Kadıköy İlçesi’nde, Merdivenköy Mahallesi’nde yer alan ve İstanbul’un çevresindeki en eski dergahlarından Şahkulu Sultan Tekkesi, bazı kaynaklara göre, 1329’da Osmanlıların galibiyeti ile sonuçlanan Pelekanon meydan savaşını müteakip Orhan Gazi tarafından bir Ahî zaviyesi olarak kurulmuştur.. Bu meyanda, söz konusu savaştan sonra Orhan Gazi İzmit Körfezi’nin kuzey kıyısını, Üsküdar’a kadar fethettiğinde, Bizans İmparatoru III. And- ronikos’un, Şahkulu Sultan Tekkesi’nin yerinde bulunan av köşkünde sulh müzakerelerinin yapıldığı, bu görüşmeler sırasında, Orhan Gazi’nin, sulh şartları arasında, av köşkünün Ahîlere verilmesini istediği ve bu şartı Bizanslılara kabul ettirdiği, Orhan Gazi’nin dedesi olan Şeyh Ede- bâli’nin yeğeni Ahî Ahmed’in zaviyenin ilk şeyhi olduğu ileri sürülmektedir. Gerek söz konusu zaviyenin, gerekse de “Abda- lân-ı Rum” ve “Gaziyân-ı Rum” zümrelerine mensup olan, ancak menkıbelerine ve hatıralarına daha sonra Bektaşî’lerin sahip çıktığı birtakım savaşçı-kolonizatör dervişlerin (Sancakdar Baba, Mansur Baba, Semerci Baba, Mâh Baba, Gözcü Baba, Yörük Baba, Gül Baba, Eren Baba, Garipçe Baba, Buhur Baba, Kartal Baba, Balcı Baba) aynı yıllarda Kartal-Üsküdar ekseninde tesis etmiş oldukları zaviyelerin, daha ziyade Bizans’ı gözetlemekle yükümlü, ileri karakol niteliğinde kuruluşlar oldukları söylenebilir.
Ankara bozgunundan (1402) sonra, Gebze’nin batısındaki Osmanlı topraklarının Emir Süleyman Çelebi tarafından II. Manuel Palaeologos’a terk edilmesi sonucunda, civarında bulunan diğer zaviyelerle birlikte, burası da ortadan kaldırılmış, Bektaşî geleneğine göre bu sırada, tekkenin banisi ve ilk şeyhi olarak kabul edilen Şahkulu Sultan ile çevredeki zaviyelerin, “40 erenler” olarak anılan şeyhleri şehit edilmişlerdir. Bu olaydan kısa süre sonra I. Mehmed (Çelebi) bu bölgeyi yeniden Osmanlı topraklarına katarak Şahkulu Sultan Tekkesi’ni ihya etmiştir. Tekkeye adını vermiş olan, “Şahkulu Sultan” veya “Şahkulu Baba” olarak anılan şeyhin hayatı ve kimliği hakkında bilinenler Bektaşî mitolojisindeki birçok başka sima gibi, hemen bütünüyle menkıbelerin müphem verilerinden ibarettir. Bazı araştırmacılar, Bektaşî geleneğinde Horasan kökenli bir veli olarak kabul edilen Şahkulu Sultan’m, aslında II. Bayezid döneminde vuku bulan Şah İsmail yanlısı ayaklanmanın başı olup Osmanlı tarihçilerinin “Şeytan Kulu” olarak adlandırdıkları Kızılbaş şeyhi olduğunu iddia etmektedir. Şahkulu Sultan Tekkesi muhtemelen 15. yy’ın sonlarında veya 16. yy’m ilk çeyreğinde eski ağırlıklarını yitiren Ahilerden yeni teşkilatlanan, kendilerine bağlanan Yeniçeri Ocağı’nın da etkisiyle gitgide güçlenen Bektaşîlere intikal etmiştir. Bundan sonra Şahkulu Sultan Tekkesi Bektaşîliğin İstanbul’daki âsitanesi, ayrıca bu tarikatın Osmanlı topraklarındaki bütün tekkeleri içinde en önemlilerinden birisi olarak varlığını sürdürmüştür. Bazı kaynaklarda, Ba- bagân (mücerred) koluna bağlı Bektaşî tekkeleri arasında Şahkulu Sultan Tekke- si’nin Kırşehir’deki pir evinden ve Dimeto- ka’daki Seyyid Ali Sultan Tekkesi’nden sonra üçüncü sırayı işgal ettiği bildirilmekte, diğer bazı metinlerde ise bu tekkeye “âsitane-i saniye” ve “ikinci pir evi” denildiği görülmektedir.
