KARIŞIK

Abdullah Haşimî el Mekki Hazretleri(Arap Şeyhi) etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Abdullah Haşimî el Mekki Hazretleri(Arap Şeyhi) etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Şubat 2016 Pazar

Abdullah Haşimî el Mekki Hazretleri(Arap Şeyhi)


Abdullah Haşimî el Mekki Hazretleri(Arap Şeyhi)


Abdullah Haşimî el Mekki Hazretlerine Sivas-Yıldızeli civarındaki Mumcu Köyü’nün bir kısmı ve İsmail Bey Çiftliği dergâhının ve kendi ihtiyaçlarını karşılaması için mülk olarak verilmiştir. 

Kurduğu Rifâi tekkesi için Paşabey mahallesinde bir konak satın alarak gerekli tadilat ve semahaneyi yaptırdıktan sonra burayı dergâh haline getirerek h.27 Zilhicce 1331 (m. 27 Kasım 1913) de vakıf haline getirmiştir. İki katlı büyükçe olan konağın üst katın­da semahane, misafirhane, mutfak, meydan odası, alt katında ise, odunluk, so­fa, ahır ve diğer müştemilat bulunmaktadır. 

Bir vakıf senedine göre Paşabey mahallesinde kurmuş olduğu tekkesinde inşa ettiği mescitte hatiplik yapacak zatlara verilmek üzere 1311 (1893) yılında beş yüz kuruşluk bir vakıf tesis etmiştir. 

26 Muharrem 1332 (24 Aralık 1913) tarihini taşıyan vakıf senedine göre, vakfın idaresi ile dergahın şeyhliğini büyük oğlu Seyyid Mehmed Ragıb’a, bunun vefatından sonra da küçük oğlu Seyyid Ahmed Siraceddin’e bırakmıştır. 

Efendi Hazretleri, Tokatlı Pir’den önce yedi sene kadar Seyyid Abdullah Haşimî el-Mekki Rifâi’ye intisablı bulunmuş ve Hakk’a yürüdükten sonrada daima kabirlerini ziyaret etmiştir. [2] 

[1]— Demirel, Ömer, Osmanlı Dönemi Sivas Şehri, Sivas 2006, s.55 

[2]—Arab Şeyh kuddise sırruhu Hazretlerin torunlarından Seyyid Nizamettin Gürer Efendiden işittiğimize göre, Efendi kuddise sırruhu’l-azîz Hazretleri, Arab Şeyhi hayatı boyunca devamlı olarak kabr-i seadetlerini ziyaret eder ve türbe odasında bir zaman baş başa otururmuş.

Rifaî tarîkâti şeyhlerindendir. [2]

Hazreti Pîr-i Sânî es-Seyyid eş-Şeyh Ahmed İzzeddîn es-Sayyâdî er-Rıfâî kaddese’llâhü sırrahu’l azîzin (h.y.t: m.1271) sülâle-i tâhiresinden gelen es-Seyyid eş-Şeyh Muhammed Azîm el-Hâşimî el Mekkî es-Sayyâdî er-Rıfâî Efendi Hazretlerinin oğlu es-Seyyid eş-Şeyh Abdullah el-Hâşimî el Mekkî es-Sayyâdî er-Rıfâî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz hazretleri (r.1245–m.1829) senesinde Mekke-i Mükerreme’de dünyayı teşrif etmişlerdir. Annesi Havva Mehri Hanım’dır.

