KARIŞIK

Mirza Mazhar Can-ı Canan Hz. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mirza Mazhar Can-ı Canan Hz. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Şubat 2016 Perşembe

Mirza Mazhar Can-ı Canan Hz.

Mirza Mazhar Can-ı Canan Hz.  

Abdulhalik El-Gücdevani (k.s.) Hayatı








Canlar Canı-Sevgililer Sevgilisi
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri Hz. Ali Efendimiz’in (r.a) torunlarındandır. Pâk nesli, Kerbelâ’da şehid edilen Hz. Hüseyin Efendimiz’in (r.a) kardeşi Muhammed b. Hanefiyye hazretlerine dayanır.
Hindistan’da soylu ailelerden gelenlere ve seyyidlere özel bir unvan verilirdi. Bu yüzden kendisine Hz. Ali’nin (r.a) neslinden geldiği için “Mirza” denildi.
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri insanlara huzur veren bir candı. İlham kaynağı bir sevgiliydi. Canlara can olan bir veliydi. Âlimlere, âbidlere, velîlere canlılık kazandıran bir candı. Bu yüzden kendisine “Cân-ı Cânân” (canlar canı, sevgililer sevgilisi) denildi. O, meşhur hadis ve fıkıh âlimi Şah Veliyyullah Dihlevî’nin dediği gibiydi:
“Bu dünyada Hz. Mazhar’ın bir benzeri daha yoktur.”
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri 1111 (1700)yılında doğdu. Henüz beş yaşlarında iken bile üzerinde görülen olağan üstü güzellikler bambaşkaydı. Allah sevgisi dillere destandı. İlâhî aşk onda doğuştandı. O seçilmişti.
Dokuz yaşlarında iken Hz. İbrahim aleyhisselâmın pek çok mânevî güzelliklerine şahit olmuştu. Yolda yürürken, “Ben, sıfatıyla Kur’an’da geçen ve ikinin ikincisi diye anılan Hz. Ebû Bekir Efendimiz’i (r.a), yolda yürürken daima önümde görüyorum” derdi. İmâm-ı Rabbânî hazretlerine âşıktı. O hep gözünün önündeydi.
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretlerinin sözlerin yetersiz kaldığı nice mânevî güzellikleri vardı. Bu yüzden olsa gerek babası, onun yetişmesine çok daha fazla özen gösterdi. Zâhirî ilimleri tamamladığında yaşı henüz on sekizdi.
İlâhî irade onu, mânevî âlemlere sevketti. Tatlı bir esintiydi bu. Rahmetti, lutuftu, şerefti. Bu ilâhî ikram Hz. Mazhar’ı, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) pâk neslinden gelen bir zatın nurlu ellerine ve gönüllerine bağladı: Seyyid Nur Muhammed Bedâûnî hazretleri…
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri nur-ı Muhammedî olan bir velînin dergâhında yetişti. Onun nurlu nazarları altında, daha önce kimsenin içmediği ağzı mühürlü kadehlerle bâtın ilminden içti. Onun irşadı ile kendinden geçti. İlâhî mertebelere kavuştu. Mânevî âlemleri seyretti ve ona “Habîbullah” denildi. Habîbullah “Allah sevgilisi” demekti.
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri mürşidi Seyyid Nur Muhammed Bedâûnî hazretlerinin terbiyesi altında Muhammedî nurlara kavuşunca, özünü buldu. Sözleri insanlara tesir eder oldu. Hayret makamlarından bilinmezlik âlemine daldı. Cehaletten hayret mertebelerine yükseldi. Asla durmadı ve dinlenmedi. Çünkü onu, Seyyid Nur Muhammed Bedâûnî hazretleri yanından hiç ayırmadı. Onu gözetti, sâfîleştirdi. Maddî ve mânevî nazarlarını onun üzerinde topladı.
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri bu yüzden, velîler meclisinden ayrı kalmadı. Varlıklar âleminde adeta parlayan bir güneş oldu. Zâhir ve bâtında yetenekleri çoktu. İnsanları irşad etmek ise artık onun göreviydi. Bir gün Seyyid Nur Muhammed Bedâûnî hazretleri etrafındakilere,
“Vefatımdan sonra Mirza Mazhar Cân-ı Cânân halifemdir” dedi. Böylece ona bir sıfat daha verildi. Şemseddin yani dinin güneşi… Artık onun tam adı şöyleydi: “Şemseddin Habîbullah Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri.” Zâhirde ve bâtında alması gereken sıfatları almıştı.
