BABAİLER - AHİLER- BEKTAŞİLER ÜÇÜNCÜ BASKI YENİÇAĞ MATBAASI İSTANBUL 19 4 8 Kırşehir : -14/7/1948 Tarihte Kırşehir • Orta Anadolunun yayla bölgesinde, Kızdırmakla Delice çayının kollan arasında, eski kervan yollarının üzerinde bulunan Kırşehir ilinin çağlar boyunca insan topluluklarına barınak olduğu: dört çevresini saran inler, ma- ğaralar . [1], kaleler, köprüler, örenler, yollar, kervansaraylar, kaplıcalar, toprağın altında ve üstünde rastlanan san’at eserlerinden, hâlâ yaşıyan yer adlarından bellidir. Zaman ve asırların akışı içinde birbiri üstüne yığılan katların derinliklerinde uyuyan milletler ve medeniyetlerin hüviyetlerini aydınlığa çıkartmak, şüphesiz, ilmin ışığı altında yapılacak metodlu ve sabırlı kazılar ve araştırmalarla ancak mümkün olabilecektir. Etilenin Akuva Saravena yani suşehri, Yunanlılar ve Romalıların Chamanen, Mokissos, Pamassos, Bizanslılar’m Jüştinianopolis [2], Selçuk- [1] İnler, mağaralar ve höyükler hakkında kitabımızın ikinci cildinde bilgi verilecektir. [2] «Kadim çağda Kırşehir ve dolaylarına ait araştırmalar bilhassa Ram- say tarafından The Historical Gerography of Asia Minör adlı kitabında yapıl- mıştır. Eser, görüş bulanıklığının bir örneğidir. Ruge’nin Real Enzyklopedie für Altertumswissenschaft*ında (kadim çağ ilminin gerçek ansiklopedisinde) Mokis- sos başlığı altında 1932 yılı çıkmış olan etüd okadar derin değildir. Etüd, müel- lifin tarihî coğrafya meselelerini beceremediğini gösteriyor. Kırşehir havalisine Yunanlılar tarafından Chamanene adı verildi. Mokissos, Parnassos ve Dorra kentleri bu havalide bulunuyorlardı. Bu üç yer adının şekilleşmesi. çok eski, ihtimal kalkolitik (bakırlaş) devrine ve en geç bakır çağma ait soiıeklerin bahis konusu olduğunu gösterir. Eti kaynaklarında, bu üç isim henüz bulunamadı.* «Kırşehir ne vahisine dair -ilk coğrafya haberleri, Roma’nm son Seyirlerin- den kalmadır. O vakitler Kırşehir, başkenti Kayseri olan Kapadokya eyaletine mensuptu. 371 yılında Kayser Valens, Kapadokya eyaletini iki kısma böldü: Kırşehir, başkenti Tyana (bugünkü Bor) olan ikinci .Kapadokya (Capadocia se- cunda) eyaletine düşüyordu. Kayser Justinianus zamanında* üçüncü bir bölün- me oldu; Justinianus, üçüncü Kapadokya (Kapadokya tercia). .eyaletini kurdu ki bunun başkenti Justinianopolis adına çevrilen 'Moksissos idi. Fakat öyle görü- nüyor ki> (ihtimal biraz -daha sonra) ikinci Kapadokya eyaleti kaldırılmış ve Mokissos (hemen eski ismini .tekrar alarak) ikinci.. Kapadoky’nin f merkez noktası hâline getirilmişti.» : «Mokissos’un yerine dair kesin bilgi veren kaynak, Bizansh müellif Proco- İuların bir ara Gülşehri adını verdikleri bozkırların kuru ve çatlak bağrında gözlere ve gönüllere huzur veren bu yemyeşil şehri: eski İstanbul - Bağdat caddesi üzerinde, Ankara’nın 185 kilometre güneyinde Kervansaray ve Baranlı dağlarının karşılıklı bir boğaz hâlinde darlaştırdığı vadinin 20 Km. . göğsünden süzülüp akan, ; 25 Km, , sonra rKızıhrmağa dökülen Kılıçözü; 4 pius’un yapılar üzerine yazdığı eserin: 5 inci kitabının 4 üncü faslındaki malûmat- tır. Orada şöyle deniliyor: Ova içinde bulunan Mokissos kalesi harap olmuştu, j Bunun üzerine Juştinian eski kalenin batı tarafına düşen çetin, fevkalâde sarp ' ve bir saldırgan için erişilmez olan arazide yeni bir meskûn' yer bina efctv-Bamsay, ulaştırma, durumuna dair umumî mülâhazalara dayanarak, \ve ! keza Proçopius’un yçr^ği bu : malûmat ^JCırşehir ■ kalesinin bulunduğu yeri göstermiş olsa gerek- tir. Kanaatma vararak, Mokissos’u Kırşehir’le .aynüeştirmiştir. Lâkin bu^'ayni- leştirme «idantifikasyon» lehine ağır basan bir başka mülâhaza daha var: Kırşehir havalisinde çok defa Therma adlı bir yer bahis konusu olur. • Bu -bih hassa ■» «Boğazköye yakın» Tavium’dan Kayseriye gidecek yolu gösteren bir. seyahat -rehberinde görülür. İşte Ramsay Therrna’yı Kırşehir’le - bir - tutuyor. Doğrusu, Boğazköy’den Kayseri’ye yapılacak bir, -sey abatta niçin Kırşehir dize- rinden dolaşan yolu seçmek icap ..edeceğini bir türlü aklım almıyor. Bana öyle I geliyor ki, Thermaya daha yakın ayniyet «idantifikasyon» gösteren yer bugün- i aTer^i jBamam!dır; ; halbuki ,^amsay > ona başka,, bir yeri,; yam: , Aquae Sara- j- venae’yi aday gösteriyor., Kırşehir’de maden suları bulunduğu, Procop’un verdi- I ği malûmattan dahi meydana çıkıyor. Aklımın erebildığine göre, bu dâhi gene .Therma., ile Mokoşsos’u aynileştirmek için yeter bir dayanak noktası değildir. «Bu sonuncu noktayı ancak takviye edici bir vesika diye ele aldığıma takdirde, dahi, Ramşay’ın . Mokisşoş’u, Kırşehir’le . aynilşştirmesi bana, gayet kabule değer bir faraziye .gibi .geliyor. Kupert, Ramsay’ e katılıyor. ::Ruge işe bilâkis Şüphede kalıyor. Ve , } Kırşehir’in bülundüğu .yere dair bütün bildiğimiz , şey, sa- dece .onun . kayseri batı kuzeyine ; düşen , Halyas «Kızılırmak» havalisini göster- diğinden ibarettn% . (pyor. « Ankara - «Kayseri caddesi Roma . zamanında henüz . Kırşehir’den . geçmi- yordu. O vakitler henüz Kızılırmağm ,iki defa geçilmesinden sakınılıyordu. «Chamenene’in >öteki eyerlerine . gelince, Parnasşos kenti, ; Mortmann ; .tar:afm- dan Kırşehir’le ^aynileştirildi. Ramsay ise, Parnassosün Kızılırmak üzerinde bulunduğunu isbat v ediyor ye ona tam Kırşehir batısında ye filhakika. ırmağın batı ^ kıyısında bir mahal farz ve kabul ediyor. Kırşehir’den akıp geçen çayca- ğızın Kızdırmağa katıldığı yere, Ramsay "önemli Nyassa kentini -yerleştiriyor. •Yukarıda anılan Dorra’yı «başka adı ile Odoğra» yi, Ramsay, Mucur. yyâhut •Hacıbektaş semtine yerleştiriyor. ^Nihayet, Ghamannene’de Zama adlı bir -yer daha var : ki, Ranısay’e göre aşağı'^ yukarı Kırşehir ile Ye*köy ^arasına ^düşüyor. Şn sonra . gelen Andraqua yahut Andrapa ise, ?Parnassosün -on iki * mil «kuzeyine ve : Gadia yahut Galia da, Andraka’nm dokuz mil ^kuzeyine geliyor. .. «.Şimdi aklıma geliyor : Hâttâ ;PJ|nus’ta rastlanan ve : Chamannçne diye .andan hayali adı, acaba Kırşehir’e giden otomobil yolunun ikiye ayrıldığı / nok- tada bulunan bugünkü Kaman kasabasının adı olarak kalmış olamaz mı? her halde bu mahallin bir höyüğünde yahut bir eski meskûn yerinde araştırma .yapıimksi-gârekiyor.» • -[Prof, Benno .Handşberger,] . ... Km. batısında sıra danan Obruk, Çukurçayır, Akbayır, Şalgöşteren - Şehh gösteren sırtlarından beslenen Hılya - Hırla ve Terme ılıcaları; 7 Km. doğu- sunda Kındam tepelerinden çağlayan Ökse ve Kılıççı çayları ve bu gümüş kdîlârm sardığı altlaş dekor içinde îpsallaz, Ilİelz, Garipler, Değirmenderesi, Çâ^değirmeni, İkizârası, ÜçgÖz, Büngüldek, Öz ve Dinek bağlarından blin- ğüî büîiğül kaynayan biHûr gibi sular yaratmış ve işlemiştir. İlk > çağlarda kurulan şehirlerin karakteristik vasıflarını bağrında toplayan Kırşehir’in tam göbeğinde Kılıçözü çayının kıyısında yükselen Höyük-Kale [3]: Birbirine bakışık bir dizi hafinde oıfuklara uzanan höyük- ler ve yolları, çevresinde kurulan mahalle ve mabetlâri, pazar ve panayır- ları, arasta ve hedestenleıû ^ozötler ve ! körür . ' İ0 Kın. kuzy indeki Gemele kalesi, Kervansaray, Baranlı ve Naldöken ‘sâVühâkîâri; 1 Km. hatısmdâ sırtını aşılmaz Kurtbeli’ne dayamış Demirkapı geçidi; gene 7 Km. doğusun- da, Kırşehir - Kayseri şosesi üzerinde Gölhisar surkaplsı; ' 10 Km. batısında Emirburnu, Sevdiğin höyüğü; daha gerilerinde Yağmurlu, Kulbak [4], yf3] Kasabanın göbeğinde, Kılıçözü çayının kıyısında bulunan höyüğe halk, kale demektedir. Yüksekliği 35, , kutru 200 - 250 metredir. «Kalede evi, Kundamda bağı olmayana kız Verilmez» riyavetihe göre vaktiyle daha ğemş ^olduğu, ..üze- rinde evler bulunduğu ^Üâ|iîhâaktâdır. Nitekim .."40 - 45 yıl önce şimdi taîelbe ^ânMyönü ölan binanın temeli ? kazılırken insan kafa tası ve kemikleri, büyük ®ipîer tdtİâİâry v on de tepeye çıkmak için yol yapılırken kantar kabağı ‘ şeklinde < Eti eseri olduğu söylenen /bir . vâzu bulunmuştur. Aziz J îştera- badı’nin Bezmürezim adlı kitabında Kadı Bürhaneddin’in rakibi OsmanlIlar a karşı tamir ettirdiğini mübalâğalı bir şekilde yazdığı bu kalenin dış sur kapı- larından birisinin kasabanın yedi kilometre doğusundaki Gölhîsar’da, diğer kapısının da dört kilometre batışında Çukurçayır ile Şal gösteren arasında Demir kapı denilen mevkide öldüğü bazı kalıntı, ve rivayetlerden belli olmaktadır. Maİen üzerinde Aİâeddin ’câniii, ortaokul ve. talebe pansiyonu binâlan .bulun- makta dian bu tepe şehre Özellik ver^^ eserlerdendir. [4] Kııİbak — ^ l^âşâbânıh; 25 Blömetf e baü-güheym<^ Sıdiklılâr çayının hâkim bir noktasında, Sidikli karşıoba köyünün üzerinde tabiî bir höijrük -halmde yükselen tepenin yamacında bulunan örene Kulbak âdı veril- Hefedir/ÖâcaİBey vaÖiVesmde bu âd‘ geçmektedir. «Kulbak, Türkten bir zahidin adıdır.' Baîasagon Çağında oturan bu zat, eliîe kayalar üzerine yazı yazardı; beyaz taş üstüne yazdığı kara, kara taş üstüne yazdığı beyaz gözükürdü. BuTanrı kulunun eserleri kıyamete kadar baki kala- câktır.» (fcıvân-u Lûğât-it î'ürk. C: 1, S: 3İ94). . • . - Burada bir bina harabesi vardır. İTakın ; zamanîar^ kadar ayakta duran' bu binanın taşlarını Kızılırmağm öbür yakasındaki Koçhisar ilçesine bağlı Çıkınağıl halkı «götürerek cami inşaatında kullanmışlardır. Ayaklarına ve. kemerlerine: göre burasının üstü kubbe ile örtülü, yanları açık bir köşk olduğu sanılmaktadır. Ne- zareti çevresine giren manzara ‘.seyrine doyum olmayacak kadar güzeldir. Yüz, yüz* eİÜ ^metre^ ^ eteklerinden -Sıdiklılâr çayı < aknıakta olduğu ; gibi ; jyapı ^başmdffi^kayâ- lar arasıhdan Kulbak -ç-ayx da ^-bfe^az ^'-köpüklerle ; kaynamaktadır v Bu bihâyh son- Ömerhacıh, Selân uç kaleleri, güney batısında Kabasakal, GÖvîer; güneyinde Koocatepe ve 15 Km. gerisinde Kızılırmak dış güvenini sağlar. 