KARIŞIK

25 Ekim 2018 Perşembe

SEYYİDE NEFÎSE HAZRETLERİ TÜRBESİ







Mısır’da kabri herkesin ziyaretgâhı olan Seyyide Nefise Hazretleri, Hz. Alî’nin oğlu Hz. Hasan’dan torunu olan Hz. Zeyd’in kızıdır. “Kerîmetü'd-dâreyn (iki âlemin -Dünyâ ve âhiretin- kerîmesi)” ve “Tahîre” lakablarıyla şöhret bulmuştur. 763 tarihinde Mekke-i Mükerreme’de dünyaya gelmiş,

Cafer-i Sâdık (k.s.) hazretlerinin oğlu İshâk ile evlenmiş ve Kasım ile Ümmü Gülsûm adında iki çocuğu dünyaya gelmiştir. Sonra kocası ve iki çocuğu ile birlikte Mısır’a gelmiş ve 7 sene sonra H. 208 (m. 824) yılı Ramazan ayında vefat etmiştir.

Nefise hanım güzel ahlâk sahibi zengin bir hanımdı. Hastaların hatırını sorar, fakir hastalara ihsanlarda bulunurdu. Zühd ve salâhı son derece yüksekti; gece ibâdet eder, gündüzleri oruçlu olurdu. Kocası olmadıkça bir şey yemezdi. Ölümüne sebep olan hastalığa Ramazan-ı Şerîfte yakalanmış, oruçlu iken vefat etmiştir. Yanında bulunanlar iftar etmesi için hayli ısrar etmişlerse de kendisi: “Sübhânallâh, 30 senedir Allâhü Teâlâ’dan oruçlu olarak ölmeyi temenni ediyorum. Benim oruç bozmam olacak şey değildir.” demiştir.

Hz. İmam Şafiî, Nefise Hanım’ın zamanında Mısır’da bulunduğu için onu ziyaret ile şereflenmiş; perde arkasından sohbetlerine nail olmuş, hayır duâlarını istemiştir. İmam Şafiî teravih namazlarını ekseriya Nefise Hanım’ın mescidinde kılmıştır.

Zamanın hükümdârının zulmünden kendisine şikâyet edilmesi üzerine Seyyide Nefise, sultâna şöyle bir yazı gönderir:

“Malik oldunuz. İsrâf ettiniz,

Kudretli oldunuz. Kahır ve zulüm ettiniz.

Nimete nail oldunuz yoldan çıktınız.

Size verilen nimeti başkalarından kestiniz de sadece kendinize tuttunuz.

Ancak, iyi bilin ki seher okları (yani mazlumların seher vaktindeki ahları) şaşmayıp hedefine isabet eder.”
Bunun üzerine sultan zulmünden tevbe ederek halka adâletle muâmele etmeye başlamıştır.


SEYYİDE NEFÎSE HAZRETLERİ


Dünyâya düşkün olmaması, haramlardan çok sakınması, Zühd ve takvası, kerem ve cömertliği ile meşhûr hanım velîlerden. İsmi, Nefîse binti Hasan olup, hazret-i Ali'nin dördüncü göbekte torunudur. Tâhire ve Kerîmet-üt-dâreyn lakabları vardır. 762 (H.145) senesinde Mekke-i mükerremede doğdu. Annesi, Lübâne binti Abdullah bin Abbâs bin Abdülmuttalib'dir. 823 (H.208)de Kâhire'de vefât etti. ÖnceMedîne-i münevverede yerleşti. Seyyidet Nefîse, İmâm-ı Ca'fer-i Sâdık'ın oğlu İshâk-ı Mu'temen ile evlendi. Bu evlilikten Kâsım ve Ümmü Gülsüm isminde iki çocukları oldu.

