KARIŞIK

17 Kasım 2023 Cuma

 KOYUN BABA TÜRBESİ,

DENİZLİ VİLAYETİ, KALE İLÇESİ, ÇAMLARCA (TEYNER) KÖYÜ









XV. yüzyılda Osmancık’ta yaşadığı bilinen Koyun Baba hakkındaki çoğu bilgiler, muhtemelen XVI. yüzyılda yazıya geçirilen “Vilâyetnâme’i Koyun Baba” adlı anonim esere dayanmaktadır. Vilâyetnâme’ye göre Horasan’da doğmuş olan Koyun Baba, asıl adı Seyyid Ali olup, soyu Hazreti Ali evlatlarından sekizinci İmam Ali er-Rıza’ya dayanmaktadır.
Horasan’da zühd ve takvası kemal mertebeye erişince, bir gece rüyasında Hazreti Peygamber’i görmüş ve onun emriyle hacca gitmiştir. Mekke, Medine ve Kerbela’yı ziyaret ettikten sonra irşat vazifesiyle Anadolu’ya gönderilmiştir. Anadolu’da bir müddet dolaşmış olan Koyun Baba, Kızılırmak Vadisi’nde Çorum vilayeti, Osmancık denilen bir geçit noktasında yerleşmiştir.
Koyun Baba adının verilme sebebi ise; bir rivayete göre Koyun Baba, Horasan’dan Anadolu’ya gelinceye kadar yirmi dört saatte bir koyun gibi melermiş ki; bu hareket her gün aynı saatte olur hiç değişmezmiş. Bundan dolayı kendisine bu isim verilmiştir.
Yine başka bir rivayete göre de, Koyun Baba, Osmancık’ta Adatepe denilen bir yerde koyunlarını otlatırmış. Bir gün sürüden bir koyun kaçmış. Koyun önde Koyun Baba arkada epeyce bir koşuşturmuşlar. Sonunda ikisinin de yorgunluktan takatleri kesilmiş. Koyun Baba, “Yâ mübarek hayvan sen yoruldun, beni de Eyüp aleyhi selamın sabrına nail ettin.” diyerek, koyunu kucaklamış ve gözlerinden öpmüş. Bu olay, asıl adı Seyyid Ali olan Koyun Baba’nın bu isimle anılmasına sebep olmuştur.
Alevî-Bektâşî geleneğinden gelen ve Çorum ilinin Osmancık ilçesinde türbe ve zaviyesi bulunan Koyun Baba’nın bildiğimiz kadarıyla; İstanbul, Ankara, Edirne ve Denizli’de de türbeleri bulunmaktadır.
Evliya Çelebi, Koyun Baba’nın bizzat Hacı Bektâş-ı Velî’nin halifesi olduğu ve Hacı Bektâş-ı Velî’den aldığı halifelik alametleri olan ve fahir cihaz olarak tabir edilen hırka, seccade, tabıl, alem, kudüm, palhengi, asa ve tacın türbede hala saklı olduğunu bildirmektedir. Yine Evliya Çelebi, Koyun Baba’nın sandukasının üzerinde bir Bektâşî sikkesi bulunduğunu, oradaki dervişlerin bu sikkeyi kendi başına da giydirdikleri ve bir kaza sonucu az gören gözlerinin şifa bulduğu, görme kuvvetinin arttığını ifade etmektedir. Hakkındaki bilgileri Koyun Baba Vilâyetnâmesi, Otman Baba Vilâyetnamesi ve Pîri Baba Vilâyetnâmelerinden alınmaktadır.
Denizli’deki Koyun Baba Türbesi; Kale İlçesi, Çamlarca (Teyner) köyü, Aşağı Mahalle Mezarlığı içerisindedir. Denizli’deki Koyun Baba’nın da Alevî-Bektâşî geleneğinden ve Türk-İslâm orduları tarafından Tavas Bölgesi’nin fethi sırasında bölgeye gelip yerleşen Horasan dervişlerinden olduğu rivayet edilmektedir.
Rivayet odur ki; Koyun Baba, sağlığında etrafında başka cami olmadığı için yürüyerek Kale ilçesi, Karaköy beldesindeki camiye cuma namazlarını kılmaya gidermiş. Yine bir gün elinde asasıyla cuma namazına geldiğinde etrafındaki insanlar, “Dede, senin için ermiş, evliya diyorlar, bir keramet göster bakalım.” demişler. O da elindeki kuru asayı caminin önünde toprağa saplamış ve “Dut, ben camiden çıkıncaya kadar tut.” demiş. Camiden çıktıklarında bir de bakmışlar ki, yere saplanan asa dal budak salmış, yapraklarla süslenmiş ve bir dut ağacı olmuş. Bu ağaç Kale ilçesi, Karaköy beldesinde, Çarşı camisinin önünde hâlâ yaşamaya devam etmektedir.
Diğer bir rivayete göre Koyun Baba’nın yaşadığı Çamlarca köyü taşlık bir köydür. Tarlalar taşlarla dolu olduğu için işlemesi zordur. Koyun Baba’nın köylüleri bu durumdan şikâyetçidirler. Bir gün Koyun Baba’ya: “Hadi bakalım bir kerametini görelim, şu etraftaki taşları ne yapacaksan yap ve temizle.” demişler. Koyun Baba yerden bir taş alıp “düüüt” diyerek etraftaki taşlara doğru fırlatmış ve oradaki bütün taşlar koyuna dönüşmüş. Onun için bu zât Koyun Baba adını almış.
Koyun Baba bir gün oğluna: “Oğlum ben öleceğim gel benim yerime geç, tekkeyi idare et!” demiş. Oğlu da: “Baba, ben senin yerine nasıl geçeyim, bir sürü ziyaretçin oluyor, ben onları nasıl doyurayım.” demiş. Koyun Baba da: “Bir tane arı kovanı al, köşeye koy o benim misafirlerime yeter.” demiş. Gerçekten bir arı kovanı alıp köşeye koymuş ve her gün sabaha kadar arının önüne bal yığılmış. Bu bal da gelen bütün misafirlere yetermiş.
(Kaynak: Denizli Alevî-Bektâşî Tarihi, Dorlion Yayınları, İbrahim Afatoğlu)

