KARIŞIK

3 Şubat 2016 Çarşamba

şeyh Hamid-i Veli (Somuncu Baba) Zaviyesi (Darende)

şeyh Hamid-i Veli (Somuncu Baba) Zaviyesi (Darende)

seyh Hamidi Veli.png

Şeyh Hamid-i Veli (Somuncu Baba) Zaviyesi (Darende) 
Malatya Darende ilçesinde, Hıdırlık Zaviye Mahallesi’nde, Tohma Çayı yanındaki Şeyh Hamid-i Veli Zaviyesi’nin yanında, kayalık alanın bitiminde Şeyh Hamid-i Veli (Somuncu Baba) Zaviyesi bulunmaktadır.

Şeyh Hamid-i Veli Somuncu Baba ismiyle tanınmış, Türk mutasavvıflardandır. Kayseri Akçakaya’da 1331’de dünyaya gelmiştir. Bu arada Horasanlı olduğu da iddia edilmiştir. İlköğrenimini babası Musa Efendi’den ve Kayseri’nin devrinin önde gelen bilginlerinden almıştır. Babasının ölümünden sonra Şam’da bulunan Bayezidiyye Dergâhı’na gitmiş, ardından Tebriz civarında Hoy kasabasında Şeyh Hacı Alâeddin Erdebili’nin öğrencisi olmuştur. Şeyh Erdebili’den halkı aydınlatma görevini aldıktan sonra Bursa’ya gelmiş, Bursa çilehanesi yanında açtığı fırında bereketli ekmekleri ile tanınmış ve halk tarafından sevilmiştir. Bu yüzden de Somuncu Baba ismiyle tanınmıştır Bursa’da ününün artmasından rahatsızlık duymuş, Aksaray’a gelmiş ve orada Şeyh Hamidüddin-i Aksarayı ismi ile tanınmıştır. Daha sonra müridi Hacı bayram-ı Veli ile Şam’a giderek bir süre orada kalmış ve sonra oğlu Halil Taybi ile birlikte Darende’ye yerleşmiştir. Darende’de 1412 yılında ölmüş ve kendi adına taşıyan cami ve zaviyenin yanındaki türbesine gömülmüştür.

Şeyh Hamid-i Veli Hazretlerinin; Zikir Risalesi, Silah'ül-Müridin ve Hadis-i Erbain adında yazılı üç eseri bilinmektedir.

İslam Âlim ve Mütefekkiri. Şeyh Hamid-i Veli Zaviyesi çeşitli dönemlerde yapılan eklerle ilk yapılışından kısmen de uzaklaşmış olsa bile yine de günümüze iyi bir durumda gelmiştir. Nitekim zaviyenin giriş kapısı üzerinde 1640 yılında yenilendiğini gösteren bir kitabe bulunmaktadır. İlk yapılışında yalnızca zaviye olan bu yapı camiye dönüşmüş, sonra da yanına türbe yapılmıştır.

Zaviyenin giriş kapısı üzerinde h.1005 (1596) tarihli onarım kitabesi bulunmaktadır. Bunun ardından yapı topluluğu 1990–2000 Yılları arasında Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı tarafından aslına uygun olarak restore edilmiştir.

Zaviye geniş bir avlunun ortasındadır. Dış avluya kemerli bir kapıdan girilmektedir. Buradan daha büyük ikinci bir kapı ile ikinci bir bahçeye geçilmektedir. Bu kısma yakın tarihlerde bir de büyük havuz eklenmiştir. Avlunun sağında türbe ile minare arasında iki katlı medrese hücreleri yapılmıştır. Medrese hücreleri L planlı olup doğu cephesinin üst katı yıkılmıştır. Medreseye bitişik olan cami kısmının son cemaat yeri aynı zamanda türbe ile zaviyenin kütüphanesine geçişi sağlamaktadır. Cami kısmı kareye yakın dikdörtgen planlı olup üzeri tromplu yedigen kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbenin üzeri yedigen piramidal bir çatı ile örtülmüştür. İbadet mekânı kubbe kasnağındaki yedi küçük pencere ile doğu, batı yönünde birer, kıble tarafında üst örtüde açılan bir pencere ile aydınlatılmıştır.

Somuncu Baba Türbesi kesme taş ve moloz taştan yapılmıştır. Kare planlı türbenin üzeri kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Türbenin içerisi kasnaktaki pencerelerle aydınlatılmıştır. Türbede Şeyh Hamid-i Veli ile oğlu Halil Tayyibi gömülüdür. Her ikisinin de sandukaları ceviz işlemelidir. Ceviz sandukanın üzerinde kubbe bulunmaktadır. Ayrıca türbenin önünde Şeyh Hamid-i Veli’nin müritlerinin mezarları vardır.

Caminin ana mekânının yanına inşa edilen ilave camiinden başka Darende-Somuncu Baba Tanıtım Merkezi, Şeyh Hamidi-i Veli Kütüphanesi gibi birimler vardır

Demir Hafız

Demir Hafız

Nevşehir’in Velileri; Demir Hafız

NEVŞEHİR     Hasan Dede Türbesi’nin hemen yanı başında bulunan kabirlerden birisi adını sıkça duyduğumuz Demir Hafız Hocaefendi’ye ait.
Nevşehir'de yaşamış velilerden. Asıl ismi Mustafa. Nevşehir'in Karasoku mahallesinde 1870 (H.1287) senesinde doğdu. Halk arasında Demir Hafız veya Demir Hoca ismiyle tanındı. Tahsil çağı gelince Köse Vâiz Medresesi’nde ilim öğrenmeye başladı. Hocası Hacı Hamdi Efendi’den icâzet aldı.
Demir Hoca, ilim tahsilini tamamladıktan sonra manifaturacılık yaparken, Nevşehir Tavukçu Camiive diğer camilerinde imamlık ve hatiplik yaptı. Bir süre sonra ticareti tamamen bırakıp insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmeye çalıştı. Kendisi için tutulan han odalarında talebe yetiştirdi.
Aksaray'dan ziyaretine gelen bazı talebeleri; "Keşke gelirken kavun getirseydik iyi olurdu." diye aralarında konuştular. Demir Hoca'nın yanına geldiklerinde, Hoca
Efendi evdekilere; "Misafirlerimize karpuz getirin de ikram edelim. Kavun olacağına karpuz olsun." dedi.
Bir ara Konya'ya giden Demir Hoca, burada bir ay boyunca vaaz ve ders verdi. Ramazanın sonunda Demir Hoca'ya bir miktar para verdiler. O bunu kabul etmedi. Paranın az olduğunu sanarak iki katına çıkardılar. Yine kabul etmeyip; "Ben ilmi parayla satmam." buyurdu.
Uçhisarlı emekli müftü Ali Efendi bir gece rüyasında, Demir Hoca'yı Peygamber Efendimizin bahçesine girmiş, ağaçtan bir nar koparmak isterken gördü. Bahçenin bekçisi ona; "Burada nar hissen var. Narı alman için biraz daha beklemen lâzım." dedi.
Demir Hoca'nın huzurunda rüyasını anlatınca, talebelerinden biri; "Ahirete yolculuk var." diye tabir etti. Orada bulunan arkadaşlarının; "Bunu nasıl söylersin?" demeleri üzerine, Demir Hoca; "Dokunmayın! Hacı doğru tabir etti." dedi.
Bu hâdiseden bir süre sonra Demir Hoca'yı köylerine vaaz için götürmeye gelen köylülere; "Sizlerle gitmeye izin yok. Ancak Nar Köyü’ne gitmeye izin var." diyerek onlarla helalleşti. Daha sonra Nar Köyü’ne gitti. Buradaki camide bir müddet vaaz verdi. Vefatından önceki ise yanında bulunanlara; "Eğer vefat ederken şuurunuz yerinde olursa, Peygamber Efendimizin son nefesinde okuduğu duayı okursunuz." dedi. Bu halde iken 1952 (H.1372) senesinde Nar’da vefat etti. Cenazesi Nevşehir'e getirilerek Kurşunlu Camii’nde kalabalık bir cemaatle namazı kılındı. Kabri Nevşehir’de Hasan Emmi Türbesi’nin yanında bulunuyor

Hasan Emmi türbesi





Hasan Emmi türbesi

Nevsehir - Göreme yolu üzerinde bir türbe vardi. Nevsehir Belediyesi, sehrin çikisindaki yolu genisletme gayesiyle, bazi tadilâtlar yapti. Bu arada yolun genisletilmesi ve gidis - gelisli bir yolun yapilmasina da karar verilmisti. 

Yol yapimi türbenin bulundugu yeri de' içine aliyor ve türbenin yikilmasi icab ediyordu. Fakat bir gün Belediye Baskanina bir sikâyet geldi.


azi isçiler ellerinde kazma oldugu halde türbeyi yikmak istiyorlar, fakat yikamiyorlardi.

Bu hâdise üzerine halk ve belediye baskani türbenin bulundugu mevkie geldiler ve elleriyle türbeyi yikmak istediler.

Fakat Allah Teâlâ, onun yikilmasina müsaade etmedigi takdirde nasil yikacaklardi. 

Türbeyi yikmak için kazmayi alip da elini kaldiran isçilerin elleri, halkin bakislari arasinda havadan inmiyor ve adam yikmaktan vazgeçip geri çekildigi zaman ise, hiçbir sey yokmus gibi eski haline avdet ediyordu.

Bu durum karsisinda, Belediye türbeyi yikmaktan vazgeçti ve gidis - gelisli yol türbenin sagindan ve solundan verilerek türbe iki yolun ortasinda kaldi. 