Tefsîr, hadîs ve başka ilimlerde âlim idi. Halk onun büyüklüğünü kabûl ederdi.Seyyide Nefîse ümmî olmasına rağmen çok hadîs-i şerîf öğrenmişti. Kur'ân-ı kerîmi ezbere bilirdi. Çok kerâmetleri görüldü. Kabr-i şerîfi, zamanımıza kadar ziyâret olunmakta ve istifâde edilmektedir.

Seyyide Nefîse, otuz defa hacca gitti. Gündüzleri oruç tutar, geceleri ibâdetle geçirirdi ve üç günde bir yemek yerdi. Efendisinden ayrı hiçbir şey yemezdi.

Seyyide Nefîse'nin, zamânından günümüze kadar Mısır'da bulunanlar ve bütün müminler için bereket olduğunu, İslâm âlimleri buyurmuşlardır. Kendini, günahı çok ve duâ etmeğe yüzü yok bilerek, "Hastam iyi olursa veya şu işim hâsıl olursa, sevâbı Seyyide Nefîse hazretlerine olmak üzere, Allah rızâsı için üç Yâsîn okumak veya bir koyun kesmek nezrim, adağım olsun." deyince, bu dileğin kabûl olduğu çok tecrübe edilmiştir. Burada, Allahü teâlânın rızâsı için Kur'ân-ı kerîm okunup veya koyun kesip, sevâbı hazret-i Seyyide Nefîse'ye bağışlanmakta, onun şefâati ile, Allahü teâlâ hastaya şifâ vermekte, kazâyı, belâyı gidermekte, duâyı kabûl etmektedir.

Zevci ve evlâdı ile berâber, Mısır'a yerleşmek için Medîne-i münevvereden ayrıldılar. Gelmekte olduğunu haber alan halk yollara dökülüp, kendilerine çok hürmet gösterdi. Herkes onları, kendi evlerinde müsâfir etmek istiyordu. Abdullah-ı Cessâs adında velî bir zâtın kullanılmayan boş bir evi vardı. 
Oraya yerleştiler. Herkes, bereketlenmek ve kıymetli sözlerinden istifâde etmek için Mısır'ın her tarafından ziyâretine gelirlerdi. Ziyâretine gelenlerin sayısı haddi aşınca, onlarla meşgûl olmanın, her an Allahü teâlâya ibâdet etmesine mâni olabileceğini düşündü. Tekrar memleketi olan Hicaz'a dönmeye karar verdi. Herkes çok üzülüp yalvardılar ise de kabûl etmedi. 

Nihâyet bu durumu, Mısır emîri Sırrı bin Hakem'e arzettiler. Mısır emîri bu haber üzerine, doğruca Seyyide Nefîse'nin yanına gelip, Mısır'dan ayrılmak istemesinin hikmetini sordu. Seyyide Nefîse cevâbında "Mısır'da ikâmet etmek istiyorum. Lâkin ziyâretçilerim çok fazladır. Ben zaîf bir kimseyim. Evimiz de dardır. Ayrıca gelen ziyâretçilerle meşgûl olmak mecbûriyetinde kalmam, her an Allahü teâlâya ibâdet yapmama mâni oluyor." diye cevap verdi. Bunları dinleyen Mısır emîri;"Falan yerde, şahsıma âit geniş bir evim vardır. Onu size hediye ettim. Lütfen kabûl ediniz." dedi.Seyyide Nefîse bunu kabûl edince, Mısır emîri çok sevindi. Seyyide Nefîse; "Haftada sâdece Çarşamba ve Cumartesi günleri ziyâretime gelsinler. O iki gün onlarla meşgûl olurum. Diğer günlerde hep ibâdet yapmak istiyorum." buyurdu.







PİRİ HALİFE SULTAN TÜRBESİ..EGRİDİR







Adı Muhammed olup, seyyiddir.

Soyu, yirmi ikinci batından Zeynel Abidin Hazretleri'nden Hazreti Hüseyin'e ulaşmaktadır.

