KARIŞIK

29 Ocak 2016 Cuma

EVLİYA ÇELEBİ’NİN SEYAHATNÂMESİNDE BEKTAŞİ TEKKE VE TÜRBELERİ

TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68 89
EVLİYA ÇELEBİ’NİN SEYAHATNÂMESİNDE BEKTAŞİ TEKKE VE
TÜRBELERİ
Fahri MADEN*
Özet
Evliya Çelebi, XVII. yüzyılın en önemli seyyahı ve entelektüelidir. Bırakmış olduğu eser o
dönem hakkında paha biçilmez değerde bilgiler sunmaktadır. Seyahatnâme XVII. yüzyıldaki
Bektaşi tekke ve türbeleri hakkında detaylı bilgiler veren yegâne kaynaktır. Zira Evliya
Çelebi eserinde yüz elliden fazla Bektaşi tekke ve türbesine yer vermiştir. Buna göre XVII.
yüzyılda Bektaşilik İstanbul, Anadolu ve Rumeli’nin dışında Girit, Rodos, Mısır, Bağdat ve
İran coğrafyasında yayılmıştır. Seyyahın verdiği bilgiler, o dönemde Bektaşi tekkelerindeki
günlük yaşamı, huzur ve güven ortamını ortaya koymaktadır. Ayrıca Seyahatnâme Bektaşi
tekke ve türbeleri hakkında çok zengin gözlem ve betimlemelerle doludur. Verilen bilgiler
seyyahın kendi gözlemlerinin yanı sıra dönemin mahalli söylencelerini de kapsamaktadır. Bu
çalışmada Seyahatnâme’deki bilgiler ışığında XVII. yüzyılda faaliyet gösteren Bektaşi tekke
ve türbeleri tespit edilmektedir. Ancak çalışma sadece Evliya’nın verdiği bilgilerle sınırlı
kalmamış, onu doğrulamak ya da tamamlamak adına başta arşiv kayıtları olmak üzere kaynak
eserlere kadar teşmil edilmiştir. Bu yapılırken Evliya’nın çağdaşı olan kayıtlarla, onun öncesi
veya sonrası hakkında bilgi veren kaynaklara başvurulmuştur.

1. Giriş
Osmanlı entelektüeli olarak Evliya Çelebi, XVII. yüzyılda meydana getirdiği
Seyahatnâmesinde Bektaşilere de geniş yer vermiştir. Seyyahın yolculukları sırasında
konaklama gibi hayati öneme sahip bir ihtiyacına cevap vermenin yanında Bektaşi
tekkeleri ilgisini çekmiş, Bektaşilerin kendisine karşı gösterdikleri muhabbet ve
alaka onu cezp etmiştir. İlgi alanı çok geniş olan Evliya, seyahatleri sırasında sürekli
notlar tutmuş, araştırmalar yapmış, daha sonra bunları başka kaynaklarla da destekleyerek
eserini meydana getirmiştir. Seyyahımız 1680’lerde vefat ettiğinde hâlâ eseri
üzerinde çalışıyor, ona yeni bilgiler ve ayrıntılar eklemeyi düşünüyordu (Bruinessen,
2003: 27). Bu itibarla bir hazine değerinde olan Seyahatnâme, dönemin Bektaşi
tekkeleri hakkında da detaylı bilgiler vermektedir.
Evliya, kendi gözlemlerinin ve araştırmalarının yanı sıra Bektaşiler ve tekkeleriyle
ilgili mahalli söylencelerden ve yazılı başka kaynaklardan da faydalanmıştır.
Mesela Sarı Saltık bahsinde Saltuknâme ve Yazıcızâde’nin Sarı Saltık ile ilgili
Risale’si seyyahın kaynakları arasındadır (Seyahatnâme, 1999-III: 206). Evliya’nın
diğer bir kaynağı ise Gelibolulu Mustafa Âlî olup, bu müverrihin Tevarih (Künhü’l-
Ahbar)’inden istifade etmiştir (Seyahatnâme, 1999-II: 25). Kaligra Sultan kalesinden
bahsederken Târîh-i Yunan isimli bir eserden bahsetmektedir. Ancak bundan istifade
edip etmediği anlaşılmamaktadır (Seyahatnâme, 1999-II: 75). Bunlarla birlikte
Evliya’nın ziyaretgâhlar ve meşhur şahısların türbeleri konusunda Taşöprüzâde’nin
Şakayık’ından yararlandığı tespit olunmaktadır. Ayrıca başta Hacı Bektaş Velî Velayetnamesi
olmak üzere pek çok Bektaşi Velayetnâmesi’nden yararlandığı da aktardığı
bilgilerden anlaşılmaktadır. Ancak Evliya gerek Velayetnâme’lerden gerekse Künhü’l-
Ahbar’dan bilgiler aktarırken kendine göre bir seçicilik ortaya koymuş, her bilgi ve
menkıbeyi alıp kullanmamıştır. Evliya’nın Hacı Bektaş Veli ile ilgili verdiği bazı bilgiler
ilginç bir şekilde Hacım Sultan Velyatenamesi’yle bire bir örtüşmektedir (Gündüz,
2010: 74-75). Seyahatnâme’nin birinci cildinin kaynakları üzerine araştırma
yapan Meşkure Eren, Evliya’nın istifade ettiği eserlerden kaynak belirtmeden alıntı
yaptığını ve bunları kendi tespiti ve fikri gibi aksettirdiğini, Evliya’nın yukarıda belirttiğimiz
kaynaklar dışında Âşık Mehmed’in Menâzirü’l-Avâlim’i, Nişancı Mehmed
Paşa’nın Miratü’l-Kainat’ı, Peçevî Tarihi ve Fütüvvetnâme’ler gibi başka kaynakları da
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
EVLİYA ÇELEBİ’NİN SEYAHATNÂMESİNDE BEKTAŞİ TEKKE VE TÜRBELERİ
91
görüp kullandığını ifade etmektedir (Eren, 1960: 31-32, 64, 88). Ayrıca Evliya’nın
eserini hazırlarken Ahmet Yesevî, Sarı Saltık ve Emîr Sultan menakıbnâmelerini
gördüğü ifade edilmektedir (Baysun, 1986: 409). Evliya, hamisi olan Melek Ahmed
Paşa sayesinde resmi belgelere de göz atmış olmalıdır. Ancak seyyah, XVI. yüzyılda
tanzim edilen tahrir ve vakıf defterlerinden istifade etmemiş izlenimi vermektedir.
Zira bu defterlere bakmış olsaydı bunlara dayalı olarak tekkelerin sahip oldukları vakıf
mallarını daha detaylı vermeyi ihmal etmezdi. Bu itibarla Evliya, Bektaşilerle ilgili
verdiği bilgileri daha çok kendi gözlemlerine dayandırmıştır (Faroqhi, 2003: 37).
Bu çalışmada Evliya Çelebi’nin verdiği bilgiler ışığında XVII. yüzyılda Bektaşilerin
faaliyetleri ve bu faaliyetleri yürüttükleri tekkeler ile tarikatın yayıldığı coğrafî
alan elden geldiğince tespit edilmeye çalışılmaktadır. Ayrıca Evliya ile çağdaş veya
hemen öncesi ve sonrasına ait arşiv kayıtları ile diğer kaynaklar gözden geçirilmiş,
buralardaki bilgilerden de istifade edilerek Evliya doğrulanmaya çalışılmıştır. Böylece
Evliya’nın verdiği bilgilerin güvenilirliği de sınanmış olmaktadır. Zira Evliya kullandığı
kaynaklardan iktibas ettiği hikâyeleri sanki kendisi yaşamış gibi anlatmaktan
çekinmemiş, hattâ önemli ölçüde hayal gücünü kullanmıştır (Eren, 1960: VII, 79,
129). Şüphesiz bu yönleri seyyahımızın kaynak olarak en zayıf yönleridir. Çalışmamızda
Topkapı Sarayı kütüphanesindeki Bağdat Köşkü 304, 305, 306, 307, 308 ve
Revan Köşkü 1457 numaralı; İstanbul Üniversitesi Türkçe Yazmalar 5973 numaralı;
Süleymaniye kütüphanesindeki Pertev Paşa 462 ve Hacı Beşir Ağa 452 numaralı
yazma nüshalar esas alınıp karşılaştırmalı olarak Orhan Şaik Gökyay, Yücel Dağlı,
Seyit Ali Kahraman, Robert Dankoff, Zekeriya Kurşun, İbrahim Sezgin tarafından
hazırlanan ve 1996-2007 yılları arasında Yapı Kredi yayınları tarafından basılan 10
ciltlik Seyahatnâme transkripsiyonu esas alınmıştır.
Anadolu’daki Bektaşi Tekkeleri
Bektaşilik ilk faaliyetlerini XIII. yüzyılda Anadolu’da göstermiştir. Bu sebeple
ilk tekke Hacı Bektaş Velî (ö. 1271) tarafından Sulucakaraöyük’te kurulmuştur.
Mezarı Tatar beylerinden birinin kızı Gevherî Hanım tarafından yaptırılan Hacı
Bektaş Velî’nin tekke ve türbesini bir defa da Kanuni Sultan Süleyman zamanında
Kayserili Mirliva Şeytan Murad Bey tamir ettirmiştir (Seyahatnâme, 1999-II: 26).
Seyahatnâme’de, Hacı Bektaş Velî’nın hayatına dair bilgilerin verildiği bölümlerin
dışında türbesi ve tekkesinin Kırşehir’de bulunduğu ve tamir gördüğü bilgisinden
başka herhangi bir malumat bulunmamaktadır (Seyahatnâme, 1996-I: 221; 1999-II:
24-26). Gerçi Evliya, Hacı Bektaş Velî’nin hayatı hakkında bilgi verirken tekkesiyle
ilgili de yeri geldiğinde malumat vereceğini söylemektedir (Seyahatnâme, 1999-II:
26). Ancak Seyahatnâme’de böyle bir malumat bulunmamaktadır. Bu durum muhtemelen
Evliya’nın Sulucakaraöyük’e uğramamasından kaynaklanmaktadır. Oysa o
dönemde burası çok işlek olan Ankara-Kayseri yolu üzerinde olup tekke misafirler
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
Fahri MADEN
92
için mihman evine sahipti (BOA, MD, nr.6, s.126). Evliya ömrünün son yıllarında
bu tekkeyi ziyaret etmiş olsaydı, burada Abdülkadir Çelebi’nin şeyh bulunduğunu
görecekti (BOA, İE.EV, nr. 4053). Bununla birlikte XVII. yüzyıl sonunda Hacı
Bektaş Veli tekkesi merkezi hükümet tarafından desteklenmekteydi. Keza merkezi
hükümet bu dönemde Hacı Bektaş Veli evladından Şeyh Elvan’a hırka parası tahsis
etmiştir. (BOA, İE.ML, 69/6444). Ayrıca Evliya, Maden deresindeki Osman
Baba tekkesinden bahsederken bu tekkenin çok büyük meydanlara sahip olduğunu,
bunun benzerinin ancak Hacı Bektaş Velî tekkesi bulunduğunu söylemektedir
(Seyahatnâmesi, 2003-VIII: 344). O halde seyyahımız Hacı Bektaş Veli tekkesini
görmüş ya da hakkında malumat elde etmiş olmalıdır.
Elmalı’daki Abdal Musa tekkesi Evliya’nın ziyareti sırasında zengin vakıf mallarına
ve binalara sahipti. Tekke meydan odaları, misafirhane, kiler, büyük bir mutfak,
mescid ve namazgah köşkü gibi eklentilerinde üç yüzden fazla ehl-i sünnet derviş
barındırıyordu. Bunlar yalın ayak, çârdarb, irfan ehli, dünyadan tecrit olmuş, ehl-i
sünnet ve “akl-ı Aristo” dervişlerdi. Gece gündüz ilim ve marifetullah ile meşguldüler
(Seyahatnâme, 2005-IX: 140). Abdal Musa tekkesi etrafı kerpiç duvarla çevrili,
dört bin adımlık bir bağın içinde kurulmuştu. Tekkenin bulunduğu köy, üstleri tahta
ile örtülü yüz evden müteşekkil olup bağlık ve bahçelikti. Abdal Musa’nın vakfı olan
bu köy halkı tekkenin tamirine, gelip ve gidenlerinin hizmetine memurlardı. Tekke
binalarında yüzlerce altın gibi alem, çerağ, def, kudüm, nefir ve nekkareler vardı.
Tekkenin Keykâvus mutfağında kırk kadar “tennurekeş” hizmetkârı olup, bunlar leziz
yemekler pişirip Kur’an’ın emrine uyarak gelip gidene, kimsesizlere ve yoksullara
ikram ederlerdi. Dervişlerin toplandığı meydanın önünde çınar ve kavak ağaçları bulunan
bir meydan daha vardı ki burada bir de namazgah köşkü bulunuyordu. Burası
tahta ile örtülmüş sivri bir külaha sahipti. Hastaların şifa buldukları kaynak suyu da
olan bu namazgah Musa Baba’nın nazargahıydı. Bu meydanda tekkenin, içleri mahsul
dolu yirmi ambarı mevcuttu. Ayrıca bu meydanın dışında büyük bir misafirhane
olup çevresi duvarla çevrilmişti. Misafirhanenin altı ise iki yüz at alır ahırdı. Buranın
atlı ve yaya gelen gideni eksik olmaz, burada hizmet eden mihmandarlar misafir geldiğinde
hemen baba çorbası sunarlardı (Seyahatnâme, 2005-IX: 140).
Zengin bir vakfı bulunan Abdal Musa tekkesi kurulduğu köyün yanı sıra çevrede
zengin tarla, koru, dağ, bağ ve bahçe hisselerine, yedi adet değirmene, on binden
fazla koyuna, bin camışa, on deveye, yedi katıra, binden fazla sığıra, yedi yüz
kısrağa sahipti. Bunların her biri hayır sahiplerinin ihsanıydı. Zira Anadolu vilayeti
halkı Abdal Musa’ya gönülden bağlı olup yirmi otuz konak mesafeden tekkeye
nüzurat gelirdi. Bu gelirler tekkenin tamirine ve misafirlerin hizmetine sarf edilirdi
(Seyahatnâme, 2005-IX: 140-141). Evliya’nın verdiği bu bilgi Kaygusuz Abdal
Menâkıbnâmesi’nde de zikredilmektedir. Menâkıbnâme’ye göre her yıl Abdal Musa
tekkesine Frengistan’dan dahi nüzurat gelirdi (Güzel, 1999: 133-134).
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
EVLİYA ÇELEBİ’NİN SEYAHATNÂMESİNDE BEKTAŞİ TEKKE VE TÜRBELERİ
93
Evliya’nın ziyareti sırasında Abdal Musa tekkesinin bir eklentisi olarak burada
büyük kubbeli, çok değerli mücevherler, altın misali çerağlar, altın kandiller
ve avizelerle süslenmiş Abdal Musa türbesi yer alıyordu. Türbenin bulunduğu yer
duvarla çevrilip, güller ve sümbüller ile bir “bağ-ı İrem” haline getirilmişti. Kargir
türbenin kubbesi çam tahtası ile örtülü ve sivriydi. Tepesindeki altın alem beş saat
mesafeden görülebilmekteydi. Abdal Musa’nın sandukası çok hoş kokular sürülerek
ve dört bir tarafı güzel yazılarla bezenmişti. Mezarın başucundaki “tac-ı bozdoğani”
beş dilimli olup masivayı terk alametiydi. Bununla birlikte türbe, ziyaretçilerin “Alametlerimiz
olsun” diyerek astıkları zerdeste, nefir, keşkül ve sapan-ı Davudîler ile
donatılmıştı (Seyahatnâme, 2005-IX: 140-141). Evliya’nın burayı ziyaretinden sonra
1680 yılında tekke vakfına Ahmed, Hüseyin ve Hüseyin oğlu Mustafa isimli kişiler
tarafından bir müdahale olmuş, Derviş Rıza isimli şahıs elindeki berata dayanarak bu
müdahalenin önlenmesini istemişti (BOA, İE.EV, nr.563).
Fenike’de limon, incir ve nar bahçeleri içerisinde Abdal Musa’nın büyük bir
tekkesi daha mevcuttu. Ancak bu tekkenin vakıf malları ve dervişleri azdı. Yine de
burada kırk elli kadar Bektaşi dervişi ikamet etmekteydi. Bu tekke Nazır Dede ve
Balım Dede’nin türbelerini de bünyesinde barındırıyordu (Seyahatnâme, 2005-IX:
141). Evliya her ne kadar bu tekkenin ismini Abdal Musa olarak veriyorsa da buradaki
tekke muhtemelen Abdal Musa’nın halifelerinden Kafi Baba’ya aitti (Hasluck,
1929-II: s.507; Köprülü, 1973: 206; Abdal Musa Sultan Velayetnâmesi, 1990: 108).
Teke sancağında Abdal Musa’nın halifelerinden Sevindik Dede’nin kendi ismiyle
anılan köyde birkaç Bektaşi dervişin bulunduğu türbesi de vardı (Seyahatnâme,
2005-IX: 141). Orhan Gazi tarafından yaptırılan Bursa şehir merkezindeki Abdal
Musa tekkesi de XVII. yüzyılda gayet mamur bir haldeydi (Seyahatnâme, 1999-II:
14, 31).
Teke sancağında Adalya’da limon bahçesi içerisinde ve mesire yerinde Koyun
Baba tekkesi vardı. Burada tekke şeyhi Boşnak Zülfikar Dede gelen ve gidene
hizmet veriyordu (Seyahatnâme, 2005-IX: 147). Alanya’da şehrin kuzeyinde bir
tepe üzerinde Sitti Zeynep tekkesi olup, iki kargir kubbeli ve büyük bir tekkeydi. Ancak
sadece birkaç dervişi vardı (Seyahatnâme, 2005-IX: 152). Daha sonraki dönemlere
ait arşiv kayıtlarında Alanya’nın Taşpazarı mahallesinde bu isimde bir tekkeye
tesadüf olunmaktadır (BOA, C.EV, 187/9303; BOA, C.EV, 395/20042).
Alanya ile Selinti arasında, yolların kavşak noktasında büyük ardıç ağaçları ile
çevrili, Bektaşiler tarafından ziyaret edilen Koç Davud Sultan’ın mezarı bulunuyordu.
Buranın binasından herhangi bir eser kalmamıştı. Ancak mezarı ziyarete gelenler
çevresine kuru ağaçlar yığarak burayı türbe haline sokmuşlardı. Ancak burası yol kenarında,
sıradan bir kabirdi (Seyahatnâme, 2005-IX: 153).
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
Fahri MADEN
94
Anadolu’daki pek çok tekkeyi ziyaret eden Evliya Çelebi, XIV. yüzyılda kurulan
ancak zamanla Bektaşilerin eline geçen tekkeler hakkında bilgiler vermekteydi.
Buna göre Hacı Bektaş Velî ile birlikte Horasan’dan gelen ve Orhan Gazi döneminde
Bursa’nın fethine katılan Akbıyık Sultan, Abdal Murad ve Geyikli Baba’nın Bursa
ve çevresinde tesis ettikleri tekkeler XVII. yüzyılda birer Bektaşi tekkesine dönüşmüştü.
Bunlardan Akbıyık Sultan tekkesi vakfına Evliya’nın ziyaretinin ardından
Mustafa b. Nasuh mütevelli olarak atanmıştı (BOA, C.EV, 288/14683).
Orhan Gazi tarafından yaptırılan Abdal Murad tekkesi çok sayıda kişiye hizmet
verebilecek bir mesire yerindeydi (Seyahatnâme, 1999-II: 14). Hoca Sadeddin
de Abdal Murad türbesinin mesire yerinde olduğunu bildirmektedir (Hoca Sadedin,
1279-II: 407). Binden fazla sahan, tencere ve kazanıyla birlikte pek çok hizmetçisi
bulunan tekkenin ziyaretçisi hiç eksik olmazdı. Ziyaretçilerin sohbet ve ibadet
ile meşgul oldukları bu tekkenin gelen ziyaretçilere canı gönülden hizmet eden, İlahi
aşkla yanıp kavrulmuş “ciğeri büryan, sînesi sûzan” dervişleri vardı (Seyahatnâme,
1999-II: 14). Bir mesire yerinde olan Abdal Murad tekkesinin çevresi sanki gökyüzüne
uzanmış çınarlar, kara ağaçlar ve serviler ile sarılmış olup bu ağaçların gölgeleri
on bin kişiye yetecek miktardaydı. O kadar ki burada salıncaklar bulunup yârenler
ve dilberler binip sallanırlardı. Yine bu mesire yerinde namazgah ve oturma yerleri
ile mutfak ve kebap dolapları vardı. Dolaplar su ile döndürülüp kebap hazır olur, insanın
zahmetine gerek kalmazdı. İşte Abdal Murad tekkesi böyle suyu ve havası çok
hoş, yeşil kadife ile döşenmiş, Bursa’nın her bir yerinin seyredilebildiği bir vadide,
mesire yerinde bulunuyordu (Seyahatnâme, 1999-II: 19). 1698 yılında Abdal Murad
tekkesi şeyhi Receb’in vefatı üzerine bu görevi Şeyh Hasan devralmıştı. Ancak
Ahmed Dede isimli şahıs tekke şeyhliğini kendi adına kayd ettirmiş, bu durum karşısında
Şeyh Hasan şikâyetçi olmuştu. Ahmed Dede tekkeden uzaklaştırılarak görev
Şeyh Hasan’a iade edilmişti (VGMA, Defter nr.229, s.115).
