KARIŞIK

6 Nisan 2018 Cuma

Elmas Dede Türbesi.bursa..




Yıldırım Bayezid döneminde Buhara’dan Bursa’ya gelerek 14. yüzyıl sonlarında Acem Reis mahallesindeki Ali Mest zaviyesini ettiren tarikat ehlidir. Ali Mest Edhemi, İbrahim Edhem yolundan gittiği için kendisine Edhemi denilmiştir. Allah aşkıyla sarhoş ve şaşkın halde gezdiğinden kendisine Ali Mest Sultan da derlermiş.  Ali Mest ismi zamanla  Elmas’a dönüşmüş ve halk arasında  Elmas Dede olarak tanınmıştır. Günümüzdeki Elmasbahçeler mahalle isminin, Ali Mest’in isminden geldiği söylenmektedir. Çok sayıda öğrenci yetiştirdiği ve pek çok kişiyi aydınlattığı söylenirken, Çelebi Mehmet döneminde vefat etmiş ve zaviye civarındaki türbesine defnedilmiştir. Tekke zamanla yok olurken, ahşap olduğu bilinen türbe de zamanla yok olarak sadece mezarlar kalmıştır. Günümüze gelen haziresinde ise iki tane beyaz mermerden yapılmış, üstü açık mezar mevcuttur ve bir tanesinin Elmas Dede adına olduğu düşünülmektedir. Elmas Dede’ye ait olduğu düşünülen mezarda mezar taşı yoktur, sadece bir başlık bulunmaktadır. Diğer mezar taşının üzerinde yazan Mahmud Bin Mehmed isminden ise Acem Reis camiini yaptıran Bedreddin Mahmud’a ait olduğu düşünülmektedir.



BABA ÇAĞIRAN TÜRBESİ..KELKİT SURUT KÖYÜ













Bayburt sancağı içinde, hakkında fazla bilgi olmasa da kayda değer zaviyelerden biri de Kelkit nahiyesine bağlı Surut köyünde kurulmuş olan Çağırgan Baba Zâviyesidir. 1530 tarihinde 20 hâne olduğu tespit edilen Surût köyünün 303 akçe tutan vergi geliri bu zâviyeye tahsis kılınmıştır. Bu tarihten on-on beş yıl sonra yapılmış olan vakıf kayıtlarında bahse konu zâviye hakkında önemli sayılabilecek ayrıntılara yer verilmiştir. Konuyla ilgili kaydın bir kısmı şöyledir:

“Zâviye-i Baba Çagırgan, der karye-i Surut tâbi-i nahiye-i mezbûre, mesihat der tasarruf-u Seyh ismail veled-i Seyh Han Baba, bâ-berât. / Evkâf-ı mezbûre karye-i Surût elmezbûr vakf-ı zâviye-i mezbûre ber mûceb-i defter-i atîk” 

Bu metnin kısaca anlamı şudur: Kelkit nahiyesine bağlı Şurut (Kabaktepe) köyü bütünüyle Baba Çağırgan zâviyesine sultan beratıyla vakfedilmiştir. Bu tarihte köyün toplam geliri 3.103 akçedir. Zâviyenin başında Seyh Han Baba oğlu Şeyh ismail bulunmaktadır. Köyün bu durumu 1516 tarihinde yazılmış olan vergi defterinde kaydedildiği sekliyle yeniden tescillenmiştir. Kaydın devamında köyde oturan vergi mükellefleri ile Baba Çagırgan soyundan gelen kisilerin adlarına yer verilmiştir. Baba Çağırgan soyundan gelenlerin tespiti açısından bu isimleri nakletmek yararlı olacaktır. Bunu bir tabloda göstermek mümkündür:

 Baba Çagırgan Soyundan Gelenlerin isim Listesi;
1 Bayram Bey oglu Dervis Mehmet Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

