KARIŞIK

6 Mart 2020 Cuma


Efkar Baba Kabri – (Balçova )





Efkar Baba’nın kabri Balçova’da Teleferiğin işletildiği tepede demir bir kafes içindedir. Türbeye ulaşmak şimdilerde zordur. Zira Türbe Tesislerin hemen yanında olduğundan izin verimemektedir.

Şahidi İbrahim Dede...muğla 




Muğlanın meşhur alimlerinden biri olan İbrahim Şahidî Dede,1470 (H.875) de doğdu. On sekiz yaşına kadar memleketinde, sonra Bursa ve İstanbul’da çeşitli ilimleri tahsil edip ilimde yetiştikten sonra,bir gün rüyasında Sultan Divani hazretlerini görür ve onunla sohbet eder. Bu rüyadan sonra gönlüne Sultan Divaniyi görmek arzusuna düşer.
Bu sırada Sultan Divani Çiltenanla ( 40 Müridi) beraber Muğlaya gitmek üzere yola koyulmuştur. Muğlalılar Mevlevî dervişlerin geldiğİnİ duyunca şehrin bir kaç kilometre yakınına karşılamağa çıktılar.
Şahîdi ise herkesten önce gördü ve kendi evine nıisafir olmasini rica etti. Bunun üzerine Sultan Divani «Biz yolumuz uğrunda canını ve basını feda edenlerin tnisafiri oluruz» dedi. Buna cevaben İbrahim Dede: «Senin gibi Sultanın, uğrunda canım ve başım feda ol sunî» dedi. Bu cevaptan memnun olan Sultan Divanî ,îbrahim Dedenin (Şahidi) evine misafir oldu. Biraz
istirahatten sonra Muğla ileri gelenleri ve Mevlevi dervişleri beraberce büyük bir salonda otururken, Sultan Divani, İbrahim Dedeye «Haydi vadini yerine getir dedi!» Şahidi boynunu uzattı ve ”Canım ve başım senin uğrunda feda olsun. Senin Velî, Mürşid-i Kamil olduğuna şahid olduk!” dedi ve Sultan Divanî’nin elini öptü. Sultan Divani de mükafat olarak kendisine Şahidi ismini verdi. Böylece Mevlevi tarikatına giren İbrahim dede , Şahidi ismiyle şöhret buldu ve şiirlerin bu mahlası kullandı.
Basını Mevlevi sikkesi sırtına , mevlevi elbisesini giyip zahiri ilimlerle olgun olan Şahidi, Sultan Divaniden feyiz almak suretiyle manevi bakımdan da coşkunlaşıp içli şiirler söylemeğe başladı
Söylediği şiirlerin (Gulşeni Vaıdet), (Gülşeni Tevhid) ve (Gülşeni Esrar) isimli üç kitapta topladı.
Şahidi , Sultan Divanî’nin zikir halkasına girdikten sonra evlad, mal, mülk, aile ve memleketinden, vazgeçdi bir gölge gibi Sultan Divani’nin arkasından takip etti. Aynı zamanda Sultan Divaninin söylediği şiir ve vecizelerini kaydetmek suretiyle, katiplik ödevi yaptı.(Ne yazı ki Afyonkarahisar Mevlevi Dergahının birkaç defa yanmasıyla Sultan Divanîye ait ancak yirmi kadar şiir zamanımıza kader gelebildi.)
Böylece Sultan Divanî’nin, hayranı olan Şahidî, onun arkasından yalın ayak başı açık bir şekilde Mısır çöllerini ve Anadolu bozkırlarında dolaşırken takip etti. Sultan Divani her gittiği şehirden Şahidiye binmesi için bir at ,ayaklarına giymesi için bir ayakkabı alırdı. Sultan Divanî önde, Şahidi arkada yol yürüdü. Bir müddet sonra Sultan Divani arkasına baktığında ne görsün? Şahidi attan inmiş ayaklarından ayakkabılarını çıkarmış arkadan geliyor.
Sultan Divani, Şahidiye ; ”Şahidi! Niçin bana eziyet ediyorsun? sen ayakların çıplak vaziyette, yürüdükçe ben üzülüyorum!..» dedi. Şahidi dede ise şöyle yanıt verir ” Ey velayet Şahı senin bastığın ve gölgenin bulunduğu bu topraklara ayakkabı ile basmaya utanırım . ‘

