MİRÂC (MİRÂC-NÂME)
Mirâc: Ruh fezasında yükselmek ve “makam-ı mahmud”a ermektir. Hz. Muhammed’in “Habibullah” (Allah sevgisi) makamına yükselmesidir. Bu makam anneyle bebek arasında ki ilişki gibidir. Hiçbir beklenti olmadan salt şevkat, merhamet ve sevgi bütünleşmesine ermesidir. Hz. Muhammed, Cebrail vasıtasıyla Sidret-ül Münteha (Akıl boyutunun bittiği, aşk ile ulaşılan Allah’a en yakın makam) ya gelince, Cebrail: “Ben buradan ileriye geçemem, geçersem yanarım”. deyince; Peygamberimiz “Öyleyse sen yerinde kal. Ben ezelden bu aşk yoluna canımı kurban koymuşum. Yanarsam tek başına yanayım. Canını cananından sakınan, canını nasıl görebilir? Cananı uğrunda bu can feda olsun” der ve Allah’a yalnız gider. Dönünce de yatağının soğumamış olması bize neyi ifade eder? Tasavvufta Cebrail akıldır, yani Cebrail’in aklın ona vahyettiklerinin nereden geldiğini anlamak ve öğrenmek istiyordu. İşte İmam Cafer buyruğuna göre bu merak, Cebrail’i kırklar meclisine götürdü. Kırklar meclisi ile ilgili Yunus’a kulak verelim: Muhammed ile bile Mİ’RAC’a ağan benim Ashab-ı suffe’y ile yalıncak olan benim. Sabr ile kanaatı viribidim bunlara Kırk kişi bir gömlekten başın çıkaran benim. O kırkından birine neşteri çaldımıdı Kırkından kan akıtıp ibret gösteren benim. Adem peygamber ile Havva yaratılmadan Uçmak’tan sürülüben o müflis olan benim. Adımı YUNUS taktım sırrım âleme çaktım Bundan ileri dahi dilde söylenen benim. Yunus KIRKLAR: Rical-ül Gayp (Gayp Erenleri) alemidir. O takva sahipleri ki; gaybe (görünmeze) inanırlar. Namazı dosdoğru kılarlar. Verdiğimiz azıklardan yedirirler.[1] İşte bu erenler aleme düzen verirler. İnsanlara yardım ederler. MİRÂC: Semaya yükselme, madde aleminden mana alemine geçiştir. İSRA: Yürü anlamındadır (Gece yürüyüşü). Hz. Muhammed Mirâc dönüşü kırklara uğrar. Diğer bir kaynağa göre de Kırklar Meclisi, batın alemi karşılığı kullanılan, Velayet Makamı (Ermişlik Mertebesi)’dır.[2] Onun yalnız tevilini gözetirler. Onun tevili geldiği gün, daha önce onu unutanlar şöyle derler: İnan olsun, Rabbimizin Resulleri gerçeği getirmişlerdir. Acaba bizim için şefaatçılar var mı ki? Bize şefaat etsinler. Yahut daha önce yaptıklarımızdan başkasını yapalım diye geri gönderebilir miyiz? Öz benliklerini hüsrana ittiler. İftiralarına alet ettikleri, onlardan uzaklaşıp kayboldu.[3] Vahyin nereden geldiği Hz. Muhammed’de aşk olmuştu. (Kur’ân’ı nereden getiriyorsun?) Cebrail (A.S) perdeyi müsa’ade-i Resülullah’tan sonra kaldırıp bakınca o vakit Resulullah’ın vücudu nuraniyesinden alıp, vücudu unsuriyyesine getirdiklerini Resul-u Ekrem’e arz eder. Bunun açık anlamı şudur; “KENDİSİNDEN- KENDİSİNE” Çünkü tasavvufta Cebrail’in akıl olduğunu yazmıştık.[4] “Bütün varlıkların tesbihi o kudrettedir ki, kulunu gecenin birinde mescid-i haramdan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksaya yürütmüştür. Bu ayetlerden bir kısmını O kulumuza göstermek için.” [5]Kuran’ı Kerim’de geçen evvel, ahır, zahir, batın, hepsi o gönülde sultan imiş (Kaabe kavseyn-i ev edna) En yüksek ufuktadır o.