KARIŞIK

YİĞİTBAŞ VELÎ MARMARAVÎ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
YİĞİTBAŞ VELÎ MARMARAVÎ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Şubat 2016 Pazar

YİĞİTBAŞ VELÎ MARMARAVÎ



YİĞİTBAŞ VELÎ MARMARAVΠ

 Evliyânın büyüklerinden. Halvetiyye tarîkatında "orta kol" olarak bilinen ahmediyye şûbesinin kurucusu. 1435 (h.839) yılında Akhisar'ın Göl Marmarası veya Marmaracık adı ile bilinen köyünde doğdu. Babası İsâ Halîfe, Halvetiyye şeyhlerindendir. Halk arasında Yiğitbaş Velî diye meşhûr olmuştur.
İlk tahsîlini babasından aldı. Sonra medreseye devâm etti ve zâhirî ilimleri öğrendi. Fakat kendisi ilâhî aşka tutulmuştu. Tasavvuf yolunda ilerlemek gönül gözünü görür hâle getirmek istiyordu.
-Tasavvuf, aşk ateşiyle yanmaya derler." sözü sanki onun için söylenmişti. Nitekim gâyesine erişmek için, Uşak'ın Kabaklı Köyünde insanlara doğru yolu gösteren büyük âlim şeyh Alâeddîn Uşşakî Hazretlerinin huzûruna vardı. Onun sohbetleri ile mânevî mertebelerden geçerek şeyhlik pâyesine yükseldi.

 
Şeyh Alâeddîn Uşşâkî Hazretleri Ahmed Şemseddîn'e icâzet (diploma) verdikten sonra, onu islâmiyeti yaymak, talebeler yetiştirmek ve gönülleri aşk-ı ilâhî ile doldurmak üzere Manisa'ya gönderdi. Ahmed Şemseddîn Hazretleri Manisa'da hocasının isteği doğrultusunda talebeler yetiştirmekle meşgûl oldu.

Ancak bu sırada iran şahı şâh ismâil de, ehl-i sünnet îtikâdını, müslümanların peygamber efendimizden gelen doğru inancı yıkmak için harekete geçmişti. Bu gâye ile anadolu'ya "dâî" adı verilen halîfeler göndermiş, sahte şeyhler eliyle bozuk ve yanlış tarîkatler kurdurmuştu. Ayrıca antalya'dan bursa'ya kadar pek çok yerde isyanlar çıkartarak halkı silâh gücü ile de sindirmek istemişlerdi. Karışıklık had safhada idi. Öyle ki bu sahte şeyhler osmanlı merkezine kadar sızdılar. İstanbul sahte şeyhlerle doldu ve halk kime inanacağını şaşırdı.
Velî pâdişâh ikinci bayezîd han, sahte tarîkatlerin ayıklanarak kapatılmasını istedi. Böylece halkın yanlış inanışlara kapılıp ehl-i sünnet îtikâdından uzaklaşmasına mâni olmak üzere harekete geçti. Kurulan bir mecliste şeyhlerin imtihana tâbi tutulmasını istedi. Bu düğümü çözmek için de ahmed şemseddîn hazretlerini Manisa'dan istanbul'a dâvet etti.
Ahmed şemseddîn hazretleri derhal bu ulvî görevi kabûl edip istanbul'da sultan bâyezîd-i velî hazretlerinin huzûruna çıktı ve osmanlı sultânının da hazır bulunduğu imtihan heyetine reislik etti.
O gün ahmed şemseddîn hazretlerinin tuttuğu şerîat süzgecinden hak ve doğru yolda bulunan şeyhler rahatlıkla geçerken sahteleri tutuldu. Bunlar mahcup ve perişan oldular. Tekkeleri kapatıldı ve yaptıkları işten men edildiler.

