KARIŞIK

2 Haziran 2016 Perşembe

Sinân-ı Ümmî Türbesi.antalya

Sinân-ı Ümmî Türbesi.antalya


 Tam adı Yûsuf Sinân-ı Ümmî olup, daha çok “Ümmi Sinan” veya “Sinân-ı Ümmî” olarak tanınmıştır. Hüseyin Ayvansarayî (ö.1201/1787) Muhammed Nûru’ l –Arabî (ö.1305/1887) ve Bursalı Mehmed Tâhir’ in (ö.1924) onun adını Muhammed şeklinde yanlış vermelerinden dolayı bu hata bazı eserlerde günümüze kadar süregelmiştir. Elmalı’ da doğan Sinân-ı Ümmî’ nin doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, bazı verilerden hareketle, 1563-1567 yılları civarında doğduğu tahmin edilmektedir.
Kendi ismini de verdiği bir şiirinde doğup büyüdüğü Elmalı’ dan dan şöyle söz eder:
"İsm-i a’zam bî-nişân ü lâ-mekân şehrindedir.
Şehr-i Elmalı Ümmî Sinân okurlar adıma
Yine bir muhammesinin son bendinde de şöyle der:
Gerçi adımdır Sinân-ı Ümmî aceb dîvâneyim
Girmişem meydan-ı aşka baş açık merdâneyim
Aşk elinden câm-ı nûş ettim bugün mestaneyim
Hayr u şerden geçtiğimden sâkin-i meyhâneyim
Geçmezdim dildârın aşkından câna olsun vedâ"
Tahsil hayâtı ve âilesi hakkında pek bir bilgi sâhibi olamadığımız Yûsuf Sinân’ ın Şeyh Süleyman (Hakîrî) (ö.1128/1716) ve Selâmi Halil adında iki oğlunun bulunduğu ve her ikisinin de babasından hilâfet alarak tekke şeyhi oldukları bilinmektedir. Döneminde tarîkati ve tekkesiyle bir yandan halka belli seviyede dini bilgileri öğretmesinin yanında, tâlipleri tasavvuf yolunda irşâd etmiştir. Bir taraftan halka vaaz ve nasihatlerde bulunurken, diğer yandan tekkesinde müridleri Hakk’ a vuslata hazırlayan ahlâkî ve mânevi bir eğitim vemiştir. 25 Cemâziye’ l Âhir 1067 Salı gecesi / 9-10 Nisan 1657 târihinde Elmalı’ da vefât eden Sinân-ı Ümmî’ nin kabri, kendi adıyla anılan câmiin kıble tarafına bitişik konumdaki türbededir. 1926’ da yıktırılan eski türbenin yerine 1959 yılında yenisi yapılmış olup, günümüzde bir ziyâret yeri işlevini sürdürmektedir. Halvetiyye’ nin Ahmediyye kolu silsilesi, Yiğitbaşı Velî, Vâhib-i Ümmî ve şeyhi Eroğlu Nûri’ den sonra Sinân-ı Ümmî’ ye geçer. Her ne kadar bir kaynak, müridi Niyazî-i Mısrî’ nin tarikat silsilesini verirken, onun üstadını Emirzâde eş Şeyh Ahmed Efendi olarak veriyorsa da başka hiçbir eser bu bilgiyi doğrulamaktadır. Esâsen bizzat kendisi, manzum olarak yazdığı silsilenamesinde şeyhini Eroğlu Nûri olarak vermektedir.
Ol dahi fehm eyle Şemsüddin’ e telkin eyledi
Anın içün bu taikat ehlinin merdânıdır
Ol dahi Vehhâb-ı Elmalu’ ya telkin eyledi
Anın içün ol Muhammed nûrunun mihmânıdır
Ol dahi bil anı Eroğlu’ na telkin eyledi
Anın içün zatı Hak’ da erdiği rahmandır
Ol dahi bil kim Sinân Ümmî’ ye telkîn eyledi
Anın içün kurulan sâdıkların meydânıdır..
Aynı silsileyi daha sonra mensûr olarak tekrar yazan müridi Niyazi-i Mısrî, Uşak’ ta ilk karşılaşmasında söylediği beyitlerde Sinân-ı Ümmî’ den şöyle söz eder:
“Aşkın meyine ben kana geldim
Şevkin nârına hoş yana geldim
Şem-i tevhidi gördüm yakmışlar
Gitti karârım pervane geldim

