KARIŞIK

13 Şubat 2017 Pazartesi

Kırklar Dede Türbesi ..AMASYA 



Kırklar Dede Türbesi

                 Merzifon –Bahçecik Köyü

Kırklar Dede Türbesi, Amasya İli Merzifon İlçesine çok yakın olan Bahçecik Köyü yolunda, mezarlığın bitimindedir.
Kırklar Dede Kimdir: Merzifon halkı tarafından ziyaret edilen Kırklar Dede’nin kim olduğu konusunda ve yaşadığı dönem hakkında herhangi bir bilgi yoktur.
Türbenin üzeri açıktır. Yakın zamanda Merzifon Belediyesi tarafından mezar yenilenmiştir.

Türbe eski zamanlarda özellikle yağmur duası için ziyaret edilirmiş. Merzifon’da kapı kapı dolaşılarak toplanan malzeme tekerlemelerle çoluk çocuk türbeye getirilir, burada bu malzemelerle yapılan yemekler topluca pişirilip hep beraber yenirmiş.

Menkıbeler: 1-) Türbe başına gelip burada içen ve Kırklar Dede’den para isteyen bir kişinin rüyasına girerek onu bayağı rahatsız edip, korkuttuğu hikaye edilir.

BABA SULTAN TÜRBESİ.. ANKARA

Baba Sultan Türbesi
 Baba Sultan Türbesi Ankara İli Akyurt İlçesi eski Doğanoluk (Teberik) Köyü yeni Doğanoluk Mahallesindedir.
Horasan’dan bölgeye gelip yerleşen velilerden olduğu kabul edilmektedir. Hakkında başka bir bilgi yoktur.

Türbe üstü açık, başında bir ağaç olan bir mezardır.

 Baba Sultan Türbesi değişik dilekler için ziyaret edilmektedir.

10 Şubat 2017 Cuma

Yusuf ve Sadık Evliya Türbesi ..ankara..bağlum



Yusuf ve Sadık Evliya Türbesi
Yusuf ve Sadık Evliya Türbesi
Yusuf ev Sadık Evliya Türbesi, Ankara İli Keçiören İlçesi Bağlum Kasabasında bulunan caminin bahçesindedir.
Horasan Erenleridir. Bölgeye gelip yerleşen burada irşâd görevini yapan Horasan erenlerindendir. Tıpkı Yakup Evliya gibi haklarında başka bir bilgi yoktur.  

8 Şubat 2017 Çarşamba

Susuz Dede Türbesi / İZMİR / KONAK -Göztepe 




Susuz Dede Mezarı
 Susuz Dede Türbesi, İzmir İli Konak İlçesi Göztepe Semti Susuz Dede Parkı/Tepesi üzerinde bulunmaktadır. Parka hem İnönü caddesinden hem de Mithatpaşa caddesinden giriş vardır.
 
Susuz Dede’nin bulunduğu tepe Ayos Agapi (Kutsal aşk-Kutsal Sevgi anlamındadır) olarak anılmaktaydı. Burada bir kilise bulunduğu söylenmektedir. 

Susuz Dede’nin kim olduğu konusunda kesin bilgiler yoktur. Bölgede gerçekleşen bir savaşta susuzluktan öldüğü söylenmektedir. Bu konuda değişik söylenceler bulunmaktadır. Bir tanesi de;  İzmir’in alınmasında emeği geçen Selçuklu alpereni bir zat olduğu, bu sırada susuzluktan öldüğü söylenmektedir. Asker olduğu da söylenmekte, evliya olduğu da söylenmektedir.
Bir başka Susuz Dede rivayeti şöyledir: Asıl adının Ali olduğu iddia edilen dedenin mezarında, hiç kimsenin gömülü olmadığı da savunulmaktadır. Çok eski zamanlara giden bir başka söylenceye göre de İzmir’in bir başka ünlü yatırı olan Mızraklı Dede’nin kardeşi olarak rivayet edilen Susuz Dede, bir cenkten yaralı döndükten sonra, köyü olan Buca yakınlarındaki Işıklar’a doğru giderken, oldukça sıcak bir yaz günü bu tepeye gelir ve su istedikten sonra da aldığı yaraların etkisiyle hakkın rahmetine kavuşur. Tıpkı Mızraklı Dede gibi, Ciğer Dede ile Kabak Dede’nin de Susuz Dede’nin kardeşi olarak anlatıldığı görülür.

Kesin olmamakla birlikte anlatılan ve gerçeğe en yatkın gibi duran anlatı ise şöyledir; Susuz Dede, Hafız Nusret Mehmet Efendi adında bir Bektaşi ermişidir. 20. Yüzyıl’ın başlarında, bir başka söylenceye göre de 19. Yüzyıl’da Horasan’dan gelerek Göztepe’ye yerleşmiş olan bu kişi, civardaki İtalyan Bahçesi’nin Arnavut bahçıvanı ile dost olur. Aralarında yaptıkları sohbetlerde, tepenin güzelliğinden söz ederken, “Ancak suyu eksik” diye de yakınır durur. Arnavut bahçıvan bunun üzerine çok sevdiği arkadaşı için hiç aksatmadan her gün tepeye su taşımaya başlar. Bir zaman sonra Bektaşi hayata veda edince, onu çok sevdiği tepeye gömüp, taşıdığı su ile mezarını her gün sular. Bunu görenler de, su taşıyarak dilek ve su adağında bulunmaya başlarlar.
 Susuz Dede Parkının en yüksek yerinde üstü açık mezarı vardır. Mezarın bir kitabesi yoktur. Baş taşı bulunmakta ve onun önündeki taşa kabaca Susuz Dede yazısı bulunmaktadır. Mezarın arkasında mum adağı için bir kaya (muhtemelen tepeden devşirme) bulunmaktadır. Yine mezar yakınında sonradan yapılma bir çeşme bulunmaktadır.


Susuz Dede Türbesi özellikle Cuma günleri ziyaret edilmektedir. Ziyaretçiler türbeye dökmek için su taşırlar. Değişik dilekler için adaklar adanmaktadır. Mum adağı yapan çoktur. Fuar zamanı sanatçılar ve önemli müsabakalar öncesinde sporcular da mezarı ziyaret etmektedir.   