Hz. Seyyid Abdullah el-Hâşimî el Mekkî , babası Seyyid Muhammed Azîm el-Hâşimî kaddese’llâhü sırrahu’l azîze intisab etmiş, babasından seyr-i sülûk görüp Rıfâî-Sayyâdî, Kâdirî, Bedevî, Şâzelî, Sâdî, Nakşibendî, Mevlevî tarîklerinden hilâfet icazet almıştır.. Daha sonra Medine-i Münevvere’ye gidip es-Seyyid eş-Şeyh Hasan er-Rıfâî Hazretlerinden ve es-Seyyid eşŞeyh Sâlim er-Rıfâî hazretlerinden Rıfâî-Sayyâdî üzre birer hilafet daha almışlardır. Mekke-i Mükerreme ve Medîne-i Münevvere’de pek meşhur olan Hâşimî-Sayyâdî ailesi bu civarda Tarîkat-ı Âliyye-i Rıfâiyye’nin intişarına pek büyük hizmetlerde bulunmuşlardır. Hazreti Pîr-i Sânî es-Seyyid eş-Şeyh Ahmed İzzeddîn es-Sayyâdî er-Rıfâî kaddese’llâhü sırrahu’l azîzin bu ailesi Hicaz ve civarı haricinde, Suriye, Irak ve civarında da Rıfâiyye-i Sayyâdiyye’nin merkez dergâhı olmuşlardır. Seyyid Abdullah el-Hâşimî el Mekkî Hicaz’dan Afganistan’a gitmişler orada 20 sene kalarak Tarîkat-ı Rıfâiyye’yi neşr etmişlerdir. Daha sonra İstanbul’a gelen Hazreti Seyyid Abdullah el-Hâşimî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın pek çok iltifatlarına mazhar olmuşlardır. Bizzat pâdişah tarafından kendilerine Şeyhü’l-Ekber ünvanı verilmiştir.
Sivas’a gelmeden önce İtalya’da bulunduğu rivayetleri de vardır. Abdullah Hâşimî el Mekkî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz Anadolu’nun pek çok yerinde irşad faaliyetlerinde bulunmuştur. Bu arada İç Anadolu Bölgesindeki bütün Seyyid’lerin başına “Nakibü’l-Eşraf” olarak atanmışlardır. II. Abdulhamid Han Sivas vilayetindeki Sünnî ve alevi cemaatin arasında başlamış olan karışıklık ve fitne had safhaya vardığından Seyyid Abdullah Haşimî el Mekki Rifâ-i kuddise sırruhu’l-azîzi İstanbul’a çağırmış bu durumun düzeltilmesi için rica etmiştir. 1876’da Sivas’a gelip yerleşmiş ve dergâhını açmıştır.[3]

29 Nisan 1896 de İzmir Paye-i Mücerredesi,[4] 23 Ocak 1900 de birinci dereceden terfii, [5] 15 Şubat 1900 de ikinci rütbelerden Mecidi Nişanı itası [6] verilmiştir.

Siyasî hayatı çok canlı geçen Sivas’ın idarî amirleriyle ve özellikle dönemin Sivas valisi Reşit Akif Paşa ile (valiliği 1901–1908) iyi münasebetler içerisinde olmuştur. 1903 yılında alamadığı terfi, maaş artırımı ve 1908’de Osmanlı nişanını 25 Şubat 1908 de Bilâd-ı Hamse’den Bursa payesi ile bir nişan verilmiştir. Ancak İttihat ve Terakkî Hükümetinin zulmünden kurtulamamıştır. Mekke-i Mükerreme’ye sürgün gitmiştir.

[1]—bkn. YILDIZ, Âlim, “Arab Şeyh’in Bir Mektubu Makalesi” Hayat Ağacı Dergisi, Bahar 2005, s. 46–47

[2]—Seyyid Ahmed b. Alî el-Mekkî b. Yahya er-Rifâî kaddese’llâhü sırrahu’l azîz (ö. 578/1182) Rifaiyye tarikatının kurucusu. 512'de (1118). Bağdat'la Basra arasında kalan Batâih bölgesinde Ümmüabide köyünde doğdu. Atalarından Rifâa el-Hasan el-Mekkî'den (ö. 331/943) dolayı Rifâi nisbesini aldı. Şa'rânî ise et-Tabakâtü''l--kübra'sında (s 1401, bu nisbenin aynı ismi taşıyan bir Arap kabilesine mensup olmasından ileri geldiğini yazar. Ancak onun hayatından bahseden ilk kaynaklarda böyle bir bilgi yoktur, son devir kaynakları da bu görüşü kabul etmezler. Doğum tarihi bazı müelliflerce 500 (1107) olarak verilmekle birlikte ilk kaynaklar 512 (1118) tarihi üzerinde ittifak etmişlerdir.