Ümmi Sinân’ ın hâk-i pâyine
Sürmeğe yüzüm sultâna geldim
Yaramı bildim yârimden imiş
Bunda Niyâzî Lokman’ a geldim”
Bir başka şiirinde de şunları söyler:
“…Mâyenin zevkin alamaz şol kim
Şeyhi hak bilmez, yok riâyâtı
Şehr-i Elmalı, cânda bulmalı
Ümmi Sinan’ dır şöhret-i zatı
Hubbu cânımda, sırrı zatımda
Savar üstümden her beliyyatı
Şeyhini hak bil ey Niyazi kim
Pîr yüzündedir Hak hidâyâtı” Sinân-ı Ümmî’ nin Eroğlu Nûri’ ye intisâbı kesin olmamakla birlikte, Niyazi’ nin İrfan Sofraları adlı eserini istinsah eden halifesi Kârî-i Mısrî Mustafa Efendi’ nin kaydettiği bir nota göre, Halvetîlikte usûl sayılan yedi esmâyı Vahib-i Ümmî’ nin halifesi Mazhar Sultan’ dan ikmal eylemiştir. Sinân-ı Ümmî ile Niyazî-i Mısrî arasında geçen bazı menkıbevi hallerin yanı sıra, Elmalı’ da Sinân-ı Ümmî’ ye izafe edilen çeşitli menkıbeler de bulunmaktadır. Yıl 1655. Yani bundan 350 küsur yıl kadar önce… Günlerden Ramazan’ a bir gün kala… Yer Elmalı… Mehmed Mısri 39 yaşındadır. 9 yıl kadar şeyhi Sinân-ı Ümmî’ den irşad ve terbiye alan Mısri’ nin yine mürşidinin izniyle kısa bir süreliğine ayrıldığı Elmalı’ ya ikinci dönüşüdür. “-İyi ki döndün, evladım!” der, Ümmi Sinan Hz. : ”Ben de Ramazan’ ın ilk günü öğle namazı için câmiye gelen cemaate, orucun fazîletlerini lâyıkıyla anlatacak birini arıyordum. Artık sen vaaz edersin…” Ertesi gün, şeyhinin emrini yerine getirmek üzere, Elmalı’ nın Ulu Camii hükmündeki Ömer Paşa Camii’ ne doğru Sinân-ı Ümmî dergâhı’ ndan yola koyulmadan önce Mısri, mürşidinden destûr almak üzere huzuruna vardığında, dört can yoldaşını da (Kütahyalı Gülâboğlu Muhammed Askerî, Uşaklı Muslihuddin Mustafa, Ahmed Derviş ve Kütahyalı Çavdaroğlu Müfti Derviş) onun yanında bulur: “-Dört arkadaşın da seninle beraber gidip vaazını dinleyecek… Ha, aklımdayken (yanında duran somunu Mısri’ ye uzatarak) vaazdan sonra, camî avlusunda ki çeşme başında oturup, bu somunu suya katık eder, afiyetle yersin…” der, Ümmi Sinan. Her ne kadar bu emirden derin bir hayrete düşmüşse de Mısrî, bu yaşına gelinceye kadar, mürşid-i kâmilin emir ve tavsiyelerine hiç tereddütsüz, harfiyen ve derhal uyması gerektiğini; bu işin sonunda kendisinin hikmetini bilemeyeceği manevi bir fütuhatın gerçekleşebileceğini az buçuk öğrenmişti. Evet, bir Ramazan günü, hem de orucun faziletleri hakkında vaaz ettikten sonra, çıkıp cami avlusundaki çeşme başında ekmek yiyip içmek, olacak iş değildi. Mutlaka bir hikmeti olmalıydı; ama neydi? Demek ki, imtihanı gerçekten büyük olacaktı! Neden sonra zihnindeki tereddütleri atıp: “-Emredersiniz, Sultanım!” diyebildi. Oruçla ilgili, gönüllere nüfuz eden, dokunaklı ve etkileyici vaazı cemaat tarafından büyük bir dikkat, beğeni ve hayranlıkla dinlenen Mısri, camiden çıktıktan sonra, oruçlu olmasına rağmen mürşidinin emrini tereddütsüz yerine getirmeye koyulur: Şadırvana varır, tasını suyla doldurur ve yere bağdaş kurup oturur. Şeyhinin verdiği ekmeği yemeye başlar. Durumu görenler, onun zındıklığına hükmedip üzerine yürürler; türlü hakaretler ve tükürükler yağdırırlar. İş, onu tartaklamaya, sille tokat dayağa kadar varınca; olup biteni onun hemen yanı başında izlemekte olan dört can yoldaşı imdadına yetişir. Mehmed Mısri ortalarında olduğu halde beş can yoldaşı, Ümmi Sinan Dergâhı’ na uzanan yokuşu soluk soluğa tırmanırken, arkalarından da gazaba gelmiş kalabalık onları kovalamaktadır. Nihayet, ona en iyi cezayı şeyhinin vereceğini düşünerek dergâhın kapısına dayanan kalabalık, Sinân-ı Ümmî’ Hz.‘nin gür sesiyle irkilir:“-Demek Ramazan günü güpegündüz oruç bozmak, yiyip içmek ha! Bilerek oruç yemenin cezası nedir? İki ay oruç tutmak… Atın bunu hücresine! İki ay boyunca oruç tutacak!” Derviş Mehmed, sınavının ne denli çetin olduğunu işte o zaman anlamıştır. İki ay boyunca yemeden, içmeden çektiği tasavvufi riyazet ve mücâhede ile nefsinin son arzu, hevâ ve heves kırıntılarını da kazıyıp atmayı başarabilecek midir acaba? ! İki ayın sonunda Ümmi Sinan Hz. dört gözde müridini ve diğer dervişleri de yanına alarak Mısri’ nin hücresine gelir:
“-Mehmed Mısrî, nasılsın?” hitabına:
“-Sağlığınıza duacıyım şeyhim!” cevabını alan Ümmi Sinan Hz.:“-Bakıyorum da daha ölmemişsin (nefsin ölmemiş)! Sana kırk gün daha halvet, Mehmed Mısrî" buyurur. İmtihanın çetinliği bir kat daha artmıştır. Aynı minvâl üzere geçecek bir kırk günlük riyazete daha can mı dayanır? Dört can yoldaşının bundan hiçbir şüpheleri yoktu. Mısrî, bu çetin sınavı da başaracak ve nefsiyle giriştiği 100 günlük savaştan sapasağlam, belki de daha diri çıkacaktı. Buna yürekten inanıyorlardı. Eskiden beri o, kırkı günlük çile ve halvetin azlığından yakınmaz mıydı hep? ! Nihayet 100 günde doldu. Yüzüncü günün akşamı, namazdan sonra Sinân-ı Ümmî Hz. , doğruca Mısri’ nin hücresine yürüdü. Arkasında oğlu Süleyman, dört can yoldaşı, bütün dervişler ve en geride de durumu merak eden Elmalılar… Hücrede ses soluk yoktu, adeta. Ümmi Sinan Hz. , kapıyı hafifçe aralayıp içeri seslendi:“-Mehmed Mısrî, nasılsın? !” Üç kez aynı sesleniş… Ancak üçüncüsünden sonra, içeriden cılız bir inleme sesi duyulabildi: “-Hû!” herkes derin bir nefes almıştı. Sinân-ı Ümmî Hz. , kapıyı iyice açtı, yürüdü; arkasından da oğlu ve dört er onu takip etti. Mısri, kıbleye dönük, yüzükoyun yatıyordu. Başta şeyh hazretleri ve oğlu olmak üzere dört can yoldaşı atıldılar; onu tutup yerden kaldırdılar. Çok bitkin olan Derviş Mehmed’ in gözleri kapalıydı ve yürüyemiyordu. Şeyhi, o bilinen gür sesiyle: “-Yürü evladım Mehmed Mısri!” dedi. “-Ölmeden önce öldün, şükür! Yürü!” İlk gün sadece su içebildi Mısri, ertesi gün yoğurtlu çorba ve üçüncü gün bunun içine katılmış biraz ekmek içi… Üçüncü günden sonra gözleri açılmış, tam kendine gelebilmişti. Mısri halvete girdikten sonra şeyhi Sinân-ı Ümmî, kırk koyun aldırarak onları besiye çektirmişti. Dördüncü günden itibaren kırk gün boyunca birer birer kesilerek Niyazi’ ye, dervişlere ve hatta bütün Elmalı halkına kebap oldu, ziyafet oldu, bayram oldu… Niyazî-i Mısri, tıpkı Elmalı’ ya gelmeden önceki hayatında olduğu gibi, şeyhinin “-Yürü!” emrini verdiği o günden sonra da arayışına devam edecek, hep yürüyecekti. O cezbeli, coşkun, kabına sığmayan can için Anadolu toprakları bile dar gelecek ve nihayet ömrünü ege adalarından biri olan Limni’ de noktalayacaktı. Evet, Niyazî-i Mısrî bu çetin imtihandan alnının akıyla çıkmıştı. Elmalı’ da Ümmi Sinan Dergâh’ ında aldığı 9 yıllık manevi terbiyeyi, 100 günlük bu çetin, ama bir o kadarda faydalı ve erdirici oruç sınavını, halvet ve riyazet mücadelesini başararak taçlanmış; mürşidine kayıtsız şartsız teslimiyetin meyvelerini mânen devşirmiş ve icazetini şeyhinin elinden alıp Elmalı’ dan ayrılmıştı. O, alnının akıyla imtihanı başarmıştı; ama herkes, bu süreçte onun kadar başarılı mıydı acaba? ! Yolda dökülenler, tökezleyenler, yanlışa düşenler ve kaybedenler yok muydu? Tâ başa dönecek olursak: Ramazan günü ortalık yerde yiyip içen biri, işin iç yüzü araştırılmadan, sebebi sorulmadan, mutlaka azarlanmalı, yüzüne tükürülmeli, hakarete maruz bırakılmalı, tartaklanmalı, mıdır? Böyle yapmak, Müslümanlığın bir gereği midir? Ya da böyle yapmazsak Müslümanlıktan mı çıkarız? Nitekim, en çok sevdiği, en gözde müridini bu tür bir cilveyle ödüllendiren Sinan-ı Ümmi Hz.,görünürde onun cezasını, İslam’ ın kurallarına uygun bir şekilde “iki ay oruç tutmak” olarak ilan etmiş bunu vurgulamıştır. Ama işin iç yüzü göründüğü gibi değildir. Şeyh Hz. , takip eden kırk günde Mısrî’ nin tam kemale, manevi olgunluğa ermesi için, tasavvufi eğitim yöntemlerinden biri olan kırk günlük halveti uygulamıştır. Aslında bu, tatlı bir cilveleşmenin âdetâ ibretlik bir oyun halinde sergilenmesinden ibarettir.

KÜTAHYA AKÇAALAN BELDESİ TÜRBELERİ

KÜTAHYA AKÇAALAN  BELDESİ TÜRBELERİ

Yaşlılar köyün batısına Datçaalanı diyorlar. Datçaalanı köyün ilk kurulduğu yer imiş. Yine yaşlılar Akçaalan’ı üç kabilenin kurduğunu, bunların: 1)Yörükler 2) Abdallar 3) Türkmenler olduğunu söylüyorlar. Yörükler köy kurulalı beri Sünni geleneği sürdürüyorlarmış. Köy içindeki yerleşim saydığımız kümelere göre değil. Yörük, Abdal , Türkmen her sokakta karışık oturuyorlar. Karşılıklı kız alıp veriyorlar. Türkmen ve Abdal diye adlandırılan gruplar Alevi. Köyde Karadonlu Can Baba türbesinin dışında çok sayıda türbe , mâkam ve ziyaret yeri var. Akçaalan’lı Aleviler Işık Ali ocağına bağlı olduklarını söylüyorlar. Işık Çakır’ın türbesi ise Kütahya Hisarcık ilçesi Işıkçakır köyünde . Işık Çakır Hacı Bektaş dergahına bağlı diyorlar.