Bursa’nın Deveciler semtindeki Geyikli Baba tekkesi de Orhan Gazi tarafından
inşa ettirilmiş ve çevre köylerden biri tekkeye vakıf olarak bağışlanmıştı. Bununla
birlikte geliri pek az olan bu tekke gelen bağışlarla ayakta duruyordu (Seyahatnâme,
1999-II: 14, 26, 31). Nişancı Mehmed Paşa ve Âşık Mehmed, Orhan Gazi’nin Bursa
içinde Geyikli Baba’ya büyük bir tekke yaptırdığını nakletmekle (Nişancı Mehmed
Paşa, 1279: 115; Âşık Mehmed, 2007-III: 1034) birlikte Hammer, Orhan Gazi
tarafından inşa ettirilen Geyikli Baba tekkesinin Bursa şehrinin doğusunda Keşiş
Dağı’nın eteğinde bulunduğunu ve ziyaretçisinin çok olduğunu bildirmektedir
(Hammer, 1329-I: 160-161).
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
EVLİYA ÇELEBİ’NİN SEYAHATNÂMESİNDE BEKTAŞİ TEKKE VE TÜRBELERİ
95
Yine XVII. yüzyılda Bursa’da yalın ayak başı çıplak, arif-i billah Bektaşi dervişlerinin
ikamet ettiği Ramazan Baba (Seyahatnâme, 1999-II: 34) tekkesi vardı. Evliya
sonrası 1726 ve 1730 yıllarında Ramazan Baba tekkesine sırasıyla Derviş Mehmed
ve Derviş Mustafa’nın şeyh atandığı görülmektedir (BOA, C.EV, 607/30636;
VGMA, Defter nr.660, s.92).
Evliya’ya göre Akhisar’da Karaca Ahmed Sultan adında büyük bir tekke mevcuttu
(Seyahatnâme, 1999-II: 14, 19, 26, 31). Evliya Karaca Ahmed Sultan ile ilgili
bilgileri Taşköprüzâde’den aktarmıştır (Mecdî Efendi, 1269: 33). Aşıkpaşazâde,
Karaca Ahmed Sultan’ı Orhan Gazi döneminde yaşayan ulu kişiler arasında sayarak,
“mülük-i Acem’den bir zatın oğludur. Anadolu’ya gelip Akhisar kasabasının müzafatından
bir mevkide yerleşerek orada irtihal etmiştir.” demektedir (Aşıkpaşazâde
Târihi, 1332: 199-200). Bu bilgiler Evliya ile neredeyse aynıdır. Bursa’ya bağlı
Mihaliç’te büyük bir Karaca Ahmed Sultan tekkesi daha vardı. Ancak Evliya bu tekkenin
hangi tarikata mensup olduğunu belirtmemişti (Seyahatnâme, 2001-V: 148).
Evliya, Biga’da da ismini belirtmediği bir Bektaşi tekkesi görmüştü
(Seyahatnâme, 1996-I: 109). Burası muhtemelen Kurd Baba tekkesiydi (BOA,
MAD, 9771, s.86).
Eskişehir’deki Seyyid Battal Gazi tekkesinde de Bektaşi dervişleri ikamet
ediyordu. Evliya Çelebi’nin naklettiğine göre bu tekke, pehlivanlığı ile ünlü Selçuklu
emirlerinden biri tarafından Battal Gazi’nin mezarı üzerine yaptırılmıştı
(Seyahatnâme, 1999-III: 12-13). Ayrıca bu kişi tarafından tekkeye meydan odalarının
dışında çok sayıda hücre, büyük bir mutfak, mihmanhâneler, kiler ve fırın inşa
edilmişti. Evliya’ya göre Ahmed Yesevî’nin izniyle Horasan’dan yedi yüz dervişiyle
Rum’a gelen Hacı Bektaş Velî ilk olarak bu tekkeye yerleşmiş ve uzun süre burada
ikamet etmişti (Seyahatnâme, 1999-III: 12-13). Bu arada Orhan Gazi, Hacı Bektaş
Velî ile müşerref olmak için burayı ziyaret etmiş, Hacı Bektaş Velî’nin ricası üzerine
tekkeyi sağlam bir şekilde yaptırıp, bin kadar haneyi bölgede iskân ettirerek burada
bir şehir kurmuştu. Yine Hacı Bektaş Velî’nin halifelerinden Pirce Sultan’ı tekkeye
şeyh tayin ederek yetmiş müridiyle birlikte burada ikametlerine izin vermişti
(Seyahatnâme, 1999-III: 12-13). Böylece Bektaşi tekkesine dönüşen, büyüklüğü ve
mavi kurşunlarının parıltısı ile bir fersah uzaktan görülebilen Seyyid Battal Gazi tekkesinde
XVII. yüzyılın ortalarında (Evliya burayı 1648 dolaylarında ziyaret etmiştir)
iki yüzden fazla yalın ayak başı çıplak, ehl-i sünnet ve’l-cemaat, arif-i billah, halim ve
selim derviş bulunmaktaydı (Seyahatnâme, 1999-III: 12). Bu dervişler canla ve başla
misafirlere hizmet ederler, her biri kendi el yemeklerini onlara hediye verirlerdi.
Ayrıca her biri bir işe memur olan bu dervişler, meydan ferraşlığından başlayarak
türbedarlık ve şeyhlik makamlarına yükselirlerdi (Seyahatnâme, 1999-III: 12-13).
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
Fahri MADEN
96
Tekkenin bir köşesinde bulunan Seyyid Battal Gazi’nin türbesinde ise gümüş
pullarla süslenmiş eşik ve kapısından içeri girildiğinde insanı dehşete düşüren,
görkemli ve on adım uzunluğunda kabirle karşılaşılmaktaydı. Kabrin dört bir tarafı
yüzlerce çerağdan, buhurdan, gülabdan ve şamdanlarla kat kat tezyin edilmişti. Türbenin
iç duvarları yetmiş adet hüsn-i hat ile süslenmiş olup, bunların her biri ziyarete
gelen kişiler tarafından yazılmıştı. Tekkeyi Murteza Paşa ile birlikte ziyaret eden Evliya
Çelebi, Battal Gazi’nin “rûh-ı pür-fütûhu” için Yasin-i şerif okuyup ruhaniyetinden
yardım talep etmişti. Bu arada Murteza Paşa ise dervişlere yüz altın dağıtarak,
tekkenin harem bölümünün ortasındaki şadırvanda üç adet kurban kestirmişti. Öte
yandan Seyyid Battal Gazi tekkesinin harem bölümüne çıkılırken kapı arasında Gizlice
Baba’nın bir türbesi yer alıyordu (Seyahatnâme, 1999-III: 12-13).
Evliya’nın naklettiği bu bilgilere nazaran XVI. yüzyılda Seyyid Gazi tekkesi
mülhidlerin buluştuğu bir yer olarak görülüyordu. Evliya Çelebi’nin ziyaretinden
yıllar önce (1558 ve 1572 yıllarında) Seyyid Gazi tekkesindeki ışıkların fesad ehli
oldukları, tekkenin vakıf mallarının uygunsuz bir şekilde sarf olunduğu yolunda
şikayetler vaki olmuştu. Ancak tekke Yeniçeri ve acemi oğlanlarının koruması altındaydı
(BOA, MD, nr.73, s.302; Faroqhi, 2003: 83, 188; Ahmet Refik, 1932: 13,
32-33). Evliya’dan sonra 1709 tarihinde ise Eskişehir çarşısında bulunan bir hanın
senelik gelirinin 300 akçelik bölümü Seyyid Gazi vakfına ayrılmıştı (BOA, C.BLD,
102/5084). Bu tarihten bir süre sonra Seyyid Gazi tekkesi vakfına Kütahya mütesellimi
tarafından yapılan müdahale engellenmişti (VGMA, Defter Nr. 323, s.145).
XVII. yüzyılda Manisa’da Ayn-ı Ali tekkesi bulunuyorsa da Evliya burayı ziyaret
ettiğinde medrese olarak hizmet vermekteydi (Seyahatnâme, 2005-IX: 42).
Buranın 1667-1668 yıllarında Bektaşilerin idaresinde olduğu tespit edilmektedir
(BOA, İE.EV, nr.2846; Faroqhi, 2003: 200). Bununla birlikte Evliya’dan yaklaşık bir
asır sonra tekkenin faaliyetleri sürmektedir (BOA, C.EV, 629/31705; BOA, C.EV,
310/15773).
Birgi’de Bozdağ yaylası yolu üzerinde Erenler Sultan türbesiyle birlikte büyük
bir Bektaşi tekkesi mevcuttu. Burada Sultan III. Murad’ın hocalarından ve Birgi
sakinlerinden Molla İbrahim Efendi medfundu. Bozdağ yaylasının hemen bitişiğindeki
Erbain dağında ise Baba Sultan tekkesi bulunmaktaydı. Baba Sultan, Hacı
Bektaş Velî ile Horasan gelmiş ve burada tekkesini kurmuştu. XVII. yüzyılda Baba
Sultan tekkesinde zikir ve ibadetle meşgul iki yüzden fazla Bektaşi dervişi yaşıyordu.
Ayrıca Bozdağ yaylasına yakın bölgelerde yaşayan halk buraya ziyarete gelmekte, nezir
adıyla yardımlar bırakmaktaydı. Bu yardımlarla tekkenin Keykavus mutfağında
hazırlanan yemekler dervişler tarafından fakirlere ve ziyaretçilere ikram edilmekteydi.
Burası inşa edildiğinden beri, yani dört yüz senedir ocağında ateş sönmemiş olup,
tencereleri dahi ocaktan inmemişti. İki kişi de burayı ziyarete gelse hemen önlerine
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
EVLİYA ÇELEBİ’NİN SEYAHATNÂMESİNDE BEKTAŞİ TEKKE VE TÜRBELERİ
97
baba çorbası ve bir dilim ekmek getirilirdi (Seyahatnâme, 2005-IX: 94-95). Bu tekke
muhtemelen XIX. yüzyılda faaliyetleri devam eden Musa Baba tekkesiydi (BOA,
C.EV, 189/9438).
Denizli’ye bağlı Davaz’da ise yine büyük bir tekke olan Karaca Ahmed Sultan
tekkesi yer alıyordu. Ayrıca bu tekkede Sarı Baba Sultan, Ilkınlı Sultan, Kepez Dede,
Ali Balı Dede ve Gülüm Dede’nin mezarları bulunuyordu (Seyahatnâme, 2005-IX:
104). Karaca Ahmed Sultan’ın Denizli’ye bağlı Sarayköy ilçesinin Kumluca köyünde
de bir türbesi bulunduğu tespit edilmektedir (Yaman, 1974: 149-151).
Kütahya’nın Çukurca kazasında Karaca Ahmed Sultan’ın dervişlerinden
Selim Dede’nin tekke ve türbesi bulunuyordu. Selim Dede’nin türbesi Abbasî imameleri
ve dört bir tarafı çerağlar, alemler ve şamdanlarla süslenmişti. Tekke harem
kısmının dışında mutfağı ve derviş hücreleri ile gayet bakımlıydı. Bölge ahalisi Selim
Dede ve tekkesine karşı saygı ve hürmet hisleriyle doluydu. Zira dervişler yaylaya
çıktıklarında tekke mutfağındaki bakır aletleri ve nice kıymetli eşyaları öylece bırakmalarına
rağmen herhangi bir hırsızlık olayı yaşanmazdı (Seyahatnâme, 2005-IX:
12). Bununla birlikte Evliya, Kütahya merkezinde ismini belirtmediği bir Bektaşi
tekkesi ile karşılaşmıştı (Seyahatnâme, 2005-IX: 16).
Şuhut kazasının Boyalı köyünde Seyyid Kureyşî’nin bağ ve bahçeler içerisinde
tekke ve türbesi vardı. XVII. yüzyılda türbenin bakımı ve sair hizmetleri tekkede
ikamet eden Bektaşi dervişleri tarafından yerine getiriliyordu (Seyahatnâme, 2005-
IX: 23).
Demirci kazasında ise Hacı Baba Sultan tekkesi derviş hücreleri, meydan odaları,
mutfağı ve diğer eklentileri ile büyük bir tekke idi. Ayrıca Hacı Baba Sultan’ın
büyük bir kubbesi olan, kargir türbesi vardı. Ancak bu tekke 1671 yılında Köprülü
Ahmet Paşa’nın izniyle bazı suhteler tarafından medreseye çevrilmişti. Bu arada dersiamlar
tekkenin vakfını bozmuşlar ve “berekât-ı Halil”i uçurmuşlardı (Seyahatnâme,
2005-IX: 29). 1680 tarihinde Hacı Baba tekkesi vakfına mütevelli ve müderris tayin
edildiğine göre Evliya’nın dokuz yıl öncesine dair verdiği bilgi doğrulanmaktadır
(BOA, C.EV, 427/21644). Evliya, Simav kazasında da Karşıyaka ismi verilen dağda
“fukara-yı Âl-i abâ” Hacı Baba’nın bir türbesi bulunduğunu haber vermekte, ancak
bu zatın bağlı olduğu tarikatı belirtmemektedir (Seyahatnâme, 2005-IX: 28).
Evliya Çelebi’nin verdiği bilgilere göre XVII. yüzyılda Anadolu’da Bektaşilerin
faaliyetlerinin yoğunlaştığı bir diğer bölge Çorum ve çevresi idi. Evliya,
Çorum’da büyük bir Bektaşi tekkesi olan Seydim Sultan’a uğramış, burada paşalara
ve iç ağalarına verilen büyük bir ziyafete katılmış, tekkede yalın ayak başı çıplak,
aşıkan-ı sadıkân Bektaşi dervişleri görmüştü (Seyahatnâme, 1999-II: 214). Seydim
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
Fahri MADEN
98
Sultan’a Evliya’dan sonra bir köy ismi olarak tesadüf olunmaktadır. Bu köyde Murad
Seydî adında bir tekke bulunuyorsa da bunun Bektaşilere ait olup olmadığı açık
değildir (BOA, C.EV, 184/9304; Faroqhi, 2003: s.55).
Osmancık’ta bulunan Koyun Baba tekkesi ve türbesini ziyaret eden Evliya
Çelebi, buranın ziyaretçisinin hiç eksik olmadığını, mutfağında devamlı olarak yemek
pişirildiğini, Anadolu, Rumeli, Arabistan ve Acem’de böyle büyük tekke görmediğini
haber vermekteydi. Hacı Bektaş Velî’nin halifelerinden olan Koyun Baba’nın
kabrinin bulunduğu yere II. Bayezid, türbe, cami ve dervişler için büyük bir tekke
inşa ettirmişti (Seyahatnâme, 1999-II: 94). Koyun Baba tekkesi meydan odasının
yanı sıra ziyaretçilerin konaklaması için büyük bir han, imarethane, mutfak, kiler ve
pek çok hücreden meydana geliyordu. Dört bir yanı kurşunla kaplanan bu binaların
göm gök parıltısını bir fersah öteden görmek mümkündü. Dahası tekke ve türbenin
kubbelerindeki altın alemlerin şâşâsından insanın gözleri parlardı. Koyun Baba’nın
türbesi çok hoş kokularla bezenmiş olup, burayı ziyarete gelenlere fukara ve türbedarlar
bu kokulardan ikram ederlerdi. Tekkede koyun ve kuzu gibi meler, yumuşak
huylu, ehl-i sünnet ve’l-cemaat, abdullah ve arif-i billah dervişler vardı (Seyahatnâme,
1999-II: 94).
Evliya Çelebi, halkı fukara-yı Bektaşiyan olan Osmancık şehrine geldiğinde
Koyun Baba’nın kabr-i şerifini ziyaret edip, ruhu için bir hatim okumuştu. Bunun
üzerine tekkede bulunan şeyh ve dervişler Evliya’nın başına, zikir ve tekbirlerle bir
Bektaşi sikkesi geçirip, Evliya için hep bir ağızdan sağlık, sıhhat ve hayır duada bulunarak
gülbang-ı Muhammedî çekip Fatiha okumuşlardı. Bu izzet ve ikram karşısında
duygulanan Evliya’nın bir saat kadar gözlerinden yaşlar boşalmış, bu sayede daha
önce Karadeniz’de boğulma tehlikesi atlattığında rahatsızlanan gözleri iyileşmiş,
ardından tekkeyi gezip görmüş, dervişlerle hasbihal ederek baba nimetlerinden yemişti.
Ayrıca Evliya, Koyun Baba türbesinde Hacı Bektaş Velî’den hatıra kalan hırka,
seccade, alem, tabl, kudüm, asa ve tacın muhafaza edildiğini, aşıkların ve seyyahların
türbenin duvarlarını çeşitli beyitler ve güzel yazılarla süslediklerini bildirmektedir
(Seyahatnâme, 1999-II: 94). Evliya Çelebi’den önce Yavuz Sultan Selim’in bu tekkeye
pek çok emlak bağışlayıp zengin bir vakıf kurduğu, ayrıca bu vakfı vergilerden
muaf tuttuğu anlaşılmaktadır (VGMA, Defter nr. 386, s.251). Mayıs 1584’te Koyun
Baba tekkesi dervişleri tekkeye su getiren sakilerin bargirlerinin gelip geçen ulaklar
tarafından alındığını bildirip, bunun men edilmesi istemişlerdi (BOA, MD, nr.52,
s.363).
Çorum ve çevresi XVII. yüzyıl sonrası da önemli bir Bektaşi faaliyet alanıdır.
Çorum’un mahalle ve köylerinde Abdal Ata, Şeyh Demir, Karadonlu, Abdalbudu,
Erkulu Baba, Balım Sultan, Balım Hasan, Derviş Nuri, Âşık Çelebi, Evliya Baba, Şeyh
Mezid (Şeyh Kılavuz), Güllücük, ve Seydi Baba gibi Bektaşi tekkeleri bulunmaktaTÜRK
KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
EVLİYA ÇELEBİ’NİN SEYAHATNÂMESİNDE BEKTAŞİ TEKKE VE TÜRBELERİ
99
dır (BOA, MAD, 9771, s.99-100; BOA, C.EV, 374/18997; BOA, C.EV, 128/6377;
BOA, C.EV, 159/7934; BOA, C.EV, 249/12458; BOA, TT, nr.444, s.308; Faroqhi,
2003: 201).
Evliya, XVII. yüzyılda Ankara çevresinde de Bektaşi tekkeleri olduğunu haber
vermektedir. Mesela Kalecik’e bağlı Keskin’de Hacı Bektaş Velî’nin halifelerinden
Sultan Koçi Baba’nın çevrede benzerine çok az rastlanılan büyük ve mamur
bir tekkesi bulunuyordu. Buranın “fakr u fakâ” erenlerinden ve Bektaşi tarikatından
dervişleri vardı. Evliya’ya göre bunun sebebi bölgedeki Türkmenlerin Koçi Baba’ya
gönülden bağlı olmalarıydı. Koçi Baba’nın kabrinin etrafı çerağlar ve şamdanlar ile
tezyin edilmiş olup, buradaki nefir, tabl, alem, ziller, hırka ve seccadeler ziyaretçilerin
görmesi için hazır hale getirilmişti (Seyahatnâme, 1999-II: 217). XVI. yüzyılın
ikinci yarısına ait kayıtlarda Koçi Baba köyü tekkeye vakfedilmiş gözükmektedir
(BOA, TT, nr. 291, s.163; KKA, Çankırı Evkaf Defteri, nr.578, v.85b). 1712 tarihinde
tekkedeki Bektaşi şeyhi Şeyh Elvan, Koçi Baba köyünün tekkenin vakfı olduğunu
ve eskiden beri vergilerden muaf bulunduğunu, ancak kendilerinden vergi talep edildiğini
bildirip, bir an önce bu duruma son verilmesini istemişti. Bu sırada tekkeye
bağlı 60 kadar vergi mükellefi bulunuyordu (BOA, C.EV, 451/22830).