 HİCRAN HATUN TEKKESİ,

DENİZLİ VİLAYETİ,

SERİNHİSAR İLÇESİ, YATAĞAN BELDESİ

Türk toplumunda kadının saygın bir yeri vardır. Bundan dolayı Orta Asya’da kurulan Türk Devletlerinde kadın ve erkek eşit haklara sahiptir. Devlet yönetiminde hakanların yanında, “hatun” adı verilen eşleri de söz ve yetki sahibidir. Diğer yandan kadın Türk sosyal hayatının bütün katmanlarında etkin bir görev almış ve faaliyet sürdürmüştür. Bu gelenek Âşıkpaşazade’nin ifadesiyle Gaziyan-ı Rum, Abdalan-ı Rum, Âhiyan-ı Rum yanında Bacıyan-ı Rum diye tarif ettiği Türk kadınlarının, erkekler ile birlikte Anadolu’nun Türkleşmesinde tarihi görevlerini de yerine getirdiği bilinmektedir.
Bu gelenek Alevî-Bektâşî toplumunda "Kadıncık Ana" olarak zuhur etmiş, Hacı Bektâş-ı Velî Hakk’a yürüdükten sonra Bektâşî öğretisinin kurumlaşması ve tarikat halinde örgütlenmesini sağlamıştır. Bundan dolayı Türk kültürünün etkin taşıyıcısı olan Alevî-Bektaşî toplumu ilk günden beri kadını erkekten ayırmamış, ona eşit haklar tanımış ve saygı göstermiştir. Zaten hem Alevî Dedelerinin eşleri, hem de Bektâşî Babaların eşleri Alevî-Bektâşî toplumu içerisinde “anabacı” olarak büyük saygı görmektedir. Bu eşitlik anlayışını Hacı Bektaş Velî;
”Erkek dişi sorulmaz, muhabbetin dilinde,
Hakk’ın yarattığı her şey yerli yerinde.
Bizim nazarımızda, kadın erkek farkı yok,
Noksanlıkla eksiklik, senin görüşlerinde.” diyerek yüzyıllar ötesinden Türk kadınının yerini tarif etmiştir. Bundan dolayı Anadolu kadını erkeğin çalıştığı her alanda ona yardım etmiş ve destek olmuştur. Bu destek Alevî-Bektâşî öğretisinin hizmet alanında da görülmüştür.
Ömer Lütfi Barkan, Osmanlı Arşiv Kayıtlarında yaptığı bir araştırmada Kız Bacı Zaviyesi, Âhi Ana Zaviyesi, Sakari Hâtun Zaviyesi, Hacı Fatma zaviyesi gibi bazı zaviye şeyhlerinin kadınlar olmasını dikkat çekmiş ve “…Gerçekten, bu asırlarda (XVI. asrı kasdediyor olmalı) Anadolu’da kadın tekke şeyhleri görmek bizi hayrete düşürmemelidir. Yukarıda bahsettiğimiz gibi, Âşıkpaşazade bu kadın dervişlerden Baciyan-ı Rum adı altında bahsetmekte ve Hacı Bektâş-ı Velî Gaziyan-ı Rum, Abdalan-ı Rum, Âhiyan-ı Rum zümreleri arasında Bacıyan-ı Rum kadın zümresinden olan Kadıncık (Fatma) Ana adındaki bir kadına bütün kerametini göstermiş ve Bektâşî Tarikatı’nı ona teslim etmiştir.” demek suretiyle 1500’lü yıllarda, kadınların kurduğu ve idare ettiği Bektâşî tekke ve zaviyeleri dikkat çekmiştir.