Hasan Emmi türbesi olarak bilinen bu türbe yikilamayan türbelerin içinden sadece bir tanesidir. Bunun gibi birçok türbe yol yapimlarinda olsun, bazi tasfiye hareketlerinde olsun, oldugu yerleri muhafaza etmisler ve yikimlarina müsaade etmemislerdir. Bunlardan birisi de Balikesir'deki Hasan Baba türbesidir.

Hasan Baba Türbesi de, Hasan Baba Çarsisinin yapimi zamaninda, bir türlü yikilamamis ve oldugu yerde çarsinin ortasinda kalmistir.

Gani Baba Türbesi / AMASYA –Suluova –Saygılı Köyü

Gani Baba Türbesi / AMASYA –Suluova –

Saygılı Köyü

Türbenin Yeri: Gani Baba Türbesi, Amasya İli Suluova ilçesi Saygılı Köyü sınırlarında Tersakan Irmağının yanındadır.
Gani Baba Tabelası
Gani Baba Kimdir: Gani Baba İslamiyeti yaymak için Horasan’dan bölgeye gelmiş ve burada Rumlarla savaşırken şehit düşmüş evliya bir kişi olarak anılmaktadır. Asıl ismi Abdülgani El-Halveti olarak geçmektedir. Amasya’nın ulu evliyalarından kabul edilmektedir. Buraya gelen ziyaretçilerin istekleri kabul gördüğünden, evliyanın Gani adıyla anıldığını düşünmekteyiz.  
Gani Baba Türbesi
Türbenin Durumu: Türbe mermerden üzeri açık basit bir mezardır. Etrafı ise günümüzde mesire ve piknik yeri olarak kullanılmaktadır.

Ziyaret Nedeni: Gani Baba her türlü hastalık, birçok istek ve dilek için yoğun biçimde ziyaret edilmektedir. Hastalıklar için türbe etrafında dönerek dualar okunur ve yine türbede bulunan geyik boynuzuyla “Efsunlama” yapılarak şifa aranır. Bu yöntemde hasta ağrıyan yerine geyik boynuzu sürülür ve dualar okunur. Bu işlemlerden sonra türbeye adak adanır. Adaklar hastalığın büyüklüğüne göre kurban adağı, türbeye eşya getirme veya mum adağı olabilir. İstek ve dilekler içinse efsunlama haricinde diğer uygulamalar aynen icra edilir.

Menkıbeler: 1-) Ali Yüzbaşı adında Amasya’da görevli bir asker Suluova’ya gidip Gani Baba’yı görmek ister. Suluova’ya giden otobüse oturduğunda yanına yaşlıca bir adam oturur. Ali Yüzbaşı, yaşlı adamla sohbete başlar ve “Suluova’da Gani Baba adında birisi vardır onu nasıl bulabilirim?” diye sorar. Yaşlı adam “Suluova’dan 20-25 dakika uzaklıkta Saygılı Köyü var Gani Baba oradadır” diye cevaplar. Sonra Ali Yüzbaşı’ya sorar “Niçin arıyorsun Gani Baba’yı?” Ali Yüzbaşı Ankara’da oturduğunu, 1 ay kadar önce Gani Baba ile tanıştığını ve gelip kendisini ziyaret etmesini söyler. Yaşlı adam başına sallar ve “Tabi oğul davete icabet etmek gerekir” der. Ali Yüzbaşı Suluova’ya gelince yaşlı adamın adını sorar ve Garip Hafız olduğunu öğrenir.
Ali Yüzbaşı Gani Baba’yı bulur. Bulur bulmasına da kendisini 1 ay önce çağıran zatın yüzyıllar önce burada vefat ettiğini öğrenir. Gözyaşları içinde türbeyi ziyaret eder ve dualarını okur.           

Kaynakça: Abdülhalim Durma –Evliyalar Şehri Amasya -2003 / Rahime Özdoğan –Amasya’da Adak Yerleri İle İlgili Halk Anlatıları -2006 / www.panoramio.com

Taylan Köken

MUHAMMED GANİ BABA TÜRBESİ..DİVRİĞİ

MUHAMMED GANİ BABA TÜRBESİ


Muhammet Gani Baba, 1826 yılında Anzağar Köyü’nde doğmuştur. Hacı Bektaş-ı Veli Tekkesi’nden nasip almış ve Anzağar Köyü’nde kendi adına tekke kurmuş Bektaşi Babası’dır.  1889 yılında yine bu köyde vefat etmiştir.
Rivayete göre:Gani Baba’nın atalarından, 3 kardeş Horasan’dan gelmiştir.  Anadolu’ya gelenlerden biri Gümülcine diğer Arnavutluk’a yerleşmiştir. Derviş Ağa adındaki üçüncü kardeş de Divriği’ye gelerek “Garip Musa Tekkesi ” ne yerleşmiştir.  Garip Musa yatırı bugün de önemli bir adak yeridir. Güneş Köyü'nün üst tarafında yer alır. Yörede “Garip Musa Tekkesi” adıyla bilinir.

KOCA SAÇLI TÜRBESİ DİVRİĞİ

KOCA SAÇLI TÜRBESİ ...DİVRİĞİ




Koca saçlı menkıbeye göre Hünkar tarafından Divriği'ye gönderilen ulu bir zattır. Yatırı, Divriği'ye 28 km uaklıktaki Erikli Köyü'ndedir. Türbe, köyün kuzeyinde ve Erikli İçmesi'ne giden yolun üzerindedir.
Koca Saçlı Türbesi, her yıl ilkbahar ve sonbaharda Erikli, Kekliktepe, Sincan, Akmeşe, Karakale, Yazıköy, Ekinbaşı, Kozlu, Ovacık, Apsal, Gönülgören, İzümlük, Mekke... köylüleri tarafından toplu olarak ziyaret edilir. Bu ziyaretler sırasında kurbanlar kesilir, yemekler dağıtılır, dualar edilir. Ayrıca Erikli İçmesi'ne gelenler de Koca Saçlı/Resul Baba'yı ziyaret ederek dertleri için şifa dilerler.

