KARIŞIK

26 Şubat 2016 Cuma

Kul Fakır Ali (Merzifonlu)

Kul Fakır Ali (Merzifonlu)


 
 

Amasya’nın Merzifon ilçesine bağlı Kıreymir Köyünde 1873 de doğdu.1938 yılında Hakka yürüdü.Türbesi Merzifon’da evinin bahçesindedir.Asıl adı Ali’dir.Gümüşhacıköy’e bağlı Keçiköy’de bir düğüne güreşmek üzere pehlivan olarak gitti.  Aşık Kul Hüseyin adlı dervişin telkinlerine ve “gerçek pehlivan kendisiyle,kendi hırsıyla,kendi nefsiyle güreşen,onu yenendir” demesi üzerine Ali,”Sadaksın üstadım” diyerek, Aşı Kul Hüseyin’in sözlerine,öğütlerine uydu.Kendisine orda Kul Fakır mahlası verildi.Gönlüne aşkın,muhabbetin ateşleri doldu.Okur yazar değildi.Hacı Bektaş dergahına özellikle o sıralar Pir postunda oturan Ahmet Cemalettin Çelebi’ye büyük bir saygıyla,hayranlıkla bağlandı.Deyişleri yöresel aşıklar tarafından cemlerde söylenmektedir.Deyişleri A.İhsan Aktaş ve Sabri Yücel  tarafından derlendi.” Anadolu’da bir duru kaynak;Aşık Kul Fakır (1991-İstanbul ) adıyla yayınlandı.
 
Kul Fakır bir gün komşu köylerden Diphacıya gider. Akşam muhabbet sofrası kurulur. Aşıklık yapan Kul Fakır'a Haydar Hoca adındaki bir zat, Sefil Ali aşkına bir dolu verir. Kul Fakır kadehi alır, ocağın küllerine döker. Haydar Hoca bu sefer başka bir ermiş kişinin ismini anarak tekrar bir dolu daha verir. Kul Fakır yine aynısını yapar ve kadehi ocağın küllerine döker. Haydar Hoca üçüncü doluyu verirken "bu da Mustafa Kemâl'in aşkına olsun" der. Kul Fakır doluyu alır ve "ey erenler, o büyük zat aşkına zehir olsa içerim, ah mümkün olsa da ömrümüzden beşer onar yıl o cana verebilsek" diyerek kadehine niyaz edip demini içer.
 
AŞIKLIĞI
Âşıklığı ise, Kul Hüseyin tarafından uyarılması ile başlar.
Kul Fakır pehlivandır, güreşlere katılır. Düğünlerde, törenlerde güreş olurdu eskiden. Bir gün bir yerde davet olur; Kul Fakır’ı götürürler güreş için; pehlivanlığa çıkar. Gümüşhacıköy’e bağlı Keçiköy var, Keçiköy’ de yetişmiş bir evliya vardır Kul Hüseyin diye... Kul Hüseyin der ki, “ Gerçek pehlivan nefsini yenendir, nefsiyle güreşendir.” O zaman Kul Fakır nefsiyle güreşmeye başlar, nefsini yener. “Saddaksın pirim” der ve uyanır. O zaman güreşi bırakır, nefsiyle güreşmeye başlar. Ama zaten Kul Fakır’ın soyunda var, nefsinde var, bu yolun yolcusu o. Kul Hüseyin’ den de o kelimeyi kaptıktan sonra tamamen kendini yetiştiriyor.

KAYNAK : Vardan Yoğa İki Irmak Arasında Aleviliğin İzleri, Nurbanu Karataş- Evrim Can İflazoğlu,Ocak 2015, Çorum  HBVAKV

 
1
Dostun gül cemali cennettir bana
Ne çare ayrılık zamanı geldi
İstemem ayrılmak senden sultanım
Ne çare ayrılık zamanı geldi
 
İstemem ayrılmak senden sultanım
Gül cemale aşkın ile nalanım
Çıkarma gönlünden dinim imanım
Ne çare ayrılık zamanı geldi
 
Kul FAKIR’im aşık aşka yanandır
Hak erenler birbirinden kanandır
Dosta doymak olmaz kanan yalandır
Ne çare ayrılık zamanı geldi
 
 
2
Seyrimde gezerken üç dilber gördüm
Biri aydır,biri ol güne benzer
Aşkın dolusunu sundu elime
Biri allar giymiş ahtere benzer
 
Üçler olup beşten haber alınca
Üç sünneti,yedi farzı kılınca
Sağıma soluma haber verince
Sağdaki  sevdiğim Sultana benzer
 
Mümin olan arı gibi iniler
Bin çiçekten alır balı bir eyler
Güzeli görenler aynayı n'eyler
İçi ahret dışı dünyaya benzer
 
Aklımı başımdan aldı bakışı
Yaktı şu sinemi aşlın ataşı
Ölmeden evveli ölse bi kişi
Kur'an da okunan imlaya benzer
 
KUL FAKIR'im ezel ağladım, gülmem
Okumuşum aktan,karayı bilmem
Bin derman verseler bu derdi vermem
Her dem kalp evinde durana benzer
 
 
3
Aşkın cemalin çıkmaz serimden
Pare pare etseler ayrılmam senden
Ayırma sevdiğim bizi bu demden
Canım kurban olsun yoluna dilber
 
Ya nice sevmeyim böyle dilberi
Sıdk ile severim sevdiğim yari
Ay ile gün gibi hüsnü cemali
Ezelden hayranım nuruna dilber
 
Kaşların bismillah levhi kudret
Gözlerin velleyli nuru hidayet
Elheme esmasın vücudun ayet
Cihanda erilmez sırrına dilber
 
Dost bakışlı aslan pençeli
Yaralı kalbime vurdun hançeri
İlikten kemikten kandan içeri
Bari ihsan eyle kuluna dilber
 
KULFAKIR'ım sızlar yürek yaresi
Dostun dosta kavuşmanın sırası
Sultanım elinde derdim çaresi
Ezelden yanarım narına dilber
 
 
4
Gönül arzuladı düştük yollara
Sürdüğümüz Balım Sultan yoludur
Düşürdün sultanım bizi dillere
Durduğumuz Ali Mansur darıdır
 
Darına dururuz cem-i alada
Göster didarını bize seyramda
Sultan Cemal derler aslı pek-zade
Cemalin görmek de gözün karıdır
 
Şükür kavuşturdu Pir Balım Sultan
Gezindi bendimi ol Şah-ı Merdan
Kusurum çok imiş, yakamda noksan
Sıtkınan sevenin  sadık yaridir
 
Dertliyim derdime dermana geldim
Ali’m veliyullah fermana geldim
Cömertsin sultanım ihsana geldim
Güzel nutkun kalp evini arıtır
 
Kul fakır’ım serim kurban yoluna
Sultan olan bakar kulun halına
Lahmike cismike indi şanına
Ruh be ruhumuzu veren velidir
 
 
5
Gel gönül gidelim dost illerine
Aşkınan gidende yol incinir mi
Sultanı bilirse kulun halini
Mushafın yazmaya el incinir mi
 
Mushafın Kübradır vucüd-ı insan
Allamet Esma’yı .uyurdu süphan
İlm-i müsemmayı zikreder lisan
Hal ile söyleyen dil incinir mi
 
Dilde ikrar gerek tekrar olmasın
Güllerimiz has bahçede solmasın
Kel ırakip andelibi görmesin
Bülbülün sesinden gül incinir mi
 
Güllük gülistanlık dostun cemali
Aslı pak olanlar bulur kemali
Su balığı sakın öldürmen anı
Balık oynayınca göl incinir mi
 
Kul Fakır’ım marifet burasında
Kulluk hatmolunda ba’yı isminde
Yüz on dört surede mevcut Yasinde
Hakikate eren hal incinir mi
 
6
Dertli gönlümü deftere
Yazım neyleyim neyleyim
Ben söyledim yar tutmadı
Sözüm neyleyim neyleyim
 
O yar merhamet etmiyor
Sevdası serden gitmiyor
Kırık kollarım tutmuyor
Dizim neyleyim neyleyim
 
Kul Fakır’ım dost yoluna
Dost düşman çıktı seyrine
Mezarımı dost köyüne
Kazım neyleyim neyleyim
 
7
Yüz yirmi dört bin nebinin sesi
Sesini duyanlar çeker yası
İsmi Azam ol Ali'nin duası
Okuyanlar mahrum kalmaz inşallah
 
Nice nebi veli göçtü bu handan
Sevenleri biz de serveriz candan
Alış veriş etmek biz her dükkandan
Erenler verdiğin almaz inşallah
 
Erenlerin kavli birdir iki olmaz
İkilikte kalan menzile eremez
Nara atsalar şu canım yanmaz
Ali'yi sevenler ölmez inşallah
 
"Muti kable ente mute" ermişiz
Ölmeden evvelin bir kez ölmüşüz
Biz bu hana üç beş defa gelmişiz
Baki ıkrar fani olmaz inşallah
 
Elüstü bezminde bir ıkrar verdik
Gahi akıllandık gâhi deli olduk
Sultan Veyis ile Yemen'den geldik
Sırrımıza kimse ermez inşallah
 
Aşığın çektiği aşk belasıdır
Hitabından gelen Hak nidasıdır
Kendini bilmeyen Hakk'a asıdır
Böyle güruhlara salmaz inşallah
 
KUL FAKIR'ım başa gelen ne haldır
Hakkında ferman var işin de zordur
Balım Sultan düşmüşleri sen kaldır
Bize bühtan eden onmaz inşallah
 
 
8
Şaha doğru giden kervan
Çok ağlattın güldür beni
Düşmüşem elden ayaktan
Tut elimden kaldır beni
 
Tut elimden ferman eyle
Gel bu derde derman eyle
Götür yare kurban eyle
Öldür derse öldür beni
 
Arıydım baldan ayrıldım
Ne şirin dilden ayrıldım
Bülbüldüm gülden ayrıldım
Gülistana kondur beni
 
Tut elimden düşmeyeyim
Doğru yoldan şaşmayayım
Derdim çoktur deşmeyeyim
Böyle şaha bildir beni
 
Yandı KULFAKIR’ ın bağrı
Derde tay olmuyor ağrı
Çek katarı şaha doğru
Eli süre indir beni

9
Her neyi ararsan vardır bu demde
Velâgat keremna ben-i ademde
Uzaktan arama, fark et sen sende
Bir pınardan bin deryayı süzen var
 
Cümlenin mabutu Hak sende hazır
Vezirlikten geçip olursun nazır
Her nereye baksan görünen hızır
Yer nazarda dü cihanı gezen var
 
Cümle aradığın vardır ademde
Arayıp bulanlar demezler bende
Görenlerde der ki, ne olur şunda
Dört Kitap'ı derceyleyip yazan var
 
Okuyup ilmine âmil olanlar
Seni fark etmez mi kendin görenler
Mümin müslim böyle mi olur erenler
Günde yüzbin, tarikinden azan var
 
Gerçek olan belli olur işinden
Dost dosta varamaz gönül kışından
Halım yaman oldu adu taşından
Ebu Cehil gibi kuyu kazan var
 
Erenler sevmezler yoldan azanı
Bu ceme almazlar ıkrar bozanı
Gerçek erler fark etmez mi düzeni
Sen demeden diyeceğini sezen var
 
KUL FAKIR' ım taş atan kendine atar
Herkesin attığı kendini tutar
Sabreden kulların didara yeter
Kırklar meclisinde engür ezen var

10
Ceddi Piri Baba bir bab sultanım
Gönüller evinde aziz mihmanım
Fatiha suresi, ümm-ül Kuranım
Yüzüm dergahına sürmeye geldim 

Girdim dergahına yeşil serili
Körler görebilmez perde gerili
Baytullah'ta gören var mı Halil'i
Onun ananesin sormaya geldim