İşte bu Kadıncık Ana Bektâşî geleneğinin Denizli temsilcilerinden birisi de Hicran Hatun olduğu görülmektedir. “Hicran Hatun Tekkesi, Serinhisar ilçesi, Yatağan kasabasındadır. 1745 tarihli bir kayıtta, müteveffa Yatağan Baba silsilesinden (evlatlarından) müteveffiye (vefat etmiş olan hanım) Hicran Hatun Tekkesi’nden söz etmektedir. Seyyid İslam ve Seyyid Hasan adındaki komşu Yüreğil köylüleri, Yatağan Baba ile yakınlığı olan bu Hicran Hatun Tekkesi’nin vakıf arazisi olan Tekkenişin Yaylası’nın kendilerine ait olduğu iddiası ile Hicran Hatun Tekkesi’ni (Hicri) 1150 (Miladi 1737) tarihinde baskın yapıp insanları darp ve tecavüz etmişler. (Yatağan kasabasında bulunan) Tekkkenişin Yaylağı bu Hicran Hatun Tekkesi’ne ait olduğu bilinmektedir. Bu baskın olayı o dönemde dava konusu olmuştur. Davayı Hicran Hatun Tekkesi yetkilileri kazanmış, Tekkenişin Yaylası’nın Hicran Hatun Tekkesi vakıf arazisi olduğu kararına varılmıştır. Bu konudaki ilgili kadı hükmü çıkarılmıştır.
Yatağan kasabasında Yatağan Baba Tekkesi, Abdi Bey Sultan Tekkesi, Banaz Dede Tekkesi ve bu Hicran Hatun Tekkesiyle birlikte dört Alevî-Bektâşî Tekkesi bulunmaktadır. Bu tekkelerin dışında Yatağan kasabasında, Yüreğil yolu üzerinde bir Çığırgan Dede mezarı vardır. Burada bir mezar ile delikli bir taş vardır. Çok ağlayan çığıran çocukların bu delikli taştan geçirilirse ağlama ve çığırtmalarının geçeceğine inanılırmış. 1940 yılında mezar, yerinden kaldırılmış yeri de kaybolmuştur. Bu tahribat sırasında kabirde gerçekten bir mezar olduğu görülmüştür. Yatağan kasabasının doğusunda, eski Kuyucak köyü yolu üzerinde Çatlayan Dede yatırı vardır. Burası da bir makam mezarı olup işareti olan büyük çıtlık ağacı yanmıştır. “ Çal Dağı’nın tepesinde de Bubalar (Babalar) diye anılan üç makam mezarı vardır. “ Dört Bektâşi Tekkesi, üç de yatır ve kutsal mekân olgusu, Yatağan kasabasında Alevî-Bektâşî geçmişin şahitliğini ve hala hatıralarına işaret etmektedir.
Kaynak: Denizli Alevi-Bektaşi Tarihi, Dorlion Yayınları, İbrahim Afatoğlu







