KARIŞIK

19 Mayıs 2016 Perşembe

Ağa Ali Abbas Türbesi-Kaşan.İRAN

Ağa Ali Abbas Türbesi-Kaşan.İRAN


İmam Rıza'nın kardeşi olan Ağa Ali Abbas, İmam'ın şehadet haberini aldıktan sonra Medine'ye dönmek istiyor ancak buna izin verilmiyor; çıkan savaşta şehit düşen Ali Abbas'ın cenazesi zamanın iktidarından korkulduğu için defnedilemiyor.
Günlerce yerde kalan cenaze yakın bir köyün kadınları ve sonrasında yardıma gelen erkekler tarafından defnediliyor. Türbede şuan da 400 civarında kadın gönüllü hadimlik yapıyor. Kaşan yakınlarındaki bu türbe hergün onlarca ziyaretçi ağırlıyor.

MESCİDİ CEMKERAN

MESCİDİ  CEMKERAN

cemkeran 

    Kum’daki önemli Kutsal mekanlardan biri de Cemkeran mescididir. Kum’a altı kilometre uzaklıkta, Kum-Kaşan yoluna yakın bir yerde bulunan bu mescid, Hz. İmam Zaman’ın (Hz. Mehdi a.s’ın ) emri üzere yapılmıştır 
   O mukaddes mekanda ibadet ve namazın çok fazileti vardır. Orada namaz kılan, ibadet, dua ve ziyaret eden kimseler, İmam (a.s)’ın teveccüh ve lütfüne mazhar olur inşa-Allah. Bu mukaddes; mekan ilahi kerametlerin açıkça tacelli ettiği ve halkın hacetlerinin reva olduğu ve Allah’ın izniyle çaresiz dertlerinin çaresi verildiği ve daha önemlisi ehliyetli insanların manevi feyizler elde ettiği bir yer olarak müminler arasında tanınmaktadır. Bu Mescidin, İmam (a.s)’ın mübarek emri ile yapılması olayını, Merhum Mahaddis-i Nurî (Muhaddis-i Kummî’nin üstadı) Necm-üs Sakıb adlı kitabında; "Tarih-i Kum" kitabından naklen şöyle yazmıştır:
    Hasan b. Musle’den nakledilmiştir ki: 393 H. Kameri’nin Ramazan ayının 17. gecesi, kendi evimde uyumuştum. Aniden bir kaç kişiden oluşan bir grup kişi, gece yarısı evimize gelerek beni uykudan uyandırıp şöyle dediler: “Kalk, İmam Zaman (a.s) seni istiyor." Kalkıp onlarla birlikte mescidin şimdiki yerine geldik. Oraya varınca İmam (a.s)’ın bir cemaatle birlikte, bir tahtın üzerinde oturduğunu gördüm. Beni görünce buyurdular ki: "Git Hasan b. Müslim’e söyle: Bu yer kutsal bir mekandır; Allah-u Teala bu mekanı seçmiştir. Ama (sana ait olmayan bu yeri) sen alıp kendi tarlalarına  eklemişsin; Allah (bu günahın için, senin iki genç çocuğunu senden aldı ama yine de uyanmadın. Eğer bu işini sürdürecek olursan, beklemediğin bir yönden Allah’ın belası seni yakalayacaktır.
    Ben de, “Halk bu sözü tastik etmez; bana bir alamet gösterin” diye arz ettiğimde, İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Biz burada bir nişane bırakıyoruz; halka söyle bu mekana saygı göstersinler, onu yapıp onarsınlar, orada dört rekat namaz kılsınlar... Kim bu mekanda iki rekat namaz kılarsa, Kabe’de namaz kılmış gibi olur...”
   Hasan b. Musle ve bir grup insanlar, İmam (a.s)’ın sözüne itaat edip orada bir cami yaptılar.[1] Cemkeran camii, günümüzde Hz. Mehdi aleyhi-s selam’ı seven ve kalpleri o İmamın aşkıyla tutuşan milyonlarca insanları ziyaret ve ibadet için uzak ve yakın yerlerden oraya toplayan çok muhteşem bir merkez sayılmaktadır. Özellikle Cuma ve çarşamba geceleri, on binlerce insan bu mukaddes camide sabaha kadar namaz, ibadet ve duayla meşgul olurlar. Ve hacetlerinin reva olması için dualarında Hz. Mehdi aleyhi-s selam’ı Allah yanında vesile kılıyorlar. Bu mukaddes mekanda, sayısız kerametlerin Allah’ın emriyle gerçekleştiği, müminlerin yanında mütevatiren  sabittir ve bu konuda bir kuşku yoktur.
cemkeran

