KARIŞIK

11 Ocak 2016 Pazartesi

PİR SULTAN ABDAL VE HIZIR PAŞA

PİR SULTAN ABDAL VE HIZIR PAŞA

Dost elinden dolu içmiş deliyim
Üstü kan köpüklü meşe seliyim
Ben bir yol oğluyum yol sefiliyim
Ben de bu yayladan Şah’a giderim

Hızır adlı bir genç de Pir Sultan’ın adını duyup ondan feyiz almak için gelen köylülerden biridir.
Hızır, Sivas’ın Hafik ilçesinin Sofular köyündendir. Köyündeki insanların ve yaşamın bozulması nedeniyle gelip Banaz’a yerleşir; Pir Sultan Abdal’a kapılanır. Hızır’ın Pir Sultan Abdal’a hizmeti ve müritliği yedi yıl sürer.
Yedi yıl sonra Hızır, Pir Sultan Abdal’dan himmet ister. “Pirim bana himmet edin, ruhsat verin, büyük adam olayım.” der.
Pir Sultan Abdal da ona “Ben sana ruhsatı da himmeti de veririm Hızır.” der. “Ama sen gidip te büyük adam olunca, Vezir, Paşa olunca gelip beni asarsın.”
Böyle der ama duasını eksik etmez. İstanbul’a yolcu eder Hızır’ı.
Hızır İstanbul’da saraya gider ilerler, paşa rütbesi alır ve Sivas Valiliği’ne gönderilir. Vali olunca tüm inanıcını, ikrarını unutur. Yoksulları ezmeye, onlara zulmetmeye, haram yemeye başlar. Hak gözetmez, namus bilmez bir  Vali olur.
Artık adı Hızır Paşa olan Hızır’ın Sivas’ta Kara Kadı ve Sarı Kadı adlı iki kadısı vardır. Bu iki kadı da aldıkları rüşvetlerle, haklıları haksız çıkarmakta, adaletsizlikleriyle ünlüdürler. Yoksul halkın bu iki kadıdan çekmediği kalmamıştır.
Pir Sultan Abdal da iki köpeğine Sarı Kadı ve Kara Kadı adlarını vermiştir. Pir Sultan Abdal köpeklerini Kara Karı, Sarı Kadı diye çağırınca, düşmanları gidip iki kadıya söylerler. Adlarının köpeklere verildiğini duyan kadılar, kızıp küplere binerler. Hemen Pir Sultan Abdal’ı tutuklatıp Sivas’a, huzurlarına getirirler. Köpeklerinin adlarını sorarlar. Pir Sultan Abdal gerçeği yadsımaz. “Evet” der. “Benim köpeklerimin adı Kara Kadı ve Sarı Kadı’dır. Ama onlar sizden daha iyidir. Çünkü benim köpeklerim haram yemez.”
“Köpeklerinin haram yemeyeceğini nereden biliyorsun?” diye sorarlar.
Pir Sultan Abdal “İsterseniz deneyin” diye yanıt verir.
Denemeye karar verirler. İlin ileri gelenleri toplanır ve bir kaba haram, bir kaba haram olmayan yemek hazırlarlar. Kapları işaretleyip kadıların huzuruna getirirler. Kara Kara ve Sarı Kadı önlerine konan haram yemeği bir güzel yerler. Sonra aynı biçimde köpekler için yemek hazırlanır. Pir Sultan Abdal’ın Kara Karısı ile Sarı Kadısı ise, içinde haram yemek olan kabı bir kez kokladıktan sonra yemeyip haram olmayan yemekten yerler. Böylece ilin ileri gelenleri kadıların haram yediklerini öğrenirler. Bunun üzerine Pir Sultan Abdal da “iyi köpek kötü kadıdan efdaldır (yüksektir, erdemlidir).” diyerek köpeklerin gözlerini öper, sonra da sazını eline alıp şu demeyi söyler.

         

“Koca başlı koca kadı

İman eder amel etmez

Sende hiç din iman var mı?

