KARIŞIK

XIV. YÜZYILDA YAZILMIŞ ÇAĞATAYCA BİR YESEVÎ ESERİ: HOCA İSHAK B. İSMAİL ATA’NIN HADÎKATÜ’L-ÂRİFÎN’İ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
XIV. YÜZYILDA YAZILMIŞ ÇAĞATAYCA BİR YESEVÎ ESERİ: HOCA İSHAK B. İSMAİL ATA’NIN HADÎKATÜ’L-ÂRİFÎN’İ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Şubat 2016 Pazar

XIV. YÜZYILDA YAZILMIŞ ÇAĞATAYCA BİR YESEVÎ ESERİ: HOCA İSHAK B. İSMAİL ATA’NIN HADÎKATÜ’L-ÂRİFÎN’İ

HOCA İSHAK B. İSMAİL ATA’nın HADÎKATÜ’L-ÂRİFÎN Eseri

XIV. YÜZYILDA YAZILMIŞ ÇAĞATAYCA BİR YESEVÎ ESERİ:
HOCA İSHAK B. İSMAİL ATA’NIN HADÎKATÜ’L-ÂRİFÎN’İ

Doç. Dr. Necdet Tosun*


Uluslararası Hoca Ahmed Yesevi Sempozyumu -NOTLAR-
http://www.sufiforum.com/viewtopic.php?f=170&t=3803  alıntıdır..
Giriş:

Hoca İshâk, Yesevî şeyhlerinden İsmâîl Ata’nın oğludur. XIV. yüzyılda Taşkent ile Sayrâm arasındaki İspîcâb’da halkı irşâd ile meşgul olmuştur. Hoca İshâk, Yesevîlik icâzetini babası İsmâil Ata’dan almıştır.
Hadîkatü’l-ârifîn, Hoca İshâk b. İsmâîl Ata’nın Çağatay Türkçesi ile kaleme aldığı tasavvufî bir eserdir. Henüz yayınlanmamış olan eserin el yazması bazı nüshaları günümüze ulaşmıştır. Müellif, başta babası İsmâil Ata olmak üzere birçok sûfînin tasavvufî konulardaki görüşlerini nakletmiştir. Eser 15 ana bölüm (bâb) ve bazı alt başlıklardan (fasıl) oluşur.

XIV. yüzyılın ortalarında yazılmış olan Hadîkatü’l-ârifîn, hem genel anlamda tasavvuf, hem de ilk dönem Yesevî şeyhlerinin düşüncelerini günümüze aktaran en eski eserlerden biridir. Bazı Yeseviyye mensuplarının sözlerini ihtivâ eden eser, Yesevîlik yolunun bazı gelenekleri hakkında da bilgi vermektedir. Eser, ayrıca Çağatay dili ve edebiyatının yeterince tanınmayan mühim bir ürünüdür.

Yazar: Hoca İshâk b. İsmâil Ata
Hoca İshâk (bazı kaynaklarda İshâk Hoca), Yesevî şeyhlerinden İsmâil Ata’nın oğludur. XIV. yüzyılda Taşkent ile Sayrâm arasındaki İspîcâb’da halkı irşâd ile meşgul olmuştur. Kabri, aynı bölgede eski kaynakların ifâdesiyle Hûziyân (bazı eserlerde Hareziyân)’ın nâhiyelerinden olan ve Türbet diye anılan kasabadadır. Bu kasaba bugün Kazakistan’ın güneyinde, Çimkent ile Taşkent arasındaki Kazıgurt ilçesinin doğusunda olup Turbat diye anılmaktadır. Emîr Timur mezarının üzerine bir imâret inşâ ettirmiştir[1].

Hoca İshâk, Yesevîlik icâzetini babası İsmâil Ata’dan almıştır. Hadîkatü’l-ârifîn’e göre silsile geriye doğru şöyle gider: İsmâil Ata, İbrâhîm Ata, Süksük Ata, Sûfî Muhammed Dânişmend, Hakîm Ata, Ahmed Yesevî[2].
Bazı kaynaklarda ise silsile farklı şekilde verilmiştir. Meselâ Reşehât-ı Aynü’l-hayât’ta silsile Hoca İshak, İsmail Ata, Seyyid Ata, Zengi Ata, Hakîm Ata, Hoca Ahmed Yesevî şeklinde geriye doğru gider[3].
Muhammed Şerîf el-Hüseynî’nin Huccetü’z-zâkirîn isimli eserinde Reşehât’taki silsileye ek olarak üç farklı silsile daha kaydedilmiştir: a) İsmâil Ata, Şeyh Mustafa (lakabı: Süzük Ata veya Süksük Ata), Sûfî Muhammed Dânişmend, Hoca Ahmed Yesevî. b) İsmail Ata, İbrahim Ata, Yaşlıg Yunus Ata, Hoca Ahmed Yesevî. c) İsmail Ata, İbrahim Ata, Hoca Ahmed Yesevî[4].

Rivâyet’e göre, Abdullah Hocendî isminde bir şahıs Hocend’den İspîcâb’a gelip Hoca İshâk’a mürîd olmak istemiş, ancak Hoca İshâk onun ileride Bahâeddîn Nakşbend’e mürîd olacağını söyleyip isteğini kabûl etmemiş. Bunun üzerine memleketine dönen Abdullah Hocendî, Bahâeddîn Nakşbend isminde bir şahsın Buhara’da ortaya çıkıp halkı irşâda başlayacağı günü beklemeye başlamış. Bir süre sonra beklediği haberi alınca Buhara’ya gitmiş ve ona mürîd olmuştur[5].
Hoca İshâk’ın vefat tarihi kesin olarak bilinmiyorsa da, yukarıdaki rivâyet dikkate alındığında onun Bahâeddin Nakşbend’den (ö. 791/1389) daha yaşlı olduğu anlaşılmaktadır ki muhtemelen XIV. yüzyılın ortalarında vefat ettiği söylenebilir. Hoca Ahmed Yesevî’nin (ö. 562/1166) XII. yüzyılın ikinci yarısında vefat ettiği kabul edildiğine göre, Yesevî ile Hoca İshâk’ın vefat tarihleri arasında birbuçuk iki asır kadar süre olmaktadır. Diğer bir ifâdeyle Hoca İshak dünyaya geldiğinde Ahmed Yesevî’nin vefatı üzerinden takriben sadece bir asır geçmişti.

Eser: Hadîkatü’l-ârifîn
Hoca İshâk b. İsmâil Ata’nın Çağatay Türkçesi ile kaleme aldığı tasavvufî bir eserdir. Henüz yayınlanmamış olan eserin el yazması bazı nüshaları günümüze ulaşmıştır[6]. Bu nüshalardan bazıları eserin geniş ve kâmil versiyonudur, bazıları ise kısaltılmış (muhtasar) versiyonudur. Hadîkatü’l-ârifîn’in XIV. asrın ortalarında kaleme alındığı anlaşılmaktadır.
Zeki Velidi Togan[7] ve H. F. Hofman[8] Hadîkatü’l-ârifîn’den kısaca bahsetmiş iseler de, eserin muhtevâsı ve yazarı ilim dünyasına detaylı bir şekilde henüz tanıtılmamıştır.
Müellif Hoca İshâk, başta babası İsmâil Ata olmak üzere birçok sûfînin tasavvufî konulardaki görüşlerini nakletmiştir. 15 ana bölüm (bâb) ve bazı alt başlıklardan (fasıl) oluşan eserin ana bölümleri şunlardır: 1. Rûhlar, 2. Ameller, 3. Şeyh, 4. Mürîdin edebi, 5. Zikir, 6. Semâ‘, 7. Hizmet, 8. Fakr, 9. Tasavvuf, 10. Muhabbet, 11. Ma‘rifet, 12. İbâdetler, 13. Mâlâya‘nîyi (gereksiz işleri) terk etmek, 14. Makâmlar, 15. Bayram gecesini idrâk etmek.
Çağatay Türkçesi’yle yazılmış olan Hadîkatü’l-ârifîn’de konular anlatılırken bazen Arapça ve Farsça nakiller yapılmaktadır. Bu durum, müellifin dînî ilimlere vukûfiyetini göstermektedir. Nakillerin yapıldığı kişiler ve kaynak olarak kullanılan kitaplar da yazarın ve dolayısıyla ilk dönem Yesevî şeyhlerinin din ve tasavvuf anlayışı hakkında fikir verecek mâhiyettedir. Meselâ Ehl-i Sünnet ve’l-cemâat’in önemli bir îtikâdî mezhebi olan Mâtürîdiyye’nin kurucusu Ebû Mansûr Mâtürî’den nakiller bulunmaktadır[9]. Konular ele alınırken âyet, hadîs, sûfîlerin sözleri ve hikâyelere yer verilir. Özellikle yazarın babası ve şeyhi olan İsmâil Ata’nın sözleri sıklıkla nakledilir.

1. Ruhlar hakkındaki birinci bölümde, ruhların bedenlerden yani Hz. Adem’den 4000 yıl önce yaratıldığı söylendikten sonra, “Şeyh Kayserî şöyle der” diyerek “O’nun hakîkatı kâinâtta zâhir oldu” diye başlayan Arapça bir şiiri nakledilir[10]. Burada adı geçen Şeyh Kayserî, XIII. asrın sonları ile XIV. asrın ilk yarısında Anadolu’da yaşamış ve İbnü’l-Arabî’nin Fusûsu’l-hikem isimli eserini şerh etmiş olan Dâvûd-i Kayserî (ö. 751/1350)[11] olmalıdır. Bu zât, mevzuumuz olan Hadîkatü’l-ârifîn’in yazarı Hoca İshak b. İsmail Ata ile aynı dönemde yaşamış bir âlim ve mutasavvıftır. Dâvûd-i Kayserî’nin bir şiirinin Orta Asya’da yazılan bir kitapta nakledilmesi, o asırda Orta Asya ve Anadolu arasındaki kültürel bağların güçlü olduğunu göstermektedir.
Yine bu bölümde Bâyezîd-i Bistâmî’nin şu sözü nakledilir: “Kabe’ye ilk gidişimde sadece Beytullah’ı yani Allah’ın evini gördüm. İkinci gidişimde hem evi, hem de ev sâhibini gördüm. Üçüncü ziyaretimde ise sâdece ev sâhibini gördüm, evi görmedim”[12].
Ruhlarla ilgili olan bu birinci bölümde “teslîm” hakkında yeni bir alt başlık bulunmaktadır (fasl fi’t-teslîm)[13]. Burada müellifin babasının ismi “Şeyh İsmâil Ata b. İbrahim Ata Kazıgurdî et-Türkistânî” şeklinde zikredilmiştir[14]. Ardından zikir hakkında bir alt başlık (fasl fi’z-zikr) gelir. Fakat bu konu fazla ele alınmadan yeni bir konu olan İsmâil Ata’nın bebekliği anlatılır ve tekrar asıl konuya yani ruhlar konusuna dönülür. Sonra “âlem” (kâinât) hakkında bir alt başlık (fasıl) gelir[15].

2. Eserin ikinci bölümü ameller yani işler hakkındır[16]. Bu bölümde ibâdetlerin ve insanlara ikrâmın riyâsız, ihlâs ile yapılması üzerinde durulur. “Halkın namazı rükû ve secdedir, âşıkların namazı ise terk-i vücûddur (benliği ve bencilliği terk etmektir)”, “Avâm halkın ikrâm ve ihsânı riyâ ve gösteriş için olduğundan âhirette fayda vermez”, “Şeriatın şartı elbiseyi temizlemektir, tarîkatın şartı ise canı ve gönlü temizlemektir” denir[17].
Bu bölümde anlatılan bir hikâyeye göre, Şam’da Abdullah isminde bir zâhid altmış yıl boyunca inzivâda ibâdetle meşgul olmuş. Vefat ettiğinde Hak Teâlâ ona sormuş: Ey kulum! Ne amelin var? Zâhid cevap vermiş: Altmış yıl münzevî olarak ibâdet ettim. Hak Teâlâ: Niçin insanlara inzivâ hayatını belli ettin? Eğer ihlâslı olsaydın kimseye belli etmezdin. Başka amelini söyle! Demiş. Zâhid: Altmış yıl namaz kıldım, diye cevap vermiş. Hak Teâlâ: Birgün halk senin kapına geldiğinde sen onların gözü önünde namaz kılıyordun. Eğer ihlâslı olup gösterişten korksaydın namazını onlara göstermezdin…buyurmuş[18]. Bu hikâyede, riyâdan yani gösterişten çok sakınan melâmet ehlinin düşünce ve duyguları sezilmektedir.
Müellif Hoca İshâk kendi zamanındaki dervişlerin ihlâs ve gayretten uzak olduklarını şöyle ifâde eder: “Eski dervişlerin işi duâ ve mücâhede (gayret, çaba) idi. Şimdiki dervişlerin işi ise dinlenmek olmuştur”[19]. Müellif babası İsmâil Ata’nın şu sözünü de nakleder: “Kazıgurt ile Sayrâm arasında benim başıma değmeyen taş ve toprak yoktur”[20]. Bu söz, İsmâil Ata’nın yaşadığı bölgede bazı kişilerce çok tenkit edildiğini îmâ etmektedir. Nitekim onun birçok haksız eleştiriye mâruz kaldığı ve muhâlifleri için: “Onlar bizim sabunumuz” yani gıybetimizi yaparak günahlarımızı alıyorlar, bizi günahtan temizliyorlar, dediği başka kaynaklarda rivâyet edilmektedir[21].
Bu bölümün sonunda müellif Hoca İshâk, dünya sevgisinin kul ile Rabbi arasında bir perde olduğunu, bu perde giderilince kulun Mevlâ’sını görebileceğini kaydetmiştir[22].

3. Hadîkatü’l-ârifîn’in üçüncü bölümü şeyh ve şeyhlik hakkındadır[23]. Bu bölümde “şeyhlik, halkı Hakk’a davet etmektir”, “bütün insanlara şefkatli olmaktır” gibi ifâdeler yer alır[24]. İsmail Ata’ya sormuşlar: Halkı Hak Teâlâ’ya ulaştıran kaç tane yol vardır? Şöyle cevap vermiş: “Varlıktaki bütün zerreler sayısınca yol vardır. Ama bir müslümanı rahatlatmak ve ona faydalı olmaktan daha yakın ve daha iyi bir yol yoktur”[25]. Bu bölümde Hulâsatü’l-hakâyık isimli eserden Arapça bir nakil yapılır ancak eserin müellifi zikredilmez[26]. Ardından şeyhliğin yirmidört makâmı (ve şartı) bulunduğu söylenir ve bunlardan yirmi tanesi sayılır. Bu yirmi makam ve şart şunlardır: İlim, itikad, akıl, bir şeyhe mürîd olmak ve ondan icâzet almak, delil olmak, marifet, himmet, şefkat, hilm, afv, güzel ahlak, îsâr (diğergamlık), kerem (cömertlik), tevekkül, teslim, rızâ, vefâ, sükûnet, beyân (konuları açıklama) ve heybet. Konuyla ilgili olarak Hoca Ahmed Yesevî’nin şöyle dediği aktarılır: “Şeyh Hızır gibi, mürîd de Mûsâ (a.s) gibi olmalıdır. Şeyh ne emretse mürîd onu yapma konusunda sabretmelidir”[27]. Hoca İshâk, bu bölümde Yûnus Han isminde bir idârecinin babası İsmâil Ata’ya mürîd olduğunu, dünyevî işleri terk edip dervişliğe yöneldiğini ve Otluk Yunus lakabıyla anıldığını nakleder[28].

4. Hadîkatü’l-ârifîn’in dördüncü bölümü mürîdin âdâbı hakkındadır. Hoca İshâk bu bölümde bir hikâye anlatır: Gazneli Sultan Mahmûd’un huzûrunda bulunan Ayâz isimli kişi bir ara mecliste ayağını biraz hareket ettirir. Sultan niçin ayağını hareket ettirdiğini sorunca: “Bir akrep ayakkabımın içine girmiş, yedi defa ısırdı, sekizincide sabredemeyip ayağımı hareket ettirdim” cevabını vermiş. Yazar bunu naklettikten sonra, mecâzî (dünyevî) padişahın huzurunda böyle edebe riâyet edildiğine göre, hakîkî padişah olan mürşidlerin huzûrunda mürîdlerin daha fazla âdâba riâyetle hareket etmeleri gerektiğini ilâve eder.
İmâm Muhammed Gazâlî’nin Mîzânü’l-amel isimli eserinden naklen, Rum ressamların bir duvarı süslediklerini, Çinli ressamların ise onun karşısındaki duvarı sadece cilaladıklarını anlatan meşhur hikâye anlatıldıktan sonra mürîdin kalbini cilâlayıp kötü ahlaktan temizlemesi gerektiği söylenir[29]. Ardından İsmâil Ata’nın babası ve yazarın dedesi İbrahim Ata’nın şu sözü nakledilir: “Mürîd, şeyhin yanında, doktorun yanındaki hasta gibi olmalı, onun tavsiyelerine uymalıdır”.

5. Beşinci bölüm zikir hakkındadır. Bu bölümde konuyla ilgili bazı âyet, hadîs ve sûfîlere âit sözler nakledilir. İsmâil Ata’nın zikir konusunda şöyle dediği anlatılır: “Demirci demiri ateşte ısıtıp çekiçle dövdüğü gibi, mürîd de kalbini Hû zikrinin çekici ile dövüp temizlemelidir”[30]. Yazar, her şeyhin zikir için Allah’ın isimlerinden birini tercih ettiğini, Hoca Ahmed Yesevî’nin “Allah” ve “Hû” şeklinde iki ismi mürîdlere telkîn ettiğini, İsmâil Ata’nın ise “Hû” zikrini tercih ettiğini söyler[31]. Âyetteki: “Ey iman edenler! Allah’ı çok zikredin” emrindeki “çok zikir”den maksadın cehrî yani yüksek sesle zikir olduğunu, münâfıklar hakkındaki “İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı az zikrederler” âyetinin ise hafî yani sessiz zikir ile tefsir edilebileceğini söyleyen yazar, cehrî zikrin bidat olmadığını da ilâve eder[32]. Burada yazar isim vermemekle birlikte, muhtemelen hafî zikir yapan Hâcegân şeyhlerine gönderme yapmaktadır. Cehrî zikrin câiz olduğunu ispat sadedinde yazar el-Hidâye isimli Hanefî fıkhına dâir eserin şerhi olan Hüsâmeddin Sığnâkî’nin en-Nihâye’sinden, yine bir Hanefî fıkıh kitabı olup Sedîdüddin Muhammed Kâşgarî (ö. 705/1305) tarafından kaleme alınan Münyetü’l-musallî’den, Tâhir b. Ahmed Buhârî’nin (ö. 542/1147) Hulâsatü’l-fetâvâ’sından, Ebu’l-Leys Semerkandî ve Fahreddin Râzî’nin tefsir kitaplarından delil getirir. Hanefî mezhebinin kurucusu sayılan İmâm-ı A‘zam Ebû Hanîfe’nin yüksek sesle tekbir getirmeyi bidat saymadığını söyler[33]. Bu referanslar, yazarın ve dolayısıyla ilk dönem Yesevî şeyhlerinin, diğer Orta Asya Türkleri gibi Hanefî mezhebinde olduğunu göstermektedir.
Bu bölümün içinde yeni bir alt başlık (fasıl) bulunmaktadır. Yazar bu faslı “düşmanların delillerine cevap vermek için” yazdığını kaydetmiş ve sessiz (hafî) zikri savunan ve sesli (cehrî) zikri eleştirenlere cevaplar vermiştir ki yine muhâtabı muhtemelen bazı âlimler ve Hâcegân tarîkatı şeyhleri olmalıdır[34].

6. Hadîkatü’l-ârifîn’in altıncı bölümü semâ‘ (yani güzel sesle okunan ilâhi ve mûsikîyi dinlemek) hakkındadır. Zünnûn Mısrî’nin “semâ gönlü inceltir, kırar, harekete geçirir ve gönle şevk verir”, İsmail Ata’nın da: “Avâm için semâ haramdır, havâs (seçkin insanlar) ile zâhidler için mubah (helâl), gönlü diri olan kişiler için ise müstehabtır (sevaptır)” dediği nakledilir[35].

7. Eserin yedinci bölümü hizmet hakkındadır[36]. Bu bölümde mürîdin edeb ile şeyhine hizmet etmesi, gassâlin elindeki meyyit (cenâze yıkayıcı elindeki ölü) gibi ona teslim olması gerektiği anlatılır[37]. Şeyh Ebu’l-Kâsım Nasrâbâdî’den nakledilen bir rivâyetin sonunda şu cümleler yer alır: “Kıyâmet günü Hz. Ebû Bekir’in amelleri bir terâziye konsa, diğer bütün insanların amelleri terâzinin diğer kefesine konsa, Hz. Ebû Bekir’in amelleri ağır gelir”[38]. Bu rivâyetin ardından Hz. Ömer’in fazîleti, tevâzuu ve insanlara hizmeti hakkında bir hikâye anlatılır. Ardından Hz. Ebû Bekir’in hicret esnâsında ve özellikle Sevr Mağarası’nda Hz. Peygamber’e olan hizmetinden övgüyle bahsedilir[39]. Şia mezhebinde Hz. Ebû Bekir ve Ömer sevilmediğine göre, bu zâtlardan övgüyle bahseden eserin yazarı Hoca İshâk’ın diğer Yesevî şeyhleri gibi Ehl-i Sünnet mezhebine bağlı olduğu anlaşılmaktadır.
Bu bölümde Hoca İshâk, babası İsmâil Ata’dan naklen şu bilgileri verir. İsmâil Ata’nın babası (müellifin dedesi) İbrahim Ata, Yaşlıg Yûnus Ata’nın sohbetine devam ediyordu. Yûnus Ata ömrünün son döneminde ona: “Ey İbrâhim Hoca! Benim vefâtımdan sonra Süksük Hoca’nın sohbetine devam et, nasîbin ondadır, biz seni irşâd makâmına ulaştıramadık, o ulaştırır”, dedi. Ancak Yûnus Ata’nın vefâtından sonra İbrâhim Ata önceleri Süksük Ata’nın sohbetine devam etmedi. Bir gün rüyasında Hz. İbrâhim ve Hz. Mûsâ gelerek ona: Rahmet kilidi Süksük Ata’dadır, onun yanına git! diye uyardılar. Bunun üzerine İbrâhim Ata Süksük Ata’nın yanına gidip sohbetinden istifâde etti[40].
Bu rivâyet, müellif Hoca İshâk’ın tasavvufî silsilesi hakkında da mühim bir bilgi vermiş oluyor. Süksük Ata, Sûfî Muhammed Dânişmed’in, Dânişmend de Ahmed Yesevî’nin mürîdi ve halîfesidir. Süksük Ata, müellifin dedesi İbrahim Ata’ya icâzet vermiştir. Nitekim eserin başka bir yerindeki şu cümleler bunu desteklemektedir: Hoca İshâk rivâyet eder İsmâil Ata’dan, İsmâil Ata rivâyet eder İbrâhim Ata’dan, İbrâhim Ata rivâyet eder Süksük Ata’dan, Süksük Ata rivâyet eder Sûfî Dânişmend’den, Sûfî Dânişmend rivâyet eder Kutb-i tarîkat Hoca Ahmed Yesevî Ata’dan[41].
Bu bölümde Mâlik b. Dînâr’ın bir kerâmet göstererek birçok ateşperestin Müslüman olmasına vesîle olduğu hakkındaki menkıbe de anlatılır[42]. Ardından İsmâil Ata’nın şu sözü nakledilir: “Mürîd meyve vermeyen ağaca benzer, şeyh de meyve veren ağaca. Meyve vermeyen ağaçları kesip meyve verene aşılarlar, böylece o ağaç da bir süre sonra meyve verir hâle gelir”[43].

Müellife göre tarîkatta temizlik altı kısımdır: 1. Gönlü kin, düşmanlık gibi kötü huylardan temizlemek, 2. Dili yalan ve gıybetten temizlemek, 3. Vücûdunu haram elbiseden temizleyip uzak tutmak, 4. Kulağı faydasız sözleri dinlemekten uzak ve temiz tutmak, 5. Şerîatın emrettiği zâhirî (bedenle ilgili) temizlik, 6. Şeyhin yanına hediyesiz gitmenin âdâba aykırı olduğunu bilmek[44]. Ebû Mansûr Mâtürîdî’nin şöyle dediği nakledilir: “Dünyada dört şey aradım, bulamadım: 1. Açgözlü olmayan âlim, 2. Uyumlu bir dost, 3. Gösterişsiz ibâdet, 4. Helâl lokma[45].

Eserde, şeyh tarafından kendisine bağlanıp mürîd olan kişinin önce elini tutmanın, sonra saçından makasla bir miktar kesmenin gelenek olduğu anlatılır[46]. Hadîkatü’l-ârifîn, Yesevîlikteki intisap merâsimi hakkında bilgi veren en eski ve muhtemelen yegâne eserdir. Burada verilen bilgilere göre intisap yani mürîdliğe giriş merâsimi şöyle yapılır: Şeyh, mürîd olmak niyetiyle gelen kişinin elini tutar. Tevbe etmesini ve Allah’a yönelmesini tavsiye ederek şu tevbe virdini üç kez okur: “Estağfirullâhe’llezî lâ ilâhe illâ Hû el-Hayye’l-Kayyûm ve es’elühü’t-tevbe”. Sonra eline bir makas alır ve: “Yâ eyyühe’llezîne âmenû tûbû ilallâhi tevbeten nasûhâ”[47] âyetini okur. Ardından mürîdin saçından, önce sağ, sonra sol, sonra da orta taraftan iki üçer adet kıl keser. Bunun peşinden mürîde nâfile namaz kılmayı, sürekli zikretmeyi, şeyhinden izinsiz iş yapmamasını tavsiye eder[48].

8. Hadîkatü’l-ârifîn’in sekizinci bölümü fakr (fakirlik, dervişlik) hakkındadır. İbrâhim Ata’nın: Dervişlik kırk makâmdır. Bu makamları aşan kişi tasavvuf (sûfîlik) makâmına ulaşır” dediği nakledilir ve dervişliğin kırk makâmı sayılır. Bunlardan birincisi niyet, ikincisi tevbe, otuz dokuzuncusu teveccüh (kalben Allah’a yöneliş), kırkıncısı tasavvuftur[49].

9. Hadîkatü’l-ârifîn’in dokuzuncu bölümü tasavvuf hakkındadır[50]. Müellif, tasavvufu nefsi öldürmek ve riyâzat yani nefsin isteklerini yapmamak diye târif eder. Ardından ekler: Tasavvuf eskiden hâl idi, şimdi hayâl oldu[51]. Sûfînin cömert ve diğergam olması gerektiği ifâde edildikten sonra Hakîm Süleyman Ata’nın şiirlerinden bir dize nakledilir[52].

10. Eserin onuncu bölümü muhabbet hakkındadır[53]. Muhabbet, gönlün Allah’a ve Allah’ın emirlerine meyletmesi diye târif edilir. İsmâil Ata’nın: “Aşk ateşi gönülde Hak Teâlâ’dan başka her şeyi yakar yok eder” dediği nakledilir.

11. Onbirinci bölüm ma‘rifet hakkındadır[54]. “Ma‘rifet, kulun gönlüne doğan bir nurdur. Bu nur ile kişi Allah’ın birliğini görür, hiç şüphesi kalmaz” diye açıklama yapılır.

12. Onikinci bölüm ibâdet hakkındadır[55]. Bu bölümde hulefâ-i râşidînin bal tefsiri diye meşhur olan rivâyeti aktarılır. İbâdette ihlâs, kul hakkından sakınmak gibi konularda bazı rivâyetler nakledilir.

13. Onüçüncü bölüm mâlâya‘nî (gereksiz) şeyleri terk etmek hakkındadır[56]. İbâdetlerini yapan ancak insanlara zulmetmekten uzak kalmayan kişinin yanına mazlumların âhiret gününde gelip bazıları namaz, bazıları oruç sevaplarına el koyacaklarını ve o zâlim kişinin cehenneme atılacağı anlatılır[57]. Ardından Fâtiha, Âyete’l-kürsî, İhlâs ve Tebâreke gibi bazı sûre ve âyetler ile, teheccüd namazı ve zikrin fazîleti hakkında alt bölümler yer alır.

14. Eserin ondördüncü bölümü makâmlar hakkındadır[58]. Fakr makâmı ve fakirliğin zenginlikten üstün olduğu ifâde edilir. Sonra mühim bir târihî olay anlatılır. Yazar İshâk Hoca’nın dedesi İbrahim Ata sabah namazından sonra mürîdleriyle birlikte zikirle meşgul iken büyük oğlu Cebrâîl Şeyh, İbrâhim Ata’ya: Bu gece bir rüyâ gördüm, kan altında kaldık, der. İbrâhim Ata da: Bu, bizim şehîd olacağımızın işâretidir, diye cevap verir. O esnâda İbrâhim Ata’nın oğlu İsmâil Ata henüz on yaşındadır. O gün kâfirler baskın yapar ve İbrâhim Ata otuz kadar dostu ve mürîdi ile birlikte öldürülür. İsmail Ata bu hâdiseden sonra memleketinden uzaklaşır ve gurbette dolaşır ve bazı Kalmak kâfirlerini (yani gayr-i Müslim Moğolları) Müslüman eder. Hârezm ve Buhâra’da medrese tahsîli yapar. Sonra Semerkand’a gelir. Orada bazı sûfîlerin sohbetinde bulunduysa da aradığını bulamaz ve Hocend’e gider. Hocend’de Şeyh Maslahat Hocendî’nin sohbet ve hizmetinde tasavvufî eğitimini tamamlar. Bu dönemde yaşı kırka ulaşmıştır. Hocendî İsmail Ata’ya icâzet verip onu babası İbrâhim Ata’nın memleketi olan Kazıgurt tarafına halkı irşâd için görevlendirir. İsmail Ata oraya döndüğünde tekkede babasının yerine halîfelerinden Mevdûd Şeyh’in postnişîn olup irşâd ile meşgul olduğunu görür. Bir süre irşâda başlamaz, sonra gördüğü bir rüyâ üzerine irşâda başlar[59].
Bu rivâyetten İsmail Ata’nın tasavvufî icâzetini babasından değil, Şeyh Maslahat Hocendî’den aldığı anlaşılmaktadır. Bu bölümün devâmında Süksük Ata’nın 300, halifesi İbrahim Ata’nın 400, İsmail Ata’nın ise çok sayıda mürîdi olduğu kaydedilmiştir[60]. Ardından asâ kullanmanın fazîleti ve asâ vermenin âdâbı konularına kısaca temas edilir[61]. Bölüm, mürîdin âdâbı[62], yemek ikrâm etmenin fazîleti[63] ve Hz. Peygamber’e salavât getirmenin sevabı[64] hakkında yeni alt başlıklarla devam eder.

