KARIŞIK

24 Nisan 2016 Pazar

Dede Maksut Türbesi ..bitlis

Dede Maksut Türbesi ..bitlis





Dede maksut türbesi 1500 yıllardan önce yapıldığı tahmin edilmektedir. Küçük yapı olmasına rağmen çok güzel olan türbe 7 x 6 metre yaklaşık olarak bulunmaktadır. Türbe girişte bir adet kitabe vardır. Bu kitabenin buraya konulma amacı hiç okunmamasından dolayı en azından türbesini ziyaret edecekleri için bu sayede okunması istenmiştir. Günümüzde ise çok eski bir kalıntı olduğundan dolayı çok fazla okunma imkanı yoktur.  İçerisinde 3 adet türbe ve kabir olduğu söylenmektedir. Bu diğer kabirler ise ailesinin olduğu söylenmektedir. Ülkemizde Bitlis – Ahlat köyünde olan bu türbe için ülkemiz tarafından türbe konumuna getirmiş ve bundan dolayı ise 1970 yıllarında türbe devlet tarafından onarılmıştır.  Türbenin en güzel özelliği ise yapılışı ve mimarisi özelliğinden olmasıdır. Bunun nedeni  eyvan tipi dediğimiz türbeler arasından en güzel olan türbe modelleri arasından bulunmaktadır. Öyle güzel tasarlanmıştır ki bu sayede küçük bir dıştan örten çatışı ve güneye bakan penceresi sayesinde güneş ışığı ile içerisi çok iyi şekilde aydınlatılması sağlanmıştır.

Serçoban türbesi– Amasya

Serçoban türbesi– Amasya


Serçoban, Amasya merkezdeki Kocacık Çarşısı’nda türbesi bulunan İğneci Baba ile kardeştir. İğneci Baba ayakkabı tamiri, kardeşi Serçoban ise çobanlık yapar.
Serçoban, bir gün dağda sürülerini otlatırken kaçan oğlağı yakalamak ister, Serçoban kovalar, oğlak kaçar, iyice yorulan Serçoban “Seni yakaladığımda keseceğim” der. Sonunda yakaladığı oğlağı sözünü yerine getirmek için tam kesmek üzere iken mahzun ve etkileyici bakışları ile karşılaşan Serçoban, duygulanır “ Beni de çok yordun mübarek ” der ve yakaladığı oğlağı serbest bırakır.
Serçoban öldüğünde, sürüdeki hayvanların her biri ağaca dönüşür ve bir orman oluşur. Mezarın bulunduğu mevkii kendi adı ile adak ve mesire yeri olarak ziyaret edilir. Yöre insanı oradaki ağaçları kesmenin kendilerine kötülük getireceğine inanır.

sercoban 300x224 Serçoban Efsanesi   Amasya

Sancılı Baba Türbesi

Sancılı Baba Türbesi 

AKSARAY –Merkez –Taşpazar Mahallesi

Aksaray İli merkezinde Taşpazar Mahallesi Paşacık Caddesinde bulunan Sancılı Baba Camisinin önünde türbesi vardır.
Sancılı Baba Türbesi
Sancılı Baba Kimdir: Sancılı Dede olarak da anılan velinin kim olduğu konusunda herhangi bir bilgi yoktur.

Türbenin Durumu: Türbenin üzeri açıktır.

Ziyaret Nedeni: Halk tarafından özellikle ağrısı ve sancısı olanlar türbeyi ziyaret eder. Türbe başında ovalanarak şifa ararlar. Bu yüzden Sancılı Baba olarak anılmaktadır.

Menkıbeler: 1-) Yollar genişletilirken Sancılı Baba türbesi Ervah Mezarlığına kaldırılmak istenmiş. Türbeyi kaldırmak isteyen amelelerin karnına sancılar girmiş. Bunun üzerine yetkililer türbeyi yerinde bırakarak, yolu biraz ilersinden geçirmişler.

Kaynakça: Şahin Başer –Aksaray’da Metfun Bulunan Zatların Kabri Şerifleri ve Türbeleri –Kendi Basımı -1995 / www.erdogankaya.tr.gg / www.panoramio.com

Taylan Köken

Piri Baba Türbesi

Piri Baba Türbesi 

AMASYA –Merzifon –Nusretiye Mahallesi

Piri Baba Türbesi, Amasya İli Merzifon İlçesi, Nusretiye Mahallesi Piri Baba Sokakdadır.
Piri Baba Türbesi
Bu konuda iki kaynak vardır. İlki Evliya Çelebi’nin dergahı ziyaret etmesi ile günümüze aktardığı bilgilerdir. Evliya Çelebi’ye göre Piri Baba Hoca Ahmed Yesevi’nin izni ile Merzifon’a gelip yerleşen bir Horasan erenidir. Piri Baba bazen hamamlarda yatan meczup bir arif-i billah idi. Dergahı meydan, mutfak ve derviş odalarıyla çevrili ve her gece iki yüz adamın konup göçtüğü bir yer olarak tanımlar.
Diğer eser ise Piri Baba’nın müritlerinden biri olan Şamluoğlu Hoca İbrahim tarafından 16.yüzyılın başlarında yazılan, Menakıb-ı Piri Baba / Velayetname adlı eserdir. Bu esere göre Piri Baba Merzifon’un Narince Köyünde doğmuştur. Yedi-sekiz yaşlarında annesi Gülbahar Sultan Piri Baba’yı Merzifon’a götürüp bir yaşmakçının yanına çırak olarak verir. Küçük yaşlarda keramet ehli ve veli bir kişilik çizer. Genç yaşlarında dahi Kabe’de öğle namazını kılar, sonra gelip Merzifon’da işiyle uğraşırmış. Bu el yazması kitapçığa göre on iki imamdan olan Musa Kazım’ın evlatlarındandır ve Tasavvufi eğitimini önce Ahmed Yesevi’den sonra da Lokman Perende’den almıştır. Merzifon halkına sadece İslam’ı yaymamış, aynı zamanda dokumacılığı da öğretmiştir. Günümüzde Merzifon Oymaağaç ve Oymak Köylerinde yaşayanlar Piri Baba Ocağından gelenlerdir.
Sandukasının başında bulunan kitabede şöyle yazmaktadır: İmam Musayı Kazım evladı Seyyid Mehmed Piri Dede Baba Horasan’da 1241 (H. 639) tarihinde doğmuş, 1282’de Anadolu’ya gelmiş, 1341’de vefat etmiştir. 
Türbe hayli bakımlıdır. İki katlı olan türbenin üst katında Piri Baba’nın sandukası bulunmaktadır. Alt katta ise mumluk ve dilek taşı mevcuttur. Türbe kare planlı olup, moloz taş, tuğla ve horasan harcı kullanılarak inşa edilmiştir. Türbeye bitişik cami ve Cemevi bulunmaktadır. Ayrıca ziyaretçilerin kalabileceği odalar vardır. türbenin 15.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Türbede 1906 yılında Nakkaş İbrahim tarafından yapılan kalem işi süslemeler dikkat çekicidir. Türbe 1977 yılında onarım görmüştür. Türbe Vakıflar mülkiyetinde olup 1998 yılında Anıt olarak tescillenmiştir.  

Türbe çok değişik şeyler için ziyaret edilir. Başlıca ziyaret sebepleri şöyledir: Her türlü hastalık ve ağrılar için, çocuk isteği için, yaramaz çocukların uslanması için ve cin çarpmaları için.
Sayın Rahime Özdoğan’ın tezinden ziyaret uygulamalarını direk aktarmak istiyorum:
Ziyaretçiler sandukanın bulunduğu yere her tarafı öperek girmektedirler. Türbe yedi kez dolaşılıp, aynı anda dualar okunup dilekler belirtilir ve adak adanır. Hastalıklar için, sandukanın baş tarafındaki geyik boynuzu, vücudun ağrıyan yerlerine üçer defa sürülür. Bu işleme afsunlanma denilmektedir.
Çocuk isteğiyle gelen kadın ziyaretçiler, evlerinden getirdikleri ipi, önce okuyarak sandukanın baş ve ayak tarafına sürerler. Daha sonra ip bele bağlanıp, başka bir kadının yardımıyla sandukanın çevresinde “Allah’ım muradımı ver” diyerek sandukanın etrafı yedi kez dolaştırılır. Dolaşma işlemi bittikten sonra kurban adanır.
Yaramaz çocuklar için, normal ziyaret tamamlandıktan sonra, çocuk sandukanın bulunduğu odanın kapısındaki yeşil örtülü taşa yatırılıp, süpürme denilen işlem yapılmaktadır. Bu işlem mutlaka türbedeki süpürgeyle yapılmalıdır. Süpürme işlemini yapan kadın; “Kötü huylar gitsin, Allah akıl fikir versin, anayı babayı bilsin, Piri Baba, Piri Baba yardım et” şeklinde sözler söylemektedir. Ziyaretçiler sandukaya arkalarını dönmeksizin geri geri sandukanın bulunduğu yerden çıkmaktadırlar.
Cin çarpması sonucunda oluşan vücut arızaları için normal ziyaretin yanında, Piri Baba’nın yaptığına inanılan ayakkabısıyla sağaltma işlemi yapılmaktadır. Türbenin avlusundaki ayakkabıyla hastanın her tarafına hafifçe vurulur. Bu ritüelin icrâ edilmesinin sebebi, kutsallığına inanılan ayakkabının, cinlerin vermiş olduğu zararları yok edeceğine olan inançtır.
Her türlü ziyaretten sonra, önce dilek taşında taş yapıştırılarak büyüsel işlem, mum yakma suretiyle de bir tür adak sunma ritüelleri icrâ edilmektedir. Ayrıca sandukadan alınan cöher (cevher) denilen toprağın su içinde eritilip içilmesi suretiyle tedavi olunacağına inanılmaktadır. Adaklar genellikle kanlı kurbandır. İstekler gerçekleştikten sonra, kurban Piri Baba adak yerinde kesilerek toplu ziyafetler verilir

Menkıbeler: 1-) Piri Baba daha çırak iken ustası Hac vazifesi yaparken hanımının yapmış olduğu helvayı bir anda Hacca götürüp ustasına verip geri döner.
2-) Piri Baba’nın yapmış olduğu ayakkabılar türbeyi ziyaret eden biri tarafından çalınır. Adam eve gittiğinde heybesini bir açar ki, heybeden yedi sekiz metre uzunluğunda koca kara bir yılan çıkar ve ayakkabılar da yoktur. Ertesi gün türbeye giden hırsız ayakkabıların yerinde olduğunu görünce büyük pişmanlık duyar ve Piri Baba’ya dualar okur ve af diler.

Kaynakça: Rahime Özdoğan –Amasya’da Adak Yerleri İle İlgili Halk Anlatıları -2006 / Doç.Dr. Harun Yıldız –Amasya Yöresi Alevi Ocakları –Uluslar arası Sosyal Araştırmalar Dergisi -2011 /www.amasya-abdulhalim.blogspot.com / www.kurumsal.kulturturizm.gov.tr /www.panoramio.com

Taylan Köken

SUHEYB-İ RUMİ HAZRETLERİ (SUHEYB İBNİ SİNAN)

SUHEYB-İ RUMİ HAZRETLERİ (SUHEYB İBNİ SİNAN)










SUHEYB-İ RUMİ HAZRETLERİ (SUHEYB İBNİ SİNAN)

