Eroğlu Nûri Türbesi..antalya .elmalı
Tam adı, Eroğlu Nûri Yahşi Efendi’ dir. Elmalı İlçe Halk Kütüphanesi’inde şiirlerinin bulunduğu bir mecmûadaki “Merhum ve mağfûrun leh Eroğlu, ismühü eş-şeyh Yahşi Efendi…” kaydına göre adı Yahşi, lakabı Eroğlu’ dur. Her ne kadar Abdullah Ekiz, bu kayıttan hareketle, onun adının Yahşi olduğunu ve Nûri isminin “yerel olmayan kaynaklarda” geçtiğini, dolayısıyla dayanağı olmayan bu adı kullanmaktan sakındığını belirtmekteyse de Eroğlu’ nun bizzat kendisi, şiirlerinden birinin bitiş dörtlüğünde ismini “Nûri” olarak vermektedir:
“İsmin Nûri cân gıdâsı, aslıdır verir Hudâ’sı
Eroğlu’ dur en gedâsı, biz esmâ-yı Halveti’ yiz”
Şu halde “Nûri” isminin ona ait olduğu husûsunda hiçbir şüpheye mahal kalmamaktadır. Elmalı ya da Elmalı ile Finike arasında bir yerde doğduğu belirtilen Eroğlu Nûri’ nin doğum tarihi bilinmemektedir. “Ümmi” sıfatını Eroğlu kendisi için kullanmasa da Malatî mahlası şâir bir dervişi, onun için: Ol şarabın sâkisi Eroğlu Nûri’ dir bugün, bezm-i dosta lâyık olan durmasın gelsin beri denmektedir. Bu da gösteriyor ki, Ümmî sıfatı burada sûfiyâne bir mânâda kullanılmakta ve Vâhib-i Ümmî’ den itibaren silsilenin bütün kâmilleri için söylenmektedir. Âilesi hakkında pek bir bilgiye sahip olamadığımız Eroğlu Nûri’ nin muhtemelen Finike’ de veya oraya yakın bir belde olan Turunçova’ da ikamet ettiği anlaşılmaktadır. Yaşadığı yörenin bugünkü durumuna ve bazı şiirlerinde ekincilikle ilgili motifler kullanmasına bakılırsa, onun geçimini zirâatle kazandığı sonucuna varılabilir. 1012/1603 senesinde Finike’ de vefat eden Eroğlu Nûri’ nin mezarı, Finike’ nin kuzey-batı yönündeki Turunçova’ da Alacadağ’ ın zirvesine yakın bir yerdedir. Taş ve kayalarla kaplı mezar, basit bir şekilde demir çubuklarla çevrilmiştir. Onun mezarıyla ilgili olarak Bursa’ lı Mehmed Tâhir’ in “Kula ile Eşme kazâları arasında nâmına muzaf Eroğlu karyesinde medfûndur” şeklinde verdiği yanlış bilgi, başka yazarlar tarafından da aynen tekrarlanmıştır. Kaldı ki, Elmalı İlçe Halk Kütüphanesi’ nde bulunan bir mecmuada; onun Finike’de medfûn bulunduğu kayıtlıdır. Halvetiyye’ nin Ahmediyye kolu silsilesi, Yiğitbaşı Veli ve şeyhi Vâhib-i Ümmi ’den sonra Eroğlu Nûri’ ye geçer. Mürîdi Sinan-ı Ümmi, Divan’ ındaki bazı şiirlerinde onu saygıyla anar:
”Bu sırra erdiğim hâlim sorarsan
Baş kodum bir zaman yollar içinde
Ümmi Sinan Eydür Eroğlu derler
İsmini şeyhimin iller içinde”
“Yâ İlahî! Sen meded eyle ki bu Ümmi Sinân aldanıp düşmeye tâ kim bunda mekr ile âlâ Pîr-i azizdir Eroğlu hürmetine kıl nazar Tâ varıp dergâhına ol zatının âsân bula" Kaynaklarda, Tasavvuf bi’ t Tarikat (Risale-i Şerif Elmalî Eroğlu Efendi) Mir’ âtü’ l –Aşıkin ve Divan-ı İlahiyat adında üç ayrı eseri olduğu kayıtlı bulunmakla birlikte, bunlardan ilk ikisinin ayrı başlıklarla istinsah edilmiş aynı eser olma ihtimali yüksektir. Esâsen