Halk arasında Nalıncı Baba adı ile anılan ve asıl adı Muhammed ( Mehmet ) Mimi ( dede ) Efendi aslen Bergamalıdır. İstanbul’ un Fatih semtinde yaşamış ve burada 1592 yılında vefat etmiştir.
Cenaze hizmetlerini bizzat padişah gördü. Kabri üzerine bir kubbe, içine bir çeşme koydurdu. Dahası bir tekke ile yaşattı adını. Türbesi Unkapanı’nda, Cibali Tütün Fabrikası’nın arkasında, Harabzade Camii karşısındadır.
İşte o Nalıncı Baba’nın ibretlik kıssası;
Nalıncı Mimi Dede; namsız,nişansız yiğitlerden ve Cenab-ı Hakk’ ın sevdiklerinden… Hayatı sisler ve perdeler ardında pırıldıyor. Tekke, Dergah, Medrese dervişlerinden değil… Belki meczup ama kerametler sahibi…
Hayatı hakkında zamanımıza kadar aktarılanlar efsane çapında güzel… Şimdi bizde o sele kapılıp gidelim bakalım neler var… :
Günlerden bir Cuma günü Hicri 1000 li yıllar ( Miladi 1592 ) Osmanlı hükümdarı Sultan III. Murad Han, İstanbul esnafını ve halkın halini kontrol için sokaklara çıkmıştı… Yanında da Şeyhülislam… Her ikiside tebdil-i kıyafet ile halkın gözünden gizlenmişlerdi… Kimse ne Padişahı ne de Şeyhülislamı tanımıyordu… Sokakları ellerine dolayıp gittiler… gittiler… Kıvrım kıvrım uzayan yollar onları Fatih semtine ulaştırdı… İleride, sokağın birinde görülmemiş bir kalabalık vardı… Sanki sokağa gökten insan yağmış gibi bir hal… Bugün bu sokakta birşeyler olduğu muhakkaktı ama neydi, ne olabilirdi ? Hünkar dikkat edip ilerlere baktı ve sonra Şeyhülislam a dönüp ;
- Efendi, dedi, git bak, orada ki insanlar ne ister ? Bu telaş ve çığlıkları sebebi ne ola ?
Şeyhülislam küt küt yürüyerek kalabalığın bulunduğu noktaya kadar vardı ve dedi;
- Ey Allah’ ın kulları… ! Ne yapıyorsunuz ? Niçin hepiniz burada toplandınız ? Derdiniz, davanız nedir ?
İnsan denizi dalgalandı ve acaip sesler yükseldi;
- Bir zındık öldüde onun için burdayız !
Şeyhülislam, daha tek kelime sormadı… İzi üstüne padişahın yanına döndü ve olanları anlattı…
- Devletlü Hünkarım !…bir zındık adam ölmüş, cenazesini kimse yıkamak istemiyor… Bu sebeple münakaşa edip dururlar.
Padişah meraklandı, Şeyhülislamın eteğinden çekerek;
- Haydi, dedi bizde onların arasına karışalım ve hadiseyi yakından görelim… Görelim ki nice hadisedir ?
Ve hadise yerine doğru ağır adımlarla yürüdüler, Halkın arasına karışıp yükselen seslere kulak verdiler… Her kafadan bir ses çıkıyor, herkes bir başka söz ediyor… Fakat sözlerin neticesi yoktu…
Hünkar birinin eteğinde çekip sordu;
- Ey Adem ! Nedir bu kalabalık ?
Adam mecnun gözlerle baktı ve dedi ki ;
- Ne olacak ? Ölen bir zındığın cenazesini yıkayıp yıkamamakta münakaşa ederiz…
- Kimdir bu zındık dediğiniz kişi ?
- Nalıncılık yapan bir ihtiyar sanatkardı ve adına da ‘’Nalıncı Baba’’derlerdi…
Şimdi ecel okuna hedef oldu…
- Hayret ettim ! Cenazesi niçin yıknmak istemez ?
- Zındık olduğundan…
- Bu ihtiyara neden zındık derler ki ? Öyle zındık demekle zındık olunmaz…
- Adam, Karşındaki zat’ın padişah olduğunu bilmiyordu…
- Şundan zındık deriz ki, Bu Nalıncı Baba hiç Camiye gitmez ve namaz kılmazdı. Üstelik kazandığı para ile her akşam Şarap alır evine götürürdü…
Osmanlı Sultanı merakla sordu ;
Adam kelimeleri peşpeşe sıralıyarak…
- Fena huyu vardı ki, herkes kendisinden bun yüzden nefret ederdi…
- O fena huy da neydi ?