12 kilometre batısındaki Karakurt kaplıcasının vaktiyle kasaba ke- narında olduğu yolundaki rivayetler; bu civarda tek bir kaya üzerindeki yazıdan Eti kıra Harından birisinin oğluna ait saray bulunuşu, diğer, eski eserler; Kasaplar, Demirciler deresi gibi yer adları Kırşehir kasabasının kuruluş yeri, eskiliği ve genişliği hakkında bize aydınlatıcı bir fikir verir. Hacıbektaş Velâyetnâmesinin de panoramasını çizdiği gibi: Öî vakit Kırşehri. ulu şehirdi V Orta yerinden geçen hem nehirdi Ön sekiz bin derler evi.. var idi . •'* Burcu bârûçevresi hisar idi.. KIEŞEHBÎ ADI? Aşağıda ayrıca üzerinde duracağımız H. 290 tarihli Hacı Tura oğlu Şah Mehmed vakfiyesinde Kırşehri adı geçtiğine göre Abbasiler devrinde Darülcihad Anadolu’ya akm eden ve bu topraklarda yerleşen Türk kütleleri tarafından verildiği sanılmaktadır. Bazı tarih meraklısı hemşehri- lerimiz Tevrat’ta Kırşehri isminin geçtiğini söylemekte iseler de biz rastlı- yamadığımız için bu hususta bir şey deyemiyeceğiz; ve buna pek te ihtimal veremiyoruz. Eski kayıtlarda Kir şehri imlâsında yazıldığı için biz de kitabımızın başında bu tarihî şekli muhafaza etmeyi uygun bulduk. radan bir mihrap yapılarak Mescide çevrilmiştir. Kulbak çayının biraz ilerisinde kırmızı bazalttan yapılmış bir insan, heykeli gibi yükselen kayanın her iki yönünde bir nöbetçinin ayakta serbestçe duracağı genişlikte oyulmuş nöbetçi yerleri vardır. Burada yerleşen iki nöbetçi bütün alanı güvenle gözetliyebilir. Kayanın alt tarafında bir takım askeri alabilecek tarzda oyulmuş bir koğuş vardır. Duvarlardaki oyuklara ve içinden sızan sulara .bakan- lar burasının hıristiyanlara mahsus kutsal ayazmalardan birisi olduğunu söyle- mektedirler. Bu harabenin önünde bir sür olduğu, hâlâ kalıntıları gözüken temellerden anlaşılmaktadır. Bu binanın sırtım verdiği’ tepe 100-150 metre yükseklikte tabü bir höyük durumundadır. Bu tepenin üzerine ince bir çılgadaıı atlarla güç çıkabildik. Üzeri oranlama 300 dönüm gelir. Vaktiyle burada binalar olduğu duvar temellerinden, tuğla ve künk kırıklarından anlaşılmaktadır. Tepenin dört bir yanı tabak gibi açık, hiç bir taraftan çıkılmıyacak bir halde sarp ve yalçındır. Kızılırmak beş kilometre güneyinden akmaktadır. Doğu kuzeyinde Yağmurlu, kuzeyinde Yedikardeşler, güneyinde Selân kalesi, batısında Aliölİez dağı, tam yamacında Sevdiğin höyüğü gözükmektedir. Bu durumlara göre burasının bir kale veyahut uc komutanlarının oturduğu bir karargâh olduğu hatıra gelmekte, Sidikli karşı oba köyündeki barut imaline - mahsus kalhane de bu ihtimali kuvvetlendirmektedir. Bu civarlarda eski paralar da çıkmaktadır. Hacı Turaoğlu Şah Mehmet Vakfiyesi Kırşehir’in eski ailelerinden Hacı Çakır oğlu B. Ömer Köker’in elinde bulunan Şah Mehmed Bin Hacı Tura vakfiyesi gerek tanzim tarihi, gerekse içinde geçen şahıs ve yer adları bakımından gerçekten üzerinde durulacak bir önem taşımaktadır. Bilhassa Kırşehri adının geçişi daha çok dikkati çekmektedir. ‘ . Hicretten 290 yıl sonra yazıldığı başındaki kadıların tasdikmdan, altındaki şahitlerin şehadetinden anlaşılan aslı arapça bu vakıfnâme özetine göre. «Masabakta zikrolunan mezrea Hacı Tura’nın milkidir ve hakkıdır, hattâ şu vakfın suduruna kadar Allah için tahtı tasarrufundadır. Maahazâ Kırşehirde kâin Taraz [1] dedikleri karyede çağrılan ve karyede bulunan mezreadan nısfı şayiinin eemiisi ve nısfı bakinin altıda biri olarak herbelâdan muhafaza olundu (bundan sonra 12 den meselenin izahı yapılmaktadır). Adına vakfedilen Şah Mefharünnisa; Mevlânâ Seyid' Mehmed’in zevcesi Şah Paşa nm sulbiye (yani kendi neslinden, zürriy etinden) kızıdır. Bu arazi-i f5J Taraz, orta Asyada İran ile Turan arasındaki iki ticaret yolunun birleştiği noktada bulunan bu eski ve tarihî şehire Bizans ve Çi nlil er Ta-lu-s/ Arapîar Tıraz derlerdi. Taraz hudutlarından Farab’a kadar uzanan bu arazide Oğuzlar, Kartuklar ve Çiğil Türkleri otururlardı. Talakta denilen Taraz: bağları, bahçeleri, gümüş ve maden ocaklarile meşhur, mamur ve müstahkem bir şehirdi. Hattâ Araplar Türklerin güzelliğinden bahsederlerken Tiraziye Türkleri diye tasvir ederlerdi. Bu kelime arapça lûgata da ...güzellik, mânasına girmiştin Taraz havalisinin nasıl münkariz olduğu ve medeniyetinin nasıl çöktüğü hakkında İbni ‘ Fa d alan geniş bilgi verir. Türkler’in müstakbel mukadderatını tayin eden hâdise- lere, sahne olması bakımından da Talas-Taraz, önemli bir yerdir. Emevîler’in kanlı zulümlerinden . müteessir olan Türklerin Horasanlı Ebu .Müslim’in başı . altında hazırladıkları ihtilâl hareketleri bu sahralarda alevlendiği gibi, M. S. 751 yılla- rında Türklerle Çinliler arasında vukua gelen meydan muharebesi Talas-Taraz suyu kenarlarında Türkler’in zaferile sofıa erince Türklerin batıya doğru dönme- lerine, Abbas oğullarım hükümetinde hâkimiyet ve idareyi ellerine almalarına ve toptan ıslamiyeti benimsemelerine ve bu uğurda bayraktarlık yapmalarına âmil olmuştur. — Fuad Köprülü: Türk Edebiyatında İlk Mutesavvifler. Zeki Velidi: Taaih Kongresi Zabıtları. H. Namık Örkun: Eski Türk Yazıtları. T. T. T. Kuru- munun yayınları. — ' ; . • ^ İşte Kırşehir’deki Araz-Taraz, Kayserdeki Talaş akıncı Türklerin Anado- u ya armağanlarıdır. Bu arazı içinde Karlı -Kar sadur adında da yerler bulun- tSCİÎ Y* mevkuf e bir kıt’a arazi ki Kemaıettdin demekle maruf ve müştehir olduğu için hududunu beyandan müstağnidir. Bundan sonra oğul evlâdına, nesil- den, nesile, batından batma vakf-ı sahih-i şer’î ile vakf olundu. Şu hâle nazaran bildirilen şartlan hâiz zevata vakfedilen arazinin hududu beyan olunur ki: Gündoğusu Selemencik karyesi, yol ve Kmdırapmar’ı - ki Pmarağzı denmekle maruftur. - Sağ tarafı Borkaya ve sol tarafı Çalıkavak ve poyrazı Gedemenbeli’dir. Gedemenbeli’nin sağ tarafı Çıralıgedik, sol tarafı MalÖrenbeli ve nişanları üç tepedir. Günbatısı Akçaviran’dır. Arazinin diğer kıtasının hududu beyan olunur ki: Sağ tarafı Çakırlı ve sol tarafı Taşocağı ve kıblesi Yassıöyük ve sağ tarafı Kervanyohı ki nişanı tepeye muttasıldır, sol tarafı Akbor, Kerkeskaya’dır. Yani bu zikrolunan arazinin cümlesi i yarı bölünmemiş (msfuş-şayia) hisseye muhtastır; yani kalan yarı- nuı altıda birisi - ki huduttan, hukuktan, tevabiden, levahikten ve nehr~i carinin (ırmak dediğimiz kasabanın ortasından geçen Kılıçözü çayı — C.T.) dâMlinde bulunan subasar arazi ve nehricârînin haricinde bulunan kıraç arazinin umumu ve hususu ve bu arada mevcut bulunan bağ ve bahçenin hepisi ve nehricârînin gündoğu ve günbatısı her iki tarafa muttasıl olmakla beraber mezkûr hudutların umumu ve husus ile beraber cümlesi vakf o- İtindu. Ye üzerine vakf olunan Mefharünnisa binti Şah Paşadır. Ve Kızıleniş namiyle müştehir olan arazinin yarısı ve mezkûr Kuşdilli namiyle ünlü arazinin kalan yarısı Mefharünnisa olan Şah Paşa’nm kızının hassaten hak- kidir ve mütebakisi de mezkûr Şah Seyid Mehmed içindir. Ve bu arazinin hududunda tekrar tariften müstağnidir -ki zira açık olarak bilinmiştir- Vakf -ı sahihli şerî ile vakf olundu -ki: Gündoğusu tarîk-ı âm ve günbatısı Hendek- hisaradır. Ve kıblesi Kuşdilile maruf arazidir ve şu hudutların cümlesi kasa- badır ve kasaba derununda bulunan arazinin hududunun kıblesi ve gündo- ğusu .ve.; poyrazı umuma ait yoldur ve günbatısı kalenin etrafıdır. Yani bu arazinin ' cemisinin hududu Ahi İbrahim’e muttasıldır. Gündoğusu ve kıblesi Îbîiibarın ki Irmak kenarıdır ve günbatısı umuma ait yoldur. ' ^ Bundan sonra mevkuf atın kimlere ve nasıl vakf edileceği bildiril- . inektedir. Şahit künyeleri arasında geçen «Mevlâna Durmuş Bin Ali, Durmuş Bin Alembeyi, Ahmed Bin Türkmenbeyi, İshak Bin Halil Fakih, Mustafa Bin Abbas Fakih, Mustafa Bin Merambeyi, Haşan Bin Abbas Seyid Mehmed Bin Mürtaza, Ali Takı Bin Ebül- Abbas» isimleri de dikkate şayandır. Seyid Mehmed’in babasının adı da Murtaza olduğu anlaşılmaktadır. Bay Köker ’in ceddi Hacı Tura’ya ait olduğunu söylediği Şecerena- mede — emsalinde olduğu gibi — soy halkaları tam ortada büyük daire için- deki Ahmed Geylânî - Ceylânı J y e bağlandıktan sonra teselsül eden halkalar ön iki imam, dört halife ve Hazreti Peygamberden sonra tâ Âdem’e kadar uzatılmakta ise : de, bu bağlantının 'manevi yol yönünden olduğuna şüphe yoktur." Taşıdığı ada göre (Tura) nm soy kaynağını Orta Asy alarkla, Tür- kistan ellerinde aramak daha doğru olur. Vakf iyenin, .yazılış tarihi olan H. 290 ile içinde Kırşehiri admm geçişi bizi düşündürmekte ise de Hacı Tura’ya ait bu arazi hudutları içinde Keylik adıyla anılan mahaldeki Karlu - Karsadur, diğer adıyla Bayat yer .adlarmm .geçişi, dikkatimizi, ‘ Abbasî Halifelerinden Mutasını ordulariyle en büyük rakibi olan Şarkî Roma İmparatoru Teofilos kuvvetleri masında '824^829. Milâdî yıllarında Ankara önlerinde vukua gelen savaş üzerine çekmektedir. ^TâraMerin • haber verdiğine göre Teofilos yüz bini mütecaviz bir kuv- vetle - tecavüze, -TCabodoky a?yı ‘istilâ, ? şehirleri, -köyleri tahrip, ,insa3ilan->'-iim- feay aliaşlamif tı .