Osmanlı başkentini Anadolu’ya bağlayan yolun üzerinde bulunan Şahkulu Sultan Tekkesi’nin Devlet-Ordu-Bektaşîlik ilişkilerinde ve teşrifatta özel bir yeri vardı. Bu meyanda pir evinden İstanbul’a gelen dedebabalar İstanbul’daki Bektaşî ricali ve Yeniçeri Ocağı’nm ileri gelenleri tarafından, gösterişli bir merasimle Şahkulu Sultan Tekkesi’nde karşılanır, burada bir müddet dinlendikten sonra İstanbul’a nakledilirler, Kırşehir’e dönüşlerinde de yine bu tekkeden uğurlamrlardı. 1826’da Yeniçeri Ocağı ile birlikte Bektaşî tarikatının da lağvedilmesi üzerine Şahkulu Sultan Tekkesi Bektaşîlerden Nakşibendîlere devredilmiş, o tarihteki postnişini Âhir Meh- med Baba dört dervişi ile beraber Tire’ye sürülmüştü. Bu hengâmede tekkenin yık- tırılmasa bile en azından tahribe uğradığı tahmin edilebilir. Bilindiği gibi 1826’dan tekkelerin kapatıldığı 1925’e kadar Bektaşîlik resmen mülga sayılmış, Tanzimat’tan ve özellikle bu tarikata yakınlığı olduğu bilinen Abdüla- ziz’in tahta çıkmasından (1861) sonra Bektaşîlere devletçe müsamaha gösterilmeye başlanmış ve “Nakşibendî” adı altında kendi geleneklerini sürdürmelerine göz yumulmuştur, Bu arada Şahkulu Sultan Tekkesi’nin de bir durgunluk devresinden sonra geçen yüzyılın ortalarından itibaren yavaş yavaş canlandığı ve Bektaşîler nez- dindeki eski önemini kazandığı gözlenmektedir. Tekkenin günümüze intikal etmiş olan yapıları bu ikinci kuruluş devrine aittir. Özellikle bu dönemin postnişin- lerinden Mehmed Ali Hilmî Dedebaba’ mn(->) (ö. 1’907) meşihatı (1863-1907) boyunca Şahkulu Sultan Tekkesi yoğun bir imar faaliyetine sahne olmuştur.
Cümle kapısında bulunan 1291/1874-75 tarihli kitabe tekkeyi oluşturan bütün binalar için geçerli bir ihya kitabesi olmadığı gibi, tekkenin çekirdeğini teşkil eden meydan evi ile buna bağlı büyük aşevi-“kiler evi” çamaşırhane-hamam kanadının mimari özellikleri, ayrıca tekkenin tarihçesine ilişkin bilgiler bu bölümlerin 19. yy’m ortalarında inşa edildiğini göstermektedir. M. Ali Hilmi Dedebaba’mn 1286/1869-70’te ikinci kere pir evini ziyaretinden dönüşünde tekkeyi tamir ettirdiğini ve genişlettiğini matbu divanındaki biyografisinden öğreniyoruz. İkametgâh bölümü meydan evinin kuzeyine bu tarihten sonra, cümle kapısındaki kitabenin işaret ettiği 1291/ 1874-75’te eklenmiş olsa gerektir. Aynı şekilde cümle kapısından başka bunun yanındaki bölümlerin (kapıcı can hücresi, bacılar mahfili, at evi) bu tarihte inşa edildiği, meydan evinin, büyük aşevi-“kiler evi” çamaşırhane-hamam kanadının da aynı tarihte esaslı bir onarım geçirerek son şeklini aldığı tahmin edilebilir. 19. yy’m dördüncü çeyreğinde de imar faaliyetinin devam ettiği, 1309/1892’de bir “zenbûr evi” (arı kovanı) ve 13’13/189Ğ’da da şeyh odası niteliğinde bir mekânın inşa edildiği anlaşılmaktadır.