- Her Cuma Akşamı baştan çıkmış, batağa düşmüş kadınları evinde toplar alem yapardı… Ama nasıl bir alem ise kimse bilemez ! Bu yaştaki adamın böyle işler yapması halkı rahatsız ediyordu…
- Demek öyle ?
- Evet… Belki sözümün eksiği var, fazlası yok…
- Bu sebeple mi Cenazesi ortada kaldı ?
- Evet… Bu yüzden kimse yüzüne bakmaz…
Sultan III. Murad Han fena halde meraklanmıştı… Şeyhülislamın kulağına eğilerek fısıldadı;
- Ne Dersünüz efendi ? Bu hadise bana çok garip geliyor… Nalıncı Baba’nın cenazesi böyle ortada kalmasın… Bu işi ikimiz üstlenip yapalım…
Ortada bir ölü var ve akıl almaz sözler… Hemen kolları sıvayıp işe koyuldular… Herkesin şaşkın bakışları arasında Padişah su döktü, Şeyhülislam ihtiyarın cenazesini yıkadı… Sonra namazını kıldılar ve vasiyeti gereğince gömülmesini sağladılar…
Buraya kadar olan hadiseler bir garip bundan sonrası daha da bir acayip… Padişahın merakı büsbütün kamçılanmıştır… Bu kördüğümü çözmek için Nalıncı Babanın zevcesini saraya çağırttı ve perde ardından kadına sordu… ?
- Ey Hatun… Siz kimin zevcesisiniz… ?
Kadın cevap verdi;
- Nalıncı Baba’ nın zevcesi idim…
- Peki kocanız nerede… ?
- Kocam vefat etti, Hünkarım…
- Kocanız yalnız Nalın mı yapardı… ?
- Evet… Öyle güzel nalın yapardı ki, kimse ona denk olamazdı…
- Kocan gerçekten iyi sanatkarmış, lakin zındıkmış… ?
Nalıncı Baba’nın zevcesi hemen itiraz ederek…
- Haşa Padişahım… Tam bir Müslümandı… Keşke herkes öyle olabilse…
- Beni şaşırttınız… Böyle dersin ama, senin kocan hiç camiye gitmez ve namaz kılmazmış… Nasıl Müslüman bu… ?
- Dediğiniz doğrudur, Sultanım…!
- Bak sende tasdik ediyorsun…
- Camiye gitmezdi ama eve gelip sabaha kadar namaz kılardı, hemde seccadesini ıslatacak şekilde gözyaşlarını akıtırdı… Gündüzleride vakit namazlarını dükkanında eda ederdi… Onun işlerine kimsenin aklı ermez…
- Ey Hatun… ! Beni meraklandırdın… Birde işin daha fenası var…?
- O da nedir… ?
- Derler ki ; Senin kocan her gece şarap alır evde şarap içermiş…? Bu da mı yalan… ?
- Yalan değil Sultanım… Yanlış… !
- Nasıl yani Ey Hatun… ?
- Şarap getirdiği doğrudur da içtiği yalandır…Kocam işinden eve gelir, iki rekat namaz kılar, Allahu Teala’ ya şükreder ve derdi ki;
‘’ Ey benim Rabbim… Mü’min kullarının Şarap içmelerine mani olabilmek için bana bugünkü rızkım ile iki kilo şarap almayı nasip ettin… Sana ne kadar şükretsem az Sen herşeyden yücesin, merhametlisin ve bağışlayıcısın… Günahkar kullarını affeyle… Onlara, sana varan doğru yolunu göster…Nürun şerefine düşenlerin elinden tut… Eğer sen onlara azab edecek olursan onlar senin kullarındır… ‘’ diyerek sonrada getirdiği şarapları tuvaletin deliğinden dökerdi… Dediğim gibi Sultanım onun işlerine kimse akıl sır erdiremezdi…
SultanIII. Murad Han bu sözler karşısında titreyerek başını öne eğip bir müddet düşündü… ve…
- Ey Hatun… ! Ne var ki kocanın başka bir kötü huyu daha varmış… Her Cuma akşamı baştan çıkmış kadınları evine toplar alem yaparmış… Buna ne dersin… ?
- Tamamiyle yanlış ki ne yanlış Padişahım… !
- Nasıl yani… ?