Pîri Halife, İran'ın Hoş şehrinde Isparta'nın Eğridir ilçesinde vefat etti.

Rüyasında Şeyhülislam Berdei Hazretleri ile birlikte Anadolu'ya hicret etti.

Kabri, Isparta Eğridir Yazla'da , cami yanındaki türbededir.

Anadolu'ya gelmesi şöyle olmuştur :

Hoy şehrinde iken bir gece rüyasında Peeygamber Efendimiz (Sallahu aleyhi vesellem)'i gördü.

Peygamber Efendimiz (sav) ona rüyasında :

"Benim yolumda ve benim evladımdan, kamil şeyh ve mükemmel mürşid, yetişmiş ve yetiştirebilen rehber Şeyhülislam Berdei gelmek üzeredir.

Gafil olma, Rum diyarına, Anadolu'ya sen de git" diye emir buyurdular.

Bu rüya üzerine işaret edilen zatın gelmesini bekleeye başladı.

Ona rüyasında işaret edilen zat , meşhur velilerden büyük rehber Şeyhülislam Berdeî Hazretleri olup, bir osmanlı valisinin daveti üzerine Anadolu'ya göçüyordu.

Hac ibadetini yapmak üzere Mekke'ye gitmişti.

Orada Kâbe'yi tavaf ederken Osmanlı valilerinden o zamanki adıyla Hamidli ( Isparta ) valisi ile tanıştı.

Bu, vali Hızır Bey idi.

Alim ve velileri çok sever, hürmet ederdi.

Şeyhülislam Berdeî Hazretleri'ni tavaf sırasında görüp, onun büyük bir alim ve mürşid olduğunu anladı.

Ona :

"Ben Anadolu'da Himidli ( Isparta ) diye tanınan Isparta valisiyim.

O diyarın havası hoş suyu tatlı, beldeleri, köyleri bağlı bahçeliktir.

Fakat halkına İslam Dini'nianlatacak bir kamil mürşid yoktur.

Acaba irşad için oraya gelmeyi istermisiniz ? Eğer bu arzumuzu kabul buyurursanız, ben köleniz, siz sultanım için, Eğridir kasabası civarında, havası ve suyu güzel bir yerde sizin için bir yer, bir dergah yapıp, hayır duanızı almak istiyorum" dedi.

Bu davet üzerine Şeyhülislam Berdeî Hazretleri : 

"İstihare edelim" buyurdu.

Bir kaç gün sonra Vali Hızır Bey'e : 

"İstiharemde Rum tarafına, Anadolu'ya davetinizi kabul etmem işaret olundu. İnşaallah bu yıl memleketimize gidelim.

Gelecek bir zamanda inşaallahRum diyarına, Aadolu'ya gelelim buyurdu.

Vali Hızır Bey çok sevinip, o yıl hacdan döner dönmez, Eğridir gölünün kıyısında Mezar-ı Şerif denilen yerde güzel bir dergah yaptırıp, gelmesini beklemeye başladı.

Berdeî Hazretleri, söz verdiği zaman gelince, on altı oğlu ve kırk talebesi ile Anadolu'ya göçmek üzere yola çıktı.

İran'ın Hoy şehrine geldiklerinde, Muhammed Çelebi Sultan'ın babası Pîri Halife Sultan da rüyasında Peygamber Efendimiz (s.a.v)'i görmüş ve Berdeî Hazretleri'yle Anadolu'ya gitmesi için işaret almış bulunuyordu.

Berdeî Hazretleri, onun bulunduğu beldeye uğrayıp, kendisiyle görüşerek :

"Oğlum Pir Muhammed! Emre itaat eder misin ?" geçip gitmiş ve şehir dışında bir yerde konaklamıştı.

PirîHalife Sultan, hemen gitmek üzere evinden ayrılmıştır.

