KARIŞIK

HZ.ZEYNEBİ KÜBRA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
HZ.ZEYNEBİ KÜBRA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Mayıs 2017 Cuma

HZ.ZEYNEBİ KÜBRA







Kerbela denilince; Hz. İmam Hüseyin’den (a.s) sonra ilk akla gelen isim, hiç kuşkusuz Hz. Zeynep’tir. Elbette, bu Zehra ve Ali yadigârının Kerbela’daki eşsiz rolü, hayatının diğer sahalarını gölge altında bıraktığı için hayatının Kerbela faciasından öncesi çok fazla gündeme gelmemektedir. Oysa onu Zeynep yapan ve Kerbela’daki müstesna rolüne hazırlayan etkenler ve kısacası taşıdığı faziletler de fevkalade önemlidir ve bizler için, özellikle de kadınlarımız için her karesi birer ders niteliği taşımaktadır.

Bu yazının gayesi tarihin en müstesna birkaç kadınından birisi olan o yüce şahsiyetin faziletleri hakkında kısa da olsa bazı noktalara işaret etmektir. İnşaallah ki hepimiz için bir ibret vesilesi olur ve bizleri mahşeri Kubra’da onun ve annesi Zehra-i Merziye’nin (a.s) şefaatine nail olanlardan kılar.

Fakat önce Hz. Zeyneb’in hayatını birkaç satırda özetlemek istiyoruz.

Meşhur kavle göre Hicretin 5. senesinde, 5 Cemaziyülevvel’de Medine'de dünyaya geldi. Hz. Zeynep,  hayatını hicretin 17. senesinde amcazadesi Abdullah b. Cafer (Cafer-i Tayyar'ın oğlu) ile birleştirdi ve ondan Muhammed, Avn, Ali ve Ümmü Kulsum adlarında dört çocuk dünyaya getirdi.Muhammed ve Avn, Kerbela faciasında İmam Hüseyin'le birlikte şehit edildiler. Eşi Abdullah b. Cafer'in o sıralar 72 yaşlarında olduğu ve yaşlılığı ve rahatsızlığından dolayı Hüseynîlere katılamadığı rivayet edilmiştir.

Hz. Zeynep, evlenmeden önce nikâh akdinde İmam Hüseyin'den ayrı kalmaya dayanamadığı için o nerede olursa kendisinin de onunla olması gerektiğine dair Abdullah'a bir şart koşmuş, o da bu şartı kabul ettikten sonra onunla evlenmişti.

Kardeşleri İmam Hasan ve İmam Hüseyin'e inanılmaz derecede muhabbet ve sevgi besliyordu. Hatta Abdullah ile olan evliliği dahi onlara olan bu sevgi ve muhabbeti bir zerre azaltmamıştı. Her gün onları ziyarete gider, kucaklaşır, sohbet eder, sağ-salim olduklarını görüp sevinir, Allah'a şükrederek evine geri dönerdi. Ceddi Resul-u Ekrem'in, babası İmam Ali'nin, annesi Hz. Fatıma'nın ve kardeşi İmam Hasan'ın şahadetlerinin ardından geriye tek tesellisi İmam Hüseyin kalmıştı.

Kerbela'da onun da acısını sinesine çekerek esirler kervanıyla Kûfe'ye getirildi. Burada yeğeni İmam Seccad ile birlikte esir olmalarına rağmen Kerbela'nın mesajını korkusuzca insanlara tebliğ etti.

Şam'daki konuşmalarıyla Ehl-i Beyt'i tanımayan halkı aydınlattı. Medine'ye kadar varan esaret altındaki yolculukları sırasında geçtikleri her yerde olağanüstü hitabesiyle Kerbela kıyamını, İmam Hüseyin'in mazlumiyetini, Yezid ve Yezidilerin zulmünü çekinmeden insanlara aktardı. Bu konuşmalarla Ehl-i Beyt'in hakkaniyetini gözler önüne serdi. Yezid ve yandaşlarının gerçek kimliklerini gün yüzüne çıkarmayı başardı.