^Mı^feasmı, cbu : nrüthişn saidırıyar karşı koymak için Türklerin kahramanlığına müracaat etti. Esasen Mutasını Bağdat şehrinde Türk ' ordusu için iSamrâ’yı < 4esis ^etmişti. .Ordu -gibi idare de Türklerin nüfuzu alimdi idi. ^Türk 'komu^ idaresinde 'Karluk ve Oğuz boylarından tur a- lan ordu, Anadolu’yu çiğneyen Teofilos’ıı Ankara önlerinde feci bir hezimete uğrattı. Sakarya kıyılarına kadar ilerleyerek oralarda yerleşti. İşte Hacı Tura’mn bu ordu ile gelen aşiret beylerinden, veyahut da ordu içinde bulunması mutad şeyhlerden birisi olduğu anlaşılmaktadır. Kalede Alâeddin camiine taşıttırılan taşlar arasındaki H. 735 tarihli «Hacı Tura bin Süleyman» ibaresini taşıyan mezar taşı gözonürie getirilirse H. 290 tarihli vakfiyenin bu zatın dedelerinden birisine ait olduğu anlaşılmaktadır. Netekim Tapu Umum Müdürlüğündeki kayıtlara göre Taraz- karyesinin, temessük tarihi H. 890 defter-i atika mülk kaydı 963 tarihinde vaki olmuş- tur. Bu arazi gelirinin altı hissede beş hissesi Sivas’ta medfun Abdülvahap Gazi’nin çocuklarının iaşesine tahsis edilmiştir. Bunlar, sonraları o zamanlar Hacı Bektaş’a bağlı olan Salanda köyüne göçetmişlerdir. * * • Bu arazinin aynı zamanda Kernaleddin adiyle anüışı, yukarıda bah- settiğimiz Keylik mezreası gelirinin Cemele kalesi dizdarlarına, kaledeki Alâeddin camii ile Şeyh Süleyman, Ahievran, Âşıkpaşa zaviyeleri hizmet- lerine tahsis edilişi, Hacı Tura vakfiyesinde geçen Şah Paşa adı, Osmanlı beyliğinin kuruluş günlerine ait olaylara ve bu devlet idaresinde vazife alan şahsiyetler üzerine de dikkatimizi çekmektedir. Bilindiği gibi, bu bey- liğin kuruluşunda Oğuz Türkmenlerinin, başlarında bulunan Ahiler ve Bektaşiler’in mühim hizmetleri ve rolleri olmuştur. Osman beyin rüyasını müjdeleyen, kaynatası olan, maddî ve manevî yardımlarda bulunan Edebah Kırşehirli ve Ahi şeyhlerindendir, Eçtebalı gibi çocukları da bu yeni devlete 12 canla başla hizmet etmişlerdir. Bilhassa Orhan Beyin ilk zamanlarında vezir olan Alâeddin Paşa Ahilerdendir ve babasının adı da Kemaleddin’dir. Kaledeki Alâeddin camimin de bu zat tarafından inşa ettirildiği sanılmak- tadır. Taraz - Kemaleddin arazisi içinde bulunan Keylik mezreası hasılatın- dan Alâeddin camiine tahsisi bu sanımızı teyit eder. Gene Orhan devrinde vezir olan Nizameddin Ahmed Paşa, Edebalı’nm oğlu Mahmud’un oğludur, Bir de Nizameddin Ahmed Paşa’dan sonra vezir olan Hacı Paşa ile Hacı Tura oğlu Mevlâna Seyid Mekmed’in zevcesi Mefharünnisa’nın babası Şah Paşa’nın ayni şahıslar olduğu kanaatmdayız. Kaledeki mezar taşları arasın- da bir de Hacı Hatun adına rastlanmaktadır. Tarihler, İkinci Murat devri ricalinden Kırşehirli Şihabeddin oğlu Şeyhi Paşa ile Timürlenk Anadoluda iken iki defa nezdine sefaretle gönderilen kadıaskerlik ve vezirlik yapmış Kırşehirli Beyazıt oğlu Şeyh Ramazan Paşa’dan bahsederler. Bu devlet ricalinin Hacı Tura neslinden ve Ahi mensuplarından oMuğu. hatıra gelmekr tedir. Hacıbektaş dergâhı Meydanevi kapısında bulunan 769 tarihli kitabe- de «Melik-iMeşayih sülâle-til Evliya Ahi Murad» tâbirinin geçişi, o zaman- lar Osmanlıoğullarımn Kırşehir’e verdikleri önemi. Ahilerle Bektaşiler ara- sında ayrılık gayrilik olmadığım gözlerimiz önünde canlandırır. 4 . Anadoiuda İslâm-Türk Egemenliği Tarihinde Kırşehir Etiler, Etiler’den sonra Friky ahlar, Gasgaslar, Yunanlılar, Romalılar ve Bizanslılar’in idaresinde bulunan Kırşehir ve dolaoylarmda zaman zaman * Alan, Kelt ve Kumanlar gibi, Türk soyundan kavimlerin gelip yerleştikleri hâlâ bu adları taşıyan -yerlerden, bu milletlere ait elde edilen san’at eser- lerinden anlaşıldığı gibi, dokuzuncu ve onuncu yüzyıllardan itibaren de Oğuz ve Karluk boylarından bir çok aşiretlerin mevki aldıkları Orta Asya menşeTi Taraz, Karlı, Karsadur, Kulbak, Caruk, Çu, Çungarya, Keş,, Kaş, Bayat, Bayındır, Kongur, Büğdüz, Kıyan, Özbek, Erbek, Balbal, Yuğ... gibi, * coğrafya ve kültür adlarından, vesika ve eserlerden sabit olmaktadır. r ' 1071 yılında Malazgirt’te büyük Selçuk hükümdarı Alp Arslan’la Bizans İmparatoru Diyojenis arasında vukua gelen ve tarihin seyrini değiş- tiren büyük zaferden sonra Kutulmuş oğlu Süleyman ve haleflerinin mer- •* kezi Konya’da olmak üzere kurdukları Anadolu Selçuklular devleti idare- sinde sayılı şehirler arasında bulunan Kırşehir; ikinci Kılıç Arslan, eski bir geleneğe uyarak ülkesini on bir oğlu arasında taksim ettiği zaman Ankara ile beraber Muhyiddin Mesud’un payına düştü. 566-1190. Fakat, Tokat’ta hüküm sürmekte iken Konya’yı ele geçiren Rükneddin Arslan, Mesud’u Ankara kalesinde iki üç yıl kadar muhasara ettikten . sonra Ankara’yı zabıt, ^ Muhyiddin’i iki oğlu ile beraber idam ettirmişti. 600-1204, Kardeş geçimsizliklerinde elden ele geçen, yol uğrağı olması dolayı- şiyle kanlı savaşlara sahne olan Kırşehir, yukarıda da yazdığımız gibi 625 yılında Mengücük oğullarmdan Muzafferüddin’e timar olarak tahsis edildi. Esasen âlim ve fazıl bir insan olan Mengücüoğlu, Gülşehri adı verilen yeni timarım,' vücuda getirdiği eserlerle gerçekten bir gül ve kültür şehri mer- 4 tebesine yükseltti. Gene İbnibibî’den öğrendiğimize göre [Anadolu Selçukî Tarihi. M. N. Gençosman tercemesi. S: 226] 25 Haziran 1243 te Sivas’ın 60 Kin. kadar ) şarkında KÖsedağı’nda Moğol ordulariyle Selçuk orduları ar asında başlayan kanlı savaş, Keyhlisrev’in mağlûbiyetiyle neticelendikten, Selçuk Sultanı, Moğol kumandam Baucu’ya her yıl vergi vermek suretiyle Moğolların hi- ' m'ây esine girdikten sonra Kırşehir, Moğol ordularının yaylak ve kışlağı haline gelmişti. Bu ordular Malya ovasında barımrlardı. Bir ara, Moğol Kaam tarafından Pervane Muiniddin’ in babası Sahih Mühezzibüddin’in ve- fatı dolayısiyle — ■ Rum vezirlerinden o zamana kadar hiç birisi hakkında gösterilmemiş bulunan bir teveccüh eseri olarak -t- Kırşehir emareti rüt- besini vezirlik menşuru ile birlikte Sahih Şemseddin’e göndermişti. Moğolların Anadoluya tayin ettikleri valilerin ağır zulümleri* Selçuk memurlarının idaresizlikleri, artık, çekilmez bir hale gelmişti. Bu tarihlerde Kırşehir beyi olan, Moğollara karşı uzlaştırıcı bir siyaset güden Nureddin Caca Kırşehir’i nisbeten huzur ve sükûna kavuşturmuş, Caca Bey Heyet medresesini kurmuş, ilmi ve âlimi korıımuştu. Anadolu beylerinden Hatıroğlu Şerafeddin Mesud ve -kardeşleri' Ka- raman oğullarile birlik ederek Moğol belâsmı kökünden sökmek için • teşeb- büse giriştiler, hattâ Mısır Sultanı Beybars’â elâltından: haber yollâdılâr? çünkü Memlûk Sultaniyle putperest olan Moğollar arasında dinî bir nefret vardı. Beybars, Anadolu’daki bu durumdan faydalanmak amaciyle Möğol- lâra harp açtı. H. 67 6 baharında büyük bir ordu ile Şam’dan Anadolu mze- rine harekete geçti. İlhan komutanlarından Toku ve Todan Kırşehirkışla- ğmdan Elbistan’a doğru yollandılar. Muiniddin Pervane ve Kürşehif ^Beyi Nureddin Caca da Tacik ve aşiretlerden birleşik kuvvetle Selçuk Sultanına mülâki oldular; Elbistan ovasında Beybars’m ordusuyla karşılaşan Selçuk ve Moğol •askerleri ağır bozgunluğa uğradılar. Muiniddin: Pervane: Sultan Keyhüsrev’i de alarak Tökad’â çekildi. Beybars, Kayseri’y e geldiği- zaman, kendisine yardım adancmda bulunan Anadolu beylerinin: birer köşeye; giz- lendiklerini gördü; hiç bir kimse davetine icabet etmedi. Kayseri’de. on gün kadar kaldıktan sonra memleketine döndü, bir çok Anadolu bey ve komu- tanlarını tutsak ^olarak götürdü. Bunlar arasmda Nureddin >.Gaea : ve kardeşi Siracüddin İsmail da vardı. Giyaseddin Keyhüsrev M. 1283 te Ilhan’ın emrile: idakn * olunduktan . sonra, yerine ikinci Gıyasüddin Mesud geçirildi. Anadolu acıklı bir ; durum içinde kıvranıyordu. Hattâ Moğolların Anadolu’ya : tayin - ettikleri valiler bile : kendi m hükümdarlarına karşı isyan etmekten çekinmiyorlardı Anadolu Türkmen beylerinin müzaheretiyle ayaklanan Baltuğ; Mahmud Gazan tarafından gönderilen Kutluğ Şah komutasındaki ordu ile: Kırşehir yakma- larında zorlu bir savaşa tutuşmuşlardı. Bu yüzden de bir çok masum Ana- dolu rinsamnı kılıçtan geçirdiler., . .. Bu • iç ayaklanmalar karşısında Selçuk devleti için için çökerken, Moğolların nüfuz ve hâkimiyeti de yavaş yavaş kırılınağa^ halk yer yşrdstik- 1 âlini ilân eden Türkmen beylerinin sancağı altında oymak uymak birleş- meğe başladı. Bu karışık ve karanlık devirlerde Kırşehir; Selçuklularm enkazı üzerinde kurulan Ertenalılar, Karamanlılar, Dülgadir ve Osman oğullarının eline geçmiş, mütegallibe ve müfsidlerin [1] ayakları altında çiğnenmiş, müstevliler ve müstevfî’ler [2] in yağma ve tahribine uğramıştır. Süğüt, Eskişehir ve Bursa taraflarında kurulan, yeni zaferlerle gün- begün kuvvetlenen ve genişliyen Osmaıfhlarm ikinci beyi Orhan, Er ten a oğulları hükümeti içinde başgösteren karışıklıklardan faydalanarak, doğu sınırları üzerinde önemli bir kale olan