2 Dervis Ali (onun oglu) Reâyâ (çiftçi) Mücerret (yetiskin bekar)

3 Dervis Ali (onu kardesi) Reâyâ (çiftçi) Mücerret (yetiskin bekar)

4 Dervis Ahmet (onun kardesi) Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

5 Seyh Ali oglu Dervis Hacı Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

6 Han Ahmet (onun oglu) Reâyâ (çiftçi) Mücerret (yetiskin bekar)

7 Ali oglu Dervis Hacı Mehmet Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

8 Abdullah oglu Dervis Yusuf Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

9 Ömer oglu Sah Ali Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

10 Abdullah oglu Dervis Memi (?) Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

11 Saruhan oglu Dervis Sahkulu Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

12 Mahmut oglu Dervis Pirkan Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

13 İbrahim oglu Abdal Kasım Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

14 Sah Ali oglu Abdal Yar Ali Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

15 Yar Ahmet oglu Abdal Hüseyin Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

16 isa oglu Mehmet Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

17 Pir Veli oglu Pirî Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

18 Pir Veli oglu Koçeri Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

19 Koçeri oglu Abdal Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

20 Ahmet oglu Dervis Arus(?) Reâyâ (çiftçi) Mücerret (yetiskin bekar)

21 Ahmet oglu Dervis Sayan Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

22 Ahmet oglu Dervis _sâ Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

23 Yusuf oglu Dervis Hüdâverdi Reâyâ (çiftçi) Mücerret (yetiskin bekar)

24 Abdal Âgca Reâyâ (çiftçi) Mücerret (yetiskin bekar)

25 Abdullah oglu Dervis Mustafa Reâyâ (çiftçi) Hâne sahibi (evli)

26 Seyh İsmail oglu Saru Baba Zâviyedâr-zâde -

27 Seyh Zor Zâviyedâr-zâde Hâne sahibi (evli)

28 Yakup (onun kardesi) Zâviyedâr-zâde Mücerret (yetiskin bekar)

29 Hacı Baba (onun kardesi) Zâviyedâr-zâde Hâne sahibi (evli)

30 Seyh İsmail kardesi Gavraz Baba Zâviyedâr-zâde -

31 Seyh Yusuf (onun kardesi) Zâviyedâr-zâde -

32 Seyh Bayar(?/ onun kardesi) Zâviyedâr-zâde Mücerret (yetiskin bekar)

33 Ömer (onun kardesi) Zâviyedâr-zâde Mücerret (yetiskin bekar)

34 Ahmet Han oglu Mehmet Zâviyedâr-zâde Hâne sahibi (evli)

35 Sultan Mahmut (onun kardesi) Zâviyedâr-zâde Mücerret (yetiskin bekar)

Görüldüğü gibi köyde otuz beş nefer kaydedilmiştir. Bunlardan on kişisi yetişkin bekâr erkek, kalanı hâne sahibi evlilerdir. Yirmi beş kişi vergi mükellefi çiftçi, kalan on kişi ise zâviye kurucusu şeyh efendi ahfadındandır. Baba Çağırgan ahfadından olmadıkları halde diğer kişilerin de pir, abdal, derviş gibi ön isimlere sahip olması bu köyün bir derviş topluluğu tarafından kurulduğunu ve halen de bunların tasarrufu altında olduğunu bize göstermektedir.Kovans nahiyesine bağlı halkı Hıristiyan olan Güvercinlik köyünün 1.200 akçe; yine Hıristiyanların meskûn olduğu Hor-i süflâ (Gökdere) köyünün 2250 akçe vergi geliri bu zâviyeye vakfedilmiştir. Ayrıca her ne kadar Çağırgan ismi bir şahıs adı olarak defterde görünse de, bu ismin Alucra’nın Zûn (Boyluca) ve Zıhar (Çakmak) köylerini de iskân edinen bir Türk aşireti olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan Bayburt livasına bağlı Kogans nahiyesi Selekli köyünde de Baba Çağırgan adıyla bir zâviyenin varlığından haber verilmektedir.
Gümüşhane kapsamında kurulan tekkeye izafeten Tekke köyünde metfun olan Baba Çagırgan türbesinin konumuz ile ilişkisini şimdilik kesinleştiremedik. Buradaki türbe 1582 tarihlidir. Bu durum Baba Çagırgan’ın vefat tarihi hakkında belki bir fikir verebilir. Tastan kare planlı bir yapı olan türbe, kubbelidir ve dıştan piramit külahla gizlenmiştir. 1530/40’da söz konusu zâviyenin Şeyhi Derviş Sah Hüseyin adlı bir kişidir.”