Akçaalan Beldesindeki Türbeler

1) Karadonlu Can Baba
Beldenin Doğu tarafı girişinde Kasaba mezarlığına bitişik Karadonlu Cihan Baba Türbesi bulunmaktadır. 1970 Gediz depreminde hasar gören türbe ve çevresi Hacı Mustafa TANRIKULU önderliğinde yeniden imar ve inşa edildi. Daha sonraları imece usulü, Akçaalan Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği tarafından türbe etrafına çeşitli sosyal tesisler yapıldı.
Türbenin yanında bulunan ardıç ağacı  türbenin simgesi haline gelmiştir, ve denilir ki; Ardıç ağacının dikilmesiyle kasaba yerleşiminin başladığına kanaat getirilmiş. Fakat ardıç ağacının yeşil halini ne gören ne duyan olmaması kasabanın tarihinin çok eski zamanlara dayandığını kanaatini güçlendirmiş ve kasabanın simgesi haline gelmiştir. Ardıç ağacının  kurumuş hali korumaya alınmıştır.
Ardıç ağacının kurumuş köklerinin etrafında bulunan çeşmenin kırk gözlü taş çanaklarından içilen suyun korku sonucu olan rahatsızlıklara iyi geldiği söylenmektedir.
Karadonlu Cihan Baba, Hacı Bektaş Veli’nin dergahında postnişinlik yapmış ve Gediz ve çevresinde İslamiyetin yayılmasına yardımcı olmuş, bir savaş sırasında şehit edilerek şimdiki bulunduğu yere defnedilmiş Veli bir zattır.   
Karadonlu Cihan Babanın mezarının birden fazla yerde olduğu söylenmektedir.
Kore savaşında Türk Askerlerine yardım ettiğinden ve Cihan Baba kendi ağzından yaşadığı yeri askerlere tarif ettiği ve yardım alan askerlerin Cihan Baba’ya savaş sonrası teşekkür etmeye geldiklerinde şaşkınlıkla Türbe ile karşılaştıklarını ve şok olduklarını kasaba halkı  anlatır durur.

2) Doğru Baba
Türkiye’nin genel dini yapısı gereğince nasıl ki bazı istek ve umutlar için Türbelerde kurban kesilir ve adaklar yapılırsa bu gelenek ve görenekler Akçaalan kasabasında devam etmektedir. Her sene kurbanların kesilip adakların yapıldığı bu diğer türbe Akçaalan kasabasına 3 Km. uzaklıkta bulunan Doğru Gazi Türbesidir. Türbenin bulunduğu alanın tamamı meşe ağaçlarıyla çevrili 40 dönümlük bir mevkiii kaplamakta olup, yaz aylarında, bol suyunun olduğu bu tepeye gelinerek hem türbe ziyareti yapılır hem de kebaplar çevrilerek piknik yapılır. Doğru Gazi tepesinden çevreye bakılınca tüm köy ve kasabalar görülmekte ve gün batımı seyretmenin tadına doyulmayan ender mesire alanlarından biridir. Akçaalan Muharebesinde ve Doğru (GAZİ) Baba Türbesine Ait Anlatılan Hikaye ;   Bu tepenin eteklerinde Yunan Kuvvetleri  ile çarpışa sırasında, düşman kuvvetleri bozguna uğramış  ve kaçarlarken 11 kişilik düşman süvarisi arkalarına bakmışlar, bir de ne görsünler, yalnız bir Türk kahramanı var. Hemen geri dönmüşler, Doğru Gaziye hücum etmişler, orada bir saatten fazla savaşmışlar. Doğru Gazi bunlardan yedi düşman askerini öldürmüş, fakat kendisi de tan yedi yara almış artık kılıç sallayacak takati kalmayınca şimdiki yattığı tepeye doğru, sarp ve dik yerlerden çıkmaya başlamış.Bir aralık sağ kalan dört düşman askeri Gaziye yaklaşmışlar, tam o sırada yaralı cengaverimizin eyerinin kolanı kopmuş, eyer atın sırtından kaymış, kendisi de yere düşmüş, eyeri almaya, kolanı bağlamaya da vakit kalmamış, hemen silkinip bir elle kanlı kılıncına dayanmış, bir elini göğe kaldırmış, önce çok sevdiği eyeri için şu duayı okumuş;
BULANDI GÖZLERİM, DALDI UMMANA
YA EĞER! TAŞ KESİL KALMA DÜŞMANA
YOLLANDIM GİDERİM, ULU RAHMAN'A..
YA EYER! TAŞ KESİL KALMA DÜŞMANA !  
ALLAHIN HERŞEYE KADİRSİN KADİR
EYERİ DÜŞMANIN GÖZÜNDEN YETİR !
ÖZÜNDEN BİRİNCİ DİLEĞİM BUDUR
YA EYER TAŞ KESİL KALMA DÜŞMANA !
duası biter bitmez eyer hemen taş kesilip kayalara yapışmış ve duası Allah katında kabul  olmuştur. 
Eyer taş kesildiği tepede o zamanki yerinde halen  durmaktadır. 
3) Ali Baba
Kayacık Kasabası karşı tepesinde bulunmaktadır.

4) Namaz Dağı

5) Tekke

6) Meyis Dede

7) Pir Mahmut (Mehmet –Ahmet)
Beldenin Kuzeyinde ve Dere Sevindik köy yolu üzerinde bulunmaktadır


8) Araplar Tekkesi (Âşık Paşa Köyü Yakınında)

9) Tuzla Dede

Ziyaret Yerleri
KAPSAL EBE : Doymak Mevkiinde bir taş yığınının bulunduğu yerin adı. Kapsal Ebe askerlere su taşıyan , genç, güzel ve ermiş bir kadındır. Akçaalan’da her ziyaret yerinden bir sülale sorumlu. Kapsal Ebe ziyaret yerine Taşkınlar sülalesi bakıyormuş. “Kapsal Ebe su başında oturur, /Her geleni ayağına getirir” dizeleri Akçaalan’lı canların bugün de semahlarında geçiyor.

SARI KIZ : 1970 Depreminde yıkılan Semitler köyünün batısında Sarı Kız denilen mevkiide Sarı Kız adlı bir ziyaret yeri var. Ziyaret yeri bir taş yığını, bir çeşme ve meşelikten ibaret. Sarı Kız ziyaret yerinin birkaç yüz metre doğusunda Akçaalanlı'ların Madan Dede adını verdikleri bir taş yığını var. Sarı Kız söylenceye göre kendi ziyaret yeri ile Madan Dede ziyaret yeri arasında dolaşan genç ve güzel bir kızmış. Gediz Çayının çıktığı bu mevkiide , çıplak olarak suya girip kaybolmuş. Eğer bir çocuk Sarı Kız ziyaret, yanında uyursa Sarı Kız o çocuğu çalarmış yani çocuk ölürmüş. Çocukları çalınmasın diye anneler burada çocuk uyutmazlarmış. Akçaalanlı'lar her güz diğer türbe ve ziyaret yerlerine yaptıkları gibi Sarı Kız’a da adaklar adar kurbanlar keserlermiş. Ayrıca Hıdırellez’i de burada, Sarı Kız’ın makamında kutlarlarmış. Ama gördüğüm kadarıyla Malatya Hekimhan’da , Antalya Karatepe’de , Kayseri Sarı Kız’da, Domaniç Sarı Kız’da, Kaz Dağları'nda ve Anadolu’nun daha bir çok yerinde olduğu gibi Sarı Kızımız hep yalnız. Ayrıca Gediz’în Murat Dağında bir kaplıcaya da Sarı Kız deniyormuş. Akçaalan’a Sarı Kız’ın ruhu sinmiş. Köyün içinde Doğru Gazi Caddesi yakınlarında bir evin duvarında mum yakılan oyuk için de Sarı Kız mekanı diyorlar. Bu mekan yeri Sarı Kız’ın asıl mekan yeri bilinmez ama Anadolu insanının sevecen yüreğinde hayli çok mekan yeri var. Bu oyuğun bulunduğu ev 1970 depreminde yıkılmış. Sarı Kız yaşayan Akçaalanlı'ların sık sık düşlerine girdiği için onlar da devamlı adak adar kurban keserlermiş. Sarı Kız’ın bir tarafında Madan Dede bir tarafında da Mehmet Dede ziyaret yerleri var. Onlar da birer meşe koruluğu. Sarı Kız ziyaret yerine Akçaalanlı Karaloğlan ile kaplı Karaaliler bakıyorlarmış. Akçaalanlılar koruyup kollasalar , onlardan medet bekleseler de , adaklar adayıp, kurbanlar kestikleri ziyaretler yerlerinin çoğunun dününü unutmuşlar. Acı gerçek bu. Köy içinde ve çevresinde her koruluk , her ulu ağaç bir dede adı taşıyor. Dede adıyla doğayı korumanın ne güzel örneği bu. Çevreciler de koruluklara birer eren adı bulsalar iş kolaylaşacak gibi.