Ahmed er-Rifâi'nin Hz. Hüseyin soyundan gelen bir seyyid olduğunda bütün kaynaklar birleşirler. Babası Hakk’a yürüdüğünde yedi yaşında olan Ahmed er-Rifâfi'yi, devrin büyük sûfîlerinden dayısı Mansûr el-Batâihî, annesi ve kardeşleriyle birlikte himayesine aldı. Kur'an öğrenimini ve hıfzını tamamladıktan sonra, devrin âlim ve mutasavvıflarından Ali Ebü'l-Fazl el-Vâsıtî ve diğer bazı âlimlerden İslâmî ilimleri öğrendi. Ebu İshak eş-Sîrâzi'nin Şafiî fıkhı ile ilgili Kitâbü't-Tenbih'ini okudu. Bu kitaba yazdığı şerh Moğol istilâsı sırasında kaybolmuştur. Vâsıti ona icazet verdi ve hırkasını giydirdi. "Herkes üs-tadıyla ben ise talebem Rifâî ile iftihar ederim" diyen Vâsıtî, zahir ve bâtın ilimlerine sahip bir âlim ve sûfî olduğunu belirtmek üzere ona "ebü'l-alemeyn" unvanını verdi. Ahmed er-Rifâi, Vâsıti'nın ölümünden sonra dayısı Mansûr el-Batâihî'nin terbiye ve irşad halkasına girdi. Rifaî'ye hilâfet ve "şeyhü'ş-şüyûh" unvanını vererek kendisine bağlı bütün tekkelerin şeyhliğini de tevdi eden Batâihi, Ümmüabîde'deki tekkeye yerleşip müridlerin irsad ve terbiyesiyle meşgul olmasını istedi. Birkaç sene sonra bölgesindeki şeyhlerin bazı ciddi tenkitlerine mâruz kalmış, hatta erkek ve kadın müridlerini aynı zikir meclisinde bir arada bulundurmak gibi sünnet dışı uygulamalarda bulunduğu iddiasıyla Halife Müktefi'ye şikâyet edilmişse de bu durum onun çalışmalarına ve tesirlerinin yayılmasına engel teşkil etmemiştir. Müridlerinin sayısının artması, o bölgedeki şeyhlerin haset ve kıskançlığına sebep oldu. Ancak o birçok iftira, itham ve hakaretlerle karşılaşmasına rağmen, büyük bir sabır ve tevazu göstererek irşad vazifesine devam etti. Kendisini çekemeyenler Halife Müktefî'ye, erkek ve kadın müridlerini aynı zikir meclisinde bir arada bulundurduğu iddiasıyla şikâyet ettiler.(1155) Durumu yerinde araştırmakla görevlendirilen memur, kanaatlerini halifeye, "Bu seyyid ve müridleri sünnet yolunda değillerse yeryüzünde sünnet üzere hareket eden hiç kimse kalmamış demektir" şeklinde açıkladı. Bunun üzerine Halife, Ahmed er-Rifâi'ye, yaptırdığı tahkikattan dolayı özür dileyen bir mektup gönderdi.

1160'ta bazı yakınları ve müridleriyle birlikte hacca gitti. Dönüşte Medine'yi ziyaret etti. Medine uzaktan görününce devesinden inip yürüyerek Ravza-ı Mutahhara'ya girdi. Rifâi'nin bu ziyaret sırasında zuhur ettiği ileri sürülen bir kerametiyle ilgili menkıbe oldukça meşhurdur.