“Bir kimse Allah’a ve âhıret gününe inanıyorsa, bir ananın evladını sevmesi gibi Süheyb’i sevsin” hadîs-i şerîfiyle medh olunan, büyük Sahâbî. İsmi, Süheyb-i Rûmî; künyesi, Ebû Yahya; Nesebi, Süheyb bin Sinan bin Mâlik bin Abd-i Amr bin Akîl bin Âmir bin Cendele bin Cüzeyme bin Ka’b bin Saad bin Eslem bin Evs Menûd bin en-Nemrî bin Kaasit bin Henep bin Kusay bin Cedile bin Esed bin Rebîa bin Nezâr Er-Rebî en-Nemrî’dir. Annesinin ismi, Selma binti Kuayd. Babasının veya dedesinin vazifesi dolayısıyla bulunduğu Basra’da Übülle denilen yerde doğdu. Übülle, fevkalâde güzel, bağlık-bahçelik bir yerdi. Bizanslılar buraya bir baskın yapıp, her tarafı yağma yaptılar. Bu sırada, çocuk yaşta bulunan Hz. Süheyb bin Sinan’da, Bizanslıların ellerine esir düşenler arasında idi. Ailesi kendisini çok aradıysa da bulamadı. Uzun müddet Bizanslıların elinde kaldıktan sonra, Benî Kelb’in eline geçti. Köle olarak satıldığından Mekke’de Abdullah bin Ceda’nın eline düştü. Bu zât daha sonra kendisini azâd etti. Bu hâdiseler olurken, İslâmiyet henüz açıklanmamıştı. Kendisine “Rûmî” denilmesinin sebebi, uzun müddet Bizanslıların elinde kalmasından dolayıdır. Bu sebeble, Rumca’yı Arabca’dan daha iyi bilirdi.
Kâ’be-i Muazzama’nın güneyinde, yüksekçe bir yerde, Hz. Erkam’ın evi bulunuyordu. Kâ’be’ye güney tarafından gelmek isteyen bu evin önünden geçmek durumunda idi. Ev yüksekte olduğundan Kâ’be rahat olarak görünürdü. Ayrıca Hz. Erkam, Mekke’nin ileri gelenlerinden, itibarı çok olan bir zât idi ki, herkes kendisine hürmet ve ikram ederdi. Bu gibi sebeplerden dolayı, Peygamber efendimiz ve diğer müslümanlar burada toplanırlar, emniyetli bir yer olduğu için ibadetlerini rahat yaparlardı. Yeni Müslüman olmak isteyenler de bu eve gelir, müslüman olmakla şereflenirdi. Bunun için, bu eve Dar’ül-İslâm ve Dârûl-Erkâm gibi isimler verilmişti. Birgün Hz. Ammâr bin Yaser, Hz. Erkam’ın evinin önünde Hz. Süheyb bin Sinan’a rastladı. O’na “Burada ne yapıyorsun” diye sorunca Hz. Süheyb de “Sen ne yapıyorsun” diye karşılık verdi. Hz. Ammâr, “Ben içeri gireceğim ve Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sözlerini dinleyip bildirdiği dine gireceğim. Müslüman olacağım” dedi. Hz. Süheyb, “Ben de aynı niyyetle buraya geldim.” deyince beraberce içeri girdiler. O sırada Peygamber efendimiz de orada bulunuyordu. Müslüman oldular, akşama kadar orada kaldılar. Akşamdan sonra evlerine gittiler. Peygamber efendimiz, İslâmiyyeti tebliğden önce de Hz. Süheyb bin Sinan ile konuşurlar ve birbirlerini severlerdi. Hz. Süheyb, müslüman olduğunu açıkladıktan sonra Mekke’li müşriklerin, şiddetli hücum ve işkencelerine mâruz kaldı. Müşrikler daha çok, kimsesi olmayan zavallılara işkence ederlerdi. Hz. Süheyb de Mekke’de akrabası, dayanağı olmayan bir zât olduğu için müşrikler kendisine çok zulm ederler, konuşamıyacak hâle getirinceye kadar döverlerdi. Bir gün, Hz. Habbâb ve Hz. Ammâr birlikte giderlerken, Kureyş müşriklerinden bazıları ile karşılaştılar. Müşrikler bunları görünce “İşte Muhammed’e tâbi olan kimseler” diye alay ettiler ve bazı uygunsuz sözler söylediler. Hz. Süheyb onlara cevaben buyurdu ki: “Evet! Allahü teâlâ’nın peygamberine tâbi olan onunla beraber bulunmaktan zevk alan kimseler biziz. Hz. Muhammed’e (s.a.v.) biz inandık, siz inanmadınız. Biz O’nun söylediklerinin, bildirdiklerinin hepsinin doğru olduğunu kabul ettik. Siz yalanladınız. Bütün üstünlük ve faziletler İslâmiyyette, bütün zillet ve felâketler de müşrikliktedir. Müslümanlıkda aşağılık, müşriklikte üstünlük yoktur.” Hz. Süheyb böyle söyleyince inanmıyanlar üzerine saldırdılar. Hz. Süheyb bin Sinan’ı dövdüler. Hz. Süheyb, Mekke’de kendi gayretleriyle büyük bir servet elde edip hayli zengin oldu. Medine-i Münevvere’ye hicret edeceği müşrikler tarafından haber alınınca yolu kesildi. “Sen Mekke’ye fakir olarak geldin. Çok mal ve servete kavuştun. Şimdi hem kendin gideceksin, hem bunca malı götüreceksin buna izin vermeyiz” dediler. Hz. Süheyb, onlara buyurdu ki: “Ey müşrikler. Beni iyi tanırsınız ki, çok iyi ok atarım. Eğer üzerime gelirseniz. Ok çantamdaki okların hepsini size atarım ve sonra kılıcımı çekerim. Bunlardan biri elimde bulundukça bana birşey yapamazsınız kendiniz bilirsiniz” Fakat Hz. Süheyb’in, Peygamber efendimize olan muhabbeti, bağlılığı ve O’na kavuşmak arzusu ve Medine-i Münevvere’ye gidip ibadetlerini rahatça eda edebilmek isteği o kadar çoktu ki, yanında bulunan bütün mallarının ve alacaklarının, Peygamber efendimizin sevgisi yanında hiç kıymeti yoktu. Bu sebeble hiç vakit kaybetmemek, bunlarla oyalanmamak için onlara: “Yanımdaki ve Mekke’de bulunan mallarımı size verirsem önümden çekilir misiniz, yolumu açar mısınız?” diye, sordu. Hak ve hakikatlerden nasibi olmayan müşriklerin de arzusu buydu. Hemen “Olur” dediler. Hz. Süheyb yanında bulunan bütün varını verdi, Mekke’deki varlığının da yerini tarif edip müşriklerin elinden kurtuldu ve hiç parasız olarak yoluna devam etti. Mekke ile Medine arasındaki yolda binbir zahmet, tahammülü mümkün olmayan güçlüklerle karşılaştılar. Fakat sevgili Peygamberimize kavuşmanın heyecanı ile bütün sıkıntılardan zevk alarak yol aldılar. Peygamber efendimiz, beraberlerinde Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer olduğu halde Hz. Gülsüm binti Herm’in hanesine misafir olduklarında, Hz. Ömer “Yâ Resûlallah Süheyb’i göremiyoruz. Acaba nerede kaldı” diye arzedince, Peygamber efendimiz durumu tahkik ettirdi. Yolda karşılaştığı şiddetli açlık ve susuzluk ve diğer müşkülatdan dolayı, Kuba’ya zamanından çok sonra gelebildiği ve Hz. Sa’d bin Hayseme tarafından misafir edildiği anlaşıldı.
Hz. Süheyb Peygamber efendimizin (s.a.vy huzuruna gelince: “Yâ Resûlallah, Mekke’den, Medine’ye hicret etmek için yola çıktığım zaman, müşrikler beni yakaladılar. Onlara bütün servetimi teklif ettim. Onlar da kabul ettiler. Bütün malımı vererek kendimi ve ailemi kurtararak huzurunuza geldim” deyince, Peygamber efendimiz (s.a.v.) “Süheyb kazandı, Süheyb kazandı” buyurdular ve Hz. Süheyb hakkında nâzil olan, “İnsanlardan bir kısmı, Allahü teâlâ’nın rızasını isteyerek O’na ibadet yolunda canlarını sarf ederler.” (Sûre-i Bekara 207) âyet-i kerîmesini okudular. Hz. Peygamberimiz, Hz. Süheyb ile Hz. Hâris bin Samme arasında din kardeşliği ilân etti. Güzel huyları ve faziletleri kendisinde toplamış olan, hazır cevablılığı ve latifeleri ile tanınan kâmil bir zât idi. Bir defasında Peygamber efendimizin de bulunduğu bir mecliste, hazır bulunanlara taze hurma ikram edilmişti. Herkes taze hurmadan yemeye başladı. Peygamber efendimiz Hz. Süheyb’e lâtife ile, “Gözlerinde rahatsızlık var yine de hurma yiyorsun” buyurdu. Hz. Süheyb de cevaben “Yâ Resûlallah. Gözümün birisinin yarısı sağlamdır. Onun hakkını yiyorum deyince Peygamber efendimiz (s.a.v.) ve orada bulunanlar bu cevab hoşlarına gittiğinden tebessüm ettiler.
Bir defasında, Hz. Ömer Hz. Süheyb’e sordu: “Ey Süheyb Sizde ayıblıyacağım bir şey yoktur. Sizi ayıplamak için söylemiyorum. Ama sizde gördüğüm üç haslet var, bunları sormak istiyorum. 1) Arab olduğunuzu söylüyorsunuz. Fakat konuşmanız, aslen Arab olanların konuşmalarına benzemiyor. 2) Oğlunuzun ismi Hamza olduğu halde, bir Peygamberin ismi ile (Ebû Yahya) künyeleniyorsunuz. 3) Malınızı çokça harcıyorsunuz.” Hz. Süheyb cevabında buyurdu ki: “Ben aslında Arab’ım, lâkin küçükken beni Rumlar esir almışlar. Ben onların elinde yetiştiğim için onların dilini öğrendim. Ebû Yahya künyesini bana Resûlullah (s.a.v.) verdiler. Çok harcamama gelince çok harcıyorum ama, hep Allah yolunda sarf ediyorum” Hz. Ömer bu cevabdan çok memnun oldu. Hz. Ömer, Hz. Süheyb’i çok severdi. Hz. Ömer, Ebû Lü’lû kâfiri tarafından yaralanınca, yerine geçecek halife’yi seçmek için şûra ehlini tayin edip, yeni halife seçilinceye kadar Hz. Süheyb’in kendisinin yerine vekil olması için ve cenaze namazını kıldırması için vasiyyet etti. Hz. Süheyb, üç gün müddetle cemaate namazları kıldırdı. Bu mukaddes vazifeyi büyük bir ihtimam ve hassasiyetle yerine getirdi. Hz. Ömer’in cenaze namazını da kıldırdı. Bu esnada gösterdiği dikkat ve itina ile herkesin takdir ve tasvibini kazandı.
Hz. Süheyb, herkese iyilik eder, çok yemek yedirirdi. Bir defasında Hz. Ömer kendisine “Yâ Süheyb sen çok fazla yemek yediriyorsun. Bu israf olmuyor mu?” dedi. Süheyb (r.a.) buyurdu ki, “Resûlullah efendimiz (s.a.v.) buyuruyorlardı ki “Sizin en iyiniz fakirleri doyuran ve selâmı alıp cevap verendir.” diye cevap verdi. İkram ve ihsanları çok idi. 70 yaşında, 38 (m. 658) de Medine-i Münevvere’de vefât etti. Baki’ kabristanına defn olundu. Orta boylu, buğday tenli, kırmızı benizli, saçları sık ve siyah yakışıldı bir zât idi. Çocukları Habîb, Hamza, Sa’d, Sâlih, Seyri, Ubbâd, Osman ve Muhammed’dir. Bu çocuklarının hepsi, torunu Ziyâd bin Vasfî, Eshâb-ı kirâmdan Hz. Câbir ve Tabiînden bazı zâtlar, Hz. Süheyb’den hadîs-i şerîf rivâyet etmişlerdir.
Peygamberimiz (s.a.v.) “İman edip güzel amel işleyenlere Cennet ve bir de Allahü teâlâ’nın cemâlini görmek var. Onların yüzlerine ne bir leke bulaşır ne de bir zillet... İşte bunlar Cennetliktirler, kendileri orada ebedî olarak kalıcıdırlar.” (Yunus sûresi 26.) âyetini okuduktan sonra buyurdular ki: “Cennet ehli Cennete girdikleri zaman, onlara şöyle nida edilecektir. “Ey Cennet ehli, size Rabbinizin bir va’di, sözü vardır.” Cennet ehli de, “Bu nimet, bu va’d nedir? Halbuki Allahü teâlâ bizim yüzümüzü ak ettirmedi mi ? Mizanda sevablarımızı ağır getirmedi mi? Bizi Cennete sokmadı mı?” diyeceklerdir. Bu karşılıklı nida üç defa tekrarlanacak, sonra Allahü teâlâ onlara tecelli edecek ve Cennet ehli Rablerini mekânsız ve cihetsiz olarak göreceklerdir. Bu nimet onların kavuştukları nimetlerin en büyüğüdür.”
“Muhacirler, müslümanların evveli, insanları hidâyete ulaştıran ve onlara, Rablerine kavuşturan yolu gösterenlerdir. Allahü teâlâ’ya yemin ederim ki, kıyâmet günü Muhacirler omuzlarında silahları olduğu halde gelirler. Cennetin kapısını çalarlar. Cennetin bekçisi Hazene: “Siz kimsiniz” der. Onlar da “Biz Muhacirleriz” derler. Hazene tekrar “Sizin hesabınız görüldü mü?” diye sorar. Bunun üzerine Muhacirler dizleri üzerine çökerler ve ellerini kaldırarak yüksek sesle “Yâ Rabbî! Senin yolunda vatanımızı, çocuklarımızı, mallarımızı, ailelerimizi terk ettikten sonra tekrar hesap mı vereceğiz?” diye yüksek sesle ağlarlar. Bu esnada Allahü teâlâ, onlara mahsus olmak üzere, üzerlerine zeberced ve yakuttan yapılmış kanatlar takar ve bu kanatları ile uçarak Cennete girerler.”
“Sizden önceki zamanlarda bir hükümdar ve bu hükümdarın bir sihirbazı vardı. Sihirbaz ihtiyarlayınca hükümdara şöyle dedi. Şüphesiz artık benim yaşım ilerledi ve ecelim yaklaştı. Bana bir genç gönder de sihirbazlığı kendisine öğreteyim. Hükümdar sihirbazın dediğini yaptı ve bir genci sihirbaza gönderdi. Sihirbaz da ona sihri öğretmeye başladı. Hükümdarın bulunduğu yer ile sihirbazın bulunduğu yer arasında bir zâhid var idi ki, genç bu zahide uğradı ve zahidden duyduğu sözleri beğendi. Genç zahidle oturup sözlerini dinleyince sihirbazın dersine geç kalıyor, sihirbaz da “niçin geç kaldın” diye genci dövüyordu. Genç, sihirbazın dersinden dönerken zahide uğrayıp sözlerini dinlemeye başladı. Bu sefer ailesi, “niçin geç kaldın” diye genci dövdüler. Genç, bu durumunu zahide anlatınca, zâhid olan zât, çocuğa şöyle dedi. “Sihirbaz, geç kaldığın için seni dövecek olursa “Beni ailem geç bıraktı” de. Eğer ailen seni dövmek isterse “Beni sihirbaz geç bıraka’’ de.” Genç bundan sonra zahidin dediği gibi yaptı ve zahidin sözlerini dinlemeye devam etti. Günlerden bir gün genç bakmış ki, ırmağın üzerinde büyük bir canavar durmuş, kimse gelip geçemiyor. Genç dedi ki: “Zahidin işi mi Allahü teâlâ’ya daha sevimlidir yoksa sihirbazın işi mi? Bugün bu anlaşılacak. “Eline bir taş aldı ve “Ey Allahım eğer zahid’den râzı isen ve zahidin işi sana sihirbazın işinden daha sevimli ise, şu canavarı öldür de insanlar rahatça geçebilsinler” diye yalvardı ve taşı canavara attı, Allahü teâlâda o taş ile canavarı öldürdü ve insanlar da nehri kolayca geçip yollarına devam ettiler. Genç bu durumu zahide haber verince, zâhid: “Ey oğlum. Sen benden daha faziletlisin. Sen bazı imtihanlar geçireceksin. Bu imtihanlarla karşılaştığında benden bahsetme” dedi. Bu genç şöhret buldu. Gözleri hastalıklı olanları tedavi ediyor, daha başka hastalıkları bulunanlara Allahü teâlâ’nın izniyle faideli oluyordu. Hükümdarın yakınlarından birinin gözleri âmâ oldu. Bu kimse, o gencin şöhretini işitmiş olduğundan genci getirtti. Çok hediyeler teklif etti ve şifa bulması için kendisine yardım etmesini istedi. Genç dedi. ki; “Ben kimseye şifa veremem, şifayı veren Allahü teâlâ’dır. Sen Allahü teâlâ’ya îmân edersen, ben, sana şifâ vermesi için O’na duâ ederim.” O kimse bu daveti kabul edip imân etti. Genç de onun için Allahü teâlâ’ya duâ etti ve o kimse şifa buldu. Bu kişi hükümdarın meclisine varınca, hükümdar merakla kendisine sordu: “Gözünü kim açtı” O kimse “Rabbim” diye cevap verdi. Hükümdar “Yani ben” dedi. Hükümdarın yakını “Hayır! Senin de benim de Rabbim Allah’dır.” Hükümdar “Senin benden başka Rabbin mi var?” dedi. O kimse dedi. ki “Evet, benim ve senin Rabbin Allah’tır.” Hükümdar bu yakınına çok kızdı ve çeşitli işkenceler yaptı. Nihayet o kimse genci hükümdara bildirdi. Hükümdar genci getirtti ve “Sen sihirbazlıkta çok ileri gitmişsin. A’mâların gözlerini açıyor, çeşitli hastalıklara şifâ buluyormuşsun.” Genç “Hayır, şifâyı veren Rabbim’dir.” Hükümdar “Yani ben” dedi. Genç “Hayır” dedi. Hükümdar, “Senin benden başka Rabbin mi var?” dedi. Genç “Evet benim ve senin Rabbin Allah’dır.” Hükümdar bu gence çok işkence etti. Genç tahammül edemez hale gelince Zahid’in ismini verdi. Hükümdar Zahid’i buldurdu ve “Dininden dön” dedi. Zahid kabul etmeyince testereyle başını ikiye ayırttı. Ondan sonra yakını olan kimseyi çağırttı. Ona da dininden dön dedi. Kabul etmeyince onun da başını ikiye ayırttı. Sonra genci çağırdı ve “Dininden dön!” dedi. Genç dininden dönmedi. Hükümdar, adamlarına dedi. ki “Bunu alınız. Dağın tepesine götürünüz. Dininden dönmesini söyleyiniz. Eğer kabul ederse geri getiriniz. Kabul etmezse dağın tepesinden aşağı yuvarlayınız.” Genç, muhâfızlar tarafından dağın tepesine çıkartıldı. Orada genç “Ey Allahım. Bunların şerrinden muhafaza eyle, koru” diye duâ etti. Dağ sallandı. Muhâfızlar yuvarlandılar. Genç geri dönüp hükümdarın karşısına çıktı. Hükümdar hayretle “Arkadaşların ne yaptı, neredeler?” diye sordu. Genç: “Allahü teâlâ beni onlardan korudu” dedi. Bunun üzerine hükümdar genci bir sandığın içine koydu ve adamlarına emretti ki: “Bu sandığı alıp gemiye binin. Denizin ortasında, gence dininden dönmesini teklif edin. Dininden dönerse geri getirin dönmezse suya atın!” Muhâfızlar denizin ortasında yine aynı şekilde genci suya atacakları sırada, Genç, “Yâ Rabbi! Onlara karşı beni koru” diye duâ etti. Genci boğmakla vazifeli olanlar boğuldular. Genç yalnız başına dönüp hükümdarın karşısına çıktı ve dedi. ki “Allahü teâlâ beni onlardan korudu. Sen beni ancak bir yolla öldürebilirsin. İstersen sana o çareyi bildireyim. Aksi halde beni öldürmeye gücün yetmez.” Hükümdar, “O çare nedir?” dedi. Genç dedi ki: “Bir meydanda insanları topla! Onların önünde beni bir ağaca bağla benim ok torbamdan bir ok al. Sonra “Bu gencin Rabbi olan Allah’ın ismiyle” diye oku bana at. Eğer böyle yaparsan beni öldürebilirsin. Hükümdar gencin anlattığı gibi yaptı. Hükümdarın attığı ok, gencin yanağına saplandı. Genç okun isabet ettiği yere elini koydu ve öldü. İnsanlar hep birden “Biz de bu gencin Rabbine imân ettik” dediler. Hükümdarın adamlarından biri hükümdara: “Gördün mü? Korktuğun başına geldi” dedi. Hükümdar çok sinirlendi. Bütün yolları kapatın, hendekler kazdırın. Ateşler yakın. Bu gencin dinine girenler. Eğer dönerlerse bırakın, dönmiyenleri ateşe atın. Hükümdarın emri yapıldı. Fakat kimse imânından dönmedi. Ateşe atılırken tereddüt bile etmediler. Nihayet kucağında süt emen küçük çocuğuyla bir kadıncağız geldi. Ateşe girip girmemek hususunda bir an tereddüt edince, kucağındaki sabi çocuk: “Ey anneciğim korkma! Çünkü sen hak üzeresin” dedi.”