Mürşid-i Kâmillere Hayran
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri mürşidi Seyyid Nur Muhammed Bedâûnî hazretlerinin vefatından sonra iki yıl süreyle onun kabrinde tefekkür âlemine daldı. Ondan mânevî feyizler aldı. Ancak Allah sevgisi kendisinde coşkuluydu. O, kâmil velîlerden nurlar almaya doymuyor, can tazelemek istiyordu. Bu yüzden mürşidi hayatta iken onun, diğer kâmil velîlerle irtibat kurmasına izin vermişti.
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri, bundan sonra dört mürşid-i kâmilden daha mânevî terbiye gördü. Bu zatlar, silsilenin diğer kollarından gelen büyük halifelerdi. İsimleri şöyle:
1. Mevlânâ Şeyh Muhammed Efdal hazretleri…
Bu zat, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin oğlu Muhammed Ma‘sûm hazretlerinin oğlu ve halifesi Hüccetullah Muhammed Fârûkî hazretlerinin halifesiydi.
2. Mevlânâ Şeyh Hafız Sa‘dullah hazretleri…
Bu zat da, yine Muhammed Ma‘sûm hazretlerinin halifesi ve oğlu Şeyh Muhammed Sıddîk hazretlerinin halifesiydi.
3. Mevlânâ Şeyh Muhammed Âbid Senâmî hazretleri…
Bu zat ise, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin oğullarından ve babası tarafından Kâdirî şeyhi olarak tayin edilen Muhammed Saîd Fârûkî hazretlerinin oğlu Şeyh Abdülahad hazretlerinin oğlu ve halifesiydi. Bu yönüyle Hz. Mazhar, hem Nakşibendî hem de Kâdirî tarikatından icâzet almış oluyordu.
4. Mevlânâ Şeyh Muhammed Zübeyr hazretleri…
Bu zat, Muhammed Ma‘sûm hazretlerinin oğlu ve halifesi olan Hüccetullah Muhammed Fârûkî hazretlerinin torunu ve en tanınmış halifesiydi.
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri bütün bu zatlarla yirmi yıl birlikte oldu. Onlara hizmet etti. Nice mânevî sırlar buldu. Böylece kemâlâtını tamamladı. İnsanları irşad etmeye başladığı zaman âdeta bir irfan deniziydi. Dalga dalga coşmaya ve taşmaya başladı. Mürşidi Seyyid Nur Muhammed Bedâûnî hazretleri ona şöyle demişti:
“Seni müjdelerim. Yüce Allah katında kabul edildin.”
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri Mevlânâ Şeyh Muhammed Âbid Senâmî hazretlerinin huzurunda iken de iltifat görmüştü:
“Şimdiye kadar sana benzeyen bir müridim olmadı. Zira senin Allah sevgin sonsuz, Resûlullah Efendimiz’e (s.a.v) muhabbetin bambaşka. Bu tarikat, sayende çok yüce mertebelere ulaşacak. İnanıyorum ki sana ‘Şemseddin ve Habîbullah’ adını Allah Teâlâ verdi.”
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri şöyle anlatıyor:
“Bir defasında da huzuruna gittiğimde Mevlânâ Şeyh Hafız Sa‘dullah hazretleri, ‘Sende gördüğüm bu muhabbete, Allah ve Resûlü’ne olan bağlılığına hayranım’ demişti.”
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri böylece çeşitli şeyhlerden ve mürşidlerden aldığı icâzetlerle Nakşibendî, Kâdirî, Sühreverdî, Çiştî tarikatlarında de mürşid-i kâmil oldu. Şöyle dedi:
“Üç tarikatta velîliği (Kâdirî, Sühreverdî, Çiştî) ve bunların terbiye metotlarını, ilimlerini ve zikir usullerini Seyyid Nur Muhammed Bedâûnî hazretlerinden aldım.
O beni daha sonra Muhammedî velâyete yükseltti. O zaman daima Muhammed Mustafa Efendimiz’i (s.a.v) görmeye başladım. O her an karşımdaydı. Bulunduğum her yerde onu görüyordum.
Yedi hakikat denilen farklı terbiye usullerini de kendisine yedi yıllık hizmetim sırasında Mevlânâ Şeyh Muhammed Âbid Senâmî hazretlerinden aldım. Bundan sonra o, tam bir yıl içinde beni pek yüce mânevî güzelliklere kavuşturdu. Hemen hemen tasavvufî her mertebenin üstünlükleri bende görülmeye başladı.”
