. Sad’a ilk vasiyeti, elçi gönderip İmam Hüseyin’in Kûfe’ye gelmesine engel olmasıydı. İkinci vasiyeti, cenazesinin kefenlendikten sonra defnedilmesi; üçüncüsü, kılıcının ve diğer eşyalarının satılıp borcunun ödenmesi oldu. Ömer b. Sad, Müslim’in kendisine gizlice ettiği vasiyeti sonradan İbn Ziyad’a söyledi.
 
 Müslim b. Akîl Türbesi
Kufe 
9 Zilhicce 60/10 Eylül 680’de İbn Ziyad’ın emriyle daha önce Müslim’in kılıç darbeleriyle yaralanan Bukeyr b. Hamran, Müslim b. Akîl’i konağın damına veya duvarının üzerine çıkardı. Müslim yürürken Allah’ı zikrediyor, bağışlanma diliyor ve salâvat okuyordu. Konağın damında cellâdı, Müslim’in başını bedeninden ayırıp başı ile bedenini damdan aşağı attı. Ardından Müslim’in kesik başı İbn Ziyad’a götürüldü… 

Ertuğrul Ertekin 
_________________
kaynak:Allame Seyyid İbn Tavus, Kerbela Şehitlerinin Ardından, çev. Cafer Bayar, İstanbul 2014; Ebu Mihnef, Kerbela Vakıası, çev. Nuri Dönmez, İstanbul 2010, s. 112-127; İsmail Yiğit, “Müslim b. Akîl”; Resul Caferiyan, Teemmulî der Nehzet-i Âşura, Kum 2007, s. 71-87, 165-172; Seyyid Asgar Nazımzade Kummî, Ashab-ı İmam Hüseyin (as), Kum 2011, s. 379-411.

Hz. İsmail'den Amr b. Luhay Dönemine Kadar Kâbe'nin Hizmetleri

Hz. İsmail'den Amr b. Luhay Dönemine Kadar Kâbe'nin Hizmetleri

Kâbe tasvirli çini
İznik, 1600, 
34,5x29,5 cm
David Koleksiyon
Hz. İsmail, babası Hz. İbrahim’den devraldığı Kâbe’nin hizmetleri görevini 100 yılı aşan hayatı boyunca yerine getirmiş ve vefatından önce görevi oğlu Nabit’e tevdi etmiştir. Nabit’ten sonra ise İsmail oğulları küçük yaşta olduklarından dede Mudad b. Amr el-Cürhümî emirlik görevini devralmıştır. 

Kahtanîler’e mensup eski bir Arap kabilesi olan Cürhümîlerin anayurtları Yemen’dir. Cürhümîler, Âd, Semud, Tasm ve Cedis kabileleri gibi asırlar önce meydana gelen bir afet neticesinde tarih sahnesinden silinen Araplardandır (Arab-ı bâide). Bu afetten kurtulan Cürhümîler daha sonra çeşitli sebeplerle Yemen’den Hicaz’a göç ederek Mekke’ye yerleşmişlerdir. Hz. İbrahim karısı Hacer ile oğlu İsmail’i onlar Mekke’de bulundukları sırada buraya getirip bırakmış veya onlar Hz. İbrahim’in gelişinden sonra bu bölgeye göç etmişlerdir. Cürhümîlerin arasında büyüyen Hz. İsmail onların ileri gelenlerinden birinin kızıyla evlendiğinden aralarında akrabalık bağı oluşmuştur.

Cürhümîler üç yüz yıl Mekke’ye hâkim oldular. Önceleri Hz. İsmail’in tebliğ ettiği dini kabul eden Cürhümîler daha sonra sapıklığa düştüler, gizli açık her türlü ahlâksızlığı yapmaya başladılar. Son zamanlarında haramı helal yapıp Kâbe’de şarap içmeye, Beyt’e hediye edilen kıymetli eşyalara el uzatmaya, hacılara işkence etmeye başladıklarında zemzem kuyusunun suyu çekildi. Bunun üzerine Mekke halkı, Huzaa kabilesinin ve Beni Bekir b. Abdümenat ile Amr b. Haris b. Mudad’ın yardımıyla Cürhümîlerle savaştılar ve onları Mekke’den sürdüler. 

Bu mücadelede özellikle Kinane’nin Bekir b. Abdümenat kolu Huzaa kabilesiyle birlikte hareket etmişti. Cürhümîler Mekke’den ayrılmadan önce Hacerülesved’i yerinden çıkarıp, savaş silahları ve İran kralının hediye ettiği iki altın keçi heykeliyle birlikte, suyu çekilen zemzem kuyusunun içine attılar ve kuyunun üzerini taşlarla kapattılar. Bu tarihten sonra, Hz. Peygamber'in dedesi Abdülmuttalib'e kuyunun yeri rüya yoluyla gösterilene değin, kuyunun yeri bir daha bulunamamıştır. Zemzem suyunun yeri bilinmediğinden, Abdulmuttalib dönemine kadar, Mekke halkının ve hacıların su ihtiyacı, kazılan kuyulardan çıkan sulardan karşılanmıştır. Bu yeterli olmadığında, Kusay b. Kilab döneminde olduğu gibi, Mekke dışından su getirilmiştir.