Gelen ziyaretçiler genellikle kadınlardan oluşur. Mezarı başında mevlit-kandil ve Yasin okurlar. Adaklık olarak horoz adanır. Mezarının etrafına iplik dolarlar. Türbeye bol bol su dökerler ve biriken sudan alıp başlarına sürerek muratlarının olmasını dilerler.


Kaynakça: Nihat Aytürk-Bayram Altan –Türkiye’de Dini Ziyaret Yerleri –Altanoğlu-1992 

Halil İbrahim Dede Sultan Türbesi

 AFYONKARAHİSAR –Merkez –Salar Beldesi


Halil İbrahim Dede Sultan Tekkesinin Bahçesi
Halil İbrahim Dede Sultan Türbesinin Yeri: Afyonkarahisar İli Merkez ilçesine bağlı Salar Beldesinde tekke denilen yerde türbesi vardır.
Halil İbrahim Dede Sultan Kimdir: Halil İbrahim Dede Sultan herhangi bir bilgi yoktur. Salar Beldesinde bulunan tekkenin bu şahıs adına olduğunu biliyoruz. Salar halkı tarafından yörede yaşamış Allah dostu ulu bir zat olarak anılmaktadır.

Türbenin Durumu: Türbe tekkenin dışındaki devşirme taşlardan oluşan eski mezarlardan biri olmalıdır.

Ziyaret Nedeni: Çevre halkı tarafından değişik dilekler için ziyaret edilen türbeyi çoğunlukla çocuğu olmayan bayanlar ziyaret etmektedir. Adak olarak kurban adanmakta, istekleri yerine gelenler türbeye gelip adaklarını kesip dağıtmaktadır.
AHMET EFLAKİ DEDE TÜRBESİ..konya












Türbe, Mevlana Müzesi’nin doğusunda yer almaktadır. Eflaki Dede Mevlana ve Mevlevilik konusunda en geniş bilgileri günümüze aktaran kişidir.
Mevlana Müzesi’nde Mehmet Bey’in Türbesi’nde bulunan, Eflaki Dede’nin mezar taşı 1360 tarihlidir. Mezar Taşı Mehmet Bey Türbesi’nde sergilenmektedir.
Türbe, Ahmet Eflaki’nin ölüm yılı ve yapının genel konumu göz önüne alınarak XIV. yüzyıl başlarına tarihlendirilmektedir. Türbenin ayakta kalan duvarlarında ve kazı çalışmaları sonunda açığa çıkarılan izlerden orjinalinde eyvan türü bir türbe olduğu anlaşılmıştır. Türbe duvarlarının turkuaz mavisi ve mor renkli çinilerle süslendiği görülmektedir.
Türbenin batı yönündeki ihata duvarındaki izlerden burasının Mevlana Derğahı ile bağlantılı olduğunu söyleyebiliriz.

TAC’ÜL VEZİR TÜRBESİ..konya




Fuar içerisindeki Dede bahçesinin doğusundadır. Klasik Selçuklu dönemi türbeleri tarzında yapılmıştır. Bitişiğinde Medrese, Mescit ve Hanigah’ı varken zamanla bunlar yıkılmış bugün sadece türbesi ayakta kalabilmiştir.
Sekizgen planlı türbenin üzeri yine sekizgen bir külahla örtülüdür. İçteki örtü kubbedir. Türbenin alt katı cenazelik kısmıdır.
Vakıf kayıtlarına göre külliye 1239 M. yılından önce Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad I. ve Gıyaseddin Keyhusrev II. devri emirlerinden Tac’ül Vezir olarak anılan Taceddin Seyyid Mehmed tarafından yaptırılmıştır. Yapının temelinde taş, diğer bölümlerinde tuğla kullanılmıştır.

Şemsi Tebrizi Türbesi..azerbaycan



Şemsi Tebrizi Türbesi
Şemsi  tebrizi türbesi, Şems-i tebrizi yada tam ismiyle şemsüddin muhammed bin ali bin melikdad tebrizi , doğumu ve ölümü tam ve net olarak bilinmeyip doğum yılı 1185 ve ölüm yılınında 1248 olduğu söylenen şems-i tebrizi yaklaşık 62-63 yaşında vefat etmiştir. İran'ın Doğu Azerbaycan Eyelati'nin yönetim ve kontrol merkezi olan büyük şehir Tebriz şehrinde doğduğu söylenmektedir. Melik Dad oğlu ali adında büyük bir zatın oğludur şems-i tebriz şemseddin yani dinin güneşi lakabıyla anılmaktadır.

Çok küçük yaşlarda dine merakı ve yatkınlığıyla dikkatleri üzerine çeken şems-i tebriz aldığı ders ve eğitimlerde manevi ilimleri tahsilde gösterdiği kabiliyetle dikkatleri daha da üstüne çekmiştir. Din ilimleri tahsilden sonra, genç yaşlarında tebrizli büyük zat olan Ebubekir sellaf'a mürid olmuştur. Ününü duyduğu biten şeyhleri ziyaret etmiş ve bu büyük şeyhlerden onların ilimlerinden bilimlerinden feyz almaya çalışmış ve bu sebepten ötürü diyar diyar gezerek adını namını duyduğu bütün şeyhleri ziyaret etmiştir. Onun bu huyundan memleketleri diyar diyar yer yer gezmesinden ötürü kendisine Şemseddin Perende yani uçan Şemseddin denilmiştir. 

Bu şekilde devam eden şems-i tebrizi ilmini çok yükseltmiş ve Allah dostu olmuştur. Ama hiçbir zaman arayıştan ve kendini geliştirmekten vazgeçmemiştir.  Bu böyle devam ederken manevi bir işaret üzerine Mevlana Celaleddin Rumi'yi arayıp bulmuştur. Mevlana'yla çok iyi dost olan şems-i tebrizi aynı zamanda da ona hocalık yapmıştır.


mevlana'yla beraber üç üç buçuk yıl beraber kalmışlardır ve mevlana'ya ışık hayatında yeni ufukları açılmasına vesile olmuştur.