O, Kerbela faciasının ardından ölene dek gözyaşı döktü. Dedesi Resul-u Ekrem'in (s.a.a) ardından sabır gözyaşları döken anası Fatıma (s.a) gibi, o da "Sabırlı Kahraman" olarak tarihin en başköşesinde müstesna yerini aldı. Sonuç olarak hicretin 62. veya 64. senesinde hayata gözlerini kapadı. Zeynebiye adı verilen türbesi, bugünkü Suriye'nin başkenti Şam'dadır.

Şimdi Hz. Zeyneb’in faziletlerinden bazı örnekler:

1- Bu yüce şahsiyet, bizzat Hak Teala tarafından mübarek “Zeynep” ismiyle adlandırılmıştır.

Bu durumun sadece diğer 14 masum-i pak hakkında geçerli olduğunu görmekteyiz. Bu ise onun Allah indinde ne derece yüce bir makama sahip olduğunu göstermektedir. Bu hususta şöyle nakledilmektedir:

 “Hz. Zeynep dünyaya geldiğinde Resulullah (s.a.a) seferdeydi. Hz. Fatıma, Hz. Ali’ye dünyaya yeni gelen kızları için bir isim seçmesini önerince, Hz. Ali “Ben bu konuda Habibim Resulullah’tan öne geçmem” buyurdu. Hz. Resulullah (s.a.a) seferden dönüp de durum kendisine iletildiğinde, “Fatıma’nın çocukları benim çocuklarımdır. Ama onların isimlerini ancak Allah-u Teala tayin eder” dedi. Bu sırada Cebrail (a.s) inerek Hak Teala’nın selamını Resulullah’a ve Ehlibeyt’ine iletti ve şöyle dedi: “Hak Teala ‘Bu kıza Zeynep ismini verin; zira bu ismi Levh-i Mahfuzda yazmışız” buyurmaktadır. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) Hz. Zeynep’i kucağına alıp öptü ve şöyle buyurdu: “Bu kıza saygılı davranın; zira o Hatice-i Kubra gibidir!” (Reyâhinü’ş-Şeria, c.3, s.38)

İlginçtir ki Hz. Fatıma’nın Hz. Hatice’ye benzerliği Hz. Ali’den de nakledilmiştir. Rivayetlerde diyor ki Eş’as bin Kays, Hz. Ali’nin kızı Hz. Zeynep’e talip oldu. Hz. Ali (a.s) bu fasık insanın bu cüretine karşı şiddetle öfkelendi ve şöyle buyurdu: “Sen bu cüreti nerden buldun ki benden Zeynep’i istiyorsun?! Zeynep Hz. Hatice’ye benzer; o ismet kucağında büyümüş, ismet göğsünden süt emmiştir. Sen ona layık değilsin. Ali’nin canını elinde bulunduran Allah’a yemin olsun ki bir daha bu sözünü tekrarlarsan, bu sefer kılıçla cevabını veririm…” Hz. Zeynep’in Hz. Hatice’ye benzemesinde de önemli nükteler vardır. Belki de en önemlisi şudur ki Hz. Hatice her şeyini, hatta hayatını bile Resulullah’a adayıp feda ettiği gibi, Hz. Zeynep de adeta her şeyini zamanının imamı hücceti olan Hz. Hüseyin’e (a.s) adamış ve feda etmiştir. 

2- Zeynep ismi hakkında üç farklı tefsir yapılmıştır ki üçü de Hz. Zeynep’e yakışıyor. Belki de üçü de dikkate alınarak bu mübarek isim Hak Teala tarafından ona verilmiştir:

a) Zenibe kökünden dolu, yoğun: Güzellik ve kemaller açısından dopdolu ve yoğun olduğu için bu adla adlandırılmıştır.

b) Güzel görünümlü ve güzel kokulu ağaç: Her değerli şahsiyet veya her değerli ve nefis şey, Arap edebiyatında ağaca benzetilir. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ben ve Ali bir ağaçtanız.”

c) Zeyn ve Eb kelimelerinin bileşiminden oluşmuştur: Babasının süsü-ziyneti anlamında...