Cürhümîlerden sonra Kâbe’nin hizmetleri görevi Amr b. Luhay’a geçti. Amr b. Luhay’ın İsmail oğullarıyla akrabalığı vardı, ancak Huzaa kabilesinde dünyaya gelmişti. Amr, Mekke'ye ilk putu getiren kişi olarak da tarihe geçmiştir. Bir iş için gittiği Şam’dan Mekke’ye dönerken Belka yöresindeki Meâb’da (Moab) Amâlika (başka bir rivayete göre el-Cezire’deki Hit şehri) halkının putlara taptığını görmüş ve onlara inançları hakkında sorular sormuştur. Oradan ayrılırken onlardan bir put isteyen Amr b. Luhay, Hübel’i (veya Menât’ı) beraberinde Mekke’ye getirmiş ve onu zemzem kuyusunun üst tarafına, Kâbe’ye yakın bir yere koyarak Mekkelileri ona tapınmaya çağırmıştır. Zamanla her bir kavim kendi putunu Kâbe’nin içinde bir yere koymaya başlayınca, Kâbe içindeki üç yüz altmış putla bir puthaneye dönüşmüştür.

Ertuğrul Ertekin
_______________
kaynak: Abdülkerim Özaydın, “Amr b. Luhay”; Ahmet Önkal, “Cürhüm”; Casim Avcı, “Kinane”; Gulamrıza Efrasyabî, “Bunyan-i Kâbe”, Âyine-i Miras, Sayı: 23, 1383, s. 7-26; Muhammed Taki Rehber: “Emakin ve Asar: Zemzem der Tahavvulat-ı Tarih”, Mikat-ı Hac, 1379, Sayı: 32, s. 85-102.

alıntıdır..http://siilikarastirmalari.blogspot.com.tr/

Şeyh Murtaza Muhammed Emin Ensarî

Şeyh Murtaza Ensarî (1800-1864)

Şeyh Murtaza Ensarî

Kısaca Şeyh Ensarî diye anılan Şeyh Murtaza b. Muhammed Emin Ensarî, Gadir-i Hum Bayramı'na rastlayan 18 Zilhicce 1214/3 Mayıs 1800 tarihinde İran’ın kuzeyindeki Dizful şehrinde doğdu. Şeyh Ensarî’nin nesebi Hz. Peygamber’den 1540 hadis rivayet eden ve şehadetinden sonra İmam Hüseyin’in (as) ilk ziyaretçisi olan (bu esnada görme yetisini kaybetmişti) sahabî Cabir b. Abdullah el-Ensarî’ye (öl. 78/697-698) ulaşır. Âlim bir zat olan babası Muhammed Emin, 1248/1833-4 yılındaki veba salgınında; Şeyh Yakub’un kızı olan annesi ise, 1279/1862-63 yılında Necef’te vefat etti. Rivayet edildiğine göre Şeyh Ensarî’nin doğumundan önce annesi rüyasında İmam Cafer Sadık’ı (as) görmüştür. Rüyasında İmam Cafer Sadık’dan altın tezhipli bir Kur’ân alan annesi, rüyasını tabir ettirdiğinde, salih ve âlim bir erkek çocuğu olacağı müjdesini almıştır.

Şeyh Ensarî tahsiline babası Muhammed Emin’in yanında başladı ve ondan Arap edebiyatı ve başlangıç ilimlerini öğrendi. Daha sonra şehrin meşhur âlimlerinden olan amca oğlu Şeyh Hüseyin b. Ahmed Ensarî’den (ö. 1253/1837-38) fıkıh ve usul dersleri alan Şeyh Ensarî 1232/1817 yılında öğrenimine devam etmek için babasıyla birlikte Kerbela’ya gitti.

Kerbela’da Kerbela İlim Havzası reisi Seyyid Muhammed Mücahid (ö. 1242/1836-37) ile tanıştı. Seyyid Mücahid, Şeyh Ensarî’nin üstadı ve amca oğlu Şeyh Hüseyin Ensarî ile birlikte Seyyid Ali Tabatabaî’nin derslerine katılmıştı. Şeyh Ensarî’ye yakınlık gösteren Seyyid Mücahid, Şeyh Ensarî’yi küçük bir imtihana tabi tuttuktan sonra talebeliğe kabul etti. Dört yıl boyunca Seyyid Mücahid’in ve Şerifü’l-ulema Molla Muhammed Mazenderanî’nin (ö. 1245/1829-30) derslerine devam etti. Şeyh Ensarî, Osmanlı-İran münasebetlerinin bozulması ve 1234/1818’de Bağdat Valisi Kölemen Davud Paşa’nın Kerbela’ya yönelik baskıları üzerine buradan göç eden bazı ailelerle birlikte Kazımeyn’e gitti. O sırada ziyaret için memleketinden Atabat’a gelen bir kafile ile birlikte, kendisini görmek isteyen babasının yanına, Dizful’a döndü.
Şeyh Ensarî'nin el yazısı