ikinci sırada saydığımız eser günümüze ulaşmış değildir. Tasavvuf bi’ t-Tarikat adlı risalesi, tasavvuf ve mürşidin gerekliliğini izah sadedinde talibler için yazılmış “Tasavvufa giriş” mâhiyetinde bir eserdir. Dîvâniçe-i İlahiyat ise 51 adet ilahinin bulunduğu mürettep olmasa da küçük bir divan niteliğindedir. Şiirlerini aruz ve hece vezinleriyle, yer yer kafiye ve redif üzere Türkçe olarak yazan Eroğlu’ nun, bir şair olarak çok başarılı olduğu söylenemez. Nitekim şiirlerinde yer yer vezin ve kafiye yanlışlıklarına rastlanmaktadır. Bununla birlikte, yukarıda saydığımız Abdülvehhablı sûfilerin diğer karakteristik özelliklerini taşır. Ayrıca Ahmed-i Yesevi’ den Hacı Bektaş-ı Veli’ ye, Yûnus Emre’ den Yiğitbaşı Veli’ ye ve Âşık Paşa’ ya kadar uzanan çizgide olduğu gibi, Vahib-i Ümmi’ nin öğrencisi Eroğlu Nûri’ de tasavvuftaki “dört kapı-kırk makam” anlayışını sürdürmüştür. Yöre halkı arasında “Eren” olarak bilinen Eroğlu Nûri Hz. ile ilgili yaygın bazı söylenceler bulunmaktadır. Türk Halkbilimi uzmanlarının ayrıca değerlendirmesi gereken bu anlatılara göre, halk arasında bu erenin pisliği ve pis insanları kabul etmediği yönünde yaygın bir inanç vardır. Ziyarete giden insanlar orada bir şeyler yiyip içse ve çöplerini de orada bıraksa bile Allah’ ın hikmetiyle sabaha kadar orada hiçbir şeyin kalmadığı söylenmektedir. İklim şartları ve fiziksel konum da buna müsaade etmemektedir. Yrd. Doç. Dr. Melek Dikmen’ in tespitlerine göre Alacadağ köyü muhtarı konuyla ilgili olarak şahit olduğu iki olaydan bahsetmiştir:
”Elmalı ve Kumluca’ dan gelen kadın ve erkeklerden oluşan kalabalık bir grup ereni ziyarete gittik. Erkekler yukarıya yatırın yanına çıkıp Kur’an okuyup dualar etti. Kadınlar alttaki köşkün yanında bulunuyordu. Eşim âdetli olan varsa içinizde gitmesin diye uyarmasına rağmen kadınlardan birisi” bir daha gelirim veya gelemem düşüncesiyle kadınlar arasındaki gruba katılıp diğer kadınlarla birlikte yukarıya çıkmış ikindi namazını kılıp Yasin okuyan erkeklerin yanına kadınların gelmesiyle birlikte insanı götürecek şiddette bir kasırga geldi.” İkinci olayda da erkeklerden birisinin uygunsuz bir durumda ziyarete gitmesi ile ocakta yanmış gibi kabarmış bir vaziyette döndüğü ifade edilmiştir. Erene ziyarete gidenlerin, genellikle mezarın yanında uykuya yattığı, çok kısa bir süre de olsa rüyada görülen şeylerin gerçekleşeceği inancı mevcuttur. Çocuğu olmayanların bu yatıra gelerek adakta ve dilekte bulunduğu, kurban kesip kan akıttığı, kısa sürede olsa uyuduğu, gördüğü rüyaya göre amel ettiği yaygın bir inanç olarak göze çarpmaktadır. Asarönü köyünden üç kızı olan birinin hiç oğlu olmadığı için bir gün erene ziyarete gidenlerle birlikte gidip orada uyuduğu, rüyasında kundağa sarılı bir erkek çocuğunun kendisine verildiği ve devam eden süreçte de bir oğlan çocuğunun olduğu da anlatılanlar arasındadır.