Hakkın buyruğuna gitmez

Haramı helali yedi

Kadılar yaş yere yatmaz

Sende hiç din iman var mı?

Hiç böyle kör şeytan var mı?

 

 

Fetva verir yalan yukarı

Pir Sultan’ım zatlarımız

Domuz gibi dağı dolan

Gerçektir şöhretlerimiz

Sırtına vururum palan

Haram yemez itlerimiz

Senin gibi hayvan var mı?

Bu sözümde yalan var mı?”


Bu demeyi de dinleyen kadılar başlarını yere eğerler ve çaresiz Pir Sultan’ı serbest bırakırlar.
Bu olaydan kısa bir üre sonra Sivas Valisi Hızır Paşa adı Koca Başlı Kör Müftü olan İl müftüsünden bir fetva alır. Bu fetvada “Şahın adının yasaklandığı, Şah diyenlerin dillerinin kesilip öldürülecekleri...” söylenir. Tellallar meydan meydan, sokak sokak gezip bu fetvayı duyururlar. Pir Sultan Abdal bu fetvayı duyunca hemen şu demeyi söyler.

            “Fetva vermiş koca başlı Kör Müftü

Şah diyenin dilin keseyim deyü
Satır yaptırmış Allah’ın laneti
Ali’yi seveni keseyim deyü

Şer kulların örükünü uzatmış
Müminlerin baharını güz etmiş
On ikiler bir arada söz etmiş
Aşıkların yayın yasayım deyü

Hakkı seven aşık geçmez mi
Korkarım Allah(tan, korkum yok senden
Ferman almış Hızır Paşa Sultan’dan
Pir Sultan Abdal’ı asayım deyü”

Bununla da yetinmez Pir Sultan. Her gittiği yerde fetvaya karşı çıkar. Nereye gitse Şah’ı över. Bunun için ölümü de göze aldığını duyurur hep.Yeni yeni demeler söyler:

“Padişah katlime ferman dilese
Eğer beni katsa kervan göçüne
Yine geçmem ala gözlü Şah’ımdan
Götürseler Hindistan’a Maçin’e
Cellatlar karşımda satır bilese
Urganım atsalar darağacına
Yine geçmem ala gözlü Şah’ımdan
Yine geçmem ala gözlü Şah(ımdan


Onyedi yerimden vursalar yara
Ahiri katlime ferman yazılsa
Cerrahlar derdime kılmasa çare
Çıksam teneşire tabut düzülse
Kemendi bend ile çekseler dara
Kefenim biçilse mezar kazılsa
Yine geçmem ala gözlü Şah’ımdan
Yine geçmem ala gözlü Şah’ımdan


Karadır kaşları benzer kömüre
Pir Sultan Abdal’ım derim vallahi
Münafıklar zarar verir ömüre
Ölsem terk eylemem Pir’i billahi
İk’ellerim bağlasalar demire
Huzur-u mahşerde dilerim Şah’ı
Yine geçmem ala gözlü Şah’ımdan
Yine geçmem ala gözlü Şah’ımdan”