Şems-i tebrizi Şam'a döndüğünde mevlana çok rahatsız olmuş şems-i tebrizinin yokluğu ona rahatsızlıklar dayanılmaz acılar vermeye başlamıştır. Bir süre sonra dayanamayıp Mevlana'nın oğlu Sultan Veled'in çağrısı üzerine şems-i tebrizi Konya'ya geri gelmiştir. Bunun üzerine mevlana bir daha Konya'dan ayrılmasın diye şems-i evlenmeye ikna etmeye çalışır ve sonunda başarır bunun üzerine zamanın da Mevlana'nın evine evlatlık alınan Kimya hatunla evlendirilir. Ve hayatlarına bu şekilde devam etmeye başlarlar.

Şems-i tebrizi'nin ölümünün nasıl olduğu bilinmemektedir. Mevlana da meydana gelen büyük değişiklikleri hazmedemeyenler tarafından mı öldürüldü yok geldiği gibi sessiz ve kimseden habersiz bir şekilde Konya'yı terk mi ettiği bilinmemektedir. Şemsi tebrizi türbesi, Niğde'deki kesik baş türbesi de şems'e izafe edilir. Bunlardan ayrı olarak ta Tebriz şehrinde Geçil denilen mezarlıkta aynı bölgedeki Hoy'da, Pakistan'ın, Multon şehrinde şems türbeleri ve makamları vardır. Bu makamlar Çeşitli rivayetlerle süslenmiştir. Ama nasıl ve nerede öldüğü bilinmemektedir. Bir rivayete göre de Mevlana Celaleddin Rumi'nin oğlu Aleaddin'de şemsi öldürenler arasındadır. Şems-i Tebrizi'nin Konya'daki mezarı küçük minik mütevazı neredeyse saklanmış şekilde bir yerdedir. Mevlana hazretlerinin o ihtişamlı türbesinin yanında bulunmaktadır.