Cemkeran Mescidi’nin Bugünkü Durumu

    Ayetullah Uzma Necefî Mer’aşî’nin de anlattığı üzere bu mescit, İmam Mehdi’nin (a.f) emriyle Hicrî 293’te Hasan b. Müslih ve Seyit Ebul Hasan tarafından inşa edilmiş, sonraları Şeyh Saduk (r.a) [ö. 381 H.] tarafından tamir edilmiştir. Safevîler döneminde birkaç kez daha onarılan Cemkeran Mescidi, son olarak Ayetullah Şeyh Abdülkerim Hâirî döneminde de birçok kez bakımdan geçmiştir.
Gencine-i Âsar-ı Kum kitabında şöyle yazılıdır:
   "Hicrî 1167 yılında Mirza Ali Ekber Kummî tarafından (Cemkeran Mescidi’ne) etrafı çevrili bir avlu, bir minare ve çeşitli çini işlemeler yanı sıra genel bir tamirat yapıldı. Bu tamiratın ardından, uzun bir aradan sonra bir kez daha restorasyondan geçirilerek süslemeler eklendi.
     Kum şehrinin güneydoğusunda yer alan Cemkeran, şehir merkezine 5 km. uzaklıkta bulunan Kum’un en eski köylerinden biridir. Sahib-i Zaman Mescidi ise, köyün yaklaşık 500 m. ötesinde, güneydoğusunda yer alır."
    Elinizdeki kitabın yazarı olarak, bu mescidi Miladî 1972 yılından bu yana gerek iç görünümünün, gerekse dış görünümünün her geçen gün biraz daha güzelleştiğini; mescidin, gözle görülür bir şekilde gelişip büyüdüğünü gördüm. Bugün, bünyesinde bulunan birkaç mescit, Hüseyniye, yatakhane, avlu ve dev bir kütüphanesiyle geniş bir alana yayılan büyük bir ibadethâne ve sosyal bir tesis hâline gelmiştir.
    Yurt içinden ve yurt dışından gelen ziyaretçilerin akınıyla Çarşamba geceleri (Salı’yı Çarşamba’ya bağlayan geceler) Cemkeran, adeta hac döneminde Arafat ve Mina çölünde toplanan kalabalığı anımsatır. On binlerce İmam Mehdi (a.f) aşığı, bu günlerde bu kutsal yere gelerek münacat ve duayla meşgul olurlar.
    Kum şehrinin gelişmesi, şehrin neredeyse Cemkeran’a kadar büyümesine sebep olmuştur. Şimdilerde trafiğe açılan "Harem’den Harem’e Caddesi" ( Hz. Mâsume’nin hareminden Cemkeran Mescidi’ne) bu gelişmenin en güzel örneklerindendir.

Cemkeran Mescidi’ne Has Ameller

    Cemkeran Mescidi’nde yapılacak ameller; 4 rekât namazdan ibarettir. İki rekâtı Tahiyyet Namazı ve diğer iki rekâtı ise İmam-ı Zaman Namazı’dır. Tahiyyet Namazı’nın kılınma şekli şöyledir: Her rekâtta Fatiha sûresinden sonra 7 defa İhlas sûresi okunur. Rükû ve secde zikirleri de 7 defa tekrarlanır.
    Diğer iki rekâtlık İmam-ı Zaman namazı ise şöyle kılınır: Birinci ve ikinci rekâtlarda, Fatiha sûresinin “İyyake nâbudu ve iyyâke nestaîn” ayetine gelindiğinde, burası 100 kere tekrar edilir ve sonra Fatiha’nın geri kalan kısmı tamamlanır. İhlas sûresi, bir kere okunur. Rükû ve secdede okunan zikirler de 7 kere okunur. Namaz bittikten sonra bir kere “lâ ilahe illallah” denir.[2] Sonra Hz. Zehra Tesbihâtı (34 kere Allah-u Ekber, 33 kere Elhamdulillah, 33 kere Subhanallah) okunur. Daha sonra secdeye gidilerek 100 kere Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’ine (a.s) salavat ve selam gönderilir.[3]
    Ayetullah Burucerdî, Seyit Muhammed Taki Hansarî, Seyit Muhammed Rıza Gulpaygânî, Ayetullah Hüccet, Ayetullah Sadr, Ayetullah Necefî Mer’aşî ve daha birçok taklit mercii, Cemkeran Mescidi’ne ve amellerine çok önem verirler, bu yolda birçok hâcet ve isteklerine ulaşırlardı. Ayetullah Seyit Hansarî, Cemkeran Mescidi’ne genellikle yürüyerek gider ve oranın amellerini yerine getirirdi.
    Güvenilir alimlerden biri, Ayetullah Burucerdî’nin şöyle dediğini rivayet eder: "Cemkeran Olayı ve İmam Mehdi (a.f) ile görüşme, uyanıkken gerçekleşmiştir. (Buna göre) Cemkeran’a ait iki namazı oraya giriş kastıyla kılınız."
    Cemkeran mescidi büyüdüğünden, asıl sınırları dışındaki bölümlerde kılınan namazlar (bazı alimlerin buyurduğu üzere) sevap ümidiyle kılınmalıdır.