Yakınları bu yolculuğa engel olmak istemişler ve kendisine olanca işkence yapmışlarsa da Pirî Halife Sultan, boğazında zincir, ayağında lale Berdeî Hazretleri'nin yanına vardı.

Kendisini geri döndürmek isteyen yakınlarını ikna edip, kendisiyle birlikte Anadolu'ya geçmesinisağladı.

Pirî Halife Sultan Hazretleri, tekke yapmakta usta idi.

O sıralarda Tekkesi eskiyen HacıBayram-ı Veli Hazretleri'ne mürüdleri takkesini yenilemek istediklerini söylediler.

O da takkecinin yakında geleceğini, o zaman takkesini yenilemek istediğini söyledi.

Böylece Pirî Halife Sultan'ın yanına geleceğini müjdelemiş oldu.

Şeyhülislam Berdeî Pirî Halife Muhammed ve yanlarında bulunanlar altı ayda Ankara'ya ulaştılar.

Yaklaştıkları Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri'ne malum olup : 

"Takkeci geliyor, karşılayalım" buyurarak talebeleriyle birlikte karşılamaya çıktılar.

Şeyhülislam Berdeî Hazretleri'yle buluşup, birlikte Hacı Bayram Dergahı'na geldiler.

Günlerce bu dergahta misafir edildiler.

Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri'nin takkesi yapıldı ve başına giydirildi.

Daha sonra Isparta'ya ulaşmak üzere Ankara'dan ayrıldılar.

Onları heyecanla bekleyen Vali Hızır Bey karşılayıp hazırladığı dergaha götürdü.

Böylece Anadolu büyük bir veliyi ağrına basmış bulunuyordu.

Şeyhülislam Berdeî Hazretleri, yanında getirdiği birinci halife, Pirî Halife Muhammed Sultan ile kızını evlendirdi.

Bu evlilikten geleceğin büyük velisi Muhammed Çelebi Sultan doğdu.

Piri Halife Sultan Hazretleri'nin Ali Fakih adında bir talebesi vardı.

Bu zat bir gece rüyasında Akşemseddin Hazretleri'ni gördü.

Bir müddet sonra Pirî Halife bu talebesini İstanbul'a gönderdi.

Ayasofya camiinde vaaz etmekte olan Akşemseddin Hazretleri'ni dinledi.

Cemaatle musafaha sırasında Akşemseddin Hazretleri Ali Fakih'le görüşürken :

"Dost kokusunu aldım" dedi.

Cemaat dağılınca onu alıp, odasına götürdü.

Pirî Halife Sultan Hazretleri'nin hal ve hatırını sorup, Ali Fakih'ten istediği bilgileri aldı.

Ali Fakih, bu buluşmada Akşemseddin Hazretleri'nin ne derece kamil bir zat olduğunu anladı.

Ona olan ilgi ve saygısı bir kat daha arttı.

Pirî Halife Sultan Hazretleri'nin kıymetli oğlu ve meşhur veli Muhammed Çelebi Sultan, gençliğinde kimya ilmini öğrenmeye heveslenmişti.

Bir gün ona : 

"Oğul, kimya ilmini tahsil ettin mi ?" diye sordu.

O da : 

"Baba biraz daha zaman ver" diye karşılık verdi.

Evde bulunan boş bir sandık vardı.

O sandığı gösterip :

"Oğul şu sandığı kilitle ve bir müddet ona bak ve devamlı Kelime-i Tevhid söyle, sonra aç.

Allah Teala'nın kudretini gör" dedi.

Bu sözleri üzerine boş sandığı kilitledi.

Başında oturup devamlı olarak "Lâ ilâhe illallâh" dedi.

Sonra da sandığı açtı.

Sandığın altınla dolu olduğunu gördü.
BERDEİ  SULTAN TÜRBESİ..ISPARTA







On dördüncü yüz yılda yaşamıştır.

Kanuni'nin padişahlık döneminde, Isparta valisi Hızır Bey, alimleri ve velileri çok sever, hürmet ve himaye ederdi.