Hacı Bayram-ı Velî  türbesi ..ankara





İstanbul’u, Fâtih Sultan Mehmed Hanın fethedeceğini müjdeleyen büyük velî. Nûmân bin Ahmed bin Mahmûd, lakabı Hacı Bayram’dır. 1352 (H. 753)’de Ankara ilinin Çubuk Çayı üzerindeki Zülfadl (Sol-Fasol) köyünde doğdu. 1429 (H. 833) senesinde Ankara’da vefât etti. Türbesi, Hacı Bayram Câmiinin kenarında ziyârete açıktır. Nûmân, küçük yaşından
îtibâren ilim tahsîline başladı. Ankara’da ve Bursa’da bulunan âlimlerin derslerine katılarak; tefsîr, hadîs, fıkıh gibi din ilimlerinde ve o zamânın fen ilimlerinde yetişti. Ankara’da Melîke Hâtun’un yaptırdığı Kara Medresede müderrislik yaparak talebe yetiştirmeye başladı. Kısa zamanda, halk arasında sevilip sayılan biri oldu.
İlimdeki bu üstünlüğüne rağmen Müderris Nûmân’ın rûhunda bir sıkıntı vardı. O, bu sıkıntıdan ancak bir mürşid-i kâmilin huzûruna varmakla kurtulabileceğini biliyor ve bir fırsat gözlüyordu. Nitekim bir gün dersten çıktığında yanına birisi geldi ve; “Ben Şücâ-i Karamânî’yim. Kayseri’den senin için geliyorum. Sana bir haberim ve dâvetim var.” dedi.
Nûmân, bu sözlerin sonunda kendisi için mühim bir haberin olduğunu anlamıştı.
“Hoş geldin, safâlar getirdin. İnşâallah hayırlı haberlerle gelmişsindir. Anlat! Anlat!” diyerek hayretle sordu. “Beni şeyhim ve mürşidim Hamîdeddîn-i Velî hazretleri gönderdi ve; “Git Engürü’de (Ankara’da) Kara Medresede Nûmân adında bir müderris vardır. Ona selâmımı ve dâvetimi söyle. Al getir. O bize gerek…” dedi. Ben de bu vazîfe ile huzûrunuza gelmiş bulunuyorum.”
Müderris Nûmân bu sözleri dinler dinlemez; “Baş üstüne, bu dâvete icâbet lâzımdır. Hemen gidelim.” diyerek müderrisliği bıraktı. Şücâ-i Karamânî ile Kayseri’ye gittiler. Kayseri’de Somuncu Baba diye meşhûr Hamîdeddîn-i Velî ile bir kurban bayramında buluştular. O zaman Hamîd-i Velî; “İki bayramı birden kutluyoruz.” buyurarak, Nûmân’a Bayram lakabını verdi.
Hamîd-i Velî, Nûmân ile başbaşa sohbetlere başlayarak, onu kısa zamanda olgunlaştırdı. Zâhirî ve bâtınî ilimlerde yüksek derecelere kavuşturduktan sonra ona; “Hacı Bayram! Zâhirî ilimleri ve bu ilimlerde yetişmiş âlimleri ve derecelerini gördün. Bâtınî ilimleri ve bu ilimlerde yükselmiş evliyâyı ve derecelerini de gördün. Hangisini murâd edersen onu seç!” buyurdu. Hacı Bayram da, velîlerin yüksek hallerini görerek, kendisini tasavvufa verdi ve bu yolda daha yüksek derecelere kavuşmak için çalıştı.
Hocasının teveccühleri ile zamânının en büyük velîlerinden oldu.
Hacı Bayram-ı Velî, hocası ile hacca gitti. Hac vazîfelerini yaptıktan sonra Aksaray’a geldiler. Orada hocasının 1412 (H. 815) senesinde; “Halîfem, vekîlim sensin.” emri üzerine, bu ağır vazîfeyi üzerine aldı. Aynı sene hocası vefât edince, defn işleriyle meşgûl olup, cenâze namazını kıldırdı. Aksaray’da vazîfesini bitirdikten sonra Ankara’ya döndü. Ankara’da dînin emir ve yasaklarını insanlara anlatmaya, onlara doğru yolu göstermeye,
yetiştirmeye başladı. Her gün pekçok kimse huzûruna gelir, hasta kalplerine şifâ bularak giderlerdi. Talebeleri gün geçtikçe çoğalmaya, akın akın gelmeye başladılar. Kısa zamanda ismi her tarafta duyuldu.
Bilâhare İstanbul’un mânevî fâtihi olacak olan Akşemseddîn de Osmancık’ta müderrisken şeyhin evliyâlık derecesini duymuş ve ona talebe olmak üzere Ankara’ya gelmişti. Fakat şeyhin dükkan dükkan dolaşıp para topladığını görünce, yanına varıp hikmetini sormadan “Evliyâ para mı toplar, buralara boşuna gelmişim.” diyerek oradan ayrıldı. Zeynüddîn Hafî hazretlerine talebe olmak üzere Mısır’a doğru yola çıktı. Haleb’e vardığı gece bir rüyâ gördü.
Rüyâsında, boynuna bir zincir takılmış ve zorla Ankara’da Hacı Bayram-ı Velî’nin eşiğine bırakılmıştı. Zincirin ucu ise Hacı Bayram’ın elindeydil. Bu rüyâ üzerine, Akşemseddîn yaptığı hatâyı anlayarak derhal Ankara’ya geri döndü. Şehre ulaştığında Hacı Bayram-ı Velî’nin talebeleriyle ekin biçmeye gittiğini öğrendi. Tarlaya gitti. Fakat Hacı Bayram hazretleri ona hiç iltifat etmediler. Akşemseddîn, diğer talebelerle birlikte ekin biçmeye başladı. Yemek vakti geldiğinde, insanların ve orada bulunan köpeklerin yiyecekleri ayrıldı. Hacı Bayram-ı Velî, talebeleriyle yemek yemeye başladı. Yine Akşemseddîn’e hiç iltifat etmeyip, yemeğe çağırmadı. Akşemseddîn yaptığı hatâyı bildiği için, kendi kendine; “Ey nefsim! Sen, Allahü teâlânın büyük bir velî kulunu beğenmezsen, işte böyle yüzüne bile bakmazlar. Senin lâyık olduğun yer burasıdır.” diyerek, köpeklerin yanına yaklaşıp, onlarla berâber yemeye başladı.
Hacı Bayram-ı Velî hazretleri, Akşemseddîn’in bu tevâzuuna dayanamayarak; “Köse! Kalbimize çabuk girdin, yanımıza gel.” buyurup iltifât etti, kendi sofrasına oturttu. Sonra ona; “Zincirle zorla gelen misafiri, işte böyle ağırlarlar.” diyerek, onun gördüğü rüyâyı, kerâmet göstererek anladığını bildirdi.
Akşemseddîn bundan sonra hocasının yanından hiç ayrılmadı. Sohbetlerini kaçırmayarak, kalplere şifâ olan nasihatlarını zevkle dinlemye başladı. Hacı Bayram-ı Velî’nin teveccühleri altında, kısa zamanda bütün talebe arkadaşlarının önüne geçti. Nefsini terbiye etmekte herkesten ileri gitti.