Sultan Divaninin vefatından sonra Muğla Mevlevihanesine Postnişin olur. (H. 957 / M 1556) senesinde seksen iki yaşında, bir rivayete göre Muğla bir rivayete göre de Sultan Divani’nin kabrini ziyaret için gittiği Afyon’da vefat eder.

Sultan Divani türbesi ..afyonkarahisar





Sultan Veled ve Ulu Ârif Çelebi’den sonra Mevlevîlik tarîkatine mühim hizmetlerde bulunan önemli isimlerden  DSC01985olan Sultan Dîvânî (Dîvâne Mehmed Çelebi), Hz. Mevlânâ’nın yedinci kuşak torunlarındandır.
Doğum tarihi ile ilgili net bir bilgiye sahip olmamakla beraber, 1448 veya 1471 tarihlerinden birinde doğmuş olmasının kuvvetli bir ihtimal olduğunu söyleyebiliriz.
Afyonkarahisar bölgesi, 13. yüzyılda Germiyanoğulları beyliğine bağlı idi. Germiyanoğlu Bey’i Mehmet Bey, Hz. Mevlâna ve Mevlevîliğe karşı muhabbeti olan bir devlet idarecisidir. Bu muhabbetin neticesinde, oğlu Süleyman Şah’a, Sultan Veled’in kızı (Hz. Mevlâna’nın Torunu), Mutahhara Hatun’u almış ve Çelebi sülâlesi ile akrabalık kurulmuştur.
Mehmet Çelebi çok güzel semâ ettiği için babası tarafından kendisine “Semâî” lakâbı verilmiş, kendisi de şiirlerinde “Semâî” mahlasını kullanmıştır. Kendisine “Dîvâne” de den- miştir. Bu Farsça sıfat, “Hak yolunda kendinden geçen, aklını kaybeden, ilâhî aşkın etkisiyle hayrete düşen, şaşırıp kalan” anlamlarını içermektedir. Mehmed Çelebi’ye ait bazı menkıbelere baktığımızda, halkın kendisine bu sıfatı yakıştıracak bazı sebepler bulunmaktadır. Bu yakıştırmanın, tasavvufî düşünce geleneğinde kendine özgü bir konumu da mevcuttur.
Yaygın olarak kullanılan diğer lâkabı “Dîvânî”nin ise; Timur tarafından Semerkand’a götürülen, daha sonra da Şah İsmail’ce Tebriz’e nakledilen Hz. Mevlâna’nın Eseri “Dîvan- ıKebir”i, rüyasında gördüğü Hz. Mevlâna’nın manevî işaretiyle Tebriz’e gidip getirmesinden dolayı verildiği düşüncesi hakimdir.
Bu iki yaklaşımı kendi içerisinde bulunduğu şartlara göre değerlendirmemiz daha sağlıklı olacaktır. Zaman içerisinde her iki lakab da sıkça kullanılmış, özellikle “Dîvânî” halk arasında daha fazla tercih edilmiştir.
Sadık müridi Muğlalı İbrahim Şâhidî Dede’nin anlattığına göre Sultan Dîvânî; rind meşrep, coşkun ve cezbeli bir mevlevîdir.