15. Hadîkatü’l-ârifîn’in onbeşinci ve son bölümü bayram gecesini idrâk ve ihyâ etmenin fazîletine dâirdir[65]. Bayram gecelerini zikir ve duâ ile geçirmenin önemi üzerinde durulur. Bölümün sonunda İmâm Serahsî’nin Hanefî fıkhına dâir eseri Mebsût’tan bir rivâyet ile eser sona erer[66].

İlk dönem Yesevî şeyhlerinin tasavvufî düşüncelerini günümüze taşıyan ve Yesevîliği daha iyi anlamamıza vesîle olan bu mühim Çağatayca yazma eser henüz yayınlanmamış ise de, Kazakistan’da Omir Tuyakbaev isminde bir araştırmacı tarafından üzerinde çalışma yürütüldüğünü ve yayına hazırlanmakta olduğunu mutlulukla öğrenmiş bulunuyoruz. Ayrıca İstanbul’daki Fatih Üniversitesi’nde Eshabil Bozkurt isimli bir öğrenciye yüksek lisans tezi olarak verildiği ve tez çalışmasının devam ettiği de bilgilerimiz arasındadır. Bu mühim eserin bir an önce hem Arap harfleriyle bilgisayarda dizilerek hem de transkripsiyon ile yeni harflere çevrilerek ilim dünyasına sunulması önemli bir hizmet olacaktır.
5

[1] Seyyid Zinde Ali, Semerâtü’l-meşâyıh, Taşkent, Özbekistan Fenler Akademisi Bîrûnî Şarkiyat Enstitüsü Ktp., nr. 1336, vr. 112b.
[2] Bk. Hoca İshâk b. İsmâîl Ata, Hadîkatü’l-ârifîn, Taşkent, Özbekistan Fenler Akademisi Bîrûnî Şarkiyat Enstitüsü Ktp., nr. 11838, vr. 118b, 119b.
[3] Ali b. Hüseyin Safî, Reşehât-ı Aynü’l-hayât, Tahran 2536/1977, I, 21-28.
[4] Muhammed Şerîf Hüseynî, Huccetü’z-zâkirîn li-reddi’l-münkirîn, Süleymaniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 372, vr. 99a-b, 101b.
[5] Salâh b. Mubârek Buhârî, Enîsü’t-tâlibîn ve uddetü’s-sâlikîn (nşr. Halil İbrahim Sarıoğlu), Tahran 1371 hş./1992, s. 170-172; Ali b. Hüseyin Safî, Reşehât-ı Aynü’l-hayât, I, 28-29; Muhammed Âlim Sıddîkî, Lemehât min nefehâti’l-kuds, İslamabad 1986, s. 142-143; Muhammed Şerîf Hüseynî Buhârî, Huccetü’z-zâkirîn li-reddi’l-münkirîn, vr. 99a, 100b-101a.
[6] a) Taşkent, Özbekistan Fenler Akademisi Bîrûnî Şarkiyat Enstitüsü Ktp.,nr. 11838, vr. 1b-131a (istinsah tarihi: 1255/1839, geniş ve kâmil versiyonudur); nr. 3853; nr. 11941 (114 varak, muhtasar versiyonudur); nr. 12387 (164 varak, muhtasar); nr. 13074/III;
b) Özbekistan Fenler Akademisi Bîrûnî Şarkiyat Enstitüsü Ktp., Süleymanov Yazmaları bölümü, nr. 3004, vr. 17b-205b (istinsah tarihi: 1252/1836, kâmil versiyonu); nr. 252 (94 varak, istinsah: 1103/1691, muhtasar versiyonu). Afganistan’ın Kâbil şehrinde de bir nüshası bulunmaktadır.
[7] Zeki Velidi Togan, “Yesevîliğe Dâir Bazı Yeni Malûmat”, Fuad Köprülü Armağanı, İstanbul 1953, s. 526.
[8] Eser hakkında bk. H. F. Hofman, Turkish Literature. A Bio-Bibliographical Survey, Utrecht 1969, section III, part I, vol. 3, s. 316-318.
[9] Hoca İshâk, age, vr. 5b.
[10] Hoca İshâk b. İsmail Ata, Hadîkatü’l-ârifîn, Özb FAŞE Ktp., 11838, vr. 3b.
[11] Mehmet Bayraktar, “Dâvûd-i Kayserî”, DİA, İstanbul 1994, IX, 32-35.
[12] Hoca İshâk, Hadîkatü’l-ârifîn, vr. 4a.
[13] Hoca İshâk, ae, vr. 5a.
[14] Hoca İshâk, ae, vr.5a.
[15] Hoca İshak,ae,vr. 11a.
[16] Hoca İshâk, ae, vr. 13b.
[17] Hoca İshâk, ae, vr. 14a-14b.
[18] Hoca İshâk, ae, vr. 17b-18b.
[19] Hoca İshâk, ae, vr. 21b.
[20] Hoca İshâk, ae, vr. 26a.
[21] Muhammed b. Burhâneddin es-Semerkandî, Silsiletü’l-ârifîn ve tezkiretü’s-sıddîkîn (nşr. İhsânullah Şükrullâhî), Tahran 1388 hş./2009, s. 162.
[22] Hoca İshâk, Hadîkatü’l-ârifîn, vr. 30b.
[23] Hoca İshâk, ae, vr. 30b.
[24] Hoca İshâk, ae, vr. 31a.
[25] Hoca İshâk, ae, vr. 31b-32a.
[26] Hoca İshâk, ae, vr. 33a. Hulâsatü’l-hakâyık (Hulâsatü’l-hakâik) değil, ancak buna benzer olarak Hâlisatü’l-hakâik isminde bir eser kütüphânelerimizde yazma olarak mevcuttur. Yazarı İmâdüddîn Ebu’l-Kâsım Mahmud b. Ahmed Fârâbî (veya Fâryâbî) el-Lü’lüî’dir (ö. 607/1210). Ahlaka dâir olan eserin Kayseri Râşid Efendi Ktp., Râşid Efendi bölümü, nr. 671’de kayıtlı yazma nüshası hicrî 597 senesinde (1201) istinsâh edilmiştir. Daha geç tarihli nüshaları da vardır. Mesela bk. Süeymaniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 1766. Eser ve yazar hakkında bk. Kâtip Çelebi, Keşfü’z-zunûn, İstanbul 1941, I, 699; Ömer Rızâ Kehhâle, Mu‘cemü’l-müellifîn, Beyrut 1993, III, 794-795. Hoca İshak’ın Hulâsatü’l-hakâyık diye zikrettiği eserin Hâlisat’l-hakâik (li-mâ fîhi min esâlîbi’d-dekâik) mi, yoksa başka bir eser mi olduğu tedkike muhtaçtır.
[27] Hocaİshâk, Hadîkatü’l-ârifîn, vr. 34b.
[28] Hoca İshâk, ae, vr. 36a-36b.
[29] Hoca İshâk, ae, vr. 47a.
[30] Hoca İshâk, ae, vr. 52a.
[31] Hoca İshâk, ae, vr. 53a-53b.
[32] Hoca İshâk, ae, vr. 53b-54a.
[33] Hoca İshâk, ae, vr. 54b-55a, 58b-59a.
[34] Hoca İshak, ae, vr. 57b ve devamı.
[35] Hoca İshâk,ae, vr. 61a.
[36] Hoca İshâk, ae, vr. 62a.
[37] Hoca İshâk, ae, vr. 62b.
[38] Hoca İshâk, ae, vr. 69a-b.
[39] Hoca İshâk, ae, vr. 71a-72b.
[40] Hoca İshâk, ae, vr. 73b-74b.
[41] Hoca İshâk, ae, vr. 122b-123a.
[42] Hoca İshâk, ae, vr. 79a-b.
[43] Hoca İshâk, ae, vr. 82a.
[44] Hoca İshâk, ae, vr. 84b.
[45] Hoca İshâk, ae, vr. 89a.
[46] Hoca İshâk, ae, vr. 90b.
[47] “Ey îmân edenler! Allah’a samîmî olarak tevbe edin”. Tahrîm, 66/8.
[48] Hoca İshâk,Hadîkatü’l-ârifîn, 91b.
[49] Hoca İshâk, ae, vr. 92b-95b.
[50] Hoca İshâk, ae, vr. 95b ve devamı.
[51] Hoca İshâk, ae, vr. 96a.
[52] Hoca İshâk, ae, vr. 96b.
[53] Hoca İshâk, ae, vr. 97b.
[54] Hoca İshâk, ae, vr. 98b.
[55] Hoca İshâk, ae, vr. 101b ve devamı.
[56] Hoca İshâk, ae, vr. 104a.
[57] Hoca İshâk, ae, vr. 105b.
[58] Hoca İshâk, ae, vr. 110a.
[59] Hoca İshâk, ae, vr. 112a-114a, 114b, 115b.
[60] Hoca İshâk, ae, vr. 119a-b.
[61] Hoca İshâk, ae, vr. 123b.
[62] Hoca İshâk, ae, vr. 125a.
[63] Hoca İshâk, ae, vr. 127b.
[64] Hoca İshâk, ae, vr. 129a.
[65] Hoca İshâk, ae, vr. 129a.
[66] Hoca İshâk, ae, vr. 132a.

Yazar: yesevihan [ 08.03.10, 10:04 ]
Mesaj Başlığı: Re: Uluslararası Hoca Ahmed Yesevi Sempozyumu -NOTLAR-

Resim

"DİVAN-I HİKMET"İN 20 Y.Y.DA ÖZBEKİSTAN’DA YAYINLANMASI VE TETKİK EDİLMESİ

Prof. Dr. İbrahim HAKKUL[1]


Hoca Ahmed Yesevi Türk dünyasının en meşhur ve merkezi simalarından biridir. Ahmed Yesevi ilk Türk tasavvuf tarikatı ve tasavvuf şiirinin bânisi olarak Türklerin dinî, ahlakî, fikrî ve manevî hayatını derinden etkilemiştir. Ahmed Yesevi henüz hayattayken etrafa yayılan Yesevilik ve Hikmet geleneği, özellikle Orta Asya’da 20 y.y. başlarına kadar devam ede gelmiştir. Eski Sovyet rejimi Dine karşı büyük mücadeleyi başlayınca Tasavvufi hayat tecrübelerine son verildi, neticede Tasavvuf edebiyatını objektif olarak araştırmak da yasaklandı. Böylece Özbek halkı ulu Ahmed Yesevi’nın hayatı, şahsiyeti, edebi ve fikrî mirasını öğrenmek, onun tarihi hizmetlerinden bahsetmek imkânından mahrum bırakıldı. Bundan dolayı geçtiğimiz yüz yılın 1930’lu senelerinden sonra yazılan edebiyat, tarih ve felsefeye dair kitapların çoğunda Hoca Ahmed Yesevi ve takipçileri acımasızca karalanmıştır. Kısacası, bu dönemde "Divan-ı Hikmet"i yayınlamak ve incelemek tamamen yasaklanmıştı. Buna rağmen Yesevi Hikmetlerini tetkik etmek yolundaki bazı çabaları da unutmamak gerekir. Bu anlamda merhum hocamız, düşünce tarihçisi İbrahim Muminov’un 1950 yıllarında söylediği şu fikirler dikkate şayandır: “Ahmed Yesevi ekolunun dünya görüşü "Divan-ı Hikmet" adlı meşhur eserinde manzum olarak beyan edilmiştir. Bu eser akıcı ve okuyucu için kolay bir dille yazılmıştır. “Hikmet” Özbek edebiyatının kıymetli abidesidir ve onun yazarı İslâmiyet’i, Kelam felsefesini, Tasavvufu, çiftçi, hayvancı ve sanatkârların hayatını, genel olarak aldığımızda, o dönemin sosyal-kültürel düzenini iyi bilen bir kişi olduğunu göstermektedir. Ahmed Yesevi’nin seviyesi geniş ve derin olduğundan, Özbekçede ilk defa böyle bir kapsamlı eserini yazabilmiştir”[2].

Bu fikirler edebiyat tarihçisi Prof. Dr. Ergaş Rüstamov’un 1972 yılında yayınlanan “Ahmed Yesevi Hikmetlerinde tarih ve hayat sedası” adlı yazısında değişik bir tarzda devam ettirilerek, daha da geliştirilmişti[3]. Ama bu yazı komünist rejimin tahkir ve takibine maruz kaldı. Bundan sonra bilim adamları ve Ahmed Yesevi muhlisleri "Divan-ı Hikmet"in yayınlanmasından daha ziyade yayınlanmamasına inanmaya başladılar. Tekrar yapılanma ve serbestlik zamanına kadar Yesevilik çalışmalarında hiçbir olumlu değişiklik hissedilmedi. Ama 80’lı yıllarından itibaren siyasi ve ideolojik engelleri aşmaya güven oluştu.
1987 senesinde “Yaşlık” (Gençlik) dergisinde “Nevâi’nin aziz bildiği zat…” adlı makale işte bu güven ve umudun ilk müjdesiydi[4]. Makale ilmi, edebi muhit ve okuyucular kitlesi tarafından sıcak karşılandı ve desteklendi. Böylece “Özbekistan Edebiyatı ve Sanatı”, “Şark Yıldızı”, “Mülakat” gibi birçok gazete ve dergilerde Ahmed Yesevi konusunda peyder pey makaleler yayınlandı[5]. "Divan-ı Hikmet"ten numuneler ilan edildi[6]. Biz de "Divan-ı Hikmet”i yayınlamak işine giriştik. Önsöz ve açıklamalarıyla tarafımızdan hazırlanan ve 1990 yılında Taşkent’te 200.000 adet basılan “Ahmed Yesevi. Hikmetler” kitabına Prof. Dr. Kemal Eraslan hocamızın "Divan-ı Hikmet"ten Seçmeler” eseri esas olmuştu[7]. Hazırladığımız bu yayında Ahmed Yesevi’ye aitliği bizde şüphe uyandıran hikmetlerin yerine başka hikmetler eklendi. Bu kitap 1995 yılında Erhan Sezai Toplu tarafından Türkçe çevirisiyle beraber İstanbul’da da yayınlandı[8]. Birkaç sene sonra da Resulmuhammed Abduşukurov "Divan-ı Hikmet"in Kazan’da basılmış matbu baskıdan yararlanarak Yesevi Hikmetlerini yayınladı.
“Yesevi kim idi?” makalesinde Ahmed-i Yesevî’yi ‘Türk şairlerinin dâhilerinden’ diye tanımlayan Abdurrahman Sadi şöyle yazmaktadır: “Yesevî, Türk kavimlerinin tam anlamıyla gerçek şairlerinden ve halk klasik şairlerindendir. Ol gayet hassas, ilham ve hayali gayet tabii ve akıcı bir şairdir. Yesevî’nin yüreği ruhî ve manevî aşkta şiddetle yanan manzum bir ateştir. İlahi şiirde ve muhabbet hissinde o, başkalarının kalplerini cûşa getiren, yakıcı korkunç bir hikmet kıvılcımıdır” demişti. Dr. Baybota Dostkarayev’ın yayına hazırladığı kitapta Abdurrauf Fıtrat ve Abdurrahman Sadi’nın Ahmed Yesevi’le ilgili yazılarıyla beraber ondan fazla hikmete de yer verilmiştir[9].
2004 yılında Nâdirhan Hasan birkaç yazma nüshalardan Ahmed Yesevi’ye ait yeni hikmetleri bularak onları bir kitap halinde yayınladı[10]. Bu kitaba Yesevi takipçilerinden Sufi Muhammed Danişmend’e ait “Mirat-ul kulup” (“Gönüller aynası”) adlı risalesinin eklendiği ise okuyucuların ilgisini çekmiştir.

Yesevilik çalışmalarında halledilmesi zaruri olan meseleler çok. Bunlardan birincisi, "Divan-ı Hikmet"in metniyle ilgili tartışmalara netlik kazandırmak, metinlerdeki fark ve eksikleri kıyas ederek düzeltmektir. Tabii ki eski nüshaların bulunmaması veya bize kadar ulaşmaması, bu işin halledilmesine imkân vermeyebilir. Ama sonraki dönemlere ait "Divan-ı Hikmet" yazmalarına dayanarak güvenilir bir metin hazırlanabilir. 2006 senesinde hazırlanan "Divan-ı Hikmet" bunun ilk örneği oldu. Bu yayın önceki baskılardan farklıdır. Birincisi, onu hazırlarken "Divan-ı Hikmet"in Özbekistan Cumhuriyeti Fenler Akademisi Şarkiyyat Enstitüsü ve Ali Şir Nevai Dil ve Edebiyat Enstitüsü Mümtaz Edebiyat Tarihi Bölümü kütüphanesindeki birkaç yazma nüshadan yararlanıldı. İkincisi, her bir nüshada rastlanılan metin değişiklikleri mukayese edilerek, onlar arasından güvenilir olarak tespit ettiğimiz metinler seçildi. Üçüncüsü, Hikmetleri seçerken imkân ölçüsünde muteber nüshalara dayanıldı. Dördüncüsü, Hikmetleri doğru okumak, müstensih tarafından yapılan hataları düzeltmek amacıyla metinden düşen dörtlük, mısra, kelime ve ekler başka nüshalar vasıtasıyla düzeltildi. Ve nihayet, bu yayın 140’dan fazla Hikmeti içermektedir ki, bu önceki baskılara nazaran fazladır.

Bugün Özbek okuyucuları İbrahim Hakkul, Resulmuhammad Abduşukurov, Nâdirhan Hasan, Meryem Eşmuhamedova gibi bilim adamlarının hazırladığı "Divan-ı Hikmet”in Arap ve Kiril metinlerinden oluşan 5 adet baskıyı okumak imkânına sahiptirler.

Ayrıca, "Divan-ı Hikmet"i tetkik etmek konusunda da Özbekistan’da bağımsızlıktan sonra birçok çalışmalar yapıldı. Bunlar arasında edebiyat, dil, düşünce, tarih, pedagoji ve tasavvuf araştırmacılarının kalemine mensup birçok tez, kitap, makale gibi çalışmalar bulunmaktadır. Ama "Divan-ı Hikmet"i kapsamlı bir şekilde araştırmada yurt dışında, özellikle Türkiye’de yapılan çalışmalardan vakıf olmadan ciddi neticelere ulaşmak zordur. Biz, bu gerçeği göz önünde bulundurarak 2001 yılında Türkiyeli ve Özbek bilim adamlarının çalışmalarından oluşan “Hoca Ahmed Yesevi: hayatı, eserleri, tesirleri” kitabını yayınladık. Bundan sonra da bunun gibi çalışmaları gerçekleştirmeye devam edeceğiz. Genç bilim adamlarımızın Türkiye’de Yesevilik araştırmaları konusunda çalıştıkları da sözümüzü ispat etmektedir[11]. Zira birkaç senedir genç araştırmacımız Dr. Nâdirhan Hasan "Divan-ı Hikmet"in mukayeseli metni üzerinde çalışmaktadır. Yakın bir zamanda sonlandırılacak olan bu çalışmanın yayınlanması hem okuyucuların, hem de ilmi muhitin Ahmed Yesevi Hikmetlerine olan ilgisini daha da arttıracaktır diye ümit ederiz.

Kısacası, "Divan-ı Hikmet"i tam manasıyla okuyup anlamak ve incelemek, sadece tasavvuf ve tasavvuf edebiyatını değil, tüm eski edebiyatımızı her yönden bilmemize, ona karşı yanlış veya yüzeysel münasebetten kurtulmamıza yardımcı olur.
1

[1] Özbekistan Fenler Akademisi Ali Şir Nevai Dil ve Edebiyat Enstitüsü
[2] Muminov İ. Seçme eserler, C. I, Taşkent 1969. s.102.
[3] Rustamov E. Ahmad Yassavi hikmetlerinde tarih ve hayat sedası , Özbek Dili ve Edebiyatı, sy.4-5, 1972, s. 21-25, 22-28;
[4] Hakkul İ. Nevâi’nin aziz bildiği zat…Yaşlık, sy. 4, 1988, s. 67-72.
[5] Kamilov N. Ahmed Yesevi , Gulhan, sy. 11, 1990; Osman O. “Vahdet şarabın içtim…” , Mülakat, sy. 6, 1991, s. 51-57; Nematov H. Ahmed Yesevi hayatında ait bazı seneler , Özbek Dili ve Edebiyatı, sy.2, 1992, s.3-6; Aliev A. Dilimiz danişmendi , Özbekiston Edebiyatı ve sanatı, sy. 43-44, 1993; Ordabekli B. Yesevi tarikati , Özbekistan edebiyati ve sanati, sy.43-44, 1993; Kasimov B. Hikmetler şiiri , Özbekistan edebiyati ve sanati, sy.29, 1993; Devran H. Arifler sultani , Halk sözü. 30 Ekim, 1993 v.s.;
[6] Bazarov A., Karaev T. Hikmetler külliyatından , Şark Yulduzu. sy.1, 1992, s.3-19;
[7] Ahmed-i Yesevî, Hikmetler, Haz. İbrahim Hakkul, Taşkent 1990;
[8] Ahmed Yesevi. Hikmetler. İ.Hakkul baskısından çeviren Erhan Sezai Toplu, MEB yayınları, İstanbul 1995.
[9] Yesevi kim idi? Haz. B.Dostkaraev. Taşkent 1994.
[10] Hoca Ahmed Yesevi. Divan-ı Hikmet (yeni bulunan hikmetler). Haz. Nâdirhan Hasan. Taşkent 2004.
[11] Türkiye’de Yesevilik çalışmaları. Haz. Nadirhan Hasan. Taşkent 1999.

Yazar: yesevihan [ 09.03.10, 09:59 ]
Mesaj Başlığı: Re: Uluslararası Hoca Ahmed Yesevi Sempozyumu -NOTLAR-

ARNAVUT TASAVVUF KÜLTÜRÜNDE HOCA AHMED YESEVİ’NİN ETKİSİ

Prof. Dr. METİN İZETİ


İnsanlık tarihinde önemli bir yer teşkil eden, varlığını uzun süre sürdürebilmiş ve bugün bile birçok yönden tekrar keşfedilmeye çalışılan Osmanlı Devleti’nin alt yapısını oluşturan, ya da manevî zeminini teşkil eden yapıcı unsur, İslam dininin doğuşunu takip eden kısa süre içerisinde geniş coğrafyalara yayılmasını sağlayan tasavvuf akımı olmuştur.Türklerin ihtidasında ve devletlerinin uzun süre ayakta kaıp güçlenmesinde başlıca rol oynayan dinin sufiyâne tecrübe ve aşk boyutları, özellikle Hazreti Muhammed ve Ehl-i Beyt’e karşı coşkun sevgi, Türk insanının yaşadığı ve ulaşabildiği bütün bölgelere aktarılmış ve o yerlerde kalındığı sürece yaşatılmaya çalışılmıştır.
Bu realite, Arnavutların Osmanlı dönemindeki tarihi incelendiğinde ortaya çıkmaktadır. Birçok yere ordulardan önce yerleşen, halk içindeki nüfuzları ile dikkat çeken mahallî ile merkezî devlet ricali üzerindeki tesirleriyle temayüz eden meşayihe, padişahların çoğu, birçok vâlide sultan, padişah kızları, vezirler, paşalar ve pek çok zengin bizzat intisap etmişler, tesis ve tahsis etikleri vakıflarda tarikatların bu topraklarda neşv ü nemâ bulmasına katkıda bulunmuşlardır.[1]
Anadoluda faaliyet gösteren birçok tarikatın müritleri Arnavut topraklarına kadar uzanmıştır. Ancak Arnavutluk ve Arnavutlar Bektâşî tarîkatı açısından birinci derecede önem taşımış ve taşımaktadır. Arnavutların kültürel, sosyal ve siyasal yaşantısında Bektaşîlerin tesirleri çoktur ve özel bir konumları vardır. Hoca Ahmed Yesevı’nin tesirini de daha çok bu tarikata ait ortamlarda görmekteyiz.
1826 yılında Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla Bektaşi tarikatına karşı sert önlemler alınmıştır. Bu sert önlemler İstanbul ve Anadolu’da çok daha yoğun bir biçimde hissedilirken Arnavutluk’ta pek o kadar hissedilmemiştir. Hatta Güney Arnavutluk kanun dışı ilan edilen Bektâşiler’in sığınak bölgesi olma özelliğini kazanmıştır.
Bu dönemden başlayarak Arnavutluk hem siyasi hem de kültürel açıdan bektaşilin merkezi haline dönüşmüştür. Arnavutluk’ta bulunan bektaşi tekkelerine Osmanlı devletinin birçok bölgesinden bektaşi babaları gelip yerleşmişlerdir. Neticede de bu tekkeler ilim ve sanat merkezleri haline dönüşmüşlerdir.
Arnavut bektaşîlerinden büyük bir çoğunluğunun çalışmalarını en hızlı yürüttükleri alan hiç şüphesiz şiirdir. Tasavvuf geleneğinden, yani, Ahmed Yesevi, Yunus Emre, Mevlana Celalettın Rumi gibi şair ve sufilerden etlilenerek Osmanlı döneminde yetişen birçok Arnavut asıllı şair Bektaşîlerin arasından çıkmıştır.
Günümüze kadar ulaşan şiirlerin ilk izlerini 1725 yılında Muçi Zade’nin “İmzot mos me le pa kafe” (Allahım beni kahvesiz bırakma) şiirinde bulmaktayız . Böylece arap alfabesi ile yazan Arnavut Bektaşî şairlerine onsekizinci, ondokuzuncu ve yerminci asrın başlarında rastlamaktayız.
XVIII. yüzyılın sonlarında Arnavutluk’un Fushkruya şehrinde yaşamış ve orada daha sonraları çok faal olacak bir Bektaşî tekkesi kurmuş olan Kemalettin Şemimi Baba Bektaşî mistik yorumunu içeren ilk Arnavutça şiirleri yazmıştır. Şemimi Baba 1790-1792 yıllarında Makedonya’nın Köpürlü şehrindeki Bektaşî Tekkesinde de bir ara bulunmuştur[2]. Şemimi Baba’nın yazmış olduğu şiirlerden birkaç örnek verelim:


“Une jam mbreti dhe Sejjıdı,femije e Nebıut
Dhe per Zotın ju betohem ,qe jam bır I Alıut
Xhahılet le te me shajne,syte I kane te verbuar
S’shohın Henen e ndrıtuar,me shkelqımın e Rabbıut.”

Tercümesi:
“Ben Sultanım, Seyyidim, Nebi’nin oğluyum
Allahıma yemin ederim, Ali’nin oğluyum
Cahiller bana sövsün, gözleri kördür
Ay şevkini görmüyor, Rabb feyz vermiyor.”


“Jam abdall nje I perunjur,Shoku ım eshte Alıu
Per te tjere skam nevoje kur krahu ım eshte Alıu
Gjıthe vajtımet qe bej une ahu ım eshte Alıu
Vend I kıbles Muhammedı,I perunjes eshte Alıu.”


Tercümesi:
“Ben mütevazi bir abdalım, Ali benim dostumdur
Başkalarına ihtiyacım yok, Ali benim desteğimdir
Avazlarımda Ali benim ahımdır
Kıble yeri Muhammed, el öpmek te Alinindır”[3].

Şemimi Baba 1807 yılında vefat etmiş ancak şiirleri Arnavutluk ve Arnavutların yaşadığı diğer bölgelerde ölümünden sonra da canlılığını devam ettirmişlerdir.
Arnavutça yazılan şiirin ikinci ve en önemli merkezi Fraşır’da bulunan Bektaşî tekkesidir. Bu tekkenin kurucusu Nasib Tahir Baba XIX. yüzyılın başlangıcında yaşamış ve ardından birçok şiir bırakmıştır.
Nasib Tahir Baba’nın şiirlerinden bir örnek verelim:

“Xhahilia thone – Ne jemi qystah
Vehten nuk e njohne-elhuqmu lıllah.

Bizlere küstah – der cahiller
Kendilerini tanıyamadılar – El-hükmü lıllah

Zotne tone e njofme – İmami zaman
Kush nuk e ka njohur- mbet hayvanullah.

Allahımızı tanırız – İmamı zamanı da
Kim tanımamış ise – Kaldı hayvanullah

Hased nuk kemi – Ne kete xhıhan
Se kush ka hasedne – Ka lanetullah.

Hasedimiz yoktur – Bu cihanda
Hased kimde varsa – o dur lanetullah.

1835 yılında vefat eden Nasib Tahir Baba kurmuş olduğu tekkenin bahçesinde defn edilmiştir. Halk tarafından türbesi devamlı zıyaret edilmektedir[4].
XIX. yüzyılda yaşayan ve Arnavutça yazan büyük Bektaşî şairler arasında Baba Abdullah Melçani de yer almaktadır. Korça etrafında bulunan Melçan tekkesinin kurucusudur.1852 yılında Melçan’da vefat etmiştir.
Şiirlerinden bir örnek:

“Do te behem dervish me aba
Shpırtın tım do ta bej xhaba
Per ty Sarı Salltuk Baba
Te them madherıne tende,Ja Shah
Te them bukrıne tende ja Nur.

Tı je Ahmedı Myftar
Perendıa t’ka ne nazar
Hazretı Alıu me zylfıkar
Thone trımrıne tende, Ja Shah
Thone bukrıne tende, Ja Nur.



Tercümesi:
“Abalı derviş olacağım
Canımı feda edeceğim
Senin uğruna , Sarı Saltık Baba
Söylerler güzelliğini, Ya Şah
Söylerler yüceliğini, Ya nur.

Sen bır Ahmed-i Muhtarsın
Sen Allahın nazarındasın
Hazreti Ali Zülfikarı ile beraber
Söylerler kahramanlığını,Ya Şah
Söylerler güzelliğini, Ya Nur”[5].

XIX. yüzyılın sonunda yaşamış diğer bir Bektaşî şairi Leskovik’li Abidin Baba’dır. Arnavutça ve Türkçe şiirleri vardır. Arnavutça yazdığı bir şiirinden örnek:
“Me myhyr te nubuvvetıt
Dhe me shpat te Velajetıt
Dhe nam te Emanetıt
Erdhı Zatı Paq Hynqar.

Me urtesıne e Hasanıt
Me xhemal te Imam Hysejnıt
Me ıbadet e Zejnelıt
Erdhı Zatı Paq Hynqar”.

Tercümesi:
“Nübüvvetin mührü ile
Velayetin kılıcı ile
Emanetin şanı ile
Geldi Seyyid Pak Hünkar.

Hasanın hikmeti ile
İmam Hüseynin cemalı ile
Zeynelin ibadeti ile
Geldi Seyyid Pak Hünkar.”[6]

Fraşır tekkesinde yetişen Şeyh Dalip de bu şairlerin arasında yer almaktadır.Fuzuli’nin “Hadikatu’s- Suada” sını Arnavutçaya tercüme eden Dalip Fraşıri XIX. Yüzyılın sonlarında yaşamış olan en büyük Arnavut şairidir.
Dalip Fraşıri’den bir örnek:

“Per rıza te Hakut – Kush u be kurban
Dhe plaçkat e barkut – İ berı vıran

Kim Allah rızası için – oldu kurban
Yüreğindeki herşeyi etti viran.