 Çağırgan Baba ile ilgili, genel kültür anlamında önemsediğim Erdem Ekşi’nin bir yazısını da buraya eklemek istedim,yazıda;

“1341 yılında Akkoyunlu devletinin hakimiyeti altında olmakla beraber Çağırgan Baba hazretleri ve onun soyundan gelenler Çağırganlar Zümresi olarak devlet içinde yüceltilmiş ve yükseltilmiştir. Fakat zaviyeyi kuran Çağırgan Zümresinin atası Çağırgan Baba(Es-seyyid Mevlana Şeyh çağırgan İsmail Hakkı veli) hazretleri tarafından Osman Gazi oğlu Orhan Gazi’ye bağlılık olarak kesmiş olduğu vakfiyede belirtmiştir.vakfiyede geçen şu cümleler bu bağlılığın ispatıdır:’’…din ve dünya işlerinin yardımcısı olan Sultan Osmanşah oğlu Sultan Orhan, Allah onun hükmünü ve vilayetini daim kılsın, saltanatı te’yid edüp dostlarına ve yardımcılarına güç versin gücünü kıyamete kadar daim eylesin.Cenab-ı Hak onu fetih ve zaferlerle aziz eylesin onun zamanında Süleymanşah oğlu Nasıreddin büyük saygıya mahzar oldu.Çünkü o babasının kendisi ile iştişare ettiği değerde kişiliğe sahipti.Onun salim düşüncelerle tesis ettiği müesseselerde nice faydalı insanlar yetişti.Keza gelip geçen ve sürekli kalan selef-i salihinin hizmetleri de bu tarzda vuku bulmakla kıyamete kadar faydalar sağlanmıştır…’’

Çağırgan Baba kendisini horasan da yetiştiren ve icazetnamesini veren hocası büyük İslam mutasavvıfı, sofizmin kurucusuda sayılan Hoca Ahmet Yesevi Hazretlerinin talebesi ve halifesi ve bugün Azerbeycan Cumhuriyetinin Başkenti eski Baku şehrindeki edebi istiragahatı olan kümbet türbede yatmakta olan Sultan Ebu Said Hazretleri, namı meşuriyle Ebu’l Hayr olarak bilinen büyük gavs’ada vakfiyesinde bağlılık ve hürmetini göstermiştir:’’…Baş kaldıranları şeriat kılıcı ile yok eden Mevlana Sultan Said ki o tevhid ehlinin namusunu koruyan sultanların sultanı…’’
Çağırgan Baba’nın 155 sene yaşadığı rivayet edilmektedir.Orhan Gazi’den başlayarak Sultan Fatih’in padişahlığının bir kısmına şahid olduğu rivayetleri anlatılmaktadır.
 

Trabzon’un Fethindeki Sır Perdesi

Çağırgan Baba Bizzat Fatih Sultan Mehmet Han’la görüşmüş ve Sultan Fatih’in Çağırgan Baba’nın 3 (üç)gün (kimi kaynaklara göre 7 Gün)misafir olarak onun manevi ilimden faydanmıştır.Çağırgan Baba’nın Trabzon şehrinin manevi fetih komutanı olduğu rivayetleri bilinmektedir.Rivayete göre Trabzon fethi şöyle gelişiyor:’’Fatih Sultan Mehmet han, Trabzon Rum İmparatorluğuna son vererek anadolu birliğini kurmaya karar verir.Orduyu hazırlayarak yola çıkar.Fatih ve ordusu Amasya şehrine ulaştığında orduyu iki kola ayırır.Bir kolu Samsun tarafından sahili takip eder.. Diğer ordu kolu ise Fatih Sultan Mehmet Han önderliğinde iç kesimlerden(Reşadiye-Ş.Karahisdar-Alucra) devam ederek Zıhar Köyüne ulaşır.Fatih Sultan Mehmet ve ordusu Hapen Gediği(geçidi) denilen yere ulaştıklarında artık Zıharşeyh Köyü(Fevzi Çakmak)hudutlarından girmekteler Çağırgan Baba Hazretlerinin mana yüklü zaviyesinin topraklarına…Artık Fatih Sultan Mehmet Han ve ordusu Çağırgan Baba’nın manevi tasarrufu altındadır.Sultan Fatih ve ordusu bu gün kışlaönü denilen düzlüğe otağını kurar.Çağırgan Baba’nın zaviyesindeki mutfağında pişen bir kazan Haşıl Pilavıyla koca ordu 3 gün boyunca doyurulur.Ambardan getirilen bir heybe dolusu arpa ile atlar beslenir.Tabiki Çağırgan Baba sultana göstermiş olduğu tek kerameti değildi.Koca ordu nasıl olurda bir kazan haşıl pilavı ve heybe dolusu arpa ile 3 gün boyunca beslenir.Sonra pilavda ve arpada hiç azalmada olmuyor.Fatih Sultan Mehmet Han, pir-i fani olan Çağırgan Baba’nın yanında kaldığı süre içerisinde onun büyüklüğünü keşfetmişti.Çağırgan Baba’ dan Sultan Fatih kaldığı 3 günde ilim tahsil etmeye çalıştı.