Kalbi Beytullah'tır türbe-i celil
Piri Baba Sultan önümde delil 
Sırrı Balım Sultan, Pir Bektaş Velim
Gönülde makamım görmeye geldim 

Nerede çağırsam hazır yanımda 
Söyleyen ben değil,  Hızır yanımda 
Muhammed Ali nin vezir yanında 
Sahavet hüccetin almaya geldim 

Muhabbet Muhammed Ali değil mi
Nasipler verici Veli değil mi
Cümle evliyadan ulu değil mi
Dar-ı Çeç' de namaz kılmaya geldim

Müminin kıblesi dostun didârı
Muhabbet aşığı neylesin varı
Dilde zikrederim On İki İmamı
Ölmeden evveli ölmeye geldim

Sene bin üç yüz kırk birde geldi
Allah Muhammed'e Cebrail saldı 
Cebrail Ali'yi Kandil 'de buldu
Kubbenin üstüne konmaya geldim

Kubbe muallakta altı suyudu
Gelen geçti, gene dünya buyudu
Hasan -Hüseyin' in nesli büyüdü 
Zeynel'im zindana girmeye geldim 

İmam Bâkır idi çöllerde gezen 
İmam Cafer idi Buyruk'u yazan
Ebu Cehil idi kuyular kazan
Musa Kazım serim vermeye geldim

Şah Taki ba-Naki dest-i velayet
Hasan-ül Askeri göster sahavet
Mehdi yol içinde yapar adalet 
Girip mağaraya kalmaya geldim

Mağarayı muallağa koydular
Orada bileydi üçler,  yediler 
İmamlar ismine erkân kurdular 
Onun icraatın bilmeye geldim

KUL FAKIR ım yol Muhammed- Alinin
Settar eyle sır Muhammed Alinin
Hilaf katma din Muhammed Alinin 
Gulâmım kapında durmaya geldim

11
Atatürk İle İlgili Bir Deyiş:
 
Kemâl'in var olsun Mustafa Paşa
Irakıplar ölsün hele sen çok yaşa
Ortayı mal ettin hazır ol başa
Vakit tamam oldu meydan geliyor
 
Meydanda bell'olur er ile körler
Düzde menzil almaz dikine zorlar
Çoktan geçtiyidi hayır ü şerler
Islahat memuru sultan geliyor
 
Sultan olan kula bulmaz kusuru
Hicaz'ı Mekke'yi bekle Mısır'ı
Sıdkile tutarsan alun yesiri
İsmail'e Hak'tan kurban geliyor
 
Kurban olan Ehl-i Beyt yoluna
Kem bakmayın siyasinin haline
"Allah-ü Ekber"i getir diline
Binine yetecek bir can geliyor
 
Canını verenler cananın bulur
Canını sevenler geriye kalır
Acaba onların hali nic'olur
Zülfikar elinde aslan geliyor
 
Yedi kral olsun Hak muin ise
Esef çekme yetmiş dahi gelirse
Onların asleri topu var ise
Şükür bize Hak'tan bürhan geliyor
 
Hani padişahlık nerede kaldı
Zevk ü sefa ile aklını aldı
Yola kem bakanlar belasın buldu
Dünya başlarına zindan geliyor
 
Tanrı'nın aslanı Hazreti Ali
Ta ezel Kandil'de kurdu bu yolu
Sıdkile tutarsan yetürün eli
Nice bin dertliye derman geliyor
 
Bâ noktası gönüllerinden çıktı
Ecnebi kızları evini yıktı
Sekiz yüz cariye belini büktü
Sandılar ki hergün bayram geliyor
 
Bilemedi milletin halini
İtalyan kızına yaktı balonu
Başa geçirmişler elin körünü
Halbuki hakkında ferman geliyor
 
KUL FAKIR'ım fermanını okudu
Andelibim dost bağında şakıdı
Aklı selim gönül evi pak idi
Mümin müslümana seyran geliyor

12
Her sabah her sabah bülbülün sesi
Bülbül avazını güle getirir
Yiğit olan sırrın kimseye demez
Kötü kalbindekin dile getirir
 
Yiğit olan eşiğinden bellidir
Yiğit kamil olur yüzü yerdedir
Kurttan doğan yine kurt eniğidir
Akıbet başına bela getirir
 
Yalınız gidip yoldaş olma yolsuza
Komşu olma rehbersize pirsize
Selam verme namussuza arsıza
Birgün namusuna hile getirir
 
Erenler de der ki Selman-ı paktır
Kırklar da derler ki cümlesi haktır
Cehennem evinin ateşi yoktur
Herkes ateşini bile getirir
 
Kul Fakır'ım gezdim gurbet ellerde
Bülbül ötmez gülistansız güllerde
Çok keramet vardır tatlı dillerde
Dağdaki deliyi yola getirir
 
13
Zamane halkının yanına varma 
Her cahil âdeme sırrını verme 
O seni görmezse send'onu görme 
Budur bu âlemde halın makbulu 

Hal içinde hallar vardır görürsen 
Eğer bu sözümden ibret alırsan 
Hak kelâmı fark eyleyip bilirsen 
Al-i İmran okur dilin makbulu 

Dinimiz Muhammed, dilimiz Kur'an 
Aliyyülazim'dir dersimiz veren 
Elham suresinden süzülüp gelen 
Birlik makamıdır yolun makbulu 

Yolu kuran kurdu böyle aslından 
Er olanlar belli olur zatından 
Körler seçemedi Hakk'ı batıldan 
Akrabadan hoştur elin makbulu 

El mi olur biri birin bilenler 
İkiliği atıp biri bulanlar 
Cife-i dünyadan elin alanlar 
İkilikten geçer birin makbulu 

Birlik makamına sahip olmalı 
Sabredip de selameti bulmalı 
Kaf u Nun'un haberini almalı 
Cennet-i Âlâ'da şarın makbulu 

KUL FAKIR'ım bizde geldik o şardan 
Getirip götüren ol Şah-ı Merdan 
Evveli kulluktur ahiri sultan 
Doğup dolunandır nurun makbulu

 
Kaynak:AŞIK KUL FAKIR- A. İhsan Aktaş- Sabri Yücel- 1991, İstanbul) 

DOĞRU GAZİ TÜRBESİ

DOĞRU GAZİ TÜRBESİ
         Türkiye’nin genel dini yapısı gereğince nasıl ki bazı istek ve umutlar için Türbelerde kurban kesilir ve adaklar yapılırsa bu gelenek ve görenekler Akçaalan kasabasında devam etmektedir. Her sene kurbanların kesilip adakların yapıldığı bu diğer türbe Akçaalan kasabasına 3 Km. uzaklıkta bulunan Doğru Gazi Türbesidir.
         Türbenin bulunduğu alanın tamamı meşe ağaçlarıyla çevrili 40 dönümlük bir mevkiyi kaplamakta olup, yaz aylarında, bol suyunun olduğu bu tepeye gelinerek hem türbe ziyareti yapılır hem de kebaplar çevrilerek piknik yapılır.
         Doğru Gazi tepesinden çevreye bakılınca tüm köy ve kasabalar görülmekte ve gün batımı seyretmenin tadına doyulmayan ender mesire alanlarından biridir.
Akçaalan Muharebesinde ve Doğru (GAZİ) Baba Türbesine Ait Anlatılan Hikaye ;  
    Bu tepenin eteklerinde Yunan Kuvvetleri  ile çarpışa sırasında, düşman kuvvetleri bozguna uğramış  ve kaçarlarken 11 kişilik düşman süvarisi arkalarına bakmışlar, bir de ne görsünler, yanlız bir Türk kahramanı var. Hemen geri dönmüşler, Doğru Gaziye hücum etmişler, orada bir saatten fazla savaşmışlar. Doğru Gazi bunlardan yedi düşman askerini öldürmüş, fakat kendisi de tan yedi yara almış artık kılıç sallayacak takati kalmayınca şimdiki yattığı tepeye doğru, sarp ve dik yerlerden çıkmaya başlamış.
     Bir aralık sağ kalan dört düşman askeri Gaziye yaklaşmışlar, tam o sırada yaralı cengaverimizin eyerinin kolanı kopmuş, eyer atın sırtından kaymış, kendisi de yere düşmüş, eyeri almaya, kolanı bağlamaya da vakit kalmamış, hemen silkinip bir elle kanlı kılıncına dayanmış, bir elini göğe kaldırmış, önce çok sevdiği eyeri için şu duayı okumuş;

BULANDI GÖZLERİM, DALDI UMMANA
YA EĞER! TAŞ KESİL KALMA DÜŞMANA
YOLLANDIM GİDERİM, ULU RAHMAN'A..
YA EYER! TAŞ KESİL KALMA DÜŞMANA !  

ALLAHIN HERŞEYE KADİRSİN KADİR
EYERİ DÜŞMANIN GÖZÜNDEN YETİR !
ÖZÜNDEN BİRİNCİ DİLEĞİM BUDUR
YA EYER TAŞ KESİL KALMA DÜŞMANA !

duası biter bitmes eyer hemen taş kesilip kayalara yapışmış ve duası Allah katında kabul olmuştur. 
Eyer taş kesildiği tepede o zamanki yerinde halen  durmaktadır.
  

Dört Kapı Kırk Makam

Dört Kapı Kırk Makam

















Bektaşi Tarikatı'nın en büyük özelligi, bir okul olmasıdır,
kurumsallaşmasını tam olarak tamamlayan bu yapının,
onlarca tasavvuf ereni yetiştirmesi büyük ölçüde bu oluşum ve
eğitim sistemine bağlıdır,
öyle ki Bektaşilikte, sofraya konulan gıdaların sofraya konulma sırasına,
sofradaki çatal bıçağın duruşundan, muhabbet sırasında sarf edilen sözlere,
Erkân içerisindeki oturuş, duruş, meydana girişten tutun da meydandan çıkışa kadar her türlü hal haraket ve cümleler ile,
Erkân'ın açılabilecegi günlerden, okunacak dualara, selamlaşma şekillerinden, kullanılan simgelere kadar herşeyin bir kuralı ve adabı vardır.

Bektaşlik içerisinde yürütülen Egitim dahi ana hatları ile belirlenmiştir.
Bektaşi'lige intisap eden bir can, kalbe hitap eden sezgisel egitimine başlamış olur, Zaman içerisinde belirli makamlara ulaşarak insan-ı kamil olma yolunda var olmaya çalışır.
Bu ögreti bektaşilikte " 4 kapı 40 makam " olarak açıklanmaktadır.

Şeriat kapısı,
Tarikat kapısı,
Marifet Kapısı,
Hakkikat kapısı ve bunun altında sıralanan 10' ar makam bu ögretinin temel noktasıdır.

basit bir anlatım ile 4 kapı 4 mevsime benzer;

Şeriat kapısında ;"sen 'sen'sindir, ben de ben"
Tarikat kapısında ;" ben 'sen' solurum, sen de ben olursun"
MArifet kapısında ; " sen ve ben ve dolayısı ile benlik duygusu kalmaz, ikimiz de 'biz' oluruz"
Hakikat kapısında ; " artık ikimizde yok oluruz, fenafillah makamıdır ve artık sadece "o" vardır.

Tüm mertebelerin ve Hülasa Bektaşiligin ana dayanağı tüm kaninatı var eden "Aşk" tır,
Aşk Hz. Muhammed'in Mirac'a çıkarken bindigi "Burak"tır.
Bektaşilik Aşk ile Başlar aşk ile biter, akıldan çok sezgisel hislere ve kalbe hitap eden bir yoldur,
Mürşid'in rehberligi ile geçilen tüm bu mertebeler aşk ile aşılır.

Şeriat Kapısı:
Nasip alan canın ilk eğitilme evresidir,

Sahibi; Hz. Muhammet'dir,

Simgesi; Hava.