Ankara’yı, oğlu Süleyman Paşa ku- mandasiyle gönderdiği bir ordu tarafından 1354 senesinde zaptettiği zaman [3] bu beyliğin kuruluşunda maddî ve manevî müzaharette bulunan Âhiller’in merkezi olan Kırşehir’i de Osmanlı hükümeti içine katıp katma- dığını kesin olarak bilemiyorsak da Hacıbektaş dergâhı Meydan evi kapı- r smdaki 769 tarihli kitâbede Ahi Murad adının geçtiğine göre bu tarihlerde OsmanlIların elinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Son Ertena emiri Ali Beyle Selçuk oğullarından Kılıç Arslanın kanlı cesedlerine . basarak kadılıktan sultanlığa yükselen, Ömrü sürekli bir savaş içinde geçen Kadı Bürhaneddin, en güçlü rakibi Osmanlılar’ a karşı kendini korumak için stratejik önemi bulunan Kırşehir kalesini ele geçirmek fırsa- tını, kolluy ordu. Yıldırım Beyazıd’ın karışıklıklar içinde geçen saltanatı zamanında Mürüvvet Bey [4] Kırşehir kalesini alarak Kadı Bürhaneddin’e teslim etmişti. I . İlkbaharda Kırşehir’e gelen kadı; bir çok . mühendisler* . mimarlar, ustalar ve ; malzemeler getirerek Kırşehir kalesini . . tamir ettirdi, yeniden surlar yaptırdı. Buralarını güvenli bir duruma koyduktan , sonra Eyüphisar yoluyla . hükümet . merkezi olan Kayseri’y e döndü. Karam anlılar ’la da kozunu paylaştıktan sonra tekrar Kırşehir’e geldi, Kütvâlinin direnmesine rağmen Cemele kaleslini de zaptetti. Osmanlılara karşı düzenler kurmak, p. [î] Bezmürezim. S: 85. . [2] Müstevfi Şerefeddin Osman, kendi payına düşen Niğde’ye geldi; Bu günün . pıahyesini, ihtisası hasebiyle kanun ve kaidelerle idare edecekti. Gelir gelmez, , halkın emvaline kasırga, gibi sarıldı. Tarhettiği ağır vergiler yüzünden hiç bir baca tütmez olmuştu. Bin toku aç bırakmadıkça doymuyor, bin kişiyi çıplak koınadıkça giyinemiyördu. Hasılı bütün halkı aç.; ve -.çıplak şehrine gelince - öyle zulümler,: , iftiralar icad eyledi 's ki,, memleket baştanbaşa harabeye döndü. Meşâyih onun arzularını yerine getirmek için tekkeleri, zâyi- yerleri rehine koydular. O kadar fâhiş teklifler yaptı ki, servet namına ellerde birşey bırakmadı. Sülük gibi halkın damarlarmdakini . de emiyordu. Nekeslik, ' yalancılık tabiata okadar müstevli idi ki elini destere ile bileğinden ayırsaiar I - avucundaki hardal tanelerinden bir tekini düşürmek imkânı yoktu, [Aksarayı Tezkeresi] [3] Osmanlı Tarihi, S: 36. İ. H. Uzunçarşılı. [4] Moğol artıklarından kara tatarların beyi. 16 ittifaklar sağlamak için îsfendiyar oğlu Süleyman Paşamın ve Karamanoğ- lunun elçilerde burada buluşuyorlardı [5]. Kadı Bürhaneddin, Akkovunlu Beyi Kara Osman’ın elinde tutsak olarak yaralı bir kuş gibi, can verirken bu topraklar tekrar Osmaniılar’m eline geçti [6]. Fakat bu geçiş, tam merkeze bağlı bir geçiş değildi.. Fırsat buldukça Karaman ve Dulgadir oğulları bu illere saldırmaktan, tahrip ve yağma etmekten geri durmuyorlardı. Timürlenk, korkunç bir çığ halinde Anadolu içerlerine doğru yuvar- lanıp gelirken, dumanlı havayı seven Karaman oğlu Alâeddin Bey, Timur’a gönderdiği bir nâmede; «Nekadar kale varsa bunlar benim elimdedir; ne kadar tekâyâ ve zevâyâ varsa bunların dervişler ve konuklan benim ile beraberdir. Eğer kabul buyurursanız, bunların hepsini emrinize müheyya kılayım, beraber olalım» diye bildiriyor; bu teklifi kabul eden Timur, bir , elçi gönderiyor; bu arada Karamanoğlu Kırşehir’i baştan başa yağma etti- ' rıyor; ekinler, dikinler çiğneniyor, her yer yakılıp yıkılıyordu 803-1401. Timürlenk Kayseri’ye geldiği zaman, Bayezid’in sipahileri de Kırşe- hir’e kadar uzanmışlardı. Düşmanının durumunu anlamak ve dilâvma çık- mak için Melik Şah komutansmda bin kişilik bir kol yollayan Aksak Timur. * kendisi de arkadan Kırşehir’e gelmiş, komutanlariyle bir kurultay kurmuş- tu. Bu toplantıda iki fikir görüşüldü: «Yıldırım Bayezid’i Kırşehir’e çek- mek, Kırşehir’de müdafaa ve harbetmek, yahut ilerlemek.» Bu sonuncu fikir üst geldi; ordu Ankara yolunu tuttu. Kırşehirliler arasında dolaşan bir rivayete göre ordu arasında bir kımıltı sezinseyen Timur: «Aman bu top- raklarda şeamet var!» diyerek çadırları yıktırmış ve harekete geçmiş. Ankara istikâmetine yürüyüş fikrinin kabul edilişinde bu olayın da tesiri olsa gerek! Çıbıkovasmda iki Türk Başbuğu arasında vukua gelen kanlı savaş, Bayezid’in mağlûbiyet ve esaretiyle sona erdikten sonra Timur, OsmanlI- ların elinde bulunan ülkeleri şuna buna peşkeş çekerken' Kırşehir de Kara- man oğlunun payına düştü [7]. Anadolunun düzenini altüst eden Timur, çok oturmadı. Başkenti Şemerkand’e dönerken sağ cenah ordusunu Tokat ve Amasya’ya, sol cenah ordusunu da Kayseri’ye gönderdi, kendisi de merkez ordusuyla ilerleyerek Kırşehir’e geldi. Bu sırada yarım ay şeklinde dağılan Timur ordusu tara- fından sarılan Karatatarlar âciz kalarak reislerinden Mürüvvet ve Teber» [5] Bezmürezim. Aziz İsterâbadı. Farsça nüsha. S; $$$» [6] Âşık Paşazade: S: 73. [7] Âşık Paşazade Tarih. S: 80 • — ÎT rük [8] beyleri gönderip teslim olduklarım bildirdiler,, Timur bunları ordu- suna katıp beraber götürdü. Yıldırım Bayezid’in oğlu Mehmed Çelebi temelleri kökünden sarsı- lan Osmanlı binasını yeni baştan düzenlerken Karamanoğlunuıı baskın yapmak için hazırlıklarda bulunduğu haberi gelince Çelebi Mehmed, Evre- nuz Beyi Karamanoğlunun üzerine yolladı, Karamanoğlu Aksaray tarafla- rına çekildi, Evremiz Bey takibe koyuldu, bu takip üzerine Sultan Mehmed’e sığındı, Kırşehir’in Cemele kalesinde birleştiler, ülkesinin yarısını vermek şartiyle uzlaştılar.' Çelebi Mehmed’in Kırşehir’de basılmış parası olduğu söylenmekte ise de elde edilememiştir. Osmanlı ordularının Rumeli’ye geçmesinden, saltanat değişikliklerin- den fırsat bulan Karamanoğulları, bu topraklara el uzatmaktan geri dur- muyorlardı. İstanbul’un fethinden sonra Fatih, Karamanoğulları gailesine, son verdi 879. Gene müzmin bir çıban halinde Osmanlı bünyesini rahatsız eden Dulgadir oğullarını da Yavuz Selim kesin bir darbe ile temizledi. YÖNETİM: Kırşehir’in eski çağlara ait adı gibi, idare şekillerini de kesin olarak tesbit edecek belgelerden uzak bulunuyoruz. Romalılar zamanında Kırşehir, Karsıyan, Mazoka - Mazarka - Mazaka da denilen Kayseri temine tâbi idi. BizanslIlar, Selçuklular, Ertenalılar ve müteakip idarelerde Kırşehir, Kay- şartıyla uzlaştılar [9]. Çelebi Mehmed’in Kırşehir’de basılmış parası olduğu vakfiye ve beratlardan anlaşılmaktadır. Ösmanlıların ilk çağlarında Kırşehir, Paşa sancağı olan Konya’dan maada Niğde, Aksaray, Beyşehri, Kayseri ve Akşehir’le beraber Türkmen eyâleti denilen Karamana dahil idi. Zaman zaman Amasya, Niğde, Alâiye, Karahisar’la birlikte mirimiran rütbeli bir mutasarrıfın idaresinde bulunduğu, mütesellimler, yani mutasarrıf vekille- rde idare edildiği, bir ara Ankara vilâyetine bağlandığı anlaşılmaktadır. 1 Eylül 1337 tarihinde müstakil liva, Cümhuriyet devrinde vilâyet olmuştur. Hâlen Kırşehir ili: Avanos, Çiçekdağı, Mucur, Kaman, Hacıbektaş ilçelerin- den kuruludur. [8] Karakurt kaplıcasile Karalar köyü arasındaki bir düzlüğe köylüler Teberriik adını vermekte, burada tuğladan inşa edilmiş künbedimsi bir yapı bulunmaktadır. Karatatarlarm burada oturdukları, karalar halkının bu oymak- tan bakiye oldukları sanılmaktadır. [;9] Camiiddüvel. Tarihte Gülşehri Bazı tarihçilerimizin sandığı gibi Gülşehri yalnız Arabsun ilçesinin adı değildir [*]. Selçuk hükümdarı Alâeddin Keyfcubad H. 625 tarih- lerinde eskiden Kolonya - Kögonya adiyle anılan Şarkî Karahisar - Şebin Karahisar Meliki Mengücük oğullarından Muzafferuddin Mehmed Behram Şah’ın hükümetine son vererek Arabsun gibi bazı mevkilerle beraber Kır- şehri’ni timar olarak tahsis ettiği zaman her ikisine birden Gülşehri adı takılmıştır. Nit ekim Kırşehir Vakıflar İdaresinde eski defterlerde rastladı- ğım: «Arabsunla Kırşehri’ne Gülşehri denilir» kaydı, Ahievran’a ait Şecere- nâmede geçen: «Gülşehri namıdiğer Kırşehri’de kârhânesini bina eyledi». ; satılan, Hacıbektaş Velâyetnâmesinin 107 nci sayfasındaki: «Meğer ol vakit Kırşehri’nin adı Gülşehri idi. Dopdolu mescitler, camiler, medreseler çok idi. Mamur şehirdi. Müderrisler, müftüler, âlimler ve kâmillerle şehrin içi dopdolu idi» parçası, bu olayı teyit ettiği gibi, Kırşehir’in o devirlerde aldığı Gülşehri adına yaraşık mesud inkişafını da hayalimiz Önünde can- landırmaktadır. - «Kırşehri kelimesiyle Gülşehri kelimesinin bir olduğunu müverrih-i meşhur Ayıntaplı Aynî Efendi büyük tarihinin birinci cildinde beyan eder; çünkü 25 büyük ciltten ibaret olan o tarihin birinci cildi coğrafya ve daha doğrusu esâmi-i büldandan ibarettir. İbare şöyledir: «Aynî merhumun tarz-ı tahririnden şu da anlaşılıyor ki, o tarihlerde Gülşehri kelimesi Kırşehri kelimesinden daha meşhur imiş; çünkü bunun aksi olsaydı Kırşehri kelimesini başa koyar, buna Gülşehri dahi denilir, derdi. [Ferhenknâme-i Sadi mukaddimesi, Kilisli B. Rifat Bilge] [-■>] Ne acı ki: Su satırların tashihini yaparken Gülşehri adının resmen Arabsun’ a verildiği haberini duyduk. O çağlar eriştiği inkişaı, yetiştirdiği^ şahsi- yetler göz pnüne alınarak — tarihin haklı olarak verdiği bu ad bari kendisinden esirgenmemek idi? Bilmem ki tarihe ve ilme ne zaman saygı göstereceğiz? — «Hoca Mesud Ayasofya