Şah İsmail'in de yattığı büyükdedesi Şeyh Safiyyeddin'in türbesi

Şah İsmail'in de yattığı büyükdedesi Şeyh Safiyyeddin'in türbesi





ŞAHA DOĞRU GİDEN KERVAN



Son günlerde İran Şahı İsmail’i Türklük şuuruna sahip bir Türk büyüğü olarak tanıtma furyası var. İyi de açılım uğruna tarihî hakikatleri tahrif etmek ne derece mümkündür?
Meşhur şeyh Safiyeddin Erdebilî’nin soyundan gelen ve bu sebeple Safevî diye anılan Şah İsmail’in, dedelerinin yolundan büsbütün farklı bir yol tutuşu, zamanında herkesi şaşırtmıştı. Şeyhin büyük dedesi Sincarlı bir Kürt idi. Şu kadar ki aile tamamen Türkleşip, Türkçe konuşur olmuştu. Hanefî mezhebinden olan Şeyh Safiyeddin (1252-1334), kendisi gibi Kürt asıllı ŞeyhZâhid Geylânî’nin kızıyla evlenip postuna oturdu. Emir Timur ve Osmanlı padişahları bile şeyhin tekkesine yardımda bulunurdu. Erdebil Tebriz yakınındadır.
Düzmece şecere
Şeyhin torunlarından Cüneyd, Akkoyunlu Uzun Hasan Bey’in kardeşiyle evliydi. Siyasî emel uğruna ömrünün sonunda Şiîliğe girdi. Şirvanşahlar ile savaşırken ölünce, oğlu Haydar’ı dayısı himaye edip kızını verdi. Haydar, 12 imamı sembolize eden 12 dilimli taç ile Hazret-i Hüseyn’in kanını sembolize eden kırmızı börk ve sarık giyer; adamlarını da böyle giydirirdi. Anadolu halkı bu sebeple bunlara Kızılbaş demiştir. O da babası gibi Şirvanşahlarla savaşırken öldü. Yerine 6 yaşındaki oğlu İsmail geçti. Sonra Hazret-i Hüseyn’in 32. kuşaktan torunu olduğunu gösteren bir şecere düzdürüp itibar temin etmek istedi. Şah İsmail’in Hatay Türklerine mensup olduğu söylenirse de doğru değildir. Böyle bir kabile yoktur. Şah Hatâî mahlasıyla şiirler yazardı. Arapçahatâ kelimesine nisbettir.
İsmail kendisini koruyan Akkoyunlulara başkaldırıp devletlerini tarihten sildi. Dedesi Uzun Hasan’ın Tebriz tahtına oturup, Akkoyunlu ailesini katletti. Pek azı Osmanlılara sığınabildi. Sünnîlikten dönmediği için annesini bile öldürdü. Ardından büyük bir Sünnî katliâmına girişti. Yüzbinlerce kişiyi katletti. Bu soykırımı torunu Şah Abbas tamamlayarak İran’da tek bir Sünnî bırakmadı. Sonra Özbekler üzerine saldırdı. Mağlup ettiği Şeybânî Han’ın kafatasından şarap içtiği, derisine de saman doldurup Sultan II. Bayezid’e gönderdiği rivayet olunur.
Koyun beni Şah’a gidem
Irak, Azerbaycan ve Doğu Anadolu’yu işgal etti. Anadolu’da Şiî propagandasına girişti. Türkmenlere beylik va’dederek yanına çekmeye çalıştı. Gelenlere hüsnü kabul de gösterdi. Saz şairleri köy köy gezip “Güzelce Şah der ki gelin/katımda itibar bulun/Dağlar eğilin, eğilin/Koyun beni Şah’a gidem” nağmeleriyle bu propagandayı yürütüyordu. “Şaha doğru giden kervan” veya“Kâtip arzıhalim yaz şaha böyle” mısraları, devlet otoritesine alışmamış göçebelerin bu devirdeki İran taraftarlığını terennüm etmiştir.
İsmail’in gönderdiği ajanlardan Şah Kulu (Şeytan Kulu da denir), 1511’de Anadolu’da ihtilâl çıkarmaya çalıştı ise de yenildi. Yavuz Sultan Selim 1514’te Şah İsmail üzerine yürüdü. Ağır bir bozguna uğrayan şah, hazinelerini, hatta hanımını harb meydanında bırakıp canını zor kurtardı. Pâyitahtını bile kaybetti. Alman İmparatoru Şarlken’den yardım istedi. Ama Haçlı ordusununMohaç’ta yenildiğini göremeden 1524’te 37 yaşında Erdebil’e yakın Serab’da sefahat içinde öldü.
Siyaset ve askerlikte deha derecesinde mâhir, fakat mağrur, kindar, kan dökücü ve sefih idi. Şia’nın Gulat (aşırı) kolundandı. Türkçe, Farsça ve Arapça şiirler yazardı. Son günlerinde hayal kırıklığı içinde yazdığı şu gazeli pek meşhurdur: “Ayâ gönül kuşu derler bahar imiş mene ne/Bisat-ı ıyş aceb rüzgâr imiş mene ne/Bu baht-ı bed ki menem var Hatâî ol şuhu/Gam ehline diyeler gamküsâr imiş mene ne!” Görenler kendisini uzun boylu, kızıl saçlı, sakalsız ve yakışıklı biri olarak tasvir eder.
Şah İsmail'in Şeybanîlere karşı kazandığı zaferi tasvir eden minyatür
Şah’ta Türklük şuuru?
Safevîler İran’da 236 sene hüküm sürdü. Devletleri yüksek kültürlü ve güçlü idi. Ama yüzbinlerce Sünnîyi katlederek İran’ı Şiîleştirdiler. Osmanlılar aleyhine Hıristiyan devletlerle ittifaklar yaptılar. Sünnî Türk devletleriyle mütemadiyen savaşarak Türk ve Müslüman kanı döktüler. Büyük bir Sünnî Türkmen kitlesini Şiîliğe soktular. Böylece Türklüğün manevî yapısını bölerek bozdular. Doğu Anadolu’dan hayli Türkmeni İran’a göçürerek nüfus azalmasına sebep oldular. Türkistan’ı tazyik ederek zaafa uğrattılar. Bu sebeple Türk-İslâm tarihinde çok menfi bir rol oynadılar. Kendileri de giderek Farslaştılar. Çaldıran Zaferi olmasaydı Anadolu’nun akıbeti de bu idi.
Bazıları Şah İsmail’i Farsça şiir yazan Yavuz Sultan Selim ile kıyaslayarak, Türkçe şiir yazdığı için Türklük şuuruna sahip biri gibi lanse eder. Halbuki İsmail’de ne Türklük, ne de İslâmlık şuuru vardır. Üstelik Araplık iddiasında idi. Şah, Farsça ve Arapça şiir yazdığı gibi, Sultan Selim’in de Türkçe şiirleri vardır. Anadolu’nun cahil göçebelerini tatlı vaadlerle kandırmasından, Türklerin kendisini Osmanlılara tercih ettiği mânâsını çıkarmak gülünçtür.
Böyleyken Şah İsmail’in bir Türk büyüğü gibi lanse edilmesi, son günlerdeki açılımlar rüzgârının bir parçası olarak görülüyor ise, bilinmelidir ki Şah İsmail’in dinî tolerans ve insan hakları açısından hiç de iyi bir karnesi yoktur. Düşmanına saygı göstermek başka, onu olmadığı vasıflarla medhetmek başkadır. Bu, Kırım’a Stalin heykeli dikmeye benzer. Sultan Selim’i Alevî katliâmıyla suçlayanlar, Safevîleri hiç dile getirmezler. Şah’a yardım eden Alevîlerin öldürüldüğü doğrudur. Ama bütün Alevîler için böyle söylenemez. Aksi halde Anadolu’da milyonlarla ifade edilen Alevî varlığını izah etmek güçleşir. Osmanlılarda dirlik ve birliği bozanlar, hanedandan bile olsa cezalandırılır. Bu yolda ölen Sünnîlerin yanında Alevîlerin lafı bile edilmez. Halbuki Safevî katliâmına uğramak için yalnızca Sünnî olmak kâfiydi.
 

Şah İsmail'in de yattığı büyükdedesi Şeyh Safiyyeddin'in türbesi

KOCA HAYDAR TÜRBESİ..DİVRİĞİ

 KOCA HAYDAR TÜRBESİ

Seyyid Koca Haydar Beylikler döneminde yaşamış çok ulu bir derviştir. Sivas'ı Divriği üzerinden Malatya'ya bağlayan Sarıçiçek Yaylası'nda bir tekke açmış yöre halkını aydınlatmıştır.
Duruköy'den Koca Haydar yatırına giderken dağ yolunun çeşitli yerlerinde kaldırım taşlarından yapılmış yol izlerine rastlarsınız. Halk buraya "Sultan Murat Caddesi" adını vermiştir. Yine türbeye yakın olan düzlüğe de "Ordu Düzü" demektedirler. İnanışa göre IV. Murat, Sivas üzerinden (23 Mayıs 1635), Erzurum yoluyla (3 Temmuz 1635) Revan Seferi'ne (26 Temmuz 1635) giderken bu yoldan geçmiştir. O nedenle halk buraya "Sultan Murat Caddesi" ismini vermiştir.
1968 yılına kadar ahşap olan türbe, 1968 yılında yıkılarak kesme taşlardan yeniden yapılmıştır. Selçuklu kümbetlerine benzetilmeye çalışılan türbenin konik kubbesi sacla kapatılmıştır. Türbe içerisinde mezar taşı kitabesi bulunmayanbir sanduka bulunmaktadır. Türbenin duvarında ise, Koca Haydar'ın torunu Seyyit Dehman'a ait bir mezar taşı kitabesi vardır.
Kutsallığına inanılan mezar taşı kitabesine o kadar el sürülmüş,o kadar öpülüp koklanmıştır ki yazılar okunmaz hale gelmiştir. Kitabede "Şeyh Dehman İbni Seyyit Şeyh İsmail ibni Seyyit Şeyh Koca Haydar ruhuna fatiha" sözleri yer almaktadır.

ŞEMMAS PİR TÜRBESİ... DİVRİĞİ

 ŞEMMAS PİR TÜRBESİ... DİVRİĞİ
Şemmas Pir, hem Hüseyin Gazi'ye hem de Seyyit Battal Gazi'ye yardım eden ulu bir zattır. 
Şemmas Pir'in Divriği Duruköy'deki türbe dışında; Çorum'un Alaca İlçesi Balıklı Havuz mevkiinde, Sivas'ın Kangal ilçesi Bulak Köyü'nde, Aksaray iline bağlı Mamsun Köyü'nde, Kayseri'nin Bünyan ilçesinde türbe ve mezarları bulunmaktadır.
Battal Gazi Destanı'nı esas alırsak Divriği'yi Arapkir üzerinden Malatya'ya bağlayan yol üzerindeki Şemmas Pir yatırı bizce asıl yatırdır. Diğer yatır yerleri Şemmas Pir'e ait diğer kutsal mekanlardır.
Şemmas Pir, Battal Gazi'ye bilgiler veren, zaman zaman onu uyaran bir azizdir. Battal Gazi, Rum diyarı ve kişilerine ait her türlü istihbaratı Şemmas Pir'den alır, Şemmas Pir'in düşüncelerine çok önem verirdi. 

KARADONLU CAN BABA TÜRBESİ

KARADONLU CAN BABA TÜRBESİ



Karadonlu Can Baba, Şaman Moğollar arasında İslamiyeti yaymaya çalışan bir derviştir. Hacı Bektaş-ı Veli'nin Divriği Yöresine gönderdiği bir halife, bir islam evliyasıdır. Vilayet-name'yi kaynak olarak alırsak Karadonlu Can Baba 13. yüzyılda yaşamış bir Anadolu Ereni'dir.
Karadonlu Can Baba yatırı, Karageban nahiyesininin Ömerli mezrasındadır. Adak yeri, ilçeye 42 km. uzaklıktadır. Yöredeki en eski ve en önemli adak yerlerinden biridir. 
Karadonlu Can Baba' ya ait menkıbeler Hacı Bektaşı Veli Vilayetnamesi içinde yer almıştır.


Karadonlu can Baba Şaman Moğollar arasında İslamiyeti yaymaya çalışan bir misyoner derviştir.Hacı Bektaş Velinin Divriği yöresine gönderdiği bir İslam evliyasıdır.13.yüzyılda yaşamıştır.Karageban nahiyesinin Ömerli mezrasındadır.