            Muhbirler ve münafıklar, Pir Sultan’ın bu dediklerini hemen Hızır Paşa’ya yetiştirirler. “Senin fermanını da müftünün fetvasını da dinlemiyor bu adam” derler. “Her gittiği yerde Şah’tan söz ediyor”
Hızır Paşa’da askerlerini gönderip Pir sultan Abdal’ı Sivas’a getirir. Eski Piri’ne saygıda kusur etmez. Fetvadan, Pir’in demelerinden hiç söz etmez. Siniler içinde nefis yemekler sunar Piri’ne. Ama Pir Sultan yemeklere elini sürmez. Hızır Paşa Piri’nin yemeklere elini sürmediğini görünce sorar:
“Pirim, yoldan geldin açsındır. Ama yemeklere elini sürmedin. Neden?”
Pir Sultan eski müridine şunları söyler:
“Sen haram yedin. Zina ettin. Yetin malına el attın. Onların ahını aldın. Yoksullara haksızlık ettin. Senin bu haram parayla yaptırdığın yemeklerine ben değin köpeklerim bile ağızlarını sürmezler.”
Pir Sultan, bunları söyledikten sonra Paşa konağının penceresinden Banaz’daki köpeklerine seslenir. Banaz’daki köpekler koşarak gelirler konağa. Sofradaki yemeklere yaklaşırlar ve bir kez kokladıktan sonra da hiç dokunmadan geri çekilirler.
Bunu kendisine hakaret kabul eden ve çok kızan Hızır Paşa, Pir Sultan’ı tutuklatıp Sivas’taki Toprakkale’ye hapsettirir. Ama birkaç gün sonra yaptığından pişman olur. Ne de olsa Pir sultan onun eski Piri’dir ve çevrede saygı gören, sevilen birisidir. Pir Sultan’ı hapisten çıkartıp huzuruna getirir. Ona bir öneride bulunur.
“Pir’im, içinde ‘şah” sözü geçmeyen üç deme söyle seni bağışlayacağım.”
Hızır Paşa’nın bu sözleri üzerine Pir sultan sazını eline alır ve ilk demesini söyler:

Hızır Paşa bizi berdar etmeden
Her nereye gitsem yolum  dumandır
Açılın kapılar Şah’a gidelim
Bizi böyle kılan ahdi amandır
Siyaset günleri gelip tetmeden
Zincir boynum sıktı halim  yamandır
Açılın kapılar Şah’a gidelim
Açılın kapılar Şah’a gidelim


Gönül çıkmak ister Şah’ın köşküne
Pir Sultan’ım eydür  mürvetli Şah’ım
Can boyanmak ister Ali müşkine
Yaram baş verdi sızlar  ciğergahım
Pirim Ali On İk’imam aşkına
Arsa direk direk olmuştur ahım
Açılın kapılar Şah’a gidelim
Açılın kapılar Şah’a gidelim.”


Yaz selleri gibi akar çağlarım

Hançer aldım ciğerciğim dağlarım

Garip kaldım şu ara ağlarım

Açılın kapılar Şah’a gidelim


Pir Sultan’ın dilinde hep Şah vardır. Hızır Paşa bu demeyi dinleyince kızar.
“pirim” der. “Sazı yanlış çalıyorsun. Dikkat et!”
Pir Sultan ikinci demesine geçer:

Kul olayım kalem tutan ellere
Münafıkın her dediği oluyor
Katip ahvalimi Şah’a böyle yaz
Gül benzimiz sararuban soluyor
Şekerler ezerim şirin diline
Gidi Mervan şad oluban gülüyor
Katip ahvalimi Şah’a böyle yaz
Katip ahvalimi Şah’a böyle yaz


Allah’ı seversen katip böyle yaz
Pir Sultan Abdal’ım hey Hızır Paşa
Dün ü gün ola Şah’a eylerim niyaz
Gör ki neler gelir sağ olan başa
Umarım yıkılsın şu kanlı Sivas
Hasret koydu bizi kavim kardaşa
Katip ahvalimi Şah’a böyle yaz
Katip ahvalimi Şah’a böyle yaz.”


Sivas illerinde zilim çalınır

Çamlı beller bölük bölük bölünür

Ben dosttan ayrıldım bağrım delinir

Katip ahvalimi Şah’a böyle yaz


Sanki meydan okur Pir Sultan. İnadına “Şah!” der Şah’la bitirir demelerini. Hızır paşa iyice kızar. Çevresindekiler, “Bir Kızılbaş parçası seni dinlemiyor. Bu nasıl iştir? Nerde senin paşalığın?” derler.
Pir Sultansa kimseye aldırmadan üçüncü demesine başlar:

“Karşıdan görünen en güzel yayla
Alınmış abdestim aldırırlarsa
Bir dem süremedim giderim böyle
Kılınmış namazım kıldırırlarsa
Ala gözlü Pir’im sen himmet eyle
Siz de Şah diyeni öldürürlerse
Ben de bu yayladan Şah’a giderim
Ben de bu yayladan Şah’a giderim


Eğer göğerüben bostan olursam
Abdal’ım dünya durulmaz
Şu halkın diline destan olursam
Gitti giden ömür geri dönülmez
Kara toprak senden üstün olursam
Gözlerim de Şah yolundan ayrılmaz
Ben de bu yayladan Şah’a giderim
Ben de bu yayladan Şah’a giderim.”