Shkendıja e dynjase – Qe s’deshi bedel
Ne çol te Qerbelase – Atje shtıu themel.

Dünyanın yıldızı – İstemedi bedel
Kerbela çölünde – Orada attı temel.

Ate vend ıa zgjodhı – Xhenabı Mennan
Vete e desh e hodhı – Ne ate mejdan

O yeri seçti Cenab-ı Mennan
Kendi istedi gönderdi- o meydana.

Nga Xhenabi Gafur – İ zbrıtı ajet
Ja Hysejn Sabur – Mos ki kasavet.

Cenab-I Gafurdan – İndi ayet
Ya Hüseyn Sabır – Olmasın sende kasavet.

Dhe ti o Dalip thir – Thir o derdimen
Thir Hysejn Aline – Se aj te gjen.

Sen hey Dalip davet et – davet et ey meczub
Davet et Hüseyn Ali’yi – Zira o seni bulur[7].
Fraşer bektaşi dergahı arnavut bektaşilerinin merkezi haline gelmiş ve bu tekkede de arnavutların en büyük şairlerinden biri olan Naim bey Fraşeri yetişmiştir.[8]
Arnavut edebiyâtının en meşhûr sîmâlarından biri olan Naîm Bey Fraşıri değişik konularda yazdığı şiirlerin arasında tasavvufî içerikli olanları da vardır. NaimBey Fraşıri büyük mutasavvuıflar ve horasan erenlerinin eserlerinden en çok etkilenen arnavut şairlerinden biridir. O, eserlerinde vahdet-i vücudu, ilahî aşkı, insanı işlerken tasavvuf şiirinden oldukça etkilendiği açıkça ortadadır. Bu etki en iyi şekilde Naim Bey’in “ Fyelli ( Kaval)” şiirinde görünmektedir. Naim Bey’in bu şiiri Mesnevi’nin ilk onsekiz beyitine çok benzemektedir. Bu şiirin tamamını türkçe tercümesiyle veriyoruz:
Fyelli Kaval

Pa degjo fyellin ç’thote Dinle kaval ne söylüyor
Tregon mergımet e shkreta Perişan ayrılıktan anlatıyor
Qahet nga e zaza bote Hakikat dolu sözlerle
Me fjale te verteta Kara dünyadan şikayet ediyor

Qe kur se me kane ndare Eş ve dosttan beni
Nga shok e nga mıqesıa Ayırdıkları zamandan beri
Gra e burra kane qare Feryatlarımdan ağlamayan
Nga ngasherımet e mıja! Kadın erkek kalmadı.

Kraherore e kam cpuar Sînemi deldim geçtim
E kam bere vrıma vrıma Delik deşik ettim
Dhe kam qarre e kam renkuar Ağladım, inledim
Me mıjera psheretıma Binlerce ah çektim

Dhe me boten e gezuar Neşeli dünya ile
Behem shok edhe marr pjese dost olur katılırım
Dhe me njerez te helmuar zehirlenmiş insanlarla ise
Behem mık me besa bese söz vererek dost olurum

Puna sı do qe te bjere Durum ne olursa olsun
Une qanj me mallengjıme Ben acı ile feryad ederim
Me cdo vent e kurdohere Her yer ve zamanda
Psheretın zemra ıme Kalbimle inilerim.

Gjıthe bota me degjojne Dünya feryadımızı duydu
Po se jashtmı me shohın Sadece dışardan gördu
Deshıren sma kuptojne İsteğimi anlayamadı
Zjarr e brendeshme sma njohın İçimdeki ateşi tanıyamadı

Njerezıt me mua rrıne İnsanlar benimle oturdu
Une qaj e mallengjohem Ben ağladım sızladım
Po dufn e pshehte sma dıne İçimdeki ahı bilemediler
Andaj kurre sperdellehem Ve asla anlayamadılar

Gjıth ata qe jane ndare Ayrı düşenlerin tamamı
Fyellıt shoke ju bane Kavala dost oldular
Shkallet e tıj dısa fare Onun değişik perdeleri
Na shkalluan mendjen tane Aklımızı perdeledi

O rremet ı njerezıse Ey insanlar kalabalığı
Zerı ı fyellit seshte ere Kavalın sesi rüzgar değildir
Ky eshte zjarr ı dashurıse Aşkın ateşidir
Qe ı ra kallamıt mjere Zavallı kavala düşen

İ ra qiellıt e ndrıtı Semaya düştü aydınlattı
İ ra zemris e nxehu Kalbe düştü ısıttı
İ ra veres e buçiti Şaraba düştü coşturdu
İ ra shpırtıt dhe e dehu Cana düştü sarhoş etti

İ dha ere trindafılıt Güle koku verdi
İ dha drıte bukurıse Güzelliğe ışık verdi
İ dha kenge bılbılıt Bülbüle türkü verdi
İ dha shıje gjıthisıse Kainata tad verdi

Ay zjar ra ni qıej O ateş semaya düştü
Edhe duke perveluar Düştüğü yeri yakıp kavurdu
U bene kaq yj e dıej Bunlarca yıldız ve güneş oldu
Qe ı mba Zotı nder duar Hepsini Allah elinde tutuyor

Nga ky zjarr Zotı ı vertete Kaınatı yarattığı
Qe ka ngrehur gjıthesıne Bu ateşten Yüce Allah
Hoth nje shkendıje ne jete Bir kıvılcım dünyaya attı
Dhe berı soje njerıne Ve insanı yarattı

O morre zjarr ı bekuar Ey mübarek ateş
Une me ty jam perzjere Ben seninle karıştım
Pa jam tretur e kulluar Sende eridim sızıldım
Po te kam shpırt mos me lere[9] Canımsın beni bırakma

Naim Bey’in “ Kaval” isimli şiirinde büyük ölçüde Hazreti Mevlana’dan etkilendiği gibi, diğer eserlerinde de Hazreti Mevlana’nın konuyu işleyiş tarzını ve temalarını mahallî tiplemelere de yer vererek güzel bir şekilde işlemiştir. Naim Bey arnavutların millî meselelelerini bile işlerken Hazreti Mevlana’nın Mesnevîsinin birçok yerinde hissedilen sosyo-kültürel arkaplanı hissettirmektedir.
Naim Bey’in Hazreti Mevlana’dan etkilenmesi başlı başına bir araştırma konusudur. Bugüne kadar bu konuda, üç beş yüzeysel makalenin dışında, kapsamlı bir çalışma yapılmamıştır. Biz burada Naim Bey’in eserlerindeki temel konulardan olan vahdet ve insan, ki aynı zamanda Ahmed Yesevi’nin Divan-ı Hikmet’inde de işlenmektedir ve büyük ölçüde Naim Beyi de etkilemşiştir, yazmış olduğu iki şiirden birer örnek verelim.

Njerezıa İnsanlık
“Beso e duaj Perendine “Inan ve Allahı sev
Dhe dije qe eshte tek tine Ondan gelen her şeyi sev
E ki bese njerezine İnsanlığa olsun güvenin
Se ajo eshte udh e Perndise. Budur emri Allahın.

Te drejtene do Perendija Adâleti Allah sever
Ate do dhe urtesija Hikmet de O’nu sever
Dhe mendeja dhe diturija Akıl ve ilim insanlığa
Dhe nevoj e njerezise. Büyük bir ihtiyaçtır.

Njeriu u be i delire İnsan pâk yaratıldı
Po ate qe s’eshte e mire Lâkin temiz olmayanı
Eshte e lig e peshtir Kötüdür hakirdir
Te mos ta benje nje jete. Ve yaşamaya lâyık değildir.

Se ka peshe te peshonje Tartılar devamlı tartar
Andaj çdo gje te punonje Bu nedenle iş yaparken
Lipset me mend te gjykojne Akılla hareket et
Te miren ta gjejne vete Güzelliği ararken.

E mira na eshte gjene Güzellik bulunmuştur
E kemi ne doret tene Elinize verilmiştir
Qe nga kreji kshtu ka qene Baştan beri böyle imiştir
Po njerıu nuke mejtohet. İnsan ise hiç düşünmemiştir.

Kur te zeme njerezine İnsan olduğumuzda
Te behemi me Perindine Allah’ı sevdiğimizde
Te duam miresine İyilikle davrandığımızda
E liga do te mergohet. Kötülük kalmaz yerde.

Njerezıa njerıne e çmon İnsanlık insana değer verir
Edhe shpirtin elarteson Allah’la beraberliğe götürür
Veç ajo zemren e gezon Onsuz insan hiçbir şeydir
Njerin e ben te nderuar. İnsanlık Allahı sevdirir.

Njerezıa na perdelen Ne güzeldir insan için
Me Zon ajo na hsembelen Şeytandan uzak dursun
Njerıu pate gjesendi s’vlen Güzelliğe yanaşsın
Sa do te jete i mesuar. Hikmeti talep etsin.

Fare mire do te ronte Çok güzel yaşardı
Te ligat do ti haronte Kötülüğü unuturdu
Dhe djalle do ta debonte Şeytanı uzaklaştırırdı
Do te ish afer Perendise. Allah’a yaklaşırdı.

Perendia Allah
“Zot i madh e i vertete “Allah Hak ve Ekberdir
Ne gjithesi eshte vete Kâinatta tektir
Ai eshte gjithesia O kâinattır
Gjithesıa eshte e Tıa. Kâinat da O’nundur.

Ai eshte krej dhe fundi O ibtida ve son
Pa ate ska vend gjekundi Onun yeri de yoktur
Çdo gje qe na shohen syte Gördüğümüz herşey O’dur
Eshte ai se ska te dyte Başka birşey yoktur.

İ urti nga do te kthehet Hakîm ne tarafa dönerse
Fytyr e Tij i refehet Onun vechi görünür
Se e tere gjithesıa Çünkü bütün kâinatta
Tregon bukurın e Tıja. Onun güzellikleri anlatılmakta.

Zot i madh e i vertete Büyüktür Allah ve doğrudur
Eshte e verteta vete Hakîkatın ta kendisidir
Pa ka bese miresine İyiliği emreder
Urtesine e njerezine. Hikmeti ve insanlığı sever.

Tek’ eshte vellazerija Kardeşlik neredeyse
Atje eshte Perendija Allah oradadır
E drejta eshte e verteta Doğruluk ve hakîkat
Jane besa pa te meta. Hiç eksiksizdir.

Zoti kerkon dashurine Allah aşkı sever
Njerezine e urtesine İnsanlığı ve hikmeti arar
Ai qe ben miresine İyiliği yapan
E ka afer Perendine. Allahı bulur yanında

Perendia miresine Allah bizden iyilik ister
Do nga ne dhe miqesine Kardeşliği çok sever
Miresi e njerezise İyilik ve insanlık
Eshte udh e Perendise”.[10] Allahın yoludur”.


Naim Bey aynı zamanında arnavut bektaşilerine el kitabı şeklinde “Fletore e Bektashinjet” (Bektaşilerin Defteri) ismini taşıyan , tarikat-i aliyye- i bektaşiyyenın öğretilerini içeren , büyük bir bölümü manzum yazılımış küçük bir risalesi de vardır.
Bu risalede Naim Bey bektaşi mühiplerinin inanışlarını, erkanını, davranış biçimini ve iyi davranma usullerini içermektedir. Nasıl ki Ahmed Yesevi halk dilinde, onların davranış biçimini düzenleyen bir kitap yazmışsa, Naim bey de bektaşilerin davranişlarını tanzim eden bir el kitabı yazmıştır. Arnavutça nesir ve nazım şeklinde yazılan bu eserin değişik yerlerinden bazı örnekler:
“…Bektaşilerin inancı bir geniş yoldur. Önünde hikmet, kardeşlik, dostluk, mehabbet, insanlık ve bütün iyilikler ışık saçmaktadır.Bir tarafta ilim çiçekleri diğerinde hakikat gülleri.İlimsiz hakikatsız ve kardeşliksiz insan gerçek bektaşi olamaz…
… Bektaşilerin yolu açık ve düzdür, aklı olanlar için hikmet ve iyilik yoludur.
İnsan engellenmemiştir, bütün şeylerde hürdür ve işlerin tamamı onun elindedir.
Ancak anlayan, marifet sahibi olan ve temyiz eden aklı, kendisini yaşatan ruhu, ayırd eden kalbi ve bütün işleri tartan vicadınının farkında olması gerekir...
... Kadın ve erkek birdir, ayrıları gayrıları yoktur.
Erkek kadından ancak kötülük sonucu ayrılır ve kadın ancak büyük ihtiyac sonucunda kapatılır.
Eğer işi yoksa kadın erkeklerden ne kadar uzak durursa o kadar iyidir.
Bektaşilerin yolunda kadın örtünmez, gizlenmez, onun örtüsü utanma ve iffettir.
Bektaşilerin yolunda utanma ve iffet, insanlık, hikmet ve bütün iyilikler inanç esasıdır...
... Tekkedeki insan dişardakilerden daha iyi olmak zorundadır.
Tekkede olanlardan derviş olmak isteyen de yine Baba’dan el alır.
Bundan sonra artık elbisesini çıkarmaz çünkü yol müsaade etmez.
Derviş insanlığın hizmetkarıdır, mütevazi, hikmetli ve mülaimdir.Biri ona küfretse, vursa bile el kaldırmasın, söz söylemesin, sabırlı olsun.
Derviş eğer hırkayı giymeden önce evli imiş ise hırkayı giydikten sonra da evinde çocuklarıyla oturur.
Evlenmeyeceğine dair söz vermek istiyorsa yine el alır ve bundan hiçbir zaman geri dönemez.
Evlenmeyen dervişler tekke ve dergahlarda oturur...
... Bu nedenle yola giren kişi bütün kötülükleri bırakıp , iyiliklere sarılır.Kötü kalplı, kötü ruhlu ve çirkin sıfatlı insanlar iyilerin arasına katılamaz ve Tanrıya yaklaşamazlar.
Bu yolda insan kendini tanımalıdır, çünkü kendini tanıyan insan Tanrıyı da bilir.
İnsan yumuşak kuzu huylu olmalı, canavar değil. İnsan iyi huylu, doğru, bilgili, seven olmalıdır ve insanı süsleyen bütün iyilikler onda bulunmalıdır.
Bu yol iyiliğin, dostluğun, hikmetin ve kardeşliğin yoludur.
Güzel çiçeklerle dolu olan bu yola ,cahiller yaptıkları gibi ,diken ve pislik atmak büyük günahtır.
Zira bu yol iyilikten başlayıp iyilikle biter...
... Hakikata ve iyiliğe teslim olan, yalan ve kötülüklerden uzak duran mürşidler için bütün insanlar birdir.Bu mürşidler Muhammed-Alinin yolunun takipçileridir.Bundan dolayı akıllı, hikmetli, eğitimli olmaları gerekir. Zira eğitimsiz, görgüsüz insan yontulmamış ağaca benzer, cahil insan çocuk gibidir.
Mürşitler hakikat insanları olmalıdır. Kusurlardan uzak, iyi sıfatlarla donatılmış, hırstan, kibirden, kinden, içkiden, desiseden, yalandan ve yolsuzluktan uzak olmalıdırlar...
Bektaşi defterinde nazım şeklinde yazılmış bazı şiirler de vardır:

ALLAH
Büyük ve hak Allah
Kainatta tektir
O kainatın kendisidir
Kainatta Onundur.
O baş ve sondur
Hiçbir yerde yeri yoktur
Gözlerimizin gördüğü her şey
O dur , zira ikincisi yoktur.
Arif ne tarafa dönerse
Onun yüzünü görür
Çünkü kainatın tamamı
Onun güzelliğini anlatır.
Büyük ve Hak Allah
Hakikatın kendisidir
İyiliğe ve hikmete
İnanmayı farzeder.
Kardeşlik neredeyse
Allah oradadır
Doğruluk ve hakikat
Kusursuz inançlardır.
Allah sevgiyi
İnsanlığı ve hikmeti sever
İyilik yapan kişi
Allaha yakındır.
Allah ise bizden
İyiliği ve dostluğu ister
Bunun dışında birşey istemez
İhtiyacı da yoktur.
İnsanlığın iyiliği
Allahın yoludur
Hakkın kendisi
Doğruluk içindedir.
İyılik yapan kişiyle
Allah ile salihler
Kainatta var olanlar beraberdir.





ÖZET

İnsanlık tarihinde önemli bir yer teşkil eden, varlığını uzun süre sürdürebilmiş ve bugün bile birçok yönden tekrar keşfedilmeye çalışılan Osmanlı Devleti’nin alt yapısını oluşturan, ya da manevî zeminini teşkil eden yapıcı unsur, İslam dininin doğuşunu takip eden kısa süre içerisinde geniş coğrafyalara yayılmasını sağlayan tasavvuf akımı olmuştur.Türklerin ihtidasında ve devletlerinin uzun süre ayakta kaıp güçlenmesinde başlıca rol oynayan dinin sufiyâne tecrübe ve aşk boyutları, özellikle Hazreti Muhammed ve Ehl-i Beyt’e karşı coşkun sevgi, Türk insanının yaşadığı ve ulaşabildiği bütün bölgelere aktarılmış ve o yerlerde kalındığı sürece yaşatılmaya çalışılmıştır.
Bu realite, Arnavutların Osmanlı dönemindeki tarihi incelendiğinde ortaya çıkmaktadır. Birçok yere ordulardan önce yerleşen, halk içindeki nüfuzları ile dikkat çeken mahallî ile merkezî devlet ricali üzerindeki tesirleriyle temayüz eden meşayihe, padişahların çoğu, birçok vâlide sultan, padişah kızları, vezirler, paşalar ve pek çok zengin bizzat intisap etmişler, tesis ve tahsis etikleri vakıflarda tarikatların bu topraklarda neşv ü nemâ bulmasına katkıda bulunmuşlardır.
Anadoluda faaliyet gösteren tasavvuf anlayışı ve birçok tarikatın müritleri Arnavut topraklarına kadar uzanmıştır. Arnavut bölgelerine yerleşen Anadolu hamurlu tarikatlar beraberınde Hoca Ahmed Yesevi ve yesevilik kültürünü de getirmişlerdir. Arnavutların kültürel, sosyal ve siyasal yaşantısında Anadolu merkezli tasavvuf ve tarikat anlayışının tesirleri çoktur ve özel bir konumları vardır. Bu makalede Hoca Ahmed Yesevi anlayışının arnavutlarin tasavvuftan etkilenen kültüründe ki yansıması işlenmektedir.




[1] Barkan- Ayverdi, Tahrîr Defteri, s.434-435, 436-437 vd.
[2] Baba Recepi , Mistiçizma ıslame dhe bektashızma, . s.208.
[3] Baba Recepi, A.g.e., s.210.
[4] Hajdar Salıhu ,Poezia e Bejtexhinjeve, Priştine 1987 , s. 15.
[5] Baba Recepi , A.g.e. s.240.
[6] Hajdar Salihu , A.g.e. s. 270.
[7] Baba Recepi, A.g.e. s.294.
[8] Naim Fraşıri 1846 yılında Arnavutluğun Pırmet kazasının Fraşıri köyünde doğdu Babası Berat’tan gelip Fraşıri’ye yerleşmış bir akıncı ailesinden olan Halid Bey’dir. Naim Bey ilk tahsilini Fraşır köyünde tamamladı aynı zamanda ailece mensub oldukları Bektaşi tekkesinde Farsça ve Arapça öğrendi.1865 yılında kardeşi Şemsettin Sami ile beraber Yanya Zosimea Rum Lisesine kaydoldu. Lisede Yunanca, Fransızca ve İtalyanca öğrendi. 1871 yılında İstanbula gitti, ancak verem hastalığına yakalandığından dolayı beş altı ay sonra Arnavutluğa geri döndü. !871-1882 yılları arasında değişik idari vazifelerde bulundu, fakat takibata uğradığından dolayı 1882 yılında ailesiyle beraber İstanbul’a yerleşti.
1884 yılında “Drita” adlı arnavutça aylık bir dergi çıkarma iznini aldı ve yayınladı. 19 Kasım 1900’ de Erenköy’deki evinde öldü ve Merdivenköy Şahkulu Bektaşi Dergahının kabristanına defnedildi. Naaşı 1978 yılında Arnavutluğa nakl edilmiştir.
Eserleri: Kendonjetoreja ( Okuma kitabı), Vjersha Per mesonjetoret e para ( İlkokul Talebelerine Şiirler), Bageti dhe Bujqesi ( Hayvancılık ve Ziraat ismini taşıyan sembolik uzunca bir şiirdir), Lulet e Verese ( Yaz Çiçekleri), Mesime ( Öğretiler), Fletore e Bektashinjet ( Bektaşiler’in Defteri), Istori e Skenderbeut ( İskender Beyin Tarihi), Qerbelaja ( Kerbela).
Türkçe yazdığı eserler de şunlardır: Kavaid-I Farisiyye der Tarz-I Nevin, İhtiraat ve Keşfiyyat, Fusul-I erbaa. Farsça da “ Tahayyulat” adlı bir şiir mecmuası yazmıştır.
Naim Bey aynı zamanda değişik dillerden arnavutçaya tercümeler de yapmıştır. Homerin İlyadasını türkçe ve arnavutçaya tercüme etmiştir. Şiirlerin tamamında büyük ölçüde tasavvufi hava hissedilmektedir.

[9] Fraşıri, Naim, Vepra I, s. 172-173.
[10] Frasheri, Naim, Vepra, s.123.

Yazar: yesevihan [ 10.03.10, 11:10 ]
Mesaj Başlığı: Re: Uluslararası Hoca Ahmed Yesevi Sempozyumu -NOTLAR-

BATI’DA YESEVİLİK ÇALIŞMALARI

Dr. Nadirhan HASAN[1]


Pir-ı Türkistan Hoca Ahmed Yesevi hazretleri yüz yıllardır Türklerin manevi hayatında silinmez iz bırakan önemli simalardan biridir. Hoca Ahmed Yesevi’nin hayatı, öğretisi ve hikmetlerine olan ilgi ulu pir hayatteyken görünmeye başlamıştı. Doğu halkları ile beraber Batı bilim adamları da Ahmed Yesevi konusuna merak etmişlerdir. Özellikle, XIX y.y. başlayarak birkaç İngiliz, Alman, Macar, Rus v.s. gibi Batı bilimcileri Ahmed Yesevi ve Yesevilik konusunu araştırmaya başladılar. Bu çalışmaları birkaç gruba ayırmak mümkündür:

Birincisi, çeşitli ansiklopedi, bibliografik sözlük ve kataloglarda Ahmed-ı Yesevi ve “Divan-ı Hikmet”e dair bilgilere rastlamak mümkündür. P.Melioransky, M.Hartmann, H.Hofman, Gibb, L.Dmitrieva gibi birçok bilim adamının eserlerinde Ahmed Yesevi hakkında çeşitli kısa bilgiler verilmiştir[2]. Mesela, P.Melioransky tarafından hazırlanan Ahmed Yesevi konusundaki ilk ansiklopedik madde üzerinde duracak olursak, Melioransky “İslam” Ansiklopedisine yazdığı yazısında Ahmed-ı Yesevi’nin doğumu, eğitimi, ölümü ve türbesi hakkında bilgi vermektedir[3]. Ahmed Yesevi”nin Orta Asyadaki Tasavvuf ekölünün kurucusu olduğunu, Hakim Ata gibi birçok istidatlı müritler yetiştirdiğini, hikmetleri ve munacatı halk tarafından çok okunduğunu vurgulamaktadır. Bununla birlikte, hikmetlerinin Kazan’da yayınlandığını, ama mahsus araştırılmadığını da belirtmektedir. Burada şunu söylemek yerinde olur ki, Ahmed Yesevi’nin hikmetler yazarı olduğunu ve hikmetlerin dili konusunda ilk defa şüpheyle fikir bildiren bilim adamı da Melioransky’dır. Onun bu düşüncesi o veya bu tarzda özellikle Rus Doğu bilimcileri tarafından desteklenmiş ve devam etmiştir. Bu anlamda Borovkov gibi birkaç müsteşriklerin de çalışmalarını hatırlatmak yerinde olur. Ama başka bir Rus bilim adamı L.Dimitriyeva’nın Ahmed-ı Yesevi’nin biyografisi ve "Divan-ı Hikmet"le ilgili düşüncesi nisbeten farklıdır. Onun hazırladığı Leningrad Şarkiyyat Yazmalar kütüphanesindeki Türkçe yazma eserler katalogunda Ahmed Yesevi hikmetlerinin 12‑13 y.y.a ait olduğunu, onun Hoca Yusuf Hemedani’den eğitim aldığını, hem de Orta Asya sufiliğinde yeni ekol kurduğunu belirtmekte ve "Divan-ı Hikmet"in 24 yazma nüshasını tavsif etmektedir[4].

İkincisi, Y.Novitsky, N.Mallitsky, V.Gordlevski[5] gibi bilim adamları Ahmed Yesevi’nin hayatı, eserleri ve menkibeleriyle ilgili makaleler yayınladılar. N.Mallitsky 20 y.y. başında basılan “Hazret Sultan” makalesinde Ahmed Yesevi’nin nesl-u nesebi hususunda bahs eder, meşhur Özbek mutasavvıf şairi Baba Rahim Meşreb’ın Ahmed Yesevi’ye olan ilgisini kayd eder. Mallitsky kendi fikirlerini daha çok Gulam Server Lahuri’nin “Hazinet ul-asfiya” eserine dayanarak belirtmiştir[6]. Diğer bir Rus müsteşriki Y.Novitsky Ahmed Yesevi’nin hayatıyla ilgili bilgi verirken, babası İbrahim Şeyh’in ahilik nokta-i nazarından bakarak cömertliği üstün tuttuğunu vurgulamaktadır. Hatta oğlu Ahmed’e eğitim verirken, kerametten daha ziyade el emeğini tercih ettiğiyle ilgili bir ibretli rivayeti nakl etmektedir[7]. Makalede yine bir rivayet yer almıştır. Onda Ahmed Yesevi’ye dair kaynaklarda zikredilmeyen bir hükümdar, yani Yolbars Han’la Ahmed Yesevi arasındaki ilişkiden bahsetmektedir.

Üçüncüsü, P.İ.Paşino, P.Ahmerov[8], P.Lerha, A.Semenov, M.Masson, İ.Ümnyakov, T.Basenov[9], L.Mankovskaya, G.Pugachenkova[10] gibi birçok araştırmacı esasen Ahmed Yesevi türbesiyle ilgili düşüncelerini ifade etmişlerdir. 1905 yılında Rus arkeologu N.Veselovsky rehberliğinde ressam ve mimarlardan oluşan ilmi grup Yesevi türbesi ve camısını incelemek amacıyla Türkistan’a gelirler. Veselovsky “Türkistan’a yapılan ilmi sefer” makalesinde türbeyle ilgili gözlemleri ve araştırma sonuçlarından bahsederken, Yesevi türbesini mimari açıdan ayrıcalığını özenle tarif etmektedir[11]. S.Mallitsky ise makalesinde türbenin esasen tarihi ve mimari yönlerine ilgi çekmektedir[12]. Ona göre, türbedeki bazı mimari yapılarda milattan 3 asır önce kullanılan uslup da göze çarpmaktadır (s.24). O türbeyi Mekke, Medine, Kahire, Kurtube, İstanbul, Tebriz gibi İslam medeniyet merkezlerindeki camı binalarıyla kiyas ederek fikir belirtmektedir. Örneğin, kumbetli camı veya türbe inşa etmek geleneği ilk önce Endelus, Aleppo, Dımaşk ve Bağdatta başlamış olup, daha sonra Orta Asya’ya, filcümle, Türkistan’a da gelmiştir. Biz, Horasan mimarcılık sanatının etkisini sadece Ahmed Yesevi türbesinin dış yapısında değil, belki de Bizansdaki, yani Kostantinopoldaki Aya Sofya camısında da görmekteyiz, demektedir yazar. Onun için bu görkemli imaret inşaatçısı olan Emir Timur’un sanat muhibi olduğunu, Horasan’da gördüğü güzel sanat nümünelerini Türkistan’da da icra ettiğini ayrıca vurgulamaktadır (s.18). Ona göre Türkistan’daki Ahmed Yesevi türbesi Orta Asya’nın Aya Sofyasıdır. Mallitsky, geçmişte türbede özel bir kütüphane bulunduğunu belirtmiştir, çünkü türbe yapımından önce de onun etrafında bilim adamları yaşamışlardır (s.24, 1‑dipnot). Müellif, bu türbenin inşa edilmesi, Türklerin manevi yönden birleşmesine ne kadar hizmet ettiğini de vurgulamaktadır (s. 27‑28).