Cemkeran Mescidi’nde İmam Mehdi ile Mülâkat

   Rivayetlere göre, başta alim ve salih kişiler olmak üzere birçok kişi İmam Mehdi’yi (a.f) görme saadetine ermişlerdir. Bunlardan bazıları kitaplarda nakledilmiştir. Biz, kısaca burada, büyük taklit mercilerimizden olan Ayetullah Uzma Seyit Muhammed Rıza Gulpaygânî, Ayetullah Uzma Mer’aşî Necefî ve Ayetullah Sâfî Gulpaygânî’den nakledilen mülakatlarla yetiniyoruz:

Ayetullah Bafikî’nin İmam Mehdi ile Görüşmesi

   Ayetullah Muhammed Takî Bafikî, İran’ın önde gelen seçkin ulemasındandır. Rıza Han döneminde, tesettür yasağına karşı gösterdiği mücadeleden dolayı Kum şehrinden Rey’e sürgün edildi. Miladî 1944’te, 72 yaşındayken Rey’de vefat etti. Cenazesi Kum’a getirildi ve Hz. Mâsume’nin türbesinde, Mescid-i Bâlaser’de toprağa verildi. Kum’un ileri gelen alimlerinden biri, Ayetullah Uzma Seyit Muhammed Rıza Gulpaygânî’nin dilinden şöyle nakleder:
Ayetullah Abdülkerim Hâirî’nin taklit merciliği ve Havza’daki önderliği döneminde dört yüz kadar talebe İslamî İlimler Havzası’nda toplanmıştı. Bunlar, Ayetullah Hâirî’nin öğrencilere verdiği bursun sorumlusu olan Ayetullah Bafikî’den kışlık abâ istiyorlardı. Ayetullah Bafikî, olayı Merhum Ayetullah Abdülkerim Hâirî’ye iletti. O da, "Ben dört yüz abâyı nereden alayım?" diye yanıt verdi. Ayetullah Bafikî de "Asrın imamı Hz. Mehdi’den (a.f) alırız, efendim!" deyince Ayetullah Hâirî, "Benim o hazretten alma imkânım yok!" diye cevap verdi. Fakat Ayetullah Bafikî sözünde ısrarlıydı. "İnşallah ben alırım" dedi.
    Perşembe akşamı Ayetullah Bafikî Cemkeran Mescidi’ne gitti ve İmam (a.f) ile görüştü. Cuma günü Ayetullah Abdülkerim Hâirî’ye "İmam Mehdi (a.f) Cumartesi günü dört yüz abâ vermeyi kabul buyurdular" dedi.
    Ertesi gün tüccarlardan birinin dört yüz abâ getirdiğini ve talebelere dağıttığını gördüm.
    Bir müjdeyle aşıkların hüznü son bulacak
    Gece karanlığının ardından gök seherle aydınlanacak
    Ey dil! Azalt artık acı hicran günlerini şikâyeti
    Şühût ve şükür günlerinden daha tatlısı gelecek
    Ey Yâkup, dökme eteğine artık, gözyaşı nehirlerini
    Güler yüzlü yitik Yusuf, seferden dönecek

 [1] -Tarih-i Cedid-i Kum, s.147.
 [2] - Metinden anlaşıldığı kadarıyla şöyle denilmelidir: “La ilahe illallah vahdehu vahdeh.”
 [3] - Bihar, c.53, s.231.

Sadi Türbesi

Sadi Türbesi
Şeyh Sadi-i Şirazi (Farsça: سعدی شیرازی Sa'adī-e Shīrāzī; d. 1193, Şiraz - ö. 1292, Şiraz) Fars şâiri ve İslam âlimi.




İran'ın Şiraz kentinde doğmuştur. Çocukken babasını kaybedip dedesi ve amcası tarafından yetiştirilmiştir. Daha sonra Bağdat'a gidip Nizamiye Medreseleri'nde öğremini tamamlanmıştır.

30 yıl boyunca Hindistan ve Kuzey Afrika'yı dolaştıktan sonra 1256'da memleketi Şiraz'a dönerek şiirleri yazmaya başlamıştır. Günümüzdeki en çok konuşulan eseri Gülistan ve Bostan'dır. Moğol ve Haçlılarla yapılan savaşlara katılmıştır.Haçlılara esir düşmüştür. On dört defa hacca gitmiştir. Bütün şiirlerinde Sadi mahlasına rastlanmaktadır.

Şah Çerağ Türbesi-Şiraz

Şah Çerağ Türbesi-Şiraz





Şii’liğin en önemli kutsal ziyaret yerlerinden biri olan Şah Çerağ, İran’ın Şiraz şehrinde bulunuyor. “Işıkların şahı” anlamına gelen Şah Çerağ, Şiîlerin sekizinci İmamı olan İmam Rıza’nın kardeşi Seyyid Emir Ahmed’e, Şirazlıların verilmiş olduğu bir lakaptır.

İmam Rıza’nın 17 kardeşinden biri olan Seyyid Emir Ahmed, kardeşinin yanına gitmek üzere Horasan’a giderken, Abbasi halifesi Ma’mun’un adamları tarafından Şiraz şehrinde 835 yılında öldürülmüş. Şah Çerağ Türbesi ilk olarak 12. yüzyılda yapılmış. Kaçar döneminde genişletilen türbe, İslam Cumhuriyeti döneminde de büyütülmüş.