Dost elinden dolu içtim deliyim

Üstü kan köpüklü meşe seliyim

Ben bir yol oğluyum yol sefiliyim

Ben de bu yayladan Şah’a giderim


Artık Hızır Paşa iyice çileden çıkar:
“Günah benden gitti. Atın şu adamı zindana da aklı başına gelsin!” diye bağırır adamlarına. Pir Sultan’a döner ve “Yarın asılacaksın, Pirim!” diye ekler.
Zindana götürürler Pir Sultan’ı, Sivas’ın Keçibulan denilen bir yerinde onu asmak için bir darağacı kurarlar. Sabah güneş doğmadan önce onu asmak için alıp getirirler Keçibulan’a. Darağacına çıkarırlarken kimsenin ardından yas tutmasını istemez Pir Sultan. Başlar bu demeyi söylemeye:

“Bize de Banaz’da Pir Sultan derler
Eğer Ali Baba sözü uyarsa
Bizi kem kişi de bellemesinler
Ferman büyük yerden beyler kıyarsa
Paşa kıdemine tembih eylesin
Ala gözlü yavrularım duyarsa
Kolum çekip elim bağlamasınlar
Al’ın çözüp kara bağlamasınlar


Hüseyn Gazi binse gelse atına
Surrum işlemedi kaddim büküldü
Dayanılmaz çarh-ı felek zatına
Beyaz vücudumun bendi çözüldü
Benden selam olsun ev külfetine
Önüm sıra Kırklar Şah’a çekildi
Çıkıp ele karşı ağlamasınlar
Daha beyler bizi dillemesinler


Ala gözlüm zülfün kelep eylesin
Pir Sultan Abdal’ım coşkun akarım
Döksün zülfün kelep eylesin
Akar akar dost yoluna bakarım
Ali Baba Hak’tan dilek dilesin
Pirim aldım seyrangaha çıkarım
Bizi dar bidinde eğlemesinler
Yıldızdağı seni yaylamasınlar.”

Pir Sultan’ın asılmasından önce bir buyruk daha verir.
Hızır Paşa:
“Herkes Pir Sultan’ı taşlayacaktır. Taşlamayanlar ölümle cezalandırılacaklardır.”
Pir Sultan’ın asılmasını izlemeye gelenler ellerine taşlar alıp atmaya başlarlar ona. Ama hiçbir taş değmez Pir Sultan’a.
Pir Sultan’ın musahibi Ali Baba’da bu buyruğa uymak zorunda kalır. O pirine taş atabilir mi hiç? Bir gül alır eline ve gizlice Pir Sultan’a fırlatır.
Pir sultan, Ali Baba’nın kendisine gül attığını görür ve çok üzülür. İdam sehpasında şu demeyi söyler:

“Şu kanlı zalimin ettiği işler

Pir Sultan Abdal’ım canım göğe ağmaz

Garip bülbül gibi zareler beni

Hak’tan emrolmaz irahmet yağmaz

Yağmur gibi yağar başıma taşlar

Şu ellerin taşı hiç bana değmez

Dostun bir fiskesi pareler beni

İlle dostun gülü yaralar beni.”