Akçaalan’da 15 ziyaret yerinin hiçbirisinde mezar ya da türbe yok. Bu da biz de, bu köyde yaşayan ve sevilen , toplum üzerinde iz bırakan dedelerin anısı yaşasın diye bir ulu ağacın , bir koruluğun korunduğu kanısını uyandırıyor. Böylece o dedenin adı ile birlikte doğal çevre de korunmuş ve yaşatılmış oluyor. İşte zaman zaman zındık ve mühlit sayılan Anadolu Kızılbaşlarının bulduğu Hak’ça ve Halk’ça güzel bir çözüm.

Buralara dokunan iflah olmuyor, dertten kurtulmuyor.

SELVİ YEREN : Büyük olasılıkla Yaren sözcüğünün değişmesi ile oluşsa gerek. Akçaalan- Yeşilova arasında bir taş yığını ve Ulu çam ağaçları

KARAARDIÇ : Semitler mevkiinde ulu bir ardıç ağacının çevresindeki meşelik

HÜSEYİN DEDE : Yine Semitler mevkiinde yaşlı çam ve meşe ağaçları.

BALIPBA DEDE : Yayla mevkiinde , çam ve meşe ağaçları arasındaki taş yığını

YEREN DEDE (YAREN): Akçaalan’da iki ayrı yerde Yeren Dede adlı ziyaret yeri var. Birisi köy içinde köy girişinde diğeri köyün güneyinde Selim yaylasına yakın bir yerde çam ağaçları ve taş yığını. Akkaya köyü yakınlarında üçüncü bir Yeren Dede ziyaret yeri olduğunu da söylüyorlar. Güçlü Ahi’lik bağı olasılığı akla geliyor.

HARDAL DEDE : Hanım Bunarı (pınarı) mevkiinde çam ağaçları arasında bir taş yığını.

HACİM DEDE : Hanım Pınarı yakınındaki çam ağaçları arasıdaki taş yığını.

SALIF DEDE : Semitler mezarlığında meşelik içinde bir taş yığını.

ILDIRŞIK DEDE : Batak deresi mevkiinde çam ağaçları arasında bir taş yığını.

KIRAN DEDE : Köyün batı ucunda yaşlı bir çam ağacı ve taş yığını.

DOĞRU GAZİ : Türkistan’dan Anadolu’ya gelen
Türkmenlerden asıl adı Kara Bali olan Murat Gazi Gediz yakınlarındaki Murat Dağında bir türbede gömülüdür. Murat Dağında şehit olmuştur. Germiyanoğulları’nın Beyi Umur Bey’e bağlı birlikler Balca Ovası’nda Bizans Nikola ile yapılan bu savaş ,Akçaalan ve Çayköy yöresinde yapılmıştır. Gediz’in alınması sırasında bir ulu olarak yaşayan. Türkmen Velisi’dir Doğru Gazi. Bu savaşta 10’dan fazla Bizanslı savaşçının arasında kalan Doğru Baba var gücü ile savaşır ancak yaralanır. Yaralı ve bitkin bir halde kan kaybederken

Hacı Bektaş Veli’yi düşte görür gibi sisler arasında görür. Melekler Doğrul Baba’yı Doğru Baba Dağı’nın zirvesine götürür ve gömerler. Türbesi o tepenin başındadır. Akçaalan’ın merkezinde Tekke adlı bir türbe bulunmaktadır. Bu Türbede yatan eren kişi Haydar Gazi’dir. Türbenin duvarında Doğru Gazi sokak levhası bulunur. Akçaalan’lılara doğruya Doğru Gazi’nin yolundan gidilir der gibi türbenin köşesini süslüyor o levha...



BİR SEYYAH GÖZÜYLE AKÇAALAN.
ALINTIDIR.

Kaşıkçı Dede (Kaşıklı Dede)çanakkale

Kaşıkçı Dede (Kaşıklı Dede)çanakkale



Çanakkale İli Eceabat İlçesi Kilitbahir Köyü’ndeki Kalelerin yapımında çalışan insanların yemek yemesi için gerekli olan kaşıklarda sorumlu kişi olduğu sanılmaktadır.
Devamlı üzerinde dikili vaziyette kaşık bulunan bir kabirdir.Konuşamayan yada geç konuşan çocuklar için kabir üzerinden bir kaşık alınıp yerine bir başka kaşık konursa ve alınan kaşıkla çocuğa yemek yedirilirse çocuk konuşur.Bu inanç bilinmeyen bir zamandan beri devam etmektedir. Memleketin dört bir yanından yoğun bir ziyaretçisi vardır.

LADİKLİ AHMET VE KAŞIKLI DEDE
Ladikli AHMET çanakkale cephesinde görev yaptığı bölüğüne bir ihtiyarın bir gün elindeki testi ile su dağıtığını görür.Nur yüzlü ihtiyar askerlere “için çocuklarım,doldurun mataralarınızı” diyerek testiyi habire devirmektedir.Ladikli Ahmette herkes gibi geriye kalmamak için önce teleşlanır sonra geriye çekilir ve en sona kalır.En son olarak matarasını oda doldurur ve buz gibi sudan içer.Dedenin bu hali ladikli Ahmet ‘in gözünden kaçmaz nur yüzlü ihtiyarın halindeki esrarı fark eder.Bu durum meraknı celbe der ve ihtiyara sorar nerelisin amca der.Oda KİLİT BAHİR köyünden geldiğini ve adının kaşıklı dede olarak bilindiğini söyler.Ladikli Ahmet çok geçmeden cephede yaralanır ve akbaş Limanındaki sargı yeri hastanesine kaldırılır.Ahmet burada tedavisini gördükten sonra tekrar birliğine geri döner.
Aklına gelir ve yolu üzerindeki kilitbahir köyüne uğrar o nur yüzlü ihtiyarı bir göreyim der.Bir kaç kişiye sorar.Sorduğu şahıslar köyde öyle birisinin olmadığını söylerler.Sonra yaşlı bir köylü Ladikli Ahmetin imadına yetişir.Ahmet duydukları karşısında donup kalır.Duyduğu şeyler öyle kolay kolay inalınacak cisten şeyler değildir.
Çünkü kaşıklı dede oralı olmasına oralıdır da kilitbahirde evi değil yüzlerce sene önce yatırıldığı mezarı vardır sadece! Öğrenirki kaşıklı dede bir Allah dostu olup ermiş bir kişidir. Kaşıklı dedenin 1462 yılında Fatih sultan Mehmet KİLİT BAHİR kalesini yaptırırken fatihin askerlerine nefis yemekler yapan aşçıbaşı olduğunu öğrenir.Fatih Sultan Mehmedin çok sevdiği ve ondan çok dua alan Kaşıkçı dede ölüncede buraya defnedilir.
Ladikli Ahmet uyanık bir delikanlıdır.Kaşıkçı dedenin kabri başına gelir ve şöyle der.
“testiyide suyuda senide anladım der.Demekki bu savaşta dedenin mesleğine uygun bir iş
verilmiş diye düşünür.Savaş hatıratlarına bakıldığı zaman Türklerin su ile ilgili bir sıkıntısına rastlanmamaktadır.Düşman askerlerinin hatıratlarına bakıldığı zaman susuzluk konusunda çok feryat ettikleri görülmektedir.