1925’te kapatıldıktan sonra mülkiyeti Vakıflar İdaresi’ne intikal eden Şahkulu Sultan Tekkesi bir müddet son postnişin Haşan Tahsin Baba’nm ve bazı dervişlerin meskeni olarak kullanılmış, bu son kuşağın vefatını müteakip terk edilerek harap olmaya başlamıştır. Günümüze ulaşamamış olan bazı bölümlerin bu devirde ortadan kalktıkları bilinmektedir. 1965 civarında Vakıflar İdaresi tekkenin bir kısmını (meydan evi ile buna bitişik olan bazı bölümleri) restore ettirmiş, ancak herhangi bir fonksiyon verilmediğinden yapılar yeniden harabiyete yüz tutmuştur. Son yıllarda kurulan Şahkulu Sultan Külliyesi’ni Onarma ve Yaşatma Derneği tekkeyi aslına uygun biçimde tamir ettirerek Bektaşî kültürünün yaşatıldığı bir merkez haline getirmiş bulunmaktadır.
İstanbul’da Bektaşîliğin en parlak temsilcisi olan Şahkulu Sultan Tekkesi yeni- çerilik-Bektaşîlik bağından kaynaklanan askeri, siyasi öneminin yanısıra Bektaşî edebiyatı ve musikisinde de önemli bir yere sahiptir. Özellikle Bektaşîlerden başka diğer tarikat ehli arasında da sevilen ve sayılan, bir müddet Kırşehir’deki pir evinde dedebabalık yapacak kadar nüfuzlu olan şair ve bestekâr M. Ali Hilmi Dedebaba’mn meşihatı sırasında Şahkulu Sultan Tekkesi verimli bir kültür hayatına sahne olmuştur. Ayrıca haziredeki mezarlardan da görüleceği üzere, mensupları arasında devlet ricalinden birçok kimsenin bulunduğu bu tekke “aristokrat” havalı İstanbul Bektaşîliğini temsil etmekteydi.
Kaynaklarda çeşitli başka adlarla da (Gadnî Dede, Hamdi Baba, Merdivenköy, Şahkulu Baba, Şeyh ıMehmed Ali Baba) anılan Şahkulu Sultan Tekkesi’nin ayin günü perşembe idi. Mücerred erkânının uygulandığı tekkede, Dahiliye Nezareti’nin R, 1301/1885-86 tarihli istatistik cetvelinde 30 erkeğin ikamet ettiği belirtilmiştir. Vak’a-i Hayriye’den (1826) önceki dönemde adları tespit edilebilen postnişinler Mustafa Baba (ö. 1682), Yusuf Baba (ö. 1685), Mürşid Ali Baba (ö. 1697), Hacı Feyzullah Efendi iö. 1761), Mahmud Baba (ö. 1793), İsmail Baba (o. 1796), Ali Baba (ö. 1813) ve Âhir Mehmed Baba’dır. Vak’a-i Hayriye’ den kısa bir süre sonra tekkenin Halil Rev- nakî Baba (ö. 1850) tarafından canlandı- rıldığı rivayet edilmekte fakat ikinci bâni olarak genellikle Ahmed Baba (ö. 1849) kabul edilmektedir. Daha sonra meşihat görevini üstlenen postnişinler ise Hacı Sadık Baba (ö. 1852), Hasan Baba (ö. 1857),
Ali Baba (ö. 1863), Mehmed Ali Hilmi De- debaba (ö. 1907), Filibeli Mustafa Yesarî Baba, Ahmed Burhan Baba, Hacı Ahmed Baba (ö. 1918), Ubeydullah Baba, Filibeli İbrahim Fevzî Baba, Ahmed Nuri Baba, Yalvaçlı Mehmed Tevfik Baba ve Merhaba Tahsin Baba’dır.
Şahkulu Tekkesi bütün Bektaşî âsitane- leri gibi şehrin dağdağasından uzak, mesire niteliğinde, asude bir mevkide, geniş bir arazi içinde yer alır. Günümüzde tekkenin arsası doğuda imam Ramiz. (l’ekke Altı) Sokağı, batıda Mania Yolu, güney ve kuzeyde ise komşu parsellerle çevrilidir. İmam Ramiz Sokağı’nm ötesinde Şahkulu Tekkesi’ne bağlı olanların gömülü bulunduğu geniş bir mezarlık doğuya doğru uzanır.