Can Babanın Kazana Girmesi :
Yedinci post sahibi karadonlu can Baba Hacı Bektaş Tekkesinde otururken kafirlerin Erzincan-Kemah’ın Cibilce boğazından geçtiği ve büyük bir hızla batıya doğru ilerlediği haberini almış.Bunları düşünürken çareler düşünülürken Can Baba söze karışmış ve “Bu nimete ben erişmek isterim”diye ısrar etmiş.Hünkar!da Can Babayı tatar Hanı’na karşı görevlendirmiş.Karadonlu Can Baba giyinmiş,kuşanmış ve askerlerini ardına alıp Kemah’ın Cibilce Boğazında kafirleri karşılamış.
Menkıbenin devamı Vilayetnamede şöyle anlatılır:
“Can Baba’nın sözünü Kavus Han’a haber verdiler.Kavus Han emretti:göçü kondurdular.Karadnlu Can Baba’yı Kavus Han’ın huzuruna götürdüler.Han,Karadonlu Can Baba’ya sordu.
-Derviş sözün nedir?
Can Baba cevap verdi
-Sünnet olup imana gelmezseniz,size bundan ileri yol yok dedi.
Kavus Han keşişi çağırdı.Keşiş’e:
-Ey dinimizin ulusu,gör bak şu gelen kimse ne diyor? Sen de işit!...
Karadonlu Can Baba aynı sözleri keşişin önünde de söyledi.Kavus Han keşişe tekrar sordu:
-Ey dinimizin ulusu,bu dervişin sözüne ne dersin?...
Keşiş:
-Cevabı hem kolay hem güç..
Kavus Han keşişe sordu:
-Kolayı nedir? Zoru nedir?...
Keşiş cevap verdi:
-Kolayı şu;Bu adamı sınarız.Zoru da şu eğer üst olursa dinimizi bırakıp bunun dinine girmemiz gerek.Bunun üzerine Kavus Han:
-Bunu nasıl sınayacağız; dedi.
Keşiş cevap verdi:
-Büyük bir kazan içine girsin.Ağzına kadar su doldurun.Kapağını sıvayın.3 gün altına kızgın ateş yakın,3 gün kaynatın…Sözü doğruysa bir şey olmaz bunun dinine geçeriz dedi.
Kavus Han bu sözden hoşlandı:
-İyi bir tedbir buldun yalancıysa helak olur,kurtuluruz…dedi.Donra dönüp Karadonlu Can Baba’ya:
-Ne dersin? Razı oluyor musun? diye sordu.Karadonlu Can Baba cevap verdi:
-Evet razıyım.Fakat ölmez de sağ çıkarsam Müslüman olur musunuz? Diye sordu.Kavus Han:
-Elbette, ne var ki… dedi.

Ortaya büyük bir ziyafet kazanı getirdiler.İçini suyla doldurdular.Gel gir dediler.Karadonlu Can Baba,iki bir demeden kazanın içine girdi.Su doldurdular,kapağını kapattılar,dört yanını sağlamca sıvadılar.Altına büyük bir ateş yaktılar.
Hünka o sırada mübarek eliyle Ak Pınar’dan su alır,civarına serperdi.Serptiği yerden buğu çıkardı,göğe çıkardı.Hünkarın yanında duran Sarı İsmail,taştan,topraktan buğu çıkmasına şaştı.Hünkar Da:
-Karadonlu Can Baba’yı,Kavus Han kazana koyup kaynatıyor,onun suyunu ılıklaştırıyorum,diye cevap verdi.
Kavus Han Karadonlu Can Baba’yı 3 gün 3 gece kaynatır.Dördüncü günü kazanın kapağını açarlar.Can Baba’nın buram buram terlemiş olduğunu hayretle görürler;fakat verdikleri söze rağmen Müslümanlığı kabul etmezler.
Keşiş bu kez de bir yazıya (düz araziye) odun yığılmasını,Karadonlu Can Baba’nın ateşe verilen odun yığınları içine girmesini,bu ateşin içinden de sağ sağlim çıkarsa Müslüman olacaklarını söyler.Karadonlu Can Baba bu teklifide kabul eder.Fakat kendisine haksızlık yapıldığını,hep kendisinin sınavdan geçirildiğini söyler.
Kavus Han’a dönerek:
-Bu keşiş sizin dininizin ulusu.O da gelsin benimle girsin.Hangimizin dini haksa belli olur.Kimsenin şüphesi kalmaz der.
Kavus Han keşişin yüzüne bakıp:
-Ey dinin ulusu bu teklife ne dersin? diye sorar.
Keşiş de yanacağını bile bile Can Baba’nın elini tutarak ateşin içine doğru yürür.(Vilayetname)

Karadonlu Can Baba’nın Divriği Karageban köyü rivayeti ise Vilayetnameden biraz farklıdır.
Söylenceye göre:
Karadonlu Can Baba için büyük bir kazan hazırlanır.3 gün odun yakarlar.Fırının içini kor haline getiriler.Keşiş başına geleceği bilmektedir.Fırına girmeden önce çocuklarını Karadonlu Can Babaya emanet eder.Benim ölümümden sonra çocuklarıma sen bakarsın der.
Karadonlu Can Baba keşişe son defa Müslümanlığı teklif eder.Fakat keşiş Can Babaya serini vermez elini verir.Yani Müslümanlığı kabul etmez.Can Baba ile keşiş fırına girerler.Ertesi gün fırının kapağı açıldığında Karadonlu Can Baba keşişin eli ile dışarı çıkar.Keşişten geriye sadece bir el parçası kalır.Halbuki eliyle birlikte serini de verseydi,fırından yanmamış olarak çıkacaktı…
Vilayetnameye göre sınav bununla da bitmez.Kavus Han’ın hatunu bu defa da Karadonlu Can Baba’ya hazırlamış olduğu zehirden içmesini söyler.Can Baba hazırlanmış olan zehiride içer.Vilayetnameye göre Allah’ın izni ve Erenlerin himmetiyel Can Baba’ya bir şey olmaz.
Bunun üzerine Kavus Han ve ordusu Kelime-i Şahadet getirip Müslüman olurlar.Karadonlu Can Babanın tavassutu, Hünkar Hacı Bektaş Velinin isteğiyle Konya Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat bunları Sivas,Kayseri,Ankara ve Çoruma yerleştirir.

ARAPLIK (HACİP AHMET) TÜRBESİ



turbe.jpg
 ARAPLIK (HACİP AHMET) TÜRBESİ
Sivas ili Divriği ilçesi Kocapaşa Mahallesi’nde bulunan bu türbenin kitabesi bulunmadığından günümüze de harap bir durumda geldiğinden yapım tarihi konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Bununla beraber giriş kapısının kenarlarındaki Selçuklu dönemi bezemelerine benzeyen geometrik süslemeler dikkate alınacak olunursa, XII.-XIII.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Türbenin kuzeybatısında bir giriş kapısı, doğu tarafında da buna eklenmiş bir yapı bulunmaktadır.

EMİR KEMARETTİN TÜRBESİ

EMİR KEMARETTİN TÜRBESİ


Ulu Cami’ ye yakın Garipler Mezarlığı ortasındadır. Kapı nişi üzerinde iki satırlık kitabede: “592 yılı Şaban ayının 20. Günü” (19 Temmuz 1196).” Yazılıdır. Bu tarih kümbetin yapım tarihi olmalıdır.
Diğer kitabe: “Hacc-ül Harameyn Ruzbe oğlu, yüksek soylu büyük Emir Hacib Kamare’d-din” yazılıdır.
Kümbet, sekizgen planlı sivri külahlı esmer kalkerli taştan inşa edilmiştir. Süsleme elemanlarına yer verilmemiş, sade bir görünümdedir. Sadece kapı nişi kemerinde süsleme vardır. Kümbete giriş kapı düz atkılıdır. Kesme taş örgülü külahın altında küresel çukurlar görülür. Bu çukurlarda parlak turkuvaz mavisi çinilerin halen izleri vardır.
Kümbet iç yüzeyi sekizgen, üzeri kubbelidir. İçeride kitabesiz üç mezar bulunmaktadır. Kümbetin sadeliği tevazu olarak yorumlanabilir. Yapı sağlamdır. Anadolu Türklerinin geleneksel çadır biçiminin en eski örneklerinden biri olması bakımından önemlidir. 
 emir-kemarettin.jpg

SİTTE MELİK (ŞAHİNŞAH) KÜMBETİ

SİTTE MELİK (ŞAHİNŞAH) KÜMBETİ
Süleyman oğlu, Seyfeddin (Ebu’l Muzaffer) Şahinşah tarafından 592 H.(1196) de yaptırılmıştır. Mimarı Behram oğul Tut Beğ’ dir. Kümbetin külah altında sekizgen olan yüzde dolanan yazı, noksan olmasına rağmen Necdet SAKAOĞLU’ nun Mengücekoğulları adlı eserinde şöyle çözümlenmiştir.
“(Kendi nefisleri için bu kutsal türbenin yapımını) (Ulus’un) ve Müslümanların (Sultan’ı) halkın tacı, din başkanlarının dayanağı, Zamanın direği, devletin yücesi, ulusun yıldızı, ümmetin değerlisi, yücelik güneşi, gazilerin ve Allah birleyicilerin yoldaşı, sınırdaki savaşcıların sığınağı, dinsizlerin ve dine sövenlerin öldürücüsü, zındıkları, din değiştirenleri ezen, halifeliğin direği, meliklerin ve sultanların yücesi, güçsüzlerin ve hastaların koruyucusu, yetimlerin ve zulüm görenlerin babası, zalimlerden hesap soran, Anadolu, Suriye ve Ermenistan’ ı dize getiren Alp Kutluğ, Uluğ Hümayun Cebğa Tuğrul-Tekin, Mengücek soyunun övüncü, zaferleri çok Şahinşah bin Süleyman bin İshak bim merhum, Said, Şehid, Gazi Emir Mengücek (-ki O) Halifenin Dayanağıdır.” Buyurdu. Allah devletini sonsuz gücünü artık kılsın. Tahtında uğurla oturmasını nasip etsin ve emrihak erişince de ruhunu esirgesin. (590 yılının)
 sitte-melik-turbesi.jpg
 Sitte Melik Türbe



Kümbetin kapı kavsarası üstünde: ”Bu şerefli türbe, şanı yüce komutan, Ulus Başkanı,Seyfeddin Şahinşah bin Süleyman’ ındır. Ölüm herkesin geçmek zorunda olduğu kapıdır."
Esmer renkli kalker kesme taş malzemenin, ince işçilikle kullanıldığı yapı, sekizgen gövdeli ve sekizgen piramidal külah örtülüdür. Ana girişin bulunduğu önyüz, ayrıntılı süslemesiyle dikkati çekmektedir. Yan yüzündeki nişleri ve iri oylumlu mukarnas yuvarlaklarıyla,”arkaik” bir karakter gösteren türbenin yazıtlarında da yine aynı karakterde, nesih kitabeler görülmektedir. Üstelik bu yazıtlardan, türbenin Sitte Melik adıyla anılmasına karşın, Seyfeddin Şahinşah bin Süleyman için yapıldığı da anlaşılmaktadır.