Rus bilim adamlarından M.Masson Ahmed Yesevi türbesiyle ilgili mahsus eser ele almıştır[13]. O türbenin tarihini detaylarıyla incelemiştir, örneğin, makberenin ilk yapımı 12 y.y.de başladığını, türbede o döneme ait taşlara rastladığını kaydetmiştir. Yazar kitabında ayrıca türbenin tarihteki milli, siyasi ve stratejik öneminden bahs etmiştir. Meselâ, türbe sâyesinde Maveraünnehir uzun zaman göçebe Kazak ve Kıpçaklar’ın taarruzundan emin kaldığını, Timurlu, Şibanlı, Eştarhanlı, Kazak ve Kalmak hanlarının asırlar mâbeyninde türbeye hizmet ettiğini tarihi delillerle beyan etmiştir. Örneğin, 16 y.y. ikinci yarısında Aştarhanlı ikinci Abdullah Han türbeyi tamir ettirmiş, 18 y.y.ın sonu ve 19 y.yın başında Buhara hanları Daniyal ve Haydar, Türkistan türbesi için mahsus ferman çıkartmışlardı.
Dördüncüsü, H.Wamberry, A.Garritsky, P.Komarov, A.Adalis gibi müellifler Ahmed Yesevi ve muakkiplerinin hem orijinalde, hem de çeviride yayınlamışlar ve böylece Yesevi öğretisini Batı bilim dünyasına tanıtmışlardır. Macar tarihçisi Herman Wamberry, Orta Asyaya seyahet etmiş, bir süre Maveraünnehirde yaşamış, ülkenin tarihi, kültürü, dili ve edebiyatını tetkik etmişti. “Maveraünnehir yahut Buhara tarihi”, “Çağatayca ders kitabı” gibi ilmi, tarihi ve edebi eserler yazdı. Almanya’da Ahmed Yesevi hikmetlerinden bahs eden ilk bilim adamlarından biri de bu tarihçidir. O “Çağatayca ders kitabı”nda (1867) Çağatay şairlerinin eserlerinden örnekler getirmekle beraber Ahmed Yesevi hikmetleriden de nümüneler sunmuştur[14]. A.Garritsky müsteşriklerin nazar-ı itibarlarından kaçan “Fakr-name” risalesini Rusçaya çevirmiştir[15]. O, çevirisinin önsözünde Ahmed Yesevi’nin hayatı, eğitimi, talebeleri hakkında söz eder. Çevirmen Ahmed Yesevi’nin talebelere sufilik erkaniyle beraber insan sevgisi, adalet, şefkat, büyüklere saygı gibi yüksek hasletleri de öğrettiğine dikkat çekiyor. Bilim adamı Ahmed-ı Yesevi’nin manevi nüfüzü ve fikirlerinin bu kadar etkili olmasının sebeplerini şöyle açıklamaktadır: “Şayed ulu şeyhin kendisi sözle ameli uygunlaştırmasaydı, onun hatırası bugüne kadar bunca aziz tutulmazdı. Pir-ı Türkistan’ın türbesini ziyaret edenlerin sayısı kalabalık olmaz, hikmetleri de halk arasında bu kadar yaygınlaşmış olmazdı. A.Adalis, dünya edebiyatı kütüphanesi serisinde yayınlanan çok ciltli eserde dini şiirler başlığı altında Ahmed Yesevi hikmetlerinden nümüneler vermiştir[16].
Beşincisi, E.Schuyler, P.İ.Paşino, Th. Menzel gibi bilim adamları ise çalışmalarında esasen Ahmed Yesevi’nin manevi nüfüzü, etkisi ve muakkiplerinden genişce bahs etmişlerdir[17]. Amerikalı diplomat ve seyyah E.Schuyler seyahatnamesinde 1873 senesinde Türkistan’a yaptığı yolculuktan bahs eder. Ahmed Yesevi’nin şahsiyeti ve manevi nüfüzü, tasavvufi yolu, onun cari ettiği cehri zikir, türbesindeki yazılar ve kazan, etrafındaki cami ve kuyularla ilgili bilgiler vermektedir[18]. Aynı zamanda türbenin siyasi açıdan sahip olduğu öneme de değinmektedir. Zira burada Türkistan hanlarının Ahmed Yeseviye yazdıkları nâmeler korunmuştur. Hatta Schuyler, 1591 yılında hükümdar Abdulla Han’ın imzasıyla yazılan ve Yesevi türbesine gönderilen nâmeyi türbe altındaki dolapta gördüğünü kaydetmiştir (s. 69). Başka bilim adamları da türbenin siyasi ve askeri değerini belirtmişlerdir. Mesela, P.Lerha türbede Türkistan şeyhul islamı Nasrullah’ın tasarrufında korunan ve türbe hem de Yesevi nesli için Türkistan ve Orta Asya’nın başka hükümdarları tarafından yazılan on beş adet nâmeyı gördüğünü kaydederken[19], A.Semenov Emir Timur’un türbe için mahsus vakıf-name çıkarttığını, yerli yöneticiler de türbeyi devamlı ziyaret ettiklerini yazmaktadır[20].
1866 yıl Türkistana gelen daha bir Rus seyyahı P.İ.Paşino’nın seyahatnamesinde Ahmed Yesevi külliyesinde hâlâ zikir meclisleri yapıldığına dair getirdiği bilgi haricinde kaydettiklerinin tümü türbeyle ilgili genel bilgilerdir. Ayrıca müellife göre bu muhteşem külliye başka hiç bir camıya benzememektedir[21].

Altıncısı, C.Brockelman, Th. Menzel, A.Semenov, A.Borovkov gibi Doğu bilimcileri makalelerinde esasen Ahmed Yesevi hikmetleri üzerinde durmuşlardır. Semenov, Ahmed Yesevi’nin hayatı, eğitimi, tarikat faaliyeti, manevi mertebesi gibi konular üzerinde durmakla beraber “Reşehat el-aynel-hayat”, “Sefina-i evliya” ve “Hazinetul-asfiya” gibi eserler ışığında Ahmed Yesevi’nin hikmetlerin müellifi olduğunu ispat etmeğe çalışmıştır[22]. A.Borovkov ise Ahmed Yesevi hayatı, hikmetleri ve takipçileri hakkında bilgi vermektedir. Hikmetlerin dil özelliklerini tahlil etmeye çalışmıştır[23]. Alman bilim adamı C.Brockelman Kul Ali ve onun Yusuf a.s. kıssasıyla ilgili araştırmasında “İslam dünyasına ait Türkçe edebi âbidelerin en büyüklerinden üçüncüsü “Kutadgu bilig” ve Ahmed Yesevi’nin Divanıdır” diye yazmıştır. Ona göre, Kul Ali’nın Yusuf kıssasındaki şiirlerin vezni Ahmed Yesevi hikmetlerinin veznindedir, yani 11-12 hecelidir[24]. Sıradaki çalışma Alman müsteşriki Th. Menzel’in “Eski Türk mistikleri” adlı araştırmasıdır. Bu yazısında bilim adamı Ahmed Yesevi, "Divan-ı Hikmet" ve onun dil özellikleri, Yesevilikdeki halvet, zikir ve onun ayrıntıları üzerinde genişce durmaktadır[25]. Yeseviliğin Türkler arasındaki mevkisi, özellikle Anadolu’nun tasavvufi kaynağı Yeseviliğe dayandığını, hikmetlerin de Türkler için nekadar önemli olduğunu tekid etmektedir. Ona göre "Divan-ı Hikmet"in dili Doğu Türkçesinde olup, “Kutadgu bilig” ve Orhun yazılarıyla yakinen alakadardır. Divan Türk-İslam edebiyatının en eski nümünesi olarak değerlidir[26].

20 y.y.ın sonuna doğru ise Ahmed Yesevi mirasını incelemek, hayatı ve çalışmalarını araştırmak yeni aşamaya yükseldi. Bu manada J.Fletcher (İngiltere)[27], A.Bennigsen, Th. Zarcone, İ.Melikoff (Fransa)[28], A.Bodrogligetti[29], D.DeWeese (ABD), D.Chmilovskaya (Poland), L.Munteani (Romanya), A.Masala, E.Visintainer (İtalya)[30], A.Pylev[31] gibi Batılı bilim adamları Hoca Ahmed Yesevi hayatı, düşünceleri ve doktrinine dair ayrı-ayrı araştırmalar yayınladılar.
İngiliz araştırmacısı J.Fletcher “Merkezi Asya’da Tasavvuf ve Ma Ming-Hsin’ın yeni öğretisi” adlı makalesinde Merkezi Asya’nın Çın mıntıksasında XVIII y.y.de Nakşibendilerle beraber cehri zikir mensupları (Yesevilik veya Sultaniyye tarikatının mensupları) da faaliyet gösterdiklerini ispat etmeye çalışmıştır. Örneğin, Ma Ming-Hsin ismindeki cehriyye şeyhinin mıntıkadaki çalışmalarını misal getirmiştir. Ona göre, o dönemde Yesevilik, zikr-ı erre adıyla tanınmış olup, 16 y.y.den itibaren Nakşibendiyye ile beraber anılmaya başlamıştı. Yesevi sufileri çoğu zaman o vakitlerde hem Nakşibendi idiler. Onun için XVI y.y.de Özbek (Şibanlı)ların Yeseviyyeye itibarlarından dolayı Nakşibendilik arasında da cehrilik kuvvetlendi[32].

Ahmed Yesevi eserlerini tetkik etme konusunda söz ederken, daha bir araştırmayı gözden kaçırmamak gerekir. Bu ABD’li meşhur turkolog professor A.Bodrogligeti’nin çalışmalarıdır. Onun “Ahmed Yesevi öğretisinin Merkezi Asya Türklerinin kültürel ve politik hayatlarındaki etkisi” adlı çalışmasında Hoca Ahmed Yesevi’nın hayatı, eserleri, faaliyeti, takipçileri, "Divan-ı Hikmet"in özellikleri, Yesevi düşüncelerinin Türklerin hayatındaki yeri hususunda bahs etmektedir[33]. Ahmed Yesevi’nin eserleri, hayatı ve çalışmalarının Orta Asya müslümanlarının manevi hayatına yön verdiğini belirtmektedir. Ona göre, Ahmed Yesevi’yi sadece bir mistik olarak değerlendirmek çok basit olur ve meseleyi mikyasıyla anlamaya manilik eder.

Hâlbuki Ahmed Yesevi hikmetleri vesilesiyle Orta Asya Türkleri yeni dini, irfani dil ve terminolojiyle tanışarak, ileri bir kültüre sahip oldular. Kavimcilik ve kabilecilik bakışları azaldı. Yeseviliğin etkisiyle Türklerde Vatan ve Yurt sevgisi daha da kuvvetlendi. Yazar burada Şibanlıların Yeseviliğe verdiği önemden bahseder. Ona göre Şibanlılar Ahmed Yesevi dünya görüşünden beslenerek, Millilik duygularını yükseltirdiler[34].

Nihayet ABD’lı araştırmacı D.DeWeese’nın Ahmed Yesevi ve Yesevilik tarihine dair araştırmalarını dile getirecek olursak, onun kalemine mensup makalelerin adından dahi ciddi araştırmalar olduğu bilinmektedir[35]. Bilim adamı kapsamlı bir yazısını “Türkistan’ın İslamlaşma sürecinde Yesevilik menkibelerinin yeri” diye adlandırmış ise, diğer çalışmalarını “Merkezi Asya tarihine dair unutulan kaynak - XVII y.y.a ait Yeseviyye menkibesi “Menakıb-ı ahyar”, “Timurlular döneminde Yesevi şeyhleri: XIV-XV y.y.da sufilik ilişkilerinin sosyal ve siyasi yeriyle ilgili kayıtlar”, “Meşayıh-ı Türk ve Hâcegan: Yesevi ve Nakşibendi sufi gelenekleri arasındaki bağların tekrar gözden geçirilmesi”, “Merkezi Asya’nın XVII y.y.da yazıldığı Yeseviliğe ait Farsça menkibe: “Lemehat min nefehat il-kuds”, “XIX y.y. Merkezi Asya’daki kudsi silsile: belgeler ve yarlıklar ışığında Ahmed Yeseviye ilişkin grupların doğuşu hakkında”, “Türkistan’ın İslamlaşmasında Yesevi menkibelerinin yeri”, “Kudsi ziyaret yerleri ve halk rivayetleri: XVI-XVII y.y.da Yesevilik sufi tarikatındaki menkibevi geleneklerde Ahmed Yesevi türbesi” diye adlandırılmıştır. Ayrıca Rusça ansiklopedik sözlüğe yazdığı “Ahmed Yesevi” maddesi ve var. Demek, yukarıda ismi geçen çalışmaları okuyan araştırmacının belli bir ölçüde yeniliklerden haberdar olması şüphesizdir.

Kısacası, Ahmed Yesevi ve Yesevilik konusu Batı bilim adamları tarafından o veya bu seviyede incelenmiştir. Bazı bilim adamları sadece bilgi vermekle yetinmiş iseler, bazıları Hoca Ahmed Yesevi hayatı, öğretisi ve hikmetlerini genişçe araştırmaya çalışmıştır. Demek, her iki durumda da Batı müsteşrikleri tarafından gerçekleştirilen çalışmalardan vakıf olmak, Yesevilik araştırmaları alanı için faydadan asla hâli değildir.


[1] Nodirkhon Khasanov, Fatih Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü

[2] P.Melioransky. Ahmed Yasawi. In: Enzyklopaedie des Islam, Bd. I. Leiden-Leipzig. 1913, s.208-209; Martin Hartmann, Sbornik Berlinskogo Vostochnogo Instituta, T.VII, 1907, s.7; Die ostturkischen Handscriften der Sammlung Hartmann. Von Martin Hartmann. Berlin, 1904, s.10, 15, 21; Blochet E. Catalogue des manuscripts Turcs, T.II, Paris, 1933, nr: 1191; Hofman H.F. Turkish Literature. A bio-bibliographical survey. Section III, Moslim Central Asian Turkish literature, part I, vol. 6. Utrecht, 1969. p. 110-128; Dmitriyeva L.V. Opisaniye tyurkskih rukopisey instituta Vostokovedeniya. III, Moskova, 1980, s.17-27;
[3] P.Melioransky. s. 208-209.
[4] Dmitriyeva, s. 17-22.
[5] Gordlevsky V.A. Hodja Ahmed Yasevi, İzbranniye soçineniya. C.3. Moskova, 1962. s. 361-368.
[6] Mallitsky N. Hazret Sultan (Hodja Ahmed Yasavi, Sultan al-Arifin, Türkestanski mistik i svyatoy 12 stoletiy), Turkestanskiye vedomosti. 1906, no 125;
[7] Novitsky Y. Hodja Sultan Ahmed Yasavi (kirgizskaya legenda), Turkestanskiye vedomosti, 17 Şubat, 1912;
[8] Ahmerov P.N. Opisaniye peçati Ahmeda Yasevi. Nadpisi meçeti Ahmeda Yasevi, Vostoçniye zametki. Stati i issledovaniya A.A.Divayeva, P.N.Ahmerova i N.O.Katanova. Kazan, 1896, s. 3-24;
[9] Басенов Т. Мемориальный комплекс Ахмеда Яссави. Алма-Атма, 1972;
[10] Г.А.Пугаченкова. Памятники архитектуры Средней Азии. Ташкент; Г.А.Пугаченкова. П.И.Ремпель. Выдающиеся памятники архитектуры Узбекистана. Ташкент 1958.
[11] Веселовский Н. Экспедиция в г. Туркестан для снятия планов и зарисовки в красках местной мечети / Изв.Русс.Комитета для изучения Средней и Восточной Азии в ист., арх., линг., и этнографическом отношениях, № 6, С-Петербург, 1906, стр.23‑26;
[12] Mallitsky С. Историко-архитектурное значение мечети Хазрета Яссавийского в г. Туркестане/Протоколы и сообщения Туркестанского кружка любителей археологии, выпуск XII. Ташкент, 1907;
[13] Массон М. Мавзолей Hodja Ахмеда Ясеви. Ташкент, 1930;
[14] Hermann Vambery. Cagataische Sprach-Studien. Philo Press, Amsterdam, Neudruck 1975 der Ausgabe Leipzig 1867 (Choga Ahmed Jesewi. Hikmet, s. 115-123);
[15] Garritsky A. Из предисловия к «Премудрости» Шейха Ходжи Ахмеда Есевийского / Сборник Туркестанского Восточного института в честь проф. А.Э.Шмидта. Ташкент, 1923;
[16] Ахмад Яссави. Духовные стихи / Перевод А.Адалис // Библиотека Всемирной Литературы. Серия первая. Т. 55; Поэзия народов СССР IV-XVIII веков. Москва, 1972, сс. 147-148.
[17] Th. Menzel. Die Aeltesten Turkischen Mystyker. Zeitschr. der Deutsch. Morg. Ges. T. 79, 1925;
[18] Eugene Schuyler. Turkistan: Notes of a Journey in Russian Turkistan, Khokand, Bukhara and Kuldja. New York, 1876, s.69-70;
[19] П.Лерха. Археологическая поездка в Туркестанский край в 1867 г. Санкт-Петербург, 1870. стр. 21;
[20] Семенов А. Мечеть Ходжи Ахмеда Есевийского в г. Туркестане / Известия Среднеазиатского комитета по делам музеев, охраны памятников старины, искусства и природы. Средазкомстарис, выпуск 1, Ташкент, 1926, стр. 121-130;
[21] Пашино П. Туркестанский край в 1866 г. Путевые заметки/Туркестанский сборник, 1868, т.XIV, С-Петербург, 1869;
[22] Семенов А. Мечеть Ходжи Ахмеда Есевийского в г. Туркестане / Известия Среднеазиатского комитета по делам музеев, охраны памятников старины, искусства и природы. Средазкомстарис, выпуск 1, Ташкент, 1926, стр. 121-130;
[23] Боровков А.К. Очерки по истории узбекского языка (Определение языка хикматов Ахмада Ясеви)//Советское востоковедение. Т. V. М.; Л., 1948. стр. 229‑250.
[24] Prof. Dr. C.Brockelmann. Alis Qissai Jusuf. Berlin 1917.
[25] Th. Menzel. Die Aeltesten Turkischen Mystyker. Zeitschr. der Deutsch. Morg. Ges. T. 79, 1925, s.269-289.
[26] Ayrıca Ahmed Yesevi düşüncelerinin tesir konusu da bilim adamlarının ilgisini çekmiştir. Bu konuda A.Samoyloviç, E.Bertels, S.Demidov gibi birçok âlimler fikir bildirmişlerdir (bkz: Samoilovich A. Materiali po sredneaziatsko-turetskoy literaturi, II, III, ZVORAO, Т.22, 1913-1914. Petrograd, 1915, p. 146-147; Самойлович А. Махтум-Кули и Хаким-Ата. – «Туркменоведение», 1929, № 12, с. 28-29; Самойлович А.Н. Очерки по истории туркменской литературы. – В кн.: Туркмения, вып. 1. М., 1929, с.136; Е.Э.Бертельс. Литературное прошлое туркменского народа // Совет эдебияти, Ашхабат, № 9-10/1944, стр.144, 193; Demidov S.M. Sufizm v Turkmenii (evolutsiya i perejitki), Ashxabad, 1978); Áðàãèí À. Òðåòüå ðîæäåíèå. Òóðêåñòàíñêàÿ ïîâåñòü. Àëìà-Àòà, 1984;
[27] J.Fletcher. The Naqshbandiyya the Dhikr-i Arra // Journal of Turkish Studies. C.1, pp. 113-119. Cambridge, 1977;
[28] Prof. Dr. Irene Melikoff. Ahmed Yesevi, Turkic Popular Islam // Utrendt Papen on Central Asia: Proceedings of the first European Seminar on Central Asian Studies Hold at Utrecht, 1987 (Utrecht Turkological series) Index Islamicus. pp. 83-94. (Turkcesi: Ahmed Yesevi ve Turklerde Islamiyet // Milletlerarasi Ahmed Yesevi Sempozyumu Bildirileri, 26-27 Eylul, 1991. Ankara, 1992. s. 61-67); Alexandre Bennigsen, Chantal Lemercier-Quelquejay. Le soufi et le commissaire. Les confreries musulmanes en URSS. Sufi ve Kommiser. Rusya’da Islam Tarikatlari. Fransizca’dan tercume eden yrd.doc.dr. Osman Turer. Akcag yayinlari, Istanbul, 1988; Thierry Zarcone. Hindistan’da Turk Tasavvufu: Yeseviyye ornegi // Dergah, IV, 38, Nisan 1993. s.19-20;
[29] Andras J.E. Bodrogligeti. The Impact of Ahmad Yasavi’s teaching on the cultural and political life of the Turks of Central Asia, 1992 // Turk Dili Arastirmalari yilligi, Belleten, 1987’den ayri basim, s. 35-41; Andras J.E. Bodrogligeti. Yasavi Ideology in Muhammad Shaybani Khan’s vision of an Uzbek Islamic Empire // Milletlerarasi Ahmed Yesevi Sempozyumu Bildirileri (26-27 Eylul, 1991, Ankara) Ankara, 1992; Andras J.E. Bodrogligeti. The Understanding and Interpretation of Ahmad Yasavi’s Divan-i Hikmat // Ural-Altaic Yearbook. 58 (1986), pp. 127-138; Prof. Dr. Andras J.E. Bodrogligeti. Ahmad Yasavi’s concept of «Daftar-i Sani»//Milletlerarasi Ahmed Yesevi Sempozyumu Bildirileri, 26-27 Eylul, 1991. Ankara, 1992. s. 1-11;
[30] E.Visintainer. Elementi sciamanici e mistici in Ahmad Yassawi. Universita ‘Degli Studi Di Venezia, Anno Accademico 1998.
[31] Alexei Pylev. Turk mutasavif sairi Hoca Ahmed Yesevi’nin hayati ve eserleri hakkinda mulahazalar // Yesevi sevgi dergisi, 1994, sy 12, s.35; Пылев А.И. О жизнь и творчестве Ходжи Ахмада Ясави // Вестник Санкт-Петербургского университета, серия 2. История, языкознание, литературоведение. 1996. выпуск 2 (№ 9), с.112-116; Пылев А.И. Hodja Ахмад Ясави: суфийский поэт, его эпоха и творчество. Алматы: Атамура, 1997; Пылев А.И. Ходжа Ахмад Йасави – первый тюркский суфийский поэт Средней Азии (жизнь и творчество). Автореферат диссертации на соискание ученой степени кандидата филологических наук. Санкт-Петербург, 2001;
[32] J.Fletcher (Харвард университети, Буюк Британия.). Central Asian Sufism and Ma Ming-Hsin’s new teaching. From Proceedings of the Fourth East Asian Altaistic Conference, ed. Ch’en Chien-hsien (Taipei, 1971)
[33] Andras J. E. Bodrogligeti. The Impact of Ahmad Yasavi's Teaching on the Cultural and Political life of the Turks of Central Asia;
[34] Ayrıca yazar “Şibani Han’ın politik bakışlarında Vatan sevgisi düşüncesi” adlı yazısında Şibanlı devleti kurucusunun adaletli devlet ve vatan sevgisiyle ilgili düşüncelerini Ahmed Yesevi fikirleriyle paralel olarak tahlil etmiştir (bkz: Prof. Dr. Andras J.E.Bodrogligeti. The notion of Hubbu'l Vatan in Muhammad Shaybani Khan’s political view. Üçüncü Uluslararası Türk Kültürü Kongresi Bildirileri. 25-29 Eylül 1993, Ankara. Cilt I, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı, Ankara 1999, S.51-64.
[35] DeWeese D. Yasavian Legends on the Islamization of Turkistan // Aspects of Altaic Civilization. III. Proceeding of the Thirtieth Meeting of the Permament International Altaistic Conference. Indiana University, June 19-25, 1987. Edit. D. Sinor. Bloomington, Indiana. 1990, pp 1-19; DeWeese D. A neglected source on Central Asian history: The 17th-century Yasavi hagiography Manaqib al-akhyar // Essays on Uzbek History, Culture and Language. Edit. B.Nazarov and D.Sinor with D.DeWeese, Indiana University, Bloomington, Indiana, 1993, pp. 38-50; DeWeese D. Yasavi Shayhs in the Timurid era: notes on the social and political role of communal sufi affiliations in the 14th and 15th century // Oriento Moderno. Vol. I. 15, 1996. no. 2. pp 173-188; DeWeese D. The Mashaikh-i Turk and the Khojagan: rethinking the links between the Yasavi and Naqshbandi sufi traditions // Journal of Islamic Studies, 7:2 (1996), pp. 180-207; DeWeese D. The Yasavi order and Persian Hagiography in seventeenth-century Central Asia: Alim Shaykh of Aliyabad and his Lamahat min nafahat al-quds // The Heritage of Sufism. Vol III, Oxford, 1999, p.389-414; DeWeese D. The Politics of sacred lineages in 19th-century Central Asia: Descent groups linked to Kwaja Ahmad Yasavi in shrine documents and genealogical charters // Middle East Studies, 31 (1999) pp. 507-530; DeWeese D. Sacred Places and ‘Public’ Narratives: The Shrine of Ahmad Yasavi in Hagiographical Traditions of the Yasavi Sufi Order, 16th-17th Centuries // Muslim Word, 90/3-4 (Fall 2000), pp. 353-376; Д.Диу. Ахмад Йасави // Ислам на территории бывшей Российской империи. Энциклопедический словарь. Вып. 4. М., 2003. стр. 8-12;

Yazar: yesevihan [ 12.03.10, 09:42 ]
Mesaj Başlığı: Re: Uluslararası Hoca Ahmed Yesevi Sempozyumu -NOTLAR-

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden Prof. Dr. Ahmet Turan Arslan'ın sempozyumdaki bildirisi de çok önemli idi.

"Hasan Şükrü Efendi'nin Divân-ı Hikmet Tercümesi" başlıklı bu bildiride Nakşî-Halidî hulefasından Muhammed Kudsî Hz. fukarasından İstanbul-Fatih'de dergahı olan ve 1912 yılında alem-i bekâya göç eyleyen eş-Şeyh Hasan Şükrî Efendi'nin manevi bir işaret ile Ahmed Yesevi Hz. nin Divân-ı Hikmet'ini o zamanın İstanbul Türkçesine aktarmış olduğu dile getirildi. Ahmed Yesevî Hz. ni yüzyıl öncesinde İstanbul tasavvuf çevrelerine yakînen tanıtan bu aktarımın matbu nüshası da tesadüfen ortaya çıkmış. 
Alıntı:

Eyüp’te Medfun Meşâyıhtan
HACI HASAN ŞÜKRÜ EFENDİ ve
“TERCÜME-İ DÎVÂN-I AHMED-İ YESEVΔSİ

Prof. Dr. Ahmet Turan ARSLAN



Kültürümüze hizmet edenlere gösterilecek saygı, bu uğurda yorulanlara şevk verecektir. Bu saygılarımız da kuru laflardan ileri geçmeli gözle görülür türden olmalıdır, diye düşünüyorum.
Doğrusu Hacı Hasan Şükrü Efendi’nin varlığından, eserlerinden, onbeş sene kadar önce, Hırka-i Şerif cemaatinden olan hemşehrim emekli öğretmen İsmail Mutlu’nun “Tercüme-i Dîvân-ı Ahmed-i Yesevî”
yi, neşre hazırlanması isteğiyle getirdiğinde (16.15.1990) haberdar olmuştum.
Kütüphanelerimizde de çok nâdir rastlanan bu eserin mütercimi olan Hasan Şükrü Efendi’nin tercüme-i halinden bahseden bir kaynak da bulamamıştım. Merhum Mehmed Zihni Efendi1 hakkında bir şeyler karalamak düşüncesiyle, Dîvan Edebiyatı Müzesi’nde Cemaleddin Server Revnakoğlu koleksiyonu belgeleri üzerinde
çalışırken tesadüfî bir şekilde, bu eserin bir nüshasının da orada bulunduğunu ve merhum Revnakoğlu’nun nüshanın sonuna şunları yazdığını gördüm:
“Bismillâhirrahmânirrahîm”in rumuzu Türkçe Yazma Dîvanlar Katalogu cilt(1), s. (1)
***
Kitabın Mütercimi: Meşâyıh-ı Nakşibendiyye’den Şeyh Hacı Hasan Şükrü Efendi (bin Ahmed Efendi)
İstanbul’ludur. “Sarıgüzel”de doğup büyümüştür.
Fatih Dersiamlarından2 Tırnovalı Hoca Mehmed Efendi’den3 okumuş, ondan icazet almıştı. Şeyh Muhammed Kudsî el-Konevî’den4 istihlâf olunduktan sonra Sarıgüzel’de Sarı Nasûh Mahallesi’nde, Aynalıçeşme Sokağı’nda5 bir zâviye uyandırmıştı. Aynı zamanda İstanbul’un tanınmış kürsü şeyhlerinden6 biri idi.
17 Kânûn-ı sânî 1327 tarihinde (63) yaşında iken göçtü. Eyüb’de Melek Efendi türbesinde7 yatıyor. Taşı vardır”

Cemaleddin Server Revnakoğlu Koleksiyonu 171/83 numaralı dosyada bulunan bu bilgilerden başka iki varak üzerinde, bir kısmının üzeri çizilmiş bazı müsveddeleri vardır. Bu varaklarda verilen bilgilerin bir kısmı yukarıdakilerin tekrarı olsa da onları da buraya nakletmeyi uygun bulduk:
Şeyh Hacı Hasan Şükrü Efendi (Hasan Şükrü bin Ahmed)
Konya’da Şeyh Muhammed Kudsî Efendi’den müstahleftir.8
Fatih dersiâmlarından Mehmed Efendi’den9 okumuş; ondan icâzet almıştır. Fatih’de Hâfız Paşa’da attarlık ederdi. Hâfız Kâmil Efendi’den hıfzını dinletmiş ve Yedi Emirler Türbedârı Hacı Kadri Efendi’den İlm-i Kırâet tahsil eylemişdi.
Üç defa haccı vardır. İstanbul câmilerinde va’z ederdi. Güzel rik’a yazısı yazardı. Ahmed-i Yesevî menâkıbını bastırmıştır aynı zamanda Beyoğlu Notre Dame de Sion (?) Mektebi’nde Arabî öğrettiği için Fransızca da bilirdi.10
Manzûmeleri vardır:
Kudûmunla sevindik yâ şehr-i Ramazan elvedâ
Gurûbunla yerindik yâ şehr-i Ramazan elvedâ

Sende indi Hazret-i Kur’ân, hem kadri güzel
Ağla gözlerim ağla! İşte gidiyor şehr-i Ramazan elvedâ!

Terâvihe gelen melekler sâimi seve seve giderler
Sende kabul dilekler elvedâ yâ şehr-i Ramazan elvedâ!

Yâ şehre’l-bereke misâfirlerine yer açanlara
Bizleri mahrum ederek gitme elvedâ yâ şehr-i Ramazan (elvedâ!)

Bu gece Kadir’dir kadrini bilenler için Şükriyâ!11
Âh gitti Ramazân elvedâ’ yâ şehr-i Ramazan elvedâ’!

17 Kânûn-ı sânî 1327’de göçtü. Eyüb’de Melek Efendi Türbesinde yatıyor. Vefâtında (63) yaşında idi.”12
Hasan Şükrü Efendi, Şemsu’ş-şümûs’un sonunda Sadrazam Fuad Paşa’nın babası Keçecizâde İzzet Molla ve Edirne Müftüsü Mehmed Fevzi Efendi’nin tasavvufî birer şiirinden sonra kendisinin şu şiirini de kaydetmiştir:

Bugün Hakk’a yol bulanlar
Gonca güle yol bulanlar
Nâr-ı aşka kül olanlar
Ölmez asla sönmez onlar

Mey-i aşka can verenler
Dest-i yârdan hem içenler
Kîl-u kâlden hep geçenler
Ölmez aslâ sönmez onlar13

Vech-i yâre secde kılıp
Anda bunda dilde bulup
Ölmeden evvel ölüp
Ölmez asla solmaz onlar

Feyz-i Hak’la dolmuş cihan
Zikr-i Hakla bulan emân
Şükrü bunu söyler hemân
Ölmez aslâ solmaz onlar
***
Hasan Şükrü Efendi, Ahmed-i Yesevî’nin Dîvân-ı Hikmet’ini 1327h./1909m. yılında Osmanlı Türkçesine çevirmiş ve tercümenin birinci cildini İstanbul’da muhtemelen aynı yılda Hürriyet Matbaası’nda bastırmıştır. Mütercim, Ahmed-i Yesevî ve kitap hakkında şu bilgiyi vermektedir:
“... Ez cümle, Çağatay ve Özbek lisanı üzre (HİKMET) nâm kitab-ı reşâtbahşâsı, doksan bin hikmeti câmi’ olup yüzelli kadarı bin ikiyüz doksan dokuz senesinde Me’ârif Nezâret-i celîlesinin ruhsatıyla tab’ ve neşrolunup bu fakîr hâdim-i ni’âli’n Nakşibendî ve gubâr-ı akdâmı’l-Hâlidî Hasan Şükrü -’ufıye ‘anhü!- min gayr-i liyâkatin
ve haddin, kutbu’l-’ârifin, sultânu’l- uvahhidîn şeyhim Muhammed ibni Muhammed el-Kudsî el-Konevî14 –Kaddesellâhu sırrahümâ ve haşeranallâhu te’âlâ tahte livâi nisbetihimâ- Efendimiz Hazretlerinin, feyz-i pür berakât-ı kudsiyesiyle, işbu hikmet-i hakîmânelerini, lisanımız olan Lisân-ı Türkî-i Osmâni’ye me’ânî-i latîfelerine
sektedâr etmeksizin, kemâl-i ‘acizle ve rûh-ı pür fütûh-ı kudsiyelerinden kemal-i istimdâd ve işâretleriyle, rızâenlillâhi te’âlâ tercüme kılındı. (...)