HAYDAR BABA TÜRBESİ

HAYDAR BABA TÜRBESİ



HAYDARPAŞA..KADIKÖY




Türbe, eski Haydarpaşa Mesiresi'nde ve şimdiki Haydarpaşa tren istasyonunun hemen arkasında demir yolları arasındadır. Bu açık türbe, halk arasında, Haydar Baba Türbesi adıyla bilinmesine rağmen, türbede medfun olan kişi, Abdullah isimli bir zattır.
Türbe, eski Haydarpaşa Mesiresi'nde ve şimdiki Haydarpaşa tren istasyonunun hemen arkasında demir yolları arasındadır. Bu açık türbe, halk arasında, Haydar Baba Türbesi adıyla bilinmesine rağmen, türbede medfun olan kişi, Abdullah isimli bir zattır.
Türbe yakıştırma adını, Haydar Paşa'nın (öl. 1595) Kanunî devrinde (1520-1566) yaptırmış olduğu ve sonra kendi adı ile anılan 'Hadâik-i Sultaniye' den almıştır. Bu padişah bahçesinin ortasında, adını yine bahçeyi yaptıranın isminden alan, Mehmet Efendi'nin, Haydar Paşa Camii ismiyle anılan bir camii vardı. Türbe işte bu camiin yanında idi.

FENÂYÎ ALİ EFENDİ TÜRBESİ ÜSKÜDAR

FENÂYÎ ALİ EFENDİ TÜRBESİ
ÜSKÜDAR

Türbe, Çavuşbaşı Semtinde ve Boybeyi Sokak üzerindeki Fenâyî Tekkesi Mescidi avlusundadır.

Türbe, Çavuşbaşı Semtinde ve Boybeyi Sokak üzerindeki Fenâyî Tekkesi Mescidi avlusundadır. 1281 (1864) tarihinde, Sadrazam Yusuf Kâmil Paşa'nın eşi Mısırlı Zeynep Hanım tarafından bir sene evvel vefat edip bu tekkenin hazîresine gömülen, annesinin ruhu için, cami ile beraber ihya etmiştir.
Türbe ve camiin tamirine annesi tarafından başlandığı fakat onun ani vefatı üzerine Zeynep Hanım tarafından tamamlandığı rivayet edilmektedir. Dikdörtgen şeklindeki türbe, sekiz köşelidir. Duvarları kârgir, çatısı ahşap olup içten hafif kubbelidir. İçinde 1158 (1745) tarihinde vefat eden Şeyh Fenâyî Ali Efendi'nin ahşap sandukası bulunmaktadır. Pek harap durumda iken, 1990 senesinde mükemmel surette yeniden yapılmış ve sandukası önüne de 16 mısralı bir manzume yerleştirilmiştir. Fenâyî Ali Efendi 1123 (1711)'de Sadrazam Baltacı Mehmet Paşa idaresindeki Osmanlı Ordusuna müridleriyle beraber katılarak Prut Seferi'ne iştirak etmiştir. Bu Osmanlı-Rus savaşı sırasında kendisinin ve dedegânın taşıdığı bayraklardan biri vefatından sonra sandukası üzerine serilmiştir. Bu bayrak ve gönderleri bugün de türbesindedir. Türbenin sol tarafındaki duvar üzerine 1062 (1652) tarihli ve kitâbeli Kâbe-i Muazzama'nın, bir büyük çini üzerine yapılmış resmi yerleştirilmiştir.
Bunun ve tavanı süsleyen 10 kollu avizenin Zeynep Hanım tarafından hediye edildiği söylenmektedir. Bunlardan ayrı olarak Ali Efendi'nin kullandığı el değirmeni de bir sepet içinde muhafaza edilmektedir. Fenâyî Ali Efendi, Hüseyin adlı bir zatın oğlu idi. Manisa'ya hicretinde Hâki Baba Mahallesi'ndeki bir evde oturmuş ve bu mahallede bir de cami yaptırmıştı. Vakfının ilk mütevellisi Ahmet oğlu Mehmet namında biri idi. Onun vefatından sonra, Üsküdar'daki tekkenin şeyhlerinin vakfın mütevellisi olmaları şartı vardı.
Vakfiye, 15 Şaban 1120 (30 Ekim 1708) tarihlidir. Manisa'daki Fenâyî Camii bugün de mevcut olup, şehir merkezinden oldukça uzaktır. İzmir Caddesi ile Koparan Sokağı'nın birleştiği yerde iken 1961'de yeniden yapılmış ve eski şirin durumu ile bir alâkası kalmamıştır. Kitâbesi ve hazîresi yoktur. Önünde, kitâbesi bulunmayan, Yaylasuyu Çeşmesi mevcuttur. Suyu, karşısındaki dağın Seyiryeri'nden gelmektedir. Burası, Bursa'nın Bakacak'ı gibidir. Cami civarında Çınarlıkuyu Kırkahvesi bulunmaktadır.

ASADAR BABA TÜRBESİ..üsküdar


ASADAR BABA TÜRBESİ..üsküdar





Bu açık türbe, Bülbüldere semtinde ve Feyziye Camii'nin avlusu yanında ve Selânikliler Sokağı'nın sol tarafında ve iki çatallı ulu bir çınar ağacının yanındadır.
Bu açık türbe, Bülbüldere semtinde ve Feyziye Camii'nin avlusu yanında ve Selânikliler Sokağı'nın sol tarafında ve iki çatallı ulu bir çınar ağacının yanındadır. Türbede Celvetî sikkeli bir şâhide bulunmaktadır. Üzerinde şu kitâbe vardır:
Asadar Baba Pir Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri'nin Asadarı. Lillâhi'l-Fatiha Sene 1038 (1628-29) Türbenin etrafını beton bir vibet çevirmiş olup hâlâ ziyaret edilir. Hüdâyî Hazretleri, 3/4 Safer 1038 (2/3 Ekim 1628) tarihinde vefat ettiğine göre, esas ismini bilmediğimiz Asadar Baba'nın da aynı yılda vefat ettiği anlaşılmaktadır.
Eskiden "yürümesi geç kalmış çocuklar getirilip etrafında gezdirilir, bu ziyaretten sonra yürüdükleri" söylenirdi. Bu ulu çınarın altında 1908 tarihinden evvel bayram yeri kurulurdu.

FATMA HANIM SULTAN TÜRBESİ üsküdar

FATMA HANIM SULTAN TÜRBESİ



üsküdar


Bu muhteşem açık türbe, Hüdâyî Aziz Mahmud Efendi Camii'nin sağ tarafında ve kesme taş bir kaide üzerindedir. Devrinin güzel bir örneği olan türbe, kare plânlı ve sekiz poligonal mermer sütunludur.
Bu muhteşem açık türbe, Hüdâyî Aziz Mahmud Efendi Camii'nin sağ tarafında ve kesme taş bir kaide üzerindedir. Devrinin güzel bir örneği olan türbe, kare plânlı ve sekiz poligonal mermer sütunludur. Sütun başlıkları baklavalıdır. Sütunların arası güzel desenli pirinç şebekedir. Şebekelerin üzerinde sütunlara bindirilmiş mermer ayna taşları vardır. Bu taşların üzerinde ve köşelere yakın yerde kabartma rozetler bulunmaktadır. Buraya bir de güneş saati yerleştirilmiştir.
Türbenin üzeri demir kafestir. Hiç bir yerinde kitâbesi yoktur. Mezarlık tarafına açılan kapısı yine pirinçtendir. 1894 zelzelesinde türbenin taşları yerinden oynamış ve bu yüzden sütun başları hizasında demir bir kuşak geçirilmiştir. Türbenin sağ tarafında, İzzi Efendi'nin küçük açık türbesi ile Sadrazam Rusçuklu Hasan Paşa'nın kabri vardır. Türbede, Kaya Sultan'ın 1140 (1727-28) tarihinde vefat eden kızı Fatma Sultan medfundur. Fatma Hanım Sultan'ın annesi Kaya Sultan, IV. Murat'ın kızıdır. 1632'de dünyaya gelmiş ve henüz 14 yaşının içinde iken 1646'da Melek Ahmet Paşa ile evlendirilmiştir.
İlk çocuğu AŞfe Hanım Sultan'ı 1649'da dünyaya getirmiştir. 1064 (1653-54) tarihinde küçük yaşta vefat eden AŞfe Hanım Sultan, Şehzadebaşı Camii hazîresine gömülmüştür. Kocası ile çok mesut bir hayat süren Kaya Sultan, fazla heyecandan 1655 tarihinde Üsküdar'da Paşalimanı mevkiindeki muhteşem sarayında 7 aylık çocuğunu düşürmüş ve bu düşük çocuk Mihrimah Sultan Camii avlusundaki türbeye gömülmüştür. (Mihrimah Sultan Camii Türbesi bahsine bakınız.) 15 Şubat 1659 tarihinde Eyüp'teki yalısında Fatma Hanım Sultan'ı doğururken, son kalması neticesinde, cahil ebelerin elinde feci surette can vermiş ve Eyüp'ten kayık ile getirilen cenazesi "Ayasofya türbelerinden, kilisenin eski vaftizhanesi olan ve sonradan cami yağhanesi halinde kullanılan kubbeli binaya, Sultan I. Mustafa (öl. 1639) ve Sultan İbrahim'in (1640-1648) yanına gömülmüştür. Yanında, Üsküdar'da bir sarayı bulunan Bayram Paşa'nın eşi Hanzâde Sultan'ın sandukası vardır.
Fatma Hanım Sultan, 68 yaşında olduğu halde, annesinden intikal eden sarayında vefat ederek bu türbeye gömülmüştür. Sicill-i Osmânî'de ve diğer kaynaklarda adı yazılı değildir. Hayatı hakkında da bir bilgimiz yoktur. Kaya Sultan'ın 1657-1661 tarihlerinde vefat ettiği ileri sürülmüştür ki, yanlıştır. Evliya Çelebi eserinde, Melek Ahmet Paşa'nın Kaya Sultan'ın vefatından 20 gün sonra Padişah tarafından Bosna Eyaleti'yle İstanbul'dan uzaklaştırıldığını ve bir hafta Topçular'daki sarayında oturduktan ve gereken hazırlıkları yaptıktan sonra 20 Cemaziyelâhir 1069 (15 Mart 1659)'da hareket ettiklerini yazmaktadır.