Akşemseddîn’e icâzet, diploma verdiğinde, bâzıları; “Efendim! Sizde yıllarca okuyan talebelere hilâfet vermediğiniz hâlde, bu yeni gelen Akşemseddîn’i kısa zamanda hilâfet ile şereflendirdiniz?” dediler.
Hâcı Bayram-ı Velî de; “Bu öyle bir kösedir ki, bizden her ne görüp duydu ise hemen inandı. Gördüklerinin ve işittiklerinin hikmetini de bizzât kendisi anladı. Fakat yanımda yıllardır çalışan talebeler, gördüklerinin ve duyduklarının hikmetini anlayamayıp bana sorarlar. Ona hilâfet vermemizin sebebi işte budur.” diye cevap verdi.
O aradığınız Hacı Bayram
Hacı Bayram-ı Velî, hem talebelerini yetiştiriyor, hem de belli saatlerde câmide insanlara vâz ve nasîhat ediyordu. Herkes Hacı Bayram-ı Velî’nin vâzlarına koşuyor, bâzı kerâmetlerini görünce, ona daha çok bağlanıyorlardı. Bu şekilde Hacı Bayram’ın etrafında pekçok kimsenin toplandığını gören bâzı hasetçiler, Pâdişâh İkinci Murâd Hana;”Sultânım! Ankara’da Hacı Bayram isminde biri, bir yol tutturarak halkı başına toplamış. Aleyhinizde bâzı sözler söyleyip saltanatınıza kasdedermiş. Bir isyân çıkarmasından korkarız!” diyerek iftirâlarda bulundular. Bunun üzerine sultan, durumun tetkik edilmesi için iki kişi vazifelendirip; “O kimseyi hemen gidip huzûrumuza getirin. Emrimize baş kaldırıp isyân ederse, zincire vurarak getirin!” emrini verdi.
Vazifeli çavuşlar, ellerinde pâdişâhın fermânı olduğu hâlde, Edirne’den kalkıp süratle Ankara’ya gittiler. Şehre yaklaştıklarında önlerine, yaşlı, nûr yüzlü bir kimse ile bir genç çıktı. Selâmlaştıktan sonra ihtiyâr zât; “Evlâtlarım! Nereden gelip nereye gidiyorsunuz?” diye sorunca, onlar da; “Ankara’da Hacı Bayram isminde biri, etrâfına adamlar toplayıp, Pâdişâhımıza başkaldırmış. Onu yakalayıp pâdişâhın huzuruna götüreceğiz.” dediler.
Çavuşların bu sözünü bekleyen ihtiyâr zât; “O aradığınız Hacı Bayram bu fakîrdir.” diyerek, kendisini gösterdi. Çavuşlar bir fermâna baktılar, bir de Hacı Bayram-ı Velî’ye. Aradıkları isyâncı bu olamazdı. Bu nûr yüzlü, hoş sözlü zât, hiç isyân edecek birine benzemiyordu. Hacı Bayram-ı Velî’ye tekrar tekrar dikkatle baktıktan sonra, birbirlerine; “Gidelim, Sultanımıza gidelim. Bu zâtın mâsûm olduğunu, söylenilenlerin yanlış olduğunu bildirelim.” dediler.
Hacı Bayram; “Evlatlar! Sizin geleceğinizi biliyorduk. Onun için yola çıkıp sizi bekledik. Pâdişâhımızın fermânı başımız üzerindedir. Haydi durmayınız, elimi zincirle bağlayınız ve bir an önce buradan gidelim.” buyurdu. Bu sözlere iyice hayret eden çavuşlar; “Sizi yanlış anlatmışlar efendim. Size karşı edepsizlik etmeye hayâ ederiz. Hele zincire vurmak hiç aklımızdan geçmez. Mâdem ki emrediyorsunuz, buyurunuz gidelim.” dediler.
Hacı Bayram ile yanındaki genç talebesi Akşemseddîn, çavuşlarla birlikte Edirne’ye doğru yola koyuldular. Hacı Bayram-ı Velî, yol boyunca çavuşlarla sohbetler etti, onlar nasîhatlerde bulundu. Günler sonra Çanakkale Boğazından geçip, Edirne’ye geldiler. Sarayda Sultan İkinci Murâd Han, söylentilere göre devletin selâmetine kasdeden ve tahtına göz diken bir eşkıyâ beklerken, karşısında; nûr yüzlü, kâmil bir velî gördü. Hayretini saklamayarak, onu baş köşeye oturttu. Utancından bu büyük velînin yüzüne bakamadan; “Yolculuğunuz zahmetli oldu herhalde.” dedi. Hacı Bayram-ı Velî ise tebessümle; “İyi bir vesîle oldu. Birçok yerde ve buralarda epeyce mâneviyât âşıkları gördük ve tanıştık.” diyerek, pâdişâhı rahatlattı. Sohbete başladılar. Sultan Murâd, şehzâdeliğinden beri ilme pek meraklıydı ve büyük bir âlim olarak yetişmişti. Hacı Bayram-ı Velî konuştukça, ilminin yüksekliğini daha iyi anladı. Tâ Ankara’dan buraya kadar getirttiğine çok üzüldü, tanışmakla şereflendiği için de çok sevindi. Tasavvuftaki bâzı müşkillerini Hacı Bayram-ı Velî’ye sordu. Aldığı cevaplardan ziyâdesiyle memnun oldu. Pekçok ihsânda bulunup, hediyeler verdi. Fakat Hacı Bayram-ı Velî; “Sultânım! Bizim dünyâ malında gözümüz yoktur. Siz onları, ihtiyâcı olanlara veriniz.” diyerek nâzikçe reddetti. Pâdişhâh ısrar edince de; “Mutlaka ihsânda bulunmak istiyorsanız, talebelerimizin, devlete vereceği vergilerden muaf tutulmasını arzu ederiz.” dedi. Pâdişâh da memnuniyetle kabûl etti. Hacı Bayram-ı Velî’yi günlerce sarayda misâfir etti, izzet ve ikrâmda bulundu.
İstanbul’un Fethi
Başbaşa sohbet ettiği günlerden birinde; konu İstanbul’un fethine gelmişti. Murâd Han Gâzi; “Allahü teâlânın izniyle, evliyânın himmet ve bereketleriyle İstanbul’u almak istiyorum. Rahmetli dedem Yıldırım Bâyezîd Han bu işe girişti. Fakat bir netice elde edemedi. Devlet-i âl-i Osman’ın toraklarının ortasında bir Bizans Devletinin olmasına hiç gönlüm râzı değil. Sevgili Peygamberimizin de fethini müjdelediği bu İstanbul bize lâzım. Bunu almak için de himmetinizi, yardımınızı bekliyorum.” dedi. Murâd Han bu sözleri söylerken, Hacı Bayram-ı Velî derin bir tefekküre dalmış, onu dinliyordu. Sultanın sözü bittikten bir süre sonra şöyle konuştu: “Sultânım! Bu şehrin alınışını görmek ne size, ne de bize nasîb olacak. İstanbul’u almak, şu beşikte yatan Muhammed’e (2.Mehmet – Fâtih Sultan Mehmed Han) ve onun hocası, bizim Köse Akşemseddîn’e nasîb olsa gerektir.” müjdesini verdi. Sonra geleceğin Fâtih’ini kucağına aldı. Onun gözlerine bakarak, uzun uzun teveccühlerde bulunda. Sultan Murâd Han, bu müjdeye çok sevindi. Oğlu şehzâde Muhammed’e ve Akşemseddîn’e artık başka bir nazar ile bakmaya başladı.