KAYNAKLAR

VELİ DEDE (ONACAK) TÜRBESİ


VELİ DEDE (ONACAK) TÜRBESİ 

yeşiova..burdur




  BURDUR ili Yeşilova İlçesine bağlı bir yayla köyü olan Onacak küyüne gidebilmek için merkezden araçla 1-2 saatlik taş ve topraklı yolda, yaklaşık 2000 rakımlı yüksek bir köye çıkmanız gerekiyor. Köy de kış aylarında hiçbir kimse kalmaz ve yaz aylarında hayvan otlatmak (genellikle keçi ve koyun) için çıkılır. VELİ DEDE için;Köyün ileri gelenlerinden ve dede den oğula söylene gelen en bilinen sağlam söylenti: VELİ DEDE derviş görünümlü haliyle bu bölgede hangi köye gitti ise kabul edilmemiş.. onlarca köy içinden bu Onacak köyüne vardığında ise köylüler tarafından hürmetle karşılanmış.. O dönemde çok susuzluk çeken ve susuzluktan kırılan köy halkının bu halini görünce elindeki asasını (Baston'u) "YA ALLAH.. YA BİSMİLLAH.." diyerek yere kuvvetlice vurur vurmaz topraktan yaklaşık 7 metre gibi yükseğe su fışkırarak ve YÜCE ALLAH'ın izniyle köy halkını susuzluktan kurtarır. Türbenin kenarında halen daha azda olsa çıkan bu su akmakta. Bilinen bir gerçekte hangi yerden ve hangi ilden olursa olsun veli dedenin yanına giden her ruh ve sinir hastası(akıl hastaları..) anında şifa bulurmuş.

Kaynak: www.ahmetayvaz.tr.gg      

Geyikkoşan Baba Türbesi

Geyikkoşan Baba Türbesi ve Efsanesi

samsun alalçam


Nihat YALDIZ  Tarih Araştırmacısı

Geyikkoşan Baba Türbesi, Alaçam ilçe merkezine yaklaşık 2 km. uzaklıkta,  deniz kenarına yakın  bir mevkide yer alır.Türbenin ilk olarak ne zaman yapıldığına dair şu an elimizde bir bilgi yok, ancak  çeşitli dönemlerde Türbede  tadilatlar yapıldığı anlaşılıyor. Türbe çeşitli ağaçlarla çevrili bir koru içerisindedir.Halk arasında bu ağaçlara ayrı bir önem verilir, kesilmesi uygun görülmez.
Türbenin çevresinde  mezarların bulunduğuna  dair rivayetler duymuştum , fakat  bugün mezar kalıntılarından herhangi  bir iz yoktur.
Burada medfun bulunan zatın kim olduğunu henüz bilemiyoruz..Bu konuyu aydınlatacak en önemli belge, türbe içerisinde yer alan mezarın kitabesidir.Türbenin onarımı sırasında mezar taşının yarısına yakını toprağa gömüldüğünden, yazıları okuyamadık.Yetkili kişilerin,  mezar taşı kitabesinin fotoğrafının çekilmesini sağlamaları, bu konunun aydınlatılmasını sağlayacaktır.Araştırmalarımız sonucunda

Geyikkoşan Baba ile ilgili iki görüşe ulaştık:

1.Arap İslam orduları,  Konstantiniye’yi   (İstanbul ) Emeviler ve Abbasiler dönemlerinde kuşatmışlardır.(668-782)İslam ordularının İstanbul kuşatmasına Türkistan’dan (Orta Asya) gönüllü Türk savaşçılarıda -erenler-  destek olmak amacıyla Karadenizden gemiyle yola çıkmışlardı.Alaçamdan geçerken arkadaşlarından biri vefat eder, bugün türbenin olduğu yere defnederler.Sonradan yola devam eden bu Gaziler, Sinop’a vardıklarında fırtınaya yakalanırlar ve limana giriş yaparlar.Sinop’un yönetimi o dönemde Bizans Tekfurunun ( Askeri Vali) elindedir.Tekfur vergi alarak Sinop’a giriş izni verdiği bu kişilere daha sonradan saldırı düzenler.Çıkan çatışmada erenlerin çoğu şehid olmuştur.Bu şehitler arasında Peygamberimizin torunu Hz.Hüseyin’in soyundan Seyyid  Bilal Hazretleri de vardır.

2.Özellikle 10. asırdan itibaren Türkistan’dan Anadolu’nun değişik yerlerine gelen dervişler- erenler – vardı.Çoğunluğu Hoca Ahmet Yesevi ocağından olan bu dervişler, geldikleri yerlerde İslamiyeti yayıyorlardı.Alaçam’a da gelen dervişlerin içerisinde, Geyikkoşan Baba ve  Hüseyin Dede’nin olduğunu söyleyebiliriz.