İmam Birgivî15 -rahimehullah- Hazretleri, Tarîkat-i Muhammediye’sinin âfât-ı beden bahsinde, Ahmed-i Yesevî –kuddise sirruh- Hazretlerinin kelâm-ı kudsiyyeleri müftâbih olduğunu beyan buyururlar (...). (Ahmed-i Yesevî) memdûhu’s-selef ve makbûlu’l-halef sultânü’t-tarîka bir zât-ı mürşid-i ekremdir. (...)
İşbu bin üçyüz yirmi yedi senesi şehr-i şehrullah’da, biavni’l-lâhi te’âlâ; hitâm-ı tercümesiyle müstafiz ve hüsn-i rızâ-i se’âdetiyle Hak, cümlemizi mesrûru’l-bâl buyura; Âmin! Bicâhi’n-nebiyyi –sallallâhü aleyhi ve sellem-.”
***
Hasan Şükrü Efendi’nin Muhammed b. Muhammed Kudsî Efendi’nin emriyle kaleme aldığı16 bir diğer kitabı ‘Menâkıb-ı Şemsi’ş-şümûs Der hakk-ı Hazret-i Mevlânâ Halidi-i ‘arûs -kuddise sirruh-’ adlı eserdir.
1302 senesi sonunda (s. 149) Receb ayının onaltıncı günü tamamlandığı bildirilen bu eser 1302/1884 yılında (Mahmud Bey Matbaası, Derseadet) tabedilmiştir. Kitabın kapak sayfasında “Mütercimi el-Hac Hasan Şükrü -gaferallâhu zünûbehû” ifâdesi yer almaktadır. Ancak mütercimin bunu hangi kitaptan ve nereden tercüme
ettiğine dair bir kayıt tesbit edemediğim gibi, sadeleştirmelerinde de bu konuda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.17 Fakat eserde (Menkıbe 61) den anlaşıldığına göre, -en azından- Memiş Efendi diye bilinen Bozkır’lı Muhammed Kudsî Efendi’nin terceme-i hal ve kerametlerinden bahseden kısım aynı zâtın oğlu Muhammed Bahâeddin b. Muhammed Kudsî Efendi tarafından kaleme alınmıştır.
Şam Hâlidiye Dergâhı Postnişîni Muhammed Es’ad Sahibzâde’nin, (Hasan) Şükrü Efendi’yi, Halid-i Bağdadî hakkında eser yazanlar arasında zikretmesi, bu kitabın Hâlidiyye mensupları arasında tanındığının bir delili sayılabilir.18

Şimdi, Hasan Şükrü Efendi’nin Ahmed-i Yesevî (v.562/1166)’nin Hikmetlerinden19 yaptığı tercümeden bir örnek sunmak isterim:

Görün kadir kudretin, görsün isteyen san’atın
Mustafa ümmetin anda şerîf kıldıyâ
Yok idik var olduk; ten yarattı cân olduk
Bir katre sudan bizleri bunda şerîf kıldıyâ

Göz verdi görmek için, akıl verdi bilmek için
Hak zikrini etmeğe lisan yine verdiyâ
El verdi tutmağa, ayak verdi yürümeğe
Ni’met verdi yemeğe, şükür kılsın didiyâ

Huda’yı bilmezseñ, aña kulluk etmezseñ
Ana-atañ cümlesi kara yere girdiyâ
Anadan doğan kişi olur erkek hem dişi
İşbu gezen adamlar, vallah ölür, dediyâ

Söz muhtasar kılarız, hem başdan başlarız
Yâdgâr kılâgör, ölmez Allah didiyâ
Bizden evvel nebi, sonra hem veli
Bir er geldi Kûfe’den, aña Nu’mân dediyâ20

Yarattı ol perverdigâr nef’ine sâhib-i Cebbâr
Ol zâtın pederi Sâbit’tir dediyâ
Abdest için nehre vardı, pâk tahâret kıldı
Bir kırmızı elma akup gelür, aldı yediyâ

Sâbit elmayı gördü sudan elmayı aldı
Yarım elmayı yedi, gönlüne endişe düşdüyâ
Niye yedim elmayı? Bulsam idim sâhibin
Versem idi bahâsın korkup turduyâ

Yarısını aldı, etraf bağları gezdi
Taraf taraf bağları gezer idi dediyâ
Gezerken bir bağ içinde elinde elma idi
Girüp bağa durdu, bir kişi karşu geldiyâ

Selâm verdi bu yiğit işbu kişiyi görünce
Elindeki elmanız bizim elmadır dediyâ
Bunu alup siz bizden bîruhsat yersiz
Âhirette siz nasıl cevap verirsiz dediyâ

Yiğit dedi durûben; sizi arayup geldim ben
Âhiretten korkûben hâzır oldum dediyâ
Ol dem yiğidi gördü, âbid olduğun bildi
Bir kızım var sahib-i cemal dediyâ

Yâ yiğit bir sözüm var: Bu demde bir kızım var evimde
İşbu kızımı alursun, râzı olurum dediyâ
Söylemeğe dili yok, görüp yürür gözü yok
Ayağı yok, hem kolu, kızım bunda dediyâ

Bu kızımı almazsan, beni râzı kılmazsan
Yarım elma cezasın senden alırım dediyâ
Alayım dese kızını, alıp ne kılsın anı
Yarım elma yediğinden çâre olmaz dediyâ

Söyler dili yok olsa, görür gözü yok olsa
Ayak eli yok olsa, bana müşkil dediyâ
Sözün kabûl kılmasam, bu kızını almasam
Ahirette cezâsın ne kılurum dediyâ21

Sonuç yerine bir teklif:
Yıllardır bu sempozyumları tertipleyerek ve tebliğleri geciktirmeden neşrederek kültürümüze gerçekten kalıcı bir hizmeti gerçekleştiren Eyüp Belediyesi ilgililerine teşekkür ederiz. Ancak tebliğ konumuzu teşkil eden Şeyh Hacı Hasan Şükrü Efendi’nin kabir taşının, bundan kırk elli sene önce görüldüğü; varlığı tesbit edildiği halde bugün yerinde bulamadık. Aramadaki kusurumuz ihtimal dahilinde olmakla beraber, ilgililere şu teklifi iletmek düşüncesi
aklıma gelmiştir:
Bütün dünya milletleri ve özellikle batılılar, kendi kültür eserlerini yaşatmak için harıl harıl çalışırken, bizim gözümüzün önünde, tarih, kültür ve sanat değerleriyle dopdolu olan, bize ve dünya milletlerine ışık tutacak olan mezar taşlarımızın/mezarlarımızın günden güne, adetâ, eriye eriye yok olup gitmesi günümüz nesline büyük bir vebaldir. Kanunî sorumlulukları kime yönelikse onlardan isteğimiz, ehil olan, yeterli ve yetenekli heyetler teşkil
edilip bu mezarlıklarımızın bir envanteri çıkarılarak yayınlanmasıdır.* Böylece millet ve tarih karşısındaki sorumluluklarımızın hiç değilse bir kısmını yerine getirmiş oluruz.

----------------------------------------------------------------------------------------


1 Hayatı ve eserleri için bkz: Ahmet Turan Arslan, Son Devir Osmanlı Âlimlerinden Mehmed Zihni Efendi, MÜ.
İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul 1999.
2 Bir medreseyi bitirdikten sonra tâbi tutulduğu husûsi bir imtihan sonunda medrese talebesine ders okutmak salâhiyetini kazanan kimse. Okuttuğu talebeye icâzet veren dersiâmlar hakkında mücîz dersiâm tabiri kullanılırdı (Geniş bilgi için bkz: Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri Sözlüğü, İst. 1971, I, 427;
Midhat Sertoğlu, Osmanlı Tarih Lügati, Enderun Kitabevi, İstanbul 1986, s. 83).
3 Hasan Şükrü Efendi’nin, yaşadıkları zaman itibariyle, hocası olabilme ihtimali bulunan iki Mehmed Efendi vardır. İkisi de Tırnova’lı; ikisinin de adı Mehmed Hilmi’dir. Birincisi Hoca Hasan Efendi’nin oğlu olup Tırnova’nın Kralpınar Köyünde 1259/1843’de doğmuş, Fatih Camii dersiâmlığı yapmış; 21 Teşrînievvel 1334/1918 tarihinde vefat etmiştir. Diğeri ise Hacı Mustafa Ağa’nın oğlu olup 1255/1839’da doğmuş; Fatih Camii dersiâmlığı yapmış, daha sonra Huzur hocalığına yükselerek 24 Temmuz 1332/1916 yılında vefat etmiştir. Elimizde henüz belirleyici, bu iki Mehmed Hilmi Efendi’den hangisinin Hasan Şükrü Efendi’nin hocası olduğunu tayin etmemize yarayan bir belge tesbit edemediysek de şimdilik birincisinin ihtimal dahilinde olduğunu düşünüyoruz (Tafsilat için bkz:
Sadık Albayrak, Son Devir Osmanlı Uleması, İstanbul 1999, III, 196-7).
4 Muhammed b. Mustafa b. İsâ (1198/1782-1269/1852). Geniş bilgi için bkz: Hüseyin Vassaf, Sefine-i Evliya,
Hazırlayanlar: Ali Yılmaz-Mehmet Akkuş, Seha Neşriyat, İstanbul 1999, I, 309-313; Abdurrahman Ayaz, Seydişehir Tarihi Seyyid Harun Veli ve Şeyh Hacı Abdullah Efendi (ilaveli üçüncü baskı), Seydişehir 1993, s. 82-89, 179; Abdurrahman Memiş, Halid-i Bağdadi ve Anadolu’da Halidîlik, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2000, s. 311-312, 317; Hacı Feyzullah Efendi, İlm-i Hakikat, tercüme: Abdülkadir Akçiçek, İstanbul 1987, s. 137.
5 Günümüzde mahallin muhtarlıklarından ve Aynalıçeşme (Dibek) Mescidi cemaatinden kimselerle yaptığımız soruşturmalardan bu isimde bir sokağı bilen çıkmadı. İsmi değiştirilmiş sokaklardan biri olabilir. Aynalıçeşme sokağı -muhtemelengünümüzde, Aynalıçeşme (Dibek) Mescidi’nin bulunduğu sokak olabilir. Sokakların eski isimlerinin tetkiki gerekir. Ayvansarayî’nin Hadîkatü’l-cevâmi’i’nin İhsan Erzi tarafından ilavelerle yapılan neşrinde
(İstanbul 1987, I, 65) mescid hakkında “Mescid 1915’de yanmış, eser kalmamıştır.” şeklinde not düşülmüşse de, duvar bakiyeleri ve minare kaidesi mevcut iken, arsası gecekondu işgalinden kurtarılarak halkın yardımıyla yeniden yapılmış 1998’de ibadete açılmıştır.
6 Cuma günleri Cuma namazından sonra va’z edenler hakkında kullanılır bir tabirdir (Geniş bilgi için bkz: Mehmed Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri Sözlüğü, İst. 1971, II, 345).
7 Kaynaklarda Melek Efendi Türbesi’ne rastlayamadım. Ancak, genç araştırmacılardan değerli kardeşim Müfid Yüksel’in delaletiyle Melek Efendi diye tanınan Edirne’li Mehmed Nuri Efendi’nin kabri civarında yaptığımız aramalarda Hasan Şükrü Efendi’nin kabrini bulamadım.
Melek Efendi Türbesi’nin hemen yanında yer alan Mareşal Fevzi Çakmak’ın kabrinin ayakucu tarafındaki bir kabir taşında yazılan bir şiirde Hacı Hasan Şükrü’nün kullandığı Şükrü mahlasının mevcut olduğunu gördüm. Kendi kabrinin de bu civarda bulunması uzak bir ihtimal değildir.
Zira Edirnevî Mehmed Nuri Efendi’nin şeyhi olan Feyzullah Efendi’nin şeyhi, Hasan Şükrü Efendi’nin şeyhinin
babasıdır.. Bkz: Ekrem Ark, Mevlana Küçük Hüseyin Efendi, (hazırlayan: Abdülkadir Akçiçek), İstanbul 1988, s. 16).
8 Şeyh Muhsin veya Memiş Efendi diye meşhur olan ve Halid-i Bağdadi hulefâsı ndan bulunan Muhammed Kudsî (b.Mustafa b. İsâ) Efendi hakkında geniş bilgi için bkz: Hüseyin Vassaf, Sefine-i Evliya,
(neşre hazırlayan Ali Yılmaz-Mehmet Akkuş), Seha Neşriyat, İstanbul 1999, II, 313.)
9 Fatih Camii’de mütevelli idi. Eyüb’de medfundur.
10 Bu yazıların yeraldığı varak kenarında konuyla alakası görülmeyen şöyle bir kayıt daha vardır; muhtemelen
başka bir şahısla ilgilidir: “Bu dergâh Akaretler caddesinin ortasında kalmıştır. Altında Bizans’tan kalma kilise harabesi vardı.”
11 Eyüb’te Fevzi Çakmak’ın ayak ucundaki bir mezarda (Şükriyâ) ifadesi de başka şiirleri olduğunu gösteriyor.
12 Cemaleddin Server Revnakoğlu Koleksiyonu No. 74.
13 Asıl metinde “Eydan (=Yukarıdaki gibi) kısaltmasıyla kayıt edilen bu mısraları biz açık olarak yazmayı tercih ettik.
14 Bu durumda Hasan Şükrü Efendi’nin şeyhi, C. S. Revnakoğlu’nun kaydettiği gibi Bozkır’lı Muhammed Efendi
değil O’nun oğlu olan Muhammed/Mehmed Bahâeddin Efendi (v. 1324/1906) olduğu anlaşılmaktadır. (Hakkında geniş bilgi için bkz: Abdurrahman Memiş, a.g.e.,145)
15 Onaltıncı asır Türk âlimlerinin ileri gelenlerindendir. Hâlâ okunmakta olan eserleriyle kültürümüzde derin bir etkisi vardır. (Hayatı ve eserleri hakkında geniş bilgi için bkz. Ahmet Turan Arslan, İmam Birgivî ve Arapça Tedrisatındaki Yeri, Sehâ Neşriyat, İstanbul 1992).
16 Hasan Şükrü, Menâkıb-ı Şemsi’şŞümûs, Derseadet 1302, s. 3.
17 Ali Fikri Yavuz, Turgut Ulusoy, (Şemsu’ş-şümûs) Güneşler Güneşi Hz. Mevlânâ Hâlid Bağdâdî, (Mecd-i Tâlid)
Büyük Doğuş, Uluçınar Yayınları, 2. Baskı (içinde, sadeleştiren: Mahmud Parlan), İstanbul 1976, s. 57-185; Yakup Çiçek, Şemsu’ş-şümûs, Umran Yayınları, İstanbul 1407/1987.
18 Muhammed Es’ad Sahibzâde, Nûru’l-hidâyeti ve’l-irfân fî sirrı’ı-râbıtati ve’t-teveccühi ve hatmi’l-hâcegân, el-Matbaatü’l-ilmiyye, Kahire 1311, s. 15.
19 Hakkında geniş bilgi için bkz: Ahmed-i Yesevî, Dîvân-ı Hikmet’ten Seçmeler,Hazırlayan Kemal Eraslan, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara
1983, Hoca Ahmed Yesevî, Dîvân-ı Hikmet, Hazırlayan Hayati Bice, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1993;
Ahmed-i Yesevî, Hayatı-Eserleri-Tesirleri [Ege Üniversitesi-Dokuz Eylül Üniversitesi (25-26 Kasım 1993) Sempozyum Bildirileri,
İlksav Tasavvuf Kültürünü Araştırma Enstitüsü (1-2 Mayıs 1993) Sempozyum Bildirileri ve Diğer Makaleler)],
Hazırlayan: Mehmet Şeker, Necdet Yılmaz, Seha Neşriyat, İstanbul 1996.
20 Ahmed-i Yesevî Hazretleri bundan sonra İmam-ı A’zam Ebû Hanife ile ilgili şu menkıbeyi nakleder: İmam-ı A’zamın babası Sâbit, gençliğinde bir nehrin kenarında abdest alırken su içinde gelen bir elmayı sahibinin izni olmadan, parasını vermeden alır ve yarısını yedikten sonra haram bir gıda yediğini farkeder ve bunu nasıl helal ettireceğim diye düşünmeye başlar. Çare olarak nehir boyunca gidip, elmanın geldiği bahçeyi, dolayısı ile sahibini bulup helalleşebileceğini düşünür. Hakikaten düşündüğü gibi yapar ve elma sahibiyle karşılaşır. Elma sahibi, karşısındaki gencin, Allah’ın yasaklarından kaçınan iyi kalpli muttaki bir kişi olduğunu anlayıp ona kızını vermek ister. Genci denemek için -aslında çok güzel olduğu halde- “Benim kötürüm bir kızım var. Eli ayağı
tutmaz, gözü görmez, kulağı duymaz. Onunla evlenirsen, sana hakkımı helal ederim; onu almazsan helal etmem!” der. Genç Sâbit, âhiret cezasını çekmektense dünyadaki bu sıkıntıya katlanmanın daha hafif olduğunu düşünerek kabul eder. Fakat kızla karşılaşınca hiç de babasının söylediği gibi olmadığını; gözü kulağı sağlam gayet güzel bir kız olduğunu görür ve sebebini adama sorar. O da sözünü şöyle açıklar:
“Oğlum, kızımın eli ayağı tutmaz dedim; haram işlemez demek istedim. Gözü görmez dedim; harama bakmaz demek istedim. Maksadım seni denemekti.” Neticede genç ve muttaki Sâbit bu dürüst kızla evlenmiş.
Ahmed-i Yesevî bu menkıbeyi –Allah bilir ya!- böyle takva sahibi, iyi kalpli bir anne-babadan İmam-ı A’zam gibi bir ulu kişinin yetiştiğini genç insanlara örnek olsun diye nakleder…
21 El-Hac Hasan Şükrü, Tercüme-i Dîvân-ı Ahmed-i Yesevî, İstanbul (tarihsiz), Hürriyet Matbaası, (Cenberlitaş
civarında Tavuk Pazarı), numro: 19, birinci cild. s. 82-84. Not: Eserin birinci cildi yukarıda belirtilen yerde basılmış; üzerinde tarih belirtilmemişse de muhtemelen tercümenin bitirildiği 1327h./1909m. yılında basılmış
olmalıdır. Bize de bu cildi baskıya hazırlamak nasib olduysa da; mütercimin, tabının muvaffakiyetine dua ettiği ikinci cildinin âkıbeti hakkında da herhangi bir bilgiye -şimdilik- rastlamadık.

*Mezarlıklarla ilgili envanter çalışmamız sürmektedir. (Yay. notu)

------------------------------------------------------------------------------------------
Prof. Dr. Ahmet Turan ARSLAN
1949 yılında Sivas’ta doğdu.
1971’de İstanbul İmam-Hatip Okulu’ndan,1975’te İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nden mezun oldu.
İki yıl İstanbul Sefaköy Lisesinde öğretmenlik yaptıktan sonra İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’ne Arap Dili ve Edebiyatı asistanı olarak atandı.
1981’de doktor ünvanı aldı. 1983 yılı yaz aylarında Tunus’ta branşıyla ilgili bir kursa katıldı;
Kahire’de mesleki araştırmalar yaptı. 1984 ‘de yardımcı doçent oldu.
1992 yılında yabancı dilini geliştirmek amacıyla üç ay Londra’da bulundu.
1993-95 yılları arasında Malezya’da Uluslararası İslam Üniversitesi’nde ders verdi.

1995 yılında Singapur, Cohor (Malezya) ve Tringano’da (Malezya) konferanslar verdi.
1993’te doçent, 1999’da profesör oldu. Halen M. Ü. İlahiyat Fakültesi Arap Dili ve Belagatı Anabilim Dalı Başkanlığı görevine devam etmektedir.


EYÜP SULTAN SEMPOZYUMU – IX - İSTANBUL

http://ekitap.eyup.bel.tr:9600/sempozyu ... Arslan.pdf





Henüz tam metin olarak neşredilmemiş durumda. (Inşaallah bir himmet sahibi çıkar da neşredilir.)

Sempozyumda eş-Şeyh Hasan Şükrî Efendi'nin aktardığı birkaç şiir nakledildi.

Yazar: yesevihan [ 26.03.10, 06:06 ]
Mesaj Başlığı: Re: Uluslararası Hoca Ahmed Yesevi Sempozyumu -NOTLAR-

Kırgız Edebiyatında Hoca Ahmed Yesevi


Dr. Bakıt Murzaraimov

OşDU Araşan Sosyal Bilimler

Enstitüsü İlahiyat fakültesi

Din Bilimleri bölümü başkanı 



Hoca Ahmet Yesevi Türk islam kültürünün paha biçilmez bir zenginliğidir. Onun islami yaşayışı ve örnek hayatı başka milletleri de hayranlar içerisinde bırakmıştır. Yazdığı eserler ve yetiştirdiği talebeler onun tasavvuf ahlakındaki yer ve önemini daha da arttırmıştır. Halen onun turbesini ziyaret edenler, eserlerini okuyup tanıyanlar ve onun sayesinde islmla tanışanlşar tefekküre dalarak peygamberi hayatı daha da yakından tanıyabilmektedir. Böylesi bir zatı bütün dünya tanıyorken ve araştırma konusu yaparken malesev sovyet döneminde Hoca Ahmed Yesevi ile bilgiler halktan gizli tutulmaya çalışılmış ve dersliklerde yer almamıştır. Bazı ateist kaynaklı eserlerde ve sözlüklerde onun önemine fazla durmazken, 1984 senesinde Moskovada basılan universiteler dahil devletin bütün resmi dairelerinde kılavuz halinde kullanılan 500 sayfalık “Ateizm Sözlüğü” adlı kitabta ise hiç yer almamaktadır. Ancak bağımsılıktan sonra halka yönelik dergi ve gazetelerde onun “Hikmetler”inden ve diğer eserlerinden parçalar tercüme edilerek yayınlanmaya başlamıştır. Aynı şekilde Oş Devlet universitesi ilahiyat fakültelerinde Hoca Ahmet Yesevi ile ve onun eserleriyle ilgili bir kaç tane lisans tezi hazırlanmıştır.


Anahtar kelimeler: Hoca Ahmed Yesevi, tasavvuf, sevgi, hoşgörü, Hikmetler, İslam


***

Kırgız Edebiyatında Hoca Ahmed Yesevi 


Orta Asya Türklerinden olan büyük alim ve mutasavvuf Ahmed Yesevi bugünkü Kazakistanın Şımkent şehirinin doğusunda Tarım ırmağına dökülen Sayram nehirinin küçük bir kolu olan Karasu üzerindeki Sayram kasabasında dünyaya geldiği belirtilmektedir.1


Bazı kaynaklarda onun Yeside bugünkü adıyla Türkistanda doğduğu kaydedilmektedir. Ahmed Yesevinin hangi tarihlerde dünyaya geldiği kesin olarak bilinmemekle birlikte, şeyhi Hoca Yusuf Hemedaninin 1140 tarihindeki vefatı göz önünde bulunursa Ahmed Yesevinin XI yüzyılın ikinci yarısında dünyaya geldiği söylenebilir.2


Hoca Ahmed Yesevi Hazretlerinin “Divanı Hikmet” eserinin tamamını ilk olarak Kırgız diline çeviren Egemberdi Ermatov, Divanı Hitmetin 149 beyitinde geçen “Yassı” nehirinin şu andaki Kırgızistanın Özkent şehirinden geçen “Yassı” nehiri olduğunu belirterek Hoca Ahmed Yesevinin Özkent şehirinde doğmuş olabileceğini yazmaktadır.3


Ahmed Yesevi Hazretlerinin zamanında Türkistana ilk Türk İslam devletlerinden Karahanlılar hakimdi. Bu devlet zamanında İslam dininin göçebe olan Kırgız Kazak memleketlerine kolayca yayılmasını sağladı. Ahmed Yesevi İslamın temel esaslarını şeriatın hükümlerini ve tarikatının adap ve erkanını Türk topluluklarına öğretmek gayesi ile oldukça sade bir dil kullanmış, halk edebiatından aldığı hece vezniyle manzumeler söyleyerek yazdığı derin manalı “Hikmet” denen sözleriyle tekke edebiyatının ilk temsilcilerinden oldu ve çok nasihatlerde bulundu.4


Orta Asyada İslamın yayılmasında etkili olan Hoca Ahmet Yesevinin “Divanı Hikmet”ini ilk olarak kırgızlara Hakim Ata lakabı ile bilinen Sulayman Bakırgani getirmiştir. O dönemlerde kırgız alimleri talebelere ve çocuklara Divanı Hikmeti ve Suleyman Bakırganinin sözlerini içeren “Bakırgan Kitabından” hikmetler okutmuşlardır.5 Özellikle Divanı ihikmetin iman konusunu içeren beyitleri meşhur olmuştur.


Hikmet: 86

Işksızlarnı hem cânı yok hem imânı
Resûlullâh sözin aydım mânâ kânı
Neçe aytsam eşitküvçi bilgen kanı
Bi-haberge aytsam könglü katar dostlar.


Sadeleştirme:

Aşksızların hem canı yok, hem imanı ;
Rasulullah sözünü dedim, mânâ kaynağı
Nice desem, işitici, bilen hani?
Habersize desem, gönlü katılaşır dostlar.


Hikmet: 89

Uluğ kiçik yârânlardın edeb ketti
Kız u za'if civanlardın hayâ ketti
"El-hayâü mine’l-îmân' dep Resul aytdı
Hayasız kavm acayibler boldı dostlar.


Büyük küçük dostlardan edeb gitti
Kız ve zayıf gençlerden hayâ gitti
"Hayâ imandandır" deyip Rasûl dedi
Hayâsız kavim acaipler oldu dostlar.


HİKMET 108

Keling yığlıng zâkir kullar zikr aytaylık
Zâkirlerni Hudâ bî şek süyer ermiş
Aşksızlarnı imânı yok ey yârânlar
Dûzah içre tınmay dâim küyer ermiş.


Gelin toplanın zâkir kullar, zikr söyleyelim;
Zâkirleri Allah şüphesiz sever imiş.
Aşksızların imanı yok ey arkadaşlar;
Cehennem içinde dinmeden devamlı yanar imiş.


HİKMET 109

Tarikatga şeriatsız kirgenlerni
Şeytân kelip imanın alur ermiş
Uş bu yolnı pirsiz davâ kılganlarnı
Sersân bolup ara yolda kalur ermiş.


Tarikate şeriatsiz girenlerin
Şeytan gelip imanını alır imiş.
İşbu yolu pirsiz iddia eyleyenler
Şaşkın olup ara yolda kalır imiş.


Hikmet: 139

Zâhid bolma âbid bolma âşık bolgıl
Mihnet tartıp aşk yolıda sâdık bolgıl
Nefsni tefip dergâhıga lâyık bolgıl
Aşksızlarnı hem cânı yok imânı yok.


Zâhid olma, âbid olma, âşık ol
Mihnet çekip aşk yolunda sâdık ol
Nefsi tepip dergâhına lâyık ol
Aşksızların hem canı yok, imanı yok.



Günümüzde ise bu adetler neredeyse unutulmuş ve uygulanmaz hale gelmiştir. Buna kısmen de sovyet sisteminin etkisinin de olduğunu söyleyebiliriz. Bunun dışında dine ve İslam tasavvufuna olumsuz bakanlar Kırgızistanın guney bölgesinde bulunan ve Laçilerin diye isimlendirilen bir gurubu Yeseviliğin bir uzantısı olduğunu ileri süren fikirler de olmuştur.Fakat bu fikirin gerçekle hiç ilgisi yoktur. Çünkü halk ağzında söylenen bilgilere göre Laçiler senede bir gün kadın erkek bir odada kalarak ahlaksız işler yapmaktadır. Böyle bir şeyin İslamla örtüşmediği ve hele İslamın özü olan tasavvufla ve tasavvuf erbabıyla hiç bir zaman örtüşmediği ve örtüşmeyeceği aklı selim olanlara malumdur.


Fergana vadisinde XIX. Asrın sonlarında görülen Laçiler ve Saçlı İşanlarının da Yesevilik ile gerçek bir bağlantısı ispatlanamamıştır. Bu gurupların bazen Divanı Hikmetten şiirler okumaları onların Yesevilikten geldiğini kanıtlayamaz. Çünkü o dönemde tasavvuf ile doğrudan bağlantısı olmayan bazı kadınlar da bir araya gelip Divanı Hikmetten şiirler okuyabiliyorlardı. Ayrıca İstanbuldaki Nakşıbendi tarikatına bağlı Özbek tekkelerinde de Divanı Hikmetten bazı şiirlerin bestelenerek ilahi şeklinde okunduğu bilinmektedir. Bu gurupların kadın erkek birlikte zikretmeleri de Yesevilik ile bağlantıları kanıtlanmaz. Çünkü Ahmed Yesevi hakkında bir menkıbe istisna tutulursa Yesevilik tarihinde birlikte zikir uygulaması görülmemektedir.6

“Ahmet Yesevi” gerçeği, sadece Kazakistan’ın değil; Türk dünyasının değişmez, ortak manevi varlığıdır.

Büyük Velî adına Emir Timur tarafından yaptırılan türbe, o tarihlerden bu yana bir inanç merkezi, bir ziyaretgah; özellikle Sovyet döneminde bir manevi sığınak olmuş; her dinden insanların inancını ayakta tutmuştur.7

Türk halk inançlarına göre “Sahabi” olduğu; Hz. Peygamberden aldığı bir “özel” emaneti küçük Ahmet’e teslim ederek O’na bir “misyon” yüklediği kabul edilen Ahmet Yesevi’nin Hocası Aslan Baba Türbesi, “Yesevi Külliyesi/ve türbesi”ni ziyaret edenlerin aynı inanç ve saygı ile koştukları bir ziyaret yeri... Bozkırın ortasında bir ribat ( küçük kale ) görünümündeki yapı, içerisinde mescit ve sandukaların bulunduğu bölümleri ihtiva ediyor.8

Hoca Ahmed Yesevi toplumu eğitme konusunda da önemli bir yere sahiptir. O bir çok İslam büyükleri gibi tarihimizde ve kültürümüzde derin izler bırakmıştır. Bunun için onu tanımak ve anlamak önemlidir. Onun hayatı, şahsiyeti ve eserleri günümüze kadar uzanmış ve halen önemini kaybetmemiştir. Onun kimliğini ve eserlerini gelecek nesillere aktarma görevi ise bizlere düşmektedir.