Bu kitabı yazacağına
Hacı Bayram-ı Velî hazretleri Edirne’de bulunduğu müddet içinde, câmilerde vâz verip, halka nasîhatlerde bulundu. Edirneliler de onu çok sevdiler. Onun hangi câmide nasîhat edeceğini öğrenip, oraya akın akın giderlerdi. Pâdişâh da onun Edirne’de kalmasını istiyordu. Fakat Hacı Bayram-ı Velî, Ankara’ya talebelerinin başına dönüp, onları yetiştirmeye devâm etmek istediğini bildirdi. Pâdişâha nasîhatlerde bulunduktan ve onunla vedâlaştıktan sonra yola koyuldu. Önce Gelibolu’ya geldi. Orada Yazıcızâde Ahmed Bîcân ve Muhammed Bîcân kardeşlerle görüştü. Bir müddet onları yetiştirmek için orada kaldı. Onların Bayramiyye yoluna girerek, tasavvufta ilerlemelerine sebeb oldu. Muhammed Efendi, yazdığı Muhammediyye’yi hocası Hacı Bayram-ı Velî’ye takdim ettiğinde; “Ey Muhammed! Bu kitabı yazacağına, kalbinin nûrlanması için çalışsan, nefsini terbiye etmek için uğraşıp onu yola getirseydin daha iyi olmaz mıydı?” buyurduğunda, Muhammed Bîcân bir “Âhh!” çekti ki, o anda kitabın açık olan sahifeleri “Âhh” ateşinden kararıp simsiyah oldu. Hacı Bayram-ı Velî, kısa zamanda bu iki kardeşe icâzet, diploma vererek, insanları hak yola dâvet ve bu yolda ilerletmekle görevlendirdi.
Kurban
Hacı Bayram-ı Velî, Ankara’ya Sultan Murâd Hanın verdiği fermânla geldi. Fermanda, Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinin talebelerinin, yalnız ilim ile meşgûl olmaları için, onların vergi ve askerlikten muâf tutulduğu bildiriliyordu. Bunu duyan pekçok kişi, vergi ve askerlikten kurtulmak için Hacı Bayram-ı Velî’nin talebesi olduğunu söylemeye başladı. Bunlar o kadar çoğaldı ki, Ankara’nın mâlî ve askerî düzeni bozuldu. Sonunda Sultan, Hacı Bayram-ı Velî’den talebelerinin bir listesini istemek zorunda kaldı. Hacı Bayram-ı Velî de, Ankara’nın Kanlıgöl mevkiinde bir çadır kurdu ve; “Bize intisâb edenler, talebe olanlar burada toplansın.” diye ilân etti. Hacı Bayram-ı Velî’nin talebesi olduğunu söyleyen herkes, akın akın gelip meydanı doldurdu.
Hacı Bayram-ı Velî; “Dervişlerim, müridlerim! Bana intisâb eden talebelerimi bugün burada kurban etmem emrolundu. Canını, malını bana feda eden, çadıra girsin.” buyurdu. Bütün talebeleri bir korku aldı. Bir uğultu yükseldi. Vergiden kaçmak için talebe görünenler; “Bu ne biçim mürşit; bu nasıl müritlik.” diye söylenip duruyorlardı. Hacı Bayram-ı Velî de, eline keskin bir bıçak ile çadırın kapısında beklemeye başladı. Bu sırada topluluktan, bir erkek ile bir kadın kalabalığı yararak doğruca çadırın içine girdiler. Arkalarından Hacı Bayram-ı Velî de girdi. Daha önceden çadıra koyduğu koyunu içeride hemen kesti. Kırmızı bir kan, çadırdan dışarı çıktı. Kanı gören herkes hemen kaçtı. Meydanda kimse kalmadı. Daha sonra dışarı çıkan Hacı Bayram-ı Velî; “Anladık ki, bu kadar talebemiz varmış. Bunlardan başka herkes, vergi vermek ve askerlik yapmak sûretiyle, devlete olan borcunu ödemelidir.” buyurdu.
Halifeleri
Hacı Bayram-ı Velî, ömrünün sonuna kadar İslâmiyeti yaymak için uğraştı. Talebelerine ve sohbete gelen herkese, Allahü teâlânın emirlerini bildirip, yasaklarından kaçınmanın şart olduğunu anlattı. Hayâtı, hep verâ ve takvâ üzere, haramlardan şiddetle kaçıp, şüpheli korkusuyla mübahların fazlasını terk etmekle geçti. Onun vefâtından sonra “Bayramiyye yolu”nu, talebelerinden Akşemseddîn ve Bıçakçı Ömer Efendi devâm ettirdiler.Diğer halifeleri ise: Göynüklü Uzun Selâhaddîn, Yazıcızâde Muhammed ve Ahmed Bîcân kardeşler, İnce Bedreddîn, Hızır Dede, Akbıyık Sultan, Muhammed Üftâde hazretleri bunlardandır. Birisi de, dâmâdı Eşrefoğlu Rûmî (Abdullah Efendi)dir.
Türbenin Kapısı
Türbelerin kapatılma kararı çıktıktan sonra, her yere olduğu gibi Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinin türbesine de kilit vurulmuştu. Fakat sabahleyin türbenin önünden geçenler kilidi kırılmış, kapıyı da ardına kadar açık gördüler. Olayın birkaç defâ tekerrür etmesi üzerine ilgililerden biri; “Böyle şey olmaz, bu kapıyı elbette bir açan var.” demiş. Sonra bunun için iki polis vazifelendirmiş ve; “Sabaha kadar bekleyin, gözetleyin. Şu kapıyı kim açıyorsa, hemen yakalayın.” diye de emir vermişti.
Polisler aldıkları bu emir gereğince, hazret-i Şeyh’in türbesi önünde sabah ezânı okununcaya kadar beklemişler. Sabah vakti âniden kilidin çıkardığı “Çat” sesi ile irkilmişler. İşte o zaman açılan kapıdan Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinin tebessüm ederek kendilerine baktığını görmüşler. Türbeyi bekleyen polislerden biri şaşkınlıktan düşüp bayılırken, diğerinin dili tutulmuş. Bu olaydan sonra bir daha hiç kimse kapıda nöbet tutmaya cesâret edememiştir.
Hacı Bayram-ı Velî’nin talebelerine nassîhatlerinden….
  • İnsanların fitnesinden kurtulmak istiyorsanız, çarşı ve pazarlarda sık sık bulunmayınız.
  • Hiddet ve kin, hakîkatleri gören gözleri kör eder. Öfke, iyi düşünmeyi daraltır, yanıltır.
  • Allahü teâlâya isyân yolunda, hiçbir kimseye yardım etmeyiniz.
  • Küçük çocukları seviniz, başlarını okşayınız. Onları sevindiriniz ki, Peygamber efendimizin emrini yerine getirmiş olasınız.