Çubuk’ta büyük bir tekke olan Hüseyin Gazi tekkesi vardı (Seyahatnâme,
1999-II: 222; 2001-IV: 18). Yaz ve kış meydanları ile zengin bir vakfa sahip olan bu
tekkenin yalın ayak başı çıplak, arif-i billah, marifet erbabı, Farsça ve Arapça bilen
yüzden fazla Bektaşi dervişi mevcuttu (Seyahatnâme, 1999-II: 222). Ayrıca bu tekke
bölgede önemli bir işlev görüyordu. Her yıl burada çevreden gelen 40-50 bin kişinin
de katılımıyla Hüseyin Gazi’nin hayrına mevlit okutuluyordu. Evliya Çelebi bu gayet
faal tekkede kurbanlar kesip dervişlere ikramda bulunmuş, ayrıca on kuruş tasadduk
etmiş, böylece tekke şeyhi Memi Can Dede’nin duasını almıştı. Buradaki Hüseyin
Gazi türbesi ise şamdan, çerağ ve kelam-ı izzetler ile süslenmişti (Seyahatnâme,
1999-II: 222; 1999-III: 12). Bununla birlikte Beypazarı’nın Sarılar köyünde Hacı
Bektaş Velî’nin cansız duvar yürüttüğüne inanılan bir ziyaret yeri bulunmaktaydı.
Evliya burayı ziyaretinde, Hacı Bektaş Velî’nin duvar üzerinde oturdukları yerin
hâlâ belli olduğunu görmüş, bu duvarın başka bir yerden geldiğine kanaat getirmişti
(Seyahatnâme, 1999-II: 243).
Evliya Çelebi’nin verdiği bilgilere göre XVII. yüzyılda Merzifon’da Osmancık’taki
Koyun Baba tekkesinden daha büyük bir binaya sahip olan Pir Dede Sultan
tekkesi bulunuyordu. Bu tekke kargir ve çok büyük olup üzeri kurşunla kaplıydı.
Tekkenin kurucusu Pir Dede, Hacı Bektaş Velî ile Anadolu’ya gelmiş, Orhan Gazi
döneminde fetihlere katılmıştı. II. Murad ise bu tekkeye 366 köy vakfetmişti. Tekke
çok kıymetli eşyalarla donatılmış olup, bunun benzeri İmam Musa Rıza tekkesinde
dahi yoktu. Bununla birlikte tekke o dönemde meydan odaları, mutfağı, kileri
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
Fahri MADEN
100
ve derviş hücreleriyle 200-300 dervişin barınabileceği imkanlara sahipti. Tekkenin
imaretinde misafirlere yemek ikram ediliyordu. Özellikle Pir Dede Sultan’ın çorbası
meşhurdu. Ayrıca burada Pir Dede Sultan’ın nazargâhı olan bir hamam mevcuttu
(Seyahatnâme, 1999-II: 206-208; 2003-VIII: 72). XVII. yüzyılda Pîr Dede Sultan
tekkesinde iki yüzden fazla yalın ayak başı çıplak, irfan ehli dervişân-ı dilrişânlar,
gelip gidene hizmet etmekteydi. Evliya buradaki Pîr Dede Sultan türbesini ziyaret
edip, azizin ruhu için Yasin okumuş ve yardım talep etmişti. Türbe çok güzel kokularla
bezendiğinden insana ferahlık veriyordu. Pîr Dede Sultan’ın kabrinin çevresi
çerağ, şamdan, kandil, buhurdan ve gülabdan gibi değerli eşyalarla donatılmıştı.
Evliya buradaki dervişler tarafından canı gönülden karşılanmış, tekke şeyhi Memi
Dede başına Pîr Dede Sultan’ın bozdoğanî keçe külahını koymuş, bu arada dervişler
gülbang-ı Muhammedî çekerek ona hayır duada bulunmuşlardı (Seyahatnâme,
1999-II: 206-208; 2003-VIII: 72). Bu tekkenin Yavuz Sultan Selim döneminde veya
daha önce kurulduğu anlaşılmaktadır (BOA, TT, nr.90, s.153). Evliya’dan çeyrek
asır sonrasına ait arşiv kayıtları da Pîr Dede tekkesinin Bektaşi dervişleri tarafından
idare edildiğini göstermektedir (BOA, C.EV, 41/2040; BOA, C.EV, 378/19185).
Öte yandan XVII. yüzyılın ikinci yarısında Çankırı sancağına bağlı, Kızılırmak
yakınlarındaki Ayruk köyünde değerli eşyalarla döşenmiş, Mehmed Şah
Dede’nin büyük bir tekkesi vardı (Seyahatnâme, 1999-II: 234). Alim, keramet sahibi,
hoş sohbet, muhterem ve Mehmed Şah Dede’nin soyundan gelen bir zat olan
tekke şeyhi Mustafa Dede askerler tarafından da sevilir ve ziyaret edilirdi. Mesela
Varvar Ali Paşa’ya böyle bir ziyafet tertip edilmiş, Mehmed Şah Dede’nin bir kerameti
olarak bu ziyafette sayısız asker nefis yiyeceklerden yemişti. Tekke şeyhi her yıl
kendi atlarından birini kurban ederek, tekke yakınlarındaki kayalarda yaşayan kartallara
yiyecek olarak bırakırdı. Bununla birlikte tekke şeyhi Mustafa Dede karakuşlar
beslemekte, bu kuşlar şeyhin keramet ve tasarrufuyla çevreden tilki, çakal, kurd, sırtlan,
karaca, sığın, turna, ördek hatta Kızılırmak’tan sazan balıkları alıp şeyhin önüne
getirmekteydi. Evliya’nın ziyareti sırasında tekkenin yüz kadar yalın ayak başı çıplak,
aşıkân-ı sadıkân, dervişân-ı dilrişânları vardı (Seyahatnâme, 1999-II: 23).
Evliya Çelebi’nin naklettiğine göre XVII. yüzyılda Tokat ve çevresi de Bektaşilerin
yoğun olarak faaliyet gösterdikleri bir bölgeydi. Zira Hacı Bektaş Velî’nin
pek çok halifesi bu bölgede tekkeler açmışlardı. Hızırlık mevkiindeki Açıkbaş tekkesi
bağlar içerisindeydi. Bu tekke Hacı Bektaş Velî’nin Anadolu’ya geldiği ilk zamanlarda
kurulmuştu. XVII. yüzyılda burası ziyaretçilerine bol bol yiyecek ikram
etmekteydi (Seyahatnâme, 2001-V: 36). Arşiv kayıtlarından Tokat’ta Açıkbaş İbrahim
Dede tekkesine tesadüf olunmaktadır. 1704 tarihli kayda göre Derviş Ahmed
Bektaşi bu tekkenin kendi tasarrufuna bırakılması gerektiğini bildirmiştir (VGMA,
Defter nr. 230, s.244). Ayrıca buraya yakın Hızırlık tekkesi (Seyahatnâme, 2001-V:
36) ile şehrin doğusunda aynı zamanda bir mesire yeri olan Çöreğibüyük tekkesi
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
EVLİYA ÇELEBİ’NİN SEYAHATNÂMESİNDE BEKTAŞİ TEKKE VE TÜRBELERİ
101
vardı (Seyahatnâme, 2001-V: 36). XVI. yüzyıl tahrir defterlerinde Hızırlık tekkesine
tesadüf olunmaktadır (BOA, TT, nr.387, s.433-434). Arşiv kayıtlarına göre Çöreğibüyük
tekkesi XVIII. yüzyılda Tokat’ın Şeyh köyüne, XIX. yüzyılda ise Komnat
nahiyesine bağlı gözükmektedir (BOA, C.EV, 134/6651; C.EV, 436/22067; C.EV,
511/25810).
Evliya’nın birkaç dervişle karşılaştığı Gıjgıj Dede Sultan tekkesi de Tokat’taydı.
Hacı Bektaş Velî Horasan’dan Anadolu’ya gelişinde bu tekkede kalmıştı
(Seyahatnâme, 2001-V: 36, 42). Ayrıca şehrin kuzeyinde kadim ve gayet bakımlı
Sünbüllü Baba tekkesi vardı. Hacı Bektaş Velî Horasan’dan Anadolu’ya geldiğinde
bu tekkede bir süre kalmış, tekkeye Sünbüllü Baba’yı seccadenişin olarak bırakmıştı.
Tokat Müslümanlar tarafından fethedilmeden önce bu tekke faaliyete geçirilmişti.
Tekke özellikle dut ağaçlarının çok olduğu bir bağ ve bahçelik içerisindeydi
(Seyahatnâme, 2001-V: 36, 39, 42). XVIII. Yüzyılda Sünbül tekkesi ve türbesinin
faaliyetleri devam etmiştir (BOA, C.EV, 81/4013). Yine Eke bağlarında, mesire yerinde
Taşoluk tekkesi ile Hızırlık ırmağı kıyısında, bazen Bektaşi bazen ise Halveti
dervişlerin can sohbeti yaptıkları, vakfı bulunmayan Kömsek Baba tekkesi vardı
(Seyahatnâme, 2001-V: 36, 42).
Zile’de ise Hacı Bektaş Velî ile Anadolu’ya gelen Şeyh Nusret’in imaret, misafirhane
ve mescidi bulunan gayet mamur bir tekkesi mevcuttu. Bölge ahalisinin
büyük hürmet gösterdiği Şeyh Nusret’in tekkesinde XVII. yüzyılda yalın ayak başı
çıplak, yetmiş Bektaşi dervişi bulunuyordu. Tekke bahçesinde bir dut ağacı olup,
meyvesi çok lezzetliydi. Dervişler bu duttan Zile şehrinin ayan ve eşrafına hediye
götürüp karşılığında yardım görürlerdi (Seyahatnâme, 1999-III: 146-147). Bu tekke
de XVIII. yüzyılda faaliyetlerini sürdürmüştü (VGMA, Defter nr. 259, s.190).
Bunlarla birlikte Tokat’ta Hacı Bektaş Velî’nin halifelerinden Sultan Cavlı Dede’nin
nazargâhı olduğu söylenen ve kulak ağrısına iyi geldiği rivayet edilen, Bahadır Sultan
mescidinde bir su bulunmaktaydı (Seyahatnâme, 2001-V: 35).
1649 yılında Kayseri’de Kırk Nisalar’ın medfun olduğu Seyyid Battal Cafer
Gazi tekkesi, aynı zamanda büyük bir ziyaret yeriydi. Melek Ahmed Paşa tarafından
inşa ettirilen ve âşıkân dervişleri olan bu tekkede gelen ve gidene yemek veriliyordu.
Yılanlıdağı’nda mesire yerindeki Koyun Baba tekkesi ise cihannüma bir “asitane-i
ra’nâ” idi. Şehrin ayan, eşraf, şair, meddah ve sazendegânları tatil günleri bu ferah
mekâna gelip eğlenirler, böylece gam ve kasvetlerinden azade olurlardı. Hattâ burası,
Sultanların dahi dinlenmek için geldikleri bir yerdi. Bununla birlikte Kayseri
yakınlarındaki Kalenderan tekkesi çok eski bir tekke olup, o dönemde sadece birkaç
adet fena fillah dervişi mevcuttu. Bu dervişler şehre gelip yardım toplarlar, geçimlerini
bu şekilde sağlarlardı (Seyahatnâme, 1999-III: 107, 111). Ayrıca Kayseri’ye bağlı
Bor şehri mezarlığında Sarı Saltık’ın tekke ve türbesi bulunuyordu (Seyahatnâme,
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
Fahri MADEN
102
1999-III: 114). Burası Evliya’dan sonra da faaliyetlerini sürdürmüştü (BOA, C.EV,
89/4434). Bunlarla birlikte Kayseri ve çevresinde daha XVI. yüzyılda Bektaşilerin
faaliyet gösterdikleri tespit edilmektedir (Yinanç-Elibüyük, 2009-I: 52-53).
Evliya seyahatleri sırasında, Malatya’da Seyyid Battal Gazi tekkesine birkaç
defa uğramış, buranın bir ziyaret yeri olarak da hiç boş kalmadığını görmüştü.
Zira burası duaların kabul olunduğu bir makamdı. Bu kadîm tekke Melek Ahmet
Paşa tarafından tamir ettirilmiş, kubbe ve mutfak gibi ilavelerle de genişletilmiş,
ayrıca yüzlerce bakır eşya vakfedilerek ahali huzurunda türbedara teslim edilmişti.
Buradaki Bektaşi dervişleri ziyaretçilere hizmet ederlerdi (Seyahatnâme, 2001-IV:
18). XVII. yüzyılda burası güllük ve gülistanlık bir halde olup, yedi yüz yıldır Battal
Gazi’nin ruhaniyeti sayesinde tekke sapa sağlam ayakta kalmıştı (Seyahatnâme,
2001-IV: 13, 18). Evliya Malatya’daki Seyyid Battal Gazi tekkesi ile ilgili bu bilgileri
Âşık Mehmed’den aktarmaktadır (Âşık Mehmed, 2007-II: 889-890). Bu tekkenin
XIX. yüzyılda faaliyetlerine devam ettiği görülmektedir (BOA, C.EV, 229/11406).
Erzincan’da bahçeler içinde Hızır makamı denilen bir tekke (Seyahatnâme,
1999-II: 198-199)vardı. Burası muhtemelen Karaca Ahmed Sultan’ın evlatlarından
Hızır Abdal’ın türbesinin bulunduğu yerdi (Yaman, 1974: 146-147). Ayrıca Baru
köyünde Evliya’nın yalın ayak başı çıplak, âşık-ı sadık, sine-çak ve dervişân-ı pak fukaraları
olduğunu naklettiği Behlûl-i Semerkandî’nin türbesi yanında büyük bir tekke
vardı (Seyahatnâme, 1999-II: 198-199). Bu tekkeye arşiv kayıtlarında da tesadüf
olunmaktadır (BOA, TT, nr.557, s.11; KKA, Defter nr.174, s.108).
Evliya, Bitlis’te de ismini belirtmediği bir Bektaşi tekkesi bulunduğunu haber
vermekteydi (Seyahatnâme, 2001-IV: 66).
Evliya Şirvan’da aralarında altı-yedi saat gibi bir mesafe bulunan tekkeleri
de ziyaret etmişti. Bunlardan Pîr Dekrûh Sultan tekkesinin kargir ve büyük bir binaya
sahip olduğunu görmüştü. Şirvan halkının çoğu Pîr Derkuh Sultan’a bağlıydı
ve Bektaşi dervişleriydi. Ayrıca tekke şehrin ileri gelenlerinin ve zanaatkârlarının
mesire yeriydi ki gelip bu havadar ve bağ-ı İrem misal yerden istifade ederlerdi. Evliya,
tekkenin tefsir ve hadis ilimlerine vakıf şeyhi Ali Koç Dede’nin hayır duasını
almıştı. Ardından kuzey yönünde altı saat gidip, Şeyh Safi’nin Erdebil’den gelip Pîr
Merîzat Sultan’ın mezarı üzerine yaptırdığı Bektaşi tekesini ziyaret etmişti. Büyük
masraflar yapılarak inşa ettirilen –on adet Azerbaycan hazinesi- bu tekkenin benzeri
ancak Meşhed’deki İmam Musa Rıza tekkesi olabilirdi. Keza Evliya’ya göre burası
tarif edilmek ve vasıfları sayılmaktan beri, müstesna bir asitane-i ra’nâydı. İçerisine
girildiğinde heybetinden insanın vücudunda korku ve titreme meydana gelirdi. O
sırada tekkede şeyh bulunan Hoca Selahaddin münzevi bir hayat yaşıyordu. Ayrıca
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
EVLİYA ÇELEBİ’NİN SEYAHATNÂMESİNDE BEKTAŞİ TEKKE VE TÜRBELERİ
103
Harac’da büyük bir tekke olan Şeyh Merza Sultan tekkesi mevcuttu. Bu tekke Acem
şahlarından Şah Hudâbende tarafından inşa ettirilip bir de kümbet ilave edilmiş, ayrıca
tekkenin ihtiyaçlarının karşılanması için vakıf kurulmuştu (Seyahatnâme, 1999-
II: 150).
XVII. yüzyılda Silifke ile Karaman arasında Göksu nehri yakınlarındaki Firişke
köyünde Büklü Baba Sultan’ın birkaç Bektaşi dervişi bulunan muhtasar bir
tekkesi vardı (Seyahatnâme, 2005-IX: 154). Adana’da ise Tarsus kapısında Kurban
Baba türbesi ve tekkesi Bektaşi dervişlerinin tasarrufundaydı (Seyahatnâme, 2005-
IX: 171). Adana sancağında Misis köprüsü civarında da bir Bektaşi tekkesi kurulmuştu.
Evliya’nın ismini belirtmediği bu yapı, ziyaretçilerin şeyhinden şikâyetçi olmaları
üzerine medreseye çevrilerek ilim talebeleri ve dersiâmlara tahsis edilmişti
(Seyahatnâme, 2005-IX: 171). Bu tekke XVI. yüzyıl sonlarında Adana Sancakbeyi
Piri Paşa tarafından yaptırılan Cebel-i Nur tekkesi olmalıdır (KKA, Adana Evkaf
Defteri, nr.583, v.18a). Tekke XVIII. yüzyıl başlarında ve ortalarında faaliyetlerini
sürdürmektedir (BOA, C.EV, 102/5063; BOA, C.EV, 162/8053).
Anadolu’nun diğer bölgelerinden olarak Antep’te Yavuz Sultan Selim tarafından
yaptırılan Dölük Baba tekkesi de Bektaşilerin idaresindeydi ve büyük bir binaya
sahipti (Seyahatnâme, 2005-IX: 181). Bu tekkeye XVI. yüzyıl tahrir defterlerinde
tesadüf olunmaktadır (BOA, TT, nr.373, s.80-81). 1649-1650 yıllarında tekke vakfının
mütevelliliğine Mustafa b. Ebubekir, tekke şeyhliğine ise Mevlevî Mehmed
Dede getirilmişti (Ayıntap Şer’iye Sicili, nr.21, s.9, 70). Bu sebeple tekkenin o dönemde
Mevlevî tarikatına bağlı olduğu tespit edilmektedir (Ayıntap Şer’iye Sicili,
nr.21, s.10-11, 80-81, 84; Ayıntap Şer’iye Sicili, nr.23, s.269-271, 283, 287). 1689’da
tekke vakfının 3.520 guruş geliri bulunmaktadır (BOA, EV.HMH, Defter nr.552,
v.1a).
Hatay Payas’ta ise Uzun Dede’nin türbesinin bulunduğu yerde, birkaç Bektaşi
dervişi olan küçük bir tekke vardı (Seyahatnâme, 1999-III: 33).
Rumeli’deki Bektaşi Tekkeleri
Bektaşiliğin Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde gerçekleşen bu yayılması, Anadolu
ile sınırlı kalmayıp Rumeli’ye sıçramış ve pek çok Bektaşi dervişi Balkanlarda
faaliyet göstermişti. Evliya Çelebi’nin belirttiğine göre Rumeli’de ilk tekkeler Hacı
Bektaş Velî’nin görevlendirmesiyle Sarı Saltık (Seyahatnâme, 1996-I: 312; 1999-II:
72, 74-75; 1999-III: 175-176, 200; 2001-IV: 117) ve Akyazılı Sultan tarafından açılmıştı
(Seyahatnâme, 1996-I: 312). Evliya Çelebi, Rumeli’de yedi yüz Bektaşi tekkesi
olduğunu nakletmekte ve Rumeli’de bu kadar çok tekkenin olmasını Sarı Saltık’ın
faaliyetlerine bağlamaktadır (Seyahatnâme, 1999-II: 26). Keza, Hacı Bektaş Velî
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
Fahri MADEN
104
tarafından Dobruca, Leh, Çeh ve Moskov diyarına gönderilen Sarı Saltık pek çok
keşif ve keramet göstermiş, Dobruca’daki ejderhayı öldürüp bölgenin Müslümanlaşmasını
sağlamıştı. Vefatının ardından kendisi için yedi ayrı tabut hazırlanıp her
bir ülkenin kralı birer tabut götürüp kendi memleketlerinde defnetmişlerdi. Tabutlardan
birini Müslüman olup Ali Muhtar ismini alan Dobruca kralı, Kaligra kayalarındaki
Ejderha mağarasına defnedip bu mahalde büyük bir tekke inşa ettirmişti
(Seyahatnâme, 1999-II: 74).