592 H. (1196) yılını da, yapım yılı olarak bildiren bu kitabelerde arasında :0.30x0.50 m. boyutlarında ve türbe girişinin sağ yanındaki yüzün üzerinde bulunan yazı sanatçısının adını vermesi bakımından, ayrıca önem taşıyor

Ahi Emir Ahmet

Yalnız Kalmış Bir Kümbet ve Ahi Emir Ahmet


Yazar : Murat Türkyılmaz

Yaşadığınız mekânları tanıdığınız, bildiğiniz kadar siz oralısınızdır. Bunun ötesinde sadece nüfus kayıtlarınızda yazan yer isimlerinden ibaret olur köy, kasaba, ilçe ve il isimleri. Çevremizdeki yapılara bakmakla kalmaz onları görürsek o zaman değerine bin değer daha katar ve bizimle yaşamaya başlar yapılar. Bunun aksi durumlar ise sadece birkaç taşın üst üste dizilmiş halinden başka bir şey değildir.
Kurşunlu Caddesi üzerinde yer alan Ahi Emir Ahmet Kümbeti bu unutulmuşluğun ve yalnızlığın Sivas’ta ki örneklerinden sadece bir tanesi… Sivas Öğretmenevi’nin önünde olmasına rağmen buraya gelen giden öğretmenlerin büyük çoğunluğunun bile burasının ne olduğuna dair fikrinin olmadığı, esnafın ilk defa duyduğu kendi geçmişleri… Bu ve benzeri sebeplerden yalnız kalmış bir kümbet.

Ahi Emir Ahmet’le ilgili yeni bilgiler ışığında bu unutulmuşluğa bir parça olsun son vermek, zamanlarının sosyal ve ekonomik yaşantılarına yön vermiş köklü bir kuruluşu ve üyelerini hak ettikleri yere getirmek insanımıza vazife olmalıdır. İşte bu duygu ile hakkında çalışmalar yapılmış olmasına rağmen Ahi Emir Ahmet’i tekrar tanıyalım;
Ahi Emir Ahmet’in ailesi Horasan’dan Azerbaycan ve Zencan üzerinden Bayburt’a gelmişler. 13. yüzyılın ikinci yarısı ile 14. yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan Ahi Emir Ahmet’in doğum tarihi tam olarak bilinmemekle beraber miladî 1260’lı yıllar olarak söylenebilir.
Bayburt ve Sivas’ta ahiliğin yerleşmesinde önemli bir yeri olan Ahi Emir Ahmet aynı zamanda bir Mevlevi şeyhidir. Mevlana’nın şöhretini duyan Ahi Emir Ahmet gençliğinde onu ziyaret etmek için Bayburt’tan Konya’ya gitmek istemiş fakat babası izin vermemiştir. Bu konuyla ilgili Ahmet Eflaki şu hikâyeye yer vermektedir; “Yine ufukların meşhuru ve baş olmayı hak eden Bayburtlu Ahi Emir Ahmet o diyarın reislerindendi. Zengin, hayır isteyen, makam sahibi ve büyüklerin sohbetine ermiş bir adamdı. Ariflerin Sultanı Çelebi Celalettin Arif Hazretleri Bayburt’a gittiği vakit, (m. 1315) oranın erkek ve kadın bütün ahalisi onun kulu ve müridi oldular.

Emir Ahmet şöyle hikâye etti ki:  Gençliğimde sizin ceddiniz Mevlana hazretlerinin güzel şöhreti ağızdan ağza Bayburt’a ulaşınca ve onun hal ve kal inin yüceliğini seyyahlar anlatınca, ben de babamdan müsaade dileyip Konya’ya gitmek ve o hazretin elini öpmek şerefine nail olmak hevesi uyandı. Fakat annem ve babam müsaade etmediler. Ben niçin olmasın diyerek gitme zamanını düşünüyordum. Bir gece son derece arzu ve aşkla kalktım, birkaç rekât hacet namazı kıldım ve tanrının nimet ihsan etmesi, yardımcım olurda sürüden ayrılıp o ziyaretle müşerref olurum ümidi ile kırk defa Enam Suresi’ni okudum. Sabaha yakın başımı koyup uykuya daldığım vakit rüyamda müritlerden ve seyyahlardan işittiğim şekilde Mevlana’yı gördüm. Mevlana, fereci giymiş duman renginde bir sarık başına sarmış olduğu halde evimize giriyordu. Ben daha önce koşarak baş koydum, yüzümü onun ayaklarına sürdüm ve yalvarıp yakardım. O bir dosttan makas istedi, saçlarımı kesti, yüzümü öptü ve birkaç defa”Tanrı mübarek etsin. ”dedikten sonra, ”Bu, mesnevi şeyhidir. ”buyurdu. Ben sevincimden uyandığım vakit, kesilmiş saçlarımı yastığın üzerinde buldum. Bu vaziyetten dolayı bende bir şaşkınlık belirdi. O zevkin şevkinden birkaç gün deli gibi dağlarda dolandım. Nihayet büyük bir posta oturma merasimi yaparak fereci giydim… Ondan sonra muhtelif şeylerden hazırlanmış olan güzel bir armağanı Mevlana’ya gönderip kendi halimi bildirdim. Bunun üzerine Mevlana hilafet şeceresini gönderip bu kulu müritliğe kabul etti. ”( Eflaki; 1986)
Ahi Emir Ahmet’in çocukluk ve gençlik yılları Bayburt’ta geçmiştir. Ahi Emir Ahmet’in yetişmesinde zamanının önemli ilim merkezleri olan Mahmudiye ve Yakutiye medreselerinin önemli bir payı olduğu kaçınılmazdır.

Ahi Emir Ahmet’in değişik kaynaklarda isminin yanında Zekiyüddin, Bayburti, Zencani, Zeki’i kavval mahlaslarını görmekteyiz.
Ahi Emir Ahmet Bayburt’tan sonra Sivas gelmiş ve zaviyesini, mescidini, tekkesini ve kervan sarayını kurmuş, yapmış olduğu hizmetlere Sivas’ta devam etmiştir.

Ölüm tarihini tam bilmemekle miladi 1333 tarihinden sonra demek uygun olacaktır. (Sivas ta vakfının kuruluş tarihi) Ahi Emir Ahmet’in türbesi, Sivas’ta ve Bayburt’tadır. Yunus Emre’nin, Abdulvahab  Gazi’nin olduğu gibi Emir Ahmet’in de Sivas ve Bayburt’ta olmak üzere iki türbesi vardır. Bayburt’ta Ahi Emir Ahmet Efendi kümbeti olarak bilinen türbe Eski Hastane Caddesi üzerinde Sivas’ta ise Kurşunlu Caddesi üzerinde Sivas Öğretmenevi önündedir.

İbrahim Aslanoğlu, Sivas Meşhurları kitabında Emir Ahmet’le ilgili şu bilgilere yer vermektedir; “14. yüzyıl Sivas ahilerinin en ünlülerinden. Babasının adı Hacı Zeyneddin… Mezarı Kurşunlu Hamamı’nın karşı sırasında, Dursun Ağa bahçesindeki büyük ve muhteşem kümbettedir. Adı ve kimliği hakkında kümbetin üst kemerini çepeçevre kuşatan kırık-dökük yazılarda, vakfiyesinde ve Yıldızeli’ndeki kervansaray kitabesinde oldukça bilgi vardır. Bu kaynaklara göre Emir Ahmet: ”İslam ve Müslümanların direği… Tarikat ve hakikat sahiplerinin en yücesi”dir. Yani herkesin sevgi ve saygısını kazanmış, zengin, hayırsever ve kudretli bir Ahi başkanı.” (Aslanoğlu: 2006)