Zahir Anlamı;
1-) Yapılması cezaya tabi olan işlere ait hükümler; "haramlar",
2-) Yapılması öğütlenen ancak yapılmadığı taktirde herhangi bir cezaya tabi olmayan işlere ait hükümler; "sünnet, müstehab, mendub".
3-) Yapılması hoş görülmeyen ancak yapıldığı taktirde herhangi bir cezaya tabi olmayan işlere ait hükümler; "mekruh",
4-) Yapılması yada yapılmaması bütünü ile serbest olan işlere ait hükümler; "mübah".
5-) Yapılması yada yapılmaması cezalandırma sonucu doğuran işlere ilişkin kesin hükümler, "farz yada vacip".

Batın Anlamı;
Erkâna, yol kurallarına ve simgelere ait bilgiler.

Makamları;
1-) iman etmek,
2-) ilim ögrenmek,
3-) Haramdan uzaklaşmak,
4-) İbadet,
5-) Nikah kılmak,
6-) ÇEvreye Zarar Vermemek,
7-) Şevkatli olmak,
8-) Sünnet ehli olmak,
9-) Yasaklardan kaçınmak,
10-) Buruklara uymak

Tarikat Kapısı:
Nasip alan canın Tarikat kurallarına işleyişine ait batıni bilgilere vakıf olduğu aşamadır.
Bu bilgiler gerek Erkân, gerek muhabbet Erkânı içerisindeki anlatımlar, simgeler ve bunların arkasındaki batın anlamlar ile,
toplum içerisinde anlatılan remzlerin ( Hz. Muhammed'in miracı, Hz. Musa'nın ağaç ile konuşması, Kızıldeniz'i 7 ye yarması gibi)
gerçek manalarını anlamaktan geçer.

Sahibi; Hz. Ali'dir,

Simgesi; Ateş.

Zahir Anlamı;
Benlikten ve bunun doğurduğu tüm kötülüklerden kurtulmak,
Hırs, şehvet, bencillik, iki yüzlülük, riyakarlık, kibir ve daha bir çok insan ile Hak arasına perde olan kötü huylardan kurtulmak.

Batın Anlamı;
Tarikatler herşeyden önce bir nefs terbiyesi yoludur,
Bektaşilige giriş kısmında anlattığımız üzere nasip alan can sırası ile bazı mertebelerden geçerek nefsini terbiye etmek sureti ile,
önce benligini yani kendisi ile Tanrı arasındaki perdeyi kaldırmak sureti ile Hakka ulaşmayı amaçlar,
burada Tarikat kapısında bu sürecin gerçekleşmesi sağlanır,
nasip alan can her türlü dünyevi ihtiras ve duygudan kendisini sıyırmaya ve duygularının kendisine degil,
kendisinin duygularına sahip olacagı bir hal'e erişmeye çalışır.

Makamları;
1-) Tövbe etmek, instisab etmek,
2-) Bir mürşitten naspip almak,
3-) Saç ve Libas giyme,
4-) Hizmet etmek,
5-) İyilik için çalışmak,
6-) Haksızlıktan korkmak,
7-) Umudunu yitirmemek,
8-) Hidayete ermek,
9-) Makam, cemiyet ve muhabbet sahibi olmak,
10-) Aşka ermek,

Marifet Kapısı:
Tanrısal bilginin sırlarına vakıf olunan aşamadır, Bu makam Tari ile bir olma makamıdır. Aşık maşuk ile bir olur,
birlik yakalanır. Seyr fillah Tanrıda yolculuk yapmak, Seyr maallah Tanrı ile bir olarak yolculuk yapmak makamıdır.

Sahibi; Hz. Ali'dir,

Simgesi; Su.

Zahir Anlamı;
Ruhunu geliştirme, Su elementinin de özellikleri sayılan, yardımseverlik, cömertlik, bağışlama gibi huyları edinmek.

Batın Anlamı;
Bu aşamada can birtakım Tanrısal bilgi ve sezgilere nail olur, tanrı ile arasında senlik, benlik kalmaz,
Tanrı ile bir olarak fenafillah makamına doğruu ilerlerken geçilen son aşamadır,
tüm kainat ve evren artık "O" nun gözü ile görülür,
" Allah birdir" remzinin hakiki manasının tam olarak anlaşıldığı safhadır.
 
Makamları;
1-) Sabırlı olmak,
2-) Bencillik, riya, kötü duygulardan uzak durmak,
3-) Edepli olmak,
4-) Özünü bilmek,
5-) Perhizli olmak,
6-) Utanmak,
7-) İlim ögrenmek,
8-) Cöert Olmak,
9-) Miskin olmak,
10-) Arif olmak,

Hakikat Kapısı:
İnsan-ı kamil olma yolundaki son evredir.

Sahibi; Hz. Ali'dir,

Simgesi; Toprak.

Zahir Anlamı;
Toprak elementinin özelligi olan Adil olma, vefalı olma, sözünde durma, yoksulları gözetici olma gibi birtakım huyları edinmek.

Batın Anlamı;
Bu aşamanın sonu fena fillah makamıdır ki, mutlak yokluk mertebesidir, Bu aşamada Tanrı ile can arasında bir ayrılık kalmaz,
artık görünen de gören de "O" dur, "Enel Hak" makamıdır.
Aşık'ın maşuğunda yok olduğu makamdır. Gerçek Aşk o dur ki bu makamda zuhur eder, senlik, benlik yada biz yoktur,
ikilik yoktur, sadece bir vardır ve o yüze bir de Alemlerin Rabbi olan Allahtan başkası degildir.


Makamları;
1-) Tüm insanları bir görmek,
2-) Vahdet-i vücud anlayışının sırrına ermek,
3-) Türap- toprak olmak,
4-) Elinden geleni, yapmak, verici olmak,
5-) Tevhit anlayışında olmak, Tanrıdan başka varlık tanımamak,
6-) Ayıp, kusur, hata görmemek,
7-) Manayı bilmek, sırrı öğrenmek,
8-) Seyr-ü sülügü tamamlamak,
9-) Sırrı saklamak,
10-) Müşahade,

İstanbuldaki Bektaşi Tekkeleri

İstanbuldaki Bektaşi Tekkeleri
 1925’te 677 sayılı yasa ile tekke ve zaviyeler kapatıldığı döneme kadarki, İstanbul Bektaşi tekkelerinin sayısı konusunda farklı rakamlar verilmektedir. 9, 10, 12. 13 veya 14 gibi..

II. Mahmud döneminde bir çok Bektaşi öldürülmüş, bir çok Bektaşi tekkesi yıkılmış, bazıları Nakşi tekkesine çevrilmiştir. II.Mahmud döneminde Bektaşilere yapılan kıyım ve Bektaşilikle ilgili zaten çok az olan vesikaların yakılması ve ortadan kaldırılması çok önemli bir tarih kıyımını da beraberinde getirmiştir.

II. Mahmud (1808 – 1839) döneminde Bektaşi tarikatlarına ve tekkelerine gelen yasaklar (1241 – 1826), bu yasağın fiilen olmasında resmen ve sureten Osmanlı döneminin
sonuna kadar (1920) sürmesi, bundan dolayı tekke ve zaviyeleri konu alan mecmualarda Bektaşi ya yer verilmeyişi ya da sureten Nakşi gözüktüğü için Nakşi tekkeleri meydanında sayılmaları, İstanbul’daki Bektaşi tekkelerinin sayısının tespitini güçleştirmektedir.
Ayrıca Bektaşi tekkelerinin çokluğunun şehrin, yerleşim alanlarının dışında uzak yerlerde, Yeniçeri kışlalarına yakın mekanlarda veya kışla içlerinde yapılmış olmaları, bunun yanı sıra II. Mahmud döneminde, Yeniçeri kışlaları ve bunların dışındaki 9 tekkenin (bilinen) yıktırılması da, sayının tespitini güçleştiren bir nedendir.


1826 sonrasındaki propagandaların tesiriyle tarikatlar ve tekkeleri konusunda çalışma yapanların, Bektaşiliğe soğuk bakmaları da bunda önemli bir etkendir.
Ancak çok çeşitli kaynaklar bir araya getirildiğinde ve bu tekkelerdeki mezar taşları incelendiğinde ortaya 20 civarında bir rakam çıkmaktadır.


Anadolu Yakası
1. Merdiven köy – Şahkulu Sultan Dergahı:
Bu dergah, İstanbul’un fethine veya öncesinde kuşatmalarına geldiği söylenen Horasan Erlerinden Şah Sultan’a (sonra da Şahkulu Sultan adı verilmiş) ait olduğu rivayet edilen türbenin yanında yapılmış, bu dergah II. Mahmud döneminde 60 yıldan yeni olup, muhdes kabul edilerek yıktırılması kararlaştırılan Bektaşi tekkeleri meydanında yıktırılmıştır.
Bu dergah 1839’dan sonra, Seyyid Nizam Türbesi karşısında gömülü olan Halil Revanaki Baba’nın gayretiyle uyandırılır. Daha sonra M. Ali Hilmi Dede baba (ölümü: 1325 / 1907) burada şeyh olur. Ondan sonra ise yerine, Ahmed Burhanullah Baba geçmiştir. Hal-i hazırda ihya edilmiştir. Ancak onarım sırasında tekkeye ilişkin bazı özellikler yok edilmiştir.


2. Daver Baba Tekkesi:
Kartal, Başıbüyük semtindedir. Orhan Gazi zamanında ahilerin kurduğu bu tekke, sonradan Bektaşi tekkesine dönmüş, 1826’dan sonra ise Nakşibendi tekkesi olmuştur.


3. Akbaba Dergahı:
Beykoz – Akbaba Köyü’ndedir. Akbaba lakaplı Şeyh Mehmed Efendi, İstanbul’un fethine katılanlardandır.
Akbaba hakkında Hadikatu’l Cevamî’de şöyle denir: “Akbaba Camii Yuşa Dağı yakınında camiyi bina eden Sultan I. Ahmed’in saltanatı sırasında Harem-i Hümayunda Kethüda kadın olan Canfeda Hatun’dur. Karagümrük’te de bir camii ve saraçhane yakınında sebili olduğu yukarıda zikir ve beyan olunmuştur. Bu köyde (Akbaba) birtek hamamı dahi vardır. Kabri belli değildir. Ve bu köyün bu adla anılmasına sebep, Akbaba Mehmed Efendi’dir ki kabri adı geçen caminin yakınında büyükçe bir kabir olup mezar taşında tarih yoktur. Rivayete göre bu zat Fatih Sultan Mehmed’le gelen gazilerdendir.” Hadika, 2/150
Akbaba Bektaşi dergahı, camii ile birlikte Canfeda Hatun’un vakfı kapsamına alınır. Bu Bektaşi dergahı 1826’da II. Mahmud’un fermanı mucibinde Bektaşilere kapatılarak Nakşibendilere verilir. O tarihten 1925’te tekkeler kapatılıncaya kadar, Nakşi dergahı olarak devam eder. Akbaba türbesinin az ilerisindeki dergah binası bugün eve dönüşmüştür.


4. Yarımca Dede (veya Baba) Bektaşi Dergahı:
Diğer adıyla Öküz Limanı (veya Paşa Limanı) dergahı. Dergah, Kuzguncuk yolu üzerinde (Paşa Limanı Cad.) Hüseyin Avni Paşa çeşmesinin (1291 – 1874) üst tarafında yer alırdı.
Üsküdar İskelesinden sonra başlayan çıkıntının bulunduğu bu yere Öküz Limanı denmesinin nedeni, Yunan efsanesine (Mithology) göre – İyo – denilen inek denizi tam buradan geçmiş. Yunan mitolojisindeki inek, sonra bazı kaynaklarda öküze dönüşmüş ve buraya Öküz Limanı denilmiştir. Paşa Limanı denilmesinin nedeni ise, burada ünlü bir Osmanlı Paşasının yalısı yer aldığı içindir.