Evliya Çelebi seyahatleri sırasında Karadeniz’de fırtınaya tutulmuş ve bin bir
güçlükle Kaligra Sultan kayasına ulaşarak buradaki tekkeye sığınmıştı. Sağlığı düzelinceye
kadar yaklaşık sekiz ay tekkede kalmış, yani kış aylarını burada misafir olarak
geçirmişlerdi. Bu arada dervişlerle sık sık sohbet etme imkânı da bulan Evliya, tekkede
bazen müezzinlik bazen de imamlık yapmış, Kur’an tilavetiyle meşgul olmuş,
fırtınadan kurtulmuş olmanın şükrünü eda etmek için on kadar da hatim okumuştu
(Seyahatnâme, 1999-II: 72; 1999-III: 200). Kaligra Sultan tekkesinin bulunduğu
yer, Karedeniz kenarında, sanki gökyüzüne ulaşan kayalık bir burundu ki fil hortumu
gibi denize uzanmıştı (Seyahatnâme, 1999-II: 74). Otman Baba Velâyetnâmesi’nde
burası hakkında “…mağaranın üzerinde bir kaya var idi ki azametlü ve heybette bir
hane miktarı taş idi.” denilmektedir (Otman Baba Velâyetnâmesi -Tenkitli Metin-,
2007, s.110).
Evliya’ya göre Sarı Saltık bu Kaligra burnunda, bir mağara içinde medfundu.
Mezarın yanında Sarı Saltık’ın ağaç kılıcı, sapanı, alemi, sancağı, bayrağı, def ve kudümü
hâlâ muhafaza ediliyordu. Ali Muhtar tarafından inşa edilen tekkede işte bu
mezarın yanındaydı. Pek çok hücresi ile yaz ve kış meydanları bulunan tekke çok
büyüktü ve tertemiz kurban postlarıyla döşenmişti. Her bir postun üzerinde yüzden
fazla marifet, ilim ve fazilet sahibi, ehl-i sünnet ve’l-cemaat, mü’min ve muvahhid
dervişler vardı. Bunlar beş vakit namazlarını tekkenin mescidinde eda eden çok tertipli
ve düzenli, yüzden fazla dervişdi (Seyahatnâme, 1999-II: 74). Evliya tekkede
kaldığı sekiz ay boyunca Kur’anı ezbere okumuş, dervişlerde onunla birlikte tilavet
etmişlerdi. Bu dervişler bayraklarını açıp, def ve kudümler çalarak Frengistan’da gezip
sadaka ve nezir toplayarak tekkelerine dönerlerdi (Seyahatnâme, 1999-II: 74).
1559 tarihli iki mühimme kaydında bu tekkede Işıklar bulunduğu, şer-i şerife ve
din-i İslam’a muhalif bazı kelimeler söylediklerinin duyulduğu belirtilerek, bu durumun
araştırılması ve eğer “ehl-i bid’at ve dalalet” kimseler var ise tekkeden çıkarılmaları
istenmişti (Ahmet Refik, 1932: 16-17). Ö. L. Barkan, 561 numaralı Silistre
Evkaf defterindeki 1614 tarihli bir belgeden hareketle bu tekkenin pek çok derviş
ve hizmetkarı bulunduğunu, ayrıca tekkenin çiftlik, bahçe, koru ve çayır gibi gayriTÜRK
KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
EVLİYA ÇELEBİ’NİN SEYAHATNÂMESİNDE BEKTAŞİ TEKKE VE TÜRBELERİ
105
menkullerinin olduğunu, buralardan elde edilen mahsulün gelen ve gidene ikram
edildiğini aktarmaktadır (Barkan, 1942: 348). Bu bilgiler Evliya’dan bir asır önce
tekkedeki dervişlerin itikadi durumlarındaki zıtlığı gösterirken, tekkenin XVII. yüzyıl
başlarında mal varlığının zenginliğine işaret etmektedir.
Kaligra’daki tekke ve türbe denize nazırdı. Burada görülmeğe değer büyüklükte,
kubbe ve bacaya sahip bir mutfak vardı. Yaz ve kış, her zaman ateş üzerinde hazır
yemeği bulunup misafirlere, gelen ve geçene ikram ediliyordu. Tekkenin vakfı olmadığından
sabit bir geliri de yoktu. Belirtildiği üzere tekkedeki hizmetler toplanan
yardımlarla ve gelen ihsanlarla yürütülüyordu (Seyahatnâme, 1999-II: 74). Kaligra
Sultan tekkesinin sağ ve sol tarafında yüzlerce kuyu deliği mevcuttu. Bu bölge aynı
zamanda bir liman olup gemiler kayaların altına girerek demir atarlardı. Buradaki
kuyu delikleri gemilere arpa ve buğday yüklemede kullanılırdı. Zira hububatı gemilere
çuvallar ile indirmek mümkün olmazdı. Çünkü Kaligra burnunu üç-dört saatte
dolaşmak gerekirdi. Ayrıca bu bölgeye tırmanmak da imkân dâhilinde değildi. Kayalarda
şahin, kartal ve zağanos gibi hayvanlar yaşıyordu. Evliya’ya bakılırsa buradaki
her bir kartal koyun büyüklüğündeydi. Bazı ziyaretçiler Kaligra Sultan tekkesinde
kurbanlar kesip bu kartallara bırakırlardı. Kartallar kendilerine ikram edilen kurbanların
hepsini yemezler, kurbanı yenenler hâcetlerinin kabul edildiğini, kurbanları
yenmeyenler ise kabul olmadığını düşünürlerdi (Seyahatnâme, 1999-II: 74-75).
Sarı Saltık’ın Babadağı’nda kurduğu tekkeye II. Bayezid 1508 yılında cami,
medrese, imaret, kervansaray, han, harem, mutfak, kiler ve hamam yaptırarak ve
yüz adet dükkân ile pek çok köyün gelirini vakfederek o sırada Rumeli’de faaliyet
gösteren Bektaşi şeyhi Kıdemli Dede’yi buraya türbedar tayin etmişti. Ayrıca o sırada
Kırım hanı olan Menkli Giray Han’ı bu tekkenin ihtiyaçlarını temin etmesi için
görevlendirmişti. Böylece tekke büyümüş ve bölgedeki en önemli tekke haline gelmişti.
Keza, çok büyük vakfa sahip olan tekkenin mütevellisi bölge idaresinde de
söz sahibiydi (Seyahatnâme, 1999-II: 74; 1999-III: 205, 207-208; 2001-IV: 117). M.
Kiel, Evliya’nın verdiği II. Bayezid’in şehrin ve çevresindeki yerlerin gelirlerini buraya
tahsis ettiği bilgisini arşiv belgeleriyle doğrulamaktadır (Kiel, 1977-1978: 215).
21 Ağustos 1583 tarihli bir mühimme kaydı bu dönemde tekkenin ekonomik olarak
önemine işaret etmekteydi. Kayda göre Sarı Saltık tekkesine II. Bayezid’in vakf
eylediği yerlerin üzerine buranın gelirlerinden yararlanmak maksadıyla bazı kişiler
zaviye ve halvethaneler yapmışlar, bu sebeple dervişlere ve misafirlere hizmet götürülecek
yer kalmamış, zaruret hâsıl olmuş, hattâ tekkede durup hizmet edenler sağa
sola dağılmışlardı. Bu durum karşısında Babadağı kadısından durumu araştırması ve
tekkenin zarara uğratılmasına engel olması istenmişti (BOA, MD, nr.51, s.73; Ahmet
Refik, 1932: 41).
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
Fahri MADEN
106
Evliya’nın ziyareti sırasında Sarı Saltık tekkesinde türbedar olarak Süleyman
Dede bulunuyordu. Bununla birlikte XVII. yüzyılda bu tekkede iki yüzden fazla
derviş vardı (Seyahatnâme, 1999-III: 207). Bu dervişler tekkenin her gün dolup taşan
kervansarayında yüz-iki yüz misafire ve atlarına hizmet etmekteydi. Dervişler
Evliya’yı da kucaklayıp öperek karşılamışlar ve onu başköşeye oturtmuşlardı. Ardından
tekkenin kurban postları ile döşeli tahta meydanında, Meydancı Dede’nin
refakatinde köçekler ortaya çıkarak türlü kasideler ve mersiyeler okuyup, tekerlemeler
söyleyerek birbirlerine nazireler yapmışlar, adeta Hüseyin Baykara demi ve
faslı eyleyip dinleyenlere hoş vakit geçirtmişlerdi. (Seyahatnâme, 1999-III: 197, 205,
207-208; 2001-IV: 117). Saltıknâme’ye göre Sarı Saltık’ın medfun olduğu Babadağı’ndaki
tekkenin koyun ve sığırı çoktu (Saltık-nâme, 2007-I: 37).
Babadağı’ndan başka Sarı Saltık’ın Rumeli’de altı ayrı yerde daha türbesi ve
tekkesi bulunmaktaydı (Seyahatnâme, 1999-II: 74). Mesela Edirne’nin Babaeski kasabasında
Sarı Saltık’ın XVII. yüzyılda canlı bir tekkesi ve aynı zamanda İstanbul’dan
Edirne’ye gidenler için bir ziyaret yeri vardı. Sarı Saltık’ın vefatında yedi tabutu hazırlanmış,
bunlardan biri Edirne kralı Yanko tarafından Babaeski’ye getirip defnedilmiş,
daha sonra buraya tekke de inşa edilmişti. Vakıf malları ve dervişleri az olmakla
birlikte bu tekke, nehir kenarında, çevresi bağlarla kaplı, gülistanlık bir yerdeydi.
Tekkeye çevreden pek çok yardım gelirdi (Seyahatnâme, 1999-II: 74; 1999-III:
271). İngiliz seyyah John Covel, 1675 yılında burayı ziyaret ettiğinde de tekkede
çok az sayıda derviş bulunuyordu (Hasluck, 1929-II: 762). XVIII. yüzyılda bu tekke
Bektaşi dervişleri tarafından idare edilmeye devam edilmişti. 1745 yılında buraya
Hacı Bektaş Veli tekkesi postnişini Feyzullah Efendi’nin inhasıyla şeyh tayin edilmişti
(VGMA, Defter nr. 665, s.81).
Babadağı’ndaki Sarı Saltık’ın türbesi inşa edildiğinden beri çerağının ateşi
sönmemişti. Birkaç defa Yahudiler bir araya gelip çerağı söndürmek istemişler, ancak
nefesleri tutulmuştu. Bu keramet karşısında Yahudilerden biri Müslüman olup,
IV. Murad döneminde burada türbedarlık etmişti. XVII. yüzyılda türbenin hizmetçileri
bu kandile yağ koyarak çerağı söndürmemeye gayret etmekteydiler. Ayrıca
burada Sarı Saltık’ın dışında, zahir ve batın ilimlerinde kemal sahibi olmuş, güzel
yazı yazmakta hünerli Şeyh Şuhudi’nin de türbesi bulunmaktaydı (Seyahatnâme,
1999-II: 74; 1999-III: 271). Babaeski’de Sarı Saltık’ın tekke ve türbesinin yanı sıra I.
Murad ile birlikte Edirne’nin fethinde bulunmuş, Sarı Saltık’ın halifelerinden Baba
Sultan’ın tekke ve türbesi de vardı. Bağlık ve gülistanlık bir mesire yerinde olan bu
kadîm tekkenin, sadece birkaç tevekkül ehli, fakr u faka sahibi Bektaşi dervişi bulunuyordu
(Seyahatnâme, 1999-III: 271).
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
EVLİYA ÇELEBİ’NİN SEYAHATNÂMESİNDE BEKTAŞİ TEKKE VE TÜRBELERİ
107
Öte yandan Akyazılı (Batova) Sultan, Bursa’nın fethinde bulunduktan sonra
Rumeli’deki fetihlere de katılmıştı. Cenazesi Batova’ya defnedilen Akyazılı Sultan’ın
mezarının üzerine Evrenos Gazi ve Mihaloğullarından Arslan Bey tarafından tekke
ve türbe inşa edilmişti. Varna ile Balçık arasındaki bu büyük tekke Evliya 1652 yılında
buradan geçtiğinde, kargir bir binaya sahip olup üzeri kurşunla örtülmüştü.
Kurşunla örtülü, Galata kulesi gibi olan sivri külahı sanki gökyüzüne uzanıyordu.
Bu kubbede üç yüz kandilli bir çerağ asılıydı. Her gece dervişler kandilleri yaktıklarında
bu kubbe nur iken, nur üstüne nur olurdu. Bu sütunsuz ayakta duran kubbeyi
kim görse hayran kalırdı. Tekkenin meydan odası ise beyaz mermer ile döşenmişti.
Ayrıca bu meydanda hizmetçilerin susuzluklarını gideren bir şadırvan ile her biri bir
padişah yadigarı olan yüz adet sarı pirinçten çerağdanlar vardı. Her gece bu çerağlar
tekkeye gelen kurbanların yağıyla yakılıp adeta gece gündüze çevrilirdi. Evliya, tekke
şeyhi Arslan Dede’nin izniyle kubbenin tavanına çıkıp tekkeyi seyretmiş, buradaki
sanatı insan aklının kavrayamayacağına hükmetmişti (Seyahatnâme, 1999-III: 197-
199). Evliya’nın tekkeyi ziyaretinden elli yıl sonra burada bir şeyh değişikliği olmuş
(BOA, C.EV, 398/20176), Balçık kazasına bağlı Batova’da bulunduğu tespit olunan
bu tekkenin XVIII. yüzyılda faaliyetleri sürmüştü (VGMA, Defter nr.662, s.117).
Akyazılı Sultan tekkesinin meydan odasının dört bir tarafı etraftaki gülistan
bahçenin görülebildiği demir pencerelerden oluşuyordu. Yine meydanın içi kat kat
derviş dolapları ve kurban postları ile donatılmıştı. Her bir postta buradaki yüz kadar
sahib-i nazar, arif-i billah ve âşıkân-ı sadıkân derviş, ilim ve irfanla can sohbeti
ederlerdi. Bu dervişlerin kimi meydancı, kimi türbedar, kimi çavuş, kimi ferraş, kimi
misafirhaneci, hâsılı her biri bir işe memurdu. Bunlar her gece tekke misafirhanesinde
kalan yüz-iki yüz misafire hizmet edip, ancak üç gün kalan misafire, “Safa geldin
imanım” deyip pabuçlarını çevirip yol gösterirlerdi. Bu dervişlerin her birinin bir el
hüneri ve zanaatı olup, çalı kökünden yaptıkları kaşık, keşkül, sırt kaşağısı ve hançer
kabzası gibi eşyalardan burayı ziyarete gelenlere hediye verip bahşiş alırlar, hırka bahası
edinirlerdi (Seyahatnâme, 1999-III: 197-199).
XVII. yüzyılda Akyazılı Sultan tekkesinin tarla ve korularının yanı sıra pek
çok değirmeni ve hayvanı mevcuttu. Kışın korularından meşe ağaçları kesilip arabalar
ile getirilip meydan içindeki ocağın kenarına dağlar gibi yığılırdı. Ocakta yakılan
bu odunların adeta Nemrud ateşi gibi harareti olup bu sayede içerisi ısınır, derviş ve
misafirler rahat ederlerdi. Tekke meydanı araba girer büyüklükteydi ki kışın kapıları
ve pencereleri keçe perdelerle çevrilince hamam gibi olurdu. Bununla birlikte tekkenin
Keykavus mutfağında, Akyazılı Sultan döneminden beri ateşi sönmeyen ocağında
daima yemekler pişirilir ve misafirlere ikram edilirdi. Zira tekkenin vakıf mallarının
dışında yardım gelirleri de çoktu. Ayrıca tekkenin etrafı ziyaretçilerin birer eseri
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
Fahri MADEN
108
ve birkaç sene de okunabilecek ibretnüma yazılarıyla doluydu. Sonuç olarak bütün
yönleriyle bu tekke benzerine Rum’da, Arabistan’da ve Acem’de çok az rastlanılan,
Bağdat’ta İmam Ali ve İmam Hüseyin tekkeleri gibi “âsitane-i kübra” idi.
İçinde Akyazılı Sultan’ın kabrinin bulunduğu türbe kubbeli olup üzeri kurşunla
örtülüydü. Sandukanın etrafı çok sayıda yazılar, şamdan, gülabdan, buhurdan
ve Horasankarî çerağdanlarla donatılmıştı. İçeride misk ve amber kokmakta, türbedar
ayrıca ziyaretçilere gül suyu serpmekte ve buhur yakmaktaydı. Türbenin dış kısmı
gül, sümbül, nesrin ve yasemin bahçesi olup, bu bahçe güzel sesleriyle misafirlere
taze hayat veren bülbüllerle doluydu. Evliya, buraya sıtma hastalığı içinde gelmiş ve
şifa bulmuştu (Seyahatnâme, 1999-III: 198-199; 2001-V: 53).
Evliya Çelebi, Dobruca bölgesinde Pirevadi’de de görenleri hayran bırakan,
bağlar ve bahçeler içinde bir Bektaşi tekkesi bulunduğunu, ancak II. Ahmed zamanında
Vezir Nazif Paşa tarafından yıktırıldığını işittiğinden bahsetmekte, bu tekke
hakkında bundan başka bir bilgi vermemekteydi (Seyahatnâme, 1999-III: 177).
Aynı bölgede Mankaliye limanının batısında, bahçeler yakınında Muharrem Baba
Sultan’ın muhtasar bir tekkesinden ve türbesinden söz ediyordu. Burası küçük bir
tekkeydi; ancak cümle “pîr u cüvân” ve “mahbub u aşıkan” gelip burada can sohbeti
ederlerdi (Seyahatnâme, 1999-III: 201).
Eğribucak’taki Memi Beğ (Şah) Sultan tekkesi ihtişamlı bir binaya sahipti.
Evliya, Rum’da, Acem’de, Arabistan’da ve Horasan’da böyle büyük bir bina görmemişti.
Tekkenin bir köşesinde, yine büyük bir kubbe içinde Memi Beğ Sultan’ın
türbesi vardı. Dervişler bu türbenin duvarlarına Oniki İmam tespihleri, zerdesteler,
teber, zil, nefir ve sapan-ı Davudîler koymuşlardı. Mezarın etrafında Memi Beğ
Sultan’a ait büyük bir kaşık, seccade, hırka, tac, alem, kudüm, zil ve defler bulunuyordu.
Türbenin hizmetçileri güzel kokular sürerek ve ûdlar yakarak burayı sürekli
handan edip, gelen ziyaretçilere hizmet ederlerdi. Bu büyük tekkenin en önemli
bölümlerinden biri dervişlerin muhabbet yeri olan fukara meydanı, yani “tekyegâh-ı
mihmân-ı sarayları”ydı. Bu meydanın etrafı dolaplar ve her bir dolabın önü derviş
postları ile döşenmişti. Buradaki her derviş bir ilimle meşgul olup, kimi kaşık, kimi
zerdeste, kimi ise keşkül yapardı. Ayrıca bu meydanda çok gösterişli, altın gibi parlayan
şamdan, kandil ve çerağdanlar mevcuttu. Adı geçen meydanın dışında ayrı bir
meydan daha vardı ki buradaki Keykavus mutfak zikre değerdi. Zira kubbeli ocağında
çorba kazanlarının daima kaynadığı ve tekke kurulduğundan beri ateşten inmediği
bu büyük mutfakta, kuş sütüne varıncaya kadar her türlü yiyecek ve içecek
bulunan bir de kiler yer almaktaydı. Tekkenin bu imkânları sayesinde gelen ve gidene,
sofralar kurulup yemekler ikram edilmekteydi (Seyahatnâme, 2001-V: 313-314;
2003-VIII: 84). Bütün bu özellikleriyle Memi Beğ Sultan tekkesinin Rum diyarında
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
EVLİYA ÇELEBİ’NİN SEYAHATNÂMESİNDE BEKTAŞİ TEKKE VE TÜRBELERİ
109
benzeri yoktu. Bu tekkenin benzeri ancak Horasan’daki İmam Rıza tekkesi olabilirdi.
Tekke, Yanyalı Arslan Paşa’nın dedelerinden Zülfikar Bey’in hayratıydı. 1661
yılında tekkede Hızır Dede şeyh bulunuyordu. Bununla birlikte tekkenin ehl-i sünnet
yetmiş-seksen kadar dervişi olup, bunlar beş vakit namazlarını terk etmemekte,
ilim ve riyazetle meşgul olmaktaydılar. Evliya’nın övgüyle bahsettiği bu dervişler,
dünya lezzetlerinden geçip ahret ahvaline vakıf, mertebe-i hak olmuş; mücahede,
riyazet ve perhiz ile Hakk’a teslimiyeti gözeten, Hak aşkıyla sineleri dağlanıp gözyaşları
göl olmuş; tekkede kimi mihmandar, kimi meydandar, her biri bir işe memur,
bir sevdanın eseri ve bir bağın bülbülü kişilerdi (Seyahatnâme, 2001-V: 313). Evliya
tekkeye iki defa gelmiş, bunlardan birinde bir gece misafir kalmıştı. Ramazan ayına
rast gelen ikinci gelişinde dervişler onu, çok hoş karşılamışlar; can sohbetleri edip
gülbang-ı Muhammedî çektikten sonra def, kudüm ve nekkareler eşliğinde zemzem
ve demler ikram etmişler, böylece Evliya burada kalmaktan büyük bir haz duymuştu
(Seyahatnâme, 2001-V: 313-314; 2003-VIII: 84).