Bir yıl memleketinde kaldıktan sonra 1237/1821-22 yılında Kerbela’ya dönen Şeyh Ensarî Şerifü’l-ulema’nın derslerine katıldı. Ertesi yıl Necef’e gitti ve Şeyh Musa Kaşifülgıta’nın (ö. 1241/1825-26) derslerine katıldı. Bir kez daha babasını ziyaret etmek için Dizful’a dönen Şeyh Ensarî 1240/1824-25 yılında İmam Musa er-Rıza’yı (as) ziyaret etmek için Meşhed’e hareket etti. Yolda Burucerd, Isfahan ve Kaşan ilim havzalarını ziyaret eden Şeyh Ensarî, Burucerd’de Şeyh Esedullah Burucerdî’nin (ö. yaklaşık 1271/1854-55), Isfahan’da Seyyid Bâkır Şeftî’nin derslerine katıldı. Kaşan’da dört yıl konaklayan Şeyh Ensarî, burada Molla Ahmed Nerakî’nin (ö. 1245/1829-30) derslerine devam etti. Molla Nerakî’den rivayet ve ictihad icazetleri alan Şeyh Ensarî Kaşan’dan Meşhed’e gitti.  Şeyh Ensarî'nin el yazısı

Meşhed’de beş ay ikamet eden Şeyh Ensarî, oradan Tahran’a geçti ve altı yıl süren yolculuktan sonra 1246/1830-31 yılında Dizful’a döndü ve memleketindeki ilim havzasının yöneticiliğini yaptı, dersler verdi. 1249/1833-34 yılında Necef’e dönen Şeyh Ensarî, burada kimi kaynaklara göre Şeyh Ali Kaşifülgıta’nın (ö. 1254/1838-39) kimine göre Cevahir’in müellifi Şeyh Muhammed Hasan Necefî’nin derslerine katıldı. Her iki üstadın derslerine bir ay boyunca devam eden Şeyh Ensarî, daha sonra kendi ders halkasını kurdu ve tedrise başladı. Şeyh Hasan Necefî’nin uygun görmesiyle onun vefatından (1266/1850) sonra Şiî mercilik makamının yöneticisi (zaim) kabul edildi ve on beş yıl boyunca, vefatına kadar bu görevini sürdürdü.

İshal salgınında hasta düşen Şeyh Ensarî, 17 Cemaziyelahir 1281/17 Kasım 1864 tarihinde Necef’te vefat etti. Cenaze namazını Seyyid Ali Tusterî kıldırmıştır. Kabri, Türk Mescidi olarak bilinen Necef’teki Şeyh Ensarî Mescidi’ndedir.

Şeyh Ensarî’nin 500-3000 talebesi olduğu söylenmiştir. Doğumunun 200. yılı anısına yayımlanan Şeyh Ensarî’nin Hayatı kitabında 316 talebesinin biyografisi yer almıştır. Talebelerinden bazıları şunlardır: Şeyh İbrahim Âl-i Sadık (ö. 1284 veya 1288/1868 veya 1872), Seyyid Muhammed Behbehanî (ö. 1963), Mirza Şirazî (ö. 1895), Şehid Hacı Mirza İbrahim Hoyî (ö. 1325/1907), Ahund Horasanî (ö. 1911), Mirza İbrahim Sebzevarî (ö. 1316/1898),  Şeyh İbrahim Kaftan (ö. 1279/), Mirza Habibullah Reştî (ö. 1312/1862), Şeyh Mevla İbrahim Kummî (ö. 1308/1890), Mirza Muhammed Aştiyanî (ö. 1319/1901), Seyyid Ebu’l-Kasım Hansarî (ö. 1280/1863).

1993'de İran'da düzenlenen 
Şeyh Ensarî'yi Anma Kongresi anısına basılan pul
Otuz civarında kitap ve risale kaleme alan Şeyh Ensarî’nin başlıca eserleri şunlardır: Feraidü’l-usul. (er-Risale adıyla da anılan eser defalarca basılmış ve birçok âlim tarafından şerh edilmiştir); el-Mekasib (el-Metâcir adıyla da anılmaktadır ve eser üzerine birçok şerh ve haşiye yazılmıştır. Bu iki eser Şiî ulemâsının büyük teveccühünü kazanmış ve Ahund Horasanî’nin Kifayetü’l-usul’ü ile birlikte Şiî medreselerinde en üst seviyede okutulan temel ders kitaplarını oluşturmuştur. Bu eserlerin çok kapsamlı olması sebebiyle daha sonraki ulemâ bunlara şerh ve haşiye yazmıştır); et-Tahare (Allame İbnü’l-Mutahhar el-Hillî’nin el-İrşad adlı eserinin şerhi olup birçok defa basılmıştır); el-Menasik; Haşiyetü Necati’l-ibâd (Hocası Şeyh Muhammed Hasan Necefî’nin eserine yazdığı haşiyedir); Mecmuatü’l-hidaye (Şeyh Ensarî’nin fetvalarından meydana gelmiş olup Muhammed Taki b. Muhammed Bâkır Yezdî tarafından derlenmiştir).

Ertuğrul Ertekin
__________________

kaynak ve alıntıdır..teşekkürler..