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri mürşidi Seyyid Nur Muhammed Bedâûnî hazretlerinden sonra, adı geçen dört mürşid-i kâmil de âhirete irtihal edince, sûfîlerin mânevî terbiyesini tamamen üstlendi. İrşad makamının kutbu oldu. Böylece Nakşibendî yolu ve bağlı olduğu bütün sâdât-ı kirâmın nurları, Hz. Mazhar’ın üzerinde açıkça görülmeye, bütün bölgelerden akın akın insanlar dergâhına gelmeye başladı. Kafilelerle gelen nice müridleri vardı. Her biri onu görünce kendinden geçiyordu.
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri yaklaşık otuz yıl mürşid-i kâmillik yaptı. Bu süre içinde ne dünyaya ne dünyalık insanlara yöneldi. Onun tercihi sadece Allah’a kul olabilme özelliği kazanabilmekti. Buna tasavvufta “fakirlik” deniliyordu. Onun dünyevî bir isteği yoktu. Ne kendisi için görkemli bir ev yaptırdı, ne de şatafatlı bir dergâhı vardı. Onun tek bir sermayesi vardı. Onu da şöyle dile getirdi:
“Bu yolda elde ettiğim bütün sermayem, sâdât-ı kirâmı çok sevmiş olmamdır.”
Sohbetlerinden Seçilenler
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri şöyle anlattı:
Tasavvuf yolunu tercih edebilmek, Allah sevgisinden kaynaklanır. Bu sevgiyi Allah Teâlâ, sadece ilâhî bir ikram olarak kullarına bağışlamıştır. Kaldı ki şartlarını yerine getirmek suretiyle Allah’ı zikretmek herkese farzdır.163
Kalp gözü ancak Allah’ı zikretmekle açılır. Zikir esnasında bir mânevî dalgınlık (istiğrak) olursa dikkatli olmak gerekir. Bu hal geçince zikre daha istekli bir şekilde devam etmelidir. Zikirden fayda görebilmek için, zikri bırakmamak gerekir. Çünkü asıl gaye fayda görmektir.
Tüm bu uğraşma ve nefsin zorlanması ahlâkın güzelleştirilmesi içindir. Buna “tehzib-i ahlâk makamı” denir. Bundan maksat, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v), “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim”164 hadisinin sırrına erişebilmek içindir.
Bu zamanda dini tam anlamıyla yaşamak, kolaylıklara yönelmemek (azimet) kolay değildir. Çünkü yapılacak işlerde İslâm’ın tavsiyeleri göz önünde tutulmuyor. Hal böyle olunca özellikle bid‘atlardan kaçınmak, İslâm dininin emirlerine uymak büyük bir ganimet oluyor.
Kerametlerinden Bazısı
Hz. Mazhar efendimiz yanında bir grup müridiyle yolculuğa çıkmıştı. Yanlarında binit ve yiyecek yoktu. Ama dinlendikleri her konaklama yerinde, Allah tarafından önlerinde hazırlanmış yiyecek buluyorlardı.
Bir gün çok şiddetli yağmur yağmaya başladı. Neredeyse fırtına ağaçları devirecekti. Seller yolları kapattı. Hz. Mazhar efendimiz ve müridleri yolda kaldılar. Hz. Mazhar, ellerini kaldırdı ve şöyle dua etti:
“Ey Allahım! Yağmur bize zahmet değil rahmet olsun, âfet olmasın?”
Kısa sürede yağmur dindi. Onlar da yollarına devam ettiler.
Şehadet
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri âhiret yurduna göç etmesine çok az bir zaman kala, vefat edeceği kendisine mâlûm olmuştu. Son günlerinde ilâhî aşkta sonsuzluğa dalmıştı. Her an yüce Allah’ı müşahede ediyordu.
Her zamankinden daha fazla ibadetlere düşkün oldu. Dergâhına gelenlerin sayısı giderek artıyordu. Her namaz vakti elini tutup biat edenlerin sayısı yüzlerce idi. Gelenler görüşebilmek için sıraya geçerlerdi.
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri ihtimal en yüce dosta gitme vaktinin yaklaştığını hissetmişti ve şöyle diyordu:
“Artık gönlümde olmasını ümit ettiğim iş kalmadı. Yüce Allah tarafından bana verilen nimetlere fazlasıyla kavuştum. Allah Teâlâ, bana müslüman olma şerefi verdi. İlim nasip etti. Hayırlı işler yapma fırsatı verdi. Tasavvuf yolunda sâdât-ı kirâma hizmet etmek için mürşidlik, tasarruf, keramet, keşif ihsan etti. İlâhî mertebelere ulaşabilmek için ancak tek bir şey kaldı. O da, Allah yolunda şehid olabilmek.