Öte yandan Çirmen sancağı Rumeli’de Bektaşiliğin yoğunlaştığı bir başka
bölgeydi. XVII. yüzyılda Yeni Zağra’da Bektaşi şeyhlerinden Abdullah Dede’nin
türbesi ve Hacı Bektaş Velî’nin hizmetinde bulunmak amacıyla Horasan’dan gelen
Kıdemli Baba’nın büyük bir tekkesi bulunuyordu (Seyahatnâme, 1999-III: 212). Bu
tekke Kıdemli Baba’nın vefatı üzerine Çelebi Mehmet tarafından imaret, kiler ve
mescit gibi eklentileriyle birlikte yaptırılırken çevredeki yedi adet köy de vakfedilmişti.
Evliya’nın ziyareti sırasında bu cihannümâ tekke gayet mamur bir haldeydi.
Ayrıca kaza ahalisinin Kıdemli Baba’ya büyük bir hürmeti vardı. Buradaki dervişler
misafirlere her türlü hizmetten geri durmuyorlardı (Seyahatnâme, 1999-III: 212).
Kıdemli Baba’nın türbesine gelince, “kubbe-i pürnûru” çerağlar, şamdanlar ile müzeyyen
idi. Sağlığında çobanlık yapan Kıdemli Baba’nın çaldığı “kaval-ı Musa” mezarının
başucunda duruyordu (Seyahatnâme, 1999-III: 212). Evliya Çelebi’den önce
bu tekke ışık taifesi ve Rafızîlik münasebetiyle gündeme gelmiş, hükümet tekkedeki
şeyh ve dervişlerin sürgün edilmelerini istemiş, ancak bazı dervişler buna karşı
çıkmışlardı (BOA, MD, nr.78, s.444; BOA, MD, nr. 80, s.122). XVIII. yüzyılda ise
Kıdemli Baba tekkesine vakıf olarak bağlı köylerle, bunlara mültezimler tarafından
yapılan müdahalenin men edilmesi ve bu köylerden biri olan Şeyh Sinan köyü ahalisinin
vergilerden muaf tutulması istenmişti (BOA, C.EV, 493/24905).
Bununla birlikte Eski Zağra’da Küçük hamam önünde Tohum Baba, bağlar
içinde Durhan (Turhan) Baba (Seyahatnâme, 1999-III: 215) ve Doğan Dede,
Tabahane mahallesinde Karaca Ahmed Dede ile şehrin batısında, şehre yarım saat
mesafedeki Ahad Evren köyünde Abdülmümin Baba tekkesi mevcuttu. Bu sonuncusu
aynı zamanda bir mesire yeriydi (Seyahatnâme, 1999-III: 215). Bunlardan Turhan
Baba tekkesi Velâyetnâmelerde geçmekte (Otman Baba Velâyetnâmesi, 2007:
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
Fahri MADEN
110
95), ayrıca XIX. yüzyılda da faaliyetlerini sürdürdüğü tespit edilmektedir (BOA,
C.EV, 242/12094). Yine Evliya’nın verdiği malumata göre Çirmen sancağının Hırmenli
kasabasındaki Hamza Baba tekkesi gelip geçen misafirlere hizmet veriyordu
(Seyahatnâme, 1999-III: 237).
Ferecik’te büyük bir tekke olan Nefes Baba tekkesi bulunmaktaydı. Bu tekke
İmroz adası ile Enez ve İpsala sahralarının görülebildiği yüksek bir alanda olup;
yazlık ve kışlık iki meydan odası, Keykavus mutfak, kiler, imaret, mescid ve misafirhanelere
sahipti. Bütün bu eklentilerin üzeri kurşunla örtülmüştü. Tekkede kırk elli
kadar münzevi hayat yaşayan, bekar, yalın ayak başı çıplak, iyi niyetli ve temiz kalpli
dervişler olup, tekkenin Keykavus mutfağında gelene gidene hizmet verip yemek ikram
ediyorlardı. Tekkenin meydanı içinde suyu Temmuz ayında dahi buz gibi soğuk
olan bir sarnıç vardı. Ayrıca Nefes Baba tekkesinin Enez, Mekri ve Dimetoka’dan un
için gelenleri olan ve tekkeye sürekli gelir getiren büyük ve acayip bir yel değirmeni
mevcuttu. Bu değirmenin acayipliği yüzyıllardır kullanılmasına rağmen taşında
hiçbir aşınma olmamasından ileri geliyordu. Buradaki büyük bir kubbesi olan, etrafı
güzel yazılarla süslenmiş Nefes Baba türbesinde ise Mısır hazinesi değerinde çerağ,
kandil, şamdan ve avizeler bulunuyordu (Seyahatnâme, 2003-VIII: 34-35). Bu tekke
XIX. yüzyılın başlarına kadar faaliyetlerini sürdürmüştür (BOA, MAD, 9771, s.17).
Evliya Çelebi’nin naklettiğine göre Edirne’nin fethi ve burada Bektaşi tekkelerinin
açılması da Hacı Bektaş Velî’nin girişimleriyle olmuştu. Hacı Bektaş Velî,
Sefer Şah Sultan’ı orduyla birlikte Edirne’nin fethine göndermişti. Hızır Dede’yi de
yanına alan Sefer Şah Sultan, Hızırlık denilen mevkiye gelerek burada bir mescid ve
tekke inşa edip Edirne halkını Müslümanlaştırmıştı (Seyahatnâme, 1999-III: 240-
242, 260, 265, 269). Sefer Şah’ın inşa ettirdiği mescid ve kurduğu vakfın 1708 tarihinde
faaliyetleri sürmekteydi (Edirne Şer’iye Sicili, nr.138, s.144).
Sultan I. Murad Edirne’yi fethettikten sonra ganimet mallarıyla Hızırlık adıyla
meşhur olan bu tekkeyi yeniden inşa ettirmiş; ayrıca dervişler için buraya büyük
bir meydan, mabedhâne, Keykavus mutfak, imaret, kiler ve pek çok hücre ilave edip
bağ-ı irem haline getirmişti. Ayrıca buradaki mescidi küçük bir camiye çevirmişti
(Seyahatnâme, 1999-III: 242). 1428 tarihinde ise Gazi Mihal Bey’in oğlu Yahya Bey
tekkenin bir tarafında Kalenderhane ve pek çok çilehane yaptırıp, bahçesini güzelleştirerek
havası latif, cihannüma bir mesire yerine dönüştürmüştü (Seyahatnâme,
1999-III: 250-252, 260). Edirne’nin marifet erbabı ve zanaatkâr esnafı bu tekkeye
karşı büyük bir hürmet ve ilgi duyduğundan burada binlerce kişi toplanıyordu. Ancak
tekkeye pek çok kötü niyetli kişinin de gelmesi, 1642 tarihinde Edirne halkının
burada “fısk u fücur” işlendiğine dair şikâyetlerine sebep olmuştu. Bu şikayet üzerine
Kara Mustafa Paşa’nın emriyle Edirne Bostancıbaşısı Kırkayak Sinan Paşa Hızırlık
tekkesini yıktırmış, tekkenin kurşunlarını arabalara yükleyip İstanbul’a göndermişti.
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
EVLİYA ÇELEBİ’NİN SEYAHATNÂMESİNDE BEKTAŞİ TEKKE VE TÜRBELERİ
111
Bunun üzerine tekkedeki dervişler dört bin adet bakır kazan, sahan ve tencereleri
bostancıbaşıya teslim etmişler, ardından bir yerde toplanıp tekkenin yıktırılmasına
sebep olanlara “Fena” gülbangı çekip, her biri başka bir diyara dağılıp gitmişlerdi.
Allah’ın hikmeti, “Fena” gülbangının yedinci günü Kara Mustafa Paşa katledilmişti.
Bundan bir hafta sonra ise tekkenin yıktırılmasını isteyen Edirne ayanları ölmüştü
(Seyahatnâme, 1999-III: 250-252, 260). Arşiv kayıtlarından Hızır tekkesi vakfının
Gazi Mihal Bey Camii vakfıyla birleştirildiği tespit olunmaktadır (BOA, C.EV,
430/21794). Ayrıca bu tekkeye XVIII. yüzyılda devlet tarafından yemek yardımı
yapıldığı görülmektedir (BOA, C.EV, 359/18244).
Hızırlık tekkesinin dışında Edirne’de Mihal Bey köprüsü üzerinde Sefer Şah
Sultan’ın türbesi ve tekkesi bulunuyordu. Evliya’ya göre buralar duaların makbul olduğu,
kibarı evliyanın üçünün bir araya geldiği yerlerdendi ki ancak itikadı temiz
olanlar bu hakikati anlayabilirdi (Seyahatnâme, 1999-III: 260, 269). XVII. yüzyılda
Edirne şehir merkezi ile bu şehre bağlı Çorlu (Seyahatnâme, 1999-III: 171, 254)
ve Kırkık’da Karaca Ahmed Sultan’ın türbe ve tekkeleri mevcuttu. Hünkar Bahçesi
önünde ise Kurd Baba’nın küçük bir tekkesi bulunuyordu. Bunlarla birlikte
Edirne’de başta Hızır Dede ve Kalenderi Sultan olmak üzere pek çok Bektaşi şeyhinin
türbesi vardı. Seyyahımız özellikle Hızırlık tekkesinde türbesi bulunan Bektaşi
şeyhlerini tek tek saymaktaydı. Buna göre burada Şemmas Dede, İhlas Dede, Carullah
Dede, Ulama Dede, Murteza Dede, Ali Yar Dede ve Burhan Dede’nin türbeleri
mevcuttu. Ayrıca bu tekkede Akkoyunlu devletinin hükümdarı Uzun Hasan’ın
oğlu Sultan Yakub’un da mezarı yer alıyordu. Edirne’nin Topkapı mevkii yakınlarında
Kaplı Dede’nin; Sallahâne’de Balaban Baba, Yatağan Baba ve Mumcu Hasan
Baba’nın türbeleri birer ziyaret yeriydi (Seyahatnâme, 1999-III: 254, 266-267, 270).
Edirne nahiyelerinden Ergene’de ise Hacı Bektaş Velî’nin dervişlerinden Mahmud
Baba’nın tekke ve türbesi vardı. Ancak tekkenin vakfı olmadığından dervişler kendilerine
gelen yardımlarla geçinirlerdi (Seyahatnâme, 2001-IV: 171). Mahmud Baba
türbesinin XIX. yüzyılda hâlâ mevcut olduğu tespit edilmektedir (BOA, C.EV,
504/25495).
Hasköy yakınlarındaki Osman Baba tekkesi ise bölgenin en eski ve itibar
gören tekkelerdendi. Evliya Çelebi, I. Murad’ın yardımı ile inşa edilen bu tekkenin
XVII. yüzyıldaki durumu hakkında detaylı bilgiler vermekteydi. Buna göre Edirne
yolu üzerindeki Hırmenli kasabasının Maden deresi mevkiinde bulunan Osman
Baba tekkesi o dönemde düz bir zeminde, dağlar arasında, etrafı çok sık korular
ile çevrilmiş yeşillikler içerisindeydi (Seyahatnâme, 1999-III: 236; 2003-VIII: 341-
342). Arşiv kayıtlarından bu tekkenin Fatih Sultan Mehmed döneminden önce inşa
edildiği anlaşılmaktadır (BOA, TT, nr. 50, s.130). XVI. yüzyıla ait arşiv kayıtlarından
bu tekkenin Hasköy’de bulunduğu tespit olunmaktadır (BOA, TT, nr.50, s.130;
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
Fahri MADEN
112
BOA, TT, nr.521, s. 444). Hasköy’de Harmanlı’nın güneyinde Otman Baba adında
bir başka tekke daha bulunmaktadır. Ancak bu ikisi aynı tekke değildir. Evliya’nın
hakkında bilgi verdiği Osman Baba tekkesi bugün Hasköy iline bağlı İlyasça köyünün
bir mahallesi olan Tekkeköy’dedir (A. Kayapınar-L. Kayapınar, 2010: 115).
Evliya’nın verdiği bilgilere göre etrafı duvarla çevrili olan tekkenin, kaleyi ve
sanki padişah sarayını andıran, büyük ve kargir binası vardı. Tekke meydan odası,
mihmanhâne, Keykavus mutfak, kiler, Kamberî ahırlar, ambarlar ve mahzenler ile
genişletilmişti. Ayrıca cami, mescid, dershane, mektep, hamam, derviş hücreleri
ve misafirler için mihmansaraylar ilave edilmiş olup, bu eklentiler pek çok eşyayla
donatılmıştı. Buranın bahçesi ise büyük bir bağ-ı İremistan olup havuz, fıskiye, şadırvan
ve pek çok çeşmenin yer aldığı cirid meydanlı avlusuyla büyük bir hankâhtı
(Seyahatnâme, 2003-VIII: 341-342). Dervişlere karşı sevgi besleyen II. Bayezid-i
Velî, Osman Baba tekkesinin meydanına öyle bir kasr inşa ettirmişti ki yedi bu yapı
yedi iklimden nişan verir, diller ile tabir, kalemlerle tahrir olunamazdı. Bu kasrın çevresinde
kırklara işaret olarak kırk kapısı bulunuyordu. Kasrın içi Hint sedefkarîsi gibi
döşenmişti. Kubbesinin etrafındaki revaklar ve şemsiyeler kıymetli taşlarla, tavanı
ise renkten renge bürünen nakışlarla süslenmişti ki kıl kalemini çekmede ünlü nakkaşlar
bile aciz kalırlardı. Kasrın meydanında kubbesine kadar uzanan bir şadırvan
vardı. Kubbesinin üstü kurşunla örtülmüştü. Ayrıca kubbenin üzerinde gösterişiyle
insanın gözlerini kamaştıran, altın gibi yaldızlanmış bir alem bulunuyordu. Hâsılı
II. Bayezid-i Velî kasrının bir benzeri Rum memleketi tekkelerinde yoktu. Bunun
benzeri olsa olsa İran’daki İmam Rıza tekkesinde mevcuttu. Ayrıca bu tekkeye daha
önceki padişahlar, vezirler, ayanlar ile pek çok hayır sahipleri Osman Baba’nın ruhaniyetine
duydukları saygıdan dolayı birer eser ve bina yaptırmışlardı (Seyahatnâme,
2003-VIII: 342). II. Bayezid-i Velî kasrının karşısında beş altı yüz kadar derviş alabilecek
büyüklükte ibretnüma bir kış meydanı vardı. Bu meydanın etrafı yüzlerce dolapla
çevrili olup, dervişler buradaki postları üzerine oturup taat ve ibadetle meşgul
oluyorlardı. Büyük bir kapısı bulunan bu meydana arabalar ile odunlar getirilerek
ocakta yakılır, etrafında dervişler toplanarak her biri kıssalar anlatıp, dini ilimlerle ilgili
konuşmalar yaparak can sohbetleri ederlerdi. Ayrıca nice kurbanları kebap edip,
helvalar pişirip, geceleri bunları yiyerek hayır sahiplerine dualar ettikten sonra üç
defa gülbang-ı Muhammedî çekerek her biri postlarına çekilirlerdi. Yılın altı ayını bu
tertip üzere kış meydanında geçirirlerdi (Seyahatnâme, 2003-VIII: 342-343).
Kış meydanının hemen bitişiğinde Üsküp’ten gelen Yahya Paşa’nın oğlu
Mehmed Bey tarafından Osman Baba’nın himmeti için yaptırılan bahar-yaz meydanı
yer alıyordu. Bu ikinci meydanın Batova’daki Akyazılı Sultan tekkesinin meydanı
gibi Galata kulesini andıran kubbesi, adeta gökyüzüne uzanıyordu. Yedi köşeden
müteşekkil olan bu kargir binanın külah gibi olan bu tahta kubbesi kurşunla örtülmüştü.
Üzerinde ise altına benzer bir alem mevcuttu. Bu meydan o kadar genişti ki
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
EVLİYA ÇELEBİ’NİN SEYAHATNÂMESİNDE BEKTAŞİ TEKKE VE TÜRBELERİ
113
seher vaktinde bir tarafından diğer tarafını görmek mümkün değildi. Keza, burası iki
bin kişi alabilecek kapasitedeydi. Bununla birlikte bu meydanın nakışlarla süslenmiş
çok büyük ve geniş kubbesi mimarlık sanatıyla sütunsuz ve direksiz olarak imar
edilmişti. Ayrıca bu bahar meydanının ortasında yüzlerce altın yaldızlı çerağdan, buhurdan,
şamdan ve gülabdan vardı. El’an burada üç yüz kadar şeyh ve derviş mevcut
olup, her derviş birer dolaba sahipti. Bunlar postları üzerine oturup Kur’an tilaveti
ve ilimle meşgul olurlar, sair zamanlarında çeşitli zanaatlarla uğraşıp ürettikleri kaşık,
zerdeste ve keşkül gibi aletleri gelen ziyaretçilere hediye ederek hırka baha ve bahşiş
alırlardı. Bu meydanın içi de beyaz mermerle döşenmişti (Seyahatnâme, 2003-VIII:
342-343).
1671 yılında Evliya’nın ziyareti sırasında Osman Baba tekkesinde Ali Baba
şeyh bulunuyordu. Ali Baba ocak başına vakar ile oturup, tekkeyi ve dervişleri denetimi
altında alıp vird ve zikirle iştigal ederdi. Tekkeye ismini veren Osman Baba’nın
türbesine gelince, burası da yine kubbeli, kargir ve büyük bir binaya sahipti. Osman
Baba’nın kabri misk ve amberler sürülerek güzel kokularla bezenmişti. Osmanlı padişahları
ve vezirleri ile Kırım hanları ve sultanları birer altınlı, gümüşlü ve cevherli
kandiller, avizeler gönderip burayı öyle süslemişlerdi ki dil ile vasfına imkan yoktu.
Ayrıca burada çok kıymetli şamdanlar, buhurdan ve gülabdanlar vardı. Bunların dışında
türbede Osman Baba’ya ait kişisel eşyalar bulunuyordu (Seyahatnâme, 2003-
VIII: 344). Yine çok kıymetli Kur’anlar bulunup rahleler üzerine dizilmişti. Türbenin
dış kapısının önünde, büyük kemerle üzerinde küçük bir kubbecik daha vardı.
Her gelen seyyah buraya yadigar olarak keşkül, sapan-ı Davudî, avizeler vesair eşyalar
bırakıp bu küçük kubbenin duvarlarına güzel yazılar yazmışlardı. (Seyahatnâme,
2003-VIII: 344).
Osman Baba türbesinin beyaz mermerden olan kemeri üzerinde altın ve lacivert
ile güzel bir şekilde yazılmış, 1506 yılını gösteren tarih kaydı bulunuyordu. Buna
göre Gazi Mihal Bey oğlu Ali Bey sözü edilen tarihte burayı onarttırmıştı. Hâsılı
bu tekkede bulunan meydanlar Kırşehir’deki Hacı Bektaş Velî âsitanesinin dışında
hiçbir yerde mevcut değildi. Her gece bu tekkeye iki-üç yüz atlı gelip kalmaktaydı.
Buradaki yalın ayak başı çıplak dervişler ve abdalaân-ı Hudâ köçekler gelen misafirlere
canla başla hizmet edip, tekkenin Keykavus mutfağından nefis yemekler çıkarıp
yedirirler ve onları konaklatırlardı. Osmanlı padişahları bu tekkeye özel ihtimam
göstermişler, yardımda bulunmuşlar, bu sayede tekke koru ve yaylalarında on iki bin
sağmal koyun, bir o kadar sığır, at, camış ve taylaklara, ayrıca zengin bir evkafa sahip
olmuştu. Ayrıca Paşazâdeler bu tekkenin her türlü hizmetinde bulunmuşlardı. Evliya
bu tekkenin havasından ve irfan ehli dervişlerinden çok hoşlanıp bir hafta kadar
kalmış, bu arada Osman Baba’nın ruhu için bir hatim okumuş, buradaki Rum erenlerinden
hediyeler aldıktan sonra tekkeden ayrılmıştı (Seyahatnâme, 2003-VIII: 344).