[6] Sonra iyice yaklaştı ve sarktı.[7]Araları iki yay boyu kadar veya daha az kaldı.[8] işte Mirâc makamı burasıdır. Cem’lerde okunan Mirâclama bu yolculuğu sembolize eder. Cem’lerde mirâc, Kesret (Çokluk)’ten, Vahdet (Teklik)’e geçiştir. Mirâçtan Hz. Muhammed’in iki rekat namaz getirdiğine işaret edilir. Alevi ibadetinde, Mirâçlama okunurken, Muhammed ayağa kalktı deyince cemaat ayağa kalkar ve kıyama (Ayakta dik durmak) durur, eğiliben secde kıldı denilince rükuya (Elleri dizlere koyarak eğilme) durur ve oturunca secde yapar. Namazın şekliyle ilgili Kur’ân da üç emir vardır: Kıyam-Rükû-Secde Kıyam; uluhiyet (Allah), rukü; ahadiyet (Teklik), Secde; Adem makamıdır. Bizlerde bu şekilleri Mirâc okunurken şeklen uyguluyoruz. Adem olanlar da ibadetiyle Mirâca yükselebilmelidirler, akıl ve ruh boyutuyla yükselmelidirler. Muhammed’in Mirâc’ı Ali ile birlikte olmuştur. Mirâc’ın vuku bulduğu yere “Kaabe Kavseyn ev Edna.” (İki yayın çakıştırılarak tek oku atacak kadar yakınlık) makamı derler. Bu mirâc Hakikatı, her ikisinin de tefekkür halinde ruhen birbiriyle birleşmeleri keyfiyetinden ibarettir. Bildiriye göre Mi’rac ta Hz. Muhammed’e “Cebrail” önderlik etti, fakat, “Sidret-ül Münteha”dan ileri geçemeyerek, Muhammed’i orada kendi başına bıraktı. Bu rivayetin anlatmak istediği şudur; Cebrail demek akıl demektir, akıl ise, madde de,vücutta bulunduğundan yine maddeye göre tefekkür edebilir, yani, madde de, varlığın sınırını aşamaz. Başka bir deyişle, akıl da, bir bakıma maddidir, dolayısıyla sınırlıdır. İşte Hz. Muhammed de seyranını maddi aklının son sınırına kadar yaptı fakat, daha ileri gidemedi. Ancak daha ileri gitmek ve Hakikatı tamamıyla kavramak istemekle, bu sefer, aklını bırakıp onun yerine “O”na sarıldı ve ruh yoluyla, kalp yoluyla seyrana başladı. İşte Hz. Muhammed ruhu ile seyranda iken, karşısına bir aslan çıktı ve nereye gittiğini sordu, Muhammed de Hakk’a gittiğini ve birlikte gitmelerini teklif etti ve Muhammed bu Aslana iyice bakınca onun Hz. İmam Ali olduğunu anladı.. Bu suretle de Hakk’a beraberce gittiler. Mirâcın dış (zahiri) anlamda rivayeti budur. Fakat iç (batın) anlamda ortaya konmak istenen gerçek şudur: Hakikata tamamıyla ulaşma yolunda, Hz. Muhammed ile Hz. İmam Ali maddeten karşılaşıp ruhen birleşmişler ve Hakk’a birlikte ruh olarak ulaşmışlardır. Başka bir deyişle, Hakk kendini bilmek ve sevmek için Hz. Muhammed ve Hz. İmam Ali suretinde ve şahıslarında tecelli etmiştir ki onların ruhları birleşince tekrar aranan zat bulunmuş ve onunla tekrar birleşilmiş, bir olunmuş olur. Diğer bir değimle de Muhammed ve Ali birleşmesinden Hakk tecelli ederek; “Hakk-Muhammed-Ali” vasıl olmuştur. Mirâc keyfiyeti, kendi derecelerinde, ariflere, kamil insanlara da müyesserdir. Kendi derecelerinde sözümüzden maksat ise Hakikat yolundaki ilimleridir. Esasen, bütün maddi ve manevi ilimlerimizden asıl maksat da böyle ilahi bir seyran yapabilme kudretini kazanabilmemizdir. Buda insanın varlığını ve yokluğunu aynı zamanda bilebilmekle ve bütün zerrelerin kendi olduğunu görüp her şeyi, bütün varlığı o gözle görmekle mümkündür. Yani, kendi kendimizi her bir zerrenin kendi bilgisi ve görüşüyle görmekle mümkündür ki: “Ölmeden önce ölmek”de budur.