            Geyikkoşan Baba Efsanesi

Geyik motifi eski Türk destanlarında geçtiği gibi İslam menkıbelerinde de geçtiğini biliyoruz.Ülkemizin değişik yerlerinde geyiklerin konu olduğu efsaneler anlatılır.Bu efsanelerde Ermiş kimselerin, geyiklerle çift sürdüğü, yeni yapılan camilere ağaç taşındığı anlatılır.Mesela Alaçam Kaluk Demirci Köyünün tarihi ahşap camisi yapılırken geyiklerin camiye odun taşıdığı halk arasında söylenir.


Şimdi Alaçamda anlatılan efsaneye gelelim:”Geyikkoşan mevkii sık ve büyük ağaçlarla dolu bir ormandır. Bu ormanın orta yerinde ikamet eden bir Dede ve küçük bir tarlası vardır. Çevredekilerden habersizce eğittiği iki geyiğiyle tarlasını gizliden gizliye sürmektedir. Altın boyunduruk ve altın sabanıyla yine bir gün tarlada çift sürerken birkaç kişi tarafından görülürler. Yabancılardan ürken geyikler kontrolden çıkar ve dağa kaçarlar. Bu dağ bugün Kışlakonak Köyü (Gelemet) başlarında bulunan “Meydancık” dağıdır. Altından yapılmış Boyunduruk ve sabanın halen bu dağda bir yerlerde olduğuna inanılır.” Anlatan: Sefer KOŞAR, Akbulut köyü / Alaçam -Çetin KOŞAR –   (1)

Efsane de yine Geyikkoşan Babayı geyiklerle çift sürerken gören kişilerin kör olduğu anlatılır.
Geyikkoşan Baba türbesinin bulunduğu yerde her sene 6 Mayıs’ta   Hıdırellez şenlikleri yapılır.
Keşkekler pişirilir, gelenlere ikram edilir.Geleneksel yağlı güreşler düzenlenir.Bir gün sonra 7 Mayıs’ta Alaçam Kızlan yolu üzerinde bulunan Hüseyin Dede türbesinin yanında Hıdırellez şenlikleri yapılır.Çevre köyler bu şenliklere çok önem verir, o gün köylerde iş tutulmaz.
Sinop’ta bulunan Seyyid Bilal Türbesi çevresinde  Hıdırellez şenliklerinin Alaçam’la  aynı tarihte (6 Mayısta ) yapılması ilginçtir.Yine orada da keşkeklerin pişirildiğini biliyoruz.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Geyikkoşan Baba Türbesindeki mezar taşı okunduğunda bu konu ile ilgili bilgilerimiz netleşecektir.

Koçgiri Ziyaret Yerleri

Koçgiri Ziyaret Yerleri


Anadolu insanı, bu bölgeyi kendilerine vatan yapan insanları ebedîleştirmek ve yaşadıkları hayatı onlarla paylaşmak istemiş, böylece bir yandan bölgedeki ağaç, kaya, mağara...vb unsurlara bir takım kutsallıklar atfederek taşı ve toprağı ile vatanı kutsallaştırma yoluna giderken, diğer yandan bu vatanın asıl sahipleri olarak düşünülen ve bir çoğu yüce dağ başında mekan tutmuş kişiler olarak tahayyül edilen bu insanlara birer makam tahsis etmiş, bu yerleri de ziyaret ederek onlara karşı olan vefa borçlarını yerine getirmeye çalışmışlardır. İşte makalemizin asıl konusunu ziyaret yeri olarak nitelediğimiz bu kutsallık atfedilen mekanlar oluşturmaktadır.
1- Ali Baba
Burası, İlçeye bağlı Karacaören nahiyesinin güneydoğusunda yer alan bir tepenin üzerinde yer almaktadır.[9] Ziyaret yeri olarak kabul edilen bu yerde ulu bir çınar ve 8-10 metre kadar aşağısında da bir mezar bulunmaktadır. Günümüzde Ali Baba deyince bu ağaç akla gelmektedir. Kimilerine göre kutsal olan ağaç, kimilerine göre de kutsiyet ağaçta değil, ağacın yakınında yatan ermiş kişide yani Ali Baba'dadır. Ancak Ali Baba ağacın ismi olmuştur.

Anlatıldığına göre buraya yakın çevre köylerden birinde görev yapan bir öğretmen, insanların Ali Baba ile ilgili anlattıklarını ciddiye almayıp gülerek alay eder ve köylülerin bu kutsal çınarın dibinde Ali Babanın yattığını söylemelerine inanmaz. Hatta bir gün o çevrede yaşayan insanları bu düşüncelerinden vazgeçirmek için adı geçen ziyaret yerine gider ve ulu ağacın dibine büyük abdestini yapar. Bunun üzerine kısa bir süre sonra öğretmenin ağzı eğilir. Öğretmen yanlış yaptığını anlar. Ağacın bulunduğu yere gider ve Ali Baba’nın maneviyatından af dileyerek tövbe edince ağzı düzelir.[10] Köylüler arasında anlatılan bu tip efsanelerin zamanla buranın kutsiyetini artırdığı belirtilmektedir.

Ali Baba’nın ziyaret edilme nedenlerini şu şekilde sıralayabiliriz:

-Burası, genel olarak daha önceden adanan kurbanların kesildiği bir yer olarak bilinmektedir. Kesilen adak kurbanının eti, buraya gelenlerle birlikte yenir ya da kurbanı kesen şahıs, kendi köylerinde bulunan yakınlarına dağıtmak üzere yanında köye götürür.

-Burayı ziyarete gelenler, ziyaret esnasında dualar okuyup dilek tutarlar. Ziyaretçilerin, dileklerinin gerçekleşmesi için Ali Baba ağacının dallarına ip ve çaput bağladıkları, bolluk ve bereket getirmesi için ağacın kavuğuna para attıkları görülür.

-Buraya gelen ziyaretçilerin, bir şükür ifadesi olarak adı geçen ağacın dibinden toprak alıp yedikleri, ayrıca bunu şifa, bereket, başarı ve mutluluk getirmesi için de yapanların bulunduğu belirtilmektedir.

-Evlenecek çağa gelen kız ve oğlanlar tarafından ziyaret edilir. Ziyaretçiler, burada bulunan dilek taşına, ellerindeki taşları tutturmaya çalışırlar. Taşı tutturanların kısmetinin açık olduğuna, tutturamayanların da evlenme zamanının hala gelmediğine inanılır.


2- Ahmet Dede Suyu
Ahmet Dede suyu, Boğanak köyü girişinde sol tarafta yer alır. Anlatıldığına göre, şu anda suyun aktığı yer, Ahmet Dede diye bilinen zatın mezarının bulunduğu yerdir. Mezarın, defineciler tarafından altın aramak amacıyla söküldüğü belirtilmektedir. Şu anda bahsedilen yerde sadece Ahmet Dedenin Suyu vardır. Köylüler Ahmet Dede’nin kimliği konusunda detaylı bilgiye sahip değiller. Bilinen bu şahsın ermiş birisi olduğudur.

Edindiğimiz bilgiye göre, eskiden buranın ziyaretçisi daha fazla imiş. Eskiler, Ahmet Dede suyunu şifa niyetiyle içerlermiş. Havalar kurak gittiği ve yağmur yağmadığı zaman, halk buraya gelir, Ahmet Dede’nin mezarının başında yağmur duası yaparlar ve bereket getirmesi için suya para atarlarmış. Günümüzde suya para atma adetinin dışında diğerleri uygulanmamaktadır.

Anlatıldığına göre, bugün bu ziyaret yerine çocuk sahibi olmak isteyen kadınlar giderek suya bir yumurta atıp o sudan içerler ve bu şekilde çocuklarının olacağına inanırlar. Ayrıca sık sık düşük yapan kadınların da buraya gelerek şifa amacıyla bu sudan içtiklerinden bahsedilmektedir.


3- At Ayağı

Bahtiyar köyü sınırları içindedir. Bahtiyar köyünden Erdemşah’a giderken köyün kuzey batısındaki tepenin eteğindeki kayadır. Kayanın üzerinde bulunan izlerin Hızır’ın atına ait olduğuna inanılmaktadır. Burasının başta düşük yapan kadınlar olmak üzere çeşitli istek ve arzuları olanlar tarafından da ziyaret edildiği anlatılmaktadır. Burayı ziyarete gelenlerin dua ettikleri, dilek tuttukları ve ziyaret kayasının yanında bulunan karamuk çalısına ip ve çaput bağladıkları anlatılmaktadır. Ziyaretçiler arasında burada tavuk ve horoz kesenlere de rastlandığı nakledilmektedir.


4- Cogi Baba
Avşar Köyü sınırları içinde yer alan Cogi Baba Türbesi, konum itibariyle köyün güney batısında bulunur. Türbe içinde Cogi Baba’ya ait olduğu belirtilen bir mezar vardır. Ayrıca türbe içerisinde duvarda asılmış bir Kuran-ı Kerim, On İki İmama ve Hz. Ali'ye ait olduğu söylenen resimler bulunmaktadır.[11]

Edindiğimiz bilgiler ve gözlemlerimiz, türbenin çevrede herkes tarafından bilindiği ve yoğun bir ziyaretçi akınına uğradığını göstermektedir. Cogi Baba'nm hayatı hakkında o çevredeki insanların anlattıklarından başka kesin bir bilgiye ulaşmamız mümkün olmadı. Bölgedeki insanların anlattıklarına göre, Coğ Baba ya da Cuva Baba[12] diye de bilinen Cogi Baba, Horasan erenlerinden aynı zamanda Battal Gazi'nin askerlerinden olan kahraman bir erdir. Burada Ermenilerle yapılan bir savaşta şehit olduğuna ve bugünkü türbenin bulunduğu yere gömüldüğüne inanılmaktadır.[13] Ayrıca Cogi Baba’nın, Abbasiler zamanında yaşanan fetih hareketleri sebebiyle bu bölgeye gelip burada şehit olduğunu söyleyenler de vardır.

Cogi Baba’nın, Zara’nın manevi mimarı ve koruyucusu olarak kabul edilen Şeyh Merzubân Veli hazretleri gibi Sülâle-i Resul’den olduğu şeklinde de rivayetler vardır. Zira Osmanlılar döneminde Seyyid olanlara, sancak verilmesi âdettendi. Bu nedenle Osmanlı Devleti, Cogi Baba’nın torunlarına, ellerindeki şecereye binaen sancak verdiği ancak söz konusu sancağın daha sonra Şarkışla'nın Ağcakışla bucağına bağlı Alaman köyüne götürüldüğü ve şu anda elde mevcut olmadığı anlaşılmaktadır.[14]

Anlatıldığına göre önceleri burası sadece bir mezar halinde imiş. Daha sonra mezarın üzeri inşa edilerek türbe haline getirilmiş. Türbenin çevresi temiz ve düzenlidir. Buraya gelen ziyaretçilerin kurban kesebileceği bir alan, onun yanında da oturup yemek yenebilecek şekilde düzenlenmiş üstü kapalı bir oturma yeri vardır. Cogi Baba’ya bağlılığı ile bilinen bir kadının türbe ile ilgili hizmetleri yürüttüğü verilen bilgiler arasındadır.

Cogi Baba’yı, İmranlı’ya bağlı köylerin yanı sıra Zara‘ya bağlı olup da o bölgeye yakın olan köylerin de ziyaret ettiği anlaşılmaktadır. Buraya gelen ziyaretçilerin ziyaret nedenlerini şu şekilde sıralamamız mümkündür:

-Çocuğu olmayan ya da düşük yapan kadınlar, Cogi Baba'yı ziyaret ederek Allah'tan bir çocuk vermesini dilerler. Bu dileklerinin kabul olması için de türbenin duvarına, penceresine veya orada bulunan ağaca yanlarında getirdikleri (bir çocuğun elbisesinden alınan) bir parça çaputu bağlarlar. Ayrıca ziyaretin duvarına taş yapıştırmaya çalışanlar da olur. Şayet taş duvara yapışırsa kadının çocuğu olacağına inanılır. Çevre köylerde şöyle yaygın bir inancın varlığı göze çarpmaktadır: Çocuğu olmayan ya da düşük yapan her hangi bir kadın, bu türbeyi ziyaret eder, adak adar ve sonra çocuğu olur da adağını yerine getirmezse, doğan çocuğu ölür. Bu nedenle bu durumlarda adak hemen yerine getirilir ve fakirlere dağıtılır.

-Sara hastalığı olanlar ile felçli hastalar şifa niyetiyle buraya getirilirler.[15] Köylülerin söylediğine göre, bu şekilde getirilen hastaların çoğu, Allah'ın izni, Cogi Baba'nın himmetiyle şifa bulurlar.