  • Çarşıda ve câmi avlusunda bir şey yemeyiniz. Yol ortasında durmayınız. Ticâret erbâbının dükkânlarında uzun müddet oturmayınız.
  • Hiçbir günâhı küçümsemeyin, çok çalışın. Boş gezenler, zengin bile olsa, arkadaşları şeytan, kalbleri şeytanın konağı olur.
  • Helâlinden kazanıp, ondan fakırlere cömertçe veriniz.
  • Ölümü çok hatırlayınız. Ölüm gelmeden hesâbınızı yapınız. Tövbe ediniz ki, affa kavuşasınız.
  • Dünyâ gamından, nefsin sıkıştırmasından hafifleyip kurtulmak istiyorsanız, kabristanları sık sık ziyâret ediniz.
  • Ayıp ve kusurlarını gördüğünüz arkadaşlarınızın, komşularınızın, sırlarını ifşâ etmeyiniz. Çünkü gördüğünüz bu sırlar, size emânettir. Emânete hiyânet ise, çirkin bir harekettir.
  • Âlim ve velîlerin kabirlerini ziyâret ediniz. Zîrâ o büyükler, kendilerini ziyâret edenlere şefâat ederler.
Hacı Bayram-ı Velî hazretleri, Âşık Yûnus’la aynı asırda yaşamış ve onun söylediği gibi şiirler söylemiştir. Tasavvuf yolunda nefsi tanımanın ve itâat altına almanın şart olduğunu bildiren Hacı Bayram-ı Velî hazretleri bu hususta şu şiiri söylemiştir:
Bilmek istersen seni,
Cân içinde ara cânı.
Geç cânından bulânı,
Sen seni bil, sen seni.
Kim bildi ef’âlini,
Ol bildi sıfâtını,
Anda gördü zâtını,
Sen seni bil, sen seni.
Görünen sıfâtındır,
O’nu gören zâtındır,
Gayri ne hâcetindir,
Sen seni bil, sen seni.
Kim ki hayrete vardı,
Nûra müstagrak oldu,
Tevhîd-i zâtı buldu,
Sen seni bil, sen seni.
Bayram özünü bildi,
Bileni anda buldu,
Bulan ol kendi oldu,
Sen seni bil, sen seni.
ALABİLİRSEN AL
Hacı Bayram-ı Velî’nin doğduğu Zülfadl (Sol-Fasol) köyünden bir genç askere çağrılmıştı. Yetim olan bu temiz genç, babasından kalma birkaç altınını, annesinden kalan hâtıra bilezik
ve küpleri emânet edecek bir kimse bulamadı. Hepsini küçük bir çekmeceye koyup, Hacı Bayram-ı Velî’nin türbesine getirdi. Türbeyi ziyâret edip; “Yâ hazret-i Hacı Bayram-ı Velî! Beni vatanî vazifemi yapmak için çağırdılar. Annemden ve babamdan kalma şu hâtıraları emânet edecek bir kimse bulamadım. Bu küçük çekmeceyi zâtı âlinize emânet bırakıyorum. Eğer askerden dönersem, gelir alırım. Şâyet dönemezsem, istediğiniz bir kimseye verebilirsiniz!” diye münâcaat etti. Sonra çekmeceyi sandukanın kenarına koyarak ayrıldı. Aradan yıllar geçti. Gencin askerliği bitti ve emânetini almak üzere Hacı Bayram-ı Velî’ye geldi. Ziyâretini yapıktan sonra, çekmeceyi koyduğu yerde buldu. Hiç dokunulmamıştı. Orada türbeyi bekleyen türbedâra; “Bu çekmece benimdir. Askere gitmeden önce emânet bırakmıştım. Şimdi alıyorum.” dedi. Türbedâr; “Tabi, alabilirsen al. Çünkü ben, bir defâsında bu çekmecenin yerini değiştirmek istedim. Fakat bütün uğraşmalarıma rağmen yerinden bile oynatamadım. Bunda bir hikmet olduğunu düşünerek, bir daha elimi bile sürmedim.” Genç, çekmecenin yanına gelip, Hacı Bayram-ı Velî’ye teşekkür etti ve emânetini alarak köyüne döndü.
Sultan Murad Han’a Nasihati
Hacı Bayram-ı Velî hazretleri Edirne’den ayrılırken kendisinden nasihat isteyen Sultan Murâd Hana şöyle dedi:
  • Tebean içinde herkesin yerini tanı, ileri gelenlere ikrâmda bulun.
  • İlim sâhiplerine hürmet et.
  • Yaşlılara saygı, gençlere sevgi göster.
  • Halka yaklaş fâsıklardan uzaklaş, iyilerle düşüp kalk.
  • Hiç kimseyi küçümseme ve hafife alma.
  • İnsanlığında kusûr etme,
  • Sırrını hiç kimseye açma,
  • İyice yakınlık peydâ etmedikçe, kimsenin arkadaşlığına güvenme.
  • Cimri ve alçak insanlarla ahbablık kurma.
  • Kötü olduğunu bildiğin hiçbir şeye ülfet etme.
  • Seninle başkaları arasında bir toplantı akdedilir veya insanlarla aranızda bâzı meseleler görüşülürse, yâhut onlar bu meselelerde senin bildiğin hilafını iddiâ ederlerse, onlara hemen muhâlefet etme. Sana bir şey sorulursa, ona herkesin bildiği şekilde cevap ver. Sonra bu meselede şu veya bu şekilde görüş ve delillerin de bulunduğunu söyle. Senin bu türlü açıklamalarını dinleyen halk, hem senin değerini, hem de başka türlü düşünenlerin değerini tanımış olur. Sana bu görüş kimindir? diye sorarlarsa, fakîhlerin bir kısmınındır, de. Onlar, verdiği cevâbı benimserler ve onu sürekli olarak yaparlarsa, senin kadrini daha iyi bilir ve mevkiine daha çok hürmet ederler.
  • Seni ziyârete gelenlere ilimden bir şey öğret, böylece faydalansınlar. Herkes, öğrettiğin şeyi belleyip tatbik etsin. Onlara umûmî şeyleri öğret, ince meseleleri açma. Onlara güven ver, ahbablık kur. Zîrâ dostluk, ilme devâmı sağlar. Bâzan da onlara yemek ikrâm et. İhtiyaçlarını temin et. Onların değer ve îtibârlarını iyi tanı ve kusurlarını görme.
  • Halka yumuşak muâmele et, müsâmaha göster.
  • Hiçbir kimseye karşı bıkkınlık gösterme, onlardan biri imişsin gibi davran.”
Kaynaklar
1. Şakâyık-ı Nu’mâniyye Tercümesi; s.77
2. Nefehât-ül-üns; s.684
3. Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı. s. 1080
4. Rehber Ansiklopedisi; c.7, s.7
5. Menâkıb-ı Hacı Bayram-ı Velî
6. Tâc-üt-Tevârih; c.2, s.428
7. Osmanlı Müellifleri; c.1, s.56
8. Menâkıb-ı Melâmiyye-i Şûttariyye; s. 5-7
9. Silsile-i Celvetî; s.75
10. Tıbyânü’l-Vesâil; c.1, s.174
11. Sefînetü’l-Evliyâ; c.2, s.256
12. İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.12, s.39