Sâdât-ı kirâmın pek çoğu bâtınî şehidliğe ulaşmışlardır. Mânevî âlemde kendilerini feda etmişlerdir. Bu ise çok yüce bir mertebedir. Bana gelince, ben âciz bir kulum. Allah uğrunda cihad etmeye gücüm yetmez. Bu, benim için oldukça güç.
Halbuki ölüm, yüce Allah’ın huzuruna çıkmaktır.
Halbuki ölüm, Muhammed Mustafa Efendimiz’e (s.a.v) kavuşmaktır.
Halbuki ölüm, bütün kâmil velîlere ulaşmaktır.
Halbuki ölüm, bütün sâdât-ı kirâm ile buluşmaktır.
İşte şimdi ben, bu büyük zatları çok özlüyorum. Hz. Muhammed Mustafa Efendimiz’in (s.a.v) ve İbrahim Halîlullah Efendimiz’in (s.a) yanına gitmek istiyorum.
İşte şimdi ben, Hz. Ebû Bekir-i Sıddîk Efendimiz’i (r.a) görmek istiyorum. İmam Hüseyin Efendimiz’i (r.a) görmek istiyorum.
Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerini, Şah-ı Nakşibend efendimizi, İmâm-ı Rabbânî hazretlerini görmek istiyorum.
Artık ben, onların hepsine kavuşmak istiyorum.”
Tarih 7 Muharrem 1195 (3 Ocak 1781) ve günlerden Çarşamba idi. Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretlerinin evinin kapısı çalındı. Üç Mecûsî kapıda belirdi. İzin istediler, verildi ve içeri girdiler. Hz. Mazhar gelenleri tanımıyordu. Bu yüzden gelenlere hürmet etmek için yatağından doğruldu. Gelenlerden biri elindeki hançeri kaldırdı. Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretlerinin kalbine sapladı. Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri o zaman seksen dört yaşlarındaydı. Gelenler ilerlemiş yaşını düşünerek şöyle dediler:
“Daha fazlasına dayanamaz ölür.”
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri aldığı darbenin de tesiri ile yere düştü. Ağır yaralanmıştı. Şehrin hâkimi hemen doktor gönderdi ve,
“Bu cinayeti işleyen zanlı veya zanlılar şu an bilinmiyor, ama bulunduğu anda kısas yapılacaktır” dedi.
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri şu cevabı gönderdi:
“Eğer bu işi yapanlar bilinir ve bulunursa ben, onlara hakkımı helâl ediyorum. Siz de onları affedin. Allah bu yaradan kurtulmamı murad etmişse elbette şifasını verecektir.”
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri bu olaydan sonra üç gün daha yaşadı. Muharremin onuncu günü Cuma günü akşamı âhirete irtihal etti. Tıpkı neslinden geldiği Hz. Hüseyin Efendimiz (r.a) gibi bir aşure günü… 10 Muharrem 1195 (3 Ocak 1781).
Allah’ın rahmeti üzerine olsun.
Allah Teâlâ bizleri şefaatlerine kavuştursun.
Geride Bıraktıkları
Velîlerden biri rüyasında Kur’ân-ı Kerîm’in yarısının yok olmuş olduğunu ve İslâmî hareketin duraksadığını gördü. Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretlerinin halifesi Şah Veliyyullah hazretleri bu rüyayı şu sözleriyle yorumladı:
“Bu rüya bana anlatılınca, Hz. Mazhar’ın, ‘Bizden sonra bu tarikatın yüksek makamlarına çıkışı duracaktır. Tasavvufa girenler ne kadar yükselirlerse yükselsinler, hal ehli olarak yüksek mertebelere ulaşamazlar’ sözlerini hatırladım. Hz. Mazhar’ın vefatından on altı yıl sonraydı. Halifelerinin müridlerini gördüm. Uzak beldelerde olup da bu yola girenlerin mânevî yaşantılarından sorular sordum. Onlar, şekil olarak bile velîliğe ulaşabilmeyi bir ganimet biliyorlardı.”165
Mirza Mazhar Cân-ı Cânân hazretleri ardında nice kâmil velîler bırakarak Hakk’a yürüdü. Onun nurlu elleri ve rahmet nazarları içinde pek çok insan Allah’a vâsıl oldu. Sohbetlerinden ilâhî feyizler aldı. Kalplerinde iman coştu. Hem de dalga dalga…
Geride binlerce kâmil derviş, onlarca mürşid-i kâmil bırakarak irşad nimetini tamamladı. Ama bu nurlu Muhammedî yol bitmedi, tükenmedi, yok olmadı. Bilakis arttı, çoğaldı, büyüdü ve gelişti.