-Evlenemeyenler ve kısmetinin kapalı olduğuna inananlar, Cogi Baba’ya gelerek dua edip adakta bulunurlar.

Türbenin demirden yapılmış penceresinin parmaklıkları, farklı amaçlarla buraya gelen ziyaretçiler tarafından bağlanan ip ve çaputlarla doludur.


5- Cogi Baba Çeşmesi

Yünören ile Avşar köyleri arasında bulunan yol üzerindedir. O bölgede yaşayan insanların inancına göre Cogi Baba bu sudan abdest almıştır. Bundan dolayı bu su, Cogi Baba’nın ismiyle anılır. Cogi Baba’nın türbesini ziyaret edenler çoğunlukla bu çeşmeye de uğrayıp şifa amacıyla bu sudan içtikleri ve yanlarında getirdikleri kapları doldurup evlerine götürdükleri ve hastalara içirdikleri anlatılmaktadır. Ayrıca bu çeşmenin suyundan büyük şehirlerde yaşayan akraba ve yakınlarına da gönderenlerin de varlığından söz edilmektedir.

Bazı köylülere göre, her yıl hac mevsimi geldiği zaman hacı adayları niyet edip yola çıktıklarında bu çeşmenin suyu çekilir. Hacılar, hac ibadetlerini tamamlayarak memleketlerine dönmeye başladığı zaman tekrar akmaya başlar. Onlar, Cogi Baba Suyu’nun hacılarla beraber Kabe’ye giderek orada zemzem suyuna karıştığına, haccın tamamlanmasıyla da yine hacılarla beraber asıl yerine döndüğüne inanmaktadırlar. Başka bir söylentiye göre ise Cogi Baba Suyunun, üç ayların girmesiyle kızıla dönüp kan rengini aldığı şeklindedir.[16]

Genellikle çocuğu olmayan ya da düşük yapan kadınlar, Cogi Baba'yı ziyaret eder ve Allah'tan bir çocuğunun olmasını ister. Bu dileğinin kabul olması için de ziyaretin duvarına, penceresine veya oradaki ağaca yanında getirdiği, bir çocuğun elbisesinden alınan bir parça çaputu bağlar. Daha sonra Yünören'e gidip, Cogi Baba çeşmesinden su doldurur. Bu suyun birazını içer, kalan kısmını da banyo yapacağı suya katar. Bu su ile de banyo yaparak varsa hastalıklardan şifa bulacağına, günahlardan temizleneceğine inanır. Ayrıca vücudunun her hangi bir yerinde ağrı hisseden bir kişinin Cogi Baba çeşmesinden alınan suyu ağrıyan yerine sürdüğünde şifa bulacağı şeklinde söylentiler vardır.


6- Dur Ali Baba

Bulunduğu çevrede Kara Ali Baba diye de bilinen Dur Ali Baba Türbesi, Aşağı Şeyhli köyünün kuzey tarafında bir tepe üzerindedir. Türbenin içerisinde Dur Ali Baba’nın mezarının dışında hiç bir şey yoktur.

Ali Baba’nın kimliği konusunda köylülerin anlattıklarının dışında yazılı her hangi bir belge yoktur. O çevrede bulunan köylüler, Ali Baba’yı keramet ehli ermiş birisi olarak bilirler. Onun hakkında anlatılan çeşitli efsaneler vardır.

Anlatıldığına göre, bir tarihte Osmanlı ordusu sefere giderken bu bölgede konaklar. Ali Baba, kendi arazisinde konaklayan orduyu elinden geldiği ölçüde ağırlayıp yedirir, içirir. Bu durumdan haberdar olan ordunun kumandanı, bu misafirperver ve bir o kadar da cömert olan bu şahısla tanışmak ister ve yanına çağırtır. Konuşurlarken komutan Ali Baba’dan bir keramet göstermesini ister. Hâl ehli olarak bilinen Ali Baba, komutanın bu arzusunu yerine getirmek üzere huzurdan ayrılır. Herkesin gözleri önünde, bir ağacı köküyle beraber söküp havaya kaldıracağı sırada paşa "Dur! Ali Baba! "diye bağırır. O günden sonra çevrede Ali Baba'ya, Dur Ali Baba demeye başlarlar.

Anlatılan başka bir rivayete göre de Dur Ali Baba, bir kumandandır. Öldükten sonra eşyalarıyla beraber kılıcı ocakzadelerin evinde saklanır. Bunu öğrenen Hamo adlı bir eşkıya, Dur Ali Baba'nın kılıcına sahip olmak ister. Bir gece gizlice kılıcın saklandığı eve girer ve kılıcı bulup alır. Evden çıkmak istediği zaman kapıyı bir türlü bulamaz. Kılıcı aldığı yere koyar ve kapıyı bulur. Kılıcı almayı ikinci defa dener ve evden çıkmak ister. Kapıyı yine bulamaz. Bunu üçüncü defa tekrarladığında aynı şeylerle karşılaşınca, kılıcın Dur Ali Baba tarafından korunduğunu, dolayısıyla kılıcı alarak evden çıkamayacağını anlar. Kılıcı almadan evden çıkıp gider. Yaptığı yanlıştan dönen Hamo, eşkıyalığı bırakarak tövbe eder.[17]

Elde ettiğimiz bilgilere göre, 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekatının başlamasıyla, Dur Ali Baba’nın kılıcı kaybolur. Köylülerin inancına göre, Dur Ali Baba manen gelip kılıcını alarak Kıbrıs’ta savaşa katılır. Kaybolan kılıç, savaşın bitmesiyle tekrar eski olduğu yere döner. Döndüğünde kılıçta çatlak olduğu görülür. Dur Ali Baba’ya ait olduğu söylenen kılıcın Aşağı Şeyhli Köyünde olduğu söylenmektedir. Kılıcın bulunduğu evin eskiden ocak olduğu ve şu anda bu evde ocak aileden kimsenin yaşamadığı belirtiliyor.

Cogi Baba gibi Dur Ali Baba türbesi de o çevrede herkes tarafından bilinmekte ve ziyaret edilmektedir. Ziyaretçilerin çoğunluğunu; felçli hastalar, sarası olanlar, göz ağrısı çekenler teşkil ederler. Bunların haricinde Dur Ali Baba’nın maneviyatından istifade etmek isteyen ziyaretçiler de vardır. Gelen ziyaretçiler maddi durumlarına göre, ziyarete elleri boş gelmemeye çalışırlar. Burada koç, keçi, tavuk ve horoz gibi kurbanların kesildiği nakledilmektedir. Bütün bunların dışında Dur Ali Baba'yı ziyaret edenler arasında psikolojik rahatsızlığı bulunanlar, geç konuşan çocuklar, çocuğu olmayanlar kadınlar ve kız çocuğu olup da oğlan çocuğu olmasını isteyenlerin olduğunu söyleyenler de vardır.


7- Evliya Pınarı

Türkkeşlik köyünün kuzey doğusunda olup köyden yaklaşık olarak 3 km. uzakta bulunan tepenin üzerindeki su, çevredeki köylüler tarafından Evliya Pınarı diye isimlendirilmektedir. Pınarın aktığı yerde bir mezar vardır. Köylüler bu mezarın bir şehide ait olduğuna inanmaktadırlar. İnsanlar arasında suyun aktığı yerde başka yatırlarında olabileceğine dair söylentiler vardır. Han Köyü sakinlerinden aldığımız bilgilere göre, 93 harbi diye bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi sırasında, Evliya Pınarı’nın olduğu tepeden rahmet toplarının ateşlendiği görülmüştür.

Evliya Pınarı’nın genellikle Türkkeşlik, Han Köyü ve Karaboğaz köylüleri tarafından ziyaret edildiği ve bu pınardan alınan suyun kaşıntı, egzama ve mantar gibi çeşitli cilt hastalıklarına iyi geldiği bize verilen bilgiler arasındadır.


8- Geley Tepesi ve Gürlan Baba

Kele Tepesi Ziyareti olarak da bilinen Geley Tepesi Ziyareti, Karacaören ile Cerit arasında yer almaktadır. Konum olarak Karacaören'e girişte sağ tarafta ve Gürlan Baba ziyaretinin karşısındadır Bir tepe üzerinde olan bu ziyaret, bir ağaçtan ibarettir. Şu anda kurumuş vaziyette bulunan ağaç, önceki yıllarda yıkılmış ve daha sonra gelen ziyaretçiler tarafından tekrar olduğu yere dikilmiştir. Buranın özellikle yaz aylarında ziyaretçisinin olduğu belirtilmektedir. Buraya gelen ziyaretçiler, dilek tutup ip bağlarlar ve bu şekilde istedikleri şeye kavuşacaklarına inanırlar.

Karacaören’nin güneydoğusundaki bir tepenin üzerinde (Geley Tepe’sinin karşı tarafında) yer alan ve Hırcibil diye de bilinen Gürlan Baba ziyareti de vardır. Gürlan Baba’nın mezarının da çok sık olmamakla beraber ziyaret edildiği belirtilmektedir.

Karacaören nahiyesinde bulunan bir başka ziyaret de Karacaören'den bakıldığı zaman Ali Baba Ziyareti’nin bulunduğu dağın sağ tarafında kalan tepenin üzerindeki Tek Mezar Ziyareti dir. Buradaki mezarın bir askere ait olduğu söylenmektedir. Bir rivayete göre de bu tepede, burada savaşırken şehit olan yedi kahraman asker yatmaktadır. Ali Baba ve Gürlan baba’yı ziyaret edenlerin Tek Mezar ziyareti’ne de uğradıkları verilen bilgiler arasındadır.

Anlatıldığına göre, Gürlan Baba ve Tek Mezar Ziyaretini genellikle eklem ağrısına yakalananlar ile evlenecek yaşa gelmiş kız ve erkeklerin ya evlenmeden önce ya da evlendikten sonra burayı ziyaret ederek dilek tutup adak adadıkları ve dileklerinin gerçekleşmesi halinde tekrar burayı ziyaret ederek adak kurbanı kestikleri anlatılmaktadır.


9- Hızır’ın Taşı ve Hızır’ın Çeşmesi

Altınca köyü sınırları içinde yer alıp köyün kuzeydoğusunda bulunan Şah Tepesi üzerinde köylülerin Hızır ile irtibatlandırdıkları iki tane ziyaret yeri bulunmaktadır.

Hızır Taşı: Hızır’ın taşı diye bilinir. Hızır’ın çeşmesinin yanındadır. Burası, Şah Tepesi’nin kuzeydoğusunda zirveye yakın bir yerdedir. Köylülerden aldığımız bilgilere göre, Hızır (as) burada konakladığında, şaha kalkan atı nallarını kayaya vurunca, atın ayak izleri kayaya çıkar. Hızır'ın atının ayak izlerini üzerinde taşıdığından dolayı, köylüler bu taşı kutsal kabul etmişler ve ondan medet ummaya başlamışlardır.

Bu taşı dilek taşı olarak gören bu insanlar, burayı ziyaretleri esnasında ellerine aldıkları taşları Hızır’ın Taşı’na tutturdukları zaman istedikleri şeye kavuşacaklarına inanmaktadırlar. Ayrıca bu çevrede çocuğu olmayan veya düşük yapan kadınların da burayı ziyaret ettikleri belirtilmektedir.

Hızır Çeşmesi: Hızır’ın Çeşmesi diye bilinen bu ziyaret yeri, aynı yerde yani şah tepesinin kuzeydoğusunda, Hızır Taşı’nın yanındadır. Köylülerden aldığımız bilgilere göre, Hızır, atını sulamak için burada konaklamış ve atını suladıktan sonra yoluna devam edip gitmiştir. Burada yaşayan insanlar,bu sudan içmenin insanlara şifa ve mutluluk getirdiğine inanmaktadırlar. Onlara göre bu su, dermansız dertlere devadır. O nedenle insanlar, sevdikleri kişilerle buraya gelip adı geçen çeşmenin suyundan içerler. İçilen suyun insana sağlık ve mutluluk getireceğine inanırlar.

Bu çeşmenin ziyaret edilme nedenleri arasında, İnsanların çeşitli sıkıntı ve ihtiyaçları esnasında bu çeşmeye gelip burayı ziyaret ederek kurbanlar kesmelerini, sonrasında da dua ve niyazda bulunmalarını belirtebiliriz. Buraya gelenler, dilek ve arzularını bildirerek Hızır (a.s)'ın manevi şahsiyetiyle Allah'tan yardım isterler. Burada dilek tutup Hızır’ın taşına çaput bağlarlar. Köylüler, eskiden buraya yağmur duası için de gidildiğini belirtmektedirler.