Anlatılan başka bir olaya göre, Antalya Koyunlar’ da Tahtacı olarak bilinen Alevilerden ormanda kesim yapan bir adamın altı tane çocuğu doğmuş ve her biriside doğumdan on gün sonra ölmüştür. Erene gidip mevlit okutan bu adamın bir oğlu olmuş ve yaşamını sürdürmüş ve bunun üzerine yedi yıl her yaz gelip burada mevlit okutmuştur. Şimdi yirmi yaşlarında olan çocuğun adı da Eren konmuştur. Zira orada görülen rüyanın, ziyaret ve adağın akabinde dünyaya gelen erkek çocuklara Eren adının verilmesi şeklinde bir uygulamada bulunmaktadır. Eroğlu Nûri ile ilgili olarak anlatılanlarda göze çarpan ortak bir husus da, parlayan bir ışıktır. Anlatıldığına göre 1951 yılında Alacadağ’ dan dan Halil Efendi Hoca olarak bilinen bir kimse trafik kazası geçirir ve yaralı olarak deniz yoluyla Antalya’ ya götürülür. Giderken Alacadağ üzerinden saban demiri gibi bir yıldız ve ışığın göründüğü anlatılır. Bunun üzerine Halil Efendi Hoca çocuklarına öldüğü yere defnetmelerini vasiyet eder ve Antalya mezarlığına defnedilir. Ayrıca 1975 yılında Kıbrıs savaşı sırasında mezarın bulunduğu tepeden kuyruklu yıldız gibi bir topun atıldığı halk arasında bilinen bir olaydır. Bazı geceler bu tepede kendiliğinden ışık yandığına da şahit olunmaktadır. Böyle durumlarda halk arasında “Bugün yine sabaha kadar erende ışık yandı” denilmektedir.
Turunçova Merkez Camii eski imalarından Âdem Hâfız’ ın “Finike çukuru ayakta duruyorsa, Eroğlu ve onun gibi zatların hatırına ayakta durmaktadır.” Şeklindeki sözü, yöre halkı tarafından çok hürmet edilen Eroğlu Nûri’ nin halk muhayyilesindeki manevi şahsiyetini ifade etmesi bakımından oldukça önemlidir.
“İsmin Nûri cân gıdâsı, aslıdır verir Hudâ’sı
Eroğlu’ dur en gedâsı, biz esmâ-yı Halveti’ yiz”
Şu halde “Nûri” isminin ona ait olduğu husûsunda hiçbir şüpheye mahal kalmamaktadır. Elmalı ya da Elmalı ile Finike arasında bir yerde doğduğu belirtilen Eroğlu Nûri’ nin doğum tarihi bilinmemektedir. “Ümmi” sıfatını Eroğlu kendisi için kullanmasa da Malatî mahlası şâir bir dervişi, onun için: Ol şarabın sâkisi Eroğlu Nûri’ dir bugün, bezm-i dosta lâyık olan durmasın gelsin beri denmektedir. Bu da gösteriyor ki, Ümmî sıfatı burada sûfiyâne bir mânâda kullanılmakta ve Vâhib-i Ümmî’ den itibaren silsilenin bütün kâmilleri için söylenmektedir. Âilesi hakkında pek bir bilgiye sahip olamadığımız Eroğlu Nûri’ nin muhtemelen Finike’ de veya oraya yakın bir belde olan Turunçova’ da ikamet ettiği anlaşılmaktadır. Yaşadığı yörenin bugünkü durumuna ve bazı şiirlerinde ekincilikle ilgili motifler kullanmasına bakılırsa, onun geçimini zirâatle kazandığı sonucuna varılabilir. 