Hz. Zeynep beş masum insandan talim terbiye almış bir şahsiyettir. Evet, o her yönüyle babasının süsü, ziyneti ve iftiharıydı. Annesi “Ümmü Ebiha” (babasının annesi) lakabını aldığı gibi, o da “Zeynu Ebiha” (babasının süsü-ziyneti) lakabını almıştı.

3- Bir gün Emirü’l-Mu’minin Ali (a.s) henüz küçük yaşta olan oğlu Hz. Abbası ve Hz. Zeynep’i yayına oturtmuş, onlarla muhabbet ediyordu. Önce Hz. Abbas’a dönerek ona “oğlum, söyle bir” buyurdu. Hz. Abbas ‘bir’ dedi. Ardından “Söyle iki” buyurdu. Hz. Abbas “Babacığım ‘bir’ diyen bir dille ‘iki’ demeye utanıyorum!” deyince, Hz. Ali (a.s) küçük yavrusunun bu tevhidî şuurunu hayranlıkla karşılayıp, onu okşayıp sevdi. Diğer tarafında oturan Hz. Zeynep babasının sorusunu beklemeden “Babacığım dedi, bizi seviyor musun?” Hz. Ali (a.s) “Evet yavrum, çocuklarımız bizim kalbimizin bir parçasıdır” buyurunca, minik Zeynep’inden şu şaşırtıcı cevabı aldı: “Babacığım, iki muhabbet bir kalpte yerleşmez; o halde şefkat ve merhametini bize, halis muhabbet ve sevgini ise Allah’a ayır!”

4- Hz. Zeyneb-i Kubra’nın bazı Önemli sıfatları:

* Razîetu’l-Vahy (Vahiy kaynağından beslenen)

* Mahbûbetu’l-Mustafâ (Hz. Muhammed Mustafa’nın sevdiği)

* Kurretu Ayn’il-Murtaza (Hz. Aliyyel-Murtaza’nın göz nuru)

* Sirru Ebihâ (Babasının sırrı)

* Seliletu’z-Zehra (Hz. Zehra kızı)

* Nâibetu’z-Zehra (Hz. Zehra’nın naibi)

* Sâniyetu’z-Zehra (İkinci Zehra)

* Es-Sıddîkatü’s-Suğra (Küçük Sıddîka, Hz. Fatıma da büyük Sıddîka olarak adlandırılmıştır.)

* El-Masûmetü’s-Suğra (Küçük masume)

* Nâibetü’l-Hüseyn (a.s) (Hz. Hüseyin’in naibi-vekili)

* El-Kâmile (Kemale ermiş kadın)

* El-Fâzile (Faziletler mazharı kadın)

* El-Ârife (Arife kadın)

* Âbidetu Âl-i'r-Resul (Resul evlatlarının abidesi)

* Âbidetu Âl-i Ali (Ali evlatlarının abidesi)

* Veliyyetullah (Allah’ın velisi olan kadın)

* Emînetullah (Allah’ın enini olan kadın)

* Âlimetun Gayru Mualleme (Öğretmensiz alim)

* Fehîmetun Gayru Mufehheme (Gerçekleri vasıtasız anlayan)

* El-Fasîhetu’l-Belîğa (Fesahat ve belagat sahibi)

* El-Müvesseqa (Hadiste güvenilir kimse)

* El-Muhaddese (Kendisine ilham edilen kimse)

* El-Müctehide (Hak yolunda çok çaba gösteren kimse)

* Hâfızetü'l-Vedâyi-i vel-Esrâr (Risalet hanedanının emanet ve sırlarını koruyan)

* Sâbiretun Muhtesibe (Allah için her zorluğa sabreden)

* Betaletu Kerbela (Kerbela kahramanı)

* Lebvetü’l-Haşimiyye (Haşimi aslan)

* Akîletu Beni Haşim (Haşimoğullarının akıllı-zeki kadını)

Görüldüğü gibi bu sıfatlardan her biri, Hz. Zeyneb’in müstesna şahsiyetinin farklı boyutlarına ışık tutmaktadır.