10- Hızır Suyu

Rivayete göre, Ardıçalan köyüne bağlı olan Yeşilova (eski adı: Birestik) mezrasında Şehsüvaroğullarından Mahmut Beyin bir konağı varmış. Konak, Ardıçalan köyünün kuzeyindeki tepenin eteğinde imiş.

Anlatıldığına göre, Mahmut Bey’in beyliği zamanında, Birestik’teki konağında misafirleriyle yemek yerken kapıya bir atlı gelir. Mahmut Bey, atlıyı sofraya buyur eder ve hizmetçisine de atı yemlemesini söyler. Hizmetçi kendisine söyleneni yaptıktan bir süre sonra atın önüne koyduğu yemin at yedikçe arttığını fark eder. Diğer taraftan, misafirlerle birlikte yemek yiyen atlı, aniden yerinden kalkıp ‘Şehsüvaroğlu Hüseyin Bey şu anda çok darda ona yardım etmem gerekir’ diyerek izin ister ve atına atlayıp oradan ayrılır. Çevredekiler bu şahsın Hızır olduğuna inanırlar. O andan itibaren onun suyundan içtiği çeşmenin önemi artar ve kutsal görülmeye başlanır.[18]

Bölge insanı tarafından Çorakdere Suyu diye de bilinen Hızır Suyu’ndan içilme nedenlerini şu şekilde sıralamamız mümkündür:

-Onlara göre bu su, çeşitli hastalıklar için şifadır.

-Hamile bir bayan doğumunun kolay olması için banyo yaptığı suya bu sudan katarak yıkanır.

-Yeni doğan çocuklar, iyi huylu olsun diye buradan getirilen su ile yıkanır.

-Ardıçalan ve Gelintarla köylülerinden cilt hastalıkları, özellikle de egzama için bu suya gidildiği, bu suda banyo yapıldığı, suyun kaynadığı yerde yetişen iğde ağacına çaput bağlandığı, dilek tutulduğu ve buradan alınan çamurun yaranın olduğu yere sürüldüğü anlatılmaktadır. Bütün bunlar, şifa niyetiyle yapılmaktadır.


11- Haydar Baba Ziyareti

Köylülerden aldığımız bilgilere göre, Haydar Baba Karataş köyünün kurucusudur. Dedelerinin Türkmenistan’dan gelerek Tunceli’nin Ovacık İlçesine yerleştiği, bir müddet kaldıktan sonra oradan ayrılarak Erzincan’ın Refahiye ilçesinde ikâmet ettiği ve en sonunda ailesiyle birlikte yaklaşık üç asır önce Karataş’a gelip yerleştiği anlatılmaktadır. İnanca göre, Haydar Baba, Horasan erenlerinden birisi olup bu bölgede irşat görevini yerine getirirken şehit düşmüştür.

Haydar Baba ziyareti, Karataş köyü sınırları içinde yer almaktadır. Köyün mezarlığından kuzeybatı istikametine doğru yaklaşık 2 km. uzaklıktaki tepenin üzerindedir. Köyden konuştuğumuz bazı yaşlılar, bu tepe üzerinde daha önceleri bir yatırın varlığından ve insanların Perşembe günleri burayı ziyaret edip kurban kestiklerinden bahsetseler de şu anda mezar bulunmamaktadır. Sadece Düldülün Ayağı adlı bir taş ile birkaç tane ardıç ağacı vardır.[19] Ancak burayı ziyaret etme ve zaman zaman ziyaretçilerin burada kurban kesme adeti devam etmektedir.

Burayı ziyarete gelenler, Düldülün Ayağı adlı taşa üzerindeki izden dolayı hürmet gösterirler. Burası daha çok çocuğu olmayan kadınlar, felçli hastalar, uyku problemi olanlar ve yolculuğa çıkacak kişiler tarafından ziyaret edilir. Anlatıldığına göre, bir defasında burada bulunan ardıç ağaçlarından birine yıldırım düşer ve ağaç belinden kırılarak eğilip köprü vaziyetini alır. Günümüzde ise, buraya gelen ziyaretçiler köprü vaziyetini alan bu ağacın altından dilek tutup geçmeye çalışırlar. Geçebilenler dileklerinin kabul olacağına inanırlar. Ayrıca adı geçen ağaca çaput bağlayanlar ile düldülün ayağındaki at ayağı izini öpenlerin de olduğundan bahsedenler vardır.


12- Hacı Necmeddin Efendi

Hacı Necmeddin Efendi’nin kabri, ilçenin kuzeyinde yer alan İlçe mezarlığındadır. O, İmranlılar için kerâmet ehli ve manevî değeri yüksek olan bir zattır. Hacı Necmeddin Efendi, Sait Baba’nın son zamanlarında yaşamış ve ondan feyiz almış birisi olarak bilinir.

Onun velî ve kerâmet sahibi birisi olduğuna dair çeşitli olaylardan bahsedilmektedir. Onunla ilgili anlatılanlardan bir tanesini aktaralım: "İmranlı İlçesi Kızılırmağın iki yakasında kalır. Halkın iki yaka arasında ulaşım güçlüğü çektiğini gören Hacı Necmeddin Efendi, çevresindekilerin de görüşlerini alarak bir köprü inşa ettirmek üzere çalışmaya başlar. Bu konuda kendilerine yardımcı olması için, İsmail Efendinin dedesine gider ve köprü yapımında kullanılmak üzere, ondan kendisinde bulunan tomruklarını ister. İsmail Efendinin dedesi tomruklarını köprü için vermeye yanaşmaz. Bunun üzerine Hacı Necmeddin Efendi, bir şey söylemeden oradan ayrılır. O gece İsmail efendinin dedesi rüyasında babasını görür. Babası, ’Oğlum! Hacı Necmeddin Efendi’min istediği tomrukları neden vermiyorsun’ diye oğlunu azarlar, hatta döver. O telaşla yatağından fırlayan İsmail Efendinin dedesi, vakit kaybetmeksizin öküzleri koşup tomrukları kağnıya yükleyerek köprünün yapılacağı yere bırakır. Daha sonra da sabah namazını kılmak için camiye gider. Hacı Necmeddin Efendi de camidedir. Namaz sonrası, İsmail efendinin dedesi, Hacı Necmeddin Efendiye yaklaşarak, ‘İstediğiniz tomrukları, köprünün yapılacağı yere bıraktım’ der. O da ‘Gece ben de senin gibi babamdan sopa yeseydim, o tomrukları getirirdim” diyerek keramet gösterir.[20]

İmranlı halkının, onu daha çok ilçe adına yaptığı hizmetlerle tanıyıp sevdiğini görüyoruz. Halka göre onun en önemli hizmeti, çarşamba günleri kurulan İmranlı Pazarı’na önderlik etmiş olmasıdır. Onun bu hizmeti ile ilçede ticaretin canlanmasına katkıda bulunduğuna inanılmaktadır.

Bu zatın kabrini genellikle onun maneviyatından hisse almak isteyenler ziyaret etmektedirler. İmranlı merkezde konuştuğumuz Sünniler arasında kabirleri ziyaret edip kabir ehlinden medet ummanın yanlış olduğunu söyleyenlerin yaygın olduğunu görmemize rağmen, Hacı Necmeddin Efendi gibi zatların kabirlerini şifa ve kurtuluş kapısı olarak görenlerin olduğuna şahit olduk. Bu ziyaret yerine farklı sıkıntıları olanlardan, evlenmek isteyip de evlenemeyenlere kadar çok değişik isteklerle gelinmektedir. Ziyaretçiler, kabirde yatan kişiyi de aracı yaparak Allah'tan dualarını kabul etmesini ve dertlerine derman olmasını isterler.

13- Karaboğaz Yatırı
Karaboğaz Köyü girişinde sol tarafta, köyün güney istikametinde sivri bir tepe vardır. Bu tepenin üzerinde bir mezar kalıntısı bulunmaktadır. Bu mezarın kime ait olduğu konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Bu konuda soylenen tek rivayet, birinci dünya savaşı sırasında bölgenin savunmasında kahramanca mücadele ederken şehid olan bir askerin mezarı olduğudur. Bu mezarı da içine alan bölge, Ziyaret Tepesi Höyüğü diye anılmaktadır.

Bu yatır, genellikle çocuğu olmayan veya durmayan kadınlar ile çeşitli sıkıntıları olanlar tarafından ziyaret edilir. Ayrıca işinin rast gitmesini isteyen kişiler de burayı ziyaret eder. Yatan şehit askerin de himmetiyle, Allah'tan kendilerine yardımcı olmasını ve işlerini kolaylaştırmasını dilerler.



14- Kelo'nun Mezarı

Bölge halkı tarafından Kelo lakabıyla bilinen bu şahsın, bir dönem Söğütlü ile Gelenli Köylerini yöneten bir Bey olduğu nakledilmektedir. Yaşadığı dönem, kesin olarak tespit edilememektedir. Adı geçen köylerin kuruluş tarihlerini de gözönünde bulundurarak yaptığımız araştırmalara göre, Kelo Ağa’nın 1900’lü yılların başlarında yaşamış olabileceğini söylemek mümkündür.

Rivayete göre, bir gün Kelo ve taraftarları köye dönerken, Alahacı ve Akçakale köylerinin sınırlarının birleştiği bir yerde (Şu anda Kelo'nun mezarının bulunduğu yerde) baskına uğrayınca kendileri savunmak isterler. Çıkan çatışma esnasında Kelo, ağır bir şekilde yaralanır. Ölüm döşeğindeyken, yanındakilere Eğer bu dertten ölür gidersem, kanımın düştüğü yere, benim için bir mezar yapın ve beni oraya gömün şeklinde bir vasiyette bulunur. Çok geçmeden ölür. Köylüler, Kelo'nun vasiyetini yerine getirmek için, köylerinden mezar yerine kadar olan ormanlık alanda, kendilerine yol açarak Kelo'nun cenazesini, vasiyet ettiği yere defnederler. Şu anda Kelo'nun mezarı Karacaören, Akçakale, Cerit yol kavşağındadır.[21]

Kelo’nun mezarını onun vasiyetine binaen Söğütlü ve Gelenli köylüleri ziyaret etmektedirler. Onun ölüm yıldönümünde kurban keserek etini ihtiyaç sahiplerine dağıtmayı kendilerine adet edinmişlerdir. Ayrıca buraya gelen ziyaretçilerden bazılarının dilek tuttukları ve mezar taşları ile parmaklıklara çaput ve ip bağladıkları belirtilmektedir.


15- Kızıldağ Ziyareti
Ortaköy, Kızıldağ eteklerinde kurulmuş bir köydür. Köy sakinlerinden aldığım bilgilere göre, burada yaşayan insanlar, yılın belli aylarında Kızıldağ’a çıkarlar. Köylülerin, Kızıldağı, sıkıntı anında kendilerine sığınacak güvenilir bir yer olarak görmeleri, bu dağı kutsayıp onda manevî bir gücün var olduğuna inandıklarının işaretini vermektedir. Bu köyde yaşayanlar, özellikle ilkbahar ve yaz mevsimleri arasında ve Hızır orucunu tuttuktan sonra, Perşembe (Cuma akşamı) günü akşamı orada olurlar. Kızıldağı ziyaret ederek kurbanlarını keserler. Bu sırada oruçlu olan köylüler, kesilen kurbanların etiyle oruçlarını açıp dua ve niyazdan sonra evlerine dönerler.


16- Kırklar Gediği (Kızlar Sinisi)
Kızılırmağın doğduğu Kızıldağ’da ‘Beş gözeler’ adı verilen su kaynağının yakınlarında, peri bacalarına benzeyen kayalıklar vardır. Halk buraya kızlar sinisi demektedir.[22] Ayrıca burası halk tarafından Kırklar Gediği olarak da bilinir. Bu ziyaret yerinin temelinde önce burada görülüp daha sonra kaybolan kırk kızın efsanesi yer almaktadır. Bölgede yaygın olan inanca göre, kızlar sinisi ziyaretinde taş kesilen, kırk kızın ruhlarıdır. Bunlar darda kalan insanlara yardım ederler. Anlatıldığına göre, yapılan bir savaş esnasında düşmanların baskınına uğrayan Karataş köyünün kızları, izlerini kaybettirmek için, Kızıldağ’a sığınırlar. Bunları takip eden düşman askerleri, burada izlerini bulurlar. Düşman eline geçmektense ölmeyi tercih ederler. Allah'a yalvarıp el kaldıran kırk kız, dua ederek Taş kesilelim de düşman eline geçmeyelim derler. Allah, bunların dualarını kabul ederek kırk kızı taş keser.[23]

Anlatılan başka bir rivayete göre de, “gelin alayı, Kızıldağ’ın yamaçlarından geçerken eşkiyaların hücumuna uğrar. Eşkiyalar yolu keserler. Düğün alayı Kızıldağ’a doğru tırmanmaya başlar. Gelin eşkiyaların elinden kurtulamayacağını anlayınca Allah’a yalvarır.