14. yüzyılın ilk yarısında Anadolu’yu gezen İbn-i Batuta Sivas’a gelişini seyahatnamesinde şöyle anlatır;
“Şehre yaklaştığımız zaman bizi Ahi Bıçakçı Ahmet’in yoldaşları karşıladı. Bunlar kimi yaya, kimi atlı kalabalık bir gruptu. Onlardan sonra Ahi Çelebi’nin yoldaşları karşıya çıkmıştı. Bu zat ahilerin ileri gelenlerinden olup rütbece Ahi Bıçakçı’dan üstündür. Bunlar kendilerinde konaklamamı istediler ise de, ilk gelenler öncelik almış olduklarından bu isteğin yerine getirilmesi mümkün olmadı. Böylece hep birlikte şehre girdik. Hepsi de bundan övünç duymakta idiler, hele ilk gelenler kendi tekkelerinde misafir oluşumuzdan ayrı bir sevinç duyuyorlardı. Oraya gelince öteki ahi tekkelerinde yapıldığı gibi yatacak yerimizi, yiyeceklerimizi ve yıkanmak üzere hamamı hazırladılar. En güzel bir şekilde ağırlanmak suretiyle aralarında üç gün kaldık. ”(Üçer:  1986) İbn-i Batutabundan sonra Sivas’ta üç gün daha kalmıştır.
Sivas’ta Ahi Emir Ahmet hakkında anlatılan menkıbelere yakın tarih itibariyle rastlamadık daha çok yazılı kaynaklarda onunla ilgili inanışlar bulunmaktadır. Bayburt’ta ise Ahi Emir Ahmet ile Ahi Emir Ahmet Zencani’yi aynı kişiler olarak düşündüğümüzde ki aynı kişilerdir şunlar anlatılmaktadır;

Erzurum beldesinden bir mühtedi Bayburt’a gelir bu adam dini tartışmalar yaparak bütün Erzurum beldesini “mat etmiş” Bayburt’a gelir gelmez buradaki vatandaşlarla dini konularda tartışmaya başlar, milleti dininden döndürüp, onları kandırmaya çalışır, kendisi inkârcı zaten…  Ahmet-i Zencani ile bahse girerler. Mühtedi; ”Bir fırın yaktıralım, fırına girelim, kimin dini hak ise o yanmaz…  ”der. O arada Ahmet-i Zencani abdestini alarak yanmakta olan fırına girer. Durumu gören mühtedi kaçmaya başlayınca halk tarafından yakalanarak linç edilir. Ahmet-i Zencani de yanan fırından sağ-salim çıkar. (Anlatan:  Ahi Emir Ahmet-i Zencani’nin Torunu Hüsnü OKUR)

Kedi Gayrimüslimi Saymamış Ahi Emir Ahmet Kümbeti’nin yanında bir tekke varmış. Buraya gelen giden herkese bedava yemek verilirmiş. Bu tekkede bir de kedi varmış ki, bu kedi “Misafirhane”ye gelen konukların sayısını ”Aşhane”ye girip, işaretle bildirir, yemeği yapanlar da konukların sayısınca yemek yapıp getirirlermiş.

Bir defasında, diyelim ki dört kişi konuk gelmiş ama kedi üç kişinin geldiğini işaret etmiş. Bakmışlar ki kedi ilk olarak da olsa yanlış söylemiş, nedenini araştırmaya başlamışlar, öğrenmişler ki, konukların birisi gayrimüslimmiş…  ( Anlatan:  Hüsnü OKUR )
Kedi Mezarı Ahmet-i Zencani’nin tekkesinde bulunan kedi, bir gün yandım-yandım olmuş…  Bir şeyler anlatmaya çalışmışsa da, kimse bir şey anlamamış.

Hayvan çok rahatsız olmuş, yemek yenmek üzere iken kedi hızla atlayarak, kaynayan kazanın içerisine düşmüş. Kedinin içerisine düşmesiyle pis olan, yemek kazanının yemeğini dökmüşler ki, ne görsünler;  yemeğin içerisinde koskocaman zehirli bir yılan…  Kedi tekkedekileri kurtarmak için kendini feda etmiş. Haşlanarak ölen bu kedi için kümbette bir mezar yapılarak buraya gömmüşler. ( Anlatan:  Cemal KOÇER)
Buna karşılık Sivas’ta Ahi Emir Ahmet’in türbesi değişik sebeplerle özellikle hasta ve huysuz olan çocuğunu yedi tekke dolaştıranlar tarafından ziyaret edilmektedir. ”Sivas halkı, Emir Ahmet diye söyledikleri, bu türbede metfun kimsenin evliya olduğuna inanmaktadır. Bu ulu kimse hakkında Sivas halkı arasında çeşitli menkıbeler söylenmekte, efsaneler anlatılmaktadır. Emir Ahmet’in mumyasının hiç bozulmamış durumda olduğuna inanılır. Türbede define aramak için girenler üst kattaki kabri ve aşağıda cenazelik bölümünde bulunan kabri tahrip etmişler bunun üzerine komşu evlerden yaşlı bir hanımın rüyasına girerek, kabrine yapılan bu işler üzerine”Halinizi düşünün. ”demiş. Komşular toplanıp kabir sıvalarını düzeltmiş, üzerine de aldıkları yeşil bir örtüyü örtmüşlerdir. Ahi Emir Ahmet’e mahallenin manevi bekçisi denmektedir. Bu yüzden de sarhoşların türbenin olduğu caddeden geçemediklerine inanılır. Emir Ahmet, cenazelik bölümünde şahideleri de bulunan kabrinden abdest almak üzere, Kızılırmak’a kadar her sabah gidermiş. Cenazelik bölümünde dört yönde olan nişlerden, doğuda olanından Kızılırmak’a yol gittiği söylenir. Ahi Emir Ahmet’in türbesiyle ilgili bir inanış da, türbe dışındaki yazıyla ilgilidir. Bu yazıda”Yağın okkası on paraya düşünce helva yapılsın dağıtılsın. ”ifadeleri olduğu söylenir. (Üçer:  1986)

Ahi Emir Ahmet’in yaşamış olduğu her iki şehre kazandırmış olduğu vakıflar zamanlarında önemli görevler üstlenmişlerdir. Bayburt’ta, Yrd. Doç. Dr. Yunus Özger’in “Osmanlıda Vakıf Geleneği ve Bayburt Vakıfları” isimli yazısında belirttiğine göre Bayburt’un önemli vakıflarından biriside Emir Ahmet Zencani Zaviyesi Vakfı’dır. Ahi Ahmet Zencani Zaviyesi Vakfı’nın ne zaman kurulduğu hakkında malumat bulunmamakla beraber vakfın Osmanlı öncesinde tesis edildiği ve Osmanlı döneminde de devam ettiği tahmin edilmektedir. Vakıf gelirleri arasında Kalisgavar, Avaneski ve Şehidderesi köylerinin öşür vergileri görülmektedir.

Sivas açısından daha şanslı olduğumuz açıkça görülmektedir ki mevcut vakıf senedine göre 733 h. (1333 m. ) tarihinde kurulmuş olan vakfın Sivas’ta devrinin en büyük vakıflarından biri olduğunu görüyoruz. Vakıf senedinde kayıtlı olan mal varlıklarına baktığımızda Sivas’ın değişik ilçe ve köylerinde araziler, hanlar, hamamlar, dükkânlar, değirmenler, mescit vb. yer almaktadır.

Bunca vakfedilmiş mal varlığından sonra Yalnız Kalmış Bir Kümbet ve Ahi Emir Ahmet neden diye sorarsak kümbetin etrafında yıllardır iş yapan esnafa sorduğumuz;  Ahi nedir? Ahi Emir Ahmet kimdir? Sorularına alamadığımız cevaplar, okul çıkışlarında dinlenmek ve eğlenmek için öğretmenlerin uğrak yeri olan öğretmenevinde; ”Şuradaki kümbet nedir? Biliyor musunuz hocam?”sorularına yarım yamalak verilmeye çalışılan cevaplar karşısında yalnızlığın artık tamamen unutulmaya gittiğini görmek bizleri üzmüştür.

Yaşadığı dönem boyunca yolcuyu, garibi, kimsesizi aç ve açıkta koymayan tüm varlığını yaşadığı şehre ve onun insanlarına vakfeden Emir Ahmet şimdilerde insanların ilgisizliği yüzünden kalabalıkların ve yüksek binaların arasında yalnız bir türbede yatmaktadır.
Sonuç olarak;  zamanın yıpratıcı çarkları arasına giren her varlık zamanla unutulmaya yüz tutmuş demektir. Bu çarklardan kendisini kurtaranlar elbette şanslı 13. yüzyıldan günümüze bakan yönüyle Ahi Emir Ahmet ve türbesi zamana meydan okumaktadır. Modern toplum olmanın gereği olsa gerek(!) bakıyoruz ama göremiyoruz. Emir Ahmet, her yönüyle ben buradayım. Bakın bu civardaki tarihi eserlerin çoğu benim sizler için bıraktığım mirastır diyor ama biz bunu pek önemsemiyoruz. Etiyopyalı bir iş adamının İbn-i Batuta’tan dolayı Emir Ahmet Türbesi’ne gösterdiği ilgiyi biz kendi geçmişimize gösteremiyoruz. Bu yazının Emir Ahmet’in yalnızlığını gidermesi için ilk adım olması ve daha geniş çalışmalarla taçlanması ümidiyle… Hiçbir kümbet yalnız kalmasın.