SÜT BABA TÜRBESİ üsküdar


SÜT BABA TÜRBESİ



üsküdar


Türbe, Kapıağası semtinde, Karacaahmet Sultan Türbesi'nin arkasında, Nuhkuyusu Caddesi üzerinde ve Mehmet Çavuş Sokağı ile Arakiyeci Sokağı arasındadır
Türbe, Kapıağası semtinde, Karacaahmet Sultan Türbesi'nin arkasında, Nuhkuyusu Caddesi üzerinde ve Mehmet Çavuş Sokağı ile Arakiyeci Sokağı arasındadır. Tam karşısında 1206 (1791-92) tarihinde yaptırılan Mihrişah Valide Sultan Çeşmesi ve eskiden semtin Kuyubaşı ismiyle anılmasına vesile olan mermer bilezikli kuyu ve ayrıca 15 m yüksekliğinde bir su terazisi bulunmaktadır.
Türbe Nuhkuyusu Caddesi'ne açılan bir çıkmaz sokak üzerinde ve bu sokağın sol tarafındadır. Sağ tarafında ise İbrikdar Hüseyin Ağa'nın 1206 (1791-92) tarihinde yaptırmış olduğu ve kendisinin de medfun bulunduğu bir namazgâh bulunmaktadır. Bu çıkmaz yoldan, bugün yerinde bir taşçının bulunduğu ahşap Şeyh Hafız İsmail Efendi Tekkesi'ne gidilirdi. Set üzerindeki bu açık türbenin içinde Selim Sultan Dede ile Nenesi Dede'ye ait iki kabir vardır.

SALİH EFENDİ TÜRBESİ üsküdar

SALİH EFENDİ TÜRBESİ


 üsküdar

Türbe, Küçükihsaniye semtinde, eski adı İhsaniye Sokağı olan şimdiki Neyzenbaşı Halil Can Sokağı'nın sol köşesinde olup çok eski, harap ve iki katlı bir evin bahçesi içindedir.
Türbe, Küçükihsaniye semtinde, eski adı İhsaniye Sokağı olan şimdiki Neyzenbaşı Halil Can Sokağı'nın sol köşesinde olup çok eski, harap ve iki katlı bir evin bahçesi içindedir. Türbenin hemen arkasında Mabeyinci Hafız Mehmet Bey'in 'Köprülü Konak' adıyla ünlü iki kârgir konağı bulunmaktadır.
1955 tarihinde şimdiki şeklini alan dört köşe, taş türbenin Neyzenbaşı Halil Can Sokağı'na bakan bir hâcet penceresi ve yan tarafında kapısı vardır. Çatısı bulunmayan bu türbede ulu bir servi ağacı ve iki lâhit vardır. Biri, eş-şeyh el-hac Salih Efendi'ye, diğeri ise, Müderris Hafız İbrahim Efendi'ye aittir. Salih Efendi'nin hayatı Mecmua-yı Tevarih adlı kitapta şu şekilde anlatılmıştır.
"Diyar-ı mağribden ba'de'l-buluğ mezheb-i Malikiye üzere seyahate çıkıp ulûm-ı külliye ve ma'arif-i cüz'iyye sa'yiyle Arap ve Acem ve Kafiristan ve Rum ve sa'ir diyarı seyr iderek tahsil-i kemal ve hacc-ı şerif edası esnasında ol diyarın ehl-i derûn olan kimseleriyle ülfet ve Medine-i Münevvere'yi ziyaret edib anda sakin olan Şeyh Mehmed Hayat'dan ahz-ı tarikat-ı Bayramiyye-i Nakşibendiyye idüb Kudüsi Şerif'de dahi Şazeliyye ve Bedeviyye ve sair ricalullah cümlesinden istifade idüb hatta ilmi 'Tıbb-ı ebdan' ve 'Edyan' da dahi kemal-i tahsil itdikten sonra Üsküdar'a gelip Sultan Osman-ı Salis (1745-1757) müceddeden ihya eylediği İhsaniye nam mahalde ikamet esnasında Sultan Mustafa Han-ı Salis (1757- 1774) anın celâlet-i şanına vâkıf olup ikram murad olundukta kabul etmeyip bir menzil iştira (satın alma) ve anda inziva üzere iken ömr-i tabi'isi âhir olduğun idrak idüb ol mahalli zaviye olmak üzere vakf ü şart idüb Müderris Hafız İbrahim Efendi'ye tevliyetini havale ve kendine bir laht-i tabnak bina idüb (lâhit şeklinde güzel mezar yaptırıp) "Halifetullah-1186" (1772) tarihinde rihlet-i beka ve lâhd-i mezburda müterakkib rûz-ı lika oldu.

Eyüp Sultan Türbesi.istanbul

Eyüp Sultan Türbesi.istanbul

Eyüp Sultan Türbesi
Eyüp Sultan Türbesi, İstanbul' un Eyüp semtinde Eyüp Sultan Cami' nin yanındadır. İstanbul' un kuşatılması sırasında, Hz. Muhammed' in ordusunda sancaktar olan ve kuşatma esnasında şehit olan Hz. Eyyub Ensari' nin mezarıdır. Mezar fetihten sonra bulunmuştur. Üzerindeki türbe ise cami le birlikte 1459 yılında yapılmıştır. İstanbul' da yapılan ilk eser budur. Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılmıştır. Türbede başka din adamları da bulunmaktadır.

Türbe sekiz köşelidir. Kesme taştan yapılmıştır, kabartma sütunları vardır. Mavi ve beyaz rengin hakim olduğu çinilerle süslenmiştir. Bütün bunlar Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılmıştır. Fakat pirinçten ve döğme bezemeli alt pencere kapakları ise Sultan 3. Selim tarafından yapılmıştır.

Türbe özellikle özel dini günlerde ziyaretçi akınına uğramaktadır. Kısmetinin açılmasını isteyen kızlar, yeni evlenenler, işleri ters gidenler ve çeşitli dilekleri olanlar, türbenin önünde dua eder ve etrafında 3 defa dolaşırlar. Eyüp Sultan Türbesi' nin ayak ucunda bulunan suyun, kalp hastalığına iyi geldiğine inanılmaktadır.