1012/1603 senesinde Finike’ de vefat eden Eroğlu Nûri’ nin mezarı, Finike’ nin kuzey-batı yönündeki Turunçova’ da Alacadağ’ ın zirvesine yakın bir yerdedir. Taş ve kayalarla kaplı mezar, basit bir şekilde demir çubuklarla çevrilmiştir. Onun mezarıyla ilgili olarak Bursa’ lı Mehmed Tâhir’ in “Kula ile Eşme kazâları arasında nâmına muzaf Eroğlu karyesinde medfûndur” şeklinde verdiği yanlış bilgi, başka yazarlar tarafından da aynen tekrarlanmıştır. Kaldı ki, Elmalı İlçe Halk Kütüphanesi’ nde bulunan bir mecmuada; onun Finike’de medfûn bulunduğu kayıtlıdır. Halvetiyye’ nin Ahmediyye kolu silsilesi, Yiğitbaşı Veli ve şeyhi Vâhib-i Ümmi ’den sonra Eroğlu Nûri’ ye geçer. Mürîdi Sinan-ı Ümmi, Divan’ ındaki bazı şiirlerinde onu saygıyla anar:
”Bu sırra erdiğim hâlim sorarsan
Baş kodum bir zaman yollar içinde
Ümmi Sinan Eydür Eroğlu derler
İsmini şeyhimin iller içinde”
“Yâ İlahî! Sen meded eyle ki bu Ümmi Sinân aldanıp düşmeye tâ kim bunda mekr ile âlâ Pîr-i azizdir Eroğlu hürmetine kıl nazar Tâ varıp dergâhına ol zatının âsân bula" Kaynaklarda, Tasavvuf bi’ t Tarikat (Risale-i Şerif Elmalî Eroğlu Efendi) Mir’ âtü’ l –Aşıkin ve Divan-ı İlahiyat adında üç ayrı eseri olduğu kayıtlı bulunmakla birlikte, bunlardan ilk ikisinin ayrı başlıklarla istinsah edilmiş aynı eser olma ihtimali yüksektir. Esâsen ikinci sırada saydığımız eser günümüze ulaşmış değildir. Tasavvuf bi’ t-Tarikat adlı risalesi, tasavvuf ve mürşidin gerekliliğini izah sadedinde talibler için yazılmış “Tasavvufa giriş” mâhiyetinde bir eserdir. Dîvâniçe-i İlahiyat ise 51 adet ilahinin bulunduğu mürettep olmasa da küçük bir divan niteliğindedir. Şiirlerini aruz ve hece vezinleriyle, yer yer kafiye ve redif üzere Türkçe olarak yazan Eroğlu’ nun, bir şair olarak çok başarılı olduğu söylenemez. Nitekim şiirlerinde yer yer vezin ve kafiye yanlışlıklarına rastlanmaktadır. Bununla birlikte, yukarıda saydığımız Abdülvehhablı sûfilerin diğer karakteristik özelliklerini taşır. Ayrıca Ahmed-i Yesevi’ den Hacı Bektaş-ı Veli’ ye, Yûnus Emre’ den Yiğitbaşı Veli’ ye ve Âşık Paşa’ ya kadar uzanan çizgide olduğu gibi, Vahib-i Ümmi’ nin öğrencisi Eroğlu Nûri’ de tasavvuftaki “dört kapı-kırk makam” anlayışını sürdürmüştür. Yöre halkı arasında “Eren” olarak bilinen Eroğlu Nûri Hz. ile ilgili yaygın bazı söylenceler bulunmaktadır. Türk Halkbilimi uzmanlarının ayrıca değerlendirmesi gereken bu anlatılara göre, halk arasında bu erenin pisliği ve pis insanları kabul etmediği yönünde yaygın bir inanç vardır. Ziyarete giden insanlar orada bir şeyler yiyip içse ve çöplerini de orada bıraksa bile Allah’ ın hikmetiyle sabaha kadar orada hiçbir şeyin kalmadığı söylenmektedir. İklim şartları ve fiziksel konum da buna müsaade etmemektedir. Yrd. Doç. Dr. Melek Dikmen’ in tespitlerine göre Alacadağ köyü muhtarı konuyla ilgili olarak şahit olduğu iki olaydan bahsetmiştir:
”Elmalı ve Kumluca’ dan gelen kadın ve erkeklerden oluşan kalabalık bir grup ereni ziyarete gittik. Erkekler yukarıya yatırın yanına çıkıp Kur’an okuyup dualar etti. Kadınlar alttaki köşkün yanında bulunuyordu. Eşim âdetli olan varsa içinizde gitmesin diye uyarmasına rağmen kadınlardan birisi” bir daha gelirim veya gelemem düşüncesiyle kadınlar arasındaki gruba katılıp diğer kadınlarla birlikte yukarıya çıkmış ikindi namazını kılıp Yasin okuyan erkeklerin yanına kadınların gelmesiyle birlikte insanı götürecek şiddette bir kasırga geldi.” İkinci olayda da erkeklerden birisinin uygunsuz bir durumda ziyarete gitmesi ile ocakta yanmış gibi kabarmış bir vaziyette döndüğü ifade edilmiştir. Erene ziyarete gidenlerin, genellikle mezarın yanında uykuya yattığı, çok kısa bir süre de olsa rüyada görülen şeylerin gerçekleşeceği inancı mevcuttur. Çocuğu olmayanların bu yatıra gelerek adakta ve dilekte bulunduğu, kurban kesip kan akıttığı, kısa sürede olsa uyuduğu, gördüğü rüyaya göre amel ettiği yaygın bir inanç olarak göze çarpmaktadır. Asarönü köyünden üç kızı olan birinin hiç oğlu olmadığı için bir gün erene ziyarete gidenlerle birlikte gidip orada uyuduğu, rüyasında kundağa sarılı bir erkek çocuğunun kendisine verildiği ve devam eden süreçte de bir oğlan çocuğunun olduğu da anlatılanlar arasındadır.
Anlatılan başka bir olaya göre, Antalya Koyunlar’ da Tahtacı olarak bilinen Alevilerden ormanda kesim yapan bir adamın altı tane çocuğu doğmuş ve her biriside doğumdan on gün sonra ölmüştür. Erene gidip mevlit okutan bu adamın bir oğlu olmuş ve yaşamını sürdürmüş ve bunun üzerine yedi yıl her yaz gelip burada mevlit okutmuştur. Şimdi yirmi yaşlarında olan çocuğun adı da Eren konmuştur. Zira orada görülen rüyanın, ziyaret ve adağın akabinde dünyaya gelen erkek çocuklara Eren adının verilmesi şeklinde bir uygulamada bulunmaktadır. Eroğlu Nûri ile ilgili olarak anlatılanlarda göze çarpan ortak bir husus da, parlayan bir ışıktır. Anlatıldığına göre 1951 yılında Alacadağ’ dan dan Halil Efendi Hoca olarak bilinen bir kimse trafik kazası geçirir ve yaralı olarak deniz yoluyla Antalya’ ya götürülür. Giderken Alacadağ üzerinden saban demiri gibi bir yıldız ve ışığın göründüğü anlatılır. Bunun üzerine Halil Efendi Hoca çocuklarına öldüğü yere defnetmelerini vasiyet eder ve Antalya mezarlığına defnedilir. Ayrıca 1975 yılında Kıbrıs savaşı sırasında mezarın bulunduğu tepeden kuyruklu yıldız gibi bir topun atıldığı halk arasında bilinen bir olaydır. Bazı geceler bu tepede kendiliğinden ışık yandığına da şahit olunmaktadır. Böyle durumlarda halk arasında “Bugün yine sabaha kadar erende ışık yandı” denilmektedir.
Turunçova Merkez Camii eski imalarından Âdem Hâfız’ ın “Finike çukuru ayakta duruyorsa, Eroğlu ve onun gibi zatların hatırına ayakta durmaktadır.” Şeklindeki sözü, yöre halkı tarafından çok hürmet edilen Eroğlu Nûri’ nin halk muhayyilesindeki manevi şahsiyetini ifade etmesi bakımından oldukça önemlidir.