Çinili kubbesi ve gece sanki dev bir şamdanmış gibi görünen minareleriyle gün batımı sonrası göz kamaştırıcı bir görünüm kazanıyor.

Kur’an Kapısı..şiraz.iran

Dervaz-e Kur’an - Kur’an Kapısı..şiraz.iran




Şiraz’ın girişinde yer alan bu süslü yapı, aslında bin yıl kadar önce yapılmış bir giriş kapısıdır. Zend’li Kerim Han, bu yapının üst katında bir odaya kutsal kitaptan bazı bölümleri koyduktan sonra bu kapıya Kur’an Kapısı denmiş.

Şiraz’daki yaygın bir inanca göre seyahate giden bir yolcu bu kapının altından geçerek yola çıkarsa kesinlikle Şiraz’a güvenli bir şekilde geri dönermiş. Bu kapı 1950’lerde yıkılmış ve daha sonra yerel bir tüccarın bağışlarıyla yeniden yapılmış.

Kâşgarlı Mahmud’un Türbesi

Kâşgarlı Mahmud’un Türbesi

image00225.jpg
Kâşgarlı Mahmud’un mezarı bugün türbe hâline getirilmiştir. Opal köyünün 4 kilometre kuzeybatısındaki türbenin tam yeri, 39 derece 18 dakika 51.11 saniye Kuzey enleminde, 75 derece 30 dakika 36.03 saniye Doğu boylamındadır. Bir bahçe içerisindeki türbe bakımlıdır. Uygur Türklerinden Yasin Kari, ailesinden kalma türbedarlık geleneğini sürdürmekte ve Kâşgarlı Mahmud’un mezarıyla, türbesiyle yakından ilgilenmektedir.

Bahçenin girişine Kâşgarlı Mahmud’un yaklaşık 4 metre yüksekliğinde bir heykeli dikilmiştir. Külliye şeklindeki türbede hacet yeri, halvet yeri, çilehane, tilavethane yer almaktadır. Bahçede bugün müze hâline getirilmiş bir bölüm ve bir mescit bulunmaktadır. Türbenin 1829 ve 1897 yıllarında iki kez onarım gördüğü kitabelerde kayıtlıdır. Yakın zamanda da binaların onarımdan geçirildiği anlaşılmaktadır. Bu onarımlarla türbenin ve külliyenin asıl biçiminin zaman içinde değişikliğe uğradığını söylemek mümkündür.

Türbeye giden yolda Kâşgarlı Mahmud’un diktiğine inanılan büyük bir ağaç vardır. Uygurların Hayhay Terek diye adlandırdığı bu büyük ağacın hemen yakınında da bir su kaynağı bulunmaktadır. Ağacın dalları, dileklerinin olması için insanların bağladığı bez parçalarıyla bezenmiştir.

Ağacın hemen yakınındaki merdiven, ziyaretçileri Kâşgarlı Mahmud türbesine ulaştırmaktadır. Bahçe içerisindeki bütün merdivenlerin toplam basamak sayısı doksan yedidir. Basamakların bu sayıda olması, Kâşgarlı Mahmud’un yaşadığı yıl sayısını göstermek içindir.
image00172.jpg
Etrafı duvarla çevrili türbe avlusunun girişinde taçkapı bulunmaktadır. Taçkapının içindeki Kâşgarlı Mahmud’un temsili resmi, ziyarete gelenleri karşılamaktadır. Türbe, avlunun batısındadır. Üç odadan oluşan türbenin girişinde sağdaki odada Kâşgarlı Mahmud’un sandukası yer alır. Kâşgarlı Mahmud’un asıl mezarının ise türbenin hemen güneyindeki mezarlıkta olduğu ifade edilmektedir. TürbedarYasin Kari, yaklaşık yirmi metre uzaklıkta, türbeye bakan mezarın Kâşgarlı Mahmud’un asıl mezarı olduğunu belirtmektedir. Bu mezar, Kâşgarlı Mahmud’un kurduğuna inanılan Mahmudiye Medresesi’ne ait kalıntıların hemen batısındadır.
   Türbedeki ikinci odada Divanü Lugati’t-Türk basımlarından oluşan bir sergi yer almaktadır. Üçüncü oda ise ziyaretçilerin namaz kılabilecekleri biçimde düzenlenmiştir. Bu odada türbenin damına çıkan bir de merdiven bulunmaktadır.
  Kâşgarlı Mahmud türbesi, yalnızca Kâşgar’dan değil çevre illerden hatta Çin’in çeşitli bölgelerinden gelen Uygur, Kazak, Kırgız ve diğer Türk topluluklarından ziyaretçiler tarafından hemen her gün ziyaret edilmektedir.