Fatih Sultan Mehmet Han Trabzon’nun fethinin güçlüğü biliyor ve derin düşüncelere dalıyordu.Rum İmparatoru ya kendisinin trabzon’a ordusu ile beraber yürüdüğünü öğrenirse, fetih güçleşebilirdi.Ordusu ile beraber geçtiği yerleşim yerlerinde önceden gerekli istihbarati ve güvenliği alıyordu.Artık Alucra’dan ötede yapacağı yolculuk daha önemliydi.Çünkü ordunun geçeceği güzergahlarda rum köyleri ve rum ortodoks kiliseleri ve manastırları vardı.Fatih Sultan Mehmet Han ve Çağırgan Baba trabzon’a gidilecek güzergahtaki tehlikeleri ve önlemleri planladılar.Sultan Fatih’in Çağırgan Baba’ya Trabzon’un fethinin kendisine nasip olup olmayacağını yönündeki bir soruyu Çağırgan’a yöneltmesi üzerine Çağırgan Baba yatsı namazına müteakip yapmış olduğu murakabe neticesinde Sultana ‘biznillah kan akıtmadan Trabzon Kalesi teslim alınacaktır.Cenab- Allah zaferinizi daim eylesin’ der.Çağırgan Baba böylece trabzon’un fethinin müjdesini sultana Zıharda verir.Sabah olunduğun da otağ ve ordu çadırları sökülür.Sultan Fatih ve ordusu bugünkü Seydi Ahmet Tepesi, Üçköprü(cahmanus) mevkilerinden ilerleyerek Yassı-çimen(Akyatak) yaylasına ulaşılır.Tabiki Fatih Sultan Mehmet han ve ordusunun önünde ordunun ilerlemesi için 400 baltacı, 400 kazmacı, 400 hızarcı, 400 kürekçi’den oluşan yol açan ve yapan bir askeri birlikte bulunmaktadır.Sahil yolundan ilerleyen orduda yassı çimen yaylasına gelerek iki ordunun birleşmesi sağlanarak Trabzon üzerine hareket edilir.
Trabzon şehrine ulaşılırken yol üzerindeki rum köyleri ve manastırları sıkı kontrol altında tutuluyor ve imparatora bilgi uçurulmasına mani olunuyordu.Osmanlı ordusu ağustos ayının sonuna doğru Trabzon önlerine geldiğinde akşam güneşi batmaktaydı.İmparator şaşırmıştı,Fatih ve ordusunun trabzonu fetih etmeye geleceğine dair her hangi bir bilgi ve bulguya sahip değildi.Sadece Fatih’in ordusu ile Alucra’da olduğunu, Akkoyunlu Sultanı Uzun Hasan üzerine yürüdüğü bilgisi ve rahatlığı vardı.Fatih ile Uzun Hasan arasındaki iktidar kavgasını çok bilen Trabzon Rum İmparatoru hazırlıksız yakalanmıştı.Trabzon Rum İmparatoru Sultan Fatih’ten horoz ötümüne kadar kendisine ve ordusuna müsaade etmesi durumunda şehri ve kaleyi Osmanlıya bırakacağını söyleyerek anlaşırlar.Sultan Fatih ve ordusu Trabzona girer ve kaleyi zapt ederler.Yatsı vaktinde kan akıtılmadan Trabzon kalesi Osmanlıların eline geçmişti.Kaleye Osmanlı ordusunun girmesi ile beraber kaledeki horozlar ötmeye başlarlar.Fatih Sultan Mehmet Han, imparatorun ordusunu toplayarak tekrar geri dönerek Trabzon Kalesini muhasara altına alacağını bildiğinden, horozların ötmesi ile beraber ordusuna hücum emrini vererek, imparatorun ordusunu imha edilmesini sağlar.İmparator canını zor kurtarır.İmparator, Fatih Sultan Mehmet Han ve ordusunun açmış olduğu yol güzergahını takip ederek üçköprüde ki manastırlarda saklanarak, ölüm korkusu ile samsun üzerinden Rusya’ya kaçar.Trabzon Fethinin nişanesi olarak m.1461 yılından bugüne kadar Trabzon horozları hep vakitsiz ötmektedir.’Vakitsiz öten horozun başını keserler’ deyimi de fetih zamanından kalmıştır.Horozlar sabahın( tanyerinin) ağırması ile ötmesi gerekiyorken Trabzon’da tam tersi akşamın kararması ile horozlar ötmeye başlamaktadır.Kan akıtılmadan Trabzon şehrinin fethinin müjdesini Sultan Fatih’e veren Çağırgan Baba’nın kerameti olmakla beraber fethinde manevi komutanı olduğunun göstergesidir.
Çağırgan Baba’nın aslanlarla çift yaptığı, geyiklerle harman savurduğuna yönelik bir çok rivayetleri yöremizde anlatılmaktadır.
Çağırgan Baba hazretleri terenli mevkisinde çift sürermiş.Mübareği aslanlar ile çift sürdüğünü gören bir kişi kıranmerek mahallesine (fatih) gelerek Çağırgan’ın aslanlarla çift sürdüğünü anlatır.Mahalleden Nebi bu olaya inanmaz.Aslan buraya nereden gelecek diye düşünerek kalkar gider terenliye bir çortun arkasına saklanarak Çağırgan Baba’yı izlemeye başlar.Bakar ki hakikaten mübarek hoca aslanlar ile çift sürüyor.Nebi geri dönmek ister ki, Çağırgan Baba köylüsü nebiye seslenerek;’gözü görmiyesice, bizim veliliğimizden şüphen mi vardı’ der.O günden sonra nebi’nin soyundan gelen insanlarda belli bir yaştan sonra uzağı görme yeteneğini kaybetmektedir.”

