KARIŞIK

Vahib-i Ümmi Türbesi.antalya .elmalı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Vahib-i Ümmi Türbesi.antalya .elmalı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Şubat 2016 Cumartesi

Vahib-i Ümmi Türbesi.antalya .elmalı

Vahib-i Ümmi Türbesi.antalya .elmalı
Vahib-i Ümmi Türbesi


 Tam adı Abdülvehhab el-Ümmî el Ümmî ismiyle tanınmıştır. Lakabı “ÜmmΔ olmakla birlikte, bu ümmiliğin okuryazarlıkla bir ilgisinin bulunmadığı, aksine tasavvufî mânâda irfan sahibi olmakla ilgili olduğu açıktır.
Bilindiği gibi ümm, Arapça ’da “ana” demektir. Ümmî ise “anaya mensup” mânâsına gelmektedir. Sûfilere göre bütün varlık Hak’tan ibârettir. Cenâb-Hak, kendi varlığından bir nûr yaratmış ve buna Nûr-ı Muhammedî denmiştir. Dört unsurun aslı bu nurdur. Hakk’ın sıfatlarındaki ilk tecellisi hava, ateş, su ve nihayet topraktan olmuştur. İnsânî hakikat bu toprakta gizlidir. Onun içindir ki, toprak her şeyin anasıdır. Toprağın hakikat, tevhid tamamlandığında anlaşılır. Bu idrak makamı, Ümmî (anaya mensup)likten ibârettir. Sonuçta bir sûfi, gerçekten öğreniminden geçmemiş de olabilir. Bu durumda söz konusu kavramı iki anlamda kullanacaktır. İşte tasavvuf edebiyatı ve düşüncesi tarihindeki Ümmî sûfi şâirlerin öğrenimleriyle ilgili yanlış anlaşılma ve tenkitlerin temel sebebi budur.
Ümmî ârifler, zâhiri ve bâtıni birikimleriyle geçmiş, şimdiki ve gelecekteki âlimler arasında yeni ufukların açılmasına sebep oldukları halde, elde ettikleri ilmi ve mânevi kazanımların Allah’ın mutlak ilmi karşısında kıyaslanamayacak kadar küçük olduğuna inanan kimselerdir. Dolayısıyla Ümmî, bu büyük tavâzuya sâhip âlimlerdir. İlmî birikimlerini ancak muhiti(içeriği/kapsamı) ile ölçen âlimler ise gerçekte câhillerdir.
Vâhib-i Ümmî’ nin silsilesini devam ettiren Eroğlu Nûri ve Sinân-ı Ümmî’ de de görüldüğü üzere, Abdülvehhablı sûfilerin geleneğinde “ Ümmî” lakabı tasavvufî / irfâni anlamda kullanılmaktadır.
Bugünkü Antalya ilinin Elmalı ilçesinde doğan Vâhib-i Ümmî’ nin doğum târihi kesin olarak belli değilse de Divân’ ında ihtiyarlıktan şikâyet etmesine bakılırsa, uzun bir ömür sürdüğü anlaşılmaktadır. Evli ve iki çocuk babası olan mutasavvıf şâirimiz, bir yerde “Anladım düşman imiş oğlum kızım malım benim” diyerek çocuklarının olduğuna dair hem bir gerçeği dile getirir; hem de Tegâbun sûresinin 15. âyetine telmihte bulunur. Bu âyette şöyle denilmektedir: “Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükafat ise Allah’ın yanındadır.”
Aşk-ı daimî sahibi olan bu büyük ârif, “Aşk oduna kim yanarsa ol bilir hâlim benim Cân u dilden kim Hû derse ol bilir kâlim benim”
diyerek kendisini ancak Hak aşıklarının anlayabileceğini belirtir. Bir yerde:
“Ömrüm tâmam olmayınca ölüm yokdur hergiz bana Âşık cânın mâ’şûk alır yok var eden gelsin beri” diyen Vâhib-i Ümmî, 1 Şa’ bân 1004/M. 30 Mart 1596’da memleketi Elmalı’da maşukuna dönmüştür. Vefatına “vefât-ı nâsût” terkibiyle tarih düşürülmüştür.
Elimizdeki Vâhib-i Ümmî ahfadından kaldığı anlaşılan elyazması nüshanın sonunda bulunan
“Ceddim Vehhâb Ümmî’ nin vefatı 1008 (M.”597)”