Muğlalı İbrahim Şâhidî Dede; mürşidi ile yaptığı seyahatleri kayda geçirerek, türünün ilk örneği olan (ilk edebî seyahatnâme) “Gülşen-i Esrâr”ı yazmıştır. Şâhidî İbrahim Dede’nin 1544’te yazdığı Gülşen-i Esrar’ında, Dîvâne Mehmet Çelebi’nin sağ olduğuna dair işaretler ve 1545’te bir mesnevî vakfiyesine şahâdeti; Şâhidî Dede’nin Şeyhi’nin vefatından sonra, her sene kabrini ziyaret maksadıyla Afyonkarahisar’a geldiği, muayyen bir süre kalıp döndüğü, H.957/M.1550 tarihindeki ziyaretlerinde vefat ettiği ve şeyhinin yanına gömüldüğü dikkate alınırsa, Dîvâne Mehmed Çelebi’nin H. 953/M.1546 veya H.954/M.1547 yıllarında vefat etmiş olması gerektiği söylenilebilir. Kendisinden sonra Afyonkarahisar Mevlevî tekkesi postuna oğlu Hızır Şah oturmuştur.

Şeyh Ali Zülfikar .adana .merkez






Şeyh Ali Zülfikar Efendi’nin kabri şerifi ; Adana – Merkez’de Emniyet müdürlüğünün yanındaki Şıh Zülfü camii avlusundadır.
Şeyh Zülfo mescidinin banisi olan Şeyh Ali Zülfikar Efendi ; Tarikat-ı rifaiyye meşayıhındandır. Kabir taşındaki kitabe şöyledir ;
” Mürşidü’s Salikin Ve Gavsül Vasilin
Eş Şeyh ali Zülfü İbnuş Şeyh Es Seyyid
Müslim İbnu Muhammed Nam sahibul Hayrat Vel Hasenat ”
Şeyh Zülfo mescidi ile ilgili Adana Kültür Varlıkları envanterinde şu bilgiler vardır ;
”Kendi adıyla andan dergahın mescidi olan eser, küçük, fakat kunt ve sıcak bir mimarisiyle dikkati çekmektedir. Tamamen kesme taşlarla inşa edilen eser, üç adet sivri kemer gözünün her bir birer kubbeyle örtülü olan 2,80 genişliğindeki küçük bir son cemaat yeri ve içten içe 7,32 x 7,38 m. ölçüsündeki harimden meydana gelmektedir. Son cemaat yerinin kubbeleri iki yan tarafta “L” şeklindeki ayaklara, ortada ise Roma devri sütun başlıklarıyla dikkati çeken iki sütun üzerine oturmaktadır. Kubbeye geçiş için tromplardan istifade edilmiştir. Harimin kubbesinde de köşelerde tromplar kullanılmış, ve yine öncekiler gibi saç kaplama ile korunan bu kubbe de kirpi saçaklarla vurgulanmışür. Harimin bu büyükçe kubbesi ile, son cemaat yerinin kubbeleri arasında hafif bir boşluk bırakılmak suretiyle esere zarafet ve hareketli bir görünüş kazandırılmıştır. Mescit, kuzeyde ve güneyde iki, doğuda üç ve batıda bir pencere ile aydınlatılmaktadır. Doğu, batı ve güney duvarlarında ayrıca birer üst pencere ve yine batıda iki tane dolap nişi görülmektedir. Mihrap, kavsarasındaki mukarnaslarıyla dikkati çekmektedir.
Şeyh Zülfo veya Şeyh Zülfikar Mescidi’nde bezeme olarak dikkatimizi çeken en önemli unsur harimin kapısı ile üstteki kitabe arasına yerleştirilen Roma mimarisinden devşirilmiş bitkisel süslemeli bir levhadır.
Mescidin batısındaki minare yakın zamanda yenilenmiş olup, üzerindeki kitabe 24.6.1993 tarihini taşımaktadır.
Kitabe: Harimin kapısı üstüne yerleştirilmiş bir taş levha üzerine ikişerli dört satır halinde yazılı tamir kitabesi ne yazık ki yağlıboya ile berbat edilmiş olup şöyledir:
Huda Abdülmecid Han’ı muzaffer eylesün ya hu
Vezirinden Ziya Paşa sebeb tamîre ey mehru
Bi-hamdillah tamam oldı ibddethane-i dil-cü
Bina-yı mesdd-i Yortan Veli Dergdh-ı Ali bu
Bildd-ı Rüha’dır şeyhin…..
Nesebde Muslim oğlundan Rufai Şeyhi Şeyh Zülfü
Gafura hamd idüb Remzi, döküb cevher île incü
Didi ya Rab Şu hankahı, zülal nüra kıl memlü 1269 (1853)