Ahmet Yesevi Türbesi.... Kazakistan

Ahmet Yesevi Türbesi.... Kazakistan

image0015.jpg
Ahmet Yesevi Türbesi Kazakistan
XIX. yüzyıl sonlarında Orta Asya ve Kafkasya olarak genellenebilecek eski Sovyetler Birliği coğrafyasında Nakşibendilik, Kadirilik, Yesevilik ve Kübrevilik olmak üzere dört büyük tarikatın faaliyette olduğu bilinmektedir. 12.-13. yüzyıllardan itibaren Orta Asya’da en güçlü tarikat olan Yesevilik, zamanla ya diğer tarikatlarca özümsenmiş, ya da başka adlar altında kendini kısmen yaşatmayı sürdürmüştür. Bizim gerek kaynak gerek alan araştırmalarımıza göre Anadolu’daki Alevi-Bektaşiler ve Kırgızistan’daki Laçiler Yesevi Yolu’na özgü bazı özellikleri günümüzde başka şekiller altında olsa da yaşatmaktadırlar.  Burada Kırgızistan’daki Laçilerin geçmişi, Yesevi Yolu’yla olan benzerlikleri ve kendine has özellikleri ele alınmaya çalışılacaktır.

Türk topluluklar arasındaki sufiliğin gelişim sürecine baktığımızda Yesevilik, tarihsel süreç içerisinde benzeri oluşumları hem etkilemiş, hem de etkilenmiştir. Şöyle ki mesela zaman içerisinde Nakşibendi tarikatının esasını oluşturan hafi (sessiz) zikirden sapmalar meydana gelmiş ve bunun sonucunda tarikat içerisinde zikirin hafi mi yoksa cehri mi olacağı konusunda önemli tartışmalar başlamıştır. Zikire ilişkin bu değişim muhtemelen Yeseviliğin etkisiyle oluşmuştu.  Orta Asya’da Yesevilik zamanla diğer tarikatlar içerisinde eridi. Ayrıca zaman içerisinde, onun Orta Asya’daki nüfuzundan yararlanmak isteyen başka tarikatlar, özellikle de Nakşibendilik, onunla kendini ilişkili göstermeye çalıştı ve bunda da başarılı oldu.
…..
Yesevi yolunda Nakşibendilikten farklı olarak sesli zikir (zikr-i cehr), müzik, raks-ı sema ve kadınlı-erkekli zikir/ibadet vardır.  Yeseviliğin bu ayırıcı özellikleri göz önüne alınarak, günümüzde bu özelliklerin devamı şeklinde ibadet ve ritüelleri sürdüren Alevi-Bektaşiler ve Laçiler hakkında araştırmalar yapılması gerekmektedir. Laçiler konusunda ise literatürde yer alan bilgiler çok daha azdır. Kadın-erkek toplanarak Yesevi’nin “Hikmetler”ini dutar eşliğinde söyleyen ve Alevilerdeki “semah” benzeri hareketlerle  coşan bu topluluk hakkında da bilgiler yetersizdir. Laçilerin ibadet ritüeli olan zikirleri, Alevi-Bektaşilerin Cem ibadetleri ile pek çok ortak özelliğe sahiptir. 
…..
Yesevilik, Türkistan (Yesi) çevresinden başlamak üzere Türk toplulukların yaşadıkları alanlara yayıldı. Anadolu ve Balkanlara kadar ulaştı. Rus Alimi Gordlevski’nin belirttiği üzere “…Küçük Asya halkının düşünce yapısına, Orta Asya Türk mistikleri “atalar” da büyük etkide bulunmuşlardır. Bunlar, Küçük Asya’ya , Ahmet Yesevi’nin mezhebini ve hikmetlerini taşıyorlardı…
…..
Demek ki Yesevi Yolu zaman içerisinde değişik isimler altında da olsa devam ederek, Kırgızistan’a da Anadolu’ya da bu şekilde ulaştı. Örneğin Yesevi Yolu’nun Kırgızistan’daki izbasarları ileride söz edeceğimiz üzere Laçilerin adı, zikir sırasında çıkarılan sese dayandırılmış, Yesevi Yolunun Anadolu ve Balkanlar’daki devamcıları olan Bektaşiliğin adı ise Hoca Ahmet Yesevi’nin halifesi olan Hacı Bektaş Veli’ye dayandırılmıştır. Orta Asya’da hakim Ahmet Yesevi kültü, Anadolu’da yerini, yine onunla bağlantılı yerel dedelere ve babalara bırakmıştır. Hacı Bektaş Veli de bunlardan biridir. Yüzyıllara dayanan bu süreçte bu tür bir değişimin yaşanması çok doğaldır. Burada bizim açımızdan önemli olan Yesevi Yolu’nun temel motiflerinin bu topluluklarda nesilden nesile aktarılarak korunmuş olmasıdır. İşte bu bakımdan Yesevi kültürü bakımından önemle incelenmeleri gerekmektedir.         
image002.jpg
Fergana Şah-ı Merdan Türbesi
Bu iki toplulukta da Ahmet Yesevi’nin “Hikmetler”inde belirtilen kadınlı erkekli, sesli zikiri esas alan, raks ve sema ve müziğe yer veren bir ritüel ibadet işlevini görmektedir.  Hem Laçiler hem de Alevi-Bektaşilerin geleneksel yaşam alanlarında ağırlıklı olarak, sözlü geleneğin hakim olduğu ve ellerinde bulunan elyazması kitaplarda Ahmet Yesevi ile ilgili menkıbeler yer aldığı görülmektedir. Örneğin Alevi-Bektaşi grupların içinde bazıları  doğrudan Ahmet Yesevi’ye neseben mensubiyet iddia etmekte hatta Ahmet Yesevi adını taşıyan bir ocak da bulunmaktadır. Anadolu’da yaptığım alan araştırmalarına göre bu ocak Şah Ahmed Yesevi, Ahmed Yesevi veya Şıh Ahmed Dede Ocağı adlarıyla anılmakta, bu ocağın Malatya, Erzincan, Tunceli ve Tokat’ta dedeleri bulunmaktadır. Yine Bektaşi silsilenameleri ve icazetnamelerinde de Ahmet Yesevi mutlaka yer almaktadır.
…..