(Piyale Paşa Sahil Sarayı). (İ. Hakkı Konyalı, Üsküdar Tarihi, 1977. 2/526)

Yarımca Baba Dergahından ilkin Evliya Çelebi Seyahatnamesinde söz edilmektedir:
“Tekye – i Hacı Bektaş – ı Veli, Kaya Sultan yalısı dibinde Öküz Limanında bir küçük Asitane – i dervişandır.” (Seyahatname, Cilt 1, Shf. 475)
Aynı dergahtan Hadikatu’l Cevamî’de – Paşa Limanı Camii bahçesinde – şöyle söz edilir.
“Cami – i mezburun kurbunda sonradan bazı ashab – ı hayr bir çeşme ile bir namazgah inşa eylemişlerdir ve kurbunda bir Bektaşi tekyesi dahi ihdas olunmuştu. Ba’dehu (sonradan) 1241 senesi sonlarında zevaya – yı Bektaşiye’nin (Bektaşi Zaviyelerinin) tarihinde bu zaviye dahi hedmolunmuştur (yıkılmıştır).” (Hadika, Cilt 2, Shf. 182)


Hadikatu’l Cevamî’de kitabı neşre hazırlayan Ali Satı’ Bey’in kaydı, Evliya Çelebi’nin verdiği bilgilerle çelişmektedir. Evliya Çelebi kendi zamanında (IV. Murat zamanı) zaviyenin varlığından söz ederken Hadika’da tekkenin muhdes (sonradan yapılma) olduğundan ve 1826’daki ferman gereğince yıktırıldığından söz eder. Evliya Çelebi’nin kaydı ve dergahta yer alan mezar taşlarından bunların muhdes olmadığı görülmektedir. Halbuki 1826’da alınan kararlar gereğince, son 60 yılda yapılan Bektaşi tekke ve zaviyeleri muhdes kabul edilerek yıkılacaktı. Buradan da, verilen kararların da aşılarak kadim (eski) kabul edilen bazı Bektaşi dergahlarının da yıktırıldığı anlaşılmaktadır. Ancak dergahın ilk yapılışının tarihi bilinememekteyse de, Yarımca baba tarafından inşa edildiği sanılmaktadır.


Dergahta bulunan kısa bir mezar taşında şunlar yazmaktadır.
“Merkad – ı Sultan Yarımca Dede’dir. Bu Ca – yı Bektaşi de kutb idi, ol şah-ı Cazbedir.”
 

Ayrıca dergâhta yıktırılış (1826’daki) öncesine ait bir mezar taşı da şu şekildedir: (Bektaşi teslim taşı)
Hacı Ömer Baba ki bu gülşende nice Sal (yıl)
Olmuştu feyz-i pirle hemhalet hubben
Haya edip Yarımca Baba yı nam-ı Ömer
Rah-ı ricada bir nefes etmedi heba
Geçti Şeb bir anda Sıdk-u safayla
Al-i Muhammed aşkına daim giyip aba
Labüdd gelir bu mısra tarih-i fevtine
Kıldı Diyar-ı Cana seyahat Ömer Baba

1207 / 1792


1826’da Bektaşiliğin yasaklanması, tekke e zaviyelerin ellerinden alınıp önemli bir bölümünün yıktırılması, bir kısım Bektaşi baba ve dervişlerinin idamı ve diğer bir bölümünün sürgüne, zorunlu ikamete tabi tutulması sırasında Öküz Limanındaki Yarımca Dede dergahı da yıktırılır ve dergah postnişini Ahmed Baba ile birlikte Hadim’e (Konya’nın İlçesi) sürgün edilip, zorunlu ikamete tabi tutulur.

(Bkz. Es’ad Efendi, Üss-ü zafer, 1243. 211-212; Hasluck, F. W. 1973.2/517; A. Rıfkı, Bektaşi Sırrı, 1328. 2/65;Birge, John Kingsley, 1937.77)

Dergahta ayrıca 1215’te vefat eden (1801) Nuri Baba’nın ve Şeyhülislam Arif Efendi’nin torunu Aşir Efendinin de, 1826 öncesine giden kabirleri vardır.


1826’da yıktırılan dergah, II. Sultan Mahmud’un 1839’da vefatından sonra, Kadiri tarikatına salik şeyh Şerif Ahmed tarafından yeniden ihya edilir. Dergahın ikinci banisi olan Şerif Ahmed’in 1263 / 1846 tarihli mezar taşında şunlar yazılıymış:
« Bende-i Hazret-i Abdülkadir Geylani Bani-i Sani-i dergah-ı Yarımca Dede Hazretleri Eş-Şeyh Es-Seyyid El-Hacc Ahmed Efendi Ruhiçün El-Fatiha 1263 »/1846


Dergahın kapısı üzerinde olan kitabe işe şu şekildedir:
Kitabenin Üzerinde Bektaşi tacı vardır.
Yaptı bu dergah-ı Alinin yeniden babını
Kaşif-i kenz-i hakikat Şerif Ahmed


Dergahte ayrıca bu tarihten sonraya da ait Bektaşi mezarları mevcutmuş. Bunlardan biri 1275 / 1859 tarihli olup, bende-i Al-i aba basmacı ustalarından Es-Seyyid Hasan Efendiye aittir. Bunun mezar taşında Bektaşi tacı ve gülleri varmış.

 (Bkz. İ. Hakkı Konyalı, Üsküdar Tarihi, 1/434-5)

Bu durumda tekkenin sonradan Kadiri olmasına karşın Bektaşi usulünü de devam ettirdiği anlaşılmaktadır. Ancak tekkenin son şeyhi olup 1930’da vefat eden ve Şerif Ahmed’in torunu Şeyh Mehmed Kazım Efendi ise, sadece Kadirilik usulünü devam ettirmiş. Ahmed Münib Efendi’nin 307/1890 tarihli mecmua-i Tekaya’sında dergâh, Paşa Limanı Tekyesi adı altında da zikredilmekte ve Kadiri tekkesi olduğu kaydedilmektedir. (Shf.7)


İki katlı, 5 odalı ve ahşap olup 1980’li yıllara kadar ayakta duran tekke binası bu yıllarda yıkılarak yerine apartman yapılmış.


5. Üsküdar – Tahir Baba Bektaşi Dergâhı:

« Bu tekke,Kısıklı’da Sultan Üçüncü Selim’in annesi Mihrişah Sultanın Sarayının yanındaki tophaneli oğlu çeşmesinin karşısında idi».
(İ. Hakkı Konyalı, Üsküdar Tarihi, Cilt 2/114 – 548)

Bu Bektaşi tekkesinden Hadikatu’l Cevamî’de şöyle söz edilmektedir.
Üçüncü Selimin annesi Mihrişah Sultan’ın sarayı anlatılırken;
« Sonraları, Hüdaverdigâh Hazretlerinin valideleri Valide Sultan için mücedden (yeniden) bina ve mamur buyurmalarıyla bir halvetsaray-ı âli olmuştur. Sonra Valide Sultanın vefatıyla, Padişahın hemşiresi Esma Sultan’a verilmiştir. Bu mahale yakın Tophanelioğlu Çeşmesi denmekle meşhur bir ma-i leziz (tatlı su) dahi vardır ki Eyyam-ı Sayfte (yazın) müstakil kahvecisi olup, kahve işlerler. Derbend gibi bir mahaldir. Ve bunun karşısında bağlar arasında Tahir Baba namında tarik-i Bektaşiyeden bir kimse, Sultan Selim devrinde Müceddeden bir Bektaşi tekkesi ihdas etmiş, sonradan 1241 / 1826 senesi sonlarında diğer Bektaşi zaviyelerinin yıkılmasında bu da yıktırılmıştır » (Hadika, C.2, Shf.261)


Bu yıkım sırasında, dergah şeyhi bulunan Mehmed Baba Tire’ye sürgün edilip, orada idam edilir.

 (Bkz. Birge, John Kingsley, 1937.77., A. Rıfkı, Bektaşi Sırrı, 1328.2 / 65)

Dergah daha sonra yeniden ihya edilir. Ancak kim tarafından ihya edildiği bilinmemektedir.


 1307 / 1890 daki Ahmed Münib Efendi’nin Mecmua-î Tekaya’sında, Tahir Baba Nakşi dergahı olarak yer almakta, Büyük Çamlı’da olduğu kaydedilen dergahın o zamanki şeyhi, Nuri Baba gösterilmektedir.
 Ancak Nuri Baba’nın Çamlıca İstavroz deresi üstündeki (Nur Baba Sokağı) Nur Baba Dergahının postnişini olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla burada bir karışıklık görülmektedir.

Zaten başka kaynaklarda da Tahir Baba dergahı yine Büyük Çamlıca Tepesindeki İvaz Fakih *********** Arapça yazı *********** dergahıyla karıştırılmaktadır.

( Bkz. Mustafa Özdamar, Dersaadet Dergahları, Shf.226, Cem Dergisi, Ekrem Işın ile Bektaşi Tekkeleri, Sayı. 62 – Ocak 1997)
 

6. İvaz Fakih Dergahı:
Dergah, Büyük Çamlıca Tepesinde yer alan İvaz Fakih Türbesinin yanında yapılmıştır. Bu türbenin bilinen son türbedarı, aynı zamanda dergah postnişini olan Seyyid Hasan Tahsin Baba’dır.
Türbe bugün, Büyükçamlıca’nın safa tepesinde yer almaktadır ve B. şehir belediyesinin çamlıca tesislerinin bahçesinde kalmıştır. İvaz Fakih’in Horasan’dan gelen cihad erlerinden olduğu rivayet edilmektedir. (Süheyl Ünver, İstanbul Risaleleri. C.5)
Bu dergah, Tahir Baba Dergahı ve Nur(i) Baba Dergahı biri birine karıştırılmıştır. Tekke daha sonra yıkılmış olup herhangi bir eser kalmamıştır.
 

7. Nur(i) Baba Dergahı:
Üsküdar, Bu tekke, Kısıklı’da Kısıklı caddesi Nur Baba sokağında bulunmaktaydı. Tekkesi ve Mescidi bugün yıkılmıştır. Nur Baba’nın, Dergah postnişini olan meşhur Nuri Baba olduğu kaydedilmektedir. Nuri Baba ölünce yerine Tevfik Baba, sonrada Nuri Baba’nın oğlu Ali Nutki Baba geçmiştir. Nuri Baba ve oğlu Ali Nutki Baba’nın mezarları Karacaahmet’tedir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu yazdıgı Nur Baba adlı romanında bu tekkenin postnişini Nuri Baba hakkında iddialarda bulunmuş ve malesef Bektaşilikten bir haber , Bektaşiligi kötülemiştir.


Bazı kaynaklarda da Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Bektaşilik aleyhindeki Nur Baba romanını dergahtan mülhem olarak yazdığı kaydedilmektedir.  Ayrıca Bektaş – Maçka sırtlarında, Nur Mehmed Emin Baba adlı birisine ait 867 hicrî (1463) tarihli şahidesiyle açık bir türbe vardır. Nur Mehmed Emin Baba’nın gerçek şahsiyeti hakkında elde bir bilgi mevcut değildir.