5-  Dünya kadınları içerisinde dört büyük kadını istisna edersek fazilette Hz. Zeynep’le kıyaslanabilecek başka hiçbir kadın yoktur.

6- Hz. Zeynep, Muhammedî asaletin, Alevî fesahatin ve Fatımî iffet ve ismetin, Hasanî sabır ve metanetin, Hüseynî şecaatin mazharıydı.

7- O, gözleriyle beş masumun firakını yaşamış ve bunlara sabretmiştir. Bu yüzden de Ümmü'l-Mesaib" (musibetler anası) lakabını almıştır.

8- O, bir Kur’an müfessiri idi. Medine kadınlarına tefsir dersi veriyordu. Bir gün Emirülmu’minin (a.s) ders esnasında gelip de Hz. Zeyneb’in Meryem suresini tefsir ettiğini gördü ve “Kaf Ha Ya Ayn Sad” harflerinin neye işaret olduğunu beyan etti. Kaf: Kerbela, Ha: Helaket, Ya: Yezid, Ayn: Ateş (susuzluk), Sad: Sabır…

9- Hz. Zeynep aynı zamanda bir hadis râvîsidir. Aziz anası Hz. Fatıma’nın Mescid-i Nebi’de halifenin önünde okuduğu Fedekiyye hutbesini daha dört beş yaşında olmasına rağmen ezberlemiş ve nakletmiştir! Ayrıca küçük yaşına rağmen ceddi Resulullah'tan (s.a.a) da hadis nakletmiştir. İmam Zeynül Abidin (a.s), İbn-i Abbas, Muhammed bin Cabir, İbad Âmirî, Muhammed ibn-i Ömer, Ata bin Sâib, Fatıma binti'l-Hüseyn (a.s) ve diğer bazıları ondan hadis nakletmişlerdir.

10- O masumların, Hz. Fatıma, Hz. Ali, İmam Hasan, İmam Hüseyin, İmam Zeynü’l-Abidin’in (a.s.)  bakıcılık ve koruyuculuğunu yaptığı gibi, onların hedef ve mekteplerinin de koruyuculuğunu, elçiliğini yapmıştır.
11- Hz. Zeynep’in İbadeti: Yukarıda da aktardığımız gibi Hz. Zeynep’in lakaplarından birisi “Resul ve Ali evlatlarının abidesi” idi. O gerçekten ibadet ve münacata âşıktı. Hiçbir zorluk ve sıkıntı onun ibadet, dua ve münacatına engel değildi. Hepimiz biliyoruz ki onun en zor ve sıkıntılı günleri Kerbela ve sonrasındaydı. Ama bakın Hz. İmam Zeynü’l-Abidin (a.s) bu Allah aşığının hakkında ne buyuruyor: “Halam Zeynep Şam’a kadar kat ettiğimiz süreçte farz ve sünnet bütün namazlarını ve gece ibadetlerini aksatmazdı. Ancak bazı menzillerde zaaf ve açlığın etkisiyle ibadetini oturarak yapardı!” (Reyâhinü’ş-Şerîa, c.3, 62)

Hz. İmam Hüseyin (a.s), o eşsiz makamına ve ismet derecesine rağmen Kerbela’da bacısıyla vedalaşırken “Bacı, gece nafilesinde bana da dua etmeyi unutma” buyurmuştu! (Reyâhinü’ş-Şerîa, c.3, 61-62)

Muhammed Gâlib-i Şâfiî-yi Mısrî şöyle yazıyor: “Hz. Zeynep, gecelerini ibadet, gündüzlerini oruçla geçiriyordu ve takvasıyla meşhur idi.”      
                                                                                                                                                               