kütüphanesinin 4737 numarada kayıtlı «Emsilet-tüt Tasrif» adındaki kitabının sonuna el yazısiyle «Eşşeyh Mesud Bin Osman min-el Rum-il Kırşehri», diğer: 1096 numarada kayıtlı Şeyh İmam Ebülkasım’a ait «Cevâhirülfıkıh» adlı kitabın sonuna' gene el yazısiyle yazdığı: «Eşşeyh Mesud Bin Osman minel Rum-il Gülşehri işaretleri, her iki adm da bir olduğunun en doğru şahitleridir. [Aynı eser] Feleknâme mübdii Ahmed Gülşehri de gülyurdunu şu inci mısra la- riyle edebiyatta yaşatır: Hasse şimdi taze Gülşehri gülü Kim göze göstermez esrü sünbülü Ahmed Gülşehri’den yüzyıllar sonrar Halk şairi Dadaloğlu’nım şu koşması : Çıktım yükseğine seyrân eyledim Alyeşil bahçeli Kaman görünür Firkat geldi ah eyledim, ağladım Kılıçözü cayır çemen görünür Biter Kırşehrinin gülleri biter Çırpınır dalında bülbüller öter Çok olur güzeli hep yeni yeter Kaşının üstünde keman görünür. Hamdullah Müstevfî’nin: «Zarif ve gârgir binalara malik genişçe bir kasaba» dey e övdüğü; Cihannümâ müellifinin «Havasının, suyunun güzel- liğinden, kale ve pazarlarının zenginliğinden» bahsettiği Kırşehir, yüksek mimar Saim Ülgen’in sanatkâr kaleminde bir tablo gibi canlanır: «Kırşehir, Türk mimarisinin Selçuk âlemine açılan küçük, fakat rüyeti geniş bir penceresi, san’at tarihimize ve kültür hayatımıza, hattâ ben- liğimize hizmetler etmiş sevimli bir yurd parçasıdır. Anadolu’nun en kurak noktasında yeşilliklere bürünmüş olan Kırşehir, bozkırların seraplarını ha- kikat yapan bir vaha gibi, tepelerin arasında ansızın görünür; kuru, kayalık yol güzergâhında yorulmuş gözlere birdenbire sonsuz bir inşirah verir.» «Türkiyenin bir çok köşelerinde olduğu gibi, burada da şehrin hudu- dundan itibaren tarihî bir havanın esmekte olduğu sezilir. Geniş saçakları ile, akşamın kızıl mahmurluğunu seyreder gibi payandalara yaslanmış şah- nişli ve cumbalı evler ve bu evlerin çerçevelediği sokaklar; zâiri uzun tet- kiklerin mevzuu olabilecek nefis âbidelere ulaştırır. [Vakıflar Dergisi, No. Kırşeüirde Türk Eserleri. 1942] Rahmetli İshak Refet Işıtman’m yazdığı, büyük müzisiyen Ahmed Adnan Saygun’un bestelediği Gülşehri Marşı’m da tarihimizin sayfalarında nesillerin hâfızasma armağan etmekten kendimizi alamadık: Bilgeler yatağı, bilgi kaynağı Gülüsün sen gelin Anadolunun.. Burada yok seni sevmeyen gönül.. Gülşehri, Gülşehri, güller gibi gül! Gönüller bağının, sevgi yolunun, Yaylalar üstünde sensiıı durağı.. Toprağın gül kokar, yellerin sünbül! Gülşehri, Gülşehri, güller gibi gül.. 27/7/1937 Ortaçağ Kültür Tarihimizde GÜLŞEHRİ ; DOĞUŞ: ' - T . Bir vakitler Kılı çözü, Ökse ve Kılıççı çaylarının billûr aynasında; on sekiz bin zarif ve kârgir binalarla süslü; burcu bârû çevresi muazzam sur- larla örülü; içi âlimler, fazıllar, şairler, kadılar, müftüler ve kâmillerle dop- dolu; muhteşem varlığım aksettiren Gülşehri’nin ortaçağ Anadolu tarihinde dikkati çeken özelliği, aldığı bu ada yaraşık, gözlere, gönüllere gülümseyen, Çevresine ışık veren feyizli bir mihrak hâline yükselişidir. Bu mazhariyete erişini hazırlıyan âmiller arasında coğrafî mevkiinin Önemiyle beraber; damleihad Anadoluya yönelen akınlar devrinde aynı soydan ve boydan gelen kütlelerin yer alışları; bunların başında Orta Asya- mn kültür ve medeniyet merkezlerinden göçeden bilgin ve ergin kişilerin ocaklarım kurup gönüllere, vicdan ve izanlara, hattâ kollara ve emeklere hâkim oluşları; sayılabilir. Baba îlyas ve oğullarının Gülşehri’nin kızıl tepelerinde kurdukları hanekâh; devlet düşkünü Mengücük oğullarından Muzafferuddin Behram Şah’ın menkûbiyet içinde geçen ömrünü oyalamak için vücuda getirdiği medrese ve müesseseler; Cacaoğlunun Heyet üniversitesi; yalnız ustaları ve san’atkârları değil, bütün eşraf ve âyam, kılıç ve kalem erbabım aydınlık çatısı altında toplayan ve köylere kadar uzanan Ahi zaviyeleri; Kaya Şeyhi, Nasuhdede, Ebriay-i Mehmed Çelebi ve Hacı Mahmud savmaalan; Ferhenk- nâme-i Sadi, Süheyil ve Nevbahar mütercimi Mesud • Gülşehri’nin Emsilet- tüt Tasrif adındaki kitabını içinde telif ettiğini söylediği Ebvabil-birri Ebu Sadiye Gülşehri’nin kültürel varlığım işleyen mekteplerdi. Kırşehir’in 40 Km. doğusunda Suluca Kara Höyük eteklerinde Hora- san erenlerinden Hacıbektaş’ın alevlendirdiği ocağı da unutmamak gerek! Halk şiiri dediğimiz öz çığır; Yunus -Emre, Abdal Musa, Kaygusuz Abdal gibi, dillerde ve gönüllerde yaşayan yıldızlar; bu sihirli meş’alenin ışığında kendini bulmuş ve yaşamıştır. «Âşık Paşa-yı Veli, Ahievran yahut Ahi elvan, Şeyh Süleyman, Hacı- bektaş: bir 'günün, bir asrın, bir fikrin müçtehitleri olduğuna şüphe edile- mez. Kırşehir’in' Caca Bey medresesinde toplanan Hacıbektaş’tan maada bu asrı müçtehitlerin içtihadı, Konya’nın Mesnevi medresesi olan Karatay’a rekabet etmekte idi. Karatay - Konya mektebi Fars felsefe Vve içtihadı ile uğraşırken Âşık Paşa: Garibnâmesi’ni ibda’ ediyor, Şeyh Süleyman: Tezke- re~i Evliya’yı, Alıievran: Gülşen-i Raz’ı ve kimbilir daha bilmediğimiz yazı- cılar neler yazıyorlardı [1]. Devrin âlim ve şairleri yabancı dillerle ilim yapar, şiirler dizerken, Babaîler tarikatmm kurucusu Baba İlyas’m torunu Âşık Paşa’nm, çağlar üstü bir görüşle, Türk ve Tacik cümle yoldaşların gaflet uykusundan uyar- mak için öz dille : s . ' Türk diline kimesne bakmaz idi Türldere hergiz gönül akmaz idi Türk dahi bilmez îdi bu dilleri İnce yolu ol ulu menzilleri». deye haykırışı, Gülşehri yârânmın tahakkukuna çalıştıkları dâvanın kudsiyet ve şümulünü belirtir. Şâir Paşamızın bu ulusal ve sosyal inanı: «Bundan böyle: Divânda, dergâhta, mescidde, meydanda türkçeden başka dil kullanılamaz!» ülküsüyle harekete geçenlerin başında bulunan babası Muhlis Paşa’dan, içinde yasa- dığı muhitten aldığına hiç kuşku yoktur. Hâlâ halk; Gülşehir ulularının Caca Bey medresesinin kubbesi göğe açılan Heyet medresesinin camekânları kitaplarla dolu kütüphanesinde; Süleyman Türkmâni’nin Heftiriz’deki havuzlu bağında; Ahievran tekkesinin temellerini yalayarak akan Kılıçözü çayının cennetleştirdiği İkizarası’nm güller kokan, bülbüller çileyen koruluklarında; Âşık Paşa hânekâhı’mn bütün şehri kucaklayan yemyeşil bahçesinde; bazan da Hacıbektaş’ın Gül- pınar deresinde" zaman zaman birleşerek sohbetler edip, kerametler göster- diklerini anlatırlarken [2] o zamanlar 20-25 yaşlarında bir delikanlı olan [1] Anadoluda İçtimaî Zümreler ve Anadolu İçtimaiyatı, Baha Said, Talim ve Terbiye Mecmuası, 5 Ağustos 1334. [2] Hacıbektaş velâyetnâmesinin de . anlattığı gibi: Nakleder ol kân-u eltaf-u kerem Hacıbektaş-ı veleiy-yi muhterem Kırşehri de Ahievran ile V> Oturup sohbet ederlerdi bile Barşehride ne ki var hâs u âm Kıldı istikbâl Hünkârı tamam Hacıbektaş Kırşehir’e cansız duvara binip geliyor, yolda taşlar onu selâm- lıyor, halk istikbâline koşuyor. Ahievran vak vak çığlıklarıyla sohbeti bozan kurbağalara: «Mübarekler, ya siz konuşun, ya biz! deyerek onları susturuyor. — 23 — Âşık Paşa’nm Darı ceci-yığmı üstünde darılan dağıtmadan, türkçe hutbe okuduğunu söylerler. Evet; bu söylentilerin hepsi de bir efsâne olabilir. Aşık Paşa’run gösterdiği keramet: Halkın sandığı gibi, darı tanelerini dağıtmama- sında değil, Türkün ve türkçenin hor görüldüğü bir devirde türkçe hutbe okumak gibi, medenî bir cesaret ve hamle izhar edişindedir. Anadolu, yerden gökten sağnaklar halinde yağan zulümler ve Ma- ketler altında inim inim inlerken; Âşık Paşa nın: Cümle işin yekreği birbikdürür Birliğâbitmek bütün erlükdürür Birliğâ bitenler erdi menzile ff" İkilikle kimse gelmez basile Kanda kim iki gönül birliktedür GÖresün bunlar hangi dirliktedür Birlik ehli hoş geçirir vaktini Birikenler tuttu dünya tahtım hitabiyle perişan gönülleri birliğe çağrışı, herhalde tekkelerim esrarlı ha- vası içinde masivâdan el çekmek için değil, dünya tahtının etrafında birlik olup, vıkılan bir varlığı kurtarmak olduğuna, hangi gönül inanmaz. Bir gün, Türk kültür hâzinesinin ana kaynağını aramaya çıkanlar, her halde, Gülşehri’ne uğrak vereceklerdir Fazıl üstad Veled Çelebi îzbudak, Gülşehirli Hoca, Mesud’un Ferhenknâme-i Sadi tercemesinin lahikasında şu acı, fakat haklı hıtablarda bulunur: . «O devirde ilim ve kemalin yüksekliğine bakmak ki, Kırşehri gibi Anadolunun vasatında bir şehirde Âşık Paşa, Şeyh Süleymanı Veli, Hoca Mesud Gülşehri gibi zevat zuhura gelmiştir. Bir de divan veya manzum bir eser sahibi «Gülşebr i »vardır ki, işbu Hoca Mesud’dan gayri olmasa gerek. w •'O Simdi oralarda ümena-yi dinden vasat derecede âlimler, âmiller bile görülemez.» ' * r v ™ 1^1 Bu acı hitabın cevabını, gene, tarih sayfaları içinde buluruz . Hıristiyanlık dünyasının İslâmlık âlemine karşı gösterdiği şuursuz taassup ve menfaattan doğan Haçlı seferler, Selçuk oğullarının kardeş kav- Halkın inanışına göre Ahievran değirmeninin yanındaki muayyen bir mevkide bâlâ kurbağalar ötmezmiş! Süleyman Türkmanı daha çocukken bile bir gün her nasılsa içinde uyuyup kaldığı mescidin kapıları kendi kendine açılılyor ve ken- dini evde buluyor. - gaları, iç düzensizlikler, Kösedağı felâketinden sonra nüfuz ve hâkimiyeti ellerine alan Moğolların zulüm ve baskıları, daha sonraları Selçuk devleti- nin enkazı üzerinde kurulan beyliklerin sonsuz