Günümüz Türkçesiyle:
Allah, Abdülmecid Han’ı muzaffer eylesin
Vehimden Ziya Paşa tamire sebeb oldu
Allah’a şükürler olsun ki gönül açan dergah tamamlandı
Büyüce Yortan Veli Dergahı Mescidinin binası
Urfa Şehridir şeyhin….
Nesepçe Müslim oğlundan Rufai Şeyhi Şeyh Zülfi
Çalab’a hamd edip Remzi., inci ile cevher döküp
Dedi: Ya Rab Şu hanegahı pür nur île doltur
Şeyh Zülfikar Rufai Dergahı

Adana’da 5 Ocak Mahallesi 13. Sokakta, Askerlik Şubesi’nin kuzeyindeki aynı adla bilinen mescidin yanında olduğu anlaşılmaktadır. İlk yapılış tarihi belli olmayan Dergah’ın 1853 yılında tamir edildiğini ve eski adının Yortan Veli olduğunu, aynı adı taşıyan mescidin kitabesinden öğreniyoruz. Şeyh Ali Zülfikar için Adana Valisi Ziya Paşa’nın imar ettirdiği Dergah günümüze ulaşamamıştır. 1269 (1852) tarihli bir Şer’i Mahkeme sicilinden öğrenmekteyiz. Adana Şer’i Mahkeme Sicili’nin 67. Cilt, 141. sayfasına kayıtlı 1269 (1853) tarihli bir vakfiyesinin olduğu bilinmektedir.

Halkalı Evliya Türbesi - Amasya


Dört ayak üzerine oturmuş bir kubbe ile güney cephesi dışında kenarları açık, baldaken tarzda inşa edilen türbede Şadgeldi Paşa’nın torunlarından Reis-ül Asker Burak Bey’in kızı Şahruz Hatun’un mezarı bulunmaktadır. Bazı kaynaklara göre türbenin alt kısmında bir mahsen ve içerisinde Şahruz Hatun’un mumyası vardır. Türbe içindeki sandukanın kuzeyinde eskiden bulunan iki siyah taş ve bu taşların kenarlarındaki halkalardan dolayı türbeye Halkalı Evliya Türbesi denmektedir.

Pir Sücaeddin İlyas Türbesi - Amasya



Çilehane'nin güneyinde Pirler Parkı içinde bulunan türbe Yukarı Pirler Türbesi adıyla da bilinir. 1486 yılında Gümüşlüzade Ahmet Bey tarafından Gümüşlüzade ailesinden Şeyh Sücaeddin Pir İlyas için yaptırılmıştır. Türbede Pir İlyas’tan başka damadı Pir Celaleddin Abdurrahman, torunu Pir Hayreddin Hızır Çelebi ve bunların ailelerinin mezarları bulunur. 1688 yılında Gümüşlüzade İbrahim Paşa tarafından yenilenen bina 1895 depreminin ardından yıkılmışsa da sonraki bir tarihte yeniden yapılarak bugünkü halini almıştır.
Enine dikdörtgen planlı türbenin iç mekanı, kuzey ve güney duvarlardaki payandalara dayanan iki sivri kemerle üç bölüme ayrılmıştır. Bölümlerin üzeri kubbelerle örtülüdür. Batıda kalan bölüm, kıble duvarına açılmış bir mihrapla mescid olarak kullanılmaktadır. Yapımında düzgün kesme taş kullanılan türbe, cephelerinde bulunan yuvarlak kemerli pencerelerle aydınlanır. Giriş kapısı üzerinde türbenin orijinal yapım kitabesi ile II. Abdülhamit Dönemi onarım kitabesi bulunmaktadır