Harun Bostancı’nın , Doç Dr. Enver Çakar’ın danışmanlığında hazırladığı 197 sayfalık Yüksek Lisans tezinin sonuç kısmında da, şu değerlendirmeleri yapıyor;

“İncelemiş olduğumuz Doğu Karadeniz Bölgesinde Osmanlı Döneminde kurulan Tekke ve Zaviyelere bakıldığında bölgeye yerleşen Türk dervişlerinin genel olarak Ahi oldukları görülmektedir. Giresun, Şebinkarahisar ve Gümüşhane-Bayburt yöresinde kurulmuş ilk dönem Türk Zâviyelerinin hangi dini akıma mensup olduğu konusunda tam olarak yargıya ulaşmak mümkün olmamaktadır. Buna rağmen söz konusu Zâviyeleri müstakil olarak incelediğimizde, karsımıza en yaygın örgütlenme olarak Ahi teşkilatları çıkmaktadır. Daha sonraki yüzyıllarda farklı dini akımlara bağlanan tekke ve zaviyeler ilk kurulduklara zaman her hangi bir tarikat veya bir tasavvufi akımla bağlantılarına rastlanılmamıştır.
Beylikler döneminde fetih ve iskân hareketlerine kolonizasyon özellikleri ile katkı sağlayan bu kurumların, Osmanlı idaresinin egemen olmasıyla da birer bayındırlık ve sosyal hizmet kurumu niteligine bürünerek devam ettiklerini görüyoruz. Selçuklu Devletinin 1243 Kösedağ Savası’nı kaybederek merkezi otoriteyi toparlayamaması ile ortaya çıkan boşluğu ahî zâviyelerinin oluşturduğu mükemmel örgütlenmenin giderdiği anlaşılmaktadır. Bu bağlamda toplumsal dayanışmayı, toplum huzurunu bozacak zorbalarla mücadeleyi, tarım ve ticarete dayalı is hayatını organize etmeyi ve toplumun başka ihtiyaçlarını gidermeyi hep bu kurumların sağladığı ortaya çıkmaktadır.