12- Hz. Zeynep’in İffeti: Yahya Mâzinî şöyle diyor:  Uzun zaman Medine’de Hz. Ali’nin (a.s) hizmetinde bulundum. Evim Hz. Ali’nin kızı Hz. Zeynep’in evine komşuydu. Allah’a yemin olsun ki hiçbir zaman onu görmedim, sesini duymadım. Resulullah’ın ziyaretine giderken geceleri giderdi. Giderken de bir tarafında Hz. Ali, bir tarafında Hz. Hasan, bir tarafında da Hz. Hüseyin yer alırdı.”

Hz. Zeynep en zor şartlarda dahi iffet ve hayâsından ödün vermemiştir. Tarihler şöyle yazar Hz..Zeynep Kerbela olayında yüzünü elleriyle kapatırdı; zira peçesi elinden alınmıştı!” İbn-i Ziyad melunun meclisinde o zalim tarafından görülmesin diye esir kadınlarca etrafı sarılı halde onların ortasında oturuyordu.

Yezit melunun meclisinde ona şöyle haykırmıştı: “Ey (Resulullah tarafından) azat edilmişlerin oğlu, bu adalet mi? Kendi kadınlarını perde ardında tutarken, Peygamber kızlarını esir ederek (sağa sola) sürüyorsun; onların tesettürlerini yırtmış, yüzlerini açmışsın!” (Biharü’l-Envar, c.45, s.134)

13- Hz. Zeynep’in Fedakârlık ve Cömertliği: Bir gece Emirü’l-Mu’minin’in evine misafir geldi. Hz. Ali (a.s) “Ey Fatıma, evde misafire ikram edecek bir şey var mı?” diye sorunca Hz. Fatıma “Hayır dedi, sadece bir parça ekmek vardır ki kızım Zeynep’in payıdır!” Henüz uyumayan Zeyneb-i Kubra, bu konuşmayı duyunca “Anneciğim, ekmeği misafire ikram edin, ben sabredebilirim!” diyerek o minicik bedeninde ne denli büyük bir ruh taşıdığını ortaya koydu! O gün henüz dört beş yaşında olan Hz. Zeynep’in cömertliği böyle olursa, büyüdüğünde nasıl olur, artık siz tahmin edin. Esasen Hz. Zeynep’in en büyük cömertliği, adeta her şeyini Allah yolunda feda etmesiydi.

14- Hz. Zeynep’in Sabrı ve İrfanı: Bir insanın marifetullah derecesi ve sabrı gördüğü musibetler ve verdiği imtihanların büyüklük derecesiyle ölçülür. Hz. Zeynep küçüklüğünden beri birçok musibet, bela ve imtihanla karşılaşmış ve hepsine de en güzel şekilde sabretmiş ve imtihanlardan yüzünün akıyla çıkmıştır.

Zaten Ceddi Resulullah (a.s) Hz. Zeynep’in küçük yaşta gördüğü rüyayı yorumlarken bu musibetleri kendisine haber vermişti. Rivayetlerde nakledildiği üzere Resulullah’ın vefatına yakın bir zamanda bir gün Hz. Zeynep gördüğü bir rüyayı ceddine şöyle anlattı: “Ya Resulallah, dün gece rüyamda şiddetli bir fırtınanın estiğini ve dünyayı karanlığa boğduğunu gördüm. Ben fırtınanın şiddetiyle sağa sola savruluyordum. Bilahare büyük bir ağaca tutundum. Ancak fırtına ağacı da kökünden söktü ve ben yere düştüm. Ben yeniden ağacın bir dalına tutundum, ama o da kırıldı. Ardından bir başka dalına tutundum, fakat o da fırtınanın şiddetiyle kırıldı. Sonra birbirine yapışmış iki dala tutundum. Aniden o dallar da kırıldı ve ben rüyadan uyandım!” Hz. Zeynep’in rüyasını dinleyen Resulullah (s.a.a.) uzun uzun ağladı ve şöyle buyurdu: “İlk tutunduğun ağaç senin ceddindir ki yakında dünyadan göçecektir. Daha sonra tutunduğu iki dal annen ve babandır ki çok geçmeden onlar da dünyayı terk ederler. Birbirine yapışmış iki dal ise, kardeşlerin Hasan ve Hüseyin’dir ki onların musibetinde dünya kararacaktır.”