münazaaları, yol uğrağı olan Kırşehir’in kanlı savaşlara sahne oluşu, yağma ve tahribe maruz kalışı, İstanbul’un fethinden, sonra Anadolunun hemen hemen unutuluşu,.. Kısaca anlatmaya çalıştığımız sebepler yüzünden buralarda büyük adamların yetişmesi şöyle dursun, vaktiyle yetişenlerin unutulmasına, eser- lerinin, hattâ mezar taşlarının bile kaybolmasına âmil olmuştur. • Elli sene Ahievran’a yoldaşlık eden, Türk irfanına eserler veren Ah- med Gülşehri’nin ve Hoca Mesudun, Kadılar kadısı Necmeddin İbrahim’in Mevlânanm biricik halifesi Çağa oğlu Mecdettin’in hayat ve akıbeti karan- lıklar içindedir. Bu bilginlerin eserlerini ecnebi diyarlarında buluyoruz. Bunlar hangi yollardan, hangi eller vasıtasiyle oralara gittiler? Kimbilir daha böyle adını, sanım bilmediğimiz atalarımız ve ata yadigârlarımız ziyaa uğradı ve uğratıldı? Bu illerde tarihsel bir varlığı dile getirecek eser ve âbidelerin bir çoğu, zaman ve tabiat dediğimiz insafsız ve şuursuz unsurlar m zulmü kâfi gelmiyormuş gibi, bir de insan eliyle tahrip ve ifna edilmişlerdir. Aşağıda vereceğimiz bir iki örnek, bu tahribatın iç sızlatan fecaatini anlatır: Muzafferüddin Behramşah’m ayakta duran medresesinin kapısı kale- deki Alâeddin camimin tamirinde kullanılmış, kitabesi inkılâbı ters anlıyan. bir tarih hocası tarafından tuğlalarla silinmiş, Âşıkpaşa mahallesindeki iki künbetle Koruluk mezarlığındaki künbetler yıktırılarak taşları idadi mektebinin inşasında sarfedilmiş. Lâle camii hayırsever bir Kırşehirlinin müdahalesiyle tahrip kazmalarına lokma olmaktan kurtarılmış, Kızılırmak kenarındaki kervansarayın güzelim mermerleri de hükümet konağına ba- samak olmuş, yanındaki Kesikköprü’nün kitabesi gelen geçen yolcuların attığı kurşunlarla delik deşik edilmiş, Çamalak köyündeki kervansarayın da temelleri sökülerek komşu bir ile götürülmüş, Âşık Paşa türbesinin bu- lunduğu sırtları baştan başa kaplayan, Kırşehir’in o çağlara ait hüviyetini aydınlatacak olan, bugün üzerlerindeki nefis yazıları yazacak ve işleyecek sanatkâr eli bulunmayan kabir taşları mermerleri kaynak yerinde kulla- nan demirciler tarafından paramparça edilmiştir. Yirmi yıl önce bir arka- daşımla bu mezarlıkta gezerken rastladığımız üstünde Arslan, kurt, meşe dalı resimleri bulunan taşların şimdi yerlerinde yeller esiyor. Aşık Paşa türbesinin bahçesindeki Muhlis Paşanın hatununa ait mezar taşının bir par- çası kırılmış, bir çoklarının üzerlerindeki kitâbeler kazınarak yeni harflerle yazılar yazılmıştır. 1935 - .1936 yıllarında çarşı imar edilirken dimdik duran bedestenin yıkılışı yüreklerde bir acı olarak yaşar. Tahrip silsilesi o kadar çok ki saymakla tükenmez. Son kırıntıları bari, işte atâlanmızm eserleri! diye koruyabilsek. Kırşehir Tarihinde Babaîler Orta çağda kurulan Gülşehri okulu’ nun temellerini atanlar arasında saydığımız Baba îlyas ve haleflerinden de kısaca bahsetmek ye- rinde olur. Maksat ve gayemiz dinler ve tarikatlar tarihi yazmak olmamakla beraber, şu noktayı belirtmek isteriz ki: Anadolu’nun sosyal, kültürel haya- tında büyük ve önemli tesirleri olan B a b a î 1 i k ; özünü Orta Asya’da yaşayan Türkler’in ilk din ve inançlarından alarak, zaman ve mekân zaru- ret ve şartlarına göre yuğrulmuş millî bir akide sistemi ve felsefesidir. Umumiyetle Horasan erenleri çerçevesi içinde mütalâa edilen şahsiyetler; Hayderîlik, Kalenderîlik, Melâmîlik, Ahilik, Bektaşilik hattâ Mevlevîlik, Bayrâmîlik gibi, tarikat ve müesseseler doğrudan doğruya B a b a î 1 i k ’ ten sızan kollardır. Meşrep değişse bile neşve birdir. Bu yolda yapılan tetkikler genişledikçe hakikat bir parça daha tebarüz etmektedir, BABA ÎLYAS. Âşık Paşa’mn dedesi Baba îlyas, Moğol istilâsı sebebile Türkü stan’- dân göç ederek Kır şehir de yerleşen büyük şahsiyetlerden biridir. Künyesi: Şucaeddin îlyas bin Aliyyül-Horasanî’dir. Oğuz boylarından Bayındır aşire- tine mensuptur. Doğum tarihi belli değildir. Torunlarından Ahmed Âşıkî, tarihinde künyesini sayarken: Baba îlyas Halifetüs-seyyid Ebülvefâ Taciil- ârifin dediğine göre îlyas’m Ebülvefâ halifelerinden olduğu anlaşılmaktadır. Ebüİvefa’nın H. 501 yılında öldüğüne ve Baba îlyas’m yedinci asırda yaşa- dığına bakanlar, şeyhi .. değil, piri olduğunu söylemekte iseler de manevî bağlantılarda aradakiler pîrin şahsiyetinde eridiği için şahıslar ve zamanlar üzerinde pek okadar durmazlar. Anadoluya hangi yıllarda geldiği bilinemiyen Baba îlyas, Danişment- lil.er zamanında bir müddet Kayserimde kadılık yapmış, Selçuklular bu böl- gelere hâkim olduktan sonra 625 yılında Amasya’da Hanıkah-ı Mesudi şeyhi olmuş, etrafına binlerle mürit toplamıştır. Selçukî devletini kökünden sar- san Baba îshak isyanında parmağı olan Baba îlyas, Amasya yanındaki Çatbükü çiftliğine gönderilerek orada beş yıl kadar oturmuşsa da büyük oğlu Tuğracı Şemseddin Mahmud’un ve Amasya emiri Fahı-eddin Ali’nin şefaatiyle affedilerek tekrar Hanikâhı Mesudi şeyhliğine getirilmiştir. Baba İlyas’a bir şey yapılamayışı, o zamanlardaki nüfuzunun kudretini gösterir. Baba İlyas 657 yılında ölmüştür. Mezarı Amasya’da kendi adiyle anılan Ilyas köyünde bir ağacın altındadır. Halk sanlık evliyası olarak tanırlar. Bu hastalığa tutulanlar, bilhassa Hızırilyas’ta kabrini ziyaret ederler, ora- daki su ile yıkanırlar. Çorum’a tâbi Mecitözü ilçesinin Kaleycik köyünde oturan Piroğulları adile maruf aile, Baba Ilyas’m neslinden geldiklerini, ellerindeki fermam her nasılsa ziyaa uğrattıklarını söylemektedirler. Bunlar Alevindirler. Baba İlyas’m Şemseddin Mahmud, Muizüddin Ali, Ziyaeddin Musa, Muslıhıddin Musa (Muhlis Paşa) adında dört evlât bıraktığı sanılmaktadır. MUHLİS PAŞA Bazı vesilelerle temas ettiğimiz Âşık Paşa’nm babası Muhlis Paşa hakkmda da esaslı bir bilgimiz yoktur. Anadoludaki Moğol zulmünü kaldır- mak için girişilen hareketlere katılan Paşa’nm Mısır’a firar ettiğini ve 709 tarihinde Kos şehrinde öldüğünü, oğulları Ali Âşık (Âşık Paşa), Gıyased- din Mahmud ve Oğuz Çelebilerin Amasya’ya döndüklerini Amasya Tarihi müellifi haber vermekte ise de Abmed. Âşıkî’nin Tevarih-i Al-Osman da (S: 199) Muhlis Paşayı Osman Gazi büyükleri arasında sayışı bu rivayet- ler hakkında bizi tereddüde düşürmektedir. Baba İlyas’ın evlât ve ahfadı Selçuklular ve onun enkazı üzerinde kurulan küçük küçük beylikler zamanında üzerlerine büyük ve önemli hizmetler aldıkları gibi, o çağlarda Anadolu ve Rumeli’de tahaddüs eden bir çok dinî ve millî kıyam ve devrimlerde, adeta Dimağ ve kalp vazifesini görmüşlerdir. ÂŞIK PAŞA Türbe kitâbesinin mealine göre «Ledün ilminin sahibi, uyarıcıların biricik kutbu, Tanrı’nm eri Şeyh Baba, Muhlis’in oda şeyh İlyas-dân’ın torunudur. Bu âleme ^ Ha’ kelimesinin ebced hesabile tutarı olan 670 de geldi. Zelce kelimesinin tutarına göre 733 Safer ayının on üçüncü salı gecesi bu dünyadan uçtu. Bir kısım tarihler Kırşehir’de bazıları da İlyas köyünde doğduğunu yazarlarsa da yukarıda da kaydettiğimiz gibi dedesi Baba İlyas’m ilk defa Kırşehir’de yerleştiği, Kırşehir timarımn amcası Tuğracı Şemseddin Mahmud’a tahsis edildiği, anasının mezar taşı- nın Kırşehir’de bulunduğu ve Süleyman Türkmânî’den ders aldığı gözönüne getirilecek olursa Kırşehir’de doğduğu galip bir ihtimal dahilindedir. Âşık Paşa’nm asıl adı Alâeddin Ali’dir, Ali Âşık da derlerdi. Anadolunun en buhranlı demlerinde dinî, siyasî cereyanlara karış- mış, idare etmiş bir aile ve muhit içinde hayata gözlerini açan Alâeddin Ali, kâmil bir insan olarak yetiştirilmiştir. Lâtif î’nin yazdığı gibi: «Meşayih-i kibarın ağniy asından idi. Şâhâne izzü cahı ve padişâhâne kudret ve desti- gâhı vardı». Ali Âşık, sofiyâne ve dervişâne bir terbiye almakla beraber, dünya işlerine karışmaktan, cemiyet ve devlet içinde vazife almaktan da geri kalmamıştı. Amasya Tarihinden öğrendiğimize göre Amasya’yı elde eden Karamanoğlu Yahşi Bey tarafından Mısır’a gönderilen sefaret heyeti arasında amcası oğlu Firüz Beyle beraber Âşık Paşa da vardı. Hattâ bir defa da Anadolu emirleri arasında esaretle Mısıra gittiğini gene Amasya tarihin- den öğreniyoruz. Bir çok kaynaklar, Osmanlı Beyliğinin henüz teşekkül etmediği, yalnız Ertuğrul Beyin Uçbeyi olarak şöhret aldığı sıralarda, Muhlis Pa» şa’nm oğlu Âşık Paşa ile Eskişehir’e geldiğini, Ertuğrul Beyden hürmet ve iltifat gördüklerini, Osman Beyin istiklâlini ilân ettiği 1299 tarihinde Âşık Paşa’nm da yanında bulunduğunu haber verirler. Torunu Abmed Âşıkî > de tarihinde «S: 199» şu satırlarla bu olayı teyit eder: «Osman Gazi zama- nında ülemadan Tursun Fakih vardı ve fukaradan Baba Muhlis ve Osman Gazi’nin kaynatası Edebalı vardı. Bunlar duaları makbul azizlerdi». Gene ayni müellifin aşağıdaki manzumesinden Âşık Paşa’nm Orhan Gazi devri büyükleri arasında yer aldığı anlaşılmaktadır: Okutur hutbe Orhan Gazi Ol Osman bin Konurlu nesli Gazi Şeriat gülüne gelinler oldu Çün doğdu şems-i bahtı Orhan Gazi Gaza içtin kim ak feork giyiiptür Yüzü sağ, işi sağ Orhan Gazi Ne geyse yaraşır Orhan Gazi Aşık Paşa zamanında idi Gazi. Âşıkî’nin son rmsramdan Orhan Gazi’den daha ünlü olduğunu anla- dığımız Aşık Paşa’nın ve bahasının OsmanlIlarla temasında bu beyliğin ku- ruluşunda önemli roller oynayan