 Osmanlının bölgede hâkimiyetini sağladıktan sonra tüm Anadolu da özellikle Doğu Karadeniz bölgesinde incelemiş olduğumuz Şeyh Mustafa Zâviyesi Giresun İskelesi-Taşhan ve Erimez üzerinden; Hacı Abdullah Halife Zâviyesi Tirebolu-Yağlıdere-Çakrak üzerinden; Şeyh İdris Zâviyesi de Bendehor kalesi (Piraziz) ve Yoğunyokuş üzerinden Şebinkarâhîsar’a ulaşan umumî/ticaret yollarının güvenlik ve imâret hizmetlerini; yollar üzerindeki köprülerin bakım ve onarım hizmetlerini yerine getirmişler, çevre köylerin ve nâhîyelerin teşkilatlanmasını sağlamışlardır

 Derbent görevi gören zaviyeleri devlet özellikle sarp geçitlere, ticaret yolları üzerine kurarak bu zaviyeler sayesinde hem ticaretin hem de güvenliğin gerçekleşmesini sağlamıştır. Osmanlı Devleti’nde özellikle Yavuz Sultan Selim zamanda İran etkisindeki Şii unsurlar, devletin ve toplumun dirlik ve düzenini bozduğu gerekçesi ile önemli bir tehdit algılaması ile mütalaa edilmiştir. Buna karsı zaman zaman güç kullanımına başvurulduğu gibi; çoğunlukla Ahi çukuru köyünde ikâme edilmiş Hacı Abdullah Halife Zâviyesi örneğinde ve emsalleri gibi, medreseler ve Zâviyeler kanalıyla bu tür oluşumların o günün tabiriyle ıslahı yoluna gidilmiştir. Aslında Bâtınî akımların ıslahı, Gayrimüslim yerlilerin de ihtidâsını sağlamak için uygulamaya konulan zâviye-medrese-câmi eksenli malikâne vakıf sistemi Giresun, Trabzon ve Canik (Samsun) vilayetleri kapsamında geçerli bir durum olarak karsımıza çıkmaktadır.

İlk kurulduğu zamanlara ışık tutan tahrir defterlerinde temel özellikleri eğitim, sosyal yardımlaşma, güvenlik ve ticari hayatın akısında güvenlik olarak belirtilen tekke ve zaviyeler,geçen yüzyıllar içinde aslî fonksiyonlarını yitirmiş, kurucu Şeyh efendinin soyundan gelen feodal beylerin ve çevresinin, kurucu şeyhin hatırına sultan veya yerli beyler tarafından tahsis edilen gayrimenkullerden nemalandığı kurumlara dönüşmüştür. Özellikle mâlikâne-vakıf sistemine dayalı olarak isleyen bu türden Zâviyelere ait, XIX. Yüzyılda hazırlanmış arşiv materyallerinin miras taksimine ait belgelere dönüşmesinden bu durumu izlemek mümkündür. Söz konusu Zâviyelerle ilgili belgelerin halîfe, seyh, efendi, pir, dede gibi tasavvufî erminolojiye ait kavramlarla andığı zâviyedârların, son yüzyılda halk arasında artık ağa, bey gibi daha çok yerel feodalizmi andıran kavramlarla izah edilmesi de, bu hususu doğrular niteliktedir.”

Hasan Şeyh Türbesi .. şebinkarahisar




 Kendi adıyla anılan Şebinkarahisar ilçemi-zin 21 
km. uzağındaki hasan Şeyh köyünde bir türbesi, bir çeşmesi ve bir camisi bulunmaktadır. 
Anadolu'nun Türkleşmesi ve İslamlaşması esnasında Hoca Ahmet Yesevi tarafından 
Anadolu'ya gönderilen zatlardan olduğu, altı kardeşi ile birlikte, 700 yıl önce 
Horasan'dan Şebinkarahisar'a geldiği riva-yet edilmektedir. Hasan Şeyh hakkında 
söylenilen iki rivayet vardır. 