Tekkenin cümle kapısı kuzeyde, bugünkü İstanbul-Ankara otoyolu yönünde yer alır. Cümle kapısının dışında, ulu bir çınarın altında tekkeye bağımlı olan Mâh Baba Çeşmesi bulunmaktadır. Bu çeşmenin yanında günümüze ulaşamamış bir namazgah ile tekkeyi ziyarete gelenlere selamlık vazifesi gören bir kahvehanenin var olduğu bilinmektedir. Cümle kapısından tekkenin bahçesine girildiğinde sağda “kapıcı can” hücresi ile kadınların ağırlandığı bacılar mahfili sıralanır. Aynı sırada yer alan üçüncü birimin de ahırların bakımı ile yükümlü olan at evi babasına ait olduğu tahmin edilebilir. Söz konusu mekânların arkasında kuzey yönündeki çevre duvarı boyunca tekkenin at evi (ahır) uzanır.
Cümle kapısının soluna, kuzey-güney doğrultusunda tekkenin en önemli bölümlerini barındıran ana bina yerleştirilmiştir. Bu bölümler kuzeyden güneye doğm, tekkede yaşayan mücerred babalara ve dervişlere (canlara) mahsus iki katlı ikametgâh, bu kanadın içinde gündelik yemeğin pişirildiği küçük aşevi, ayinlerin icra edildiği meydan evi, özel günlerde kullanılan büyük aşevi ve bununla iç içe bulunan çamaşırhane, “kiler evi”, hamam, aşevi babası ile “kiler evi” babasının hücreleridir. Ana bina kuzey ve doğu yönlerinde daha ziyade babaların gömülü olduğu bir hazire ile kusatılmıstır.,Sahkulu Sultan’ın acık türbesi de bu hazirededir. Ana binanın batı yönünde ise bahçeye nazır setler üzerinde havuzlar ye çardaklar göze çarpar. Bu kesimde, cümle kapısının tam karşısında, tekkeye gelen hatırlı misafirlerin ağırlandığı, şeyh odası niteliğinde bir mekânın bulunduğu bilinmektedir. Ayrıca tekkenin bahçesinde ekmek evinin (fırın), zenbûr e- vinin (arı kovanlarını barındıran yapı), koyun ve inek ağıllarının ve kozahanenin duvar kalıntıları, çeşitli bostan kuyuları ve bir su kulesi görülmektedir.
Tekkerin yakınındaki Çemenzar mevkiinde ise kuruluşundan beri tekke ile bağlantılı olan ve M. Ali Hilmi Dedebaba tarafından 1307/1889-90’da tamir ettirilen GözcyJBaba makamı ve haziresi bulunmaktadır. Göztepe semtinin adını bu makamdan aldığı unutulmamalıdır, Yine bu mevkide tekke sakinleri tarafından yazlık ikametgâh olarak kullanılan büyük bir ahşap köşkün yer aldığı malumdur.
Önünde atlar için düşünülmüş uzun yalağı ile tipik bir kır çeşmesi olan Mâh Baba. “Çeşmesi’nin aynataşmda ve musluk yerinde’teslim taşı kabartmaları dikkati çeker. Tepede Iİ. Âbdüİhamid’in tuğrası ve 1315/ 1897 tarihi yer almaktadır. îki mısralık.manzum kitabenin, sülüsle yazılmış olduğu sezilmekte ise de günümüzde okunması imkânsızdır.-
Namazgâh bütünüyle ortadan kalkmıştır.. Buradan getirildiği anlaşılan 1161/1748 tarihli mihrap taşı yakın tarihe kadar meydan evinin duvarına dayalı olarak durmakta taşın üst kesiminde Lale Devri üslubunu anımsatan kabartmalar bulunmaktaydı.