Babaîler ve Ahiler ailesinden oluşlarının tesiri bulunduğu şüphesizdir. Âşık Paşa, kuruluş hazırlıklarında bulunan Ertuğrul oğullarile irti- bat tesis' ettikten sonra Kırşehir’e döndüğü ve orada vefat ettiği anlaşıl- maktadır. Ankara, Kırşehir ve dolaylarının Orhan Gazi zamanında kolayca OsmanlIların eline geçişinde bu görüşmelerin zemin hazırladığı ve bu te- maslarda Edebalı’nm da parmağı olduğu muhakkaktır. Türbesi, Köse Peygamber adile anılan Ertena’nm veziri ve Âşık Paşa’nm kardeşi oğlu Alâeddin Ali Şah tarafından yaptırıldığına ve bu tarihlerde Kırşehir’in Er/ tena oğullarının idaresi altında bulunduğuna göre, hu görüşme nin gizli olarak yapıldığı sanılır. Çünkü Ankara 1354 tarihinde zaptedildiği zaman Âşık Paşa yirmi iki yıl önce Baka diyarına göç etmişlerdi. Âşık Paşa’nın zevcesinin adı Hacı Hatun olduğu, Elvan, Selman «Süleyman», Can, Kızılca adında oğulları, Melek Hatun adında kızı bulun- duğu vesikalardan, mezar taşları kitabelerinden anlaşılmaktadır. Babası gibi bilgin ve eezbeli bir şair olan Elvan Çelebi ve kardeşi Selman Çorum ile Mecitözü ilçesi arasında eskiden Tananözü denilen Elvan Çelebi köyünde yerleşmişlerdir. Bu yerleşmede dedeleri Baba İlyas’m bu sahadaki şöhretinin tesiri tabiîdir. Bu köyün hasılatım hu aileye temlik eden amca oğulları Alâeddin^ Ali Şah, Elvan Çelebi için de cami, türbe ve imaret yaptırmıştır [1] . Âşık Paşazade deye anılan müverrih Derviş Ahmed Âşıkî, Yahya’nın Yahya, Selman’m oğludur. 803-1400 yıllarında Elvan Çelebi tekkesinde doğmuş, burada terbiye görmüştür. Ahmed Âşıkî İstanbul’da büyük dedesi Âşık Paşa için bir cami inşa ettirmiştir. Âşık- paşa adında da bir mahalle mevcuttur. Bu ünlü kişinin adım ebedileştiren en kıymetli eseri: Garibnâme’- sidir. On iki bin bey itlik bu abideyi, dilimizin arı pırlantalarım içinde saklayan, Türklerin alplık ve kahramanlık çağlarını dile getiren, sosyal hayatından örnekler veren bir hâzine olarak, bugünün anlayışına göre in- celemek erbabı için bakir bir konudur. Millî Eğitim Bakanlığımız, dil inkı- labımızın başta gelen müjdecilerinden olan Paşamızın Garibnâme’sini yeni harflerle bastırarak genç neslin istifadesine sunarlarsa millî irfanımıza en faydalı hizmetlerden birisini daha başarmış olurlar. [1] Elvan Çelebi Türbesinin resmini ve H. 855 tarihli vakıfnamesini lütfe- den Çorum Milli Kitaplık memuru sayın Eşref Ertekin, ayrıca şu rivayeti de yazıyorlar : . «Âşık Paşa oğlunun türbesi yapılırken Kırşehir’den develerle mermer yollamış. Develer .Elvan Çelebi köyüne gelip te taşları bıraktıktan sonra çöktük- leri yerde taş olup kalmışlar ve bu durumu işaret sayarak türbemi develerin taş oldukları yerde yapmışlar. Hâlâ bu yere gelenler bir taşa okuyarak atarlarmış!^ Son zamanlarda Âşık Paşa’nm şahsiyeti, İlmî ve edebî değeri etra- fında haylıca kabarık yazılar yazılmasına, etüdler yapılmasına rağmen, hâlâ, o bağrında inciler saklayan engin bir denizdir. Kendimizde bu um- mana dalacak kudreti bulamadığımız, esasen kitabımızın hacmi de buna müsait olmadığı için bu konuda sözü erbabına bırakıyoruz. ÂŞIK PAŞA TÜRBESİ: Şiir ve tasavvuf âleminin seçkin ve ergin bir yıldızı olan Âşık Paşa’- nm edebî durağı, kasabayı doğudan kuzeye doğru bir kuşak halinde saran kızıl tepeler üzerindedir. Bu olgun insanın enginlikleri kucaklayan hâkim tepeleri medfen olarak seçişi, yüceliklere âşık ruhunun kâmil, bir ifâde- sidir. Bembeyaz mermerlerden işlenmiş türbesinin [2] cephe penceresi ile saçak arasında şu kitâbe bulunmaktadır: * Türbenin içine iki basamaklı bir kapıdan girilmekte, dar bir kori- dordan sonra sağdaki kapıdan esas sandukanın bulunduğu odaya çıkılmak- tadır. Kapının her iki yanında da renkli iki mermer sütun vardır. Kapı sövesinin üzerinde de mermere oyulu şu kitâbe bulunmaktadır: <03 Herhalde asıl kahir, diğer türbelerde olduğu gibi, sandukanın bu- lunduğu zâviyenin altındaki mumyalıkta olsa gerek. Bu sandukanın son- [2] Yüksek Mimar Ali Saim Ülgen Vakıflalr Dergisinin ikinci sayısında «Kır şehir de Türk Eserleri» başlığını taşıyan kıymetli etüdlerinde Âşık Paşa tür- besinin mimarî karakterini İlmî bir görüşle tesbit etmişlerdir. On beş yirmi gün önce, gene bir vazife ile Kırşehir’e gelen saym dostumuzla türbeyi ziyaret ettiği- miz zaman cephede bir kayma olduğunu söylemişlerdi. İlgililerden tamirine him- met bekleriz. radan konulduğu, mumyalığa ait medhâlin kapatıldığı sanılmaktadır. Türbenin önünde vaktiyle pek güzel tarh ve tanzim edildiği asarından, ihtiyar bodur ağaçlardan belli bir bahçe ve mermerden yapıkmış çeşme bulunmaktadır. Ne yazık ki çeşme bakımsızlıktan bir külçe haline gelmiş. Ayni zamanda aile kabristanı olan bu hazireye sonradan rastgele cenazeler konmuş, bir çoklarının kitabeleri silinerek yeni yazılar yazılmış, hattâ ; Muhlis Paşa’nm hatununa ait kabir taşı kırılmıştır. Marifetimle bu taşlar ziyaa uğramamak için kaledeki Alâeddin camiine taşıttırılmıştır. Muhlis Paşa’nm hatununa ait mezar taşındaki kitabe: i Âşık Paşa’nm zevcesi Hacu Hatuna ait kitabe: Türbenin arka penceresi önünde yuvarlak bir sütun üzerindeki, ; Kitabenin Âşık Paşa’nm oğlu Çan’a veyahut haremine ait olduğu anlaşılmaktadır. Vaktiyle bizim 764 olarak okuduğumuz tarihi, sayın Halim Baki Kunter 964 olarak tesbit ve Vakıflar Dergisinin ikinci sayısında neş- retmelerse de oğlu Çan’a ve yahut Can’m hâremine aidiyeti kabul edilecek olursa 764 tarihinin daha doğru olacağı kanaatmdavız. [*] Sayın Halim Baki Kunter’i tesbit ettikleri şekil: ÂŞIK PAŞA' VAKFİYESİ Bütün araştırmalara rağmen Âşık. Paşa’nm vakfiyesini bulamadık, 1247 tarihli bir berattan Sivas sancağında- Sorgun nahiyesine tâbi Kozsaray, diğer adıyla Kozviran karyesinin malikânesi Âşık Paşa zaviyesi vakfı ve divanîsi hashümayun mülhakatı olduğu; 1219 tarihli bir berattan da: Kır- şehir nahiyesine tâbi neferat ile Karsadur, diğer adıyla Bavat karyesi nısıf malikânesinin Âşık Paşa zaviyesi vakfı olduğu anlaşılmaktadır. Defter-i hâkani: Kanunî Süleyman devrine ait 735 numaralı defterde şu kayıt bulunmaktadır: - 163: Mezrea-i Alâ Binar ve Küçük Bulaş ve İçmevirân. Malikâne tamamı vakf-ı zâviye-i Âşık Paşa ber mucib-i (defteri atik) (Dîvânîsinin dahi zâviye-i mezbûreye vakfiyeti için merhum Sultan Beyazıd Hân aleyh-ir-rahmetü velgufran hazretlerinin hükm-i şerifi olup ve Alâüd- devle bey eyyâmlarından iki baştan vakfa tasarruf olunduğuna hüccet-i şer’iye olduğu pâye-i serîr-i âlâya arz olundukta iki baştan vakf olmak mukarrer buyruldu. ' 164; Mezrea-i Karaca Kaya. Malikâne tamamı vak-ı zâviye-i Âşık Paşa ber mucib-i (defteri âtik) hâsıl-ı malikâne: 40. B E R A T SURETİ [*] Evkafı mülhakadan Kırşehirde vaki Âşık Paşa» zaviyesi vakfının berveçhi meşruta Tevliyet cihetinin nısıf hissesinin tevcihine dair olan inha üzerine kuyudu lâzımaşı bil ihraç muamelei kalemiyesi ledel icra olbapta naahkemei teftişi evkaftan olunan ilâm mucibince ciheti mezkûre mutasar- rıfları evlâdı vakıftan Esseyit eşşeyh Davut ve Esseyit eşşeyh Ali’den mer- kum Esseyit eşşeyh Davud’un fevtile nısıf hissesi mahlûlinden evlâdı vakfın olarak tevliyeti mezkûrenin hissei meşrutin lehi bulunan sulbi kebir oğlu işbu rafi’i tevki’i refî işşanr hakanî Esseyit eşşeyh Recep zade Salâhuhû’ye meşrutiyet üzere ber mucibi nizam vakfı mebzurun sal be sal [*] Bu berat suretini sayın Eşref Ertekin, Çorum Evkaf Dairesi kayıt defterinin (55) inci notundan istinsah ederek yollamışlardır. lâzım gelen muhasebesini mahallinde marifeti şerile rüyet eylemek ve terk re tekâsül vuku bulmamak şartile bil tevcih yedine berâti âlişânım ita olunmak babında Evkafı Hümayunum Nazareti tarafından. . ba telhis ifade olunarak nıucebince tevcih olunmak fermanım olamm 1296 senesi cemâzi- yel âhirin 4 üncü günü tarihile bu beratı hümayunimi verdim ve buyurdum ki mumaileyh salifilzikir nısıf hisse tevliyet cihetine meşrutiyet ve şartı mezkûr üzere mutasarrıf ola tahriren fil yevmil sadi aşer min şehri cemaziyel âhir li sene sitte ve tis in ve mi’e teyn ve elif. KARAKURT — KALENDER BABA Kırşehir’de Babaîler’den mühim bir şahsiyet de Karakurt kaphcası civarında tekke ve türbesi bulunan Karakurt diğer adıyla Kalender Baba- dır. Kesme taşlardan yapılan bu eser Selçukı mimarisi üslubundadır. Çarşının imarı dolayısiyle yıktırılan bedesten iradının bu tekkeye meşrut ;| oldıîğu 18 Rebi ülâhır 1301 tarih ve 67 numaralı mahkeme ilâmından anla- l i şılmâktadır. Kitabesi kaybolan ve günden güne harap olan bu âbidenin de tamirini, kaplıcanın gelirinden faydalanan mahalli idareden bekleriz. Konya Dergisi’nin Eylül 1939 tarih ve 30 sayısında değerli bilginle- rimizden Dr. Prof. Süheyil Ünver « Anadoluda Kaplıcalar Tarihi» başlıklı makalesinde Karakurt Baba’nm Selçukî emirlerinden olduğunu ve kaplı- canın bu zatın adına izafeten Selçuklulardan Kılıç Arslan tarafından 530-1135 tarihinde inşa edildiğini bildiriyor, Karakurt maddesinde yazacağımız efsa- neyi anlatıyor. SÜLEYMAN TÜRKMANÎ Süleyman Türkmânî Şeyh Hüseyin Mevlevi’nin oğlu, o da Şemseddin’in oğludur. Doğum ve ölüm tarihi hakkında bir kayıt bulunamamıştır. Yalnız türbesinde sandukasının üzerindeki s onradan yazılıp konulan levhada 692 tarihi vardır. Vakfiyesi 697 