 BEKİLLİ BEKTAŞİLİĞİ VE MUSTAFA NACİ BABA, DENİZLİ VİLAYETİ, BEKİLLİ İLÇESİ

Ömer Lütfi Barkan ünlü makalesinde, Alevî-Bektâşî dervişleri için “Kafir-i körden toprak açup taşını budağını arıdup bağ ve bahçe yetiştirmekle kalmayup gayet iyi cinslerden ağaçlar, limon, portakal ve gül bahçeleri yetiştiren mahir bahçıvanlar, değirmen binası ve arığı inşa eden, kuyu kazub su çıkaran ve araziyi sulamasını bilen muktedir mühendisler olduğu anlaşılmaktadır.” demektedir.
Çal ve Bekilli Bölgesi, pekmez ve şaraplık üzüm bağları ile meşhurdur. Bazı kaynaklarda Bromios, Euhios, Dithyrambos veya İobakkhos olarak da geçen Yunan Şarap Tanrısı Dionisos’un Antik Yunan Kenti Baküs yani, bugünkü Çal kazasından olduğu ifade edilmektedir.
Mücerret Mustafa Naci Baba, Şucaeddin Veli Ocağı Dedesi ve Seyyid Battal Gazi Dergâhı son postnişini Şükrü Arıkaya Baba (1873-1948) tarafından, 1910-1911 yıllarında Hacı Bektâş-ı Velî Derğâhı’na götürülerek, orada usul ve erkân öğretilmiş, babalık icazeti verilmiş, babalık yapmak üzere Bekilli’ye geri dönmüş, 1918 yılında kurduğu Bektâşî Tekkesi ile çevredeki Bektâşîleri irşad etmiş bir Bektâşî Babasıdır.
Mücerret Mustafa Naci Baba, tam da Ömer Lütfi Barkan’ın tarif ettiği Türkmen Alevî-Bektâşî dervişlerinden biri olduğu anlaşılmaktadır. 1920’li yıllarda Çal Bölgesi’nde Filoksera hastalığı musallat olmuş, bütün üzüm bağları kurumuş. O sırada Mücerret Mustafa Naci Baba’nın Bekilli’de kurduğu Bektâşî Tekkesi, bölgeye gelen devlet ve hükümet adamlarının, kanaat önderlerinin uğrak yeridir. Üzüm bağlarının kurtarılması için tekkeye gelen yetkililerden yardım istemiş. Onların verdiği bilgiler doğrultusunda kuruyan bağların yerine delice bağ dikmiş. Daha sonra da bu delice üzüm asmalarını akıllı asmalarla aşılamış. Böylece onun bağları yeniden üzüm vermeye başlamış. Meğer Filoksera hastalığı delice asmalara zarar veremiyormuş. Bu tekniği gören bütün Çal bölgesi bağcıları aynı yöntemle bağlarını yeniden oluşturmuşlar.
Günümüzde olduğu gibi 1920’li yıllarda da pekmez önemli bir besin kaynağıdır. Bölgede en iyi ağda-pekmez, yani koyu pekmez Kütahya vilayeti, Simav ilçesinde yapılmaktadır. Mücerret Mustafa Naci Baba kardeşi Mehmet Ali Candoğan’ı bir miktar altın vererek ağda-pekmez yapımını öğrenmesi için Simav’a göndermiş. Mehmet Ali Candoğan, ustasının yanında ağda-pekmez yapımını öğrendikten sonra beraberinde götürdüğü altınları ustasına vererek onu Bekilli’ye getirmiş, o dönemin ağda-pekmez makinelerinin kurulumunu ve tekniklerini öğretilmesini sağlamış.