- Kocam bazı felakete uğramış talihsiz kadınları eve getirir, onlara nasihat eder, tevbe ettirir, yıkanıp abdest almaları için bana su hazırlattırır ve sonra bu zillet ve bataktan kurtulmaları için ellerine para vererek evlerine gönderirdi… Ama dıştan bakıldığında Nalıncı Baba’ nın yaptıkları ters gibi gözüktüğü için Halk ve onu gören kişiler, Ahlaka ayrıkı dinsiz ve imansız zındık biri gibi görüyorlardı… Hem iş ileri dereceye vararak kendisine artık kimse nalın yaptırmadığı için geçimimiz biraz zorlaşmıştı…
Ben kendisine kaç defa;
- Ey Efendi, ne olur artık bu davranışından vazgeç, Yarın ölsen Cenazeni yıkıyacak namazını kıldıracak ve defin edecek kimseyin bulamayıp cenazen ortada kalacak ve perişan olacağız derdim… ve cevaben…
- Ey Hatun…! Sen hiç tasa etme… ‘ Ben öldüğüm zaman, benim cenazem ortada kalmaz… cenazemi Şeyhülislam yıkar, suyumu da Padişah döker… Bir amel ki Allah için olsunda, Yücelerin yücesi Mevla mükafatını vermesi hiç görülmemiş şey mi… ?derdi…
Sultan III. Murad Han ‘ ın gözleri birden yaşlarla doldu ve hüzünlü bir ses tonu ile…
- Yaaa… ! demek öyle… ?
- Padişah derhal Saray’ dan Nalıncı Mimi Dedenin, Zevcesine ölünceye kadar tahsisat bağlayarak ve günümüzde aynı yerde bulunan Unkapanı mevkii Üsküp caddesi üzerinde bulunan Türbeyi yaptırttı…
Meşhur Seyyah Evliya Çelebi’ nin onun hakkında ki notları şöyle der;
‘’ Nalıncı Mimi Dede; Sultan III. Murad Han devrinin sayılı Meczuplarından birisi idi… Ona Mevlevi diyenler olduğu gibi, Halveti diyenlerde vardır… Bergama ‘ da doğup, İstanbulayerleşmiştir…Kış ve yaz aylarında hep nalın ile gezer ve Azablar çarşısında Nalıncılık ederdi… Evi Türbesinin bulunduğu yerde idi… Hicri 1000 yılının bir bahar sabahı idi… Osmanlı HünkarıIII. Murad biraz telaşlıydı… Huzuruna Saray ağasını çağırdı…
-Ağam , Ağam dedi, bilirmisin ne oldu… ?
Ağa boynu büküp, Ne oldu Devletlü Hünkarım diye sordu… ?
Padişah gördüğü bir rüyanın heyacanını taşıyordu… Gece rüyada gördüklerini tane tane anlattı…
– Bu gece tuhaf bir rüya gördüm Ağa…
– Hayırdır inşallah Sultanım…
– Nalıncı Mimi dede diye bir zat rüyama girdi…
– Olacak iş değil…
– Yakama yapıştı, şiddetle çekti ve dedi; ‘’ Sultanım…! Ben dünyanın tam elli sene suyunu içtim… Ekmek ve ni’metiyle perverde oldum… Şimdi ölüyorum… Bana öte dünyanın kapısı açıldı ve kabir göründü… Yarın Cenaze namazımı Fatih Camiinde kılmaya hazırlan… Beni evime göm… Üstüme bir kubbe, yanıma bir tekke, önüme de bir çeşme yap… ‘’
Ağam sen derhal Mimi dede’ ninevine koş, tahkik et… Hakikaten mimi dede ölmüş mü… ?
Ağa saraydan çıkarak Mimi dede’ nin evine ulaşır ve gördüğü gibi evin önünde kazanda su kaynatılmaktadır… Ağa bu manzarayı hayretli nazarla bakarak derhal saraya geri dönerek Padişah ‘ a anlatır…
-Devletlü Hünkarım rüyada gördükleriniz aynen vakidir… der…
Allah dostlarının işlerine akıl sır ermez… Nebiyy-i Alişan efendimizin buyurduğu üzere; Bir Kulun imanı doğrulmaz, Kalbi doğrulmadıkça; Kalbi de doğrulmaz, dili doğrulmadıkça…
Bu güzel ve hoş olan Keramet sahibi Allah dostu olan Mimi dede’ nin esrarengiz gizemi ile cezbeye kapılarak Sedefhane Adlı atölyemizde Nalın yapımına başlayarak Nalıncı Mimi Dede ismimizi TPEK almış olduğu karar doğrultusunda 2014 Yılında markamız tescillenerek üretimlerimiz Sedefli,Sade ve Hediyelik eşya mahiyetinde üretimlerimiz devam etmektedir…