 

 

Dar gününde dost düşmanım bell’oldu

 

On dergim var ise şimdi ell’oldu

 

Ecel fermanı boynuma takıldı

 

Gerek asa gerek vuralar beni

 

 

 “Hala dilini tutmuyor bu adam!” deyip hemen ipi geçirirler boynuna.
Kalabalık dağıldıktan sonra Ali Baba, Pir Sultan’ın yanına gelip ayaklarına yüz sürer ve ağlar. Kanlı yaşlar akıtır gözlerinden. O gün ve ertesi günler Pir Sultan’ın asıldığı haberi çevreye yayılır. Kızı sanem saçını başını yolar ve sazını eline alıp babasının öldürüşüne şu ağıtı yakar:

“Dün gece seyrimde coştuydu dostlar
Kemendimi attım dara dolaştı
Seyrim ağlar ağlar Pir Sultan deyü
Kafirlerin eli kana bulaştı
Gündüz hayalimde gece düşümde
Koyun geldi kuzular meleşti
Düşde ağlar ağlar Pir Sultan deyü
Koçlar ağlar ağlar Pir Sultan deyü


Uzundu usuldu dedemin boyu
Pir Sultan Abdal’ım yücedir şanın
Yıldızlar yaylası Banaz’dır köyü
Kudretten çekilmiş bir senin bunun
Yaz bahar ayında bulanır suyu
Hakk’a teslim ol şirin canın
Çaylar ağlar ağlar Pir Sultan deyü
Dostlar ağlar ağlar Pir sultan deyü.”


Pir Sultan kızıydım ben de Banaz’da

Kanlı yaş akıttım baharda yazda

Koç babamı kurban verdim Sivas’ta

Darağacı ağlar Pir Sultan deyü


Bundan sonra söylentiler alır yürür Sivas ve çevresini. Bir söylentiye göre, Pir Sultan darağacındayken bir köpek gelip tam altında durmuş ve Pir Sultan da ona basarak ipini çözmüş, yerine de köpeği bağlamış. Sabahleyin darağacının yanına gelenler orada Pir Sultan’ın cesedini değil köpeği görmüşler.
Yine başka söylentiye göre, ertesi gün kahvede oturup söyleşenler arasında şu konuşmalar olmuş:
“Hızır Paşa dün sabah Pir Sultan’ı astırmış, duydunuz mu?” diye sormuş birisi.
“Ne asması yahu? Bu sabah ben Pir Sultan’ı Koçhisar yolunda, Seyfebeli’de gördüm.” Diye yanıt gelmiş birisinden.
Bir başkası: Yanlışın var. Bu sabah gün ışırken ona Malatya yolunda, Kardeşler Gediği’nde rastladım.” Demiş.
Bunun üzerine biri atılmış:
“Yanılıyorsunuz arkadaşlar. Ne diyorsunuz siz? Yeni Han Yol’nda Şahna Gediği’nde gördüm ben onu”
Hepimiz yanlışsınız. Ben onu Tavra Boğazı’nda gördüm” diye bağırmış bir başkası da.
Bir türlü anlaşamamışlar. Kimse kimseyi ikna edememiş. Hepsi kendi gördüğünün gerçek olduğuna yemin ediyormuş.
Kalkıp hep birlikte darağacının olduğu Keçibulan’a gitmişler. Ne görsünler? Darağacında Pir Sultan yok. Yalnız hırkası asılı duruyor.
Meğer ki Pir Sultan darağacından inip yola düzülmüş. Onun gittiğin gören Hızır Paşa’nın asesleri de peşine düşmüşler. Yakalamak için koşmuşlar yetişememişler. Pir sultan Kızılırmak Köprüsü’ne gelince dönüp bakmış ki asesler iyice yaklaşmışlar.Hızlıca köprüyü geçmiş ve geçtikten sonra “Eğil Köprü eğil!” demiş. Köprü eğilip suya batmış ve asesler karşıya geçememişler. Pir Sultan’ın kerametini anlayıp geri dönmüşler.
Pir Sultan Şah’a gitmek için Horasan’ın yolunu tutmuş. Yolda giderken bir musahiple karşılaşmış. Adam onun Pir Sultan olduğuna inanmamış. Çünkü musahip, Pir Sultan’ın asıldığını biliyormuş. Üstelik bu yüzden Sivas’ta ateşler yanmıyor, kazanlar kaynamıyormuş. Pir Sultan, birkaç nefes söyleyip adamı inandırdıktan sonra:
“Eğer Hızır Paşa, darağacında asılı duran köpeğin dübüründen üç kez üfürürse ateşlerin tekrar yanacağını” söylemiş.
Musahip Sivas’a gidince Pir Sultanla konuştuklarını Hızır Paşa’ya anlatmış. O da darağacına gidip asılı köpeği indirtmiş ve dübüründen üflemiş. İlk üfürüşte köpek dillenip “Pir Sultan!” diye bağırmış. İkinci üfürüşte “Can Sultan!”, üçüncü üfürüşünde “Yan Sultan!” diye bağırmış. O böyle bağırır bağırmaz Sivas’taki ateşler yanmaya, kazanlar kaynamaya başlamış...
Pir Sultan Horasan’a varıp Şah’ın huzuruna çıkar. “Niçin geldin?” derler. Pir Sultan da alır sazını eline ve şu demeyi söyler:

“Diken arasında bir gül açıldı
Ben bend’ oldum şu meydana atıldım
Bülbülüm bahçede ötmeğe geldim
İkrar verdim ikrarıma tutuldum
Bezirganım yüküm gevher satarım
İptida talipten pire katıldım
Ali pazarına dökmüğü geldim
Pirin eteğine tutmağa geldim


Baç’ım vermeyince yüküm açılmaz
Pir Sultan Abdal’ım yüreğim döğüm
Gevherin hasına hile katılmaz
İmanlar rengine boyandım bugün
İnkar toru ile şahin tutulmaz
İrehber pişirir talibin çiğin
Bir gerçek tor’una düşmeğe geldim
Ahiri bu imiş pişmeğe geldim”

Ardından şu demeyi söyler Şah’ın huzurunda:

“Zahir batın On’ki imam aşkına
Erenler yolundan bir taş kaldırdım
Aman Şah’ım mürüvvet deyü geldim
Gönül bahçesinde gülün soldurdum
Pirim nazar eyle şu ben düşküne
Bugün eksikliğin nefsi öldürdüm
Aman Şah’ım mürüvvet deyü geldim
Aman Şah’ım mürüvvet deyü geldim


Bakmaz mısın cesedimin narına
Pir Sultan’ım eydür karşımda durma
Elim ermez oldu cihan karına
Gidip münkirlere yol ekran kurma
Yüzüm yerde geldim durdum darına
Alnımın karasın yüzüme vurma
Aman Şah’ım mürüvvet deyü geldim
Aman Şah’ım mürevvet deyü geldim.”


Hacı Bektaş oğlun günahkar gördüm

Aradım isyanı özümde buldum

Yüzümün karasın elime aldım

Aman Şah’ım mürüvvet deyü geldim


Pir Sultan, Horasan’dan Erdebil’e gider, orada ölür ve gömülür.
Kimi söylentilere göre Pir Sultan’ın mezarı Erdebil’dedir. Bir Başka görüşe göre ise Merzifon’dadır.
Çeşitli araştırmacılara göre ise, Pir Sultan asıldığı yere gömülmüştür. Gönümüzde Sivas’ta mal pazarı olarak kullanılan yerdeki sıra söğütlerin bittiği yerde üstü taşlarla örtülü, boyu beş, eni bir metre kadar olan bir tümsek de Pir Sultan’ın mezarı kabul edilmektedir.