KAYNAKLAR


Namık Kemal Zeybek, Ahmed Yesevi Colu Cana Hikmetter, çev. Baktıgul Kalambekova, Ankara 2003
Kemal Eraslan, “Ahmed Yesevi” DIA c 2
Ermatov E, Kulkoco Ahmed Yesevi Hikmetter Kitebi, Biyiktik yay, Bişkek-2008 “Ahmed Yesevi”, Yeni Rehber Ansiklopedisi, Türkiye Gazetesi, İstambul – 1993
Tosun N, “Kırgız Tarıhında Tasavvuf-Sufizm” Ak Başat, Bişkek 2008
Tosun N, “Hoca Ahmed Yesevi ve Takipçilerinin temel Görüşleri”,ASB Enstitüsü İlmi Dergisi, Bişkek 2008
http://www.yesevi.edu.tr/index.php?opti ... 7&Itemid=9
http://www.yesevi.edu.tr/index.php?opti ... 7&Itemid=9

Yazar: yesevihan [ 29.03.10, 19:00 ]
Mesaj Başlığı: Re: Uluslararası Hoca Ahmed Yesevi Sempozyumu -NOTLAR-

Yesevî Dervişi Atayî’nin Divanında Tasavvufî Unsurlar
Münevver Tekcan*
Atayî


Doğum ve ölüm tarihleri bilinmeyen XV. yüzyıl Çağatay sahası şairlerinden Atayî’nin hayatı hakkında bize ulaşan bilgiler oldukça azdır. Atayî’nin hayatı ve sanatı hakkında en eski bilgiler, Ali Şîr Nevâyî’nin şâirler tezkiresi Mecâlisü’n-nefâyis’in ikinci meclisindedir. Nevâyî’nin bu eserinde, Atayî’ye dair verdiği bilgiler şöyledir: “Atayî, Belh şehrinden olup İsmail Ata’nın torunlarındandır. Derviş mizaclı, iyi huylu, güler yüzlü bir kişiydi. Türkçe şiir söylerdi. Kendi zamanında şiiri Türkler arasında çok meşhûrdu. Kâfiyesinde küçük bir kusur bulunmaktadır. Çoğunlukla Türkçe söyler ve kâfiyeye pek önem vermezdi. Kabri Belh bölgesindedir.”(Eraslan, 2001: 383)

Ayrıca, Atayî’nin şiirlerinde Uluğ Bey’in (1393-1449)oğlu ve halefi Abdullatif Han(1420-1450), Onun oğlu Cûgî Mîrzâ ve Şâhruh’un (1409-1447) Baysungur (1422-1457) adındaki oğlundan olan torunu Alâü’ddevle Mîrzâ gibi tarihî şahsiyetlerin adlarının geçmesi, onun XV. yüzyıl şâiri olduğunu açıkça göstermektedir.

Yine bu hususta, Eckmann da Atayî’nin XIV. yüzılın ikinci yarısında Belh’de doğduğunu ve Uluğ Beğ’in oğlu Abdullatif Han zamanında saray şâiri olarak Semerkant’ta yaşadığını bildirmektedir. (Eckmann, 1959: 314-315)

Ali Şîr Nevâyî’nin Türkistan ve Maverâü’n-nehr bölgelerinde XII-XV. yüzyıllar arasında, yaşamış ve tesirli olmuş Yesevî dervişlerinin hâl tercümelerine yer verdiği Nesâyimü’l-mahabbe min şemâyimi’l fütüvve adlı sûfîler tezkiresindeki kayıtlara göre İsmail Ata, Hâce Ahmed Yesevî’nin İbrahim Ata adındaki küçük kardeşinin oğludur. Yesevî’nin mürîdi olan İsmail Ata, kerâmet ve makamât sahibidir. Yaşı yüze yakın olmuştur. On yedi veya on sekiz evladı olmuş, bunların arasında İshak Ata’yı ölmeden evvel kendisine halife tayin etmiştir (Eraslan, 1996: 384).
Yesevîlikle ilgili kaynaklara göre farklı silsileler bulunmaktadır.1




Divanı
Atayî’nin divanının St. Petersburg’da Aziatsky Müzesi’nde2 bugüne kadar muhafaza edilen elyazma bir nüshası vardır. B 2456 numarada kayıtlı olan bu nüsha, bilinen tek nüshadır. XVI. yüzyılda istinsah edilmiş ve Tebrizli Beylerbeyi Fethali Han tarafından saklanmıştır. Divanın elyazmasının ilk sayfasında, tezhipli başlık içinde, “Dîvân-ı Şehzâde Atayî” kaydı bulunmaktadır. Yetmiş altı yapraktan ibaret olan divanda, alfabetik sıraya göre 260 gazel yer almaktadır.
A. N. Samoyloviç, Atayî divanının elyazmasını tanıtmış ve divandan 17 gazeli ilk defa neşretmiştir (Samoyloviç, 1927: 257-274). Bu makalede, divandan seçilen on yedi gazel, Arap harfleri ile yayımlanmış; Atayî’nin şiirlerinin dil özellikleri, söz varlığı, arkaik unsurları ve şiirlerde kullanılan arûz ölçülerinin durumu değerlendirilmiştir.

Abdurauf Fitrat A. N. Samoyloviç’in söz konusu makalesine aldığı 17 gazelin 15’ini yeniden neşretmiş (Fıtrat, 1928: 151-158); Kemal Eraslan ise 17 gazelin tamamını şerh ederek yayımlamıştır (Eraslan, 1992: 113-164).

Atayî Divanı üzerinde yapılan kapsamlı bir diğer çalışma, Özbek bilim insanı Seyfeddin Rafiullah’ın Divân-ı Şeyhzâde-i Atayî adlı eserdir. Bu çalışma, Atayî’nin divanındaki gazellerin kiril harflerinde Trankripsiyonlu metni, Notlar ve Tıpkıbasım bölümlerinden oluşmaktadır (Rafiullah, 2008).
Atayî’nin divanını konu alan yeni bir çalışmayı, Seyfeddin Rafiullah ile birlikte, Türkiye’de yayımlanmak üzere, ilgililerin istifadesine sunmak amacıyla yayına hazırlamış bulunuyoruz. Bu çalışmamız Giriş, Dil özellikleri, Transkripsiyonlu metin, Sözlük-Tanıklı dizin, ve Tıpkıbasım bölümlerini ihtiva etmektedir.


Atayî’nin Şairliği

Alî Şîr Nevâyî Muhâkemetü’l-luğateyn adlı eserinde, Atayî’yi, Timur Küregen(1336-1405) zamanından (Saltanatı: 1370-1405) onun oğlu ve halefi Sultan Şâhruh (1377-1447) zamanının sonuna kadar (Saltanatı: 1405-1447) ortaya çıkan Türk dilli şâirler Sekkâkî, Haydar Hârezmî, Mukîmî, Yakînî, Emîrî ve Gedâyî gibi şâirlerin arasında göstermiştir (Barutçu Özönder, 1996: 223-224). Yine Nevâyî, şâirler tezkiresi Mecâlisü’n-nefâyis’in ikinci meclisinde, Türkçe şiir yazan şâirler arasında zikrettiği Atayî’nin şiirlerinin Türkler arasında şöhret kazandığını, kâfiye bakımından biraz kusurlu olduğunu ve Tükâne bir ifade taşıdığını bildirmektedir (Eraslan, 2001: 383).

Yaşadığı dönemle ilgili olarak yazılan edebiyat tarihlerinde ve biyografi literatüründe Atayî, Türkçe şiirleriyle şöhreti, geniş kitleler arasında yayılmış bir edebî şahsiyet olarak yerini almıştır. O, çağdaşı Mevlana Lutfî gibi, şiirleriyle Türkistan coğrafyasında, hem Çağatay edebî dilinin gelişmesine katkı sağlamış; hem de Türkçe söyleyişiyle Türk dilinin hâkimiyeti için önemli hizmetler yapmıştır.

Kalsik edebiyatın mazmun inceliklerine hakim olduğu şiirlerinde açıkça görülen Atayî, yalın ve sâde bir uslupla klasik şiirde Türkçeyi, oldukça iyi kullanmıştır. Duygularının derinliğini gösteren ifadeleri, sanatındaki usta yönünü açıkça ortaya koymaktadır. Atayî’nin şiirlerinde işlediği konuların alanı dinî, tasavvufî, felsefî konulardan ahlakî ve romantik temalara kadar geniştir.

Tasavvufî Unsurlar

Yesevîliğin kurucusu Hâce Ahmed Yesevî ve onun takipçileri, eserlerinde Kur’ân’ın âyetlerine ve hadislere iktibaslarla ya da doğrudan yer vermekle birlikte, tasavvufun temel ve zâhirî esaslarını işlemiş, bunları halkın anlayacağı sâde bir dil ve uslûpla Hikmetlerde dile getirmişlerdir. Atalar silsilesinden gelen Atayî’nin şiirlerindeki sûfîyâne söyleyişinde, Ahmed Yesevî’nin ve tasavvuf şiirinin etkileri, oldukça açıktır. Bizim burada, Atayî’nin divanındaki tasavvufî anlam ihtiva eden beyitlerin tamamını değerlendirme imkânımız olmadığından 260 gazelin bulunduğu divanından seçtiğmiz bazı beyitleri, tasavvufî mazmunu ve manâları açısından ele alacağız.

Atayî divanında, ilk gazelin birinci beyitine, “Vahdet-i vücûd-Varlığın birliği” anlayışını dile getirerek başlamıştır:

Ay ki hûblar közgüsinde özin izhâr eylegen

Hem özi ol közgiye bakıp méni zâr eylegen
 (1-1)

“Ey güzeller aynasında (yüzünde) kendisini izhâr eylegen (gösteren) ve

aynaya kendisi bakıp da beni inleten!”

Tasavvuf ehline göre Tanrı tektir ve vücûd-ı mutlaktır. Yani tek varlıktır. Kâinat, eşya ve görünen herşeyin ayrı bir varlığı yoktur. Herşey Tanrı’nın bir şekilde tecellisidir. Tasavvufta bu, “Lâ mevcudü illallah” ile ifade edilir. Tasavvuf ehline göre, güzellerin yüzünde tecelli eden de, o güzelliği âşıkın gözüyle seyreden de Hak’tır. Yine başka bir şiirindeki

Uşal sâni‘ ki, sun‘ıdın tecelli-yi cemâl eyler,

Yüzüŋ mir‘âtı hüsnidin yüz izhâr-ı kemâl eyler (36-1)
“O yaratan, kudretinden cemâlini gösterir; yüzün aynası, güzelliğinden yüz(lerce) mükemmeliğini ortaya çıkarır.”

mısralarda da Atayî, Tanrı’nın aynı zamanda Kemâl-i mutlak, ve Cemâl-i mutlak olduğunu, aşk-ı zatî sebebiyle, cemâlini görmek ve göstermek amacıyla varlık âlemi şeklinde tecelli ettiğini, dünyadaki her güzelliğin yaratıcının kâinata yayılan tecellisinde ortaya çıktığını ifade etmektedir. Aslında bütün varlık âlemi, kâinat, eşya mahlukât, mevcudat, bir hayâlden, bir görüntüden ve Vücûd-ı mutlakın aynadaki görüntü gibi tecellisinden ibarettir. Yaratıcının kâinata yayılan tecellisinde onun sanat ve hikmetinin sırlarını keşfetmek, varlıkların yaratılış nedenlerini bilmek ve bunlar üzerinde düşünmek asıl bilgidir.

Nergis-i ‘ayyârelerde küfr ü îmân körgüzüp

Kudreti bir goncadın hem hâr u gülzâr eylegen


“Ey aldatıcı (baştan çıkarıcı) gözlerde küfür ve imân gösterip, kudreti ile bir goncadan hem diken hem de gül bahçesi meydana getiren!”
Sevgilinin gözleri süzgün olmasıyla nergise benzetilir. Göz bebekleri gözün karasına, yani küfre; gözün akı ise imâna delalet eder ve bir arada bulunurlar. İlâhî kudretin bir goncadan hem diken hem gül bahçesi meydana getirmesi, varlıktaki birlik, vahdet esasına delildir. Atayî bu beyitte, Tasavvufta “vahette kesret, kesrette vahdet” sözüyle ifade edilen anlayışı dile getirmiştir.

Pîr-i muğân adakınıng tozını közge sürme kıl,

Köz bu yürişdin açılur, bil munı ‘ayn-ı maslahat
 (26-5)

“Mürşidin ayağının tozunu gözüne sürme eyle, göz bu hâlden (hareketten) açılır, bunu asıl mesele (iş) bil! ”

Bu beyitte, pîr-i muğân ilâhî aşk öğreten, tattıran veya ilâhî aşka ulaşmaya vesile olan; tarikat yolunun rehberidir; aşk şarâbını sunan kâmil insan, mürşiddir. Tasavvufta, hidayet yolunu bulmak, sülûkta ilerleyebilmek için sâlike mutlaka bir şeyhin, bir mürşidin yardımı gereklidir. Her sâlik için yol gösterici bir mürşid gerekli olduğundan Aytayî de, doğru yolu bulmak için mürşidin rehberliğinin, esas olduğunu; onun ayağının değerli tozundan çekilen sürmenin gözünü açmasına vesile olacağını, böylece mürşidin izinden yürümenin hakikate eriştireceğini ifade etmiştir.

Yesevî’nin tasavvuf anlayışının temel ilkelerinin ifade edildiği Hikmetlerde de mürîdin kâmil bir mürşide bağlanması hususu sıkça dile getirilmektedir. Yesevî’ye göre hakikat yolunda tam anlamıyla yürümek, nefsin hilelerini ve irade zaafiyetini bertaraf etmek için bir “pîr”e, bir “mürşid”e, bir “manevî yol göstericiye” ihtiyaç vardır. Yesevî, güçlü ve kâmil bir mürşide intisap etmekle ve onun yoluna sıkıca bağlanmakla hidayete ermenin mümkün olacağını Hikmetlerinden birinde, şöyle ifade etmiştir:

Âşık olsan gece gündüz tınmay yığla

Pîr-i muğan hizmetiğa biling bağla

Köyüp pişip derdi bile kögsin tağla,

Dağda kitken visalını körer imiş

Aşık olsan gece gündüz durmadan ağla;

Mürşid hizmetine belini bağla;

Yanıp pişip derdi ile göğsünü dağla;

Dağla giden visalini görür imiş (Eraslan, 1991: 220-221).

Mén né tép terk-i şarâb u şâhid eyley kim, maŋa,

Pîr-i meyhâne ezeldin kıldı bu irşâdlar
 (47-5)

“Ben ne diye şarâbı (ilâhî aşkı) ve şâhidi terk edeyim, nitekim mürşid çok eskiden (bana)doğru yolu gösterdi.”

Yukarıdaki beyitte ise, şarap, şâhid, sözleri tassavufî mânâ içerip, meyhanede içilen şarap ilâhî aşk; kalbde marifet bâdesinin tufân kılınışı; şâhid de vücûd-ı mutlaktır. Pîr-i meyhane ise, mürîdi marifet yoluna yönlendiren pîr, şeyh, yani kâmil insandır. Tekke, dünyadan ve insanlardan uzaklaşmak, gerçek sevgili olan Tanrı’ya ulaşmak için geçilen yoldur. Ayrıca her sâlik için yol gösterici bir mürşid gereklidir. Beyitte ezel sözü ile bezm-i elest ifade edilmiştir. Tanrı, dünyayı yaratmadan önce ruhları yaratmış ve onları biraraya toplamıştır. Ruhlara “Elestü birabbiküm-sizin Rabbiniz değil miyim? diye sormuş, ruhlar da “Kâlu belâ- evet dediler” cevabını vermişlerdir. Rûz-ı elest, bezm-i elst, meclis-i elest, rûz- ezel bezm-i ezel, meclis-ezel denilen bu mecliste, verilen söze “Ahd-i elest” denir. Dünya ise bu yeminin tutulacağı yerdir.

Öte yandan her insanın rızkı, bezm-i ezelde belirlenmiş, alınyazısı yazılmıştır. Atayî, mürşidin kendisine daha en başından, gerçek aşkı bulmak için hak yolunu gösterdiğini ifade etmektedir. Böylece Atayî kendisi için çizilmiş olan kaderine râzı olduğunu ve bunu değiştirmek istemediğini, âşık olmakla selamete eriştiğini söylemektedir. Tasavvufta insanı aslına, Tanrı’ya ulaştıran tek yol aşk ve gönül yoludur.

Dîn ü imânımdın ayırma dem-i âhır méni

Ey sanemler zülfini bélimge zünnâr eylegen
 (1-10)

“Ey put gibi güzellerin saçını âşığın beline zünnâr eyleyen, son demde (ölüm anında) beni dîn ve imânımdan ayırma!”

Zünnâr papazların bellerine bağladıkları siyah ipten örülmüş kuşaktır ve küfre işaret eder. Siyahlığı sebebiyle zünnâra bezetilen saç da küfr alâmetidir. Hak’tan başka bâtıldır; ona bağlanmak ise küfrdür. Put mecâzî anlamıyla sevgilidir. Sevgiliye bağlanmak da küfrdür. Ancak, tasavvufta sûfîler, sevgiliye bağlanmayı, mecâzî aşk kabul edip Hakk’a varmaya, ilâhî aşka vasıta olarak görürler. Vahdete erişmek için kesrete düşmek ve sonra kesretten kurtulmak gerekir. Çünkü kesret sâliki vahdete götürür; kesret olmadan vahdet olmaz. Atayî bu mısralarda, dervişâne bir söyleyişle âşıklığını ve dîninde imânında sâbit kalma isteğini dile getirmiştir.

Atâyî, kéç bu dünyâdın, ‘alâyık terkini kıl kim

Salât u savm-ı ‘âşıkka, bu kün terk-i ‘alâyıktur
 (79-7)
“Atayî, bu dünyadan geç, dünyaya ilişkin bağlarını terk et; çünkü bugün âşığın oruç ve namaz ibadeti için dünya bağlarını terk etme günüdür (zamanıdır).”
Tasavvufta esas, insanın dünyaya ait arzu ve heveslerini susturarak kendisini Hakk’a erişmekten alıkoyan ilişkiler ve bağlardan ilgisini kesmesi, nefsini yok etmesidir. Bunun gerçekleşmesi için dünya bağlarından kurtulmak gerekir. Ezelî ve ebedî olan sadece Tanrı’dır. İnsan benliği ve dünya nimetlerinden vazgeçerse, yani dünya ile ilişki kesilirse, gönül temizlenmiş olur ve ancak bundan sonra ilâhî aşk gönülde tecelli eder. Yani insan fenâfillâh derecesine ulaşabilir. Fenâfillâh, sâlikin kendi varlığından geçmesi, yok olması varlığını Tanrı’nın varlığı içinde eritmesidir. Yukarıdaki beyitlerde Atayî, dünya gibi dünya ile ilgili herşeyin de geçici olduğunu, bu sebeple bu dünyaya bağlanmanın değil; ölümsüz olana yönelmenin ve tevhîdin sırrını keşfetmenin esas olduğunu vurgulamıştır.

Aşağıdaki mısralar da Atayî, devişâne bir bakışla dünya heveslerine, dünya nimetlerine kapılıp onların tutsağı olmak, dünyanın yükünü çekmek ve dünya ilişkileri içinde kaybolmak yerine; dünya nimetlerinden el çekip hidayet yolunu bularak Tanrı’nın birliğine kavuşmanın önemini ifade etmiştir:

Tut gûşeî Atâyî, sanemler közi bikin,

Sâhib-nazar bol, ehl-i cihândın kenâre ķıl
 (119-7)

“Atayî, bir yer tut, sanemler (pîrler) gözü gibi görüşü kuvvetli (bakışıyla müridine feyiz veren mürşîd gibi) ol, dünya ehlinden uzak dur!”

Bâde iç, tut gûşeî, hûblar közi dék fârig ol

Tartma at u ton üçün bu tokkız eyvân minnetin
 (152-2)

“Bâde iç (ilâhî aşka yönel), bir yer tut, güzeller (âşıklar, mürşid-i kâmiller) gözü gibi kurtul, at ve giysi için bu dokuz kat eyvânın (göğün) minnetini çekme!”

Sonuç

Atayî’nin şiirileri üzerinde, tasavvufun esasları ve tasavvuf düşüncesi açısından bir değerlendirme yapmamız gerekirse şunları söyleyebiliriz.

Öncelikle, Atayî’nin Ahmed Yesevî ile başlamış olan Türk tasavvuf şiirinde, eserlerleriyle önemli bir etkiye ve yere sahip olduğunu belirtmek gerekir. Atalar silsilesinden ve Yesevî’nin soyundan gelen şâirin eserlerinde, Ahmed Yesevî’nin ve Türk tasavvuf şiirinin etkileri, onun dervişâne söyleşinde, açıkça görülmektedir. O şiirlerinde, insanda iyi ahlâk, yumuşak huy, tevâzu gibi ruhânî değerleri öne çıkarmış; cismânî şeylere ve nefse yüz çevirmiştir. XV. yüzyıl klasik öncesi Çağatay edebî dilinin temsilcilerinden olan Atayî’nin, 260 gazeli ihtiva eden divanındaki şiirlerden 65’inde tasavvufî unsurlar, değişik istilahlar kullanarak sâde bir dil ve uslupla etkili biçimde ifade edilmiştir. Onun şiirlerinde tespit ettğimiz, sıkça kullandığı tasavvuf terimleri şunlardır: tecellî (37-7, 56-2, 155-3); vahdet (33-7, 36-7, 153-7); vasl (72-5, 73-4, 84-1, 87-7); sıdk (26-2, 29-4); fakr u fenâ makâmı (26-2); dîdâr (22-3; 73-7; 117-1; 127-4); Ahsen-i takvim (37-2, 91-1); pîr-i meyhane, pîr-i meyfuruş (33-7, 34-1, 39-7, 46-5).


Kaynaklar 

Alî Şîr Nevayî, (1996). Nesâyimü’l-mahabbe min şemâyimi’l fütüvve (haz. Kemal

Eraslan), Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.

Alî Şîr Nevayî. (2001). Mecâlisü’n-nefâyis,II Çeviri ve Notlar (haz. Kemal Eraslan),

Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.

Alî Şîr Nevayî. (1996). Muhâkemetü’l-luğateyn (haz. Sema Barutçu Özönder),

Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.

Cebecioğlu, Ethem. (1997). Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ankara: Rehber Yayıncılık.

Eckmann, Janos (1959). “ Die Tschaghataische Literatur” Philologiae Turcicae

Fundamenta I, Wiesbaden.

Eraslan, Kemal. (1992). “Çağatay Şâiri Atayî’nin Gazelleri” Türk Dili Araştırmaları

Yıllığı Belleten 1987, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Eraslan, Kemal. (1991). Ahmed-i Yesevî Dîvân-ı Hikmetten Seçmeler, Ankara: Kültür

Bakanlığı Yayınları.

Eraydın, Selçuk. (1994). Tasavvuf ve Tarikatlar, İstanbul: Marmara Üniversitesi

İlahiyat Fakültesi Yayınları.

Fıtrat, Abdurauf. (1928). Özbek Edebiyatı Numuneleri, c. VI, Taşkent.

Köprülü, Fuad. (1976). Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara: Diyanet İşleri

Başkanlığı Yayınları.

Muhammed Şerîf el-Hüseynî, Hüccetü’z-zâkirîn li reddi’l-münkirîn, Süleymaniye

Ktp., Reşid Efendi, nr. 372, vr. 97b-98a.

Rafiullah,Seyfeddin. (2008). Divân-ı Şeyhzâde-i Atayî, Taşkent: Özbekistan

Cumhuriyeti, Fenler Akademisi, Fen Neşriyatı.

Samoyloviç, A. N. (1927). “Materiali po credneaziatsko-tureçkoy Literature. IV.

Çagatayskiy Poet XV veka Atay”, Zapiski Kollegii Votokovedov II.

Tahralı, Mustafa. (2000). “Ahmed Yesevî’nin Divan-ı Hikmetinde Dinî-Tasavvufî Unsurlar”, Yesevilik Bilgisi, (haz. Cemal Kurnaz-Mustafa Tatçı), Ankara: Millî Eğitim Basımevi.

Uludağ, Süleyman. (1995). Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Marifet Yayınları.

Yazar: yesevihan [ 30.03.10, 01:39 ]
Mesaj Başlığı: Re: Uluslararası Hoca Ahmed Yesevi Sempozyumu -NOTLAR-

UYGUR HANIM Yesevi Hikmetleri okurken herkes duygulandı.

Sempozyuma Doğu Türkistan'dan gelen bir Doçent kardeşimiz, Çin işgalindeki Doğu Türkistan'da Ahmed Yesevi Hz. nin devam eden etkisini anlatırken bir de video gösterdi:

Doğu Türkistan'ın bir kentinde çekilen bu videonun görüntülerinde bir Uygur Hanım'ın Yesevi Hikmetleri'ni makam ile sesli olarak okuyuşu kaydedilmişti.

Sempozyumu izleyenlerin hemen hepsi Uygur lehçesinin farklılığı nedeni ile söylenilen hikmetteki sözleri anlamakta zorlansa bile okuyucu hanımın sesi o kadar dokunaklı idi ki çoğu insanın gözlerini yaşarttı.

Bu ortak duygulanmayı dile getiren Prof. Dr. Şeyma Güngör "Uygur Hanımefendi"nin Yesevi Hikmeti ile ta Doğu Türkistan'dan seslenmesi İstanbul'da hepimizin gönül tellerini titretti" derken bu gerçeği dile getiriyordu.

Resim

Doğu Türkistan'da "Uygur Hanımefendi"nin Yesevi Hikmeti okuması ile ilgili Video gösterimi yapılırken çekilen fotograf.

***
Doğu Türkistan'da Yesevi'nin devam eden tasarrufu hakkında 5 saat konuşulsa; 5 bildiri sunulsa o 5 dakikalık video görüntüsü kadar etkili olamazdı.

(İnsaallah bu videodan kısa bir kısmı en yakın sürede video olarak da görebileceksiniz.)

İŞTE O VİDEO:



Yesevi Hikmeti Okuyan Uygur Hanım

***

Doğu Türkistan'da Ahmed Yesevi'nin hikmetini makam ile okuyan bir müslüman Uygur Hanımefendi... Okunan Hikmet Dr. Hayati Bice'nin hazırladığı Divan-ı Hikmet'te 67. sırada yer alan ve Kabe'ye giden bir müslümanın dostları ile helalleşmesi hakkındaki hikmettir.

Yazar: yesevihan [ 02.04.10, 10:38 ]
Mesaj Başlığı: Re: Uluslararası Hoca Ahmed Yesevi Sempozyumu -NOTLAR-

Çin’de Hoca Ahmet Yesevi Hakkındaki Araştırmalar Üzerine

A. Umar Bilge* 



Bu tebliğde zaman itibariyle sizlere sunacağım metnin başlıca konuları şunlardır:

Divan-ı Hikmet’in Neşredilmesi
Uygur Edebiyat Tarihinde Hoca Ahmet Yesevi
Uygur Felsefe Tarihinde Hoca Ahmet Yesevi
Dinler Tarihinde Hoca Ahmet Yesevi
Diğer Araştırmalar

Hoca Ahmet Yesevi Orta Asya Türkî milletlerin felsefe tarihi, düşünce, dini ve edebi tarihinde çok önemli yeri olan büyük düşünür ve Sufi şairdir. Muhtelif alanlarda uzman olan bilim adamları büyük düşünürün şiirlerini öğrenip araştırma yapmakta, kültürümüzün bin sene önceki durumunu aramakta, maneviyatımızın kaynağını bilmeye çalışmaktadır.

Büyük düşünürün şiirleri halk lisanına yakın olması nedeniyle kasaba köylerde “hökmet” adında türküleştirilip ağızdan ağza söylenip gelmektedir.

Çin’de Hoca Ahmet Yesevi hakkındaki araştırmalar 20. yüzyılın 80. senesinde başlayarak hız kazanmıştır. Ahmet Yesevi ve “Divan-ı Hikmet” adlı eseri hakkındaki araştırma ilk olarak Şincan Uygur Özerk Bölgesinde, sonra tüm Çin’de başlamıştır. Bu haktaki araştırmalar Uygurca, Çince ve Kazakça dillerinde yapılmıştır. Biz bu konuda yapılan araştırmaları aşağıda birkaç bölümde özet olarak ortaya koyacağız:



1. “Divan-ı Hikmet”in Yayınlanması

Şunu belirtmek isteriz ki, “Divan-ı Hikmet” Hoca Ahmet Yesevi’nin bütün şiirlerinin (ilahileri) toplandığı bir eser olmakla beraber Çin’de bu eser günümüze kadar müstakil kitap şeklinde yayınlanmamıştır. Fakat bu eser Şincan Halk Neşriyatı (yayınevi) tarafından Uygur Dili’nde yayınlanıp dağıtılmakta olan “Bulak” Dergisinin 14. ve 16. sayılarında “Divan-ı Hikmet”in1 tümü yayınlanmıştır.

Mezkûr eseri yayına hazırlayan Nicat Muhlis Bey eserin başında İslam dini ve mezhepleri, Sufi tarikatların ortaya çıkması, gelişme durumu hakkında bilgi verdikten sonra “Divan-ı Hikmet”in içeriği, dil özelliği hakkında da önemli bilgiler vermiştir. Nicat Muhlis Bey bu eseri hicri 1298 (miladi 1879) senesinde Türkiye’nin “Osmaniye” matbaasında basılan nüshasını esas alarak yayına hazırladığını belirtmiştir2.

Yine Divan-ı Hikmet’in bir kısmı “Divan-ı Hikmet’ten Seçmeler” adı altında Kahraman bey tarafından tercüme edilip, “Şincan Sosyal Bilimler Araştırması” adlı derginin Kazak dilindeki nüshasında yayınlanmıştır.

Divan-ı Hikmet’in tam nüshasının “Bulak” dergisinde yayınlanması bu konudaki araştırmalar, yani Karahanlılar devrinin kültür, medeniyet ve tasavvufi düşüncesi arka plan edinen Türkî kavimlerin felsefe, din, dil ve edebiyat araştırmaları dolayısıyla Ahmet Yesevi’nin detaylı olarak bilinmesinde büyük katkısı olduğunu söyleyebiliriz.

2. Uygur Edebiyat Tarihide Ahmet Yesevi

Ahmet Yesevi’nin Uygur Edebiyatındaki yeri hakkındaki ilk bilgi Abdurehim Sabit tarafından hazırlanan “Uygur Klasik Edebiyat Tarihi” adlı iki ciltlik eserin 6. bölümünde verilmiştir3.

