ZEYNEL BEY TÜRBESİ.. HASAN KEYF
Kör Zeynel Mirza'nın öyküsü...
Zeynel Bey, Akkoyunlu Hükümdarının küçük oğludur. Kör olduğunu kimse bilmese de, Emirin oğlu anlamına gelen, Kör Zeynel Mirza derlerdi ona. Hükümdarlığın merkezi Tebriz'e bağlı olarak Kazwin Bölgesi hâkimidir. Aynı dönemde abisi uğurlu Mehmet Mirza'da, bugünkü, Siirt Şirvan Bölgesi hâkimidir.
Babası, Sultan Hasan Bahadır Han, bütün Doğu Anadolu, Irak, İran ve Gürcistan hâkimi, güçlü, kudretli uzun boylu bir hükümdardı. Bu nedenle lakabı "Uzun Hasan"dı.
Hükümdarlığın merkezi Diyarbakır'dan Tebriz'e taşındığı o yıl, Zeynel Bey 20 yaşındadır. Babası Sultan Hasan Bahadır Han, Kazwin'e bir haber gönderir. Bütün Akkoyunlu sancak beylerinin Tebriz'de toplanmasını ister. Zeynel Bey haberi alır almaz, hazırlık yapar ve Tebriz'e doğru yola çıkar. Birkaç gün sonra bütün sancak beyleri Tebriz'deki sarayda toplanır. Bütün Beyler bu toplantının nedenini aşağı yukarı bilir. Bir süredir, Anadolu'daki iki büyük Türk Hükümdarlığı arasındaki gerginliğin hepsi farkındadır. Bütün beyler gibi Zeynel Bey de toplantıdan sonra düşüncesinde yanılmadığını anlar. Babası, Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan, Osmanlı Devleti Hükümdarı, Sultan Mehmet Han'a karşı savaş kararını açıklamış ve hazırlık yapılmasını istemiştir. Artık geri dönüşü yoktur, savaş hazırlıklarına başlanacaktır.
Zeynel Bey, bu duruma nasıl gelindiğini düşünür: Her iki devlet de, Oğuz boyundan olup, Orta Asya'dan batıya, yaşam alanı bulmak için göç etmiş, iki Türkmen aşiretidir. Şimdi her ikisi de güçlü iki devlet olmuşlardır. Üstelik her ikisi de Sünni Müslümandır. Sultan Mehmet Han, İstanbul'u alarak Bizans İmparatorluğuna son vermiş, ardından Trabzon Pontus Rum Devletini yıkarak Avrupa ve Hıristiyan âlemine karşı büyük zafer kazanmıştır. Sultan Mehmet Han, Müslüman-Türk bir devletle savaşmak istemez. Bunu son yıllardaki siyasi gelişmelerden anlayabilir Zeynel Bey. Fakat Emir-i Kebir (Büyük Emir) olan babası, annesinden dolayı Trabzon Pontus Rum Devletinin varisi olduğunu iddia eder.Trabzon'u, Sultan Mehmet Han'dan geri ister. Oysa ki Orta Asya'da her iki devlete yetecek büyüklükte toprak vardır. Mesele toprak meselesi değildir. Mesele güç ve iktidar meselesidir. En güçlü, en büyük, en iktidarlı olma meselesi. Kudretli babasının gözünü iktidar hırsı bürümüştür. Batıdaki Hıristiyan âleminin kışkırtmaları ile oluşan, iktidar hırsının farkındadır Zeynel Bey.
O yıl, sonbahar ve kış ayları savaş hazırlıkları içinde geçer. Mart ayına gelindiğinde ise, savaş için harekete geçilir. Osmanlı Sultanı, Mehmet Han'ın yanında Konya Valisi oğlu Şehzade Mustafa, Amasya Valisi Şehzade Beyazıt, diğer önemli komutan ve vezirlerle birlikte yüz bine yakın asker vardır. Osmanlı ordusu iyi eğitilmiş mükemmel silahlandırılmıştı. Ellerinde bol miktarda topları da vardı. Osmanlı ordusunun merkezinde Sultan Mehmet Han, sağ kolunda Şehzade Bayezid, sol kolunda ise Şehzade Mustafa vardı. Sultan Mehmet Han kapıkulu askerlerine, şehzadeler de, eyalet askerlerine kumanda ediyorlardı.
Atlı Türkmen askerlerine sahip Akkoyunlu ordusu ise, 120 bin civarındaydı. Akkoyunlu Ordusu, Erzincan'ın Tercan ovası, Otlukbeli Tepelerine geldiğinde, Osmanlı Ordusu ile karşı karşıya gelir. Her iki orduda karşılıklı savaş düzenine geçer. Tarih 11 Ağustos 1473'tür.