Telli Baba Türbesi..istanbul

Telli Baba Türbesi..istanbul

Telli Baba Türbesi
Telli Baba türbesi, aslında bu kabir'in kime ait olduğu ve hangi zamana ait olduğu bilinmemektedir. Esas adı Abdullah Efendi denilen Telli Baba Fatih Sultan Mehmet zamanında bir tabur askere imamlık yapmış diye bilinmektedir. Telli Babanın mezarı ise 80 sene önce hasta olan bir kızın rüyasında görmesinden sonra bulunarak ortaya çıkarılmıştır.Ancak Telli Baba türbesi pek çok kişi tarafından devamlı olarak ziyaret edilmektedir. Telli Baba türbesi İstanbul da Rumeli kavağında bulunmaktadır. Bu türbe hakkında bir çok rivayetten bahsedilmektedir. Genellikle Telli Baba türbesine evlenmek isteyen erkek ve kızlar, dileği olan kişilerde sürekli olarak türbe ziyaretinde bulunmaktadır. 

Telli Baba türbesi, bir efsaneye göre denizde boğulmak üzere olan genç bir kızı kurtardığı yöndedir. Gemide kılavuzluk hizmeti yapan bir tahlisiye memuru olan bu kişi nöbet tuttuğu sırada havanın bozulduğu ve kabardığı bir anda küçük bir kayığın içerisinde bir erkek ile kızın kayığın devrilmesinden sonra denize düştüğünü fark eder. Kurtarmak için denize atlar boğulmak üzere olan genç kızı baygın bir halde iken kurtarır. Ancak delikanlıdan haber yoktur, onu denizde bulamazlar. Genç kız seneler sonra evlenme çağına gelince kendini ölümden kurtaran tahlisiye memurunu bulmak ve ona teşekkür etmek için tahlisiye memurunun yanına gelir. Fakat onun öldüğünü öğrenir, mezarının başında ağlayan genç kız telli duvağını oraya bırakarak ayrılır.

Telli Baba türbesi, eskilere göre burada yatan kişinin bir gelin olduğu şeklinde rivayetler bulunmaktadır. Daha eskilerden kişiler eril olarak düşünülmesinden dolayı "Telli Gelin" yerine "Telli Baba" ismini yakıştırmışlardı. Ziyarete gelen kişilerin türbedeki tellerden alarak dileklerinin yerine gelmesi ve gerçekleşmesi için dua etmektedirler. Eğer çektikleri tel kısa ise hemen duaların kabul olduğuna, fakat uzun ise duanın kabul olmasının biraz uzun süreceğine inanmaktadırlar.

Yeşil Türbe..bursa

Yeşil Türbe..bursa






Yeşil Camii’nin güneyinde bulunan Yeşil Türbe, Yıldırım Bayezid’in oğlu Çelebi Mehmed tarafından 824H. (1421) yılında yaptırılmıştır. Türbenin mimarı Hacı İvaz Paşa’dır
        Türbe sekiz köşeli bir yapı olup, dıştan yüksek kasnağı, sivri kubbesi ile karakteristik bir uslubun anlatımıdır. Yapı , sandukaların bulunduğu zemin kat ve kripto vazifesi gören tonozla örtülü bir bodrumdan oluşmaktadır. Kubbe her yüzünde sivri kemerli birer küçük pencere bulunan sekiz yüzlü kasanak üzerine oturur. Kubbeye geçiş, prizmatik üçgen dizisinden oluşan bir kuşakla sağlanmıştır. Kuzey yönündeki girişin sağında ve solunda yer alan mihrapcıkları, ayakkabılıkları, kapı üzerindeki skalaktitleri, kitabesi, dilimli kubbesi, çeşitli renk ve motiflerdeki çiniler ile bezenmiştir. Çiniler kabartma ve sır tekniğinin en güzel örneklerindendir.
        Türbenin içinde Çelebi Mehmed’in çiniler ile bezenmiş sandukası yer alır. Sekiz köşeli, yanları mermer, üzeri çini kaplı bir mermer kaide üzerine yerleştirilmiş üzeri beyaz, mavi, sarı, lacivert çinilerden oluşan yazı bordürü ile süslenmiştir.
        Mihrap nişi oldukça yüksek tutulmuştur. Rumi palmet, kıvrık dal motifleri, kalın yazı dizisi ve tepeliği ile Yeşil Camii mihrabına benzemektedir. Türbenin içte yüzeyini yerden 3.00 m ye kadar yükselen altı köşe firuze duvar çinileri ve altın yaldızlı rozetler oluşturur. Türbenin çinileri, kitabesinde de belirttiği üzere Mecnun Mehmed tarafından yapılmıştır

Sofu Mehmet Efendi Türbesi..bursa

Sofu Mehmet Efendi Türbesi..bursa


        Emir Sultan Hazretlerinin hizmetkarlarından olup, Namazgah Camii'ni yaptırmıştır. Kasaplık yaptığı için Et Dede olarak da bilinir.

Baba Zakir Türbesi..bursa

    

Baba Zakir Türbesi..bursa




    Namazgah ile Mesudi Makramavi mahalleri arasında bir mahalleye adını vermiştir. Bugün bu mahalle Namazgah sınırları içinde kalmıştır.
Baba Zakir, hafi ve cehri zikre vâkıf bir velidir. Asıl adı kaynaklarda Ali, mezartaşında Alâaddin olarak yazılmıştır. Uzun zaman Emir Sultan Hazretlerinin hizmetinde bulunup zakirbaşı (okuyucu başı) olarak görev yaptı. Adının verildiği mahallede İmaret adı ile anılan bir cami ve bir zaviye yaptırdı.Çelebi Sultan Mehmet Han zamanında tahminen 1417 ylılnda 103 yaşında vefat etti. Kabri, bugün Yeşil Türbe den yukarı doğru çıkıldığında Dereboyu sokakta solda, apartmanlar arasında sıkışmış; iki apartmanın daracık havalandırma boşluğunda ona da bir yer bırakılmıştır. Hanımı Hatice Hanım ve kızının kabri 30 metre aşağıda yol üzerindedir.

alıntıdır.
http://www.yildirim.gov.tr/baba-zakir-turbesi

Sahip Ata Külliyesi..konya

Sahip Ata Külliyesi..konya




Konya Meram ilçesinde, Larende Caddesi’nde bulunan Sahip Ata Külliyesi Anadolu Selçuklularının Veziri Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından yaptırmıştır. Cami, türbe, hankâh ve hamamdan meydana gelen külliyenin yapımına 1259 yılında başlanmış, tamamlanması ise 1279–1280 yıllarında gerçekleşmiştir. Büyük bir yapı topluluğu olan Sahip Ata Külliyesi’nde cami, türbe ve hankâhın mimarı Abdullah bin Kölük’tür. Sahip Ata Camisinin ilk yapımından bugüne yalnızca çini mozaiklerle bezeli mihrabı gelebilmiştir. Bu cami, Anadolu Selçuklularından günümüze gelebilen en eski ağaç direkli camilerden birisidir. Caminin taç kapısının yanlarındaki derin niş halindeki sebiller ve işlemeler Anadolu Selçuklu ağaç işlemeciliğinin en görkemli örneklerinden birisidir. Bugünkü cami sonradan yapılmıştır ve kare planlı 12 ahşap direkle taşınan bir mekandır. Külliyenin giriş kapısının arkasında bir avlu içerisindedir.
Caminin mihrap duvarının sol köşesindeki bir kapıdan içerisine girilen koridorun sağında ise türbe bulunmaktadır. Türbe aynı zamanda caminin mihrap duvarına bitişiktir. Üzeri Türk üçgenleri ile desteklenmiş bir kubbe ile örtülüdür. Kubbesi ise bitkisel ve geometrik mozaik çinilerle zengin bir görünümdedir.
Külliyede ayrıca Selçuklu Beylikler döneminde gezginlerin ve yoksul dervişlerin misafir edildikleri bir hankâh ve kadın ve erkekler için bölümleri olan bir hamam bulunmaktadır.