Yazar bu eserde şairin kısaca tercüme hali, Karahanlılar devletinin son dönemindeki sosyal ve siyasi durum, “Divan-ı Hikmet”in ortaya çıkmasının tarihi arka planı gibi konular hakkında kısaca bilgi vermiştir. Müellif eserinde Ahmet Yesevi hakkında: “Uygur edebi dilinin canlı şekliyle eser hazırlayıp, Müslüman dünyasında büyük ün kazanan, Sufizm edebiyatının mümtaz şahsiyetlerinden biri olarak göstermiştir. Müellif “Divan-ı Hikmet” içeriği ve önemi hakkında şöyle diyor: “onun bütün şiirleri ‘Divan-ı Hikmet’te toplanmakla beraber, bu eserde İslam, kelam, Sufizm, çiftçiler, tarikat, marifet, hakikat gibi konuları dini idealistlik görüşü esasa alarak ortaya koymuştur”. “Divan-ı Hikmet”in Uygur klasik edebiyatı için en önemli yeri Mahmut Kaşgari’nin “Divani Lügat-it Türk” , Yusuf Has Hacip’in “Kutadğubilik” adlı eserlerinde Karahanlılar Devrindeki mukimleşen edebi dil yapısını günümüze kadar korumuşsa, Ahmet Yesevi “Divan-ı Hikmet” adlı eseriyle halkın konuştuğu canlı dil yapısını koruyup gelmiştir. “Divan-ı Hikmet”in dili saf Uygur lisanı olduğundan dolayı, bu eserden sadece ediplerin istifadesiyle sınırlı kalmamış, genel halk da açıklamasız anlayabilmiştir. Eserin dili 12. yüzyıldaki Uygur canlı dilini öğrenmek ve araştırmakta önemli kaynak olacaktır.

Müellif “Divan-ı Hikmet”in kısaca içeriğini analiz yapmış ve onu araştırmanın ilk metodolojisini ortaya koyup şöyle demiştir: “Yesevi şiirleri devrindeki sosyal realiteyi ifade etme özelliğine de sahiptir. Dolaysıyla Yesevi eserlerini müzakere ederken, eserin gerçekleri bayan eden güzel taraflarını kabul etmemiz, dünyadan el etek çekme konusundaki görüşlerini süzgeçten geçirmemiz lazım. Mühim olan bu eserin dili ve yöntemindeki özellikleri öğrenmemizdir.”

Müellifin yaklaşık 30 sene önceki bu çalışması Ahmet Yesevi ve “Divan-ı Hikmet” hakkındaki ilk görüşleri olmasına rağmen Uygur felsefisi, dini ve edebiyat tarihindeki araştırmanın başlangıcı olmuştur. Dolaysıyla müellifi Çin’de bu haktaki araştırmaları teşebbüs edenlerin ilki olarak kabul edebiliriz.

Şerifidin Ömer hazırlayan “Uygurlarda Klasik Edebiyat” adlı eserin 2. ve 3. bölümleri “Sufizm ve Sufistik Edebiyat”, Ahmet Yesevi’ için ayrılmıştır. Müellif bu eserinde değerli bilgiler vermiştir4. Yazar eserinde şöyle demiştir: “Ahmet Yesevi Türkî halklar Edebiyatını Sufizm ile tanıştıran ünlü Sufistlerden Eli, Vabayılar ile eşit dereceye sahip, Orta Asya da derin etkiler bırakan mutasavvıflardan biridir. O Yeseviye tarikatını kurmuş, onun tarikatı beklenenin üstünde yayılma hızı kazanıp, Amu, Sır Nehri vadilerini aşarak Harezm ovaları hatta Bulgar topraklarına kadar yayılmış, Batı Türkistan ve Uygur diyarına kök salmıştır. Moğol istilasından dolayı Horasan, İran, Azerbaycan halkları ve Alp Arsılan’ın Anadolu’yu fethetmesiyle beraber Türkiye’ye girmiştir”. Müellif yine: “Ahmet Yesevi Sufistik Edebiyatta Sufilerin örneği olarak ortaya çıkarken, onun “Hikmetleri öğrenilip, uygulanan ders kitabı ya da “desturu” olmuştur. Onun gönümüze kadar gelen “Divan-ı Hikmet” adlı şiir kitabi İslam ilahiyatı ve kelam hukukunun en yüksek bediiliği ile canlı ifade edilmiştir diyebiliriz. Divani Hikmet’in estetik idealı İslam ilahiyatı kelam ile beslenip, ünlü İslam ilahiyatçısı El Gazali’nin felsefi görüşlerini bedii şekilde ifade etmiştir”.

Yazarın bu tür çalışmaları Sufizm ve Ahmet Yesevi’yi öğrenmede okurları belli düzeyde bilgi sahibi yapmıştır. Vahitcan Ğufur ve Asker Hüseyin tarafından hazırlanan: “Uygur Klasik Edebiyatından Tizisler5” adlı eseri de bu konudaki önemli araştırmalardan biridir.

Abdukerim Rahman öncülüğünde bir komisyon tarafından hazırlanıp, Çince yayınlanan “Uygur Edebiyatı Tarihi”6 adlı eserde de “Ahmet Yesevi” ve “Divan-ı Hikmet” e önemli yer vermiştir. Eserde Ahmet Yesevi”nin hayatı, tesiri ve “Divan-ı Hikmet”in içeriği hakkında detaylı bilgi verilmiştir. Ahmet Yesevi’nin düşüncesi hakkında şöyle değerlendirmede bulunmuştur: “Divan-ı Hikmet”te felsefi görüş bakımından real dünyanı küçük görmek, dünyayı terk etmeye teşvik gibi olumsuz yönler olmakla beraber ayni zamandaki sosyal durum, idareciler, din adamları, Sufi-zahidler, kadı, imam içerisindeki bazı insanlar, yani doğru ve yanlışı bir birinden ayrıt edemeyen insanlar, konforuna düşkün elit tabaka, dindarların ahlaki zaafiyeti gösterilmip şiddetli bir şekilde tenkit edilmiştir. Ahmet Yesevi eserinde çiftçi, esnaf ve ezilen emekçi sınıfına destek veren önemli şiirler yazmıştır”. Sonunda “Divan-ı Hikmet”in dil özelliği, Uygur yazılı edebiyatı ve sözlü edebiyattaki önemini belirtmiştir. Mezkûr eserin kendine has özelliği Uygur Edebiyatı ve sosyal görüşlerin gelişme sürecini dönemlere ayırma hususunda önem taşımaktadır.

Gayretcan Osman’ın başkanlığında hazırlanıp, üniversiteler için derslik yapılan “Uygur Klasik Edebiyat Tarihi”nın 1.cildinde Ahmet Yesevi için şöyle denmiştir: “Ahmet Yesevi Uygur Klasik Edebiyati ve Orta Asya felsefe tarihindeki önemli şahsiyettir. O Sufizmin görüşünü teşebbüs eden ‘Yeseviye, Cehriye ve Kadiriye’ tarikatının temsilcisi olarak İran ve Orta Asya’daki tasavvufi düşünce tarihinde önemli rol oynamıştır. Yesevi Uygur edebiyatında sözlü edebiyatının türkü (ilahi) şekli ile Yeseviliğin tasavvufi düşüncesini ilk olarak bayan ederek din edebiyatının ortaya çıkmasına öncülük yapmıştır. Onun saf Uygur halk dilinde yazılan şiirleri Karahanlılar devrindeki Buğrahan dili (hakaniye dili) ile Çağatay edebiyatını bir biriyle bağlayan önemli halka olarak tarihi değer kazanmıştır. “Divan-ı Hikmet” canlı dilde Uygur şiiriyeti esasında yazılan tasavvuf desturu, Uygur şiiriyeti ve tasavvufi düşünce olarak değer kazanmıştır. Bu eseri edebiyat ve felsefi yönünden araştırmak mümkündür”.

Müellif eserinde “Divan-ı Hikmet”in bir bütün içeriğini esas alarak, onun edebiyat, felsefe, dil tarihimizdeki yerini detaylı ve bilimsel olarak yorumlamaya özen göstermiştir.

Şincan Uygur Özerk Bölgesi Sosyal Bilimler Akademisi Milletler Edebiyatı Araştırma Kurumunun başkanlığında Abdüşükür Turdi’nin editörlüğünde hazırlanan “Uygur Edebiyat Tarihi”7nin 1.cildinde şöyle denmiştir: “Ahmet Yesevi mürşidi Yusuf Hemedanı’nin öğretilerine varislik etmekle beraber Gazalı gibi tasavvuf ile Ehli Sünnet akidesini bir birine uyumlu hale getirme ve birleştirme yolunda büyük çaba göstermiştir. Yesevi’nin görüş ve fikirleri Uygur diyarında “Yesevi Tarikatı” diye adlandırılıp, tasavvufun başka bir kolunu meydana getirmiştir. Onun Türkî dil (Hakaniye Uygur dili)inden yararlanıp, tasavvufu (Türkleştirme, yerlileştirme), İslam şeriatı ile tarikatı (Yeseviye-Cehriye tarikatı) birleştirme, kendi tarikatını Türkî halklar arasına yayma konusundaki çabaları, onu şu zamandaki merkezi Asya bölgesindeki tarikatların lideri yapmıştır.

Müellif Ahmet Yesevi’nin Dünya görüşü hakkında şöyle yazmıştır: “Ahmet Yesevi felsefi görüşlerinin kaynağını Kuran-i kerim ve hadis şerifleri esas alarak ortaya koymuştur. Yesevi hikmetlerindeki hâkim ruh, öğüt-nasihat ruhudur. Onun bütün nasihatleri tek bir hedefi amaç edinmiştir. O amaçta da : “mutlak Hak’ı bilmek ve Hak’ı sevmektir”.

Özetlersek, Hoca Ahmet Yesevi’nin “Divan-ı Hikmet” Adlı eseri ister Uygur felsefe tarihi, ister Uygur edebiyat tarihi cihetinden olsun, araştırma önemine sahip olmakla beraber, bu eser yine dil özelliği, şiiri vezin ve beyit şeklinde Uygur sözlü edebiyatı ve yazılı edebiyatının değerli hazinesi olarak hayati gücünü korumaktadır.

Müellif Ahmet Yesevi’nin tasavvuf düşüncesi ve sosyal görüşleri hakkında kısaca analiz yaparak, “Divan-ı Hikmet”in, Türki dili konuşan halkların felsefi düşüncesi, edebiyatı, dili gibi alanları araştırmadaki önemine değinmiştir.

Genel olarak mezkûr eserde “Uygur Edebiyatı Tarihi araştırma alanında tasavvuf Edebiyatı, Ahmet Yesevi’nin tasavvufi görüşü, sosyal görüşleri “Divan-ı Hikmet”in bilimsel araştırma alanında ilk müracaat edilecek kaynak eser olması gibi konular ortaya konulmuştur. Dolayısıyla bu çalışmayı “Uygur edebiyat Tarihi” alanında yapılan araştırmaların en yeni ve ileri görüşlerini temsil etmiştir diyebiliriz.

3. “Uygur Felsefe Tarihi”de Ahmet Yesevi

Şincan Uygur Özerk Bölgesinde Uygurların ünlü âlimi Abdüşükür Muhemmet Emin Ahmet Yesevi’nin Uygur felsefe tarihindeki yeri ve felsefi görüşü hakkında araştırmalar yapmıştır. Abdüşükür Muhemmet Emin bey’in bu konudaki araştırmaları “Çin Azınlık Milletler Felsefe Tarihi” ve “Uygur Felsefe Tarihi” adlı eserlerde kaydedilmiştir. “Çin Azınlık Milletler Tarihi” adlı Çince neşredilen eserin 16. bölümü özellikle Uygur felsefe tarihi için ayrılmış olup, yazar bu bölümde Hoca Ahmet Yesevi’nin tasavvufi görüşünü incelemiştir.

Bu eserin 10.paragrafında “Orta Asya’da Tabiat Felsefesi ve Tasavvufi Düşünce Akımının Temel Görünümleri”8 adlı konuya yer verilmiştir. Kitapta Nasir Husrev, Ömer Hayyam gibi düşünürlerin sosyal görüşleri beyan edildikten sonra tasavvufun ortaya çıkması, Orta Asya’da yayılması ve gelişmesinden bahsedilmiştir. Sonunda “Ahmet Yesevi ve Divanı-Hikmet” başlığı altında Ahmet Yesevi’nin görüşleri üzerinde durulmuştur.

Yazar bu konudaki beyanını şöyle başlamıştır: “Ahmet Yesevi , Uygur edebi dilini esas dil olarak kullanan Orta Asya felsefe ve edebiyat tarihindeki önemli tarihi şahsiyettir. O Yeseviye-Cehriye tarikatını Uygur halk edebiyatındaki şiir (türkü) dili ile akıcı bir biçimde beyan ettiğinden dolayı onun şiiri mirasları Karahanlılar Uygur edebiyatı ile Çağatay dönemi Uygur edebiyatını bir birine bağlayan bir numune teşkil etmiştir. ”

Yazarın beyanlarına göre, Yesevi’nin felsefi görüşlerini şöyle üç konuya özetleyebiliriz:

Dünyanın özü insanın özüdür, insanın özü de dünyanın özüdür. İnsanın yaşamasındaki amaç bu özü bilmek – hakikati keşfetmektir.
Gerçek Sufi olabilmek için dört basamaklı hikmeti (felsefeyi) bilmek lazımdır. Bunları bilemeyen Sufi gerçek Sufi olamaz. Bu dört basamak ise, İslam’ın kanunu olan şeriatını iyi bilmek; tasavvufi görüş olan tarikatı iyi bilmek; ilahi aşk olan marifeti bilmek; en sonunda fenafillah makamında insanın özünü bilmek seviyesi olan hahikatı bilmektir. Ona göre, bu dört aşamanın birincisi olmazsa ikincisi olamaz. Bu ise insanın özünü bilmenin kesintisiz yoludur.
Karahanlılar döneminin sonuna doğru ortaya çıkan cehalet, ahlakı çöküntü; Karanlılar ile Karakıtanlar arasındaki çetin savaşları, Karakhanlıların yenilgiye uğramasından sonraki sosyal faciaları bizzat müşahede eden Hoca Ahmet Yesevi dinî, tasavvufi görüşlere dayanarak bu acı gerçeği özetlemiştir. Real dünyayı sıkıcı, karanlık, zulmetli, vefasız ve geçici olarak tasvir etmiştir. Yesevi’ye göre, insan için hakikat sadece tasavvufi şartları yerine getirerek kalbinde şeytan ve nefsine karşı savaşıp ateşlı aşk ile Hak’ta fani olabilmektedir. Bu ancak iki ruh, yani insanı ruh ile ilahi ruhun katılımıyla gerçekleşecek olması, insan için en büyük mutluluktur. Dünya işleri ve diğer varlıklar ise kabahatli ve geçici şeyler, insanın imrenmesine değmez.
Bilim adamı Abdüşür Muhammed Emin Yesevi hikmetlerinin Orta Asya ve Yakin Orta Doğu’da hızlı yayılabilmesi ve büyük yankı uyandırmasının sebeplerini şöyle özetlemiştir:

Yesevi bir yandan reel dünyadaki azap ukubetlere kalp yarası, kriz duyarlılığı gözü ile bıkkın nazarla bakmış, diğer yandan insanları inançlı olmaya çağırmıştır. Yani, insan kendi nefsini kalbi isyan yoluyla temizleyerek fenafillâh makamında kamalata ulaşmalıdır.
Yesevi hikmetlerinde reel dünyayı çoğu zaman soyut değil somut eleştirilerle tenkit etmiştir. Örneğin, zalim yöneticiler, zenginler, rüşvet alan din adamları, kadı-imamlar, gerçeği alt-üst eden yalancıları sert eleştirmiştir.
Yesevi’nin şiiri hikmetleri hitabet ile lirik, halk ağız dili ile halk türkülerinin çok mahir bir biçimde birleşmesinden oluşmuş ilahiler olup, lirikisi, ahengi, murabba şekli (dörder mısralık bentler olması) ve akıcı dili ile çok etkileyici olmuştur. Hatta tasavvufi görüşlere karşı olan kişiler bile onun ahenginden etkilenmişlerdir. Onun yazdığı ilahiler tekke, dergâhlarda ve hatta açık alanlarda okunmuştur.

Bilim adamı Abdüşükür Muhammed Emin Beyin Yesevi hakkındaki bu görüşleri, Divanı-Hikmet’in yazıldığı tarihi ortam ve sosyal çevre, Divanı-Hikmet’in bütünsel içeriği ve etkileri hakkındaki genel araştırmalar sonucu ortaya atılan nispeten bilimsel ve sistematik görüşler olduğu için, bunları konuyla ilgili araştırmaların zirvesi olarak saymak mümkündür. Dolayısıyla bu konuda araştırma yapan bilim adamları Abdüşükür Muhammed Emin’in temel görüşlerini yakından benimsemekle beraber yine bazı görüşleri ilave etmişlerdir. Bu yüzden Abdüşükür beyin bu konudaki araştırmalarını değerli kaynak olabilme niteliğine sahip, bilimsel kıymeti yüksek olan bir çalışma diyebiliriz.

Zarip Dolat Beyin editörlüğünde hazırlanmış olan “Şincan’daki Milliyetlerin Felsefi Düşünce Tarihinden Oçırıklar (yazmalar)”9 ile Hörmetcan Abdurahman Fikret Beyin kaleme aldığı “Tasavvuf Felsefesi”10 adlı eserler de Hoca Ahmet Yesevi’nin felsefî görüşleri ve ahlaki düşüncelerini açıklamaya belli sayfalar ayrılmıştır.

Yukarıda bahsettiğimiz iki eserdeki içerikler genel olarak aynı olmakla beraber bazı özel fikirler de mevcuttur. Bunları aşağıdaki beş noktaya özetleyebiliriz:

Yazar öncelikle Tasavvufun meydana gelmesi ve temel konuları hakkında kapsamlı ve sistematik bilgileri ortaya koyduktan sonra Uygur felsefe tarihi ve sosyal ideolojiler tarihindeki tasavvufî düşünceler üzerinde durmuştur.
Hoca Ahmet Yesevi’ye göre, tasavvufta Hak’ı bilmenin vasıtası olan aşk büyük önem taşımakta, Allah’ı ancak aşk ile tanımak mümkündür. Bu konuda şair tasavvuf felsefesindeki bilmek teorisine dayanmıştır.
Tasavvuftaki Hak’ı bilmenin dört basamağı (şeriat, tarikat, marifet ve hakikat) Divanı-Hikmet’te somut açıklanmıştır. Bu noktada da tasavvufi öğretilere dayanmıştır.
Hoca Ahmet Yesevi’ye göre, zahit sadece takvası ile Hak’i bilemez. Bu yüzden o kendi mürtlerini zahit değil aşk olmaya davet etmiştir. Bu bakımdan tasavvufî düşünce gelişme sürecinde Yesevi’nin öğretileri zahitlik aşamasında değil, aşk ya da aşkı önerme aşamasına mensuptur.
Hoca Ahmet Yasevi pek çok ahlaki görüşleri ortaya koymuştur. İnsanlarda insaf, diyanet eksikliğinin artmasından kaygılanmış, insanları insaflı ve diyanetli olmaya çağırmıştır. İnsanlık, çalışkanlık, samimiyet, safiyet, zayıflara yardım, iyilik yapma teşebbüsü gibi konular da çoğunluktadır.

Yazar sonunda Hoca Ahmet Yesevi’nin düşüncesi, görüşlerini iyi öğrenebilme, araştırabilmenin öncelikli şartının tasavvufu iyi anlamak olduğunun altını çizmiştir.

Genel olarak yukarıda bahsettiğimiz eserlerde tasavvuf felsefesi ve Hoca Ahmet Yesevi’nin tasavvufi görüşleri hayli derin bir seviyede aydınlığa kavuşturulmuş, orijinal kaynaklar ve konuyla ilgili yurt dışındaki çalışmalardan geniş çapta yararlanılmıştır. Dolayısıyla bu konuda yapılan çalışma sonuçlarını Çin’de bu alanda yapılan araştırmaların en önemli ve en verimlisini temsil ediyor, kaynak değeri nispeten yüksek diyebiliriz.

Dinler Tarihinde Hoca Ahmet Yesevi

Dinler Tarihi yönünden yapılan Yesevilik ve Hoca Ahmet Yesevi’nin tasavvufi düşüncelerini konu alan çalışmalar da Yesevilik araştırmalarında önemli bir yere sahiptir.

Bu konuda önce Çin İslam Ansiklopedisi’ndeki11 Hoca Ahmet Yesevi ve Divan-ı Hikmet hakkındaki izahlı bayanlara bakmak yararlı olacaktır. Bu ansiklopedide Hoca Ahmet Yesevi ve onun eseri Divan-ı Hikmet kısaca tanıtılmış, yani onun hayatı, Yeseviye Tarikatı ve onun sonraki gelişim süreci, Orta Asya, Şincan (Uygur diyarı) bölgelerindeki etkilerinden bahsedilmiştir.

Bunlar Hoca Ahmet Yesevi hakkında Çince yayınlanan eserler içerisinde en önce ortaya çıkan güvenilir bilgiler olmakla beraber Hoca Ahmet Yesevi’yi Çin’de tanıtma, tasavvuf terimlerinin Çince standartlaştırılıp düzene sokulması bakımından çalışmalarda belli başına kılavuzluk rol oynamıştır diyebilir.

Hacı Nur Hacı ile Chen Guo- guang birlikte kaleme alan “Şincan İslam Tarihi”12 adlı eserde Yeseviye Tarikatının teşekkül olma tarihi kısaca tanıtılmıştır.

Şincan Sosyal Bilimler Akademisi Dinî Araştırmalar Kurumundaki araştırmacılar tarafından yazılan “Çin Şincan Bölgesindeki İslam Dini Tarihi”13 ve Li Jin-xin yazan “Şincan’daki Din Değişmeleri Tarihi”14 adlı eserlerde de İslam dininin Uygur bölgesine yayılması ve onu müteakip tasavvufun Uygur bölgesine girmesi, Yesevilik tarikatının Uygur bölgesi ve Orta Asya’da İslamiyet’i yerlileştirme yönünde başarılı olduğu gibi konular kaydedilmiştir.

Wei Liang-tao, Li Jing-yin tarafından yazılan “Hocalar Cameti (silsilesi) Hakkında”15 adlı eserin temel konusu tasavvufun Uygur bölgesinde yayılması, Hocalar şeceresi, Yesevilik ve Hoca Ahmet Yesevi bahis konusu olmuştur. Yazarlar bu hakta şöyle yazıyor: “Karahanlılar yenilgiye uğradıktan sonra Karakıtanlar hâkimiyeti ele geçirmişler, onların İslam’a baskı yapması sonucu her yerde bidat şeyler ortaya çıkmaya başlamışlar, dinde ciddi ıslah ihtiyacı söz konusu olmuştur. Tam bu sırada Hoca Ahmet Yesevi ortaya çıkarak İslam dini kaideleri ve terimlerini halkın kolay kavrayacağı basit bir Türkçe dil ile anlatmakla dinin hızlı yayılmasına katkı sağlamıştır.

Orta Asya halklarının tasavvufî düşünceleri ve onun gelişme sürecini anlatan bir eser ise Zhang Win-di’in kaleme aldığı “Orta Asya Sufizm Tarihi”16 adlı eserdir. Yazar bu eserini yazarken Çince ve yabancı kaynaklardan bolca istifade ederek ilk başta tasavvufun kaynağı, Orta Asya’da tasavvufun ortaya çıkması konusu üzerinde detaylı çalışmıştır. Sonra Türkî kavimlerin İslamlaşması, Yeseviye Tarikatı, Kübraviye Tarikatı, Çağatay Hanlığı, Ilhanlı ve Altın Orda Hanlığı’nın İslamlaşması, Nakşibendiyye Tarikatını tanıtmıştır. Sonunda tasavvufun Orta Asya’daki son dönem ve günümüzdeki durumu hakkında kısaca bilgi vermiştir.

Mezkur eserin dördüncü bölümünde “Türki halkların İslamlaşması ve Yeseviyye Tarikatı üzerinde özellikle durmuştur: “Divan-ı Hikmet, bu dünyayı terk etmek, anlayışlı olmak, tevbe etmek, nefsine hâkim olmak, fenafillah gibi konulardan oluşmuştur. Yeseviyye Tarikatı’nın özelliği ise Türk dili ile İslam’ı tebliğ etmesi, çok kültürlü unsurları kabullenmesi, İslam kültürü ile Türk kültürünü birleştirmesi gibi yönleridir.

Özetlersek, bu eserin başarısı şöyle ki, Yeseviyye Tarikatının tarihi rolü ve Dinavı-Hikmet’in içeriği hakkında nispeten objektif değerlendirmelerde bulunmuştur.

Tasavvuf tarihi hakkında yazılan diğer bir eser ise, Han Zhong-yi’nin yazdığı “Batı Yurt Sufizmi Üzerinde Araştırma”17 adlı eserdir.

Mezkur eseri Batı Yurt (Uygur bölgesi) ve Orta Asya’da tasavvufun tarihi gelişmesi üzerinde önemli araştırmalarda bulunulmuş eserlerin öncülerini temsil ediyor diyebiliriz. Bu eserin ikinci bölümünde Uygur bölgesindeki tasavvufun ilk dönemlerdeki gelişmesi (10-14.yüzyıllar) incelenmiştir. Bu konuda müellif Batı Yurt’ta tasavvufun şekillenmesi ve çeşitli tarikatları tek tek anlatmıştır. Dolayısıyla Hoca Ahmet Yesevi ile Divan-ı Hikmet de önemli bahis konularından biri olmuştur. Müellif Uygurca “Bulak” dergisinde yayınlanan Divanı-Hikmet’in içeriğini esas alarak Yesevi’nin tasavvufi görüşlerini ortaya koymuş ve değerlendirmiştir. Hoca Ahmet Yesevi’nin görüşlerini halkın benimsemesinin nedenlerini göstermiştir. “Atabetü’l-Hakayık” adlı eserin müellifi Ahmet Yükneki’nin doğrudan doğru Hoca Ahmet Yesevi’nin öğrencisi olduğunu iddia etmiştir.

Genel olarak, mezkûr eseri yurt içi ve yurt dışındaki ilgili kaynaklardan önemli derecede yaralanılarak, özellikle Uygurca basılan Divanı-Hikmet gibi orijinal kaynakları esas almış bu konudaki araştırmalarda “sadece önceki araştırma sonuçlarını tekrar ortaya koyma” gibi eski metodu geride bırakmış yeni bir yaklaşım sergilemiştir diyebiliriz.


Diğer Araştırmalar

Konu itibarıyla bu hususta kısaca aşağıdaki noktalara değinip geçeceğiz.

Hoca Ahmet Yesevi ve onun eseri Divan-ı Hikmet hakkında müstakil bir kitap Çin’de şimdiye kadar neşredilmemiş olsa bile, ama bir takım makaleler yayınlanmıştır. Bunlar içerinde örnek olarak şunları zikredebiliriz:

Hoca Ahmed Yesevî’nin Uygur Edebiyat tarihindeki yeri hakkında ilk olarak rahmetli Abdülşükür Muhammed Emin Efendinin “Uygur Edebiyatında Ahmed Yesevi ve Yesevilik” adlı makaleyi yazdığını yukarıda belirtmiştik.

Yine genç müellif Ahmedcan Hasan “Ahmed Yesevi ve Onun Divan-ı Hikmet Adlı Eseri Hakkında”18 adlı makaleyi yazmıştır. Bunun yanında Murat Hinayat’in yazdığı “Eski Kazakların İslam Felsefesi Düşüncesi Hakkında”19 adlı makalesini de söyleyebiliriz.

Bunlardan başka Çin’de şimdi yine Hoca Ahmet Yesevi ve onun Yeseviye Tarikatını önemli araştırma konusu edinen bazı özel çalışmalar yapılmıştır ve yapılmakta. Örneğin, Şincan Sosyal Bilimler Akademisin’den Ahmetcan Hasan’ın başkanlığında yapılan “Şincan’daki İşanlık Mezhebi Hakkında Tetkikat” (yıl 2004); Şincan Üniversitesinden Hörmetcan Abdurahman başkanlığında yapılan “Uygur Sufizm Edebiyatı Hakkında Tetkikat” (2006); “Şincan Pedagoji Üniversitesinden Ablimit Ömer başkanlığında yapılmakta olan “Uygur Felsefe Düşünce Tarihi” (2007), “Karahanlılar Dönemindeki Uygurların Felsefe ve Dini ideolojisi Üzerinde Araştırma” (2009); Şincan Pedagoji Üniversitesi’nden Dilmurat Ömer’in başkanlığında yapılmakta olan “Modern Dönem Uygurlarının Sufizm Tarikatları Üzerine Araştırma” gibi çalışmalar var.

Yukarıda bahsettiğimiz araştırma konularının hepsi Hoca Ahmet Yesevi ve onun düşüncesi ile çok yakından ilgili olan çalışmalardır. Bu çalışmaların yapılması ve başarıyla tamamlanması inşallah bizim Hoca Ahmet Yesevi hakkındaki bilgimizi daha da derinleştirecek ve bu konudaki araştırmaları daha ileri bir düzeye yükseltecektir.

Özet:

Çin’de Hoca Ahmet Yesevi Hakkında yapılan çalışmalar yukarıdaki bölümlerde bahsettiğimiz gibi çok çeşitlidir ve farklılıklar arz etmektedir.
Gerçi şimdilik Yeseviliği özel araştırmayı konu edinen bir alan henüz şekillenmemiş olsa bile, bu konudaki çalışmalar edebiyat, felsefe, tarihçilik ve dinler tarihi noktasından yapılmakta ve belli görüşler ortaya atılmakta. Bu çalışmalar uluslararasındaki söz konusu çalışmalara göre biraz geç başlanmış olsa bile, ama bundan sonraki birkaç sene içerisinde belli başlı neticeler elde edebileceğimizden umut vardır. Bu alanın geleceğinin parlak olacağını umuyoruz.

Çin ekonomisinin hızlı gelişmesiyle beraber sosyal bilimler araştırmalarına büyük bütçeler ayrılmaktadır. Bu durumda bazı devlet dereceli ya da başkanlık dereceli, bölgesel dereceli araştırma çalışmalarının yapılması, elde edilen sonuçların kitap olarak neşredilmesi, şüphesiz ki, bu konudaki çalışmaları daha da ileri düzeylere yükseltecektir.

Teşekkürler.