 
Ahmed şemseddîn hazretlerine, imtihan sırasında gösterdiği kemâl, dirâyet ve olgunluk sebebiyle "yiğitbaşı" lakabı verildi. Pâdişâh çok hoşnut kaldığı ve takdir ettiği bu büyük velîyi hediyelerle taltîf etti. O ise bu hediyelerin tamamını fakirlere dağıttı. İstanbul'da kalması tekliflerine rağmen, tekrar manisa'ya döndü. Bu hâdise dilden dile, şehirden şehire yayıldı. Sohbetine kavuşmak isteyenler manisa'ya akın ettiler ve çevresinde geniş bir sohbet halkası meydana getirdiler.Ahmed şemseddîn hazretlerinin kerâmetleri mısır'da arap molla nâmıyla tanınan bir zâta kadar ulaştı. Arap molla, ilmiyle mağrur bir zâttı. Ahmed şemseddîn'i imtihan etmek üzere mısır'dan manisa'ya geldi. Ahmed şemseddîn hazretlerini çekemeyenler derhal arap molla'nın etrafında tâzim, hürmet ve îtibâr halkası meydana getirdiler. Ona, yiğitbaşı velî aleyhinde pek çok sözler söylediler. Bu hal, arap molla'nın nefsini ve gurûrunu okşadı. Onlara:
"siz onu bana bırakın. Onun hakkından ben gelirim ve şeyhlik ne imiş ona gösteririm." dedi. Benlik dâvâsıyla mağrur arap molla, ertesi gün yiğitbaşı velî'nin dergâhına geldi. Dergâhın bahçesinden içeri girmek üzereyken kapıda iki derviş kendisini karşıladı ve; "ey molla! Şeyh hazretleri dergâhında sizi bekliyor." dediler. Arap molla geleceğinden hiç bahsetmemiş ve bu dervişlerle de daha önce karşılaşmamıştı. Şaşırdı ve dayanamayıp sordu:
-"ey canlar! Yanlışlık olmasın. Siz kimi karşılarsınız? Ben ziyâret edeceğimi bildirmemiştim." dervişler tatlı tatlı gülümseyerek sordular: "mısır'dan gelen arap molla siz değil misiniz?" molla daha büyük bir şaşkınlıkla; "evet." deyip dergâhtan içeri girerek kendisini bekleyen şeyh hazretlerinin huzûruna vardı.Yiğitbaşı hazretleri birkaç talebesiyle sohbet etmekte, onlara islâmiyetin güzel ahlâkından bahsetmekteydi. Molla arap'ın oturması ile sözüne devam etti:"ey dostlarım kibirden sakınınız. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem; "kalbinde zerre kadar kibir olan cennet'e giremez." buyurdu. Kibir, ALLAH(C.C)'ın kullarına hakâret, aşağılık gözü ile bakmaktır. Kendini herkesten üstün görmektir. Ebû hâşim sûfi hazretleri; "dağı iğne ile kazıp yerinden yok etmek, kalpten kibri söküp atmaktan daha kolaydır." demektedir."Bunca nasîhata rağmen arap molla'nın hâlâ inkâr çukurunda olan nefsi, yiğitbaşı ile yarışmak ister. Onun bir müddet duraklamasını fırsat bilerek gururlu bir edâ ile ve kelimelerin üzerine basa basa:"ey şeyh, sizin erbaîninizi, çile çekmenizi, nefsinizi yola getirmekteki gayretinizi çok methettiler. Birlikte erbaîne, çile çekmfeye girsek ne dersiniz?" diye sordu. Ahmed şemseddîn hazretleri tebessüm ederek: "hay hay!.. Biz misafirimizi kırmayız." buyurdu.Arap molla: "ancak benim bir şartım var. Yemek içmek serbest, fakat dışarıya çıkmak ve ihtiyâcınızı görmek yasak olacaktır." diye ekledi. Şeyh hazretleri: "kabul. Her şartınızı kabul ediyorum." deyince, birlikte bir hücreye girdiler. Yiğitbaşı hazretleri talebelerine kendisine kuzu dolması getirilmesini ve misafirine de ne isterse verilmesini istedi. Ancak arap molla sadece birkaç zeytin ile iktifâ etti. Şeyhin kuzu dolmasını yemesini seyrediyor ve biraz sonra dayanamaz dışarı çıkar diyerek için için gülüyordu. Ancak zamânın su gibi geçmesine, şeyh hazretlerinin nefis, leziz yiyecekleri birbiri ardı sıra bitirmesine rağmen, molla'nın beklediği an bir türlü gelmedi: bir, iki, üç ve nihayet dördüncü gün, yiyecekleri yiyen sanki şeyh hazretleri değil de oymuş. Kendisini nasıl dışarıya atacağını bilemedi. İhtiyâcını gördükten sonra dışarıda kendisini bekleyen dervişlere; "yahu! Ben iki üç zeytin tanesiyle dayanamadım. Bu zat bunca yemeği nasıl yiyor ve nasıl duruyor?" diye söylendi. Dervişler ise şu cevâbı verdiler: "bu, mollalıkla şeyhlik arasındaki farktır."

Arap molla hatasını anlamıştı. Derhal yiğitbaşı hazretlerinin ellerine sarılarak affedilmesini diledi ve; "ey zamânın yûsuf'u, sen mısır'a sultan olmuşsun. Bu günâhkârı da bendelerin arasına kabul et" dedi. Tövbe ve istiğfâr ettikten sonra talebeliğe kabûl edilen molla arap, ahmed şemseddîn hazretlerinin en büyük halîfelerinden oldu.

 

Ahmed şemseddîn hazretleri arkasında yüzlerce talebe ve sekiz cilt eser bırakarak 1504 (h.910) yılında sonsuzluk âlemine göçtü. Yetiştirdiği halîfelerin her biri evliyâlık makâmına erdi. Ahmediyye kolundan ayrı ayrı şubeler ortaya çıktı. Bunlar ramazaniyye, sinâniyye, cerrâhiyye, uşşâkiyye ve mısriyye adları ile aynı kaynaktan fışkıran feyz menbâları oldu. "tevhîd risâlesi, câmi-ül-esrar, ravdatü'l-vâsilîn, mukaddimetu's-sâliha, keşfu'l-esrâr ve a'mâlü't-tâlibîn" belli başlı eserleridir.Ahmed şemseddîn hazretlerinin türbesi manisa'da seyyid hoca mahallesindedir. Zamanla yıkılan ve kaybolmak üzere bulunan dergahının yerine yiğitbaşı vakfı tarafından adına bir mescid inşâ ettirilmiştir