Berdeî Sultan Hazretleri de Hızır Bey'in daveti üzerine Horasan'dan Anadolu'ya gelmiş, Eğridir'de, Eğridir gölünün kenarında, Mezar-ı Şerif denilen yerde yerleşmiştir. Kabri oradadır.

Şeyhülislam Berdeî diye de tanınır.

Hızır Bey, Berdeî Sultan'la Mekke'de bir hac sırasında tanışmışlardır.

Yapılan daveti kabul eden Hazret için Hızır Bey hac dönüşünde bilinen dergahı yaptırmış, bir yıl sonra da Berdeî Hazretleri Eğridir'e teşrif etmişlerdir.

Gelişlerinde on altı oğlunu ve kırk talebesini de birlikte getirdi.

Gelirken yolda İran'ın Hoy şehrine uğradı.

Oradan da sonradan hem birinci halifesi hem de damadı olacak Piri Halife Muhammed Efendi'yi de yanına aldı.

Eğridir'de yerleştikten altı ay sonra Pîri Halife Muhammed Efendiye hilafet verdi ve kızı ile evlendirdi.

Bu evlilikten, evliyanın meşhurlarından Muhammed Çelebi Sultan dünyaya geldi.

Kendinden sonra meşhur talebesi ve damadı Pîri Halife Muhammed Efendi Hazretleri, insanlara rehberlik edip, çok değerli hizmetlerde bulundu.

Bu zatın oğlu olan Muhammed Çelebi Sultan ve torunu Şeyh Burhaneddin Hazretleri de o dergahta yetişen meşhur velilerdendir.