şeklindeki kayıttan mutasavvıfımızı, yukarıda verdiğimiz tarihten bir sene sonra vefat ettiği anlaşılmaktadır.
Pınarbaşı mevkiinde türbesi, halen bir ziyaret yeridir. Vaktiyle eğitim ve irşad faaliyetlerini sürdürdüğü, bugün medfun bulunduğu mezarının bitişiğindeki hankâhı, türbesiyle birlikte 1925 yılında dönemin Vâridât-ı Husûsiye (Mal Müdürü) memuru tarafından yıktırılmıştır. Ancak sonradan tekrar ahşap olarak yaptırılmış olan türbesinde, kendisiyle birlikte eşi ve çocuklarının da mezarı bulunmaktadır.
Evliyâ Çelebi, Seyahatname’ sinin “Ziyaretgâh-ı Elmalı Şehri” başlıklı bölümünde, Vâhib-i Ümmî türbesinden şöyle bahseder:
“Pınarbaşı’nda Abdülvehhâb Efendi’nin bir mesiregâh âsitânesi var kim cümle ehibbâ ve erbâb-ı zurefânın ârâmgâh ve namazgâhıdır. Anda bir kubbe-i âlî içinde medfûndurlar. (Ks.)”
Vâhib Ümmî hakkında Müstakimzâde Süleyman Sadeddin de Mecelletü’n Nisâb’ ında şunları kaydetmektedir:
“Mahlâsü’ş-Şeyh Abdülvehhab el-Ümmi el-Elmalî el-Halvetî ehaze et-Tarîkate an Yiğitbaşı el-Marmarî”
(Şeyhin mahlası Abdülvehhab el-Ümmi el-Halvetîdir. Yiğitbaşı el-Marmarî vasıtasıyla tarikate intisap etti).
Süleyman Fikri Bey’den öğrendiğimize göre Vâhib-i Ümmî, irşad faaliyetlerini, bugün medfun bulunduğu Pınarbaşı’ndaki asıl türbenin bitişiğindeki dergâhta sürdürmüştür. Bu hânkâh, 1925 tarihinde yıktırılmıştır.
Vâhib-i Ümmî, Halvetiyye tarikatının Ahmediyye kolunun pîri Yiğitbaşı Veli ahmed Şemseddin-i Marmaravi’nin (ö.910/1505) müridir. Ne var ki bir-iki kaynak, sisilede bu iki zât arasına Talib-i Ümmi adında bir şeyhi daha koymaktadırlar. Ancak Halvetiyye silsilesinin yer aldığı pek çok eserde Vâhib-i Ümmî, doğrudan Yiğitbaşı Veli’nin talebesi olarak gözükmektedir. Ayrıca Vâhib-i Ümmî’ nin talebesi Eroğlu Nûri (ö.1012/1603) mensûr olarak ve onun talebesi Sinan-ı ümmi (ö.1067/1657) de manzum olarak verdikleri kendi silsilelerinde Vâhib-i Ümmî ile Ahmed Şemseddin-i Marmaravî arasında böyle bir zâtı zikretmezler.
Kenan Erdoğan tarafından yakın tarihlerde bulunan bir mecmûa içinde kayıtlı bazı bilgi ve şiirler Talib-i Ümmî adlı bir zâtın yaşadığını kesin olarak ortaya koymuştur. Erdoğan bu konuda şunları söylemektedir:
“Silsilelerde bulunmamasına, kaynakların çoğunda kendisinden bahsedilmemesine rağmen yine de Talib-i Ümmi’ nin yaşamadığı söylenmez. Kendisinin, silsilelerde niçin yer almadığını bilemiyoruz. Bunun çeşitli sebepleri olabilir… Ahmed Şemşeddin Marmaravi’nin 1505’te, müridi Vâhib Ümmî’ nin ise 1596’da vefat ettiği göz önünde bulundurulursa, arada 90 yıl gibi bir süre, Talib-i Ümmî gibi bir başka (Halife)’sının olmasını gerektirmektedir…”
Erdoğan, araştırmasının devamında haklı olarak Vâhib-i Ümmî’ nin 110-120 yaşına kadar yaşadığı kabul edilse bile, yinede yiğitbaşı ile arasındaki 90 senelik uzun bir sürenin izahını yapmanın zorluğuna işaret etmektedir.
Bu durumda, silsilede Talib-i Ümmi’ nin var olup olmadığı konusunda şunlar söylenebilir:
