KARIŞIK

Hz. Ali’nin (a.s) Gizli Defnedilmesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hz. Ali’nin (a.s) Gizli Defnedilmesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Mart 2016 Salı

Hz. Ali’nin (a.s) Gizli Defnedilmesi

Hz. Ali’nin (a.s) Gizli Defnedilmesi


Neden? Çünkü Ali’yi (a.s) çok sevenlerin yanında ona büyük bir düşmanlık besleyenler de çoktu. “Ali’nin (a.s) çekicilik ve iticiliği” adlı eserimizde, bu gibi şahsiyetlerin hem son derece çekici, hem son derece itici bir karakter yapısına sahip olduklarını belirtmiştik. Bu gibi insanların seveni de çok olur, sevmeyeni de; dostları seve-seve can verirler böyle insanlar için, düşmanlarıysa insanların en kan içici, en gaddarı olurlar genellikle…

Özellikle, iç düşmanlar; yâni mukaddes görünümlü “hariciler”!! Ne kadar ilginç tir ki, hariciler İslam’ın itikadı meselelerini gerçekten çok iyi bilen, yâni Allah’a inanan, fakat bilgice kıt olan “cahiller”di. Hz. Ali (a.s) bu noktaya bizzat değinerek “İnançları var, ama cahildirler” der ve hariciler (Marikin)le Muaviye taraftarlarını (Kasıtin) mukayese eder:
 “Marikinleri benden sonra öldürmeyin, zira bunlar, Kasıtinlerden farklıdırlar. Marıkinler haktan yana olmak isterler, fakat ahmaktırlar, cahildirler (hakkı batıldan tam teşhis edemezler). Kasıtin ise hakkı bilir, fakat bildikleri halde hakka karşı savaşırlar.”[1]

Onca dostu ve seveni varken neden Ali’yi (a.s) gece karanlığında gizlice gömmüşlerdir?

Sebep haricilerin varlığıdır…

Hariciler, “Ali Müslüman değil” diyorlardı. Yerini bilmeleri halinde gizlice kabri açıp cesedi almaları ihtimali vardı. Bu cihetle Hz. Ali’nin (a.s) mezarı yaklaşık yüz yıl gizli kalmış, yeri halka söylenmemişti.
[2] İmam Cafer Sadık’ın (a.s) ömrünün son yıllarına kadar mezarın yeri gizli tutulmuş, bu süre zarfında imamlar (a.s) ve ashaptan seçkin bir grup insan dışında Hz. Ali’nin (a.s) mezar-ı şeriflerinin nerede bulunduğundan hiç kimse muttali olmamıştır.

Hz. Ali’nin (a.s) şahadetinden sonra (h: 40), İmam Hasan (a.s), Ramazanın 21. gecesi göstermelik bir cenaze töreni düzenlemiş, karanlık basınca cenazeyi yine tedbirlerle yola çıkararak Medine’ye götürmelerini söylemiştir. Böylece halk, Hz. Ali’nin (a.s) Medine’de defnedildiğini sandı. Bu süre zarfında Hz. Ali’nin (a.s) evlatları, defin merasimine katılan belli bir grup ve Ehl-i Beyt’in (a.s) has taraftarlarından başka hiç kimse onun mezarının yerini bilmedi. 
Mezarın yerini bilen bu şahıslar Kufe yakınlarında bulunan (bugünkü Necef’te) kabr-i şerifi ziyaret etmedeydiler. İmam Cafer Sadık (a.s) döneminde hariciler dağılıp da bu tehlike ortadan kalkınca, Hz. Cafer Sadık (a.s) Safvan’a (Algame duasını nakleden şahıs) kabrin yerini belli edecek bir alamet konulmasını söylediler, bunun üzerine mezar, çardağa benzer bir gölgelikle belirlendi. Bu tarihten itibaren halk mezarın yerini öğrenmiş ve ziyaret edebilmiştir. Bu arada şunu da belirtelim ki Hz. Ali’nin (a.s) cenaze törenine de ancak seçkin ashabdan oluşan az sayıda bir grup katılabilmişti. Emir-ül Mü’minin’in has ashabından olan, onun huzurunda konuşmalar yapan, dönemin tanınmış edebiyatçı ve hatiplerinden Sa’saa b. Suhan cenaze merasimine katılanlardan biridir.

 Cahid, el-Beyan adlı eserinde ondan etraflıca söz eder.

Hz. Ali (a.s) defnedildiğinde cenaze töreninde hazır bulunan herkesi derin bir üzüntü ve hüzün sarmış herkes ağlamaya başlamıştı. Bu sırada orada bulunan ve iyi hatip olan Sa’saa b. Suhan,[3] yüreği hüzün ve kederle dolu bir halde ağlayarak kabrin toprağından bir avuç alıp başına serper ve elini kalbinin üzerine koyup çok sevdiği bu insanın mezarı başında ona içini dökerek şöyle der:
“Ne mutlu sana… Saadetle yaşadın, saadetle de göçüp gittin dünyadan. Allah’ın evine geldin dünyaya gelirken… Allah’ın evinde doğdun, Allah’ın evinde de şehit oldun nihayet… Ey Ali! Ne de büyüktün sen; ve bizler senin karşında ne kadar da küçüktük gerçekten… Allah’a yemin ederim ki eğer insanlar senin gösterdiğin yoldan gitmiş olsalardı nimetler (maddi ve manevi) yukarıdan (ilahi) ve aşağıdan (tabii) kaynayıp dökülürdü onlara… Fakat ne yazık ki halk, kıymetini bilemedi senin… Sana uyacakları, buyruklarına göre amel edecekleri yerde üzdüler seni, yüreğini kana boğdular, sonunda da işte bu hale düşürdüler, öldürüp toprağın bağrına verdiler seni…”

Vela havle vela kuvvete illa billah’il aliyyil azîm.