Akkoyunlu ordusunun merkezinde Sultan Hasan Han, sağ kolda oğlu Zeynel Bey, sol kolda ise Şirvan Hâkimi, Uğurlu Mehmet Mirza vardı. Savaş, Osmanlıların ateşli silahlarda, Akkoyunluların ise, süvari kuvvetlerindeki üstünlüğü ile başlar. Birkaç saat sonra Osmanlı Ordusunun sol kanadındaki Şehzade Mustafa'nın gayretleri sonucunda savaş Osmanlıların lehine döner. Bu savaşta Şehzade Mustafa, savaşın kaderini belirleyecek kararı verir. Askerlerini iki dere arasındaki Zeynel Bey kuvvetlerinin üzerine sürer. Zeynel Bey ve kuvvetleri bu beklenmedik hücuma karşı koyarlar. Aralarında öldüresiye bir boğuşma başlar. Osmanlı Ordusunun sol kanadına kumanda eden Şehzade Beyazıt da, Mehmet Mirza'nın kuvvetlerine karşı saldırıya geçer. Savaş o kadar kızışır ki, sağ- sol kanatlar birleşmiş, dost düşman birbiri içine girmiştir. Öyle ki, Sultan Hasan Han bile, at sürüp, boğuşmak zorunda kalır. Şehzade Mustafa'nın emrinde olan bir Anadolu sipahi askeri, Sivaslı Oruç, boğuşmanın tam ortasında Zeynel Bey ile karşı karşıya gelir. Sivaslı Oruç bir kılıç darbesi ile Zeynel Bey i atından düşürür. Yere düşen Zeynel Bey ayağa kalmak istese de buna fırsat bulamadan, Sivaslı Oruç Zeynel Beyin Kafası gövdesinden ayrılır.
Bir savaşta ölme ihtimalini hep düşünmüştü Zeynel Bey. Fakat genç yaşta olacağı hiç aklına gelmemişti. O yıl görkemli bir toyla gerdeğe girmişti. Evliliğinin onuruna düzenlenen o geceyi ve şöleni hiç unutmamıştı. O gece kutlamada bulunan şairler, o geceyi ve görkemi anlatan şiirler yazmışlardı.
"Tören, Kazwin'de, cennet bahçesine benzeyen, havası ise bahar mevsimi kadar temiz bir yaylakta kurulmuştu. İki ok atımına sahip çember biçiminde bir yer ayarlanmıştı. Emirler ve Devlet erkânı o çemberin etrafındaki göğe benzeyen çadırlara, gölgeliklere ve otağa gelmişlerdi. Herkes kendine tabii olanla o gece beraber oturup meclisler kurulmuştu. O meclislerde şarabın kadehleri perilere benzeyen sakiler tarafından dağıtılırken, nedimlerin onların üzerinden gamı sildiği, hoş sesli mutriblerin şarkıları ile cennete benzetilen ortamda onlara sevinçli anlar yaşatmıştı. Her köşede çengin ve udun sesi, her mevkiden bir güzelin nağmesi ve ney melodisinin ve dolu kadehin sevinci ile oluşan mutluluk anları insanların o gece o toy a akın etmesine sebep olmuştu. Kıymetli elbisesini giyen herkes o gece, o meclise koşmuş, cennette, rüya gibi bir gece yaşanmıştı"
Her şeyi görüyordu Zeynel Bey. Kesik başı, bir kılıca takılmış, savaş alanında çığlık çığlığa dolaştırılıyordu. Akkoyunlu Türkmen askerlerinin morali bozulmuş kaçmaya başlamışlardı. Babası çaresizce sağa sola koşup, orduyu toplamaya çalışıyordu. Zeynel Bey, her şeyin nasıl bittiğini gördü. Kaçan babasının, üç günlük yolu nasıl bir günde alarak, Bayburt'a geldiğini, kendi yaşamı ile birlikte, bu savaşla, babasının da bittiğini görüyordu.
Zeynel Beyin Kesik başı İstanbul'a götürüldü. Günlerce halka gösterildi. Cesedi ise, savaş alanında kurda kuşa yem oldu. Babası, Uzun Hasan, önce Diyarbakır'a sonra Tebriz'e kaçtı. Bu yenilgi babası için öyle büyüktü ki, bir daha asla kendini toparlayamadı. Oğlu için günlerce üzüldü, ağladı. Kesik başı gözünün önünden hiç gitmedi. Hasankeyf Hâkimi, oğlu Sultan Halil'den, Zeynel Beyin anısına Hasankeyf te bir türbe yapmasını istedi. Babasının isteği üzerine Sultan Halil, Hasankeyf'te " Zeynel Bey Türbesi"ni, kardeşinin anısına yaptırdı.
Artık, herkes bilir onu Hasankeyf'te. "Uzun Hasanın oğlu, Zeynel Bey" derler ona. Cesedi bu türbede olmasa da, ruhu hep, bekler durur türbeyi, yıllarca