-Ya onu taş kes, ya beni taş kes...

Düğüncüler Kızıldağ’ın yamaçlarında taş kesilirler...

Uzaktan bakıldığı zaman dağın yamaçlarına yayılmış ve insana benzeyen irili ufaklı kayalar görülür. Hatta gelinin sandığı bile bellidir.”[24]

İşte bu sebeple, buraya gelen ziyaretçiler, kızlar sinisinde yapılan duaların, dilek ve isteklerin Allah tarafından kabul edileceğine inanmaktadırlar.


17- Kirik Baba
Mezarı, Ekincik (Kağnut) köyüne giderken Molla Kasım çiftliğini geçtikten sonra yol üzerinde bir tepede bulunmaktadır. Burada yatan şahsın Kirik Baba olduğu söylenmektedir. Kendisinin zamanında bir Alevî dedesi olduğu belirtilmektedir.

Aldığımız bilgilere göre Kirik Baba, yaşadığı bölgede sevilen, sözüne güvenilen âlim birisidir. Asıl ismi Veli’dir. XIX. yüzyılın sonları ile XX. yüzyılın başlarında yaşadığı ve fakir olmasına rağmen elindeki ekmeğini paylaşacak kadar cömert olduğu nakledilmektedir. Köylüler arasında anlatılan bir rivayete göre, bir defasında Atlıca köyünde yaşayan eşkıyalar Kirik Baba’nın evini soymak isterler. Fakat evde ateş yandığını görüp kaçarlar.

Kirik Babanın mezarının çevre köylüler tarafından ziyaret edildiği ve gelen ziyaretçilerin çoğunluğunun sara ve cilt hastalarının oluşturduğu belirtilmektedir. Ayrıca yolculuğa çıkanlar ile kısmetinin kapalı olduğuna inananların da burayı ziyaret ettikleri ve imkânı olanların kurban kestikleri verilen bilgiler arasındadır.

18- Koruköy Ziyareti
Ziyaret yeri, İmranlı’ya 17 km. uzaklıkta bulunup eskiden Gencolar diye bilinen Koruköy’dedir. Köyün içerisinde bulunan ve kime ait olduğu bilinmeyen bu ziyaret, köylüler tarafından türbe haline getirilmiştir. Türbede yatan kişinin kimliği ve ne zaman yaşadığı konusunda yeterli bilgi bulunmamaktadır. Türbede aile fertlerine ait başka mezarlar da vardır. Köylüler, söz konusu şahsın bir ocakzâde olduğunu belirtmektedirler.

Adı geçen ziyaret yeri, başta bulunduğu köy olmak üzere Eski Kapı Mahmut, Eskiköy ve Borular gibi çevre köyler tarafından ziyaret edilir. Ziyaret için gelenlerin çoğunluğunu çocuğu olmayan ya da durmayan kadınlar, çocuğu olup da sütü gelmeyenler, eklem ağrısı bulunanlar ve sara hastaları oluşturur. Burası çevrede özellikle eklem ağrılarına iyi gelen bir ziyaret yeri olarak da tanınmaktadır.
19- Osman Çavuş
Mezarı, Türkkeşlik köyünün batı tarafında bulunan mezardadır. Burasının bu köy sakinleri için önemli bir ziyaret yeri olduğu anlaşılmaktadır.

Edindiğimiz bilgilere göre ve çavuş rütbesinden de anlaşılacağı üzere o bir askerdir. 93 harbinde savaşın kızıştığı bir zamanda, savunma amacıyla köyde kalır. Köye baskın yapan düşman askerleri (Rus askerleri), Kuran okurken Osman Çavuş’u şehit ederler. Bu insanın mezarı o günden beri köylüler tarafından ziyaret edilmektedir.

Köylülere göre Osman Çavuş’u ziyaret etmek her türlü derde devadır. Genellikle uyuyamayanlar ile psikolojik rahatsızlığı olanlar tarafından ziyaret edildiği nakledilmektedir. Ayrıca herhangi bir sıkıntısı olanların da bu ziyaret yerine giderek dua ettiğinden bahsedilmektedir.


20- Öksürük Taşı
Öksürük taşı diye bilinen bu taş, Ardıçalan (Göleris) köyündedir. Söz konusu taş, yuvarlak olup ortasında bir insanın geçeceği büyüklükte bir delik bulunmaktadır. Taşın üzeri bir kemer şeklini andırmaktadır.

Bu taşa, öksürük ve hapşırık gibi rahatsızlıkları olan hastalar getirilir. Taşın etrafında üç, beş, yedi defa döndürülür. Her dönüşte hasta olan şahıs taşın ortasından geçirilir. Bu şekilde hastanın şifa bulacağına inanılır.


21- Pir Dede
Mezarı, Sivas – Erzincan karayolu üzerinde, Pir Dede köyü yol ayırımına yakın, Erzincan tarafına giderken sol taraftadır. Pir Dede’nin mezarı define avcıları tarafından kazılarak tahrip edilmiştir. Ancak ziyaretlerin yine devam ettiği nakledilmektedir.

Pir Baba diye de bilinen Pir Dede’nin, O çevredeki Alevi köyleri için önemli bir ziyaret yeri olduğu belirtilmektedir. Muhipleri (sevenleri) tarafından Pir Baba’nın mezarının çevresi taşlarla çevrilerek belirli hale getirilmiştir. Görüştüğümüz insanlar, buranın türbe haline getirileceğinden bahsettiler.

Adı geçen şahsın, bir dede olup Pir Dede köyünün kurucusu olduğu kabul edilmektedir. Bu ziyaret yerini başta ağzı eğilenler olmak üzere çeşitli sıkıntısı olanların ziyaret ettikleri belirtilmektedir.

Pir Dede’yi ziyaret edenlerin çeşitli uygulamalar yaptıkları, bazılarının ziyaretleri sırasında mezarın yanı başına küçük bir çukur açarak içini su ile doldurup daha sonra dilek tuttukları ve konulan suyun kaynaması halinde, tutulan dileğin kabul olduğu anlamına geldiği nakledilmektedir. Ayrıca ziyaretçilerin, dileklerinin kabul edilmesi için mezarın yanında bulunan oyuğun içine para attıkları, mezarın yakınında kaynayan sudan şifa niyetiyle içtikleri ve mezarın çevresindeki ağaçlara ip bağladıkları belirtilmektedir. Köylülere göre burada gönülden yapılan dualar kabul olunur.

22- Said Baba
Kabri, İmranlı mezarlığının içindedir. Mezarın etrafı çevrili olup bakımsız bir durumdadır. Mezar taşının üzerindeki yazıdan 1970 yılında öldüğü anlaşılmaktadır.

Hayatı hakkında herhangi yazılı bir bilgi ve belge olmamasına rağmen, Said Baba ile ilgili anlatılan çeşitli kerâmetler vardır. İmranlı merkezde konuştuğumuz bazı insanlar, Said Baba'nın herkes tarafından çok sevilen ve her haliyle insanlara örnek olan büyük bir zât olduğunu belirttiler.

İnsanlar arasında ona atfen anlatılan bazı olayları aktarmaya çalışalım:

-Babasıyla beraber hayvancılıkla uğraşan Said, 18 yaşına geldiği zaman bir gün Zara Pertelli’de yaşayan Şeyh Yemenî Baba’nın yanına gider. Amacı orada hızarcılık yapmaktır. Birinci günün akşamı yatma vakti geldiğinde, Yemeni Baba hanımına seslenerek : Hanım! Şu hayvanların yataklarını ser de yatsınlar der. Bunu duyan Said, o gece Yemeni Baba bize niçin böyle söyledi diye düşünerek sabaha kadar uyuyamaz. Gün ağardığı zaman hemen Yemeni Baba’nın yanına giderek Dün yatmadan önce bize niçin böyle söyledin? diye sorar. Yemeni Baba şöyle cevap verir: Öğle vakti ezan okundu namaz kılmadınız, ikindi oldu yine namaz kılmadınız, akşam oldu eve gelip yemek yediniz ama yine namaz kılmadınız. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi kalkıp yatmak istediniz. Peki sorarım size gününüzü Allah'ı anmaksızın, ibadet etmeksizin ve hayatı sadece yemek, içmek ve uyumaktan ibaret görmeniz, hayvanlık değil de nedir?!... Bu sözler karşısında Said düşünmeye başlar ve nasıl bir yanlış içerisinde olduğunu anlar. Tövbe eder, Allah’tan affını ister ve Şeyh Yemeni Baba’nın hizmetine girer. Bir müddet sonra Yemeni Baba’dan izin alarak İmranlı’ya döner. Burada geçmişte kılamadığı namazları da kaza yaparak bir nefis mücadelesine başlar. Kendisini Allah için hizmete adar. İkinci defa Şeyh Yemeni Baba’yı ziyarete gittiğinde ondan iltifat görür, hatta Yemeni Baba, Said için Said güzel bir çalışma içinde İnşallah kısa sürede bizi geçer diye dua eder.

-Said Baba’nın Celal isimli torunu, Kore savaşına katılır. Savaşın kızışıp kurşunların vızır vızır uçuştuğu bir anda, ihtilam olur. Fakat savaş esnasında boy abdesti almaya imkan bulamaz. O halde savaşa devam eder. Bu sırada, üzerine gelen top güllesi, kendi ifadesiyle beş parmakla savrulur. İnanışa göre, Said Baba mezarından kalkıp ruhaniyetiyle torunu Celâl’i korumuştur.

-Said Baba’nın oğlu bir gün babasının haberi olmadan bir mezar ziyaretine gider. Giderken Said Baba’nın Kızılırmağı yürüyerek geçtiğini görür. Said Baba’nın ıslanmadan geçmesi, onu hayretler içine bırakır. Kendisi de aynı şekilde ırmağı geçmek ister, fakat ıslanır.[25]

Said Baba’nın İmranlı mezarlığında bulunan kabri, başta yakınları olmak üzere onu tanıyan insanlar tarafından belli zamanlarda ziyaret edilir. Özellikle Ramazan ve kurban bayramı arifesinde Said Baba’nın kabrini ziyaret edip başında Kur’an okuyan bir çok insan olduğundan bahsedilmektedir.


23- Seyit Ali Dede
Bahadun (Sarıçubuk) köyünün mezarlığı içinde yer alan Seyit Ali Dede'nin mezarı, Şeyh Bahattin Bayram Dede türbesinin yakınındadır. Bayram Dede'yi ziyarete gelenler, Seyit Ali Dede'yi de ziyaret ederler.

Seyit Ali Dede, Şir-î Şirvan ocağına mensup bir ocak-zade ve dededir. Kendisi Ekrekçimen doğumludur. Hayatı çobanlıkla geçmiş ve bir vesileyle geldiği Bahadun köyünde 1943 yılında vefat etmiştir. Onun vefatından buyana mezarı yöre halkı tarafından ziyaret edilmekte ve dilekler dilenip adaklar adanmaktadır.[26]

Yörede Seyit Ali Dede'ye atfen Geyiklerden süt sağması, kaynayan kazanın içerisindeki etleri eliyle karıştırması, ocakta yanan odunu ağzına alıp söndürmesi ve delikli bir sepete sağdığı sütün yere dökülmemesi gibi bir çok kerametlerden bahsedilmektedir.

Bir rivayete göre, “Seyit Ali Dede’nin geyikleri varmış. Her gün sabahleyin ormana gider, geyikleri sağar, evine helkelerle süt getirirmiş. Hanımı da sütlerin nereden geldiğini hiç merak etmezmiş. Köylüler ise, koyunu ve ineği olmayan Seyit Ali Dede’nin evine süt getirmesini iyi karşılamazmış. Bir gün Dede’nin hanımına bu sütlerin nereden geldiğini sormuşlar. Demek ki bizim koyunlarımızı sağıyor, demişler. Kadın akşam olunca suçlamaları Seyit Ali Dede’ye söylemiş. Dede de hanımına:

-Dağdaki geyikleri sağıyorum. Onların sütünü getiriyorum, demiş.

Fakat hanımı buna inanmamış. Akşam yatağa yatınca Dede’nin gömleğini kendi gömleğine düğmelemiş. Sabaha doğru Dede yatağından kalkmış, bir kuş gibi demir parmaklı pencereden süzülerek gitmiş. Kadın, Dedenin pencereden çıkıp gitmesine hayret etmiş...