Ayrıca hem Laçiler, hem de Alevi-Bektaşiler arasındaki zikir esnasında kullanılan dil sade Türkçe olup, halk dilidir. Laçiler de ağırlıklı olarak Ahmet Yesevi’nin “Hikmetler”ini dutar eşliğinde “hapız” adı verilen ve Ahmet Yesevi’nin “Hikmetler”ini ezbere bilen kişiler söylemektedir. Alevi-Bektaşilerde ise Yesevi geleneğinin Anadolu’da yerini almış olan kişilerin şiirlerini (deyiş) mürşid/dede veya aşık/zakir gibi adlarla anılan kişiler söylemektedirler. Her iki toplulukta da kullanılan dil Türkçe’nin farklı versiyonlarıdır ve eskiden günümüze otantik halini yitirmeden gelmişlerdir.
Laçileri, eski Sovyetler Birliği etki alanı dışındaki bilim çevrelerine tanıtan Fransız araştırmacı Bennigsen olmuştur.
…..

Geleneksel Alevi yerleşim alanlarının olduğu gibi merkeze uzak, dağlık ve ulaşılması güç alanlarda yaşayan Laçiler’in kapalı bir topluluk olmalarının da nedeniyle olsa gerek, haklarındaki bilgiler yetersizdir. Bugün artık yavaş yavaş gelişmiş alanlara göç etseler de Laçilerin geleneksel yerleşim alanlarının merkeze uzak, dağlık alanlar olduğunu görülüyor.  Bunu anlamak için haritaya bakmak ve Laçi kışlaklarına gitmek yeterli olacaktır.
…..
Laçi adının kökeni üzerinde kaynaklarda yeterli bilgi yoktur. Mambetaliyev, “Liyaçi, Laaçi” adlarını kullanmakta,  zikir ettikleri zaman söyledikleri “illahu” diyen bağırışlarından dolayı “laaçılar”; “laalar”, “lyaçiler” diye ad verilmiş. Bana göre de Laçi veya Laaci deyimi, zikirde gerçekleştirilen eylemle doğrudan ilintilidir. Çeşitli zikir şekilleri gördükten sonra bende böyle bir kanaat oluştu. Şöyle ki zikir sırasında en çok kullanılanlar “İllallah”, “La ilahe illallah” ve “Hu” gibi kutsal sözlerdir. Çeşitli zikir uygulamalarında tekrarlanan bu sözleri düşünerek, Lahci ve Laçi sözlerinin kökenini anlamaya çalıştım. Buna göre “Laçi, Laaçi, Lyaçi” gibi adların bu sözlerden dolayı ortaya çıktığına hükmettim. Şöyle ki Laçilerin dışındaki halk onların zikir ibadetlerine katılamamış, bilinenler dedikodu boyutundan ileri gidememiştir. Onlara zikirlerindeki sözlerinden dolayı “La ilahe illallah diyen” anlamına gelmek üzere “la diyen” şeklinde “La-ci/Lahci” denilmeye başlanmıştır. Türk dilinin gramer yapısı, söyleyiş biçimi bakımından da bu açıklama doğru gözükmektedir.  
Laçi” sözcüğünün günümüzde kullanımı bakımından ise şunlar söylenebilir.
image003.jpg
Kırgızistan’daki Laçiler