Yine Mücerret Mustafa Naci Baba, Bekilli’ye yedi kilometre kadar mesafede olan Çalçakırlar Bektâşî köyünde, Menderes Nehri üzerinde tıpkı Ömer Lütfi Barkan’ın söylediği gibi değirmen arığı kazdırıp dört değirmen yapmış, Bekilli ve Çal Bölgesi’nin un ihtiyacı bu değirmenlerden karşılanmış.
15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’e asker çıkartan Yunanlılar, Batı Anadolu içlerine ilerleyerek Temmuz 1920 tarihinde Bekilli’yi de işgal etmiştir. Yunan işgal birliği komutanı Bekilli’de en bakımlı ve en geniş binalara sahip olan Bektâşî Tekkesi’ne gelerek karargâh yapmış, Mücerret Mustafa Naci Baba’yı tekkenin bir bölümünde oturmasını müsaade etmiş. Bu süre içerisinde Mücerret Mustafa Naci Baba, kendine ayrılan bölümde, etraftaki canlarla birlikte Bektâşi ibadetlerini devam ettirmiş. Meğer Yunan komutan Girit Bektâşîlerindenmiş. Bundan dolayı hem Mücerret Mustafa Naci Baba’ya karşı bir sempati beslemiş, hem de yapılan ibadetleri müdahale etmemiş. Hatta işgal süresi içerisinde Bekilli’de hiçbir zorbalık ve zalimlik de yapmamış. 30 Ağustos 1922 tarihindeki Büyük Taarruz Meydan Savaşı’nda Yunan Ordusu’nun yenildiği anlaşılınca, diğer işgal edilen Türk köylerine talan ettikleri halde yunan komutan, askerleriyle birlikte 31 Ağustos 1922 tarihi gece yarısı, hiçbir zarar vermeden, sesizce Bekilli’yi terk etmiş.
Kaynak kişimiz Mehmet Ali Bektaş’ın anlatımına göre Mücerret Mustafa Naci Baba Bekilli’ye yerleşen Abdal Musa Sultan neslinden Fettah Baba torunlarındandır. 1881 yılında doğmuş, 1938 yılında Bekilli’de Hakk’a yürümüştür. Mezarı Bekilli İlçe Mezarlığı’ndadır.
(Kaynak: İbrahim Afatoğlu, Denizli Alevî-Bektâşî Tarihi, Dorlion Yayınları)



(Bekilli’de kurulan Bektâşi Tekkesi’nin kitabesinin ön yüzündeki yazı)
“Yâ Hu
Lâ ilahe illallah Muhammeden Resulallah Aleiyyün veliyullah
Bu bir mekteb-i irfândır bâb-ı Hayder nâm-ı Ali
Muhammeddir kitâbı tefsîri Ali
Bahş etdi pîrimiz Hünkâr Hacı Bektaş Velî
Lâkin siyahdır nikâbı içinde nûr-ı celî (Hicrî) 1336 (Miladi 1918)”




(Bekilli’de kurulan Bektâşi Tekkesi’nin kitabesinin arka yüzündeki yazı)
“Cenab-ı Pir-i Hünkâr’dan esince bâd-ı saba
Dolar bu hânkâha muhibi Âl-i abâ
Geldi gaybdan on iki er târihin didi
Ettirdi inşâ bu dergâhı Mustafa Naci Baba”



https://www.facebook.com/ibrahim.afatoglu..alıntıdır..