Cümle kapısının dikdörtgen açıklığı kesme küfekiden sövelerle kuşatılmıştır. Düşey çubuklarla ve dairevi madalyonlarla donatılmış olan yan sövelerin üst bitiminde teslim taşı kabartmaları yer alır. Üst söve başlığının tam ortasına da Bektaşîlerce kutlu ‘sayılan ve “Hacıbektaş taşı.” olarak adlandırılan oniksten bir teslim taşı kakılmıştır. Üst söve başlığı yanlarda pilastr- larla kuşatılmış, üst sınırı bir silme kuşağı ile belirtilmiş, silmenin üzerine oturan kitabe levhası bileşik kemer görünümünde bir alınlığın içine alınmış, yanlara, pilastr- larm hizasına, dikdörtgen prizma biçiminde, üstlerinde birer kürenin bulunduğu babalar yerleştirilmiş, alınlığın tepesine alem olarak “horasanî” denilen tipte bir Bektaşî tacı oturtulmustur. Sülüs hatla yazılmış olan manzum kitabe 1291/1874-75 tarihlidir.
Boyutları en geniş yerinde 47×32 m’yi bulan ana binanın kuzey kesimi iki katli
ikametgâh bölümüne tahsis edilmiştir. “L” planlı bir kitle oluşturan ikametgâhın duvarları tuğla ile örülmüş, pencerelerin büyük çoğunluğu ile kapılar sepet küpü kemerlerle donatılmıştır. Alaturka kiremit kaplı bir çatı île ortülü olduğu bilinmektedir. 1960larda vuku bulan bir yangın sonucunda söz konusu kanat harap olmuş, son yıllarda yalnız cepheleri eski haline uygun olmak kaydıyla yeniden inşa edilmiştir. Bu yüzden özgün planı hakkında bildiklerimiz sınırlıdır. “Esâs giriş güneyde yer almakta, ayrıca kuzeye “Şahkulu Sultan” makamına açılan, diğer bir kapı bulunmaktadır,
Ana binanın güney kesimini işgal eden tek katlı kanada batı cephesinden girilir. Duvarlar moloz taş. ve. tuğla, ile örülmüştür. Büyük aşevi ile çamaşırhanenin ortaklaşa sahip oldukları, düzgün olmayan bir plana sahip mekân yaklaşık 12×6 m boyutlarındâdır. Girince sağda aşevinin büyük ocağı göze çarpar. Burada ilginç olan ocağın aynı zamanda, hemen arkasında bulunan hamamın külhanı olarak kullanılacak şekilde tasarlanmasıdır. Aşevi ocağından sonra hamamın girişi bunun da ötesinde çamaşırhane ocağı yer alır. Solda (kuzey yonünde) meydan evinden bu kanada açılan iki tane kapı-pencere görülür. Doğuda yan yana “kiler evi” ile “kiler evi” babasının hücresi sıralanmaktadır. Isı kaybını asgariye indirmek için hamamın aşevi ocağı ile ile çamaşırhane ocağının arasına yerleştirilmiş olması dikkati çekmekte aynı ilginç çözüm daha önce 1748 tarihli Ab- dal Yakub Tekkesi’nde karşımıza çıkmakta’dır.
Bir câmekân-ılıklık, bir halvet ve bir heladan oluşan hamamda ilginç mimarı ayrıntılar göze çarpar. Bunlardan biri halvet ile camekan-ılıklık arasındaki duvarlarda bulunan tütekli bir lamba penceresidir. Diğeri de camekan-ılıklık mekânının güney duvarında yer alan, alçı kabartma perde motifleri ile çerçevelenmiş ve geç dönem halk resmi türünde hayali bir peyzajla bezenmiş olan niştir. Aşevi babasının hücresi kanadın güneybatı köşesine sonradan eklenmiştir.
Bütun bu bölümler içinde, gerek tekkenin fonksiyon şemasında odak noktasını teşkil etmesi, gerekse de mimari özellikleri bakımından en önemlisi şüphesiz ki .meydan evidir. Tekkenin ana binasının ortasında yer alan meydan evi kuzeyde tekke sakinlerinin odalarını ve küçük aşevini barındıran iki katlı yapıya., güneyde büyük aşevi “kiler evi”, hamam, hela ve çamaşırhane böÎümlerini ihtiva- eden iki katlı diğer bir yapıya bitişiktir. Meydan evi ile bu iki yan kanat_arasında kapılar ile geçiş sağlanmıştır. Batısında ise bir giriş mekanı mahiyetinde olan taşlık ile su haznesi yer almaktadır. Sonuçta meydan evi ancak doğu yönünde serbest kalmakta ve içinde yer aldığı yapı kitlesinden dışarı taşmaktadır.