Rivayete göre. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin kabri önüne gelince "es-Selâmü aleyke yâ ceddî!" diyerek selâm vermiş, orada bulunanlar Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin "Aleyke's-selâm yâ veledî" sözüyle selâma karşılık verdiğini duymuşlar; cezbeye gelen Rifâî diz çöküp,

"Uzakta iken benim yerime varıp toprağını öpsün diye sana ruhumu gönderiyordum; simdi bu devlet bedenime de nasip oldu; uzat elini de dudaklarımla öpeyim" mânasına gelen meşhur şiirini okumuş; bunun üzerine Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin kabrinden dışarıya nürâni bir el uzanmış ve Rifâî bu eli öpmüş; aralarında Hayyât b. Kays el-Harrânî ve Adî b. Müsâfir gibi zatların da bulunduğu büyük bir topluluk hadiseye şahit olmuşlardır. Ahmed er-Rifâî'nin biyografisini yazan müellifler pek çok şahit ismi sayarak bu menkıbeyi mütevâtir bir haber şeklinde değerlendirirler. (Gâyetû't-tahrir müellifi Abdülazîz ed-Dîrînî, Hz. Peygamber'in selâma karşılık vermesinin ve kabrinden dışarıya nürâni bir elin uzanmasının mümkün olduğu hakkında devrin kadısına ait bir fetvayı da zikreder. Celaleddin es-Süyütî bu haberi incelediği eş-Şerefü'l-muhtem adlı risalesinde hadisenin tevatür derecesine ulaştığını söyler. Rifâî şeyhlerinden Ebü'l-Hüdâ es-Sayyâdî de bu menkıbe hakkında kaleme aldığı el-Kenzü'l-mutalsem fi meddi yedi'n-Nebi li-veledihi'-l ğavs er-Rifâ'î adlı eserinde bu menkıbeye yer veren pek çok kitap ve müelliften iktibaslar yapmıştır. Rifâi'ye saygısı ve bağlılığı olanların bu menkıbeyi mütevâtir haber olarak gösterme gayretlerine rağmen, bizzat Rifâî, prensip olarak keramete önem vermemiştir.

Abbasî Halifesi Müstencid, Ahmed er-Rifâi'ye bir mektup göndererek kendisine nasihat ve tavsiyelerde bulunmasını istedi. Rifâî'nin cevabî mektubunu beğenen halife ona ve dervişlerine birçok hediye gönderdi, bir sene sonra da sarayına davet etti. Halife, maiyetindekiler ve Bağdat şeyhleri ona büyük bir saygı ve ilgi gösterdiler. İrşâdü'l müslimîn müellifi Fârûsî, halifenin onu ikinci ve üçüncü gün yalnız başına saraya davet ettiğini, babasının kabri civarında icra ettiği zikir meclisine kendisinin de katıldığını anlatır. Bu ve benzeri kayıtlardan onun Abbasî halifelerinden hürmet gören, devrinin tanınmış ve itibarlı bir sûfisi olduğu anlaşılmaktadır, ikinci defa hacca gittiği kaynaklarda ifade edilmekle birlikte tarih verilmemektedir.

Ahmed er-Rifâî, şiddetli bir ishal hastalığı sonunda 22 Cemâziyelevvel 578'de (23 Eylül 1182) vefat etti. Türbesi Bağdat'ın güneyinde Vâsıt yakınlarındadır, ilk eşi Hatîce binti Ebû Bekir el-Vasıtî en-Neccâri'den Fâtıma ve Zeyneb adlarında iki kızı, onun vefatından sonra evlendiği Râbia'dan Salih adlı bir oğlu olmuş, ancak Salih evlenmeden vefat ettiği için nesli kızları ile devam etmiştir. Fâtırna'dan İbrahim el-A'zeb (ö. 609/ 1212) ve Ahmed el-Ahdar (ö. 645/1247) adlarında devirlerinde meşhur iki süfî, Zeyneb'den ise ikisi kız altısı erkek olmak üzere on torunu olmuştur. Bunlardan İzzeddin Ahmed es-Sayyad (ö 670/ 1271) Rifâiyye'nin Sayyâdiyye kolunun kurucusu olup tarikatın Irak, Hicaz, Yemen, Mısır ve Suriye'de yayılmasında tesiri olmuştur. Ahmed er-Rifâi'nin nesli günümüze kadar devam etmiştir. Rifâî aileler Suudi Arabistan, Irak, Suriye, Mısır, Lübnan gibi ülkelerde bulunmaktadır.