İmam Abdullah Zaviyesi..hasankeyf

İmam Abdullah Zaviyesi..hasankeyf



Dicle Nehrine Kuzeyden bakan bir mezarlık kümesinin ortasında yer alan İmam Abdullah Zaviyesi Hasankeyf Köprüsü’nün girişinde bulunan soldaki bir tepenin üzerinde yer almaktadır. İmam Abdullah M.S. 638 yılında Hasankeyf Kalesini altı yüz yıllık Bizans hakimiyetinden kurtarmak üzere düzenlenen son İslami akınlarda görev yapmış ve bu tarihteki Hasankeyf kuşatması sırasında şehit düşmüştür. Hz. Muhammed’in amcasının oğlu olan Caferi Tayyarın oğlu olan, peygamber neslinden gelen İmam Abdullah, bu özelliğinden dolayı her devirde saygı görmüştür.
Türbesi de bir zaviye olarak her devirde ilgi ve saygı görmüş ve Eyyübiler döneminden Osmanlıların son dönemine kadar birçok kez onarımdan geçirilerek günümüze kadar az bir tahribatla ulaşabilmiştir. İmam Abdullah Türbesi dikdörtgen bir avlunun içinde, kare planlı olarak inşa edilmiştir. Ayrıca türbenin güneyinde uzun dikdörtgen şeklinde yapılmış bir mescit vardır. Kültür Bakanlığı tarafından da tescilli olan İmam Abdullah Zaviyesi, Hasankeyf ve yöre köylüleri tarafından her yıl Haziran ayının ilk haftasında anılmakta ve hafta boyunca türbe çevresinde adaklar adanarak dilekler dilenmektedir.

Çeçe Sultan Türbesi..sinop

Çeçe Sultan Türbesi..sinop



Sinop ili Gerze ilçesi Yenikent Beldesi sınırları içinde bulunan tek katlı ve tek mekanlı olan Çeçe Sultan Türbesi Selçuklular döneminden kalma bir yapıdır. Türbenin içinde 8 adet sanduka bulunmaktadır ve girişin önündeki 5 küçük sandukanın Çeçe Sultan’ın kızlarına, güneydeki iki büyük sandukanın da birisinin Çeçe Sultan’a diğerinin oğluna ait olduğu söylenmektedir. Girişin karşısında yer alan kuzey duvarına bitişik olan bir kabir daha vardır. Bu kabrin de Çeçe Sultan’ın sancaktarına ait olduğu düşünülmektedir.
IMG_3550 05-07-2015
Sinop Çeçe Sultan’la ilgili birçok menkıbe bulunmaktadır. Bunlardan birisine göre sultanın kendisi gibi ermiş beş misafiri gelir. Namaz vakti geldiğinde sultan ezanı okur fakat imamlık konusunda herkes birbirinin bu işi yapmasını ister. Herkes kendisini ilim yönünden eksik gördüğü için imamlık yapmak istemez. Ardından orada harman dövülür ve buğdaylar samandan ayrılarak “çeç” olur. Kim bu buğday çeçinin üzerine çıktığında daha az buğdayın dağılmasına neden olursa imam o olacaktır. Ve sırayla herkes çıkar. Sıra asıl adı Seyit Muhammed olan Çeçe Sultan’a geldiğinde sanki buğdayla birbirine kenetlenir ve bir tane bile buğday tanesi yerinden oynamaz. Bu olayın üzerine Seyit Muhammet “Çeçin Sultanı” olarak anılmaya başlar. Daha sonra dönüşerek Çeçe Sultan olarak anılmaya başlar.

Seyid Burhaneddin Türbesi..kayseri

Seyid Burhaneddin Türbesi..kayseri




Ömrünün son yıllarını Kayseri’de geçiren Mevlana Celaleddin Rumi’nin hocası Seyyid Burhaneddin için yaptırılan türbe Kayseri’de Talas Caddesi üzerinde bulunmaktadır. Türbe 1892 yılında Ankara Valisi Abidin Paşa’nın yardımı ile Kayseri Mutasarrıfı Mehmet Nazım Paşa tarafından yaptırılmıştır. Kare planlı ve kesme taştan yapılan türbenin üzeri kubbe ile örtülmüştür. Türbenin güneyinde hemen bitişiğinde de Emir Erdoğmuş’ un türbesi bulunmaktadır. Seyyid Burhaneddin türbesi 19. yüzyılın sonunda yapılmıştır ancak yine de Selçuklu üslubunu yansıtmaktadır. Giriş kapısı üzerinde bulunan kitabesinde günümüz Türkçesi ile şu ifadeler yer almaktadır:
“Ey ihlas sahibi ziyaretçi! Burası, Hazretı Burhâneddin’in hürmete layık türbesidir. Eğer irfanının gözüne sürme çekmek istiyorsan, Burhâneddin Hazretleri’nın ayağına, alnını sürmelisin.”
Türbenin içerisinde, kubbe altında yarım silindir şeklinde Seyyid Burhaneddin’ in sandukası bulunmaktadır. Sandukanın başında Mevlevi şeyhlerinden Kayserili Ahmed Remzi Dede’nin Seyyid hakkında yazdığı manzum eseri vardır. Ayrıca türbede Hz. Muhammed’in torunlarından 1414 yılında Kayseri’de ölen Seyyid Zeynelabidin’in mezarı da bulunmaktadır. Girişte bazı Mevlevilere ait mezar taşları da bulunmaktadır. Türbenin yönetimi 1981 yılından itibaren Kayseri Müze Müdürlüğü’ndedir

Şeyh Sırrı Ali Efendi.. bolu..mudurnu

Şeyh Sırrı Ali Efendi..

bolu..mudurnu




Bolu – Mudurnu’da Kanuni Sultan Süleyman camii karşısındaki Abdurrahim Tirsi hazretlerinin yanında
Mudurnu Velileridendir. Hamdi Efendi’nin oğlu ve Abdurrahim Tirsi hazretlerinin torunlarındandır. Tarikat feyz ve nasibini babasından almıştır. Hicri 1046, Miladi 1636 senesinde gürültülü dünya hayatını bırakarak Cemal Alemi’ne yürümüştür. Dedesinin yanında sırlanmıştır. Bir divanı vardır.

Şeyhül İmran VELİ..bolu

Şeyhül İmran VELİ..bolu





Bolu – Mudurnu ‘da Şehre hakim yüksek bir tepe dedir. ( harita tam olarak bulunduğu yeri göstermektedir.)
Bolu’nun isimsiz velilerinden. Kimliği ve yaşadığı zaman hakkında elimizde kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Her yıl Temmuz ayının ilk pazar günü Şeyhül Ümran bayramı olarak kutlanmaktadır. Bu günde Kuran-ı Kerim ve Mevlidi şerif okutulmaktadır. Gelen misafirlere de kazanlarda pişen pilav ikram edilmektedir. Gerek ilçe içinden gerekse çevre il ve ilçelerinden katılım çok fazla olmaktadır.
Rivayetlere göre Şeyhül Ümran karşısında misafir olmadan yemek yemezdi. Eğer misafirsiz kalırsa daima günlerinin oruçlu geçirirdi. Bir gün böylece oruca niyet etti. Lakin akşama doğru bir misafir çıka geldi. O da iftar vaktine az kaldığı ve orucunu bozmamak için misafiri aç bilaç lafa tuttu. Şeyhül Ümran o gece rüyasında ona şöyle hitap edildi. ” Ümran… senin bize güzel bir ibadetin vardı. Bizim de sana karşı bir adetimiz… Sen adetini değiştirdin, biz de kendimizinkini değiştirdik…” Ümran, üzüntüler içinde uyandı. Bir zaman sonra Sülüs isimli köydeki malı ve mülkü üzerinde, hükümet memurları onu sigaya çektiler. Sıkıldı ve köyünden çıkıp gitti. Bir süre sonra bir başka büyük kişiye misafir oldu. Kendisinin, misafiri ne kadar çok sevdiğini bildikleri için ikramın her türlüsünü gösterdiler. Fakat Şeyhül Ümran durmadı, bir gün sonra yola çıkmaya karar verdi. Sordular; Niçin birkaç gün daha kalmıyorsunuz? sizi rahat ettirmek için hizmet ederdik , dediler. Cevap verdi; Ben suçlandırılmış bir kişiyim. Beni nimet ve rahat içinde görüp, rızasını kabul etmezse ne yaparım? Bırakın, başımı alıp mihnetime doğru yöneleyim… Ta ki, Onun rızası ne ise tecelli etsin. Ve Ümran gitti. Onu bu cevaptan sonra şehrin tepelik bir viranesinde ölü olarak buldular. Mudurnu ve çevresin Sülüs köyü adında bir yerin bulunduğu tesbit edilememiştir. Ancak, Şeyhül Ümran ‘ın Mudurnu daki türbesinin bulunduğu tepe de yattığı bilinmektedir. Mezar taşında da bir kitabe yoktur.
Kaynak ;Türkiye Gazetesi , Orta Anadolu Evliyaları , cilt 1