Bilindiği gibi tarikatlerin ana silsilesin de çoğu zaman halifelerin isimleri kaydedilmekte veya halifeler için başka silsilenâmeler tanzim edilmektedir. Talib-i Ümmi de Vâhib-i Ümmî gibi Yiğitbaşı’nın başka bir halifesi ise Vâhib-i Ümmî’ den gelen silsileye alınmamış olabilir. Erdoğan’ın da söylediği gibi, diğer bir sebep de Tâlib-i Ümmi silsilede unutulmuş olabilir; ama bu yine de zayıf bir ihtimaldir.
Bizim kanaatimize göre Tâlib-i Ümmi Yiğitbaşı’nın bir halifesi olmakla beraber silsileyi devam ettiren bir postnişin değildir. Yoksa Vâhib-i Ümmî’ den itibaren yazılan silsilenâmelerde mutlaka bu zâtın da adına yer verilmesi gerekirdi. Nitekim Muhammed Nazmi’nin ’’Yiğitbaşı’dan bir şube dahi Talib-i Ümmi ve Eroğlu ve Elmalî Sinan-ı Ümmi’ den Elmalı’ da Uşşak’ ta ve Kütahiyye ’de ve etrafında hulefâ ve fukarâ bâkîdir’’ cümlesindeki Talib-i Ümmi ve (Vâhib-i Ümmî’ den gelen) Eroğlu, Yiğitbaşı’nın şubeleri gibi anılmakta ve Nazmi’nin ifadeleri yukarıdaki kanaatimizi güçlendirmektedir.
Vâhib-i Ümmî’ nin bizzat kendisi, Dîvân’ının değişik yerlerinde
Ahmed Şemseddin-i Marmaravî’ den şeyhi olarak
söz etmektedir:
”Mürşidim Ahmed-durur aşktan haber veren bana Cânımı hâyran eden nutkumdaki esrar imiş” (258/5)
“Mürşidim Ahmed yüzünden bildiğim budur benim, Alem-i ma’nâdaki Rahman’a düşmüştür bu can” (183/6)
“Ehl içinde evliya mürşidüm Ahmed’ dir benim Râh-ı Hakk’a azm eden kerbâna virdüm gönlümü” (455/8)
“Göre göre şol aşkı Yiğitbaşı’ya uğramış Yiğitbaşı irşâdın derde derman eylemiş” (44/21)
“Ben İlâhî, keşfinin mestanesiyem halle vehab-ı bu aşk ile Ahmed’ dir irşad eyleyen” (21/5)
“Rü’yetim ta’bir edipdir mürşidim Ahmed benim Halık’ ın veçhindeki envâr, bize seyran imiş” (184/14)
Mutluluklar "Küçük" Karelerde Gizlidir...
Şiirlerinde Vâhib-i Ümmî, Vâhib-i Vehhab, Vâhab, Vehab, Vehabi gibi mahlaslar kullanan Vâhib-i Ümmî’ nin Yunus Emre ve onun etkisindeki üstadı Yiğitbaşı Veli’nin tesir ve üslûbunda kaleme aldığı, içinde hece ve aruz vezinleri ile yazılmış 500’e yakın ilahi bulunan oldukça hacimli, Türkçe mürettep bir Divan’ı vardır ki günümüze 6 kadar elyazması nüshası ulaşabilmiştir. Mustafa Tatcı ve Ahmet ögkenin bu elyazması nüshalardan hareketle edisyon kritikli olarak yayına hazırladıkları söz konusu Divan, 2012 yılında (H) Yayınları tarafından yayınlanmıştır. ,
Talebesi Eroğlu Nûri, şiirlerinde şeyhi Vâhib-i Ümmî’ den şöyle
söz eder:
“Girdik Hakk’ın Bâbına
ErişdikVehhâb’ına
Gönülü sahibine
Verdik elhamdüli’llah
Daim banlar aşkın minaresinde
Benim şeyhim gibi ulu şeyh olmaz

Tarikat pirlerinin arasında
Benim şeyhim gibi ulu şeyh olamaz
Hazret-i Ali’ den kisvet-i daldir
Mayesi kimyadır, telkini baldır
Ehl-i kâl değildir, bir ehl-i haldir
Benim şeyhim gibi ulu şeyh olamaz

Yedi esmâ sürer zâhir dilinde
Kudret kılınçları bâtın elinde
Hiç mâsivâ hicap olmaz yolunda
Benim şeyhim gibi ulu şeyh olamaz
………

İlm-i ledünniden her sözü dürler
Zikr-i kalbi ileher sözü birler
İsmi Abdülvehhab Efendi derler
Benim şeyhim gibi ulu şeyh olamaz”

Yine:
“Aşk ile fâş olduk cümle âleme
Bugün bize Abdülvehhablı derler
Bizi tanlar kamu ümmi-ulema
Bugün bize Abdülvehhablı derler”

Dörtlüğüyle başlayıp;
“Eroğlu’ nda gedadervişiyokdur
Yolunda eksiği vü aczi çokdur
Bize yar olanın menzili Hak’dır
Bugün bize Abdülvehhablı derler”