Ayrıca komşu bölümler ile böylesine kuşatılmış olmasına karşılık yan kanatlara nispetle yüksek tııtulmuş üst yapıs sayesinde dışarıdan bakıldığında bağımsız birbölüm olarak algılanabilmektedir.
Meydan evinin planı muntazam bir onikigenden oluşur. Moloz taş ve tuğla ile örgülü, içten ve dıştan sıvalı duvarlar, kenarları içten 2,80 m uzunluğundaki bu oni- kigeni meydana getirmektedir. Şüphe yok ki bu mekânın tasarımında çokgenler içinde onikigenin seçilmiş olmasının yegâne sebebi On İki İmam kültüne sıkı sıkıya bağlı olan Bektaşîliğin rakam sembolizminde söz konusu sayının kutsallıkta başköşeyi işgal etmesidir.
Meydan evinin güneydoğu (kıble) yönünde yer alan ve planda 1 no. ile gösterilmiş olan kenarında ayinlerde “taht-ı Mu- hammed”in ve “kanun çerağı”nm konulmasına mahsus bir niş bulunmaktadır. Onikigenin doğu yönünde dışarıya taşkınlık yapan dört kenarında (2, 3, 4 ve 5 no’lu kenarlar) yerden başlayan birer kapı-pen- cere açılmış olup bunlardan hazire ve özellikle tekkeye adını veren Şahkulu Sul- tan’ın kabri seyredilmektedir. Âdeta birer niyaz penceresi niteliğinde olan bu açıklıklar, mekânda bulunan bütün diğer pencere ve kapılar gibi, tuğladan örgülü sepet kulpu kemerler ile taçlandırılmış ve dıştan küfeki söveler ile çerçevelenmişlerdir.
Kuzeydeki 6 no’lu kenarda da 1 no’lu- dakine benzer diğer bir niş görülmekte ve bunun yanlarında birer devşirme sütun parçası yer almaktadır. 7 ve 8 no’lu kenarlarda taşlığa açılan ve doğudakiler ile aynı boyutlara sahip olan birer kapı-pence- re vardır. Taşlıktan hem dışarıya hem de ikametgâh bölümüne geçildiğine göre, bu açıklıklar gerek tekkede meskûn olanların, gerekse de ayinlere katılmak için gelenlerin kullanmasına mahsustur. Bunlardan 8 no’lu kenarda yer alan kapı-pence- reden girince sağda yine devşirme bir sütun parçası vardır ki “sırac-ı münir” tabir edilen kandilin kaidesi olsa gerektir. Bu kandil meydan evinin esas girişi olan ve Bektaşîlerce kendisine büyük kutsallık atfedilen. “eşiğin” sağında bulunduğuna göre bu kapı eşik olmalıdır. 9 no’lu kenarda meydan evinin çatısına çıkan kâgir merdivene geçit veren açıkiık yer almaktadır.
Arkasını su haznesine dayamış olan 10. kenarda ise önleri yalaklı üç adet abdest musluğu bulunmaktadır. Bektaşîlerin “telkin ayini” tabir ettikleri “ikrar verme” yani tarikata girme merasiminde “talib”in “rehber” önderliğinde birbirini müteakip üç abdest aldığı ve bunlardan sonuncusunun bildiğimiz namaz abdestine çok benzediği düşünülür ise, buradaki abdest musluklarının alelade bir şadırvan niteliğinde olmayıp tarikat erkânı ile ilgili bir fonksiyonu olduğu ortaya çıkmaktadır, Nitekim taşlıkta bunların eşi olan üç adet musluk daha yer almaktadır ki, kanaatimizce cemaatin abdest almasına mahsustur.
Meydan evinin güneyinde yer alan 11. ve 12. kenarlarda, büyük aşevi, “kiler evi”, hamam, hela ve çamaşırhane gibi mekânların etrafında sıralandığı taşlığa açılan birer kapı-pencere bulunmaktadır. Ayin mekânı ile yemek pişirme mekânı arasında böylesine doğrudan bir ilişki kurulmasının sebebi Bektaşîliğin erkânında, meydan
Meydan evi ile güneydeki bölümlerin planı:
- Giriş taşlığı,
- meydan evi,
III. büyük aşevi,
IV, kiler evi,
V, kiler evi babasının hücresi,
- çamaşırhane,
VII, hamam (camekân-ıiıkhk),
V7II. hamam (halvet), IV- hela,
- Aşevi babasının hücresi.