İstanbuldaki Bektaşi Tekkeleri -II
 RUMELİ YAKASI
8. Rumeli Hisarı Şehitlik veya Nafi Baba tekkesi:
Hadikatu’l Cevamî’de bu tekkeden şöyle bahsedilir:
« Ve zirve-i cebelde şehitlik adlı mahalde bir Bektaşi tekyesi var idi. 1241 (1826) senesinde raviyedar (postnişin) olan Mahmud Baba Birgi nâm belde’ye iclâ (sürülme-zorunlu ikamet) olunduğu sırada, tekke de yıktırıldı. » (Hadika, 2/126)
Dergah, 1199 / 1784 tarihli tekkelere ilişkin mecmuada da yer almakta ve ********* *********************** FOTOKOPİ ÇIKMAMIŞ **************************** **************
Rumeli Hisarı, Zincirlikuyu – Bebek Caddesi, Nafi Baba Sokağı, 39. Ada 1,2,16,17 parselde yer alan dergah, daha sonra tekrar canlandırılıyor. Mecmua-i Tekaya’da, dergah şehitler Nakşibendi Tekkesi olarak geçmekte ve tekke şeyhi olarak Nafi Baba’nın adı yer almaktadır.


Her ne kadar Hadika’nın kaydında şehitlik tekkesindeki Mahmut Baba’nın Birgi’ye sürgün edildiği yer alıyorsa da diğer kaynaklarda Mahmud Baba’nın 7 dervişi ile Kayseri’ye sürüldüğü kaydedilmektedir.

 (Üss-ü Zafer, Shf.111-112;Bektaşi Sırrı, 2/65, Birge, 77.)

9. Durmuş Dede Dergahı:
Bebek ile Rumeli Hisarı arasında Kayalar Mescidi’nin Rumeli Hisarı tarafında yer alan bu dergahtan eser kalmamıştır. Tekkeyi Bektaşi Dergahları arasında sayan F. W. Hasluck dergahın önceden Bektaşi olduğunu söylemektedir.
« Rumelihisar. Durmish Dede, a sailors’ saint who diet in the reign of Ahmed I, was buried on the point of Rumelihisar .

This Tekke is now in the hands of the Khalveti.

«Rumelihisarı, Durmuş Dede; I. Sultan Ahmed’in saltanatı döneminde vefat etmiş olup Hisar burnunda gömülen bir gemici azizi olan Durmuş Dede’nin tekkesidir
durmuş Dede dergahı Hadikatu’l Cevamî’de şöyle yer alır;
« Ve kale-i mezbure (Rumelihisarı) yakınında Kayalar Mezaristanı nihayetinde vaki Durmuş Dede tekkesi derya sahilinde ziyaretgâhtır. Mecazibden olup, Akkirman adlı beldede sakin iken bir gün gemilerin biriyle İstanbul’a gelip bu zaviyeden hemşehrilerinden Ali Baba adlı bir zat zaviyedar olmakta bu da yanında iskan etmişti. Gelip geçen gemilerden bunu bilen bazıları hediyeler vb. zahireler vermekle hayır dua talep etmeleriyle gemicilere bu adet olarak şu ana kadar nezurat eksik değildir.


Mumaileyhin İstanbul’a gelmesi I. Sultan Ahmed devrinde olup, rihleti (bu Dünyadan göçü) de yine aynı padişah zamanında 1025 tarihinde vaki olmuştur. Zaviyenin haricinde defnedilmekle sonra muhiplerinden bir kimse üzerine ahşap bir türbe bina etmiştir. Türbe duvarında şu beyitler yazılıdır:
Hak-ı pa-yı evliya yüzünü sürmüş Dede Bu hisarın kutbu olmuş Hazret-i Durmuş Dede
Bu zaviye hala bu zatın ismiyle halk arasında meşhurdur. Lakin, banisi Hasan Zarifi Efendi’dir. Zarifi Efendi, İbrahim Gülşeni halifelerinden imiş. Bu mısra vefatına tarih denilmiştir.
Zarifi’nin deriğa gitti Ruhu, 977 » (Hadikatu’l Cevamî’, Cilt. 2, Shf. 125 – 126 )
Bu zaviyenin Bektaşi olduğuna dair, Hassluck’un eseri dışında bilgi veren herhangi bir kaynak mevcut değil, Hassluck’un da sadece Evliya Çelebi’nin bir kaydına dayandığı görülmektedir. Önce gülşeni olan dergah, halveti – Şabani dergahı olmuştur. Dergahta her hangi bir Bektaşi şeyhinin varlığı da bilinmemektedir.


10. Istıranca Dergahı:
Yada Ağlamış Baba tekkesi, Belgrad ormanları yolu üzerinde, Ekrem Işın’a göre beyaz badanalı Ağlamış Baba Türbesi hala mevcut. Yeniçerilerin ortadan kaldırılışı sırasında en büyük yeniçeri kıyımı bu dergah civarında yapılmış. (Bkz Hassluck, F. W. Christianity and Islam undr the Sultans, Vol. II, pp.518; Cem Dergisi, 62; Ocak, 1997., Enver Bennan Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, 1964, 324)


11. Kara Mustafa Paşa Tekke ve Mescidi:
Sa-dabad civarı. Sadrazam Kara Mustafa Paşa tarafından yaptırılan tekke ve mescid , yeniçerilerin 71. Ortasına şart olarak (şart-ı vakıf) verilmiştir. Orada ikamet eden bir odabaşısı, tekke ve mescidde bulunan bakır vs. kaplara nezaret edermiş. Minaresiz olan bu tekke – mescidde bulunan bakır kaplar, Sa-dabada gezintiye gidenler tarafından başka yere götürülmek şartıyla yemek vs. pişirmek için kiralanırmış. (Bkz. Hadika, 1/301, Mirat-ı İstanbul,574). Bu tekke – mescitle ilgili başkaca bir bilgiye rastlanılmamıştır.


12. Karaağaç Bektaşi Tekkesi:
Bu dergahın tarihinin II. Bayezid dönemine kadar gittiği söylenmektedir. İstanbul’daki en önemli Bektaşi tekkelerindendir. Bu dergahla ilgili olarak Hadikatu’l Cevamî kitabında şu ifadeler yer alır:
« Karaağaç camiine yakın Bektaşi tekkesinin yerinde Sultan III. Mustafa Han devrinin sonlarında fukaradan bir kimse bir kulübe ihdas etmişti. Mûrur-u zamanla bir büyük tekke olmuşken 1241 / 1826 yılında Bektaşi’lerin ref’inde (kaldırılışında) bu tekke de yıktırılıp bahçe olarak bir kimseye miri arzi meyanında verildi. Ve şeyhi olan Vekil Baba ki, Arnavut cinsinden idi sair müridleri ile birlikte Aydın canibine nefyolundular. Ve cümle Bektaşi zaviyelerinin hedmi (yıktırılması) için Rumeli tarafına sabık mirahur Hacı Ali Bey ile dersiammlardan Uzun Ali Efendi ve Anadolu canibine eski cebeci başı Ali Ağa ile Çerkeşi Mehmet Efendi tayin olunarak 1241 senesi seferi ortalarında azm-ı memuriyet oldular ». (Hadika, 1/303)


Üss-ü Zafer’e göre Karaağaç tekkesinde Hacı Bektaş vekili denilen İbrahim Baba 8 müridi ile Birgü’ye, yine Karaağaç tekkesinde misafir baba olan Yusuf Baba Amasya’ya ve yine aynı tekkede misafir Ayntabi Mustafa Baba’da Güzel Hisar’a sürgün edilmiş. (Shf. 212)


1784’teki Tekaya kayıtlarında da eski olarak gözükmesine karşın Evliya Çelebi Seyahatnamesinde de zikredilir (Seyahatname, c.1, Shf. 81). 1826’da yıkılan tekkeler arasında yer alan Karaağaç Bektaşi tekkesi, 1870 yılında Hasib Baba Tarafından yeniden ihya edilir. Bu yüzden dergah ikinci banisinin, Hasib Baba’nın adıyla anılır. 1307/1890 tarihli mecmua-i tekayada dergah, II. Mahmud’un fermanının geçerliliği dolayısıyla sureta nakşî dergahları arasında zikredilir ve dergah şeyhi olarak Hasib Efendi’nin adı verilir. Daha sonraki kayıtlarda ise dergâh şeyhi olarak Hüseyin Zeki Baba’nın adı geçer. (A. Rıfkı, Bektaşi Sırrı, c.2/124; Hassluck, 2/517)


Tekkede 1826’dan önce vefat eden Azbi Baba’nın Hüseyin Zeki Baba ve diğer bir çok Bektaşi baba ve müntesîbinin mezarı mevcuttu. Cumhuriyet döneminin başlarında Hasib Baba’nın ihya ettiği dergah harap olur. Dergahın mezarlığı ise 1996 yılına kadar mevcut olmasına karşın bu tarihte belediye tarafından arsası satılarak tamamen ortadan kaldırılır.


13. Sütlüce, Münir Baba veya Bademli Bektaşi Tekkesi:
Bu tekke ilkin Şeyhülislam Damadzâde Feyzullah Efendi tarafından inşa ettirilmiştir. Yine Şeyhülislam Damadzâde Ebu-l Hayr Ahmed efendi (vefatı 1154/1741) nin oğludur. 1112/1701 tarihinde doğmuş olup 1168/1762 yılında ma’zulen Sütlüce’deki yalısında vefat etmiş olup, kendi yaptırdığı tekkesinde defnedilmiştir (Bkz. Devhatu’l Meşayih, shf.99).


nakşibendiliğin müceddiye bir koluna ait bir zaviye olarak yaptırılan tekke, (Şeyhülislam Feyzullah Efendi ile Babası Ebu’l Hayr Efendi, her iki Şeyhülislam da nakşibendiyenin müceddiye şeyhlerinden olup İstanbul’da vefat eden, ünlü Keşmirli Şeyh Murad Efendiye bağlıdırlar. Eyup nişancılar semtinde bir medrese yaptıran Ebu’l Hayr Ahmed Efendi Şeyh Murad Efendi’yi 1132/1720 de vefat edince bu medreseye gömdürterek medreseyi nakşibendi dergahına çevirmiştir.) sonradan Şeyhül İslam’ın torunuAnadolu Payeli Arif Efendi tarafından Bektaşi babası Mustafa Baba’ya verilmiştir.
Bu olay Hadikatu’l Cevamî’de şöyle anlatılır:
“Zaviye-i mezbureyî (adı geçen zaviye) Anadolu Payeli hafidleri (torunları) Arif Efendi Bektaşiyyeden bir herife vermekle 1241 zilhiccesinde (1826) nefyolunan (sürgüne gönderilen Bektaşiler ile bu herif dahi nefyolunup, tekke dahi hedmolunmuştur. Ve hafid-i mezbur (adı geçen torun) dahi su-i amel sebebiyle Güzelhisara nefy ve iclâ kılınmıştır”. (Hadika, c.1, shf.305)
Hadika’daki anlatıma göre Şeyhülislam tarafından yaptırılan dergah torunu tarafından bir Bektaşi babasına verilmiş, ancak 1826 da bu dergah da diğer Bektaşi dergahları meyanında yıktırılmış ve aynı baba sürgüne gönderilmiş ve dergahı bu babaya veren şeyhülislamın torunu da (kendisi de Anadolu payeli kadı imiş) bu fiilinden dolayı cezalandırılarak o da Güzelhisara sürgün edilmiş.


Osmanlı dönemi kaynaklarına göre sürgüne gönderilen bu babanın adı, Mustafa Baba’dır. Üss-ü Zafer, Mustafa Baba’nın birgiye sürülmesinden söz ederken Tarih-i Lütfi bu babanın Güzelhisara sürüldüğünü kaydeder. (Üss-ü Zafer, shf.212, Tarih-i Lütfi, c.2)


1826’da yıktırılan Sütlüce – Bademli Bektaşi dergahının daha sonra ne zaman tekrar ihya edildiği bilinmemekle birlikte Münir Baba tarafından ihya edildiği tahmin edilmektedir. 1307/1890’da yayınlanan Bandırmalızade Ahmed Münib Efendinin “Mecmua-i Tekaya”sında Bademli Nakşi dergahı olarak yer alır. Dergah şeyhi olarak ta Münir Baba’nınadı kaydedilir. A. Rıfkı’nın 1328/1912 tarihinde yayınlanan “Bektaşi Sırrı”nda da Münir Baba dergah Şeyhi olarak gösterilir (shf.124). bazı kayıtlarda da dergah Münir Baba Dergahı olarak geçmektedir.