Seyit Ali Dede, sırrını öğrenen hanımına kızmış:

-Gözün kör olsun demiş.

Kadının gözleri anında kör olmuş.

Seyit Ali Dede, ertesi gün sağdığı geyikleri köye getirmiş. Koyunların sağım yerinde, geyiklerini sağıp sağdığı sütleri helkelere doldurmaya başlamış. Köylüler, dedenin kerametini görünce, yaptıklarına pişman olmuşlar ve dededen özür dilemişler.

Dede, yedi yıl daha geyiklerini sağmış. Ölümüne yakın bir zamanda eşini yanına çağırmış, tekrar gözlerini açmış. Köylülerden helallik alıp Hakk’a yürümüş.

İnanışa göre o günden sonra her Cuma akşamı dağdan üç geyik iner. Dedenin mezarındaki kurumuş otları ayaklarıyla temizleyip ziyaret yerini terk ederlermiş. Geyikler diz çöküp dedenin mezarına niyaz ederlermiş.[27]

Köy sakinleri, bu ziyaret yerinin bulunduğu tepeyi ve Seyit Ali Dede’nin mezarlığını, genellikle köy halkının ziyaret ettiğini, burada dua ettiklerini, dilekler dilediklerinin, kabul olması için de mezarın parmaklıklarına çaput bağlayıp adak adadıklarını ve bu şekilde yaptıklarında kabir ehli kişilerin istediklerini gerçekleştirme konusunda kendilerine yardımcı olacağına inandıklarını aktarmaktadırlar.


24- Semertepe
Koruköy sınırları içerisinde ve köyün doğusunda bulunan bir tepedir. Belli mevsimlerde burasının yemyeşil olması nedeniyle, ziyaret edenler için bu ziyaret yeri, hayatı, canlılığı, insanın içindeki yaşama sevincini ifade etmektedir.

Rivayete göre, Allah dostlarından bir ermişin yolu bu bölgeye düşer. Ziyaret tepesi denilen bölgede otların içerisinde hayvanının semerini kaybeder. Sonra semersiz olarak yoluna devam eder. O gece köyden birisi rüyasında, semerini kaybeden kişinin aksakallı birisi olduğunu görür. O şahıs kendisini, tepede semerini kaybeden kişi olarak tanıtır. Bu civarda yaşayanlar, semerini kaybeden ve rüyaya giren kişinin Seyyit Battal Gazi Hazretleri olduğuna inanırlar ve bu inanç günümüze kadar da devam eder. Bu nedenle bu ziyaret yerine semertepe ziyareti adı verilmiştir. Ziyaret olarak bilinen bu tepede bir ağaç, ağacın yanında da bir çeşme bulunmaktadır.

Söz konusu ziyaret yerinin, o bölgedeki Borular, Koruköy, Altınca, Kılıçlar, ve Delice köyleri tarafından ziyaret edildiği belirtilmektedir. Ziyaretçiler, Hıdrellez ve Nevruz bayramlarında ailecek bu tepeye gelirler. Gelirken imkanları ölçüsünde yanlarında kurbanlarını, yiyecek ve içeceklerini getirirler. Herkes getirdiği kurbanını kesip onun etiyle beraber getirdikleri yiyecekleri yiyerek şifalı olduğuna inandıkları çeşmeden su içerler. Bolluk ve bereket getirsin düşüncesiyle ziyaret edilen yere para atarlar. Sağlık ve mutluluk getirir inancıyla, ziyaretin toprağından yerler. Genç kızlar, kısmetlerinin açılması, işsizler de iş sahibi olabilmeleri için ağacın dallarına çaput (ip) bağlarlar. Ayrıca özellikle Haziran ayında olmak üzere Hızır-İlyas orucu tutanların tuttukları oruçları bu tepede açmayı makbul saydıkları verilen bilgiler arasındadır.

25- Şeyh Bahattin Bayram Dede Türbesi
Söz konusu türbe, Bahadun (Sarı Çubuk) köyünün kuzeydoğu tarafında bulunan mezarlığın içindedir. Türbede yatan Bayram Dede’nin, köyün kurucusu ve aynı zamanda köyün adını veren kişi olduğu kabul edilmektedir. Hakkında yeterli bilgi elde edilemeyen Şeyh Bahattin Bayram Dedenin, Horasan erenlerinden olduğu söyleniyor. Bayram Dedenin mezarı, ölümünden yaklaşık bir yıl sonra mezar kaldırma töreni yapıldıktan sonra demir parmaklıklarla çevrilmiş ve üzeri kubbe şeklinde kapatılarak türbe haline getirilmiştir.
Burasının, genellikle Bahadun köyü sakinleri tarafından ziyaret edildiği, köylülerin her türlü dilek ve isteklerinde buraya gelerek Şeyh Bahattin Bayram Dede'nin maneviyatından himmet bekledikleri, özellikle gurbete gidenlerin yolculuklarının kazasız-belasız geçmesi için mutlaka burayı ziyaret ettikleri, yolculuk dönüşünde de köye sağ-salim ulaşmalarından dolayı, bir şükür ifadesi olarak tekrar buraya uğradıkları verilen bilgiler arasındadır. Ayrıca bunlara ilaveten derdine derman arayan hastaların, çocuk sahibi olmak isteyenlerin ve daha önceden adadıkları kurbanlarını burada keserek dilek tutup türbenin demir parmaklıklarına ip ve çaput bağlayanların da varlığından bahsedilmektedir.

26- Taş Kesilen Çoban
Köylülerden aldığımız bilgilere göre, çatma yaylası’na yakın bir köyde yaşayan bir çoban her sene sürüsüyle yaylaya çıkarmış. Aynı şekilde bir sene yaylaya çıkarken geceleyin -halk tarafından ziyaret olduğu söylenen- bir yerde konaklayıp ateş yakmış ve kendi kendine: "Eğer burası gerçekten ziyaretse yaktığım bu ateş ben yayladan ininceye kadar sönmez. Şayet yayladan inerken bu ateşi görürsem yedi tane kurban keseceğim." demiş. Günler geçip yayladan inme zamanı gelmiş. Çoban yaktığı ateşi unutmamış, ancak kendince ateşin söndüğünden eminmiş. Söz konusu yere geldiği zaman ateşin hala yanmakta olduğunu görmüş. Verdiği sözü hatırlamış, fakat yerine getirmek istememiş. Bunun üzerine olduğu yerde taş kesilmiş.[28] Bu olaydan sonra çevre köylüler tarafından buraya taş kesilen çoban adı verilmiş ve burası insanlar tarafından ziyaret edilir hale gelmiştir.


27- Üçler Tepesi
Karacaören nahiyesinin güneyinde bulunan bir tepedir. O çevrede burası, Ahr-i Cibril tepesi adıyla da bilinmektedir. Bu tepenin, bölgede yaşayanlar tarafından, sıkça ziyaret edildiği, özel gün ve gecelerde oruç tutanların, oruçlarını bu tepede açmayı tercih ettikleri belirtilmektedir. Bu bağlamda, adı geçen ziyaret yerine gitmek isteyenler, evden bir şeyler hazırlayıp ziyaret tepesine çıkarlar. Oruçlarını orada açarak yerler, içerler ve tekrar evlerine dönerler. Ayrıca adakta bulunanların, istekleri yerine geldiği zaman, bu ziyaret tepesine çıkarak orada kurban kestikleri ve orada bulunan ziyaretçilerle beraber yedikleri nakledilmektedir.

28- Üç Çam Ziyareti
Uzuntemür köyünün güneyindeki bir tepede üç tane çam vardır. Burası, o çevrede üç çam ziyareti olarak bilinmektedir. Üç Çam, çevredeki köylülerce kutsal kabul edilir. Daha çok Uzuntemür köylüleri olmak üzere Üç çam ziyareti Maden ve Borular köyleri tarafından da ziyaret edilir. Ziyaretçiler buraya genellikle haziran ayında baharın gelişini kutlamak için gelirler. Yanlarında getirdikleri kurbanları kesip şenlikler düzenleyerek eğlenirler.

29- Yeşil Söğüt Ziyareti
Altınca köyü sınırları içinde bulunan Şah tepesinin kuzey yakasında ve Hızırın çeşmesinin alt tarafında bir söğüt ağacı vardır. Halk tarafından Hızır (as) ın bu söğüt ağacının altında oturup dinlendiğine inanılmaktadır. Bu nedenle de insanlar burasını yeşil söğüt ziyareti şeklinde isimlendirmişlerdir. Söz konusu ziyaret yeri, o bölgedeki insanlar tarafından çeşitli amaçlar için ziyaret edilmektedir. Buraya gelen ziyaretçiler, her ne amaçla gelirlerse gelsinler bu ağacın dibinde oturup dua ederler. Bazılarının kurban kesip adak adayarak dilek tuttukları, dileklerinin gerçekleşmesi için de yeşil söğüdün dallarına ip, çaput, ve çocuk elbisesi parçası gibi şeyler bağladıkları ve bu şekilde istedikleri şeye ulaşacaklarına inandıkları belirtilmektedir.


30- Ziyaret Tepesi ve Çeşme Ziyareti (Kuzköy)
İlçenin doğusunda yer alan Kuzköy köyü sınırları içerisinde ziyaret tepesi ve çeşme ziyareti adı verilen iki tane ziyaret yeri bulunmaktadır.

Birincisine ziyaret tepesi adı verilmektedir ki, eteklerinde Kuzköy’ün kurulduğu dağın tepesindedir. Burada bir yatırın olduğuna inanılmaktadır. Tepede yattığına inanılan kişinin kimliği konusunda köylülerin verdiği bilgilerin dışında bilgiye rastlanmamıştır. Onlara göre bu şahıs, bölgenin manevî büyüklerinden biri olacağı gibi bir aile büyüğü olması da muhtemeldir. Köylüler tarafından burası Ziyaret Tepesi olarak bilinmektedir. Burada bulunan mezarın yakınında bulunan sudan buraya gelenler şifa niyetiyle içerler. O çevrede hakim olan inanca göre, bu ziyareti rüyasında gören kişi hemen burayı ziyaret etmelidir. Zira kabirde yatan kişinin, bu şekilde insanların rüyasında görünmekle o kişiyi yanına çağırdığına inanılır. Rüyasında görüp de burayı ziyaret etmeyenin başının beladan kurtulmayacağı inancı yaygındır. Ayrıca köylülerin, gurbete giderken ve gurbetten döndüklerinde de burayı ziyaret ettikleri belirtilmektedir.

İkincisi ise, köyün içinde bulunan ve çeşme ziyareti adıyla bilinen sudur. Söz konusu çeşmeden akan suyun kutsal olduğuna inanılır. Köy sakinlerinin verdiği bilgilerden, burada yaşayan insanların ulu olarak kabul ettikleri bazı taşlara, ağaçlara, sulara ve dağlara değer verip onları kutsadıkları, yılın belli zamanlarında da çoluk çocuk bu kutsal yerleri ziyaret ederek oralarda dua edip geri döndükleri, bazen de ihtiyaca binaen buralara gidenlerin olduğu, örneğin kuraklık olduğu zaman yağmur duasına çıkıldığı anlaşılmaktadır.[29] Ayrıca her yıl düzenli olarak mart ayının 7’si ile 17’si arasındaki bir günde köy meydanındaki çeşmeye gidilip evden getirilen börek ve çörek cinsinden lokmaların hep birlikte yendiği ve 17 mart sabahında ise, erkenden kalkılarak çeşme başına varılıp çeşmeden alınan suların sağlık, mutluluk, bereket getirmesi ve kısmet açması niyetiyle herkesin ve her şeyin üzerine serpildiği verilen bilgiler arasındadır. Bazı köy sakinleri, bu ziyaretlere 7-17 Mart tarihleri arasında gidilmesinin sebebini, peygamberlerin çoğunun bu tarihlerde doğmasına bağlamakta ve bu nedenle bu günlerde ziyaret ettiklerini belirtmişlerdir. Onlara göre bu ziyaretlerin bu zamanda yapılması aynı zamanda baharın gelişini karşılama amacı da gütmektedir.

Köylüler, eskiden bu iki ziyaretin daha çok ziyaret edildiğini, fakat günümüzde bu gibi kutsal yerleri ziyaret etme inancının eskiye nazaran zayıfladığını da belirtmektedirler.


KAYNAK:

Cumhuriyet Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi
Cilt: VII / 1, s. 1-19
Haziran-2003-SİVAS
İMRANLI’NIN İNANÇ COĞRAFYASI VE İLÇEDEKİ ZİYARET YERLERİ İLE İLGİLİ İNANÇ VE UYGULAMALAR
Ahmet GÖKBEL*
agokbel@cumhuriyet.edu.tr