Laçi olmayanlarla görüşmelerimizde onların bu sözcüğü bir küçümseme, bir alay etme aracı olarak kullandıklarını gözlemledik. Çünkü doğrusunu bilmeseler de Laçileri hep kulaktan dolma dedikodularla tanımışlardı. Bu dedikodular da onların “
ahlaksızlık” içeren ayinleri, yani zikirleri esası oluşturuyordu.  Kademcay’da bir lokantada sohbet ettiğimiz iki yaşlı kişi, Laçilerle ilgili sorularımıza, çevredekiler duymasın diye kısık sesle ve anlattıklarına zaman zaman gülerek yanıt vermişler, bunları görüp görmediklerini sorduğumuzda ise, görmediklerini yalnız duyduklarını ifade etmişlerdi. Biz Laçilerle görüşmelerimizde ise Laçi adına yüklenen kötü anlamlardan dolayı rahatsız olduklarını gözlemledik. Bazıları kendilerinin her zaman Allah’ı zikreden bir ibadet tarzları olduğuna dayanarak “Allahçı” olarak adlandırmalarının daha doğru olacağını söylüyorlardı. Bu adın onlar arasında eskiden beri mi kullanıldığı, yoksa “Laçi” adının küçümseme amaçlı kullanımına karşı geliştirilen bir isim mi olduğu konusu ise açık değildir. Ayrıca Laçilerin kendi aralarında birbirleri için “Divane” sözünü de kullandıklarını gördüm. “Bizim Divaneler” şeklindeki ifadelerinden bu sözcüğü de kendilerini tanımlamak için kullandıklarını anlıyoruz.
Bennigsen’in de çok doğru olarak belirttiği üzere “…Doktrini bölgesel şartlara adapte edilmiş olan ve İslam öncesi Türk inanç ve geleneklerinden oldukça etkilenmiş bulunan Yeseviyye tarikatının, XIII. asırdan XV. asıra kadar tüm Orta Asya’da, Harezm’de, Uzak Kafkasya’nın Türkmen ülkesinde ve Orta Volga’nın Tatar ülkesinde müntesipler bulunmuştur. Horasan, Kuzey İran ve Anadolu’da Yesevi gruplar teşekkül etmiştir. XV. ve XVI. Asırlarda Orta Volga’daki Yesevi gruplarını Nakşbendiyye tarikatı kendi içinde eritmiştir. Hazar denizi ötesindeki Türkmen kabilelerinde bu süreç hemen hemen tamamlanmıştır. XIX. asrın sonunda Yeseviyye grupları kalabalık halde sadece Fergana vadisinde mevcuttu…

Öncelikle kaynaklarda Laçilerin tarihi geçmişi ve inanışları hakkındaki bilgilere bir göz atalım. Laçiler hakkında en fazla bilgiyi S. M. Mambetaliyev sunmaktadır. Yayınlanmış biri Rusça, biri Kırgızca kitabında Laçiler konusuna önemli yer ayırmıştır.
…..

Mambetaliyev’e göre onlar şeriatın yazılı kurallarına uymayarak onun yerine kendi mistik ritüellerini uygulamışlardır. Onlar gece zikirlerini  müridleriyle  beraber  Cami’de değil de mürid evlerinde  yapmaktaydılar. Bu  evlere  kadınlar  ve  erkekler  beraberce  gelirdi. Onlar Ahmet  Yesevi’nin   “Hikmetlerini” okurlar, dini  ilahiler  söylerler,  kendilerinden  geçerek çeşitli hareketler yaparlardı.  İşte bütün bu  dini ilahiler, hareketler ve  göz yaşlarından  sonra  öylesine  yorgun ve  bitkin  düşerlerdi ki kendilerine  gelmek  için  sabaha  kadar  bu  evde  kalırlardı. Rakip ve sapkın olarak gördükleri bu tarikatın yayılma eğilimi göstermesi de din adamları ve diğer tarikat şeyhlerinin onların hiç  hoşuna gitmiyordu şüphesiz. Müslüman din  adamları  ve  diğer  tarikatların  İşanları   bu  yeni  tarikat mensuplarına dinsizlik ve ahlaksızlık suçlamalarında bulundular. Bu şekilde birbirini tutmayan gerçekdışı çeşitli dedikodular ortaya çıkmıştır. Bütün bu yanlış dedikodular sonucunda ortaya çıkan baskılarla Laçiler sık sık yaşadıkları alanlardan göç etmek zorunda kalmışlar içine kapanık Laçi yerleşim alanları ortaya çıkmıştır. Laçiler  hakkında  kulaktan kulağa  yayılmış olan  dedikodular  ve  onlara yönelik  ahlak dışı suçlamalar
[16] nedeniyle onlar ile onların dışındaki yerli halk  arasında  hiçbir ilişki kurulmamıştır. Tabii ki  bütün  bunlardan  sonra insanlar   ister  istemez   Laçiler  ile  ilişki  kurmamışlardır. Böylece içine kapalı bir topluluk olarak yaşamışlardır.
Varolan sınırlı kaynaklara göre Müslüman din adamları Laçiliği bir tür sapkınlık olarak gördüklerinden açıkça cephe almışlar ve tarikatın o dönemdeki lideri idam edilerek öldürülmüştür. Bir başka kaynağa göre ise tarikatın kurucusu Sanivar adlı bir şeyh idi ve Laçiler  diğer Müslümanlar tarafından sapkın olarak görüldüler. Bu tarikatın ihtilalci hareketleri her defasında bastırılıyor ve liderleri ortadan kaldırılıyordu. Zamanın dini otoriteleri olarak görülebilecek Mollalar ve İşanlar bu tarikat mensuplarına her türlü baskılarda bulundukları gibi, yaşadıkları yerlerden de sürülmelerine yol açtılar. Laçilere yönelik bu baskılara Hokand Hanlığı’nın da göz yumduğu görüldü. Daha sonra Hokand Hanlığı’nın ardından bölgenin idaresi Fergana Yönetim Birimi olarak Ruslar’ın hakimiyetine girdi. Rus hakimiyetinin ilk zamanlarında Laçiler gizlenmeyi bırakıp, tarikatı açıkça icra etmeye başladılar. Ancak bu serbesti dönemi de pek uzun sürmedi ve Ruslar da Laçilere baskı uygulamaya başladılar. Çünkü Mambetaliyev’e göre Sovyet ideolojisi ile Ahmet Yesevi’nin Hikmetlerini bağdaştırmak zordu.
…..