15 Ekim 2018 Pazartesi

Şeyh Ali Hüsameddin Tavili..ırak halepçe..tavili 







Şeyh Ali Hüsameddin Tavili hazretleri , Şeyh Muhammed Bahaeddin Tavili Hazretleri’nin oğludur.O da babası ve dedesi gibi Hüseynîdir.  Şeyh Ali Hüsâmeddîn hazretleri, 1278 yılında Safer ayının 24. günü (Miladi 31 Ağustos 1861) Cumartesi gecesi doğdu. 1867’de daha 6 yaşındayken dedesini kaybetti. 1881’de babası Muhammed Bahâeddin’i de kaybedince genç yaşında, Tavila Tekkesi’nde dedesinin yerine irşad vazifesine başladı. Üstün çalışkanlığı ile ilim sahibi oldu. Daha sonra Bahekon’a geçti ve orada bir tekke inşa ettirdi. Bazı vakitler dedesinin Tavila’daki makamında oturan Şâh Ali Hüsâmeddîn’in şöhreti çevreye yayıldığından herkes etrafına toplandı. Türk, Arap, İngiliz, Rus, Kürt, Zaza, Azeri, Afgan, birçok ırktan, farklı ülkeden yüzlerce insan onu görmek, sohbetine nail olmak için kilometrelerce yol kat etti. Dünya’da yaklaşık 24.000 halifesi olan Şeyh Ali Hüsâmeddîn’in, 9 ayrı tarikata halife olduğu bilinmektedir: (Nakşibendî, Kadirî, Rüfâi, Sühreverdî, Kübrevi, Dusuki, Bedevi, Şazeli, Çeşti)            
Kendisi güler yüzlü, yüksek ahlak ve vekar sahibi ve heybetliydi. Konuşmada belagat sahibi, hatip, Arapça, Osmanlıca, Farsça, Türkçe ve bölgedeki dillere vakıf olan ve bu dillerde yazan bir kimsedir. Aynı zamanda büyük bir servete hükmeden ve bununla birlikte muhtaçlara yardım eden Şeyh Ali Hüsâmeddîn akrabalık, kardeşlik, yakınlık sevgisine önem veren ve her yönüyle örnek gösterilen bir şahsiyetti. Arazinin ıslâhı ile ağaç ve bahçelere büyük sevgi ve merakı olduğundan, ağaçların kesilmesini yasaklamıştı. Verimsiz yerleri ekip elverişli bir hale getirmeyi, su kanalları ve yolları açmayı sever, çalışmaları sonucu elde ettiklerini yolculara, ziyaretçilere ikram ederdi.
Menkıbeleri 
Seyyid Muhammed Kadrî (K.s.) anlatıyor:
“Bir sabah namazını Şahımız Hz. Ali Hüsameddin’in arkasında kılıyorduk.
Hz. Şah’a
“- Şimdiye kadar Hz. Şahın yalnız anne cihetinden seyyid olduğu söylenmekte idi. Lütuflarınızla
Hz. Şah’
– “Evet, elhamdülillah öyledir. Seyyidlik, ecdâdımız Seyyid Battal Gazi’den geliyor. Açıklar ve iddia edersem, çok yanlış kişiler de seyyidlik davasında bulunacaktır. En doğrusu, Allah yanındaki seyyidlik makbuldür.” buyurdu.”
(Şeyh-i Meczûb Muhammed Saîd Seyfüddin, İhsan Yolu(Gönül Sultanları ve Hak Sohbetleri adlı kitap içinde), Çeviri: Çelebi Süleyman Kaya, Ankara,1996, s.26.)
Yine Şeyh-i Meczûb anlatıyor:
“Melekûtta Hz. Resul (a.s), Şahım Muhammed Ali Hüsameddin’e (K.s.) buyurdu ki; “Sen ve senden salavat isteyenler vitr namazından sonra binlerce Sallallâhu ale’n Nebiyyi ve âlihî salavât-ı şerifesini okusunlar.” Birkaç gün sonra yine sohbetlerini müşahede etiim. Hz. Şah Hüsameddin taliplerin bu zamanda başka meşguliyetleri de olduğundan, bu salavat miktarının azaltılmasını recâ etti. Hz. Resul (a.s) buyurdular ki ;100 kere okusunlar, 1000 kere okumuş gibi kabul ederim.”(Şeyh-i Meczûb 108-109)
Şeyh-i Meczûb Muhammed Saîd Seyfüddin (1289-1331) (K.s.), Muhtasaru’s – Sülûk ve’l ihsan fî Beyâni’l-Vüsûl ilâ Meliki’l-Mülük ve Tarikatu’l-Hâcegân adlı eserinde anlatılıyor:
“Şahım Şah Muhammed Ali Hüsâmeddin, zehirli engerek yılanının soktuğu bir kişiye nazar ederek derhal zehir acısı ve şişkinliğini yok etmiş ve hasta ömür boyunca yarasından acı çekmemiştir. Hâlbuki, bu cins zehirli yılanların soktukları nadiren iyileşse bile her sene nükseder.” (Şeyh-i Meczûb Muhammed Saîd Seyfüddin, İhsan Yolu(Gönül Sultanları ve Hak Sohbetleri adlı kitap içinde), Çeviri: Çelebi Süleyman Kaya, Ankara,1996, s.10.)
Bir Tavsiyesi:
“Taliplere müslümanlara layık olmayan işlerden sakınmalarını ve şer’i emirleri bildirmelerini ve iyilikle nasihat etmelerini tavsiye ederiz.”(Şeyh-i Meczûb.22)
Vefatı
Zamanın büyük alimi olan Şeyh Ali Hüsâmeddîn tüm ömrünü ilim öğrenmek, öğretmek ve İslâmiyeti anlatmakla geçirdi. 60 yıl boyunca bu vazifeyi devam ettirdi ve 1939 yılında 80 yaşında vefat etti. Türbesi, Irak’ın Bahekon köyünde olup hâlâ ziyarete edilmektedir.