Bu musibetlerle küçüklüğünden beri bir bir karşılaşan Hz. Zeynep, hiç kuşkusuz en büyük imtihanını Kerbela’da vermiştir. Bir yandan onca musibeti göğüsleyen, yedi kardeşini, üç yeğenini ve diğer bir çok yakınının yanı sıra iki aziz yavrusunu da Allah yolunda feda eden bu Ali ve Zehra yadigârı, diğer yandan hasta olan masum İmam’ın (Hz. İmam Zeynü’l-Abidin’in) koruyuculuğunu, sahipsiz kadınların ve çocukların rehberliğini üstlenmiş, bunlarla birlikte en büyük görevi olan Hüseynî kıyamın elçiliğini yapmayı ve Hüseynî mesajları gafil insanlara ve tarihe ulaştırmayı da en mükemmel şekliyle yerine getirmiştir.

Zeynep ey Kerbubelâ'nın yarısı, ey kahraman
Zeynep ey şanlı kıyamın varisi, ey kahraman

Kerbelâ Kerbelâ'da kalırdı sen olmasaydın
Dökülen kanlar heder olurdu sen olmasaydın

Böylesine zor, böylesine çetin ve benzersiz imtihan sahnelerinde dahi, kimse onun ağzından Hakk’ın rızasına aykırı bir kelime duymamıştır. Tam tersine her zorluk ve her bela onun direnç ve imanını artırarak hareket ve sözlerine yansıtmakta, Hakk’a teslimiyetini defaatla ortaya koymaktaydı. İbn-i Ziyad melunun karşısında haykırdığı bu muhteşem ve emsalsiz cümle, onun sabır, rıza, teslimiyet ve irfanını, tarifi mümkün olmayan bir düzeyde ortaya koymuyor mu?: “Ben Rabbimden güzellikten başka bir şey görmedim!”

15- Hz. Zeynep’in Şecaat ve Belagati: Hz. Zeynep (s.a) Kerbela’da, özellikle Kerbela sonrası gittiği her yerde, tarihin en korkunç cinayetini işleyen o gaddar ve vahşi yaratıklara karşı zerre kadar korkuya kapılmadan hak ve hakikati, Hüseynî mesajları en gür sesiyle ve en beliğ ve fasih cümlelerle haykırmış ve zalimlerin tahtını, tacını sallamış ve onları cümle âleme ve tarihe rezil rüsva etmiştir. Onun Kufe ve Şam’da okuduğu hutbelerini duyanlar, babası Emirü’l-Mu’minin Ali’nin (a.s) hutbelerini hatırlamışlardı. Kufe halkına hitaben ve İbn-i Ziyad ve Yezid’in meclislerinde okuduğu hutbeler, onun ilim ve irfanını yansıttığı kadar, şecaat ve fesahatinin de ne düzeyde olduğunu bütün aleme ispat etmiştir. Biz Örnek olarak sadece Yezid’in meclisinde okuduğu hutbeyi aktarmakla yetiniyoruz:

Hz. Zeynep'in Şam'da Yezid'in karşısında okuduğu hutbe:

"Allah'a hamd-ü sena ve Resulüne salât u selamdan sonra şu ayeti okudu: "Sonra kötülük yapanların uğradıkları son, Allah'ın ayetlerini yalanlamaları dolayısıyla çok kötü oldu!" (Rum, 10)