- Baba Tanman
evinde “ayin-i cenrlerce kumlan “muhabbet sofra’lannda “lokma görülmesi” (yemek yenilmesi) ve “dem alınması’’dır (şarap ve rakı gibi alkollü içkiler içilmesi). Ayrıca telkin ayininde talibin aldığı abdest- lerin ilk ikisinin gusül abdesti niteliğinde olması da meydan evinin hamam ile olan bağlantısını açıklamaktadır. Yine burada meydan evi ile “kiler evi”nin yakın ilişkisi de “kiler evi”n:in yalnız yiyecek ve içeceklerin değil aynı zamanda ayinlerde kullanılan çeşitli tarikat eşyasının (tespih, buhurdanlık, kandil, şamdan, teber, keşkül, nefir vb) saklandığı bir bölüm olması ile açıklanabilir. Nitekim Bektaşîlikten gayri tarikatların erkânından buna benzer hususlar olmadığı için bu tarikatlara bağlı tekkelerin hemen hiçbirisinde ayin mekânı ile mutfak, “kiler evi” ve hamam bölümleri arasında böylesine bir kaynaşma görülmez.
Meydan evinin duvarlarının üst kısmında, her kenarda birer tane olmak üzere, toplam on iki adet pencere sıralanmaktadır. Bunlar alttakiler ile aynı karakterde, ancak biraz daha küçüktür. Bu üst pencerelerin altında, köşelerinde Bektaşîliğin “alamet-i farikası” haline gelmiş olan on iki köşeli teslim taşlarının kabartma olarak yer aldığı birer dikdörtgen mermer levha bulunmaktadır. Bu levhalarda zamanında On İki İtnam’ın isimlerinin yazılı olduğu kolayca tahmin edilebilir. Meydan evinin mimari düzeninde en çok dikkati çeken ve tekkedeki bu bölümün tarikat mimarisi için olduğu kadar genel olarak Türk İslam mimarisi tarihinde önemli bir yer işgal etmesine sebep olan husus ise yapıda kullanılmış olan değişik örtü sistemidir. Şöyle ki, meydan evinin onikigen alanının tam ortasında, kaidesi ve başlığı onikigen olan daire kesitli bir mermer sütun yükselmekte, bu sütunun ekseni etrafında 360° dönen ve bu sütun ile duvarlara oturan, tuğla ile örülmüş bir tür ^dpa2gJorwz]]jnekânı örtmektedir.
Bu arada sütunun yerÜIdığı noktanın Bektaşîlerce “dar” veya “dar-ı Mansur” diye adlandırıldığı “vahdet”, yani Tanrı ile birleşme makamı olarak kabul edildiği, ayrıca sırat-ı müstakîm”i, yani Hakka giden doğru yolu sembolize ettiği ve ayinlerde çok önemli bir yeri olduğu göz önünde tutulur ise; bu noktada yer alan taşıyıcının inşai (rasyonel) fonksiyonunun yanısıra en az onun kadar önemli bir de sembolik (irrasyonel) fonksiyonu olduğu ortaya çıkmaktadır. Hattâ bu mekânı kendilerine has inanç ve sembollere göre şekillendirmiş ve kullanmış olan Bektaşîlerin bu sütunu üst-yapıyı- taşıyan sıradan bir mimari unsur olarak değil meydan evinin batini (ësotérique) muhtevasının en kutsal bir parçası olarak telâkki ettikleri rahatlıkla ileri sürülebilir.