Kaynakça
Aslanoğlu, İbrahim (2006), Sivas Meşhurları, Sivas, s. 44
Baran, Merih (1991), Ahi Emir Ahmet, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara
Baran, Merih (1998), ”Bir Ulu Türk Emiri Ahi Emir Ahmet Kimdir?”, Revak, s. 76–80, Sivas
Bayburt 2005 Yılı İl Çevre Durum Raporu (2006), Bayburt
Eflaki, Ahmet (1986), Ariflerin Menkıbeleri, İstanbul
Hacıgökmen, Mehmet Ali (2006), ”Kadıburhanettin Devletinde Ahilerin Faaliyetleri”, Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Edebiyat Dergisi, S. 16, s. 215–224
Kaya, doğan, (1998)”Sivas’ta Yatırlar”I. Uluslararası Türk Dünyası Eren ve Evliyaları Kongresi Bildirileri, Ankara, s. 263–279
Özen, Kutlu( 1999), ”Sivas Yöresinde Ahilik”, 2. Uluslar arası Ahilik Kültürü Sempozyumu Bildirileri, Ankara, s. 252–263
Özger, Yunus, ”Osmanlı’da Vakıf Geleneği ve Bayburt Vakıfları”, http://www.bayburt.net/
Üçer, Müjgan (1986), ”Sivas’ta Ahi Emir Ahmet Kümbeti ve Halk İnançlarındaki Yeri”, Türk folkloru Araştırmaları, s. 175–183 Ankara 

Haydar Sultan

Haydar Sultan


Bismi Şah, Allah Allah
Horasan Erimiz
Yesevi Pirimiz
Bektaş Veli Hünkarımız
Haydar Sultan
Hasan Dede, Yürük Kulu Ejdamımız
Kadim Erenlerin demine devranına
Hak Muhammed Ali adına hüü!




Veyis Haydardedeoğlu

Anadolunun ortasında Kırıkkale’ye yaklaşık 35km, Keskin Kazasına da 15km uzakta Beğrek dağının eteklerinde kurulan köklü bir köydür. Köyümüz 12. yüzyılda daha yukarıda Beğrek dağının üst kesimlerinde konaklamış ancak hem ulaşım hem de tarıma daha elverişli olmadığı için dağın etklerine inip köyü oraya kurmuşlardır.

 

Küyümüz daha ilk zamanlarda hiç karışık değildi, ancak kurtuluş savaşından hemen sonra hem Erzurum yöresinden gelen Alevi Kürtler, hemde Sünnü Kürtlere kucak açarak gelen göçmenlere kültürümüz icabı yer, yurt gösterip, yeni gelenlere tarla, koşu hayvanı, saban, ekmek ve aş derken köyümüzün bir parçası haline gelmişlerdir. Zamanla kültür kaynaşması yolulyla evliliklerde yapılmış. Yavuz Sultan dönemi kıyımlarına gögüs gererek yerleşik yurtlarından ayrılmamış ve özünden de hiç ödün vermeden Devletin kontroluna girmeden dimdik ayakta kalmıştır. Ne varki, Hacı Bektaş türbesi büyük bir talihsizlik sonucu Belgrad Ormanlarıyani tarihte Vakayi Hayriye denilen ancak bizim tabirimizle de Vakayi Şerriye bildiğimiz 15 Haziran 1826 yılındaki Yeniçeri Ocağının kapatılmasıyla Kültür Bakanlığı kontroluna alınmıştır. Bu tarih itibariyle Hacı Bektaş kültürü kirletilmeyebaşlamıştır. Türbeye Kültür Bakanlığınca atanan rehberler Hacı Bektaş kültürüne oldukca yabancı hatta bilgi fakirliği yaşamakta olduğu halde Hacı Bektaş köylüleri ve Türkiye'de duyarlı Alevi kuruluşları bu duyarsızlığa sesiz kalmaktalar.

1938 yılında Atatürk’ün ölümüyle başlayan Devlet baskısı Aleviler’le iligile belge ve kaynakların yok edilmesi döneminde köyümüzün elindeki olan Ahmet Yesevi’nin oğlu Haydar’a vermiş olduğu İcazetname köy muhtarlığının elinden zorla alınarak ya yakılmış, yada yok edilmiştir.

Bu konuyla igili Erbay Haydardedeoğlu’nun yaptığı araştırma sonucu Kültür bakanlığı arşivlerinde yalnız Köy muhtarlığından teslim alınan belgeye ait bir eski yazı bulunmakta. İcazetnamenin nereye kaldırıldığı veya ne yapıldığı konusunda hiç bir kayda rastlanmamıştır.

Buda şunu göstermekte, elimizde bulunun belgelerin alınması, veya düşüncemize vurulmak istenen kelepçe bize ne kadar etki yapmış olabilir? Tamam belgelerimizi aldınız, yüreğimizde yatan insanlık seliyle çoşan cesareti, hak sevgisiyle deryaya dalan düşüncemizi, külütürümüzü nasıl yok edeceksiniz..... 

HAYDAR SULTAN KİMDİR?
Ahmet Yesevinin oğlu olan Haydardede, Haydarı Kerrar, Haydar Sultan ve Bakancak olarak da bilinen ocağın evlatları olarak bu bilgileri vermekle Türk dünyasında yapılan yanlışlıkları düzelmektden gurur duyuruz.

Haydar, Hacı Bektaş’dan yaklaşık 15 yıl önce daha genç yaşta 5000 insan seliyle önce Amasya, Tokat, Yozgat yöresinden sonra Kayseri'ye kadar gelir. Geçtiği yerlerde insanları gönül seferberliğiyle Alevi kültürünü Divanı Hikmetle başlatır. Ne varki, Kayseri Küffarı acımasızıdır. Haydar esir düşer ve daha sonra şu an bulunduğu yerdeki kuyuya atılır. Bunun üzerine babası Ahmet Yesevi Anadoluya Haydar’ın yarım bırakmış olduğu misyonun devamı için 40 yüce eren görevlendirir.

Bunla başlayan gönül seferberliği Türk Tasavvuf Edebiyatı Hocası olan Ahmet Yesevi, Alevi Bektaşi kültürünü Hacı Bektaş önderliğinde, Yunus Emre gibi Yesevi ocağından yetişen 40 yüce erenler aracılığyla Anadolu'ya gönderen ilk Türk düşünürü büyük insan Ahmet Yesevi’nin oğludur Haydar..

İnancın heteredoks mantığyla yoğrulduğu insanlığın güzelliğiyle harman olan bu düşünce Anadolu'ya Arap dilinden ve kültüründen arıtılmış insana odaklanmış, Ahmet Yesevi Divan’ı Hikmet'iyle yerleşmiştir. Günümüzde Divanı Hikmeti, Diyanet İşleri kendi istediği şekilde yönlendirmekte ve Arapça sözcüklerle içini boşalmaktalar.

Bu nedenle, yüreğinde insanlık sevgisi olan, evrensel değerlere sahip çıkan ve kendi mesleğinde yücelik gören Antrapoloğ ve Etamolocistleri göreve davet ediyoruz. Hem Köyümüzün elinden alınan Velayetnameyi hemde Ahmet Yesevi’nin Divanı Hikmet kültürünü Diyanetin elinden alıp hak ettiği yere devredilmesi için gönül sevgisiyle üstlenecek araştırmaya davet ediyorum. Bu şekilde hem Divanı Hikmet Diyanetinin kıyımından hem de Sünnü zihniyetin hakimiyetinden kurtarılımış olacaktır.


KÖYÜMÜZ CAMİYLE DE TANIŞTI!
1949 yılına kadar da köyümüzde Cami bile yoktu. Ancak, Atatürk sonrası Devletin yanlış duymadınız Devletin zoruyla köyümüze bir Cami yaptırıp bir de imam verilmiştir. Ancak köydeki Sünnü insanlarımız bile Camiye gittikleri az görülür. Bu cami ne yazık ki, daha on yıl önce minaresiyle tanıştı. Hemde kim yaptırdı onu da söylemeden edemeyeceğiz.

Hem Anamın hem de babamın yiğeni aynı zamanda da eniştem Ramis Özlük’ün kardeşi Murtaza Şıh torunlarından Şazili Özlük yaptırmıştır. Şazili Özlük Kırıkkale’de eli kalem tutan ve ilk defa MKK Fabrikasından emekli olarak köye geri taşınan akrabamızdır.

Köy muhtarlığı yaptığı dönemde Devlete yaranıp köye yol, su getirmek uğruna diye Camiye minare de yaptırmış fakat bugün bile köyümüz yine yolsuz ve susuz kalmıştır.

Kasıtlı olarak Cami ve minareyi köyümüze yakışmadığı gibi, kültürümüzn bir ayıbı olduğu için köy görüntüsünün içine almadık.
DELİLER KUYUSU BU KÖYDEDİR.
Evet doğru duydunuz! Haydar Sultan’ın atıldığı kuyu diye bilinen Köyümüz, Nokta dergisinde ve Uğur Dündar’ın Arena proğramlarında yer almış Deliler Koyusunun bulunduğu yerdir. Köyümüze Anadolunun her yerinden akın akın ziyaretci gelir. Genellikle itikatı sağlam olan kişiler her yıl geri dönüp adak kurbanlarını türbede keserler.

Deliler kuyusundan söz etmişken, Uğur Dündar Arena proğramında insanların saflığından rant çıkaran ve din tüccarlığı yapan kişileri deşifre etmiştir. Kükürtlü gaz çıkaran bu kuyu, sonradan akıl hastası olmuş, hatta saralık geçiren insanların şifa bulduğu yer olarak yıllarca hizmet vermiş. Çocuğu olmayan insanlar bu kükürtlü suyun buharından almış oldukları nefesle de zamanla çocuk yapabildikleri için kız olursa adını Sultan, oğlan olursa da adını Haydar koymuşlardır.

Ancak, din tüccarları bunu kendi çıkarlarına kullanarak tıbbın tedavi edemediği, sakat, topal ve doğumdan özürlü insanları otübüslere doldurarak akın akın ziyaretci getirmeye başlamaları, duygu sömürüsü yapam sahtekarları Arene deşifre etme erdemliğini göstererek durdurmuşlardır. Uğur Dündar basında halka götürdüğü kutsal görevde bir başarıya daha imza atmıştır. Bütün köylümüz bu tür insanlara minettardır..