Sonra şöyle devam etti: "Ey Yezid, esir olarak şehir şehir dolaştırmakla bu geniş yeryüzünü ve bu fezayı bize dar ettiğini, bizi Allah katında hor ve zelil, kendini de yücelttiğini ve bu olayların da senin yüce makamından olduğunu mu sanırsın ki böyle övünüp seviniyorsun? Dünyayı abat ettiğin, şenlendirdiğin için çok mu mutlusun? Her şeyin istediğin gibi gerçekleşmesine ve saltanatı ele geçirmene çok mu seviniyorsun? Yavaş ol, yavaş ol! Allah'ın "O küfre sapanlar, kendilerine tanıdığımız süreyi, sakın kendileri için hayırlı sanmasınlar; biz onlara, ancak günahları daha da artsın diye süre vermekteyiz. Onlar için aşağılayıcı bir azap vardır" (Al-i İmrân, 178) buyurduğunu unuttun mu yoksa?

Ey (Mekke fethi sonrasında Peygamber tarafından) azat edilenlerin oğlu, kendi kadın ve cariyelerini örtüp Resulullah'ın kızlarını açık yüzlerle ve örtüsüz bir hâlde düşmanlarının yanında şehir şehir dolaştırman ve her konakta oranın sakinlerine teşhir etmen, yabancıya ve aşinaya bu himayesiz esirleri göstermen insaf ve adalet midir? Soylu ve necip insanların ciğerini ağzına alıp emen, sonra da dışarı atan ve şehitlerin kanıyla beslenen (Hz. Hamza'nın ciğerini çiğneyen Yezid'in büyük annesi Hind'e işareten) birinden nasıl merhamet beklenebilir? Her zaman itiraz, husumet ve kinle bize bakan biri, elinden gelen her türlü kötülüğü neden yapmasın? Şimdi de bu yaptığıyla sanki günah işlememiş gibi, sarhoş ve mağrur bir hâlde, cennet gençlerinin efendisi Eba Abdillah'ın (Hz. Hüseyin’in) dişlerine çubukla vuruyor ve pervasızca "Bedir savaşında ölen büyüklerim, keşke burada olsalardı da bu durumu görerek çığlıklar atıp 'ellerin dert görmesin ey Yezid' deselerdi” diyorsun.

Evet, niye söylemeyesin ve niye bu şiiri okumayasın ki? Sen Muhammed (s.a.a) evlatlarının kanına buladın ellerini ve yeryüzünün yıldızları olan Abdulmuttalip oğullarını katlettin. Fakat sen bununla kendi ölüm ve bedbahtlığına zemin hazırladın. Şimdi de duyuyorlarmış gibi kendi kavminin büyüklerine sesleniyorsun. Ne var ki çok geçmeden sende onlara katılacak ve "Keşke ellerim kırılsaydı ve dilim lal olsaydı da bunları söylemeseydim." diyeceksin.

Ey güçlü Allah'ım! Bize zulmedenlerden intikamımızı ve hakkımızı al ve gazabının ateşinde yak onları!

Ey Yezid! Sen bu yaptıklarınla ancak kendi derini yüzdün ve kendi etini parçaladın. Çok geçmeyecek; Peygamber evlatlarının kanını dökmek ve Ehlibeytine saygısızlıkta bulunmakla yüklendiğin bu vebalin altında Peygamber’in huzuruna çıkacaksın. O gün Allah onları bir araya toplayacak ve haklarını alacaktır. "Allah yolunda ölenleri sakın ölüler sanmayın. Hayır, onlar Rableri katında diridirler, rızıklanmaktadırlar." (Al-i İmrân, 169)

Allah'ın hükmedici, Muhammed'in (s.a.a) davacı ve Cebrail'in de ona yardımcı olacağı gün senin için yeterlidir. Seni bu makama getirerek Müslümanların sırtına bindirenler, zalimler arasında ne de kötü bir bedel seçtiklerini çok yakında anlayacaklar. Hangimizin daha bedbaht olduğunu bilecekler.