[9] Bunları açıkladıktan sonra, Cebrail’in Hakiki manası nedir? diye sorarsak şunları söyleyebiliriz: Cebrail’in Hakiki manası Hz. Muhammed‘de vaki olan ilahi tecelli ve Hakk’ın tam zuhurudur ve Muhammed’in aklıdır. · Hz.Muhammed’in, kalbinin misali sureti, İsrafil’dir. · Hz. Muhammed’in,vehm’inin misali sureti, Azrail’dir. · Hz. Muhammed’in, Aklı’nın misali sureti, Cebrail’dir. · Hz.Muhammed’in, Himmet’inin misali sureti, Mikail’dir. Dil her şeyi tattığı için, Azrail’dir. Göz her şeyi gördüğü için, Mikail’dir. Kulak her şeyi duyduğu için, İsrafil’dir. Akıl her şeyi bildiği için, Cebrail’dir. (Vehm: Şüphe, tereddüt, korkudur. Himmet: Gayret etmek, çalışma, çabalama anlamındadır.) Hz.Muhammed’in gerçek anlamda Mirâcı budur. Mirâc madde aleminden mana alemine geçiştir. Diğer bir deyimle de “fakr” aleminden “fahr” alemine, geçiş yani, “Fahri Kainat” (Kâinatın efendisi) makamına erişmektir. Miracımıza devam edelim: Evvel emanet budur ki: Piri, rehberi tutasın Kadim erkâna yatasın Tariki müstakime. Dosdoğru yola gidebilmek için her insana bir yol gösterici yani bir rehber gerekir, çünkü, yola rehbersiz gidilmez. Rehber bilendir. Bilen kişiyle dost ol, çünkü, seni aydınlatır, bilgisiz kişilerle dost ol, çünkü sen onu aydınlatırsın. Bilmediğini bilmeyenlerden hemen uzaklaş, çünkü onlar aptaldır, seni de aptallaştırır.[10] Evet bilenlerle yol yürünür. Bilmeyen seni yolda bırakır. Onun için kişiye yolu bilen, menzile götüren bir rehber gereklidir. Muhammed belin bağladı Anda ahiri Cebrail İki gönül bir oluben Hep yürüdüler dergâha. Dergâha gidebilmenin yolu, gönüllerimizin birliğinden geçmektedir. Çünkü, kesretten (çokluktan) vahdete (tekliğe) geçiş ancak gönül birliğiyle olmaktadır. Doksan bin kelâm danıştı İki cihan dostuna Tevhidi armağan aldı Yeryüzündeki insana Kelam: sözdür, bilgidir, irfaniyettir. İrfan: İlâhi bir feyiz olarak kâinatın sırlarını bilme kudretidir, bilmek, tanımaktır, Allah’ın birliğini,tekliğini bilmektir. O şerbetten biri içti Cümlesi mest-ü hayran Mümin Müslim üryan büryan Hepsi de girdi semaha. Mest olma, serden geçmektir, kelamın bittiği andır. Artık O’ndan başka gönülde kimse kalmamıştır, aşk sarhoşu olunmuştur. Üryan, büryandır o. Tevhid olunmuştur. Bir vücutta ikilik olur mu hiç! Irmaklar deryada birleşmiştir. Gönül gerçek sahibinindir artık. Fani olan, baki olanına kavuşmuştur. İbadet yapmanın amacı da bu değil midir? Bunları belirttikten sonra gelelim yaşamımızda ki miraca. ALİ RIZA UĞURLU DEDE AŞK-I MAHABBET 4.BASKI [1] Bakara Sûresi,ayet 3 [2] Menakib-ül Esrar / Behçet-ül Ahar [3] A’râf Sûresi,ayet 53 [4] Zeynel Abidin Cümbüş; Aşkın anahtarı, Vahiy konusuna bak. [5] İsrâ Sûresi,ayet 1, [6] Necm (yıldız) Sûresi,ayet 7, [7] Necm (yıldız) Sûresi,ayet 8, [8] Necm (yıldız) Sûresi,ayet 9, [9] Prof. Dr. Cavit Sunar, Melamilik ve Bektaşilik, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fak. Yay. [10] Konfüçyüs