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
Fahri MADEN
114
Evliya Çelebi’nin Hasköy’deki Osman Baba tekkesinin görkemi ile ilgili verdiği
bilgilerin doğruluğu Osmanlı tahrir defterlerindeki kayıtlardan anlaşılmaktadır.
XVI. yüzyılda bu tekkenin çok sayıda değirmen, bahçe, hayvan ve eşyaları mevcuttu
( BOA, TT, nr. 50, 130-131; BOA, TT, nr. 370, s.341; BOA, TT, nr.385, s.365-367;
BOA, TT, nr.521, s.445-446). Barkan, Kanuni Sultan Süleyman dönemine ait 732
numaralı Paşaeli Evkaf defterindeki bir kayıttan bu tekkenin mutfağında 16 kazan,
57 sahan, 73 tepsi, 10 kepçe ve 7 tas vs. pek çok mutfak eşyası bulunduğunu, tekkeye
kurban için 350 adet koyun geldiğini, tekkenin değirmen, bahçe ve tarlalara sahip
olduğunu haber vermektedir (Barkan, 1942: 339-340). Evliya’yı doğrulayan bu bilgilere
XVI. yüzyılın ortalarında bu tekkede yaklaşık 70 dervişin mevcut olduğunu
ilave etmek gerekir (BOA, TT, nr. 370, s. 341; BOA, TT, nr. 385, s.365-367). Bu
tekkenin Evliya’dan sonra da faaliyetlerini sürdürdüğü tespit olunmaktadır (BOA,
C.EV, 374/18966).
Edirne’ye bağlı Ali Baba köyünde ise Osman Baba’nın halifelerinden Ali
Baba’nın tekkesi bulunuyordu. Bu tekkenin yirmi-otuz kadar dervişi olup, bunlar
tekkenin evkafı olmadığından hayır sahiplerinin yardımlarıyla geçinirlerdi. Zira yedi
terkli keçe külah, bozdoğanî kispet ve tac-ı revac giyen bu abdallar, daima “Şey’en
lillah” ile geçinip, Osman Baba’dan beri “Ya Gani” ismine mazhardırlar. Her gün
bu tekke fukaralarına birer koyun kurban olarak gelirdi. Bu yardımlar sayesinde
gelen geçene yemek ikramında bulunurlardı (Seyahatnâme, 2003-VIII: 344).
Kırkkilise’nin Sarı Talışmanlı köyünde Muhyiddin Baba’nın mamur bir türbesi ve
irfan ehli pek çok Bektaşinin ikamet ettiği tekkesi vardı (Seyahatnâme, 2002-VI: 70).
Bu tekkenin XIX. yüzyılda faaliyetlerine devam ettiği görülmektedir (BOA, C.EV,
253/12880; BOA, BEO, 1425/106851; BOA, ŞD, 2982/40).
Evliya, Rumeli’de ilk defa tekke kuranlardan biri olan Seyyid Ali Sultan (Kızıldeli
Sultan) hakkında herhangi bir bilgi vermemekteydi. Oysa I. Bayezid döneminde
Rumeli’de fetihlere katılan Seyyid Ali Sultan, 1397 yılında Dimetoka’da bir tekke
kurmuş, Kızıldeli ismi verilen bu tekke zamanla Bektaşi tarikatının en büyük tekkelerinden
biri haline gelmişti. 1641 ve 1692 tarihli iki arşiv kaydında bu tekkenin geniş
arazi ve mezraları ile zengin bir vakfa sahip olduğu anlaşılmaktadır (BOA, İE.EV, nr.
2891; Gökbilgin, 1952: 184-187). Bununla birlikte Evliya, Dimetoka hakkında bilgi
verirken buradaki tekkelerin hiçbirinden bahsetmemekte, ancak Dimetoka yakınlarındaki
Karabiga’da -herhangi bir tekke ismi belirtmeden- Bektaşi tekkeleri bulunduğunu
nakletmektedir (Seyahatnâme, 2001-IV: 153).
Evliya Çelebi XVII. yüzyılın ikinci yarısında Rumeli’nin diğer bölgelerinde
önemli Bektaşi tekkelerinin faaliyette olduğunu haber vermekteydi. Niş şehrinde
Köprübaşı tekkesi bulunuyordu (Seyahatnâme, 2001-IV: 188-189). Belgrad’da Yahyalı
Mehmed Paşa tarafından yaptırılan, Abaza Paşa köşkü yakınlarında bağlar içinTÜRK
KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
EVLİYA ÇELEBİ’NİN SEYAHATNÂMESİNDE BEKTAŞİ TEKKE VE TÜRBELERİ
115
de ve mesire yerinde bir Bektaşi tekkesi vardı. Evliya burayı ziyaret ettiğinde tekkede
Derviş Mehmed Horasani şeyhlik yapıyordu (Seyahatnâme, 2001-IV: 197, 199).
Eğri’de Baba Sultan tekkesi olup yetmiş seksen kadar “çile-i merdân sahibi”
Bektaşi dervişi vardı. Tekke Hatvan kapısının dışında, bağlar içerisinde, rengarenk
tavus kuşlarının bulunduğu bir mesire yerindeydi. Yazlık ve kışlık meydanları, tahtadan
ama sağlam yapılı bina ve haneleri vardı. Budin’deki Gül Baba tekkesine benzeyen
bu tekkede Dede Sultan’ın türbesi olup, büyük bir kubbeye sahipti. Türbenin
çevresi güzel yazılar yazılarak süslenmiş; şamdanlar, kandiller ve çerağlar ile donatılmıştı.
Bölgedeki gaziler ganimetle döndüklerinde tekkeye yardımda bulunurlar,
dervişler bu yardımlarla geçinirlerdi (Seyahatnâme, 2003-VII: 67, 68). 1687 yılına
ait bir İtalyan gravüründe açık olarak görülen bu tekke 1873’te yıktırılıncaya kadar
ayakta kalmıştır (Saral, 2003: 218-219).
Lipova’da ise Temeşvar yolu üzerinde bağlarla çevrili, gayet büyük ve ehl-i
sünnet dervişleri olan Yağmur Baba tekkesi faaliyetteydi. Yağmur Baba’nın mezarı
da tekkenin içerisindeydi (Seyahatnâme, 2001-IV: 208-209).
Arnavutluk ve Kosova bölgesinde de çok yoğun olmamakla birlikte XVII.
yüzyılda Bektaşilik faaliyetteydi. Mitroviçe gelen ve gideninin konakladığı Mustafa
Baba türbesi ve tekkesine sahipti (Seyahatnâme, 2001-V: 292). Kaçanik ve
Dobnice’de de birer Bektaşi tekkesi vardı. Ama Evliya bu tekkelerin isimlerini zikretmemişti
(Seyahatnâme, 2001-V: 295, 305). Dobnice’deki tekke Hızır Baba tekkesi
olmalıdır. Zira 1675 yılında bu Bektaşi tekkesine gayet mütedeyyin olduğu belirtilen
Abdullah Baba şeyh olarak atanmıştı (BOA, C.EV, 132/6594).
Arnavutluk’ta Bektaşiliği ilk olarak Osmanlı’dan önce Sarı Saltık temsil etmişti.
Daha sonra Bektaşiler, II. Murad’ın askerleriyle birlikte bölgeye gelip yerleşmişlerdi.
Kasım Baba, Yemin Baba ve Piri Baba isimli babalar Fatih Sultan Mehmed
devrinde bölgenin farklı yörelerinde faaliyet göstermişlerdi. Ancak Arnavutluk’a
birçok Bektaşi tekkesinin kurulması II. Bayezid döneminde gerçekleşmişti. 1670
yazında Arnavutluk’u gezen seyyah, II. Bayezid’in damadı Konyalı Gazi Sinan Paşa
tarafından yaptırılan ve zengin bir vakıf tesis edilen Kanina’daki Bektaşi tekkesini ayrıntılı
bir şekilde anlatmaktaydı. Gerçi Evliya’ya göre cihannüma bir hankâh olan bu
tekkenin vasıflarını saymaya lisan yetersizdi. Bu büyük tekke Rum, Arap ve Acem’de
meşhurdu. Burada irfan ehli pek çok derviş, tekkenin Keykavus mutfağında pişirdikleri
yemekleri ziyaretçilere ikram ediyorlardı. Gazi Sinan Paşa ve yakın akrabaları bu
tekkede, büyük bir kubbesi olan türbede medfundu. Ayrıca Avlonya’da birkaç dervişin
ikamet ettiği Baba Sultan tekkesi mevcuttu (Seyahatnâme, 2003-VIII: 312-313).
Evliya Çelebi’nin bildirdiğine göre XVII. yüzyılda Bosna ve Hersek’te de
Bektaşi tekkeleri bulunuyordu. Bosna’ya bağlı Yenikasaba yakınlarındaki Kovenik
köyünde Hindî Hamza Baba tekkesi vardı. Kargir bir binası ve misafirhanesi olan bu
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
Fahri MADEN
116
büyük tekke Fatih Sultan Mehmed tarafından inşa ettirilmişti. Tekkenin Bektaşilerle
birlikte yetmiş-seksen kadar Hindî, Özbek, Kalenderî, Şemsî ve Yesevî dervişleri
mevcuttu. Köy çevresindeki bağ ve dağlar vakıf olarak bu tekkeye bağlanmıştı. Bu
itibarla gelip gidene yemek verilmekteydi (Seyahatnâme, 2002-VI: 293). Hersek’in
Çayniçe kasabasında Gazi Murad Baba tekkesi şehrin her yönüyle görülebildiği yüksek
bir mevkideydi. Bu büyük tekke Çayniçe ahalisi tarafından sık sık ziyaret edilir,
tekkenin bakım ve hizmeti burada türbedar bulunan Bektaşi dervişleri tarafından yapılırdı.
Tekke bir mesire yerinde kurulmuş olup yazın dahi çok serin olan bir kaynak
suyu vardı. Bu suya çevredeki halk kirazlarını koyup, serinliğinden istifade ederlerdi.
Ayrıca Çayniçe şehrinden ve dışarıdan gelen ziyaretçiler, burada kebap dolapları
kurup, yiyip içerler, musiki eşliğinde eğlenirler ve adeta Hüseyin Baykara meclisi
kurarlardı. Bu arada tekkede mezarı bulunan Gazi Murad Baba’yı da ziyaret etmeyi
ihmal etmezlerdi (Seyahatnâme, 2002-VI: 253-254). Foça’daki Bayezid Baba Sultan
tekkesi ise bağlar ve bahçeler içerisinde, gayet mürevveh ve büyüktü. Keykavus mutfağında
pişirilen yemekler buradaki Bektaşi dervişleri tarafından misafirlere sunulurdu
(Seyahatnâme, 2002-VI: 256). Hersek’in Pirepol kasabasında da seyyahın ismini
belirtmediği bir Bektaşi tekkesi vardı (Seyahatnâme, 2002-VI: 249).
Öte yandan Budin’de bölgenin fethinde hazır bulunan Gül Baba’nın tekke
ve türbesi bulunmaktaydı. Budin kalesinin Horoz kapısı dışında, Veli Bey ılıcası yakınında
bir bağ içinde bulunan Gül Baba tekkesi, XVII. yüzyılda gayet mamur bir
haldeydi. Keza tekkenin kış ve yaz meydanları altın misal çerağlar, şamdanlar, kandiller,
buhurdan ve gülabdanlar ile zerdeste, tabl, kudüm, zil, palheng, keşkül ve teberler
gibi çok değerli eşyalarla donatılmıştı. Buraya gelen marifet erbabı ziyaretçiler
tekkenin duvarlarını güzel yazılar ve şiirlerle tahrir etmişlerdi. Ayrıca tekkenin pek
çok ehl-i sünnet ve’l-cemaat, marifet erbabı dervişi vardı (Seyahatnâme, 2002-VI:
149). Karşılıksız olarak Mihaloğulları tarafından inşa ettirilen ve giderleri için de
zengin bir kaynak ayrılan bu tekkenin Keykavus mutfağı mevcuttu. Burada pişirilen
nefis yemekler dervişler tarafından misafirlere ikram edilirdi (Seyahatnâme, 2002-
VI: 134, 148-150, 153-154; 2003-VII: 68). Gül Baba’ya ait türbe ise üzeri kurşunla
örtülü kubbesiyle çok sağlam bir yapıydı. Gül Baba’nın sandukası yeşil çuka ile örtülmüş
olup başucunda Bektaşi tacı bulunuyordu. Kabrin etrafı güzel yazılar ve sözlerle
tezyin edilmişti. Türbenin hizmetçileri ve cân-ı canan köçekleri gelen ziyaretçi
ve misafirlere gül suyu dağıtıp, ûd ve amber yakarak etrafa hoş kokular yayarlardı
(Seyahatnâme, 2002-VI: 134, 148-150, 153-154; 2003-VII: 68).
Evliya, Gül Baba türbesi ve tekkesinin dışında Budin’de iki Bektaşi tekkesi
daha zikretmekteydi. Bunlardan Baba Miftah tekkesi Tuna nehri kıyısındaydı. Hızır
Baba tekkesi ise Ovakapısı denilen mevkide, bağlar içerisindeydi. Hızır Baba tekkeTÜRK
KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
EVLİYA ÇELEBİ’NİN SEYAHATNÂMESİNDE BEKTAŞİ TEKKE VE TÜRBELERİ
117
sinin vakıf malları az olmakla beraber küçük ama kullanışlı bir binaya sahipti. Buradaki
Kalender dervişler ganimet ve yardımlarla geçinen, ehl-i sünnet, iyi niyetli ve
temiz kişilerdi (Seyahatnâme, 2002-VI: 148, 150, 153).
Deliorman’da ise Demir Baba’nın tekke ve türbesi bulunuyordu. Evliya, bu
tekke hakkında herhangi bir bilgi vermemişti. Sadece Demir Baba’nın Eğribucak’ta
tekke ve türbesi bulunan Memi Beğ Sultan’ın müridi olduğunu ve Deliorman’da türbesi
bulunduğunu zikretmekle yetinmişti (Seyahatnâme, 2001-V: 313).
XVII. yüzyılda Selanik ve Atina’da da Bektaşi tekkeleri vardı. Mesela
Mudunuç’ta yetmiş kadar ehl-i sünnet ve’l-cemaat, irfan ehli, temiz itikadlı, dünyadan
tecrit olmuş, halim ve selim Bektaşi dervişi bulunan, şehrin doğusunda, mesire
ve temaşa yerinde Sultan Veliyullah tekkesi mevcuttu. Bu tekke Sultan Veliyullah’ın
eliyle Müslüman olan Mudunuç kralı tarafından inşa ettirilmişti. Bu sebeple tekke
Müslüman olmayan devlet adamlarınca da ziyaret edilirdi. Tekkenin dervişleri sadece
misafirlerin yiyecek ve barınma ihtiyacını karşılamakla kalmaz onların atlarına
da hizmet ederlerdi. Zengin vakıf malına sahip olan tekkenin mutfağında çorba,
yahni, pilav ve zerde gibi leziz yemekler pişirilip gelen gidene ikram edilirdi. Ayrıca
buradaki dervişler halktan yardım toplayarak misafirlere ve ihtiyacı olanlara dağıtırlardı.
Bununla birlikte tekkenin tüm eklentileriyle büyük binası kurşunla örtülüydü
(Seyahatnâme, 2003-VIII: 102-104). Tekkede bir gece misafir kalan ve dervişlerle
can sohbetleri eden Evliya, Sultan Veliyullah’ın kerameti olarak burada olağanüstü
olaylara şahit olmuştu (Seyahatnâme, 2003-VIII: 104-105). Sultan Veliyullah’ın türbesi
ise buhurdan, gülabdan, şamdanlar, avizeler, dervişler tarafından yapılmış zerdeste,
keşkül, sapan-ı Davudî, tabl, alem, sancak, def, kudüm, nefir ve zil gibi pek çok
“cihâz-ı fakr” ile bezenmişti. Ayrıca türbenin dört bir yanı güzel yazılarla süslenmişti.
Türbenin ziyaretçisi eksik olmaz, gelen ziyaretçilere buradaki dervişler güzel koku
ikram ederlerdi (Seyahatnâme, 2003-VIII: 102-103).
Evliya, Mora ve İnebahtı’da Bektaşi tekke ve türbeleriyle karşılaşmıştı.
Mora’nın Vostiçse kasabasında birkaç Bektaşi dervişi bulunan Ali Baba tekkesi, deniz
kıyısına çok yakın garip bir mesire yerindeydi. Zira buraya kayıklarla pek çok
ziyaretçi ile bir alay levendâttan harabât erenleri gelip, bazıları ibadetle meşgul olurken
bazıları yiyip içerek zevk ve sefaya dalıp eğlenirdi (Seyahatnâme, 2003-VIII:
129). Bununla birlikte Ballıbadra’da Rumlar tarafından da ziyaret edilen Hacı Bektaş
Velî’nin halifelerinden Sarı Sıddîk Baba’nın türbesi bulunuyordu (Seyahatnâme,
2003-VIII: 132-133). İnebahtı’nın Bihor kasabasında da gelen gidene hizmet veren,
bağlar içinde ve mesire yerinde bir Bektaşi tekkesi vardı. Ancak Evliya’nın ziyareti
sırasında burası bir Halveti şeyhin idaresindeydi (Seyahatnâme, 2003-VIII: 277).
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
Fahri MADEN
118
İstanbul ve Çevresindeki Bektaşi Tekkeleri
Evliya Çelebi’nin naklettiğine göre XVII. yüzyılda İstanbul ve çevresinde
on kadar Bektaşi tekke ve türbesi mevcuttu. Eyüp Sütlüce’deki Caferabad tekkesi
buradaki eski bir kalenin temelleri üzerinde kurulmuştu (Seyahatnâme, 1996-I: 15,
165). Sütlüce’nin en eski tekkesi olan Caferâbâd tekkesinin banisi Kanuni Sultan
Süleyman’ın hizmetkârlarından, zevk sahibi Cafer adında biriydi. Tekke şehrin yüksek
bir yerinde olup, çeşitli ağaçlar ile pek çok sofalar ve avlularla süslüydü. Sultan
Süleyman bu tekkenin denize bakan bir köşesinde kalıp gezmiş, Hind padişahından
rengarenk nakışlı ve deriden yapılmış yemek sofrası, yüz adet Hıtayî tabaklar, kaseler,
bir çok kıymetli kapkacak hediye gelince hepsini birden bu tekkeye vakfetmişti.
Fakat sonraları zorbalar ortaya çıkınca bunlar hazineye alınmış, tekkede sadece sofra
ile bir adet şeftali çekirdeğinden yapılmış, gayet garip derviş keşkülü kalmıştı. Keza
bu kaşık Hindistan’da yetişen şeftalinin yarım çekirdeğinden kenarları altın ve gümüş
halkalarla süslenerek yapılmıştı ki iki okka miktarı su alabiliyordu. O dönemde
hâlâ hazinede muhafaza edilen bu keşkülden II. Selim su içmişti. Keşkül bir değil,
belki beş kase su alabilecek büyüklükteydi. Ayrıca XVII. yüzyılda bu tekkenin parlak
duvarlarındaki yazılar, ibretle seyredilecek nakış ve resimler kalem ile tarif edilemez
güzellikteydi. Hattâ Nakkaş Ağa Rıza tekkenin duvarına siyah kalemle vahşi
geyik tasvirini büyük bir kaya üzerinde öyle resmetmişti ki Behzat ve Mani bir çizgisini
çekmekten acizdirler. Hâsılı bu tekke bilgili kişilerin beğendiği bir “âsitâne-i
teferrücgâh-ı mesiregâh-ı kûşe”ydi (Seyahatnâme, 1996-I: 174-175). Âşık Mehmed,
XVI. yüzyılın sonlarında bu tekkenin bir mesire ve gezinti yerinde olduğunu, buraya
gelen halkın yemek için ihtiyaç duyacakları alet ve eşyaların mevcut bulunduğunu
haber vermektedir (Âşık Mehmed, 2007-III: 1096). XVIII. yüzyılda faaliyetlerini
sürdüren (VGMA, Defter nr. 666, s.108) bu tekke, XIX. yüzyıl başlarında Kiremitli
tekkesi olarak geçmektedir (BOA, MAD, 9766, s.339; BOA, MAD, 9731, s.406).
Rumelihisarı’nda denizciler tarafından Akkirman’dan getirilmiş ve pek çok
kerametleri zuhur etmiş Durmuş Dede’nin türbesi ve tekkesi vardı. Bu büyük tekke
zamanla çerağları ve kudümleri ile Bektaşi türbedar ve dervişlerinin ikamet ettiği
büyük bir asitane halini almıştı (Seyahatnâme, 1996-I: 194-196). Daha sonraki
dönemlerde de Durmuş Dede tekkesinin faaliyetlerini sürdürdüğü görülmektedir.