Sen konuşulmayacak kadar değersiz birisin. Ama bu durum seninle konuşmaya (bizi) mecbur etmiştir. Seni kınamak ve zemmetmekse benim gözümde değerli ve büyük bir iştir. Fakat gözler ağlıyor ve sineler de gam ateşiyle yanıyor. Ah, Allah ordusunun şeytan ordusunun eliyle öldürülmesi ne ilginçtir! Bizim kanımız bu ellerden akıyor ve etlerimiz ise ağızlarında çiğneniyor. O tayyib ve pak bedenler, yer üstünde kalmıştır...

Ey Yezid! Eğer bugün galip gelerek, bunu ganimet biliyorsan, yarın yaptıklarından başka bir şey göremeyeceğin gün bunun hesabını vereceksin. Allah kullarına zulmetmez. Biz de şikâyetimizi ona yöneltiyoruz. Çünkü O'dur sığınağımız.

Ey Yezid! Kendi işinle meşgul ol, istediğin şekilde düzen kur, hile yap ve çalış. Ancak Allah'a andolsun ki bizim adımızı silemeyecek, vahyimizi söndüremeyecek ve öldüremeyeceksin, işimizi bitiremeyeceksin. Alnındaki bu lekeyi de silemeyeceksin. Çünkü aklın alil, yaşayacağın günler az ve kalildir. Münadi "Allah'ın lâneti zalimlerin üzerine olsun" diye seslendiğinde, o gün bu topluluğun dağılmış olacaktır.

Allah'a hamdolsun ki başlangıcımızı saadet ve mağfiret, sonumuzu da şahadet ve rahmet kıldı. Allah'tan istiyoruz ki nimetini, şehitlerimize tamamlasın; mükâfatlarını artırsın ve bizleri de salih haleflerden kılsın. Çünkü o, bağışlayandır; şefkatlidir. Allah bize yeter; ne de güzel vekildir O." (el-Luhuf -Seyyid İbn-i Tavûs-, s.121)

 

Ya Zeynep!


Sen doğduğun zaman doğdu âdeta
Hüzünler, belâlar, fâni dünyada

Sabır, rıza senin ikiz kardeşin
Yiğitlikte olmaz yiğitler eşin

İlmin bir deryadır, üstadın Zehra
Senden aldı ziynet baban Murtaza

Övünür adınla senin her kadın
Zalimler titretir mukaddes adın

İzzet namın ile eder iftihar
İffet senin ile buldu itibar

Sabrın mesajların ile ya Zeynep!
Yaşayacak ilelebet bu mektep

Hutbelerin sarstı Kufe'yi, Şam'ı
Esaretin tekmil etti kıyamı

Acıklı feryadın titretti herkesi
Boğazından çıkan Murtaza sesi

Sesin kulaklarda hâla çınlıyor
Feryadından yerler gökler inliyor

Sen esir oldun ki kurtulsun esir
Zincire vuruldun, kırılsın zincir

Keşke yığsa âlem kuvvetini hep
Verse ümmete bir daha bir Zeynep




Hz Zeynep’in (s.a) temiz kabrinin mekânı hakkında üç ihtimal mevcuttur[i]: Medine, Şam ve Kahire. Bu üç ihtimalden her birinin taraftarları mevcuttur ve onlar kendi görüşlerini ispatlamak için bir takım deliller getirmişlerdir. Kesin bir şekilde Hz. Zeyneb’in (s.a) kabrinin nerede olduğu belli olmasa bile, bu büyük şahsiyete isnat edilen ziyaret ve mekânların zikir, Allah’a yönelme, insan yetiştirme ve şehitlerin Ehlibeyt ile bağlılık kurduğu yerler olduğu söylenebilir. Ehlibeyt’in defnedildiği yer neresi olursa olsun onların anı ve hatıraları diridir ve onlar kendilerine aşk duyan halkın kalbinde yer alır.