Laçilerde dini önder yani mürşid/pir, “
Ata”, “İşan” veya “İşan-halife” gibi adlarla adlandırılmaktadır. Laçilerdeki bu Ata/İşanlık kurumu soy yoluyla devam ediyor. Ataları hiyerarşik olarak sarkar/kalpa izliyor. Bugün bizim gördüğümüz en tanınmış İşan ailesinden gelen dini önderleri Sur Kışlağı’nda bulunan Hoca Yusuphan Mahsum. Onunla ve diğer Laçilerle görüşmelerimizden, dini önderlerin nesilden nesile aktarılan bilgiler doğrultusunda, büyüklerinden görerek, ayinlere katılarak, daha çok uygulamaya dayalı bir şekilde yetiştiği anlaşılıyor. Zaten yazılı kaynaklar sınırlı, eskiden kalma el yazması 3-5 eser var. Doğal olarak bugün yaşanan eğitim ve iletişim olanaklarındaki artış başta olmak üzere sosyo-ekonomik değişiklikler Laçilerin eski yapılanmalarını geçersiz kılıyor. Laçiler yavaş yavaş  Oş, Kademcay, Kızıl Kiya gibi daha büyük kozmopolit yerleşim alanlarına göçerek eski geleneksel değerlerinden uzaklaşıyorlar. Ayrıca kendileri ile ilgili olumsuz kanaatlerden dolayı, yaşadıkları yerlerde kimliklerini gizlemektedirler. Bu durumu alan araştırmalarımız sırasında açıkça gözlemledik. Hoca Yusuphan Mahsum’un anlattıklarından da eski kitaplardaki bilgilerin veya “Hikmetler”in yeterli olamadığı, dini konularda yayınlanmış yeni kitapları okuduğunu gördüm. Bunlar Laçilerin geleneksel köy yaşamları bakımından önemli değişikliklere işaret etmektedir. 
Petraş, Laçilerin içlerine kapanık bir yaşam sürdüğünü, tarikatın ruhani önderi olarak Ahmet Yesevi’nin kabul edildiğini ve onun Hikmetleri’nin kutsal olarak görüldüğünü ifade etmektedir. Gerçekten de bu toplulukta Ahmet Yesevi’nin birincil şahsiyet olduğu görülmektedir. Onlar onu, “Kul Koja Ahmet” olarak adlandırıyorlar. Laçilerin arasında, Anadolu’daki aşık/zakir/ozan benzeri kişiler var. Bunlara “hapız” adı veriyorlar. Onların özelliği “Hikmetler” eşliğinde dutar çalarak zikirde önemli bir rol üstlenmek. Hapızlar’ın  bir önemli özelliği, Ahmet Yesevi’nin “Hikmetler”ini ezbere bilmeleri. Bugün Laçiler arasında hapız da pek kalmamış. Geleneksel yapı sürdürülemediğinden gençler arasında hapız da yetişmiyor doğal olarak.
…..
image004.jpg
Kırgızistan’da Fergana Vadisi’nde bir Laçi
Onlar arasında yaygın adıyla “Şahmerdan”ın, yani Hz. Ali’nin de Laçiler arasında büyük önemi vardır. Fergana Vadisinde bulunan ve Şah Merdan olarak adlandırılan Hz. Ali’nin türbesi bölgedeki en önemli ziyaretgahtır. Ayrıca geçmişte yaşamış tanınmış Laçi İşanlarının mezarlarını da ziyaret olarak kabul ediyorlar. İlginç bir yön de Kayındı Kışlağı’ndaki mezarlıkta gördüğümüz, mezarların sadeliği. Mezarın üzerine taştan veya ağaçtan her hangi bir işaret konulmamış, toprağın üzeri otlarla kaplı. Nedenini sorduğumuzda bunun alçak gönüllülük, gösterişten uzak olmak, turap olmak gibi anlamları olduğunu ifade ettiler.
image005.jpgDoç. Dr. Ali YAMAN
hbektas..gazi.edu.tr
NOT: Bu araştırma yazısının tamamına ve kaynaklarına aşağıdaki linklerden ulaşılabilir.
- See more at: http://www.yenidenergenekon.com/173-kirgizistanda-laciler/#sthash.zsEhnTDB.dpuf