Ayrıca Bu sistemde tarikat sembolizminin bir tekkenin süsleme programını ne ölçüde etkileyebildiğini göstermesi bakımından dikkat çekici ayrıntılar yer almaktadır. Tabanında ve tepesinde silmeler ile donatılmış olan onikigen mermer kaidenin yüzlerinde, her yüzde bir’tane olmak üzere, toplam 12 tane, şamdan üstünde mum kabartması, kaş kemerli nişler içinde yer almaktadır. Bilindiği gibi Alevilik temayyülünün bulunduğu bütün tarikatlarda ve özellikle Bektaşîlikte mum “çerağ” olarak isimlendirilir ve “nur-ı Muhammedi’yi, ayrıca Hz Muhammed ile aynı nurdan yaratıldığı kabul edilen Hz Ali’nin nurunu ve onun neslinden gelen On iki İmam ile bu zatların manevi vârisleri olan velilerin nurlarını sembolize etmektedir. Şüphe yok ki kaidede yer alan on iki çerağ da On İki İmam’ın nuruna işaret etmektedir. Bu sembolik içerikli süslemenin meydan evini “sırat-ı müstakim”i ifade eden orta noktasında yer alması da ayrıca dikkate değer. Sanki bu şekilde, On İki İmam’ın Tanrı’ya giden doğru yolu nurları ile aydınlattıkları gerçeği anlatılmak istenmiştir. Hurufî etkileri ile yoğrulmuş Bektaşî sembolizminde Arap alfabesindeki elif harfinin söz konusu kaidenin yer aldığı dâr noktası ile aynı şeyleri ifade ettiği de hesaba katılır ise bu kaidenin üstünde bir elif gibi göğe doğru yükselen sütunun da sırat-ı mustakimi sembolize ettiği düşünülebilir.
Bu arada söz konusu sütuna ait ola halen İstanbul’da Türk-İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi’nde bulunan çok değişik bir bilezikten de söz etmek gerekir. Sutunû kaideye oturduğu yerden kavradığı anla-şılan bu bilezik tunçtan mamul ve parçadan müteşekkil.olup üzerinde eşit aralıklarla monte edilmiş on iki adet el yer almaktadır. Gerçekçi bir üsluba ve çok temiz bir işçiliğe sahip olan bu eller yumruk şeklinde sıkılmıştır. başparmakları ile işaret parmakları arasında kalan boşluklara ilerde uyandırılmak üzere çerağların yerleştirildiği muhakkaktır. Bu çerağ tutan ellerin herbiri kaidedeki çerağ kabartmalarının birinin üstüne isabet etmektedir. Tekkenin onarımı sırasında bu ilginç bilezik-şamdanın bir eşi imal edilerek özgün yerine monte edilmiştir. Sütun başlığına gelince altı yuvarlak üstü onikigen olan bu başlıkta ampir üslubuna bağlanan kabartma akantus yapıları ve yumurta dizisi gibi süslemeler üretilmektedir. Bunun üstünde yine onikigen olan impost niteliğinde ikinci bir başlık yer almaktadır. Daha yukarıda ise bundan mamul olan 12 adet akantus yapılarından oluşan bir tür taç bulunmaktadır. Yaprakların uçları sola doğru kıvrılmış olup 5 ve 6. yy’ların Bizans Mimarisinde görülen bir başlık tipini hatırlatmaktadır. Bu tacın yapraklarından 12 adet ?? silme hareket etmekte ve B. N. Şehvaroğlu’nun tabiri ile “havai fişek gibi dökülerek” duvarların köşelerine varmaktadır. Böylece yelpaze tonozun yüzeyi oniki dilime ayrılmış olmakta ve plan ile üst yapı arasında görünüş bakımından bir bütünlük sağlanmaktadır. Yelpaze tonozun aslında dıştan onikigen piramit biçiminde ahşap bir külah ile örtülü olduğu halde son tamirlerde bu çalışma iptal edilmiş ve üst yapıya dışarıdan baktığında gözün yadırgadığı çok basık bir kubbe görüntüsü verilmiştir. Meydan evinin alemi mermerden oyulmuş elifi tipte bir Bektaşi tacıdır. Aynı tekkenin cümle kapısında da karşımıza çıkan tarikat tacının alem olarak kullanılma durumu geç devir tekkelerinde çokça görülen bir özelliktir. Meydan evine özgünlük katan bu ilginç tasarım Türk-İslam mimarisinde Şahkulu Sultan Tekkesi’nden önce 12.yy’dan itibaren farklı yapı türlerinde (kümbetlerde tekkelerde sivil mimari eserlerinde) gözükmekte büyük bir ihtimalle orta direkli çadır ve ev tipinden kaynaklanan bu çözüm söz konusu tekkede Bektaşiliğe özgü sembolik değerlerle ve Osmanlı ampir üslubuna bağlanan mimari ayrıntılarla donanmış olarak karşımıza çıkmaktadır.
Baha TANMAN
İstanbul Ansiklopedisi