Yazar: yesevihan [ 07.04.10, 11:30 ]
Mesaj Başlığı: Re: Uluslararası Hoca Ahmed Yesevi Sempozyumu -NOTLAR-

Hoca Ahmed Yesevi ve Takipçilerinin Temel Görüşleri

Doç. Dr. Necdet Tosun*



Bu tebliğde Hoca Ahmed Yesevi ve takipçilerinin İslami kurallara bağlılığı, Ehl-i Sünnet yoluna bağlılığı, melamet çizgisindeki din anlayışı, Allah ve peygamber sevgisi ile mahlukata merhamet gibi konulardaki fikirleri ele alınacaktır. Bu tebliğ hazırlanırken Yeseviyye mensuplarının en eski ve muteber eserleri kaynak olarak kullanılmış, böylece Ahmed Yesevi ve takipçilerinin temel dinî görüşleri ortaya konmuştur.

a) Ahmed Yesevî ve Takipçilerinin İslâmî Kurallara Bağlılığı:

Hoca Ahmed Yesevî’nin Dîvân-ı Hikmet isimli eserinin mukaddimesi mâhiyetinde olan Fakrnâme’ye göre, Ahmed Yesevî âhir zamanda sahte âlim ve şeyhlerin ortaya çıkacağını söyledikten sonra bunları şöyle eleştirir: “Ve ilm-i şerîat birlen amel kılmagay”1. Yani: (Sahte âlim ve şeyhler) dînî kurallara uymayacaklar.

Daha sonra nasîhat olarak şöyle devam eder: “Ey tâlib! Eger Hak’nı talep kılıp tapay diseng andag pîrge kol bergil kim şerîatda ârif-i billâh bolsa… Eger mürîd şerîat ilmini bilmese şerîat ilmini anga örgetkey”2. Yani: Ey öğrenci! Eğer Hak Teâlâ’yi isteyip bulayım dersen, dini iyi bilen şeyhe mürîd ol! Eğer mürîd dinî ilimleri bilmiyorsa, bu şeyh ona öğretir.

Aynı eserde dervîşliğin 40 makam olduğu, bunlardan 10 tanesinin şerîatla (dînî kurallarla) ilgili olduğu ifâde edildikten sonra bu on makâm şöyle sıralanır: “Evvel: Îmân keltürmek Hak Teâlâ’nıng birlikige ve barlıkıga ve sıfâtıga ve zâtıga. İkkinçi: Namaz okumak turur. Üçünçü: Rûze tutmak turur. Törtünçü: Zekât vermek turur. Beşinçi: Hac tavâf kılmak turur. Altınçı: Mülâyim sözlemek turur. Yetinçi: İlim ögrenmek turur. Sekizinçi: Hazret-i Rasûl sallallâhu aleyhi ve sellemni sünnetlerini becây keltürmek (yerine getirmek) turur. Tokuzunçu: Emr-i ma‘rûfnı becây keltürmek turur. Onunçu: Neyh-i münker kılmak turur3.

Hoca Ahmed Yesevî bir şiirinde de dînî kurallara bağlılık hakkında şöyle der:

Her kim kılsa tarîkatnı da‘vâsını,
Evvel kadem şerîatga koymak kerek.
Şerîatnıng işlerini edâ kılıp
Andın songra bu da‘vânı kılmak kerek.4

Yani: Tarîkat yolunda olduğunu iddia eden kişinin önce şerîat yoluna girmesi, dînî kurallara uyup ondan sonra sûfîlik iddiâsında bulunması gerekir.

Ahmed Yesevî’nin talebelerinden Sûfî Muhammed Dânişmend’in Mir’âtü’l-kulûb isimli eserinde Ahmed Yesevî’nin şöyle dediği nakledilir:

“Sûfî Muhammed-i Dânişmend, Sultânü’l-‘ârifîndin nakl kılıp tururlar kim, şerî‘atnı tamam kılmagunça tarîkatda kadem koysa bolmas”5. Yani: Sûfî Muhammed Dânişmend, Sultânü’l-ârifîn Ahmed Yesevî’den nakleder ki: (Bir kimsenin) şerîatı tamam olmadan tarîkat yoluna girmesi (doğru) olmaz.

Dîvân-ı Hikmet’teki bir şiirde Hoca Ahmed Yesevî şöyle der:

Cemâatge barmayin terk-i namâz kılganlar,
Şeytân birle bir yerde derk-i esfelde kördüm.6

Yani: Mescide gitmeyen ve namazı terk eden kişileri, Şeytan ile aynı yerde Cehennem çukurunda gördüm.

Bu rivâyetlerden, Hoca Ahmed Yesevî’nin dînî kurallara bağlı bir Müslüman olduğu anlaşılmaktadır. Bazı Dîvân-ı Hikmet nüshalarında şu şiir vardır:

Mürşidlikni da‘vâ kılur şartın bilmes
Helâl haram, sünnet, bid‘at farkın bilmes
Bû-Hanîfe mezhebinde hergiz yürmes
Diger bid‘at mezheplerdin yürürler-e.7

Bu ifâdelerden Ahmed Yesevî’nin Hanefî mezhebinde olduğu anlaşılmaktadır.

Ahmed Yesevî’nin tâkipçilerinden olup 14. yüzyılda Sayram ile Taşkent arasındaki İspicâb’da yaşamış olan Yesevî şeyhi Hoca İshak b. İsmail Ata’nın Hadîkatü’l-ârifîn isimli eserinde Yesevî dervişlerinin yüksek sesle icrâ ettiği cehrî zikrin meşrû ve câiz olduğunu ispat etmek için el-Hidâye isimli eserin şerhi olan en-Nihâye ve Hulâsatü’l-fetâvâ gibi Hanefî fıkıh kitaplarından deliller nakledilmiş, ayrıca İmâm-ı A‘zam Ebû Hanîfe’nin görüşlerine yer verilmiştir8. Bu eserde diğer mezhep imamlarına değil, sadece Ebû Hanîfe’ye ve Hanefî fıkıh kitaplarına referans yapılması, Ahmed Yesevî gibi, onun tâkipçilerinin de Hanefî olduğunu gösterir.

b) Ahmed Yesevî ve Takipçilerinin Ehl-i Sünnet Yoluna Bağlılığı:

Sûfî Muhammed Dânişmend’in Mir’âtü’l-kulûb isimli eserinde şu cümleler yer alır:

“Kutbü’l-aktâb Hâce Ahmed-i Yesevî rahimehu’llâh ve meşâyıh-ı Tabakât andağ aytmışlar kim: Âhiru’z-zamânda bizdin songra andağ meşâyıhlar kopgay kim, İblîs aleyhi’l-la‘ne alardın ta‘lîm alğay ve alar İblîsning işin kılğay ve halklarğa muhib bolup irâdetsiz koymağay ve mürîdlerin başkarıp maksadğa yetkürelmeyler. Zâhirlerini ârâste kılıp mürîddin köp tama‘ kılıp bâtınların harâb kılğaylar. Ve küfürdin îmânnı fark kılmağaylar ve ‘âlimlerni muhib bilmey iltifât kılmağaylar. Ehl-i Sünnet ve cemâ‘atnı düşmen körüp ve ehl-i bid‘at ve dalâletni süyüp, yamanlıknı pîşe kılıp Tengri ‘azze ve celledin yahşılık ümîd tutğay ve da‘vâ-yı şeyhlık kılğay”.9

Yani:

“Kutbu’l-aktâb Hâce Ahmed Yesevî ve Tabakât meşâyıhı (Tabakâtu’s-sûfiyye adlı eserdeki ilk dönem sûfîleri) şöyle demişlerdir: Âhir zamanda bizden sonra öyle şeyhler zuhûr edecek ki, Şeytan aleyhi’l-la‘ne onlardan ders alacak ve onlar Şeytan’ın işini yapacaklar. Halka dost olup halk ne isterse onu yapacaklar. Müridlerine yol gösterip onları maksada ulaştıramayacaklar. Dış görünüşlerini süsleyip müridden çok hırs sâhibi olacaklar ve içleri (bâtınları) harâb olacak. Küfür ile îmânı farklı görmeyecekler, âlimleri sevmeyecek ve onlara iltifât etmeyecekler. Ehl-i Sünnet ve cemâatı düşman görüp ehl-i bidat ve dalâleti sevecekler. Kötülüklerini öne çıkarıp Hak Teâlâ’dan iyilik umacak ve şeyhlik iddiâsında bulunacaklar”.

Yukarıda Ahmed Yesevî’den nakledilen sözler Fakrnâme’nin baş tarafında da bulunmaktadır10. Hoca Ahmed Yesevî âhir zamanda ortaya çıkacak olan ve Ehl-i Sünnet mezhebini düşman gibi görecek olan sahte şeyhleri eleştirdiğine göre, kendisi Ehl-i Sünnet ve Cemâat mezhebine bağlı idi. Dîvân-ı Hikmet’te hulefâ-i râşidîn denen ilk dört halîfenin (Hz. Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali) hepsi hakkında medhedici şiirlerin bulunması da Yesevî’nin Ehl-i Sünnet’e bağlı olduğunu ispatlamaktadır11. Çünkü Şia mezhebine bağlı kişiler, ilk üç halifeyi övmezler, aksine onları kötü bilirler.

Hoca İshak b. İsmail Ata’nın Hadîkatü’l-ârifîn isimli eserinde de Fahreddîn Râzî ve Ebu’l-Leys Semerkandî gibi Ehl-i Sünnet âlimlerinin görüşlerine yer verilmiş, ayrıca Ehl-i Sünnet içinde Mâtürîdiyye isimli akâid mezhebinin kurucusu olan İmâm Ebû Mansûr Mâtürîdî’nin bir sözü nakledilmiştir12. Bu durum, Hoca Ahmed Yesevî gibi, onun tâkipçilerinin de Ehl-i Sünnet yoluna bağlı olduklarını ve muhtemelen Mâtürîdî olduklarını göstermektedir. Aynı eserde Hz. Ebû Bekir’den övgüyle bahsedilmesi, dört halîfe hakkında çehâr-yâr-ı bâ safâ diye övgü ifâdesi kullanılması bu durumu teyid etmektedir.

Bir başka Yesevî risâlesi olan ve Şeyh Hudâydâd b. Taş Muhammed Buhârî tarafından XVIII. asırda kaleme alınan Bustânü’l-muhibbîn’de mürîdlerin âdâbı ve uyması gereken kurallar sıralanırken dördüncü madde olarak: “İ‘tikâdı, Ehl-i Sünnet ve Cemâatga muvâfık bolgay”13, yani: Mürîdin itikadı, Ehl-i Sünnet ve Cemâat’a uygun olacak, denmektedir. Aynı eserin bir başka yerinde: “Biling ey dostlar! Mürîdning i‘tikâdı, Ehl-i Sünnet ve Cemâatning i‘tikâdlarıga muvâfık bolgay. Ehl-i Sünnetge fukahâ sevâd-ı a‘zam dirler”14, yani: Bilin ey dostlar! Mürîdin itakâdı Ehl-i Sünnet ve Cemâatin itikadına uygun olacak. Ehl-i Sünnet’e fıkıh âlimleri Sevâd-ı A’zam (çoğunluk, ekseriyet) derler, cümlesi yer alır.

Bu rivâyetler, hem Ahmed Yesevî’nin hem de onun tâkipçilerinin Sünnî olduğunu göstermektedir. Ancak son yıllarda, Yesevî şeyhlerinin bu eserlerini ve sözlerini dikkate almayan bazı araştırmacılar mesnedsiz tahminler yürüterek Ahmed Yesevî ve tâkipçilerinin Şiî-İsmâilî ya da Ehl-i Sünnet dışı heterodoks bir düşünceye sahip olabileceğini iddiâ etmişlerdir15. Yukarıda nakledilen cümleler ise, bu konudaki iddiâları ortadan kaldıracak mâhiyettedir.

Ayrıca Anadolu’da yayılan Bektâşîliğin, Yesevîliğin bir kolu olduğu yönündeki faraziye de yeni araştırmalarla çökmüş durumdadır16. Bektâşîlik, Yesevîliğin değil, Irak’ta kurulan Vefâiyye tarîkatının bir koludur. Anlaşılan şu ki, Ahmed Yesevî ile Hacı Bektaş Velî’nin de hiçbir bağlantısı yoktur17.

Fergana Vâdisi’nde XIX. asrın sonlarında görülen Laçiler ve Saçlı Îşânlar’ın da Yesevîlik ile gerçek bir bağlantısı ispatlanamamıştır18. Bu grupların bazen Dîvân-ı Hikmet’ten şiirler okumaları onların Yesevîlik’ten geldiğini kanıtlayamaz. Çünkü o dönemde tasavvuf ile doğrudan bağlantısı olamayan bazı kadınlar da bir araya gelip Dîvân-ı Hikmet’ten şiirler okuyabiliyorlardı19. Ayrıca İstanbul’daki Nakşbendî tarîkatına bağlı Özbek Tekkelerinde de Dîvân-ı Hikmet’ten bazı şiirlerin bestelenerek ilâhi şeklinde okunduğu bilinmektedir20. Bu grupların kadın erkek birlikte zikretmeleri de Yesevîlik ile bağlantılarını kanıtlamaz. Çünkü (Ahmed Yesevî hakkındaki bir menkıbe istisnâ tutulursa), Yesevîlik tarihinde birlikte zikir uygulaması görülmemektedir. Öte yandan Doğu Türkistan’da XIX. yüzyılda Kübreviyye tarîkatına bağlı bir grup sûfînin kadın-erkek birlikte zikrettiği bilinmektedir21. Prof. Devin DeWeese de Laçiler ve Saçlı Îşanlar’ın Yesevîlik ile alâkası olmadığı kanâatindedir22. Bu gruplar, Fergana’daki bazı Kalenderî meşreb sûfîlerin kalıntıları olmalıdır.

c) Ahmed Yesevî ve Tâkipçilerinde Melâmet Neş’esi:

Melâmet, kişinin kendisini eleştirmesi, halkın kınamasına ve eleştirmesine aldırış etmemesi, hattâ bundan zevk alması, gösteriş ve riyâdan uzak kalmak için çaba göstermesi şeklinde târif edilebilir. Horasan sûfîleri içinde yaygın olan melâmet düşünce ve karakterini Hoca Ahmed Yesevî ve tâkipçilerinde de görmek mümkündür. Dîvân-ı Hikmet’teki şu ifâdeler, Ahmed Yesevî’nin kendini eleştirmesine bir örnektir:

“Yok menin dek şûm-i belâ âlem ara,
Hiç bolmadı mendin rızâ halk-ı Hudâ”23.

Yani: Dünyada benim gibi belâ uğursuzluğu yoktur,

Allah Teâlâ benden hiç râzı olmadı.

Şu cümleler de melâmet (kendini eleştirme) düşüncesinin ürünüdür:

“Ey köngül kıldıng günâh, hergiz peşîmân bolmadıng,
Sûfî men dep lâf urup tâlib-i cânân bolmadıng,

Hayf ömrüng ötti bir lahza giryân bolmadıng,
Sûfî-nakş boldung velî hergiz müsülmân bolmadıng”24.

Yani:

Ey gönül! Günah işledin, aslâ pişman olmadın,
Ben sûfîyim diye konuştun ama Allah’ı aramadın,

Vah, ömrün geçti, bir an bile ağlamadın,
Görünürde sûfî gibi oldun ama aslâ Müslüman olmadın.

Ahmed Yesevî’nin imam olup mürîdlerine namaz kıldırmadan önce beline bir koyun barsağı (ya da tırnağı) bağladığı ve namazda eğildiğinde bu barsaktan bir ses çıktığını ve mürîdlerin çoğu “hocanın abdesti bozuldu” diye düşünerek mescidi terk ettikleri şeklindeki menkıbe de Ahmed Yesevî’deki melâmet neş’esine bir örnektir25.

Ahmed Yesevî’nin mürîdlerinden Hakîm Ata: “Barça yahşı, biz yaman, barça buğday biz saman” derdi26. Yani: Herkes iyi, biz kötüyüz. Herkes buğday gibi kaliteli, biz saman gibi değersiziz. Sûfî Muhammed Dânişmend’in mürîdi Süksük Ata’ya adı sorulduğunda: “Adım Firavun’dur” diye cevap vermişti27.

Bustânü’l-muhibbîn isimli eserin 15. bölümünde şu ifâdeler yer alır: “Biling ey dostlar, sûfîler ehli melâmet ve ehl-i kalenderlik sıfatlık kerek. Ehl-i melâmetning sıfatı oldur kim, ihlâs şerbeti birlen tamâm-ı a‘zâlarnıng tamarlarını toldurup kandurgan bolgay. Könglini sıdk ve safâ birlen musaffâ kılgan bolgay. Ve bul ahvâl ve a‘mâlleri birlen lezzet tapıp hemîşe bu sırların halâyıkdın pinhân kılgay”28.

Burada şunu ifâde etmek gerekir ki, Orta Asya’da yayılan Yesevîlik ve Nakşbendîlik gibi tarîkatlerde melâmet neş’esi açıkça görülmektedir. Ancak Orta Asya sûfîlerinin melâmet anlayışı, Horasan (Afganistan ve İran) sûfîlerinin melâmet anlayışı gibi değildir. Horasan Melâmîlerinin bir kısmı zaman içinde dînî kuralları ihmâl ederek heterodoks bir yapıya dönüşmüştür. Oysa Orta Asya Melâmîleri her zaman dînî kurallara bağlı kalmışlar ve melâmet ile şerîatı uzlaştırmışlardır.

d) Ahmed Yesevî ve Tâkipçilerinde Allah ve Peygamber Sevgisi:

Hoca Ahmed Yesevî, Allah sevgisini şiirlerinde sıklıkla dile getirmiştir. Bu şiirlerden bazıları şunlardır:

“Aşkıng kıldı şeydâ meni, cümle âlem bildi meni,
Kaygu sensin tüni küni, menge sen ok kereksen”29.

Yani: Aşkın beni çılgına çevirdi, herkes beni bildi, gece gündüz düşüncem sensin, bana sadece sen lazımsız ey Allahım!

Hoca İshak b. İsmail Ata, insanın gönlünde Allah sevgisinin oluşup gelişebilmesi için, o gönülden dünya sevgisinin gitmesi gerektiğini şöyle ifâde etmiştir: “Pes, bilgil, Mevlâ azze ve cellening arasında muhabbet-i dünyâ ve nefs hicâb turur. Her kim muhabbet-i dünyânı köngül közgüsidin kiterse hicâb aradın kiter. Andın keyin bu bende perverdigârnı körer, inşâallâhü teâlâ”30.

Ahmed Yesevî’de Peygamber sevgisi de ön plandadır. Hz. Peygamber 63 yaşında vefât ettiği için, 63 yaşına gelen Ahmed Yesevî peygambere olan sevgisinden dolayı artık toprağın üzerinde yaşamak istememiş ve yer altında bir ibâdet yeri kazıp kalan ömrünü onun içinde geçirmiştir. Yesevî, peygamber sevgisiyle söylediği şiirlerde şöyle diyor:

“Başımga tüşüp na‘ra-i sevdâ-yı Muhammed,
Men anı üçün kuyıda şeydâ-yı Muhammed”31.

“On sekiz ming âlemge server bolgan Muhammed,
Otuz üç ming ashâbga rehber bolgan Muhammed”32.

Yesevî şeyhlerinden Süksük Ata bir miktar çamaşır alıp çamaşır yıkayıcısına gitmişti. Yıkayıcı: Adınız nedir, yazayım da diğer çamaşırlarla karışmasın, dedi. Süksük Ata: Adım Firavun’dur, diye cevap verdi. Çamaşırcı: Başka isim bulamadınız mı da böyle isim koydunuz, diye sorunca, Süksük Ata: Adım Muhammed’dir. Ama Allah Rasûlü’nün adı olan bu ismi yazıp kazana çer çöp ile birlikte atarsan bu isme hakâret olur diye düşündüm, diye karşılık verdi. O gece Süksük Ata rüyasında Hz. Peygamber’i gördü. Hz. Peygamber ona: Ey Süksük Hoca! Sen madem ki benim ismine hürmet ettin, ben de sana, senin evlâdına ve sana tâbi olanlara ahirette şefâat edeceğim, buyurdu33.

Bu rivâyetlerden, Ahmed Yesevî ve tâkipçilerinin duygu dünyasında Allah ve peygamber sevgisinin önemli bir yer tuttuğu anlaşılmaktadır.

e) Mahlûkâta Merhamet:

Ahmed Yesevî, şiirlerinde mahlûkâta merhamet, fakir ve yetimlere yardımcı olmak gibi konulara sıkça temas etmiştir. Bu şiirlerden bazıları şunlardır:

Kayda körseng köngli sınuk merhem bolgıl
Andag mazlum yolda kalsa hemdem bolgıl
Ruz-i mahşer dergahıga mahrem bolgıl
Mâ vü menlik halayıkdın kaçtım mena.

Garib, fakir, yetimlerni Resûl sordı
Uşal tüni mi'râc çıkıp dîdâr kördi
Kaytıp tüşüp fakirlerni halin sordı
Gariblerni izin izlep tüştüm mena.34

Yani:

Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol
Öyle mazlum yolda kalsa, yoldaş ol
Mahşer günü dergâhına yakın ol
Ben-benlik güden (kibirli) kişilerden kaçtım ben işte.

Garip, fakir, yetimleri Resul sordu
O gece Miraca çıkıp Hakk cemalini gördü
Geri gelip indiğinde fakirlerin halini sordu
Gariplerin izini arayıp indim ben işte.

Sünnet ermiş kâfir bolsa berme âzâr
Köngli kattıg dil-âzârdın Hudâ bizâr
Allah hakkı andag kulga Siccîn tayyar
Dânâlardın eşitip bu söz aydım mena.35

Yani:

Sünnet imiş, kâfir de olsa, verme zarar (incitme)
Gönlü katı, gönül inciticiden Allah şikâyetçi;
Allah şâhit, öyle kula "Siccîn" (Cehennem) hazır
Bilgelerden işitip bu sözü söyledim ben işte.

Muhammed aydılar her kim yetîmdür
Bilingiz ol meni hâs ümmetimdür
Yetîmni körsengiz agrıtmangızlar
Garibni körsengiz dag etmengizler.36

Yani:

Muhammed (a.s) dediler: "Her kim yetimdir,
Biliniz, o benim has ümmetimdir."
Yetimi görseniz, incitmeyiniz;
Garibi görseniz, dağ etmeyiniz (incitmeyiniz).

Netîce olarak, yukarıda zikredilen bilgilerden anlaşıldığına göre, Hoca Ahmed Yesevî ve tâkipçileri dînin emir ve yasaklarına bağlı, Ehl-i Sünnet ve Cemâat yolunda, diğer Orta Asya Türkleri gibi Hanefî ve Mâtürîdî idiler. Bunun yanı sıra, tasavvuf yolunda melâmet neş’esi (Melâmîlik) denen karaktere sâhiptiler. Gösteriş ve riyâdan kaçınır, sâde yaşar ve kendilerini eleştirirlerdi. Eserlerinde Allah ve peygamber sevgisi önemli bir yer tutmaktaydı. Mahlûkâta, özellikle de fakir ve yetimlere merhamet konusuna sıklıkla vurgu yaparlardı. Hulâsa, İslâm ve tasavvuf ahlâkıyla donanmış insanlardı.

DİPNOTLAR:

[1] Hoca Ahmed Yesevî, Dîvân-ı Hikmet (nşr. Kuanışbek Kârî, Galiya Kambarbekova, Rasûl İsmailzâde), Tahran: el-Hüdâ, 2000, s. 1 (Arap harfli bölüm).
[2] Hoca Ahmed Yesevî, age, s. 2.
[3] Yesevî, ae, s. 6.
[4] Yesevî, age, s. 155.
[5] Sûfî Muhammed Dânişmend, Mir’âtü’l-kulûb, İsveç, Uppsala Üniversitesi Kütüphânesi, nr. 472, vr. 162b.
[6] Yesevî, Dîvân-ı Hikmet, s. 175.
[7] Bk. Mertol Tulum, “Hikmetlere Göre Yesevîlik ve Orta Asya Kültür Tarihi Bakımından Önemi”, İlmî Araştırmalar, sy. 7 (İstanbul 1999), s. 212.
[8] Hoca İshak b. İsmail Ata, Hadîkatü’l-ârifîn, Özbekistan Fenler Akademisi Bîrûnî Şarkiyat Enstitüsü Ktp., nr. 11838, vr. 53b-54a.
[9] Sûfî Muhammed Dânişmend, Mir’âtü’l-kulûb, vr. 175a-175b.
[10] Yesevî, age, s. 1.
[11] Yesevî, Dîvân-ı Hikmet, s. 100-102.
[12] Hoca İshâk b. İsmail Ata, Hadîkatü’l-ârifîn, vr. 54a, 88a.
[13] Şeyh Hudâydâd b. Taş Muhammed Buhârî, Bustânü’l-muhibbîn (nşr. B. M. Babacanov- M.T. Kadırova), Türkistan 2006, s. 64.
[14] Şeyh Hudâydâd, age, s. 87.
[15] Örnek olarak bk. Aftandil S. Erkinov, “Ahmad Yasavi: An Ismaili Pir of the Turkestan Region (North)”, The Art and Material Culture of Iranian Shiism (Universty of Oxford, 7-8 July 2006) isimli konferansta sunulan tebliğ.
[16] Fuat Köprülü yaklaşık bir asır önce şöyle yazmıştı: “Bektaşîlikle Yesevîlik arasında hiçbir hakikî bağ mevcud değildir”. Bk. Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara 1993, s. 112. Bu konuda yapılan son araştırmalar, Köprülü’yü destekler mâhiyettedir. Bk. Ahmet Yaşar Ocak, “Türkiye Selçukluları Döneminde ve Sonrasında Vefâî Tarîkatı (Vefâiyye)”, Belleten, LXX/257 (Nisan 2006), s. 119-154.
[17] Bazı kaynaklarda Bektâşiyye tarîkatının pîri Hacı Bektâş-ı Velî’nin (ö. 669/1271), Ahmed Yesevî’nin halifelerinden biri olduğu nakledilmiş ise de (bk. Anonim, Vilâyet-nâme (nşr. Abdülbâki Gölpınarlı), İstanbul 1995, s. 16, 19), daha muteber kaynaklar onun Anadolu Selçuklu Devleti aleyhine bir isyan tertipleyen ve 637 (1240) senesinde idam edilen Baba Rasûl nâmıyla meşhur Vefâî şeyhi Baba İlyâs-ı Horasânî’nin halifesi olduğunu ifâde etmektedirler (bk. Ahmed Eflâkî, Menâkıbu’l-ârifîn (Farsça nşr. Tahsin Yazıcı), Ankara 1976, I, 381; Âşıkpaşazâde, Âşıkpaşazâde Târîhi (nşr. Âlî Bey), İstanbul 1332/1914, s. 1, 204-205; Ahmet Yaşar Ocak, Babaîler İsyanı, İstanbul 1996, s. 172-174). Baba İlyâs’ın başlattığı Babaîler isyanına katılmayıp inzivâya çekildiği anlaşılan Hacı Bektâş sonraları tarîkat faaliyetine başlamıştır. Ancak görülen o ki, bu dönemde devletin ve toplumun tepkisinden çekinen Bektâşîler, tarîkat silsilelerinin Baba İlyâs yoluyla Vefâiyye tarîkatına bağlandığını söylemekten kaçınıp Hacı Bektâş’ın Ahmed Yesevî’nin halifesi olduğunu iddia etmişler, böylece hem isyan töhmetinden uzak kalmayı hem de Yesevî’nin şöhretinden istifâde etmeyi hedeflemişlerdir. Bu sözlü propaganda zamanla semeresini verip yazılı kaynaklara da intikal etmiştir. Vilâyet-nâme’yi neşre hazırlayan Gölpınarlı’nın eserin sonuna eklediği açıklamalar bölümündeki şu cümleleri, onun da benzer kanaatte olduğunu göstermektedir: “Hâsılı bizce Ahmed-i Yesevî nasıl şöhreti yüzünden Bektâşî geleneğine sokulmuşsa, Lokmân [-ı Perende] da şöhreti yüzünden bu geleneğe sokulmuş ve bu zâta, Hacı Bektaş’a hocalık ettirilmiştir” (s. 103). Netice olarak Bektâşîliğin Yeseviyye ile doğrudan bir alâkasının olmadığı ve Vefâiyye’nin bir kolu durumunda bulunduğu anlaşılmaktadır.
[18] Kırgız araştırmacı Satıbaldı Mambetaliyev, 1966’da yayınladığı bir eserinde bu grupların Yeseviliğin bir uzantısı olduğunu ifade etmiştir. (bk. Satıbaldı Mambetaliyev, Kırgızstandagı Musulman Sektaları, Frunze 1966, s. 11-12.) Daha sonra 1972’de yayınladığı bir eserinde ise, bu grupların önceki Yesevî, Kâdirî ve Nakşbendî mensuplarının Sovyet yayılmacılığına karşı ortak hareketi ve direnişinden doğmuş gruplar olduğunu söyleyerek biraz daha farklı bir görüş ileri sürmüştür. (Mambetaliyev, Sufizm Cana Anıng Kırgızstandagı Agımdarı, Frunze 1972, s. 44). Bu konuda daha sonra yeni yayınlar da yapılmıştır.
[19] Baymirza Hayit, “Türkistan Kadınlarının Yesevîcilik Ananesi”, Milletlerarası Ahmet Yesevî Sempozyumu Bildirileri (26-27 Eylül 1991), Ankara 1992, s. 45-48.
[20] Musahipzade Celâl, Eski İstanbul Yaşayışı, İstanbul 1946, s. 44.
[21] Molla Mûsâ Sayrâmî, Târîh-i Eminiyye, Kazan 1905, s. 117-120.
[22] Devin DeWeese, “Yasaviya”, İslam na Territorii Bıbşey Rossiyskoy İmperii, Moskova 2003, fasikül: 4, s. 38.
[23] Yesevî, age, s. 42.
[24] Yesevî, age, s. 165.
[25] Anonim olan Hakîm Ata Kitabı’ndan naklen bk. K.G. Zaleman, “Legenda Pro Hakim-Ata: Hakîm Ata Risâlesi”, Bulletin de l’Academic Imperiale des Sciencas de St. Petersbourg, cilt: IX, sayı: 2, (Septembre 1898), s. 109; Önal Kaya, Tezkire-i Hakîm Ata: Bir Yesevî Dervişinin Menkabevî Hayatı, Ankara 2007, s. 64.
[26] Ali b. Hüseyin Safî, Reşahât-ı Aynü’l-hayât, Taşkent 1329/1911, s. 10.
[27] Hoca İshâk, Hadîkatü’l-ârifîn, vr. 74a.
[28] Şeyh Hudâydâd Buhârî, Bustânü’l-muhibbîn, s. 127.
[29] Ahmed Yesevî, age, s. 186.
[30] Hoca İshak, age, vr. 29b.
[31] Yesevî, age, s. 53.
[32] Yesevî, ae, s. 55.
[33] Hoca İshak, age, s. 74a.
[34] Yesevî, age, s. 17.
[35] Yesevî, ae, s. 20.
[36] Yesevî, ae, s. 99.

---------------------------
[Azîz kardeşim Necdet TOSUN, bu makalesini Türkistan'da birkaç sene önce ilmî bir toplantıda tebliğ olarak sunmuş ve sonra Kırgızistan'ın başkenti Bişkek'te yayınlamıştır. Konu ile ilgisi yönünden buraya eklendi.]