XVIII. yüzyılın başlarında bu tekkenin şeyhliğine haksız bir müdahale yapılmıştı.
Buna göre vefat eden tekke şeyhi Şeyh İsmail b. Ali Dede’nin yerine Şeyh Mehmed
Efendi geçmiş, ancak Süleyman isimli bir şahıs şeyhliği zorla zapt etmişti. Vaki olan
şikayet üzerine bu kişi tekkeden uzaklaştırılarak şeyhlik tekrar Mehmed Efendi’ye
iade edilmişti (VGMA, Defter nr. 658, s.20).
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
EVLİYA ÇELEBİ’NİN SEYAHATNÂMESİNDE BEKTAŞİ TEKKE VE TÜRBELERİ
119
Üsküdar’da ise mezarlık içinde Karaca Ahmed Sultan tekkesi (Seyahatnâme,
1996-I: 203, 205; 1999-II: 255; 1999-III: 50) vardı. Evliya’nın ziyaretinden sonra
1734 yılında bu tekkenin faaliyette olduğu görülmektedir (BOA, C.MF, 82/4065).
Yine Öküz Limanı’nda Kaya Sultan yalısı yanında küçük bir tekke mevcuttu
(Seyahatnâme, 1996-I: 203, 205). Bununla birlikte Istranca dağlarında bir odasında
Yeniçeri avcılarının ikamet ettiği büyük bir Bektaşi tekkesi vardı. Burası aynı zamanda
bir mesire yeri ve mandıra idi. Buradaki dervişler her türlü işe canla başla hizmet
ederler, avcılar burada kaldıkları altı ay boyunca padişah için sıgın ve karaca avlarlar,
Karadeniz boğazının güvenliğini sağlarlardı (Seyahatnâme, 1996-I: 208; 2002-VI:
87).
Ayrıca Evliya Çelebi’nin hangi tarikata mensup olduğunu belirtmediği, ancak
Bektaşi tekkelerinden kabul edilen Beykoz’da Akbaba Sultan tekkesi, XVII. yüzyılda
dervişlerin meks ve sohbet ettikleri gayet bakımlı bir tekkeydi (Seyahatnâme,
1996-I: 209). Yine adı geçen yüzyılda Üsküdar-Gebze arasında Kemikli Ali Baba
(Seyahatnâme, 1999-II: 232, 246) tekkesi mevcuttu. Bu tekkeye kayıtlarda rastlanmazken
aynı isimde Bursa’ya bağlı İnegöl’de bir tekkeye tesadüf olunmaktadır
(VGMA, Defter nr. 680, s.166).
Silivri’de Sadi Baba tekkesi ve ziyaret yeri bulunuyordu. Burası Evliya’dan sonra
da Bektaşilerin idaresinde faaliyetlerini sürdürmüştü (BOA, C.EV, 448/22665;
C.EV, 138/6863). Çatalca’da da Evliya’nın ismini belirtmediği bir Bektaşi tekkesi
vardı (Seyahatnâme, 1999-III: 274). Burası muhtemelen arşiv kayıtlarında tespit
edilen Şahin Baba tekkesiydi (BOA, C.EV, 605/30507). Bu tekkelere ilave olarak
Unkapanı’nda Bektaşi Horoz Dede’nin (Seyahatnâme, 1996-I: 38, 150, 162) türbesi
bulunmaktaydı.
Diğer Bölgelerdeki Bektaşi Tekkeleri
XVII. yüzyılda Girit ve Rodos adaları Bektaşi tekkelerinin yayıldığı coğrafi
alanın içindeydi. Bektaşiler, Girit adasının fethinde bulunarak fethin gerçekleşmesine
büyük katkılar sağlamışlardı. Ayrıca bu sayede adada fetihten hemen sonra Bektaşilik
faaliyet alanı bulmuş ve yayılabilmişti. Girit’e Bektaşiliği Horosanî Ali Baba getirmiş
ve Kandiye’de kendi adıyla anılan ilk tekkeyi kurmuştu. Evliya Çelebi Kandiye
kalesi yakınındaki bu tekkenin Şehit Deli Hüseyin Paşa tarafından yaptırıldığını ve
XVII. yüzyılda burada seksen kadar yalın ayak başı çıplak, fakr u faka sahibi, abdalân
Bektaşi dervişi bulunduğunu nakletmektedir. Ayrıca tekke bu dervişlerce bağ ve
bahçelerle süslenip misafirler için nezih bir ortama dönüştürülmüştü (Seyahatnâme,
2003-VIII: 179, 229). 1669 tarihinde tekkeyi ziyaret eden Evliya, tekkenin kurucusu
Horasanizâde Derviş Ali Dede (ö. 1671-1672) ile de görüşmüş olmalıdır. Zira BekTÜRK
KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
Fahri MADEN
120
taşi dervişleriyle Hacı Bektaş Veli tekkesinden hareket ederek Girit’in fethine iştirak
eden Derviş Ali Dede bu tarihte hayattaydı. Tekke 1650 yılında büyük bir şenlik ile
açılmış, adanın fethine katılan Bektaşi dervişlerinden yirmi-otuz kadarı ayrılıp tekkeye
alınarak misafirlerin hizmetine görevlendirilmişti. Bunlar tekke çevresindeki
tarlaları işleyerek bahçe haline getirmişlerdi. Bu tekke Girit’in fethine gönderilen ordunun
komutanı Gazi Hüseyin Paşa’nın hayratı olduğundan “Hüseyin Paşa tekkesi”
olarak da bilinmekteydi (Köprülü, 2006: 158-165). 1702 tarihli arşiv kaydında bu
tekkenin Horsanoğlu Mehmed Dede ve Bektaşi Derviş Ali taraflarından tesis edildiği
bildirilmektedir (BOA, C.EV, 191/9544).
Yine Kandiye’de fethin hemen ardından Yüksek tabyada Çavuşbaşı Köse İbrahim
Ağa tekkesi ve Karanlık kapıda Ali Dede tekkesi açılmıştı. Gazi dervişlerin
sakin oldukları Çavuşbaşı Köse İbrahim Ağa tekkesinde Kadiri tarikatı mensupları
tarafından da tarikat ayini icra edilirdi. Bunlarla birlikte Yeniçeri Ağası Abdurrahman
Paşa’nın konağı Bektaşi tekkesi olarak kullanılıyordu (Seyahatnâme, 2003-VIII:
229). Eski Basra valisi olan Abdurrahman Paşa o dönemde Kandiye muhafazası görevinde
bulunuyordu. Ayrıca Kandiye kalesi içinde kendi adıyla bir camii inşa ettirmişti
(BOA, İE.AS, 26/2398; BOA, C.EV, 601/30346; BOA, C.EV, 630/31752).
Ayrıca Resmo’da Tekke kapısı dışında mesire yerinde ve bağlar içerisinde Veli Paşa
tekkesi bulunuyordu (Seyahatnâme, 2003-VIII: 177). Veli Paşa’nın tekkeyle birlikte
cami ve mektep de inşa ettirdiği, ayrıca evladiyet üzere vakıf kurduğu tespit olunmaktadır
(BOA, C.MF, 146/7295; C.EV, 657/33139; C.EV, 389/19737).
Evliya Çelebi’nin rivayetine göre XVII. yüzyılda Rodos’ta Murad Reis adında
bir Bektaşi tekkesi mevcuttu. Tekke ismini burada sandukası yeşil çuka ile örtülü türbesinde
medfun bulunan Cezayir fatihi Murad Reis’ten alıyordu. Kadırga limanının
uc kısmında yer alan ve Rodos’taki tekkelerin en mükellefi olan bu tekke, bağlık ve
gülistanlık olup burada dünyanın hiçbir yerinde bulunmayan, çok lezzetli üzümler
yetiştiriliyordu. Gayet bakımlı olan tekkenin dört bir yanı çerağ, alem, post ve seccadelerle
döşeliydi. Tekke zengin bir vakfa sahip değildi, ancak buraya her taraftan
nüzûrât gelirdi (Seyahatnâme, 2005-IX: 130-131). Murad Reis tekke ve türbesinin
daha sonraki dönemlerde faaliyetlerinin devam ettiği ve Kumburnu adı verilen mahalde
bulunduğu tespit olunmaktadır (BOA, HAT, 1463/118; C.EV, 343/17423;
C.EV, 156/7780; VGMA, Defter nr.265, s.143).
Mısır’a Bektaşilik daha Memlükler döneminde, XV. yüzyıl başlarında Kaygusuz
Abdal tarafından getirilmişti. Ancak burada Rumeli’deki gibi bir ortam bulunmuyordu.
Oralarda Bektaşilik gayr-i Müslim unsurlar arasında da yayılmıştı.
Mısır’da ise Osmanlı Devleti’nin başka bölgelerinden gelen Türkler ve Rumeli’den
gelen Arnavutlar arasında taraftar bulmuştu (Köprülü, 1939: 22-23; Azamat, 2002:
74). Evliya Çelebi XVII. yüzyılda Mısır’da dört Bektaşi tekkesi olduğunu haber verTÜRK
KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
EVLİYA ÇELEBİ’NİN SEYAHATNÂMESİNDE BEKTAŞİ TEKKE VE TÜRBELERİ
121
mekteydi. Bunlardan bin kişi alabilecek büyüklükte olan Kasr-ı Ayn tekkesi, beyaz
mermer ve çok değerli eşyalarla tezyin edilmişti. Tekkenin dört bir yanında kurban
postları döşeliydi. Ayrıca tekkenin içinde binlerce keşkül, sapan, teber, alem, nefir,
zil, şamdan, çok değerli çerağ ve kandiller bulunuyordu. Sultan Melük’t-Tahir’in
inşa ettirdiği tekke, Mısır’ın batısında, Nil nehrinin kenarında, bağlarla çevrili bir
alanın ortasında yer almaktaydı (Seyahatnâme, 2007-X: 136-137).
Yavuz Sultan Selim Mısır seferi sırasında maiyetindekilerle birlikte yedi gece
bu tekkede kalmış, buraya “Kasr-ı Bü’l-aynım” deyip (Seyahatnâme, 2007-X: 136)
çeşitli ihsanlarda bulunmuştu. Evliya’nın 1671 tarihinde tekkeyi ziyareti sırasında
Yavuz Sultan Selim’in kaldığı bölüm kitaplık olarak kullanılmakta, hiç kimse orada
oturmamaktaydı. Böylece oraya ayrı bir hürmet gösterilmekteydi. Bununla birlikte
tekke Mısır valileri tarafından da binalar ilave ettirilerek zamanla büyütülmüştü.
Mesela İbrahim Paşa ve Abdurrahman Paşa (Seyahatnâme, 2007-X: 255) tekkenin
her bir köşesine, yan yana birer kasr yaptırmışlardı. Evliya, tekkeyi ziyareti sırasında
Şeyh Mehmed Dede ile görüşmüş, burada ehl-i sünnet dervişlerin bazısının ilim ve
irfan tahsili ile bazısının ise Kur’an tilavetiyle meşgul olduklarını görmüştü. Bu dervişler
misafirlere “Safâ geldin, can” deyip canlarını feda edercesine hizmet etmekle
birlikte tennurelerini giyip, nefir ve teberlerini ellerine alarak tarikat ayini icra ederler,
gazeller okurlar, böylece gelen misafirleri güzel bir şekilde ağırlarlardı. Ayrıca
bazen halkın ileri gelenlerinden bazı kişiler tekkeye gelip dede efendiden dervişlerin
şiir tilavet etmelerini rica ederler, bunun üzerine ser-seçme dede marifet erbabından
Şeyda Dede, Tahir Dede, Aşık Dede, Kurban Dede, Talebkar Dede, Racî Dede,
Gavvâs Dede, Civânmest Dede ve Medhûş Dede’yi nazargâh kılıp, “Bak a canlar!
Misafirlerimiz sizlerden birer beyit ve şiir okumanızı rica ederler, kerem edersiniz”
deyince, dervişler, “Eyvellah, baş üstüne ömrüm” deyip ikişer ikişer ellerinde zerdesteleri
ve bellerinde mecmuaları ile muhabbet meydanına çıkarlar; beyitler, gazeller,
kaside ve mersiyeler okurlardı (Seyahatnâme, 2007-X: 136). Ardından dervişlerin
ablak, sublak ve ak topalak köçekleri kendilerine has kıyafet ve hareketlerle meydana
gelirler, birbirlerine hasmane olup, Mısır gülü gibi beyaz gerdanlarını arz ederek
pazularını sıvayıp, Kaygusuz Abdal ve Murad Abdal’ın güftelerinden tekerlemeler
okuyup, şakalar yaprak misafirlerin canlarına can katarlardı (Seyahatnâme, 2007-X:
137). Tekkenin iki büyük mutfağı vardı. Haydarî ismi verilen mutfakta dünyadan el
çekmiş, uzlet ehli dervişler bulunup her biri bir işe memurdu. Bunlar çok seçkin kimseler
olup beyaz ekmek pişirip tekkedeki aşıklara sunarlardı. Halîlî denilen mutfakta
ise dervişlere ve misafirlere yemek ikram edilirdi (Seyahatnâme, 2007-X: 70, 136-
137, 255). XVIII. yüzyıl başlarında bu tekkenin faaliyetlerine devam ettiği, ancak
Hacı Bektaş Veli tekkesi şeyhi ve türbedarının da müdahil olduğu postnişin çekişmesi
yaşandığı tespit olunmaktadır (VGMA, Defter nr. 659, s.204).
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
Fahri MADEN
122
Bu büyük tekkenin dışında Mısır’da yirmişer dervişi ve bir miktar vakıf mallarına
sahip Hasan Baba ve Kaygısız Baba tekkeleri ile bir kaç Bektaşi dervişinin
ikamet ettiği Abdullah Ensari tekkesi mevcuttu. Kaygısız Baba tekkesinin küçük bir
meydan odası ve bir türbesi vardı. Her Cuma namazından sonra bu tekkede ziyaretçilere
koyun eti, pilav ve yoğurt ikram edilirdi. Oysa arşiv kayıtlarında Kaygusuz
Baba ve Kasr-ı ayn tekkeleri aynı tekke olarak karşımıza çıkmaktadır (BOA, C.EV,
37/1821).
Bununla birlikte Abdullah Ensarî sahabeden bir zat olup, Evliya bu tekkeyi
ziyaret ettiğinde burası birkaç Bektaşi dervişinin tasarrufundaydı. Tekke zengin
bir vakfa sahipti (Seyahatnâme, 2007-X: 137, 159). Arşiv kayıtlarından Abdullah
Ensari’nin Bağdat’ta kabrinin bulunduğu tespit edilmektedir (BOA, İ.EV, 13/1314
M-21; BOA, BEO, 807/60458; BOA, İ.EV, 29/1319 C-02; VGMA, Defter nr.2048,
s.98). Ayrıca Mısır’da Yeniçeri karargâhının bir odası (Azablar odası) Bektaşi dervişlerine
tahsis edilip çevresi silahlarla donatılarak, mükellef bir tekke haline getirilmişti
(Seyahatnâme, 2007-X: 137, 159).
Evliya Çelebi, Bağdat vilayetinde Tikrit sancağının Samerra kazasındaki
Şattü’l-Arab’da İmam Mehdi tekkesi, diğeri Kuşlar Kalesi’nde isimsiz bir tekke olmak
üzere iki Bektaşi tekkesinden söz etmekteydi. Evliya, Şatt kenarında Hazret-i
Hızır tekkesinden de söz ediyorsa da buranın Bektaşi tekkesi olup olmadığını
Seyahatnâme’den kesin olarak anlamak mümkün olmamıştır. Buna rağmen burasının
Hızır İlyas adındaki Bektaşi tekkesi olduğu ifade edilmiştir (Karakaya-Stump,
2007: 711). İmam Mehdi tekkesi herhangi bir vakıf gelirine sahip değildi. Bu sebeple
ziyaretçilerden gelen yardımlarla ayakta duruyordu (Seyahatnâme, 2001-IV: 359).
Evliya, XVII. yüzyılda Mısır ve Bağdat’ın dışında Halep’te ve İran coğrafyasında
da Bektaşi tekkeleri olduğunu ortaya çıkarmıştı. Halep’teki Hacı Bayram Dede
tekkesi gayet mamur olup burada bulunan alem, çerağ ve kandiller çok değerliydi.
Gerçi tekkenin vakıf malı azdı, ancak Bayram Dede bölgede hürmet edilen bir kişi
olması dolayısıyla tekkeye nihayetsiz yardım gelmekteydi. Bununla birlikte tekkede
çok sayıda ehl-i sünnet ve’l-cemaat derviş ikamet ediyordu (Seyahatnâme, 2005-IX:
191). 1616 tarihinde Rafızî oldukları bildirilerek bu tekkedeki Bektaşiler çıkartılmış,
yerlerine Hacı Hüseyin’in idaresinde Halveti dervişleri yerleştirilmişti (BOA, MD,
nr.81, s.28). Evliya’nın verdiği bilgiler Bektaşi dervişlerinin bu tekkenin idaresini yeniden
ellerine aldıklarını göstermektedir. Keza Evliya’nın ziyaretinden sonra, 1699
yılında bu tekkenin Bektaşi Şeyh Abdurrahman tarafından idare edildiği (VGMA,
Defter nr. 229, s.202) ve daha sonraki dönemlerde de Bektaşi idaresinin sürdüğü
anlaşılmaktadır (BOA, MAD, 9771, s.56; MAD, 9773, s.55).
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
EVLİYA ÇELEBİ’NİN SEYAHATNÂMESİNDE BEKTAŞİ TEKKE VE TÜRBELERİ
123
Sayda’da şehrin yöneticilerinin ve ilmiye mensuplarının gelip gittiği, bağlar
içinde ve mesire yerinde bir Bektaşi tekkesi vardı. Evliya’nın ziyareti sırasında tekkede
burayı ihya eden Kandiye kalesi gazilerinden Yeniçeri Dede şeyh bulunuyor, kendisini
ve tekkesini ziyaret edenlere canı gönülden hizmet veriyordu (Seyahatnâme,
2005-IX: 215).
Öte yandan Tebriz’deki İmam Rıza tekkesi, XVII. yüzyılda gelip geçene hizmet
veren ve her yönüyle diğerlerinden ayrılan bir Bektaşi tekkesiydi. Evliya’ya göre
bu Bektaşi tekkesinin “vasfında lisan kâsırdır.” Zira çok büyük bir binası, yalın ayak
başı çıplak, ehl-i sünnet olmayan, ancak ilim sahibi, mü’min ve muvahhid üç yüz
kadar Bektaşi, Zırtıl (Deli), Cevellaki, Kalenderi, Vahidî, Yesevî, Fahrî ve Bozdoğanî
dervişleri ile zengin bir vakfı vardı (Seyahatnâme, 2001-IV: 193). Ayrıca tekke binden
fazla avizeyle ve pek çok değerli eşya ile donatılmıştı. Bunların her biri birer
şahın veya hanın yadigârlarıydı (Seyahatnâme, 2001-IV: 193). Sahip olduğu o muazzam
büyüklükteki mutfağında merdiven ile inilen ve Tahmas Şah’ın hediyesi olan
devasa bir kazan mevcuttu. Yeri geldiğinde mutfaktaki her biri padişaha layık seksen
kadar aşçı tarafından bu kazanda otuz sığır birden pişirilir ve tekkenin hiç eksik olmayan
misafirlerine ikram edilirdi. Evliya, bu tekkenin evkafının sahip olduğu zenginlikleri
İmam Rıza’nın razı olmayacağı gerekçesiyle belirtmekten imtina etmişti.
Tekke ismini Bağdat’tan Horasan’a giderken Tebriz şehrinin havası hoşuna gidip
üç sene burada ikamet eden İmam Rıza’dan almıştı. Keza burada tekke ile birlikte
İmam Rıza’nın ziyaretgâhı bulunmaktaydı (Seyahatnâme, 2001-IV: 193).