PİR SULTAN Sivas’ın Yıldızeli İlçesinin Çırçır bucağına bağlı Banaz köyünde yaşamıştır. Köy Yıldız Dağı eteklerinde, Çırçır’ 48km, uzakta olup denizden yüksekliği 1700 metredir. Evleri kerpiç, damları toprak, içi dışı ak toprakla sıvanmış, çoklukla tek katlı, soğuğa karşı birkaç metre yere gömülüdür.
İlk olarak köye araştırma yapmak üzere 1939 yılında Pertev Naili Boratav gitmiş, ondan yirmi yıl sonra öğretmen İbrahim Aslanoğlu, daha yakın yıllarda da Hüseyin buluz birer ziyaret yapmışlardır.
Bu kişilerin anlatıklarına göre; Pir Sultan’ın oturduğu ev şimdi de durmaktadır. Evin önünde, Pir Sultan’ın asasının ucuna takarak Horasan’dan getirdiği bir değirmen taşı, bir söğüt ağacı (Buluzun söylediğine göre çem ağacı)vardır. Bu ev, ağaç kutsal sayılır, ziyaret edilir. Pir Sultan yaz aylarında, havaların iyi olduğu günlerde , ağacın altındaki Horasan’dan getirdiği taşın üstüne oturup karısı ile sohbet etmeyi pek severmiş. Evinin yanında (bu günbakımsız bırakılmış) birde bahçesi varmış.
Buluz’un 1969’da yaptığı ziyaretten önce1966’da Akşam Gazetesi muhabiri Cengiz Tuncer de Banaz’a gitmiş, bilinen halk rivayetlerine dayanarak özellikle Hızır Paşa ile ilişkilerini hikaye etmiştir. B u dizi yazıların arasında ilk olarak köyle ilgili resimler çıkmıştır.
MEZARI
SİVAS’TA eskiden adı Keçibulan iken sonradan Pir SULTAN’IN ASILMASIYLA Darağacı denilen yerdir. Şimdi buraya Kepçeli denilmektedir. Bugün Sanayi Çarşısının tam karşısındadır. Şimdi Mal Pazarı olarak kullanılan bu alanın Gazhane bitişiğinde, sıra söğütlerin bitiminde hafif tümsek toprak yığını onun mezarıdır. Üstü moloz taşlarla örtülüdür. Mankıbeye göre taşlar asılma sırasında Hızır Paşa’nın emriyle Pir Sultan’ın taşlanmasında kullanılan taşlardır.
Gerçek mezarırnın burası olaması gerekir. Halk da burasını göstermektedir.. Her halde asaılmadan sonra ailesi ve müritleri hükümet korkusundan alıp köylerine götürmemiş olmalıdır. Eğer götürselerdi, bakımlı bir ziyaret yeri olurdu. Oysa, köyde böyle bir şey yokyur.
Yıllar sonra hakkında söylenenler geliştikçe efsanelere bürünmüş, bunun sonucunda bir söylentiye göre; Pir Sultan, Sivas’ta asılmış fakat darağacından inmiş, Erbil’e gitmiş orada gömülmüştür. Bir de S. Nüzhet’in Bektaşi geleneğine göre, Merzifon’da yattığını vardır ki, her iki rivayetin doğruluğu kabul edilemez.
Ayrıca Kemaliye (Eğin) ve Divriği ilçelerinin ortak yaylası olan Sarı Çiçek yaylasının bir bölgesinin adı <<Koca Haydar>>dır. Burada bir tepenin doruğunda bir kümbet vardır ki burada Koca Haydar adında bir veli yatmaktadır. Koca Haydar’ın sürüp gelen soyu ve oturdukları köy Kemaliye sınırları içindedir. Koca Haydar, Sivas ve Divriği bölgelerinde ünlü bir ocaktır.
