KIRMIZI EBE TÜRBESİ..ANKARA..KIZILCAHAMAM
Taşlıca Köyü tarihi 1100’lü yıllara dayanan bir geçmişe sahiptir. Köyde bulunan iki türbeden biri olan Kırmızı Ebe Türbesinde medfun bulunan kişinin, Bacıyan-ı Rum erenlerinden olduğu ve Selçuklu Sultanı Alaadin Keykubat tarafından kendisine bu köyün yurtluk olarak verildiği tarih kayıtlarında mevcuttur.
Köyün adı önceden Taşlı Şeyhler iken daha sonra Taşlı Şıhlar’a dönüşmüş Cumhuriyet ile birlikte de Taşlıca şeklini almıştır.
Anadolu’nun Türk ülkesi haline gelmesinde büyük emeği geçen Horasan erenlerinden Oruç Gazi ve Kırmızı Ebe, Türk ordularından önce gelerek Diyar-ı Rum olarak bilinen bu topraklara yerleşmişler. Taşlıca Köyü’nde her yıl ziyaretçi akınına uğrayan Oruç Gazi ve Kırmızı Ebe türbelerinin yanı sıra Yalak Taşı ve Gelin Kayası bulunuyor. Köyün en önemli özelliklerinden biri ise, burada bulunan her kaya ve taşın bin yılları aşan bir hikâyesinin olması. Bu toprakları İslamlaştırmak ve Türkleştirmek için kendisinden önce başlatılan “gaza” seferlerini devam ettiren Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat (/h.617-634/m.1220-1237) sıcak bir yaz günü ordusuyla Yabanabad (Kızılcahamam) kazasına bağlı Taşlı Şeyhler Köyü’nde konaklar. Köy Horasan Erenleri veya Gaziyan-ı Rum’un merkezlerinden biridir. Ancak onlar gazaya çıktıklarından köyde Bacıyan-ı Rum (Rum Bacıları) temsilcilerinden “Kırmızı Ebe” (Kırgız Ebe diye de geçer) adında bir kadın eren vardır.
Koca Sultan’ın ordusunu ağırlamak, zaten uzun yıllardır Bizans Hıristiyanları ile savaştıklarından fakr-u zaruret içinde bulunan köylüler için kolay değildir. Onları “nasıl ağırlayacakları telaşı” almışken, sırtında yetim yavrusu Oruç sarılı olduğu halde Kırmızı Ebe elinde bir helke(bakraç) ayranla çıkagelir. Kocası gazalarda şehit olan bu cefakar nur yüzlü ananın içinden, “hem yetim yavrusuna babasının gaza arkadaşlarını göstermek hem de onların içlerini soğuk bir ayranla da olsa serinletmek” gibi karışık duygular geçmiştir.
“Çam sakızı çoban armağanı” kabilinden, meşelerin arasındaki konaklama yerinde bulunan küçük bir taş oluğa elindeki bakraç ayranı döker ve başına oturur. Ordunun bütün neferleri sırayla gelip hem içerler hem de mataralarını doldururlar. Fakat bir bakraç ayran koca orduya yeter de artar bile. Dedik ya bu ana sıradan birisi değildir. Bacıyan-ı Rum’dan gönül ehlinden, tasavvuf ehlindendir. Bu olayda, Allah ona, “keramet” dediğimiz olağanüstü durumu ihsan eder.
Askerler ayranı içerken ve mataralarını doldururken Kırmızı Ebe ile aralarında devamlı şu ikili konuşma geçer:
–Doldurun Gazilerim,
-Doldur Ana,
-Doldurun yavrularım,
–Ana, dolu,
İhtiyar ananın oluğunu daima dolu gören askerler “ANA DOLU” diyerek buz gibi ayranla Ağustos’un kavurucu sıcağında serinlerler.
Bu esnada askerlerin içini bir de şu duygu ve düşünce kaplamıştır: “Bu ülke, askerine sahip çıkacak, onu her yerde bir bakraç ayranıyla da olsa serinletecek ve Allah yolunda gazaya hazırlayacak “ANALARLA DOLU”.