Bu rivayetlerden birincisi : Hasan Şeyh Şebinkarahisar'a geldiğinde şimdi adı 
ile anılan bu köye yerleşmek ister, ancak köye geldiğinde görür ki gayr-ı müslim 
olan köy halkı gözleri göremeyecek kadar bir göz hastalığına yakalanmıştır. 
Hasat mevsimi olduğundan hiç kimse ekininin biçememişler-dir, ekin tarlalarda 
çürümeye terk edilmiştir. Bunun üzerine Hasan Şeyh, köylüye bütün buğdayları 
bana götürü verin ben hepsini biçeyim" der. Köy-lüler ise "senin bunların 
hepsini tek başına biçmen mümkün değil, biçemez-sin" derler. Hasan Şeyh 
ise " nasıl olsa siz biçemiyorsunuz, tarlada çürümeye terk etmişsiniz, 
ben tek başıma biçebildiğim kadarını biçerim, siz bana verin ben biçeyim der". 
Bunun üzerine köylüler Şeyh hasanın bu pazarlığını kabul ederler. Ertesi sabah 
kalkarlar ve bakarlar ki ekinler bir gecede biçilmiş. Şeyh Hasan tek başına 
bir gecede ekinleri biçmiştir. Bu hadiseyi bir keramet olarak kabul etmişlerdir. 
Köylüler Şeyh hasanın bu kerameti karşısında korkmuşlar ve kendilerine bir zarar 
gelmemesi için kendi köylerine yakın bir köy olan Ocaktaşı (Gölve9 köyüne kaçmışlardır. 
Hasan Şeyh bu kaçan köy-lüleri bulup onları İslam dinine davet eder ve daha 
önce gözleri kör olan köylüler için dua eder. Duası kabul olan Hasan Şeyhin 
sayesinde bütün köy-lülerin gözleri tekrar eski sağlığına kavuşurlar.

Hasan Şeyhe ait rivayetlerden ikincisi: Bu rivayet hasan Şeyhin yatı-rının türbe 
haline getirilmesi ile ilgilidir. Bundan yüzyıl önce köy halkı Şeyh,n mezarının 
üzerini kapatmak gayesiyle ellerindeki imkanlarla pek itina etmeden etrafı açık 
bir çatı yaparlar. İşi bitirdikten ertesi günü yapılan örtme işinin yerinde 
olmadığına ve mezarın olduğu mıntıkadan dışarıya taş-tığına şahit olurlar. Köy 
halkı bu durum karşısında bu işin mesullerini araştı-rırlar ancak hiçbir neticeye 
varamazlar. O gece hasan Şeyh köyden birçok kişinin rüyasına girer ve örtme 
işinin gelişi güzel yapılmasından dolayı ra-hatsız olduğunu ifade eder. Bu hadiseden 
uzun zaman sonra türbenin üzeri 1980 yılında yine köylüler tarafından yeni baştan 
yaptırılır.



http://www.sebinkarahisar.bel.tr/ alıntıdır..