Koca Haydar’ın türbesini çevreleyen dağın doğu yönünde bulunan Bizmişen, Ağıl, Dilli köyleri aynı yamaç üzerinde olup halkın hepsi Alevi’dir. Ağıl köyü bu bölgede ocak tanınır. Kemaliye ve çevresinde Alevi bulunmadığına göre, adı geçen köyler halkının XVI. Yüzyılda hükümetin Alevi’leri sıkıştırması üzerine Sivas yöresinden buraya geldikleri düşünüle bilir. Burada yatan Koca Haydar’ın Pir Sultan olduğu söylenmektedir. Bilndiği gibi Pir Sultan’ın adı Koca Haydar’dır. Sarı Çiçek yaylasının, Banaz köyünün bağlı olduğu Yıldızeli ile sınır sınır ortaklığı da vardır. Adı geçen köylerin 918/1512 tarihli Diyarbekir defterinde adları geçmektedir. Bu Koca Haydar mezarı Pir Sultan için yapılmış makam olmalıdır. (Bk. : Mehmet Hilmi Gür, Pir Sultan Abdal’ın Mezarı; Türk Folklor Araştırmaları, sayı 255)
PİR SULTAN’IN SÖYLEDİĞİ
ŞAH İSMAİL, Akkoyunlu Devletini yıkıp Şah olduktan sonra Bağdat şehri de kendisine geçmişti. Ölümünde yerine oğlu Şah Tahmasb geçmiş, Kanuni Sultan Sülayman 1534 yılında doğuya yaptığı seferde Bağdat’ı almıştı. Tahmasb’ın saltanatı sırasına rastlayan bu olay Anadolu Alevilerini çok üzmüş, Pir Sultan bunun üzüerine yanık şiir söylemiştir. Bu şiir aşağıya alınmıştır:
9
Güzel Şah’ım çok yerlerden görünür
Aslı nedir, neye verdin Bağdad’ı
Akıl edemedim senin sırrına
Aslı nedir, neye verdin Bağdad’ı
Yazık değil mi müminle müslüme
Ne getirdin Yezid’i Bağdad üstüne
………………………………………..
Aslın nedir, meyve verdin Bağdad’
Yok mu bunda erenlerin yardımı
Ne çekersin cevrin derdini
Yiğide ar değil mi vermek yurdunu
Ah Hünkar’ım neye verdin Bağdad’
Çeksen de askerini gelsen idi
Hacı Bektaş Hanı’na konsan idi
Kırsan ol yezid’i olmaz mı idi
Ah Hünkar’ım neye verdin Bağdad’ı
Ah gidi yezit hendekler doldurdu
Kırdı Hurmail’i aldı Bağdad’ı
Çağrışıp geliyor yeşil ördeği
Aslı nedir, neye verdin Bağdad’ı
PİR SULTAN’ım der ki, üçler yediler
Kırklar da hazır idiler
Bağdad’ı Basra’yı verdi dediler
Aslı nedir, neye verdin Bağdad’ı
Şiiri S. Nüzhet biraz değişik olarak Hatayi adına yayınlamıştı (Bektaşi şairleri, 1930). Sonradan çıkardığı Hatayi Divanı’nda yanlışlığı kabul etmiştir. (s. 231). Boratav da yanlışlığa tokunmuş, şiirde geçen Şah’ın Tahmasb olacağını bildirmişti (s. 71, not: 2). İlk olarak gerçek sahibini ortaya koyduğumuz bu şiir iki bakımdan önemlidir. Birisi Pir Sultan’ın yaşadığı zamanı bildirmesi, öteki de Şah Tahmasb’la, daha doğrusu İran’la yakın ilgidir. Bu ilgi ve sevgi, yeniçeriler arasında da sürmüştür. Ama, onlar doğrudan eyleme geçmişlerdir. Ancak uzaktan bir sevgi göstermişlerdir. Nitekim doksan yıl sonra, 1623’de Şah Abbas, Bağdat’ı geri aldıktan sonra yeniçeri şairi Kul Mustafa şu şiiri söylemiştir:
10
Pirliğinde düşman sözüne uydun
Şah ne akıl ettin aldın Bağdad’ı
Malum oldu kendi kendine kıydın
Şah ne akıl ettin aldın Bağdad’ı
Tuğlar çıkıp sancağımız çekilir
Bir od düştü cihan yanar yıkılır
Yine ilin vilayetin yıkılır
Şah ne akıl ettin aldın Bağda’ı
Gaziler şemşirin alıp destine
Dökerler kanını Irak çölüne
Ser veririz İmamlar yoluna
Şah ne akıl ettin aldın Bağdad’ı
Askerle doludur dağ ile taşlar
Akar gözlerimden kan ile yaşlar
Al-i Osman serdarı Tebriz’de kışlar
Şah ne akıl ettin aldın Bağdad’ı
Mustafa eydür, gel etme inadın
Nice kere kendi kendin sınadın
Sultan Murat kırar kolun kanadın
Şah ne akıl ettin aldın Bağdad’ı