Derler ki, işte o günden sonra bu topraklara “ANADOLU” dene gelmiştir.
Bütün bir orduya bir bakraç ayranın yetmesini otağından şaşkınlıkla seyreden Sultan Alaaddin bu kutlu anayı hürmetle huzuruna davet eder. Kadının yüzündeki nur, taşıdığı heybe ve vakar karşısındakini etkileyecek kadar muhteşemdir. Sultan sıradan bir durumla karşı karşıya olmadığının farkındadır. Kırmızı Ebe ile arasında şu konuşma geçer
-Dile benden ne dilersen Ebe!
-Sağlığını dilerim Sultanım, Allah sizi başımızdan eksik etmesin!
Bu asil cevap karşısında irkilen, iyice duygulanan Alaaddin Keykubat ısrarla teklifini tekrarlar. Bu ısrar karşısında Kırmızı Ebe şöyle der:
-Sultanım! Şu kucağımdaki yetim yavrum Oruç için biraz yiyecek ve büyüdüğünde babası gibi kafire karşı gaza yapması için ona hayır duanızı dilerim.
Bunun üzerine Sultan;
-Bu topraklar sana ve oğluna yurtluk ve ocaklık ola; buraya atlılar (vergi tahsildarları) uğramaya” diye ferman buyurup Kırmızı Ebe’ye bir ber-at verir.
Bu fermana uygun olarak Taşlı Şeyhler köyü Oruç Gazi’ye vakfedilmiş olur. Oruç Gazi de XIII.yüzyılda bölgenin İslamlaşması ve Türkleşmesi için 90 yaşına kadar gaza yapar ve sonunda şehit düşer. Vasiyeti üzerine cenazesi köye getirilip köyün alt başındaki mezarlığa defin edilir. Ana, Kırmızı Ebe’nin türbesi de köyün üst başındadır. Şimdi ebedi istirahatgahlarında yatan bu ana-oğul Anadolu erenleri sanki iki taraftan köylerinin korur gibidirler.
Taşlı Şeyhler, Oruç Gazi ve ahfadı tarafından yüzyıllarca yurtluk
olarak iskan edilmemiştir. Köyün sosyo-ekonomik ve kültürel statüsü
Osmanlı Devleti zamanında da değişmemiş görünüyor.
Celali isyanlarının Anadolu’nun sosyo-ekonomik yapısını tehdit ettiği 17. ve 18. yüzyıllarda
Taşlı Şeyhler Köyü’ne saldırmış ve çevreden toprak talebinde bulunmuştur.
Bu durumu köylüler mahkeme huzurunda 15.c.Evvel 1141/Ekim 1729’da
“Ecdadımız Oruç Gazi Sultan’a, Sultan Alaaddin Rahmetullah Hazretleri bir çiftlik yer vakf edip
o zamandan beri tasarruf eylediğimiz topraklar” diye savunmuşlar dava lehlerine sonuçlanmıştır.
Taşlı Şeyhler Köyü’nden vergi alınmaması uygulamanın yüzyılımızın birinci çeyreğine kadar devam ettiği köyün yaşlılarınca belirtilmektedir. Ancak Cumhuriyetin siyasi, sosyal ve ekonomik düzenlemeleri çerçevesinde vergi muafiyeti kaldırılmıştır.
Eski adıyla Taşlı Şeyhler, yeni adıyla Taşlıca Köyü’nün Bahattin Özdemir’in müracaatı ile tarihi önemini göz önünde bulunduran Kültür Bakanlığı, Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 12.11.1991 gün ve 2059 sayılı kararıyla köyü tekrar koruma altına almıştır. Kararın metni şöyledir: Ankara ili Kızılcahamam Taşlıca Köyü’nde bulunan Oruç Gazi Sultan Türbesi, Kırmızı Ebe Türbesi, Ayrantaşı ve Gelin Kayası’nın 2863 ve 3386 sayılı yasalar kapsamına giren taşınmaz kültür varlığı özelliği gösterdiğinden tesciline karar verildi.”
Kaynak: Prof.Dr. Seyfettin Erşahin, Tarihte ve Günümüzde Kızılcahamam-Çamlıdere Yöresi Ankara 1997