2 Şubat 2017 Perşembe


AHMED GÜLŞEHRİ TÜRBESİ..KIRŞEHİR




Gülşehri (ö. 1317’den sonra)’nin 1317’de kaleme aldığı Mantıku’t-tayr’daki bazı beyitlerden onun Kırşehir’de zaviye sahibi, müridi çok ve bütün şehir halkınca tanınan, evinde her gece sema yapılır, saygıyla eli öpülür meşhur bir şeyh olduğu öğrenilmektedir.
Harizm’den gelip Kırşehir, Eskişehir ve Ankara dolaylarına iskan edilmiş Oğuz boylarından birine mensup olduğu sanılan Gülşehri’nin Kırşehir’e ne zaman yerleştiği belli değildir. Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin ölümünden sonra Sultan Veled’in, kendisini Mevlevi tarikatını yaymak ve bir zaviye kurmak üzere Kırşehir’e göndermiş olması ihtimalinden söz edilirse de bu husus açıklık kazanmamıştır. Şairin asıl adının Ahmed veya Süleyman olabileceği ileri sürülmektedir.
Eserlerinden Gülşehri’nin İslami ilimler yanında matematik, mantık ve felsefeye de vakıf olduğu anlaşılmaktadır. Birçok seyahat yaptığını, kendinden önce yaşamış ve kendi zamanındaki şairlerin şiirlerini okuduğunu söyleyen Gülşehri en çok Mevlana, Attar, Senai, Sa‘di ve Nizami’nin tesirinde kalmıştır. Özellikle Mevlana’dan çok etkilenmiş olması onun Mevlevi olabileceğini akla getirirse de gerek Mevlevi kaynaklarında gerekse silsilenamelerde bunu doğrulayan bir kayda rastlanmamaktadır. Buna karşılık geniş bir tasavvuf kültürüne sahip olan Gülşehri’nin Ahi Evran’ın talebelerinden olması muhtemeldir.
Ayrıca eserleri didaktik ve sufiyane bir mahiyet taşıdığı halde dilinin sade ve temiz, üslubunun itinalı ve canlı, nazmının ise devrine göre oldukça pürüzsüz oluşu, onun sanat kabiliyeti hakkında yeterli bir fikir verir. Gülşehri’nin, Yunus Emre’den sonra zamanının duyguca kuvvetli olduğu kadar usta bir şairi olarak da çağdaşları arasında önemli bir yer tuttuğunda şüphe yoktur.
Kabri il merkezinde onun adını taşıyan “Ahmedi Gülşehri Parkı” içerisinde bir türbededir. Ahi Evren Mahallesi’nde bulunmakta olup ziyarete açıktır. Yuvarlak kemerlerle birbirine bağlanmış altı sütun üstüne oturan kubbeyle örtülü, etrafı açık bir yapıdır. Kitabesi bulunmayan ve son yıllarda yapıldığı anlaşılan mermer bir mezar vardır. Günümüzdeki yapı, orijinal olmayıp yakın zamanda Kırşehir Valiliğince inşa edilmiştir.

MUHTEREM HATUN TÜRBESİ ..KIRŞEHİR









Muhterem Hatun Türbesi şehrin doğusunda İmaret Mahallesi’nde yer alır ve ziyarete açıktır. Eser, daha önce burada bulunan, kerpiç malzemeden yapılmış ve oldukça harap durumdaki türbenin yerine, 1995 yılında kesme taştan inşa edilmiştir. Kuzey-güney doğrultuda dikdörtgen planlı yapının üstü, kiremit kaplı kırma çatıyla örtülüdür. Kuzey cephede kapı açıklığı ve bir pencere vardır. İçeride, üzerlerinde kitabe bulunmayan dört sanduka bulunmaktadır. Kabrin üzerinde iki metreye yakın sanduka Selçuki biçimdedir. Yanlarında güzel bir sülüsle Ayet-el Kürsi, bunun üzerinde de Farsça, “Bu kabir Muhammed İbrahim kızı Melik Hatun’a aittir”, yazılıdır. Diğer taraftan Muhterem Hatun’un Süleyman Türkmani’nin soyundan olduğu ileri sürülür
Süleyman Türkmani vakfiyesinin sonundaki şahitlerden birisinin Melik Hatun Mahallesinden olduğu kaydedildiğine göre bu kadının adını bir mahalleye verecek kadar yüksek bir aileye mensup olduğu anlaşılmaktadır. Muhterem Hatun’un Melik Gazi’nin eşi olduğu ve türbede Muzafereddin Behram Şahın yattığı da ileri sürülür.
EBCELOĞLU TÜRBESİ..KIRŞEHİR ..MUCUR




Tepe Camii' ne 20 metre uzaklıkta Mucur Emniyet Müdürlüğü'nün yanında mezarı bulanan EBCELOĞLU hakkında geniş bir bilgi olmamasına rağmen 45 yıl önce ortaya çıkan bir mezarın EBCELOĞLU' na ait olduğu öğrenilip, mezar demir kafes içine alınmıştır. 
Solaklı Mahallesi'nde ikamet eden Dokuzun Salih( Dokuzun Sali) adında birisi ,aslı Horasan'dan geldiği söylenen Dokuzun Sali, sık sık mezarlığa gider dualar okuyup gelirmiş. Sorduklarında; "Oğul ,burada mübarek bir zat yatıyor, O 'nu ziyaret ediyorum. Ruhuna okuyorum." dermiş. Mucur'un tanınmış simalarından Köse vaiz' de sık sık Ebceloğlu'nun mezarını ziyaret edip dualar okuyanlardan birisiymiş