Hacı Ali Turabi Ocağı Haydar Sultan için Ne söylemiştir?

Haydar Sultan’ın başında hem büyük bir komutan hem de ordunun sancaktarı olan Hacı Ali Turabi’nin torunlarından Hasan Dedeoğlu bakın Haydar Sultan için neler söylemekte:

Türkistan Piri Şeyh Hoca Ahmed Yesevi’nin oğlu Kutbettin Haydar (Haydardede veya Haydar Sultan bilinen) komutasında Anadoluya gönderdildi. Beş bin kişilik ordunun sancaktarı olan Hacı Ali Turabi’yi görevlendirmiştir.

Ordu Keskin Tekfuruna yenildi. Haydar Sultan Kuyuya atıldı. Bunun üzerine Hacı Ali Turabi 1205 yılında geri dönüş yaparken soğuk bir kış günün Cankırı’nın Şabanözü ilçesine bağlı Mart köyüne gelmiş. Burası Mart gibi soğukmuş diyerek bu köye yerleşmiş ve köye böylece adını da vermiştir. Turabi Dede, 1265 tarihinde Şabanözü ilçesi Mart köyünde vefat etmiştir (Teberoğlu,1999:16).Türbesi bu köyde bulunmaktadır. (Düzeltme: Teberoğlu burada Keskin Tekfuru diye yazmıştır. Ancak, o çağda Kayseri Rum diyarı olduğu için Haydar Sultan Kayseri'ye kadar gelmiştir. Dolaysıyle Keskin yerine Kayseri Küffarı diye yazması gerekirdi)

Hacı Ali Turabi, Çubuk yöresinin çeşitli köylerinde bulunan taliplerini eğiterek pirlik görevini yerine getirmiştir.
 

Sarı Saltuk

Horasan Erenlerinden Sarı Saltuk

Türkistan taraflarından Anadolu’ya gelip İslâmiyetin yayılması için çalışan mücâhid Türk derviş ve erenlerinden. İsmi, Muhammed Buhârî’dir. Sarı Saltuk lakabıyla meşhûr olmuştur. Doğum ve vefât târihleri kesin bilinmemekle birlikte on üçüncü yüzyılın ikinci yarısında yaşamıştır. Türbesi Baba Dağındadır.



 
Türkistan’da yetişen evliyânın büyüklerinden Ahmed Yesevî hazretleri ve talebeleri Anadolu’ya gelen Türklere maddî ve mânevî yardımda bulundular. Yetiştirdikleri mümtaz insanlardan bâzılarını Anadolu’ya gönderdiler. Bunlar arasında Hacı Bektâş-ı Velî ve Sarı Saltuk lakabıyla tanınan Muhammed Buhârî de vardı.
 
Ahmed Yesevî hazretleri, Hacı Bektâş-ı Velî’den sonra Sarı Saltuk’u Horasan erenlerinden yedi yüz kişi ile ona imdâda gönderdi. Meşhûr tahta kılıcını Sarı Saltuk’un beline kuşatarak şu nasîhati verdi: "Saltuk Muhammed'im! Bektaş’ım seni Rûm’a göndersin. Var git. Leh diyârında Makedonya ve Dobruca’da yedi krallık yerde nâm ve şân sâhibi ol.”
 
Sarı Saltuk ve yanındaki yedi yüz mücâhid, gâzi, derviş Anadolu'ya geldiler. Hacı Bektâş-ı Velî, Ahmed Yesevî hazretlerinin emrine uyarak Sarı Saltuk’u Dobruca’ya gönderdi.
 
Sarı Saltuk ve arkadaşları Bizans ucunda derviş gâzilerin öncülüğünü yaptılar. Gittikleri yerlerdeki yerli ahâlinin pekçoğu Sarı Saltuk ve arkadaşlarının güzel ahlâkını ve örnek yaşayışını görerek müslüman oldular.
 
Geldikti bir zaman Sarı Saltuk’la Asya’dan,
Bir bir Diyâr-ı Rûm’a dağıldık Sakarya’dan.
 
Sarı Saltuk, Sakarya boyundan hareketle Dobruca’ya geçerek Baba Dağını merkez edindi. Oğuznâmede; Sarı Saltuk’un 1263-1264 (H.662) senelerinde Dobruca Baba Dağı havâlisinde bulunan mücâhid dervişleri irşâd ve idâre ettiği bildirilmektedir.
 
Sarı Saltuk, güzel ahlâk ve kahramanlığıyla Batı Türkleri arasında efsâneleşti. Hamse sâhibi Şâir Nev’îzâde Atâî, Kitâb-ı Nefehât-ül-Ezhâr der Cevâb-ı Mahzen-il-Esrâr’da ve Kemâlpaşazâde Mohaçnâme’sinde ondan bahsedip; “Dobruca Kırı dedikleri yerde sâhib-i serîr-i vilâyet, tâcdâr-ı iklîm-i kerâmet, Sarı Saltuk Sultan’ın ki havârık-ı âdât-ı kâhire ve bevârık-ı kerâmât-ı bâhire ile zâhir olan emir-sûret, fakîr-sîret azizlerdendi.” diyerek kerâmet sâhibi bir velî olduğunu bildirmektedir.
 
Türk hâkimiyetinin ulaştığı her yerde onun adına türbeler, makamlar, tekkeler yapılmıştır. Baba Dağındaki türbesi hakkında Evliyâ Çelebi şöyle demektedir:
 
Sultan İkinci Bâyezîd Han, Kili ve Akkermân kalelerinin fethine çıktığında, Baba Dağına gelince; sâlih kimselerden bâzıları; “Pâdişâhım! Burada Sarı Saltuk adına nûrlu bir türbe vardı. Kâfirler yıkıp üzerine taş, toprak, çöp dökerek kabrini kaybettiler.” diye şikâyette bulundular. Sultan Bâyezîd-i Velî o mezbeleliğe gitti. Bir seccâde üzerinde Kara Şems (Şemseddîn Sivâsî) ile ikişer rekat namaz kılıp hakîkatı öğrenmek üzere o gece istihâreye yattı. Hemen Sarı Saltuk, sarı renkli sakallı ve yeşil sarığı ile görünüp; “Yâ Bâyezîd! Hoş geldin. Akkermân ve Kili kalelerini ve vilâyetlerini Boğdan kâfirleri elinden harp yapmadan fethedeceksin. Oğulların Mekke ve Medîne’ye hizmet edecek. Beni bu pislikten kurtar.” dedi. Sultan uyanınca; Kara Şems’e; “Efendi! Gördüğün rüyâyı bir kâğıda yaz. Ben de yazayım. Şeyhülislâma gönderelim. Bakalım ne cevap verir.” dedi. Herbiri gördükleri istihâreyi yazıp mühürlü olarak şeyhülislâma gönderdiler. Allahü teâlânın hikmeti ikisinin de görüp anlattıkları rüyâ aynıydı. Şeyhülislâm hemen; “Padişâhım! O yere büyük bir türbe yaptırasın.” diye haber gönderdi. Sultan Bâyezîd Han, o yeri temizlettirdi. Temizlenirken üzerinde; “Hâzâ Kabr-i Saltuk Bey Seyyid Muhammed Gâzi” diye yazılmış bir mermer sanduka göründü. Mîmâr ve mühendisler toplanıp nûrlu bir türbe ve câmi ile diğer hayır yerlerinin inşâsına başladılar. Bâyezîd Han, Kili ve Akkerman kalelerini hakîkaten harpsiz fethedip, oraların fâtihi oldu. Zaferle Baba Dağına döndü. Bir sene orada kışladı. Etrâfı düzene koyup, Baba Dağı şehrini îmâr etti. Bütün hayır yerlerini Baba Sultan’a vakfetti.
 
Eviyâ Çelebi, burayı ziyâretten sonra kapısına;
 
“Hazret-i Sultan Saltuk’u ziyâret eyledik
Çok şükür şimdi görüp Hakk’a ibâdet eyledik.”
 
beytini yazdığını haber vermektedir.
 
Kânûnî Sultan Süleymân Han da 1538 senesindeki seferde onun Baba Dağındaki türbesini ziyâret edip hayır ve hasenâtta bulundu.
 
Sarı Saltuk’un edebiyâtımızda da mühim yeri vardır. Hayâtı destânî şekilde de olsa Saltuknâme adındaki eserde geniş olarak ele alınmıştır. Kitabın ortaya çıkışında Cem Sultan’ın rolü pek büyüktür. Fâtih Sultan Muhammed Han, Uzun Hasan üzerine sefere çıkarken Cem Sultan’ı Edirne’ye göndermişti. Edirne'den Baba Dağına geçen Cem Sultan, Sarı Saltuk’un menkıbelerini dinleyip, hayran kalmıştır. Bunun üzerine maiyyetinde bulunan Ebü’l-Hayr-ı Rûmî’yi vazifelendirerek bu menkıbeleri derlemesini istemiştir. Müellif, Anadolu ve Rumeli’yi adım adım dolaşıp Saltuknâme’yi yedi senede üç cild hâlinde yazmıştır.
 
1) Kâmûs-ül-A’lâm; c.4, s.2916
2) Selçuklular Zamânında Türkiye; s.581
3) İbn-i Battûta; s.345
4) Evliyâ Çelebi Seyâhatnâmesi; c.3, s.971
5) Saltuknâme