VEYSEL KARANİ TÜRBESİ..siirt









Veysel Karani (Üveys-i Karnî) (Arapça: أويس القاراني, Farsça: اویس قرنی, Urduca: اویس قرنی, Pencapça: اویس قرنی)  Veysel Karani, Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. 594 yılında Yemen’de bulunan Karen’de doğduğu 657 yılında Sıffin Savaşı sırasında, Hazreti Ali tarafında savaştığı ve 657 yılında öldüğü bilinir. Dinimizde anne sevgisinin büyüklüğüyle anlamlandırılmış bir din büyüğümüzdür. Babasının ismi Amir olduğu için tam adı Üveys Bin Amir-i Kareni‘dir. Babasını 4 yaşında kaybetmiş olup, Deve çobanlığı yapmıştır.
Hz. Muhammed s.a.v. peygamber döneminde yaşamasına rağmen onu Dünya Gözü ile görememiştir. Annesine verdiği sözden dolayı, Peygamber Efendimiz’i göremediği için sahabeden sayılmaz. Muhadramun’dandır. Muhadram tabiri, hadisçilerin ıstılahına göre hem câhiliye zamanını, hem de Peygamberimizin peygamberlik zamanını idrâk edip de Efendimizi (asm) görme şerefine nail olmaksızın, müslüman olanlara verilen isimdir. Üveys el-Karanî hazretleri de bunlar arasında sayılmaktadır. Meşhur hikâyede Medine’ye kadar gitmiş, ancak Hz. Muhammed (s.a.v.) evde olmadığı için ve annesine verdiği sözden dolayı dönmesi gerektiği için, peygamberimizi göremeden geri dönmüştür. Bunun üzerine Hz. Muhammed ( s.a.v. ) ona hırkasını hediye olarak göndermiştir. Sıffin Savaşı sırasında, Hz. Ali (r.a.) tarafında savaştı ve 657 yılında öldü. Naaşını almaya gelen 3 kabilenin taşıdığı tabutlarda da keramet göstererek göründüğü söylenir. Böylece bu 3 ayrı kabilenin yerleşim yerleri olan Yemen ve Şam’da bulunan türbelerinin yanında Siirt ilinin Baykan ilçesinin ziyaret beldesinde de bir türbesi vardır. 23 Haziran 2014 tarihinde Suriye’deki türbesi DEAŞ tarafından bombalanarak yıkılmıştır.
Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) zamanında Medine’ye gelmedi. Tabiînin büyüklerinden olduğu hadîs-i şerîfte bildirildi. Hazreti Ömer’in halifeliği sırasında Medine’ye geldi. Önceleri kendi memleketi Yemen’de yaşadı. Sonra Basra’ya gitti. Veysel Karânî, Yemen’de iken deve güder, geçimini onunla temin ederdi. Geçimi, yaşaması pek sade idi. Hasta, âmâ ve ihtiyâr annesinden başka kimsesi yoktu. Güttüğü develer için belli bir ücret istemez, ne verirlerse onu alırdı. Fakîr olanlardan hiç ücret almazdı. Aldığının yarısını sadaka olarak fakîrlere dağıtır, kalanını da kendi ihtiyâçlarına ve annesine harcardı.
Onun en önemli vasfı, Peygamberimize ( aleyhisselâm ) aşkı, ibadete canla başla devamı ve annesine saygısıdır. Annesine çok hizmet edip, hayır duâsını almıştır. Veysel Karâni hazretleri gece gündüz ibadet ve tâatle vakit geçirirdi. Kendini halktan gizlerdi. İlk zamanlar herkes ona divane gözü ile bakıyordu. Sonradan onun büyüklüğünü anlayıp, ikram ve hürmet göstermeye başladılar. Bunun üzerine, annesinin vefâtından sonra Karn köyünden çıkıp Kûfe şehrine gitti. Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) vefâtı yaklaşınca, hırkanızı kime verelim? dediler. “Üveys-i Karnîye verin” buyurdu. Resûlullahın vefâtından sonra Hazreti Ömer ile Hazreti Ali Kûfe’ye gelip bulduklarında, onu namaz kılarken gördüler. Namazı bitirip selâm verince, Hazreti Ömer, kalktı ve selâm verdi. Selâmı aldı. Hazreti Ömer “İsmin nedir?” diye sordu. “Abdullah, ya’nî Allah’ın kulu” dedi. “Hepimiz Allah’ın kullarıyız; esas ismin nedir?” diye sordu. “Üveys” dedi. “Sağ elini göster” buyurdu. Gösterdi. Hazreti Ömer; Peygamber efendimiz size selâm etti. Mübârek hırkalarını size gönderip, “Alıp giysin, ümmetime de duâ etsin” diye vasıyyet etti, dedi.
Veysel Karânî’ye hediye edilen Hırka-i şerîfin bir parçası, Van civarında İrisân beylerine kadar gelmiş ve 1618 senesinde, Osmanlı padişahlarından Sultan İkinci Osman Han’a getirilip hediye edilmiştir. Sultan Abdülmecid Han, bu Hırka-i şerîf için Fâtih civarında (Hırka-i şerîf) câmi’ini yaptırmıştır. Her sene Ramazan ayında camekân içinde halka ziyâret ettirilmektedir.  Yunus Emre tarafından onuruna, ‘Yemen illerinde Veysel Karani’ adlı on kıtalık şiir yazılmıştır.
Buyurdu ki:
“Allahü teâlâyı tanıyana hiçbir şey gizli kalmaz.”
“Ey insan bu fâni hayatta Allah korkusunu kalbinden çıkarma! Kurtuluş çaresi O’na itaattedir.”