Evliya Çelebi, Tebriz’de Nahcivan sınırında Muhammed Şam-ı Gazan tekkesine
rastlamıştı. Tekke ismini kurucusu ve burada mezarı bulunan Muhammed
Şam-ı Gazan’dan almıştı (Seyahatnâme, 1999-II: 134). Saltıknâme’ye göre Muhammed
Gazan, kendisiyle birlikte Moğol kavmini de Müslüman yapmış, Cengiz Han
tarafından yıkılan Tebriz kalesini yeniden inşa ettirerek şehri mamur bir hale getirip
buraya yerleşmişti (Saltık-nâme, 2007-III: 585). Evliya’nın ziyareti sırasında bu büyük
Bektaşi tekkesinin zengin bir vakfı ve 200-300’den fazla yalın ayak başı çıplak,
aşıkân-ı sadıkân dervişi mevcuttu. Evliya tekkenin kapısı önünde birbiri üzerine yığılmış
“yüz bin” adet boynuzlu kurban kellesi ile karşılaşmış, bunun Muhammed
Şam-ı Gazan’a büyük hürmet gösteren İran halkının her sene tekkeye hediye ettikleri
binlerce kurbanlarla meydana geldiğini öğrenmişti. Bu zata ait türbenin kubbesini
altı saat mesafeden görmek mümkündü (Seyahatnâme, 1999-II: 117, 123, 134,
139). Evliya bu tekkenin şeyhi Nimet Dede ile görüşmüş ve duasını almıştı. Ayrıca
onun ziyareti sırasında dervişler bayraklarla tabl döğüp, def ve kudümler çalarak, sur
ve zil vurarak tekbirler getirmişlerdi. Bu dervişler dünya ile alakalarını kesmiş, güler
yüzlü, aşikan-ı sadıkan, aşk-ı İlahi ile sermest canlardı. Tekkedeki çerağlar Abbasî
ve Bistîler tarafından hediye edilmişti. Evliya bir gece konakladığı bu tekkeye kafası
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
Fahri MADEN
124
karışık ve yorgun bir halde gelmiş iken ertesi sabah vücudu öyle bir kuvvet kazanmıştı
ki o gün on üç saatlik seyahatinde sadece üç defa dinlenme ihtiyacı duymuştu
(Seyahatnâme, 1999-II: 117, 123, 134, 139).
Tebriz’in Azerilerle meskûn Rîk mahallesindeki Mir Haydar tekkesi de XVII.
yüzyılda Bektaşi dervişleri tarafından iskân edilmişti (Seyahatnâme, 1999-II: 126).
Evliya’nın verdiği bilgilere göre Nihavend ve Kazvin’de de Bektaşi tekkeleri vardı
(Seyahatnâme, 2001-IV: 205, 218). Hemedan’da ise Bağdat kapısı tarafında Şahruh
tekkesi Bektaşi dervişlerinin idaresindeydi (Seyahatnâme, 2001-IV: 209). Son olarak
Evliya Çelebi, XVII. yüzyılda Şam’da ve Mekke’de de birer Bektaşi tekkesi olduğunu
haber vermekte, Sudan’da Bektaşi dervişleri ile karşılaştığını ifade etmekteydi
(Seyahatnâme, 2005-IX: 272; 2007-X: 457).
Sonuç
Evliya Çelebi’nin Seyahatnâmesinde Bektaşi tekke ve türbeleri ile ilgili verdiği
bilgiler on ciltlik eserin her bir cildine serpilmiş olup, özellikle ikinci, üçüncü,
beşinci ve sekizinci ciltlerinde yoğunlaşmaktadır. Seyahatnâme’de bilgi verilen ve
toplamda 155 adedi bulan Bektaşi tekke ve türbeleri tarikatın bu döneme ait merkezlerinin
neredeyse tamamıdır. Zira XVII. yüzyıla ait arşiv kayıtlarında bu kadar
Bektaşi tekke ve türbeleri hakkında bilgi elde edilememektedir. Bu durum konumuz
açısından Seyahatnâme’nin önemini bir kat daha artırmaktadır. Bununla birlikte arşiv
kayıtları Evliya Çelebi’den sonra Bektaşi tekkelerinin açılmaya devam ettiğini,
Evliya’nın Bektaşi dervişlerine rastlamadığı bazı tekkelerin Bektaşiliğe bağlandığını
göstermektedir. Ancak bazı bölgelerde Evliya’nın ortaya çıkardığı pek çok tekkeye
daha sonraki kayıtlarda tesadüf olunmaması ilginçtir. Özellikle Tebriz, Hemedan ve
Şirvan’daki tekkeler başka kaynaklardan teyit edilememektedir. Buna rağmen arşiv
belgeleri ve kaynak eserler, Evliya’nın verdiği bilgilerin pek çoğunu doğrulamaktadır.
Evliya, ziyaret ettiği Bektaşi tekkelerinde şeyh ve dervişlerle samimi ilişkiler
kurmuş, onların dualarını almıştı. Bilhassa tekkelerdeki Bektaşi büyüklerinin türbelerini
ziyaretten geri durmamış, buralarda medfun kişilerin ruhlarına Yasin okuyup
yardımlarını dilemiş, kabirleri üzerine hatıra olarak beyitler yazmıştı. Bu arada günlerce
hatta haftalarca konakladığı tekkeler olmuştu. Bazı türbeler ve tekkeler hakkında
detaylı bilgiler verirken, bazılarının sadece ismini zikretmişti. Bazı bölgelerde ise
sadece Bektaşi tekkesi bulunduğunu belirtmekle yetinmişti. Bununla birlikte Evliya
sadece tekkeler hakkında bilgi vermemişti. Türbe ve ziyaretgâhlar ile Bektaşi şeyh
ve dervişlerini de ele almaktaydı. Bunlarla birlikte daha önce Bektaşi tekkesi iken
medreseye dönüştürülmüş olan yerleri de zikretmişti. Hattâ buraların kuruluş amacına
uygun hale getirilmesini temenni etmişti. Bu tür medreseye çevrilen tekkelerin
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
EVLİYA ÇELEBİ’NİN SEYAHATNÂMESİNDE BEKTAŞİ TEKKE VE TÜRBELERİ
125
şeyhinin veya dervişlerinin şikayet edilmeleri üzerine gerçekleştiği anlaşılmaktadır.
Seyyahın oraların tekrar tekke olması için duada bulunmasına bakılırsa bu durumdan
pek memnun olmamıştı.
Evliya, Bektaşilere karşı ihtiyatla yaklaşan, hattâ bazen çok sert şekilde onları
ve inançlarını tenkit eden ilmiye mensuplarının aksine Bektaşi şeyh ve dervişlerinden
övgüyle bahsetmekteydi. Mesela Eğribucak’taki Memi Beğ Sultan tekkesinin dervişlerinde
olduğu gibi Bektaşi dervişlerini övgü dolu sözlerle anmakta, adeta onları
yere göğe sığdıramamaktaydı. Bu cümleden olarak, Bektaşi dervişlerinin tekkelerde
ilim ve ibadetle meşgul olduklarını görmüştü. Pek az olmak kaydıyla bazı tekkelerde
gazi dervişlere rastlamıştı. Bektaşi dervişlerinin misafirlere karşı gösterdikleri ilgi ve
yaptıkları hizmetler Evliya’yı hayran bırakmıştı. Keza Bektaşiler misafirlere hizmet
etme yöneleriyle de kusursuzlardı. Misafir hangi saatte gelirse gelsin tekkelerde muhakkak
yiyecek bir şeyler bulabiliyorlardı. Az çok geliri olan bütün tekkeler yolculara
yemek hizmeti veriyordu. Bunlarla birlikte tekkelerin pek çoğundaki huzur ve refah
dikkat çekiciydi. Bunda zengin vakıflara sahip olmalarının yanı sıra halktan ve devlet
adamlarından gelen yardımların da rolü büyüktü. Bazı tekkelerin bağlar ve bahçeler
içerisinde, mesire yerinde kurulmuş olmaları da ayrıca dikkate şayandı. Buralara
çevredeki halk da teveccüh eder, sair zamanlarda hem ziyaret hem de hoş vakit geçirmek
için gelirlerdi. Bazı tekkelerde dervişlerin el hünerleri olup yaptıkları eşyaları
satarak gelir elde ediyorlardı. Eğri’deki Baba Sultan tekkesinde olduğu üzere bazı
tekkelere ise gaziler elde ettikleri ganimetlerden yardımda bulunuyorlardı.
Seyahatnâme’ye göre XVII. yüzyılda Bektaşilik, İstanbul, Anadolu, Rumeli,
Mısır, Irak, Rodos ve Girit’te tekkelere sahipti. Kırşehir’de ortaya çıkan tarikat,
Anadolu’nun her yerinde faaliyette değildi. Anadolu’da tekkelerin yoğunlaştığı iki
bölge Tokat ve Bursa idi. Keza, Evliya bu iki şehir merkezinde ondan fazla Bektaşi
tekke ve türbesi saymıştı. Bursa’nın dışında Batı Anadolu’da tekkeler Manisa,
Kütahya, Eskişehir, Karahisar-ı Sahip ve Denizli’de yer almaktaydı. Bektaşilerin
Anadolu’nun iç kesimlerinde Kayseri, Ankara, Çankırı ve Çorum çevrelerinde faaliyetleri
gözlenmekteydi. Kuzey Anadolu’da Bektaşiliğin ulaştığı en uc nokta Merzifon
idi. Güney’de ise Antalya ve Alanya çevresi ile Adana ve Hatay dolaylarında tarikat
yayılmıştı. Antep’te bir Bektaşi tekkesi zikreden seyyah, Anadolu’nun doğusunda
Erzincan, Bitlis ve Şirvan’da önemli Bektaşi tekkeleri bulunduğunu haber vermekteydi.
Ancak seyyah, gezdiği Karadeniz kıyı bölgeleriyle -buna Bolu sancağı da dahil-
Güneybatı Anadolu’da hiçbir Bektaşi tekkesi kaydetmemekteydi. Anadolu’nun
doğusunda belirtilen yerlerin dışında kalan bölgelerde herhangi bir Bektaşi tekkesinden
söz açmamıştı. Bektaşilik daha sonraki dönemlerde de bu bölgede yayılmadığından
bu durumun Evliya ile bir ilgisi bulunmuyordu.
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
Fahri MADEN
126
Rumeli’de ise Bektaşi tekke ve türbeleri Edirne, Çirmen, Dobruca ve
Budin’de yoğunlaşmıştı. Ayrıca Arnavutların meskûn oldukları Avlonya, Kosova
ve Üsküp’te tarikat müntesiplere sahip olmuştu. XVII. yüzyılda Evliya, Hersek çevresinde
üç Bektaşi tekkesini ziyaret etmişti. Ayrıca Belgrad, Eğri ve Niş’te yer alan
tekkeler Osmanlı hâkimiyetinin genişlemesine paralel olarak faaliyete geçirilmişti.
Keza Rumeli’de Selanik, Mora ve İnebahtı’da da Bektaşilik faaldi. Seyyahımız bu
coğrafyanın haricinde Mısır, Bağdat, Tebriz, Halep, Şam, Lübnan, hattâ Mekke’de
Bektaşi tekkelerinin bulunduğunu ortaya çıkarmıştı. Nitekim İran coğrafyasında Nihavend,
Hemedan ve Kazvin, XVII. yüzyılda doğuda Bektaşi faaliyetlerinin ulaştığı
en uzak yerlerdi.
Evliya’nın bilgi verdiği Bektaşi tekke ve türbelerinin pek çoğunu başka kaynaklardan
teyit etmek mümkün olurken, önemli bir kısmı için bu söz konusu olmamıştır.
Seyyahın Anadolu’da faaliyette olduğunu söylediği Koç Davud Sultan, Uzun
Dede, Mehmed Şah, Kemikli Ali Baba, Seyyid Kureyşi, Erenler Sultan, Kurban Baba
ve Seydim Sultan gibi tekke ve türbelere başka kaynaklarda tesadüf olunmamaktadır.
Bunlara Rumeli’de Sarı Sıddîk Baba, Sultan Veliyullah, Abdülmümin Baba,
Memi Baba Şah Sultan, Hindî Hamza Baba, Baba Miftah ve Şeyh Şuhudî; Girit’te
Çavuşbaşı Köse İbrahim Baba; Mısır’da Abdullah Ensari ve Hasan Baba tekke ve
türbelerini eklemek gerekmektedir.
Kaynakça
A. Arşiv Belgeleri
Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Cevdet Belediye (C.BLD), 102/5084.
BOA, Bâb-ı Âlî Evrak Odası (BEO), 1425/106851; 807/60458.
BOA, Cevdet Evkaf (C.EV), 102/5063; C.EV, 128/6377; C.EV, 132/6594; C.EV,
134/6651; C.EV, 138/6863; C.EV, 156/7780; C.EV, 159/7934; C.EV, 162/8053;
C.EV, 184/9304; C.EV, 187/9303; C.EV, 189/9438; C.EV, 191/9544; C.EV,
229/11406; C.EV, 242/12094; C.EV, 249/12458; C.EV, 253/12880; C.EV,
288/14683; C.EV, 310/15773; C.EV, 343/17423; C.EV, 359/18244; C.EV, 37/1821;
C.EV, 374/18966; C.EV, 374/18997; C.EV, 378/19185; C.EV, 389/19737; C.EV,
395/20042; C.EV, 398/20176; C.EV, 41/2040; C.EV, 430/21794; C.EV, 436/22067;
C.EV, 448/22665; C.EV, 451/22830; C.EV, 493/24905; C.EV, 504/25495; C.EV,
511/25810; C.EV, 601/30346; C.EV, 605/30507; C.EV, 607/30636; C.EV,
629/31705; C.EV, 630/31752; C.EV, 657/33139; C.EV, 81/4013; C.EV, 89/4434.
BOA, Cevdet Maarif (C.MF), 146/7295; 82/4065.
BOA,EV.HMH, Defter nr.552, v.1a.
BOA, Hatt-ı Hümayun (HAT), 1463/118.
BOA, İrade Evkaf (İ.EV), 29/1319 C-02; 13/1314 M-21.
BOA, İbnülemin Evkaf (İE.EV), nr. 2891; nr. 4053; nr.2846; nr.563.
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
EVLİYA ÇELEBİ’NİN SEYAHATNÂMESİNDE BEKTAŞİ TEKKE VE TÜRBELERİ
127
BOA, İbnülemin Askeriye (İE.AS), 26/2398.
BOA, İbnülemin Maliye (İE.ML), 69/6444.
BOA, Maliyeden Müdevver Defter (MAD), 9731, s.406; MAD, 9766, s.339; MAD, 9771,
s.17, 56, 86, 99-100; MAD, 9773, s.55.
BOA, Mühimme Defteri (MD), MD, nr. 80, s.122; MD, nr.51, s.73; MD, nr.52, s.363; MD,
nr.6, s.126; MD, nr.73, s.302; MD, nr.78, s.444; MD, nr.81, s.28.
BOA, Şûra-yı Devlet Evrakı (ŞD), 2982/40.
BOA, Tapu Tahrir Defteri (TT), TT, nr. 291, s.163; TT, nr. 370, s. 341; TT, nr. 385, s.365-
367; TT, nr. 50, 130-131; TT, nr.373, s.80-81; TT, nr.385, s.365-367; TT, nr.387,
s.433-434; TT, nr.444, s.308; TT, nr.50, s.130; TT, nr.521, s. 444-446; TT, nr.557,
s.11; TT, nr.90, s.153.
Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi (VGMA), Defter nr. 229, s.202; Defter nr. 230, s.244;
Defter nr. 259, s.19; Defter Nr. 323, s.145; Defter nr. 386, s.251; Defter nr. 658, s.20;
Defter nr. 659, s.204; Defter nr. 665, s.81; Defter nr. 666, s.108; Defter nr. 680, s.166;
Defter nr.2048, s.98; Defter nr.229, s.115; Defter nr.265, s.143; Defter nr.660, s.92;
Defter nr.662, s.117.
Kuyud-ı Kadime Arşivi (KKA), Adana Evkaf Defteri, nr.583, v.18a; Çankırı Evkaf Defteri,
nr.578, v.85b; Defter nr.174, s.108.
Ayıntap Şer’iye Sicili, nr. 21, s.9-11, 70, 80-81, 84.
Ayıntap Şer’iye Sicili, nr. 23, s.269-271, 283, 287.
Edirne Şer’iye Sicili, nr.138, s.144.
B. Kaynak Eserler ve Araştırmalar
Abdal Musa Sultan Velayetnâmesi (1990). haz. Adil Ali Atalay. İstanbul.
Ahmet Refik (1932). On Altıncı Asırda Rafızîlik ve Bektaşilik. İstanbul.
Âşık Mehmed (2007). Menâzirü’l-Avâlim. II-III. haz. Mahmut Ak. Ankara.
Aşıkpaşazâde Târihi (1332). Tarih-i Osmanî Encümeni Neşri. İstanbul.
AZAMAT, N. (2002). “Kaygusuz Abdal”. DİA. XXV: 74-76.
BARKAN, Ö. L. (1942). “Osmanlı İmparatorluğu’nda Bir İskân ve Kolonizasyon Metodu
Olarak Vakıflar ve Temlikler-I İstilâ Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve
Zâviyeler”. Vakıflar Dergisi. 2: 279-386.
BAYSUN, C. (1986). “Evliya Çelebi”. İA. IV: 400-412.
BRUİNESSEN, M. V. (2003). “Evliya Çelebi ve Seyahatnâmesi”. Evliya Çelebi Diyarbekir’de.
der. Martin van Bruinessen-Hendrik Boeschoten. 25-38.
EREN, M. (1960). Evliya Çelebi Seyahatnâmesi Birinci Cildinin Kaynakları Üzerinde Bir Araştırma.
İstanbul.
Evliya Çelebi b. Derviş Mehmed Zıllî (1996-2007). Evliya Çelebi Seyahatnâmesi. Haz. O.
Şaik Gökyay-Zekeriya Kurşun-S. Ali Kahraman-Yücel Dağlı-İbrahim Sezgin-Robert
Dankoff. I-X, İstanbul.
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2013 / 68
Fahri MADEN
128
FAROQHİ, S. (2003). Anadolu’da Bektaşilik. çev. Nasuh Barın. İstanbul.
GÖKBİLGİN, M. T. (1952). XV-XVI. Asırlarda Edirne ve Paşa Livası Vakıflar-Mülkler-Mukataalar.
İstanbul.
GÜNDÜZ, T. (2010). “Hacı Bektaş Veli’nin Yol Arakadaşı Kolu Açık Hacım Sultan ve
Velayetnâmesi”. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi. 55: 71-95.
GÜZEL, A. (1999). Kaygusuz Abdal (Alâeddin Gaybî) Menâkıbnamesi. Ankara.
Hammer (1329). Devlet-i Osmâniyye Tarihi. I. trc. Mehmed Atâ. İstanbul.
HASLUCK, F.W. (1929). Christianity and Islam Under the Sultans. II. Londra.
Hoca Sadeddin (1279). Tacü’t-Tevârih. II. İstanbul.
KARAKAYA-STUMP, A. (2007). “Irak’taki Bektaşi Tekkeleri”. Belleten. LXXI/261: 689-
720.
KAYAPINAR, A.-KAYAPINAR, L. (2010). “Balkanlar’da Karıştırılan İki Bektaşi Zaviyesi:
XV-XVI. Yüzyılda Osman Baba ve Otman Baba Tekkeleri”. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş
Veli Araştırma Dergisi. 55: 97-128.
KİEL, M. (1977-1978). “The Türbe of Sarı Saltık at Babadag-Dobrudja Brief Historical and
Architectonical Notes”. Güneydoğu Avrupa Araştırmaları Dergisi. 6-7: 205-225.
KÖPRÜLÜ, F. (1939). “Mısır’da Bektaşilik”. Türkiyat Mecmuası. VI: 13-40.
KÖPRÜLÜ, F. (1973). “Abdal Musa”. Türk Kültürü. XI/124: 198-207.
KÖPRÜLÜ, O. F. (2006). “Usta-zâde Yunus Bey’in Meçhul Kalmış Bir Makalesi Bektaşiliğin
Gird’de İntişarı”. Orhan Köprülü Makaleler. haz. B. Atsız Gökdağ. 154-196.
Mecdî Efendi (1269). Terceme-i Şakâyık-ı Numâniyye. İstanbul.
Nişancı Mehmed Paşa (1279). Tarih-i Nişancı. İstanbul.
Otman Baba Velâyetnâmesi (Tenkitli Metin) (2007). haz. F. Kılıç-M. Arslan-T. Bülbül. Ankara.
Saltık-nâme (2007). I-III. haz. Necati Demir-Mehmet Dursun Erdem. Ankara.
SARAL, İ. T. (2003). “Baba Sultan (Dede Sultan)”. Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi. 28:
215-221.
YAMAN, M. (1974). Büyük Türk Akıncısı, Evliyâsı, Hekîmi Karaca Ahmed Sultan Hazretleri.
İstanbul.
YİNANÇ, R.-ELİBÜYÜK, M. (2009). Kayseri İli Tahrir Defterleri (Hicrî 992, 971, 983/
Miladî 1584, 1563, 1575). I. Kayseri.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.