 Münir Baba, birçok halifesi ve müntesibi olan bir şeyhtir. Bunlar arasında Bektaşi şairlerinden Mehmed Çinari (Ö. 1901), İbrahim Baba ve 1338/1920 de vefat eden Kırımlı Mihrabi’dir.Münir Baba’nın mürşidi olan Rumelili Matlubi’de ünlü bir Bektaşi şairidir. Ölüm tarihi, S. Nuzhet Ergun’a göre 1318/1900 dir. Ünlü şair Neyzen Tevfik’te bir ara Münir Baba’ya intisap etmiştir.

Yanısıra Münir Baba, Karagümrükteki Cerrahi Asitanesi şeyhi Abdülaziz Efendiden arakıye giyip, teberrüken cerrahi icazeti de almış (Bkz. Ekrem Işın, Cem Dergisi, 62, Ocak, ’97).

14. Karyağdı Baba ve Hafız Baba Dergahı:
Tekke, Eyüp sırtlarında, İdris köşkü mevkiinde (Piyer Loti’ye yakın) Karyağdı sokağı ile Ballı Baba (eski adı Balî Baba) birleştiği yerde olup etrafı duvarlarla çevrilmiştir.
Karyağdı Baba tekkesinin Horasan erenlerinden olup İstanbulun fethinde bulunduğu rivayet edilen Karyağdı Baba lakaplı Es-seyid Mehmed Ali Baba’dır. (Hadikatu’l Cevamî’1/264;M. Mermi Haskan, Eyüp Tarihi, 1/28).
Karyağdı Baba’nın kabri tekke haziresinde olup, etrafı parmaklıklı ve baş tarafındaki şahide elifi sikkeli, kalın ve silindiriktir. Kitabesi Şudur:
Kutbü’l-ârifîn Gavusu’l Vasılîn Hazreti Karyağdı Es-Seyid Muhammed Ali Kuddise Sirruhu
Kitabede tarih rakkamı yazılmamıştır.
Şeyh Es-Seyyid Mehmed Ali’ye Karyağdı Baba denmesinin nedeni menkıbesine göre, çok sıcak bir yaz mevsiminde Ali Baba’dan bir keramet arzu etmişler. O’da yaz mevsiminde kar yağdırmış. O andan itibaren “Karyağdırdı Baba” diye anılmış ve bu da sonradan “Karyağdı Baba”ya dönüşmüş. Bu menkıbeler dışında, Karyağdı Baba lakaplı Es-Seyid Mehmed Ali Baba’nın tarihi kişiliği ve vefat tarihi hakkında elimizde herhangi bir bilgi mevcut değildir. Bu tekke, 1199/1784 tarihli, tekke ve zaviyelerle ilgili defterde “İdris Köşkü civarında Karyağdı Baba Tekkesi” şeklinde yer almaktadır (Vakıflar Dergisi, No:13, 1981, shf.587).
Karyağdı Baba tekkesi, Hadikatu’l Cevamî’de şöyle anlatılmaktadır
«Zaviye, Karyağdı Ali Baba tekyesi diye maruftur. Halen şeyhi a’rec (topal) Mustafa Dede’dir ki pederi dahi bu tekyede şeyh olup ismi Abdi, bu dahi a’rec (topal) idi. Ve diğer oğlu da a’rec dir.» (Hadika, c.1, shf.264)
Hadika’da adı geçen A’rec Abdi Efendinin mezarı halen mevcutolup, şahidesi elifi taclıdır. Üzerindeki tarihsiz kitabe şudur:
« Hazreti Şeyh Safi Sülâle tahiresinden Es-Seyyid Mehmed (Muhammed) Abdi Baba »
Kitabede adı geçen Şeyh Safi’nin hangi Şeyh Safi olduğu tespit edilememektedir. Zira Bektaşilik tarihinde 5-6 civarında Şeyh Safi isimli kimse mevcuttur. Bu durumda adı geçen şeyh Safi’nin Safevi ailesinin kurucusu ve Şah İsmail’in büyük dedesi Şeyh Safiyuddin-i Erdebili (vefatı 735/1334)olduğunu söylemek güçtür.


Karyağdı Baba tekkesinin 1826’ya kadar bilinen diğer şeyhleri şunlardır:
1- 1277/1812 de vefat eden Süleyman Baba. Mezar şahidesi Bektaşi sikkelidir.
2- 1232/1817 de vefat eden Musa Baba. Bunun da mezar şahidesi Bektaşi sikkeli olup kitabesi şudur.
Müsa bak kim ol Bende-i âl-i abâ Tariyka hizmeteyleyüp olmuş idipür-safa
Nice yıllar kılınmıştır bu tariykin zikrine Heman mahrum etmeye Hazret-i Mustafa
Bu dergaha geldi ol buldu şeref Kutbu alem Hacı Bektaş-ı velide buldu nur-u ziya
Musa Baba’nın ruh-u revanı şâd ola 1232
3- Mustafa Baba, 1241/1826’daki hadiselerde dergah postneşi olup Birgi’ye sürgün edilmiştir.
Bu dergah, 1826 yılında diğer Bektaşi tekkeleri meyanındayıktırılır ve Dergah Şeyhi olan Mustafa Baba, üç müridiyle beraber Birgiye sürgün edilir.


Dergah daha sonra Sultan Abdülmecid zamanında Nakşibendi dergahı adıyla yine açılmış olup gizlice Bektaşi ayinleri yeniden yapıla gelmiştir.

Yasaklı dönemden sonra Karyağdı Baba tekkesini tekrar ihya eden Mehmed Necip Baba’dır. Aslen Karamürsel’li olduğu taahmin edilen M. Neci Baba’nın vefat tarihi 1291/1874 yılı olup Bektaşi taçlı şahidesiyle mezarı tekke haziresindedir. M. Necip Baba’dan sonra yerine oğlu “İhlasi” lakaplı Mehmed Baba bir müddet dergah postneşliği yapmıştır. S. Nüzhet Ergun’a göre 1315/1897 de vefat etmiş olup dergah haziresinde gömüşmüştür (S. Nüzhet, Bektaşi Şairleri, 1930, 186-187).
İhlas Baba’dan sonra yerine, hafız baba lakaplı Salih Baba geçmiştir. İstanbullu olan Hafız Salih Baba medrese tahsili yapmış olup Eyüp’te İdris Köşkü yakınlarında bulunan Zeynep Hatun Camiinde imamlık yapmıştır (Zeynep Hatun, 927/1520 ‘de vefat eden ünlü İdris-i Bitlis-î’nin eşidir.


İdris-i Bitlis-î, kürt ulemasından olup önce Akkoyunluların hizmetine girmiş, bilahare Şah İsmail’e karşı çıkarak Sultan II Bayezid’in yanına gelmiştir. Yavuz sultan selim döneminde 25 Kürd aşiret beyinden 24’ünün safevilere karşı Osmanlıya bağlanmalarını sağlamıştır. Mezarı Eyüp’teki Eşi Zeynep Hatun Camiinin hazinesindedir. Heşt Behişt adlı Farsça ünlü Osmanlı tarihinin de yazarıdır). Hatta hafız Salih Baba bu camiinde imamlığı başında Bektaşi fahri ile yaptığından Şeyhülislam’a şikayet edilmiş. Şeyhülislam da cevaben « İyi ya daha ne istiyorsunuz? O adam, “Bektaşiler namaz kılmaz” diye şayi olan rivayetin asılsızlığını ibat ediyor.» demiş (Saadettin Nüzhet, Bektaşi Şairleri, 1930, 129).

 1307/1890 tarihli Mecmua-i Tekaya’da da dergah şeyhi olarak Salih Baba gösterilmektedir. 1332/1913 te vefat eden Hafız Mehmed Salih Baba’nın mezarı tekke haziresinde olup Bektaşi sikkelidir. 1328 tarihli “Bektaşi Sırrı’nın 2. Cildinde de Hafız Baba, dergahın mevcut postneşini olarak kaydedilmektedir (shf. 124).

Karyağdı Baba dergahının son postneşini olan Yaşar Baba Üsküdar Nur Baba tekkesi şeyhi Ali Nutki Baba’dan nasip almış olup, 1934’te ölmüştür.
Bu gün bu tekke binasının bir bölümü yanmış olup diğer bir bölümü de yıkılmıştır. Semahanenin sadece üç duvarı ve ocağı kalmıştır. Yanında da tek katlı ahşap bir ev mevcuttur.


İstanbuldaki Bektaşi Tekkeleri -III
 RUMELİ YAKASI
15. Topkapı, Şeyh (Büyük) Abdullah Efendi Tekkesi:
Topkapı Sur dışı, Maltepe Mahallesi, Fazlı Paşa Caddesi, El-Hacc Abdullah Efendi vakfına Bağlı Bektaşi dergahı 1338/1920 tarihli vakfiyesine göre “iki bab dükkan, on oda, iki sofa ve bir matbahı meştemil bir babane” den ibaretmiş. Bu gün yerinde General Elektrik (ampul) fabrikası vardır. Dergah müştemilatından eser kalmamıştır.

16.Emin Baba veya Valide Sultan Tekkesi:
Edirnekapı Sur dışı, Fethi Çelebi Mahallesi 113 ada, 3. Parsel, Abdülazizin annesi Pertevniyal Valide Sultan Vakfına bağlı.
Dergah, 1284/1867 yılında Pertevniyal Valide Sultan tarafından Bektaşi Emin Baba için yapılmış (ölümü 1304/1886). Emin Baba’dan sonra yerine Mahmud Baba postneşin olur (vefatı 1306/1888)
“Bektaşi Sırrı” kitabında Emin Baba tekkesi ile ilgili şöyle bir kayıt yer almaktadır:
«Eğrikapı haricinde Emin Baba Dergahı namıyla vaktiyle bir Bektaşi dergahı varmış. Fakat sonraları tariyk-i Nakşibendiyyeye-i Halidiyye’den bir zata verilmiş olduğundan şimdiki halde Nakşi dergahıdır (A. Rıfkı, Bektaşi Sırrı, c.2, shf. 125).

Bu kayda göre Mahmud Baba’dan sonra dergahın Nakşii’lere verildiği tahmin edilmektedir. 1307/1890 tarihli Mecmua-i Tekaya’da dergah şeyhi olarak “Halim Efendi” adı geçmektedir.ancak Halim Efendi’nin Nakşii mi, Bektaşi mi olduğunu tepit edememekteyiz. Yalnız Eyüp sırtlarındaki mezarlıkta Seyyid Halilurrahman adlı, Emin Baba dergahının postneşini olduğu söylenen bir nakşii şeyhinin 1312/1894 tarihli bir mezarı bulunmaktadır. Uzun süre harap ve yıkıkvaziyette kalan tekke, bu yıl (’97)içinde tamir edilerek, ihya olmuştur.

17. Kazlıçeşme Eryek Baba Tekkesi:
Yedikule karşısında, Kazlıçeşme Zakirbaşı sokakta, Perişan

Baba dergahı olarak ta bilinir. İlk kuruluşu 1239/1823 te vefat eden Bektaşi tarikatından Şem’i Ebubekir Ağa olup ilk postneşini 1214/1799-1800 de ölen Es-Seyyid Mehmed Baba’dır. 1826’da yıktırılan dergah, daha sonra yeniden işkodralı Arnavut Perişan Mehmed Baba tarafından ihya edilir (vefatı 1283/1875). Dergahın son postneşini, 1339/1921 de vefat eden Şeyh (Küçük) Abdullah Efendi’dir.