KAZAN DEDE TÜRBESİ..KASTAMONU






türbesi; Hz. Pir Şeyh Şaban-ı Veli camiinin girişi kapısının hemen karşısında yer alan Kazan dede‘nin hayatı ile ilgili herhangi bir bilgiye ulaşamadık. Kabrinin yanında yer alan levhada şu bilgiler vardı;
” Eskilerden Bir Veli
Sandukanın bulunduğu yerde oturur
Cemaat ve İhvana hitap eder ;
Kazan
İlim Kazan,
İrfan Kazan,
Dünyalık Kazan,
Ahiret Kazan,
Kazanda YE!… ”

Ahi Şorve türbesi .. Kastamonu


Ahi Şorve türbesi .. Kastamonu









Ahi Şorve türbesi ; Kastamonu – Beyçelebi mahallesi Hacı dede sokak no :23’de.XIII. ve XIV. yüzyıllarda yaşamış olan Ahi Şorve dönemin önemli Ahi büyüklerindendir.Eski kayıt ve belgelerde Ahi Şorve, Ahi Şarva , Acı Şorbe veya Ahi Çorba olarak anılan bu zatın asıl adı belli olamamakla beraber günümüzde Ahi Şorve olarak ziyaret edilmektedir.
Hayatı hakkında bilgi sahibi olamadığımız Şeyh Ahi Şorve ;hayatta iken zaviyesine tahsis edilen birtakım araziyi, düzenlemiş olduğu vakfiye ile zaviyeye tahsis etmiştir. 703/1303-4 tarihli vakfiyeden bu zatın aynı tarihte sağ olduğu; mevkileri zikredilen arazileri zaviyede ikamet edenlerle birlikte gelen giden yolcu ve fukaraya yemek yedirilmesi için vakfettiği anlaşılmaktadır. Bir kısmının tapu kütüklerinde halen kaydı bulunan bu araziler şunlardır: Kastamonu’ya tabi Hisarcık ve Değirmen çayın adlı mezralar, Kuzyaka Nahiyesine tabi Kızılcavıran Mezrası, Akçaviran Nahiyesine tabî Seyreklik Mezraı, Göl adlı mahalle tabi Karasu ve Terkeşe adlı çiftlikler ve Kastamonu Merkezi’nde zaviyenin içinde bulunduğu bahçe ile bir başka bahçenin tamamı.
Ahi Şorve Zaviyesinin asırlar boyunca fonksiyonunu icra ettiği, topluma yön veren birçok zatın burayı irşad merkezi olarak kabul ettiği bilinmektedir. Zira Kanuni Sultan Süleyman Döneminde zaviyede şeyh olan Muhyiddin Efendi’nin de nüfuzunun bir hayli fazla olduğu görülmektedir. Tahminen türbedeki sandukalardan biri de bu zata aittir.
Zaviyeden günümüze takriben 20 metrekare civarında basit beton bir bina kalmıştır. Bina halihazır şekliyle son zamanlarda çevredeki hayır sahipleri tarafından yaptırılmıştır.
İçinde kıble istikametine doğru sıralanmış üç adet tahta sanduka vardır. Bu işaret sandukalannın kime ait olduğunu gösteren herhangi bir belge yoktur. Sandukalardan birisinin zaviyenin kurucusu olan Ahi Şorve ait olduğu kesindir.

Hayran Balı Sultan Türbesi.. afyonkarahisar






Köylerde bulanan meşhur türbelerden bir diğeri Hayran Balı Sultan’a ait olanıdır. Türbe, Gazlıgöl Kaplıcası yakınlarındaki Kayıviran (Kayıören) Köyü’ndedir. Horasan erenlerindendir. Rivayete göre Hacı Bektaş dergahında Karaca Ahmet, Seydî Hasan Basrî, Yârgeldi Sultan ile birlikte eğitim görmüş, Afyonkarahisar’ın fethinde bulunmuştur. Ayrıca zaviyesinde cilt hastalığı tedavisi yapmıştır.