18. Ciğerci Baba Tekkesi:
Fatih’te Suriçi Mevlanakapı ile Topkapı arasında Ciğerci Baba Türbesi. Tekkeden günümüze sadece türbesi gelebilmiştir. 1826’da yıktırılmış olduğu ve ondan sonra tekrar ihya edilmeyip, sadece Ciğerci Baba Türbesinin kaldığı sanılmaktadır.

19. Erdi Baba Tekkesi, Fatih:
Davutpaşa mahallesi, Hekimoğlu Ali Paşa Caddesi, 1159 ada, 5 parsel ve 1816 ada, 22 parsel dahil. Bu dergah, Erdik Baba Ördek Baba, Erdek Baba, Örük Baba adlarıyla anılmaktadır . Dergahın kurucusunun Şeyh Zeynelabidin olduğu 1199/1784 tarihli Mecmua-i Tekaya defterinde dergahın adı “ Davutpaşa’da Örük Baba Tekyesi” olarak geçmekte ve tekke şeyhinin Zeynelabidin Efendi olduğu belirtilmektedir (Vakıflar Dergisi, 13,1981,shf.586). bu kayda göre adı geçen Zeynelabidin Efendi, o tarihte (1784) henüz hayattadır. Erdi veya Erdik Baba’nın kimliği konusunda ise hiçbir bilgi edinilememiştir. Önceleri Bektaşi tekkesi olduğu kaydedilen sontadan Nakşii en sonunda da Kadiri olmuştur. Nitekim 1307/1890 tarihli Mecmua-i Tekaya’da Kadiri olup şeyhinin Agah Efendi olduğu kaydedilmektedir. Yine başka bir kayıtta dergah postneşini olarak Sun’ullah Gaybi’nin adı yer almaktadır (İbrahim Hakkı Konyalı Kütüphanesi, no 37-38, kaside-i devriyye). Yassı tuğla ve kesme taştan ve kubbeli olan dergah binası halen ayaktadır.

20. Mürüvvet Baba Tekkesi:
Üsküdar Kasım Ağa Mahallesi veya sokağı. Gerek Üss-ü Zafer’de gerekse Tarih-i Lütfi’de 1826’da çeşitli yerlere sürgün edilen Bektaşi Babaları sıralanırken, Üsküdar Kasım Ağa mahallesinden Mustafa Baba’nın Tireye sürüldüğü yazılıdır. Üss-ü Zafer’de ise « Üsküdar’da Kasım Ağa Mahallesindeki Mürüvvet Baba Tekyesindeki Mustafa Baba Tire’ye ... » diye bir kayıt yer almakta, aynı kayıt, J. Kingssey Birge tarafından da alıntılanmış. (Es’ad Efendi, Üss-ü Zafer, 1243, 212; J. Kingsley Birge, 1937.77).
Üsküdar’da bu gün de Kasım Ağa sokağı vardır. Eski kayıtlara göre burada bir de çeşme varmış. Ancak aynı yerde Mürrüvet Baba adıyla bir tekkenin var olup olmadığını tespit edemedik. Ayrıca bu mürrüvet Baba Dergahının adları zikredilen Üsküdardaki Bektaşi dergahlarından birinin diğer biir ismi mi olduğu yoksa başka bir dergah mı olduğu belirlenememiştir.

21.Bandırmalı İnadiye Tekke ve Mescidi:
Üsküdar’da İnadiye semtinde, Menzilhane yokuşu başında, bu günkü Zeynep Kamil Hastanesinin yanında olan bu dergah, Hadikatu’l Cevamî’ye göre 1145/1732 tarihinde celveti şeyhlerinden Bandırmalı Şeyh Yusuf Nizameddin Celveti nin evi iken Sadrazam Hekimoğlu Ali Paşa tarafından bu ev yeniden büyükçe bir zaviye olarak inşa edilir. Selamhanesine minmer de konularak aynı zamanda camii olarak da kullanılmıştır. Camiinin inşa kitabesinin tarih beyitleri şudur.
Du kes ez yek dehan âyet Bèguyyed Bahriya Tarih Makam-ı Celvetiyi Eyledi İhya Ali Paşa 1145/1732
Bu dergah aslında bir celveti dergahıdır. (Celvetiyye; Bayramiyye tarikatı (Hacı Bayram-ı Veli) nin bir koludur. Şeyh Muhyiddin Üftade aracılığıyla (ölümü 988/1580) ünlü Aziz Mahmud Hüdai’dir. (950/1545 – 1038/1629) Aziz Mahmud Hüdai’nin tekkesi (Asitane) ve kabri Üsküdar sırtlarındadır.
Tekkenin adına yaptırıldığı Şeyh Yusuf Nizameddin Efendi, evi tekkeye dönüştürüldükten sonra burada 20 yıl şeyhlik yapmış olup 1166/1752 de vefat etmiştir. Tekke, zamanla harab olmakla Şehla Ahmed Paşa tarafından 1169/1756 yılında tekrar ihya edilmiştir. Bu yeniden ihya için şu tarih söylenmiştir.

Tab’a mülhemdir Bu tarih ey Nafiz Hankâh-ı Dilküşa-yı Evliya 1169/1756
Tekke çeşitli zamanlarda tamir görmüştür. Tekke ve cami yanındaki türbeler ise Ahmed Kamil Paşa tarafından yaptırılmıştır. (Bkz. Hadika 2/210).

Yusuf Nizameddin Efendi ölünce yerine ortanca oğlu Mustafa Haşim Efendi geçer (doğumu 1130/1718). Önceleri sadece celveti tarikatı üzere tarikatı sürdüren M. Haşim Baba bir ara melamiliğe de meyleder. Sonra Mısır’a gider. Mısır’da bulunduğu sırada Bektaşiliğe de meylederek Kahire’deki Kasru’l-Ayn **************** Bektaşi dergahı şeyhi Hasan Babaa’dan Bektaşilik icazeti de alır. Böylece birkaç tarikata intisab eden Mustafa Haşim Baba, babasının postunda 30 yıl dergah şeyhliği yapar. Haşim Baba, inadiye dergahında hem Celveti hen de Bektaşi yolunu birlikte sürdürür. Böylece dergah, çifte tarikatın tekkesi haline gelir. Ancak Celvetilik her zaman ön planda kalır (Bkz: H. Kamil Yılmaz, Aziz Mahmud Hüdayi ve Celvetiye Tarikatı, İstanbul, 1982. Shf. 242-245,277).

M. Haşim Baba’ya Mısır’da iken Bektaşi icazeti veren Kasru’l-Ayn dergahı postnişini Hasan Baba, daha sonra İstanbul’a gelerek Haşim Baba’nın İnadiye tekkesinde 1170/1756 yılında vefat etmiştir. Alışılmadık bir Bektaşi tacıyla mezar taşında şunlar yazılıdır:
Mısır’da Baba Kaygusuz Dergahında Kasr-ı Ayn Şeyhi Kutbu’l-Vera Hasan Baba Sene 1170

Kasru’l-Ayn dergahı, Kahire’de Nil Nehri kenarında, Kaygusuz Abdal (Alaaddin Gaybi) tarafından kurulmuş, Bektaşi dergahıdır. Dergah, 1249/1833 tarihine kadar faaliyetini sürdürür. Bu tarihte İstanbul’daki Bektaşi Tekkelşeri gibi, Bektaşilerin elinden alınmış, ancak daha sonra mısır hidivi İsmail Paşa Bektaşiliğin Mısırda tekrar canlandırılmasına yardımcı olup, El-Mukattam dağı eteklerinde yeni bir Bektaşi dergahı inşa ettirmiştir.
El-Mukattam’daki Bektaşi dergahı, Mısır hidivlerinin (daha sonra Kral) himayesiylevarlığını sürdürmüş, son postneşini ise, 1959’da vefat eden Ahmed Sırrı Baba’dır. Bu tarihte bu kadar fiilen faaliyaetini sürdüren Mısır-Kahire’deki bu son Bektaşi dergahı, 1964’te Mısır diktatörü Abdünnkasır tarafından yıktırılarak yeri spor tesisleri haline getirilir. (bkz. Hassluck, oppcit, 515-516; Fuad Köprülü, Mısır’da Bektaşilik, Türkiyat Mecmuası, c.VI, İst., 1939, shf. 13-32; S. Münir Yurdatap, Mısırda Son Bektaşi Şeyhi ve Müritleri Arasında,Tarih Dünyası Dergisi, c. 2, s. 12, Ehim 1950.)

Celvetiliği ve Bektaşiliği birarada yürüten Mustafa Haşim Baba’nın tarikatına sonradan, Celvetiyye’nin Haşimiyye kolu adı verilmiştir (H. Kamil Yılmaz, A.g.e. . 242). Mustafa Hjaşim Baba 1197/1783 yılında vefat eder. Cenazesi namazı lıldırılmak üzere Aziz Mahmud Hüdayi celveti asitânesine getirildiğinde, Pir makamı şeyhi büyük Rûşen efendi cenazeyi içeri sokturmaz. Hatta kapıyı bile açtırmaz . Bunun üzerine cenaze, asitâne (Pir dergahı)nin alt tarafındaki yolda bulunan musalla üzerinde kılınarak inadiye dergahına gömülür. Mustafa Haşim Baba, çoğu Arapça olmak üzere bir çok eser telif eder. Bu eserlerden 12’sinin Süleymaniye kütüphanesinde nüshaları mevcuttur. Bunların en başlıcası Hacı Bektaş-ı Veli’nin makâlatına yazdığı şerhtir. İnadiye dergahının Celvetiyye – Haşimiyye silsilesi şu şekilde tespit edilmiştir.
1. Bandırma’lı Şeyh Seyyid Yusuf Nizameddin Efendi, Vef: 1166/1752.
2. Yusuf Nizameddin Oğlu Seyyid Mustafa Haşim Efendi, Vef:1197/1783.
3. Şeyh Seyyid Mehmled Galib Efendi, Haşim Efendi Torunu, Vef:1247/1832.
4. Şeyh Seyyid Abdürrahim Selamet Efendi Seyyid M. Galiboğlu, Vef: 1266/1850.
5. Seyyid Mehmed Fahreddin, Abdürrahim Selametoğlu, Vef, 1311/1839.
6. M. Galib Efendi Abdürrahim Selamet’in oğlu, Vef:1330/1912.

(Zakir Şükrü Efendi, Mecmua-i Tekâya; Freiburg – İstanbul, 1980, shf.21, 75)

1307/1890 da yayınlanan Ecmua-i Tekâya’yı hazırlayan Bandırmalı zade Es-Seyyid Ahmet Münib Efendi de, dergahın kurucusu Bandırmalı Seyyıd Yusuf Nizameddin Efendi’nin soyundan olup, Mecmuasında inadiye dergahını Celveti dergahı olarak göstermektedir. O tarihte (1890) dergah şeyhi olarak ta Fahreddin Efendi’nin (5. Sırada) ismi yer almaktadır. Dergahın son şeyhinin Bektaşi Babası olup, 1967’de ölen Yusuf Fahir Baba (Ataer) olduğu söylenmektedir (Ekrem Işın, Cem Dergisi, 62. Ocak, S. 56). Ancak, inadiye dergahının son şeyhi olduğu söylenen Yusuf Fahir Baba, Tarih Dünyası Dergisinin 1951 tarih ve 27 ve 28. Sayılarında yer alan Bektaşiliğin Sırları ve Bektaşilik başlıklı yazılarında ciddi çelişkiler ortaya koymuş, kitabî bilgiler yerine kulaktan dolma şifaî cahilane bilgiler serdetmiş olduğu görülmektedir. Yusuf Fahir Baba, yazılarında bir çok dini ve tasavvufi kavramı yanlış kullanmış olup bir taraftan Bektaşi argümanlar yerine Şii görüşler serdetmiş, ancak aynı zamanda da Kur’an’ın gerçekliğini red eden görüşler ortaya koymuş. Eldeki Kur’an-ı Kerim’in gerçek Kur’an olmadığı gibi kabul edilemeyecek idialarda bulunmuştur. Bu konuda da çelişki sergileyen Yusuf Fahir Baba, ilk üç halife başta olmak üzere sahabelerin Kur’an ayetlerinin toplanmasında Ehl-i Beyt-i Resul’a ait olan ayetlerin (!)yazılmadığından bahsederken, bunu dipnotunda da red etmektedir. Kur’an-ı Kerim’in 30 cüz değil, aslında 32 cüz olduğunu iddia eden Y. Fahir Baba, 32 cüzlü 2 ayrı Kur’an nüshası görüldüğünü ancak bu fazla iki cüzün dil, belagat ve anlam bakımından da ucube olduğunu söylemektedir.
Bu yazılardan Yusuf Fahir Baba’nın son derece çelişkili görüğşlere sahip olup, bilgi bakımından oldukça yetersiz olduğu görülmektedir.

Dört meşruta odası olup, fevkani ve ahşap olan tekke – mescid,1942 yılında kısmen yanmış, iki mihrabı bulunan mabet (bu iki mihrap, tekkede iki tarikat postunun (celveti-Bektaşi ) bulunmasından mütevellid olabilir. En son 1958’de Zeynep Kamil Hastanesinin genişletilmesi sırasında yıktırılmış ve mezarlar nakledilmiş (Bkz. Edhem Ruhi Öneş, İstanbul Camileri – Kaybolmuş Camiler – shf.16, Basılmamış Çalışma).

22.Haşimî Osman Saçlı Emir Efendi Dergahı ve Camii:
Dergah, Kasımpaşa, Kulaksız’dadır. Dergahtan ilkin 1199/1784 tarihli tekke ve zaviyelerle ilgili mecmuada söz edilir. Mecmuadaki listede, Kasımpaşa civarındaki tekke ve zaviyeler sayılırken, “Kasımpaşa – Kulaksız da Seyyid Haşim Efendi Tekyesi” olarak yer almaktadır (Vakıflar Dergisi, XIII, S. 589).
Bayrami dergahı olarak kurulan bu tekkeden Hadikatu’l Cevamî’de şööyle söz edilir:
« Saçlı Emir Efendi Camii
Banisi, Es-Seyyid Osman Haşimî Sivasi’dir. Müderris iken tedrisi terk edip Bayramiyye tarikatından Gazanfer Efendi’den inâbe almıştır. Sonra hilafet alıp camii civarında bir tekke de bina edip vefatı 1003 zilhiccesinde vakî olmuştur. Cami-i şerif bitişiğinde kendine mahsus türbesinde medfundur. Ve meşihatı evladına şart eylemiştir (Şart-ı Vâkıf). Ve kendi vefatından sonra evlâdı Cafer efendi şeyh olmuştur. Bunların dahi vefatları, 1040 senesindedir. Pederi yanında medfundur. Bunun yerine ise oğlu Seyyid İbrahim Efendi postneşin olup bunlar
dahi 1099 tarihinde vefat edip pederleri yanında medfundur. Ve bunun yerine hemşirezadesi Gazanfer Efendi şeyh olmuştur. Bunlar dahi 1112 tarihinde vefat edip pederleri yanında medfundur. (Hadika C.2, S.18)
Zakir Şükrî Efendi’nin Mecmua-i Tekaya’sında ise bu dergahta şeyh olan ilk beş kişinin adı şöyle sıralanır.
1. Şeyh Seyyid Haşimi Osman Efendi, El-Sivasî, El-Bayramî SaçlıEmir Efendi Namıyla Meşhur. Vef. 11 Zilkâde 1003.
2. Şeyh Haşimi Osman Efendi Oğlu Şeyh Seyyid Cafer Efendi. Vef. 1040.
3. Şeyh Cafer Efendi Oğlu Şeyh Seyyid Tavil İbrahim Efendi. Vef. 1099.
4. Şeyh Seyyid Gazanfer-i Sani, Şeyh İbrahim Tavil Efendi Oğlu. Vef. 1112. (yukarıda alıntıladığımız Hadika’nın kaydına göre Şeyh Gazanfer Efendi Şeyh İbrahim Tavil’in oğlu değil hemşirezadesidir.)
5. Kerestecizade Şeyh Mehmed Ledûmi Efendi, El-Halveti, Karabaş Şeyh Ali Efendi Halifesi. Vef. 1120.

Bu listeye göre başlangıçta Bayramî olan bu tekke, sonradan Halveti olmuş, hem de aynı zamanda Şart-ı Vâkıf’ın hilafına (vakfiye şartlarına aykırı olarak ) , kurucu Şeyh Haşim Osman Efendi’nin soyundan olmayan biri (Kerestecizâde) şeyh olmuştur.
İlkin Bayrami olan dergah, sonradan Halveti ve en sonda da Kadiri tekkesi olmuştur. Ahmed Münib Efendi’nin 1307/1890 tarihli Mecmua-i Tekayasında da Haşimi Osman Efendi ve Emir Efendi adlarıyla Kasımpaşa’da Kulaksız mahallesinde Kadiri tekkesi olarak geçmekte, o dönemdeki şeyhin adı Hamdi Efendi olarak kaydedilmektedir.

S. Nüzhe Ergun’un kaydına göre bu tekkenin son şeyhi bir Bektaşi Babası olan Münci Baba’dır. Bu kayda göre asıl adı Şeyh Mehmed Süreyya olan Münci Baba, tekkenin kurucusu ve ilk şeyhi Osman Efendi’nin soyundan olup tekkenin son şeyhidir. Münci Baba, Çamlıca Nur Baba tekkesi şeyhi Nuri Babaya bağlanıp Bektaşi olmuş, babalık icazetini ise Nuri Baba’nın oğlu Ali Nutki Baba’dan almıştır. 1942’de vefat etmiştir.
Münci Baba’nın “Bektaşilik ve Bektaşiler”, “Tarikat-ı Aliyye-i Bektaşiyye” adları altında iki kez basılan – ilk 1330/1914’te, ikincisi de 1338/1921’de olmak üzere – Bektaşiliği savunan ve açıklayan kitabı vardır. Dergah ve camii Kulaksız, Kadı Mehmed Mah. Yeniçeşme Cad., 1419 ada 52 sayılı parselde yer almaktadır. R. Ekrem Koçu’ya göre Kulaksız Camii yanıp ibadet dışı kalınca dergaha bir minare ilave edilip camii haline getirilmiştir. Tekke-camiin çatısı ahşap iken 1985’te beton haline getirilmiş, 1986’da türbe ve hazire onarım görmüştür. Bu onarımlar sırasında esas eski camii binası da mabede katılmıştır. Türbe dergahın kurucusu, Haşimi Osman Efendi ile ahfadının kabirleri vardır. Türbe kubbeli olmayıp çatılıdır. Türbenin karşısında hazire mevcuttur. Tekke-camii halen ibadete açıktır. (Bkz. Edhem Ruhi Öneş, İstanbul Camileri, Basılmamış araştırma çalışması, 1988)


İstanbuldaki Bektaşi Tekkeleri -IV
 1199/1784 Tarihli İstanbul’daki Tekke, Zaviye ve Hankahlarla belgede yer alan Tekkeler

Etraf-ı Haseki Sultan
1. Davutpaşa’da Örük Baba Tekyesi Şeyhi Zeynel Abidin Efendi
Etraf-ı Haric-i Sûr
2. İdrisköşkü (Eyüp) civarında Karyağdı Baba Tekyesi
Nefs-i Üsküdar ve Etraf-ı O ve sevahil_i Anadolu
3. İnadiye ittisalinde Bandırmalızâde Haşim Efendi Tekyesi
4. Öküz Limanında Yarımca Baba Tekyesi 
[8] 
5. Nerdibanlı Karyesinde (Merdivenköy) Gadni Dede Tekyesi (Şahkulu Sultan)
Etraf-ıKasımpaşa ve Galata ve Tophane ve Sevahil-i Rumeli
6. Kasımpaşa’da Kulaksız’da Seyyid Haşimî Efendi Tekyesi
7. Karaağaç’ta Bektaşi Ali Baba Zaviyesi
8. Rumelihisarı’nda Durmuş Baba Tekyesi
9. Rumelihisarı’nda Şehitlerde Ali Baba Tekyesi
(Atilla Çetin, İstanbul’daki Tekke, Zaviye ve Hankahlar Hakkında 1199/1784 Tarihli Önemli Bir Vesika, Vakıflar Dergisi, XIII, Ankara, 1981. Shf 583-590):
Kuzguncuk İskelesi – Üsküdar İskelesi
20) Ve Öküz Limanı – 21) Bektaşi Dergahı

(Bostancıbaşı Defterleri, R. Ekrem Koçu, İstanbul Enstitüsü Mecmuası, Shf.89, Baha Matbaası, 1958, İstanbul)


Bandırmalızade Es-Seyyid Ahmed Münib Üsküdarî’nin 1307/1890 Tarihli Mecmua-i Tekaya’sında yer alan TEKKE VE ZAVİYELER

Devran-ı Mukabele Günü, Cuma
1. Bandırmalı Şeyh Yusuf Efendi veya Seyyid Haşim Baba Efendi Tekyesi – Üsküdar’da İnadiye Mahallesinde – Celveti, şeyhi: Fahreddin Efendi.
Devran-ı Mukabele Günü, Cumartesi
2. Yarımca Baba veya Paşa Limanı Tekyesi – Üsküdar’da Paşa Limanı nam mahalde – Kadiri, şeyhi: Mehmed Efendi.
Devran-ı Mukabele Günü, Pazar
3. Erdek Baba – Haseki’de Davut Paşa nâm mahalde – Kadiri, şeyhi: Âgâh Efendi.
Devran-ı Mukabele Günü,Çarşamba
4. Durmuş Dede – Rumelihisarı’nda – Şa’banî (Halveti), şeyhi: Nuri Efendi (Bu dergah ilk kurulduğunda, gülşeni olup sonra şabani olmuştur).
Devran-ı Mukabele Günü, Perşembe
5. Akbaba – Beykoz’da Akbaba Nâm mahalde – Nakşi , şeyhi: –––
6. Bademli – Sütlüce’de – Nakşi, Şeyhi: Münir Efendi.
7. Perişan Baba – Yedikule’de Kazlıçeşme’de – Nakşi, Şeyhi: Hasan Efendi (Baba).
8. Şahkulu Sultan – Nerdeban Köyü’nde – Nakşi, şeyhi: Mehmed Ali Efendi.
9. Şehitler – Rumelihisarı’nda – Nakşi, şeyhi: Nafi Efendi.
10. Tahir Baba – Çamlıca-i Kebîr de – Nakşi, şeyhi, Nuri Efendi.
11. Karaağaç – Karaağaç Nâm mahalde – Nakşi, şeyhi: Hasib Efendi.
12. Karyağdı – Eyüp’te Karyağdı Nâm mahalde – Nakşi, şeyhi: Salih Efendi.
13. Valide Sultan veya Emin Baba Tekyesi – Edirne Kapı Haricinde – Nakşi, şeyhi: Halim Efendi
14. Haşimi Osman Efendi veya Emir Efendi – Kasımpaşa’da Kulaksız mahallesinde – Kadiri, şeyhi: Hamdi Efendi.

-------------------------------------------------------------------------
[8] Öküz Limanı Tekkesi, Reşad Ekrem Koçu tarafından yayınlanan Bostancıbaşı defterlerinde de kaydedilmiştir.(1791-92 tarihli)

http://www.bektasi.net/istanbuldaki-bektasi-tekkeleri-4.html  alıntıdır..