tarihinde tanzim edildiğine göre bu tarihlerden sonra vefat ettiği sanılmaktadır. Evlâtlarından Şeyh Haşan Ef. oğlu Osman Hilmi, Naliş-i sevda ve Nakşil-medat adındaki eserlerinin kabında «Hârika» ünvanlariyle Süleyman Türkmânî’nin menkıbelerini havi bir risale hazır- ladığını bildiriyor ise de İstanbul’da vefatı dolayısiyle bu eserini bastırmaya muvaffak olamamış, müsveddeleri kaybolmuştur. Gene genç yaşında ölen küçük kardeşi Şemseddin’in elimize geçen ufak bir notundan öğrendiğimize .11 L göre: «Süleyman Türkmânî küçük yaşta iken babası Şeyh Hüseyin ile hicretin 62i inci yılında Anadoluya akıp gelen Türk aşiretleri arasında Konya’ya gelmiş, orada yerleşmiştir. Küçük Süleyman Mevlânamn ders- lerine devam etmiş, ondan feyiz ve ışık almıştır. Mevlânamn ölümünden sonra babası Şeyh Hüseyin de çok yaşamamıştır. Her yönden kemal çağma erişen Süleyman, Mevlâna’nrn oğlu Bahaeddin’in teşvik ve telklini ile Mev- levi tarikatını yaymak üzere Kırşehir’e gelmiş, bir hanekâh tesis etmiştir. Cacabey vakıfnâmesinde arazi sahipleri arasında Şemseddin Türk- man Beyi adında birisine rastlamaktayız. Her halde bu zat Süleyman Türk- mânî’nin dedesidir. Süleyman Türkmânî’nin Lokman Baba’nm hâlifesi olarak gösteril- mesi, Aşık Paşa’ya hocalık yaptığının bildirilmesi bu zatın Babâîîerle de mü- nasebeti oloduğunu hatıra getirmektedir. Baha Sait merhum Şeyh Süleyman Türkmânî’nin Tezkere-i Evliya adında bir eseri bulunduğunu yazmaktadır. Sayın dostum Profesör Doktor Feridun Nafiz Uzluk’ta özel notlarından şu bilgiyi lütfettiler: «Sehhaf kitapçı Raif Efendi ile îstanbulda görüştüğüm esnada bana dedi ki: Kırşehrindeki ünlü şair Güişehri Hazretinin adı, şimdiye kadar bilindiği gibi, Ahmed olmayıp Süleyman’dır. Mantıkuttayır tercemesinde bunu açıkladığı gibi Konya - Aksaray k şair Îsî dalıi bunu söylemektedir, îşte örneklerim, tanıklarım budur; diye şiirler okudum. Ben henüz karar vermiş değilim, defterimden buraya aktarmaya muvafık buldum. Raif ten, bu hususta bir yazı yazmasını da niyaz' ettim.. AksaraylI diyor ki «Musibet- nâme tercemesinde» : İsmail destanı kod budur yakın Mevlânâ ve Sultan Yeleddürü salı°ı din Çelebi gül, Şeyh Süleyman bülbülü AksaraylI Îsî bunların kulu Bunların âşkına hatmolsun kelâm Yer salâvat Mustafa’ya vesselâm Gene Îsî Tariknâmesinde : -Öl erenlerin yüzü suyu hakkı Diyenlere kıla uçmağı gani Failâftm fâilâtun fâilât Mustafa rakıma verir salâvat ■Kani Sadî, Celâlettin ve Attar Veled, Gülşehri, Elvan kondu göçtü — Kemal Ümmi - Mantükuttayır tercemesinden: Şeyh Mevlânâ Celâleddin durur Kim cihanda bir aliyyüttayin durur Görmedik bir er ki ölüp yatmadı Ol Celâleddin cihandan gitmedi Da’vî Mevlânâ Celâleddin kıla Kim am dökelcüki âlem hile Yoksa sen bir söz kilimsen beyan Giru am sen işidesün keman» NOT: Şüphesiz bu noktalar yeni vesikaların ışığı' altında aydınlatılması gereken meçhullerdir. — C. H. T. SÜLEYMAN T Ö’ i İMÂNI T Ü E BESİ Kasabanın doğusundaki sırtlarda İmaret mahallesindedir.^ Günbegün harap, olmaktadır. Türbeye bir sayvanlıktan girilir. Solundaki yüksekçe sekide torunlarından Şeyh Haşan ile bunun oğllu Şeyh Süleyman’ın kabir- leri vardır. Her ikisinin de kitabesini şair-i maderzâd adıyla anılan İsmail Safa merhum yazmıştır Şeyh Hasanhn kitabesi : Haşan Efendi ki şeyh 4i kerim-ü kâmil idi Muhib-bi ilm idi ilmiie hem de âmil idi v, Vefatı dağ-ı derûıi oldu yâr-u ağyâre Cihanda hattâ haşmma vefası şâmil îdi ■Gmay-ı kalbi kadar kudreti olsaydı eğer Şerik-i serveti eytâm ile er âmil idi Şefaat*! Haseneyn’e İlâhî mazhar ola Basan Efendi ki -şeyh-ü kerim-ü kâmil idi. Süleyman Efendinin kitabesi : Şeyhrü şebabe vird-i zeban niilusudui* Medh-ü senası Şeyh Süleyman Efendini» Züvvârı hep fezâilinin müstefididir - ‘ . — İS — Meşhurudur hasaii-i âlem-pesendinifâ Ahbabı, akrabası, hafidi, mücâribi hep Mengüşdâr-ı hikmetidir nush-ü pendinin Yarap şu çah-î medfeni olsun naziresi Cennetteki makam-ı güzin-i bülendlnin.. Değerli şairimizin ifadeye çalıştıkları gibi Şeyh Haşan cömertliği, Şeyh Süleyman zarafeti ile hâlâ anılır. Her ikisi de devrinin en yüksek medrese tahsilini görmüş, âlim fazıl insanlardı. Bu şekilde iki mezar daha mevcut. Birisinin üzerinde: diğer Selçukî biçimindeki mezar taşının baş tarafında da şu kitâbe okunmaktadır : Bu mezar Moğol ümerasından Kutluk Şahın oğluna ait olsa gerek [*]. [?] Anadolu’da' Türkmen beylerinin müzaheretine dayanarak isyan eden Balto Bay - Baltuk Beye karsı Mahmud Gazan Hân, meşâhiri ümerasından Kutluk Şah’ı başkumandan nasbederek maiyyetine verdiği büyük bir ordu ile 693-1299 evâilinde Anadoluya irsal eyledi. Moğol serdarı Kutluk Şah Erzurum üzerinden Mayıs evâiline müsadif Şa’banda Amasya’ya gelip Pervâne-i Sultanî Halfetzâde Celâleddin Mehmed Beyi .kale zindanında hapisle Simre Nazırı İşboğa Noyin’i yanma aldı. Badehu cemiyet-i ihtilâliyeyi takip ederek Kırşehri civarında harbe girdi.» • «Moğol serdarı Kutluk Şah bilmuharebe Baltu Beyi bozup cemiyet-i isya- niyeyi perişan ve Sultan Mesudu Hân’ı esir ederek Gazan Hân’ın yanma gön- derdi. Sair Anadolu beylerine ibret-i müessire olmak zu’miyle bir takım meza- lim-i menfure irtikâp ederek şüphelendiği ümerayı müsadere ediyor, halkı kırıp geçiriyor, Baltu Beyin isyanında muavenet-i raadöiyesi anlaşılan hükü- metli Mısriyye üzerine gidiyorodu — Amasya Tarihi. C: 2, S: 441 - 442 — Sayvandan mescide girilmektedir. Solda bir kaç basamakla çıkılan mahalde dört sanduka , vardır. Baştan ikinci sandukanın üzerinde sonra- dan yazıldığı anlaşılan levhada: «Şeyh Süleyman-ı Veli Hazretleri: 792» ibaresi, diğer dolaba atılmış üç levhadan birisinde: «Ebnay-ı Mehmed Çelebi 850», İkincisinde: «Şeyh Süleyman Veli ahfadından Şeyh Osman Efendi: 1195», üçüneüsünde de: «Şeyh Süleyman Veli ahfadından Şey i Bekir Efendi: 1267» künyeleri yazılıdır. Yedi yüz yıllık ^bir ailenin ^efradı her halde bu beş kişiden ibaret olmasa gerek. Zengin vakıfları ile gül gibi geçinen çocukları biraz da bu nimetlerin sahiplerini düşünmüş olsalardı tarihe karşı borçlarım yerine getirmiş olurlardı. Türbenin dışında viraneye dönmüş zaviyenin karşısındaki çeşmede bulunan şu kitabeden buralarda Caca Beyin anasına ait bir imaret bu- lunduğu anlaşılmaktadır. Ne yazık ki lüle geçirilmek kitabenin ortası delinmiş! SÜLEYMAN TÜBKMÂNI VAKFİYESİ Sureti H: 1232 yılı Şaban ayında Kırşehir Medinesi kadılığından tasdik olunan Şeyh Süleyman Türkmânî vakfiyesinin aslı H: 697 yılı Mu- harrem ayında yazılmıştır. Usul üzere vakfiye; düalar, vâkıfın kadrim yüceltici tavsiflerle başlıyor ve özet olarak şöyle devam ediyor: «Şeyh Süleyman il Mevlevi merhum Şeyh Hüseyinin o da merhum Şeyh Şemseddinin oğludur. O, zat-i çelil - ül - kadir Kırşehri’nİn şark tarafına gelen müsafirler, komşular, garipler ve işi olanlar ıçm hır bina yaptırmıştır. Vakfedilenler: Şehrin etrafından Kızılca, Baranağılı, Kızılcaya yakın Büyük Çuğun, Küçük Çuğun ve Cemele burnundan Batat burnuna; ve oradan: Çukurtaş, Sabun yolu, Tabulga geçidi, Sabut mezreası ile Has- bahçecik, Bekiriye köyü. Gölhisar denilen yoldan Dikiütaş, Sekmat yolun- dan înaç, İkizhöyüğü, Bozbelek, Akpmar, Suluca deresi ve ufacık tepelere kadar; ve Dikili-Aktaşa giden yol ve bunun cümlesi ve bütün köylerin et- rafı birbirine bitişik, hepsi de Kırşehri’ne yakındır. • Samanlu ve Kalacık (Kulcak) mezreaları Konur nahiyesindedir ve hepsi Hacıbektaş nahiyesine yakındır. Yenice Koyuncak, Seğlik, Galaba, Yassıca, Kalekiz, Kozkiz kar- yeleri ve Emir köyü mezreası Kuyupmarı mezreasma bitişiktir ve Mucura yakındır. Nefsi Kırşehir’de zâviye-i şerife merkadma merbut kayıt ve. ■sınırları belirli arazi ve bahçeler vardır. Vilâyet ahalisi ve tasarruf edenler indinde bu vakıf için gayrilerin hakkı Vardır; z'aviye-i şerifeye, mahalle yohanna ve kamu mesâlihiıaa sarf olunur. Kabrin ve mesâcidin gayri ve vakıfı mezbûrun şartı: Evvelâ vakıfları ve zaviyeleri tamirden sonra, arta- kalanları müsafirlere ve mücavirlere; bunlardan artanı da. Evkaf üzerine mütevelli olanlar ile zaviye şeyhlerine eşitlik üzere sarf olunur. Vâkıf; Ehİ-i zâviye, müsâfirîn-i mücavirinden hepsi imamla birlikte beş vakitte hazır ol- " makhğı şart kılmıştır. Kendilerinden bir fenalık zuhur etmedikçe bunlar- dan hiçbiri men’olunamaz. Ve ihvân-ı dini fena yola sevk ederlerse dera- kap tard olunurlar. Ve vakıf-ı mezbur şunu da şart kılmıştır ki: Şeyh ahlâk-ı cemile ve evsaf -ı hamide sahibi olup Mevleviyet hâllerini bilmeli- dirler ve libasları ile giyimli olmalıdırlar. Ve vakıf-ı nıezbûr mütevellilik ve şeyhlik vazifelerini kendi nefsine hayat kaydile şart kılmıştır. Sonra en ' doğru evlâdlarma ve evlâdlarının evlâdlarma batından batma, karından kârına vazifenin verilmesini şart kılmıştır. Ve meşihatı kendisi dünyada sağ oldukça nefsine hasretmiştir. Sonra evlâdına ve . evlâdlarının evlâdına, nesillerden nesillere şart kılmıştır , Ve eğer soyu biterse memleketin hâki- mine vazife-i mukaddese tevdi olunmuştur. Bundan sonra vakfiye: Şartlan bilerek bilmiyerek bozanlar ve buyu- ruklarma uymayanlar hakkında kargımak ve ilenmelerle bitiriyor.. Defter-i Hakanı kayıtlarında Kanunî Süleyman devrine ait 735 numaralı defterden: 184: Karyei Yenice. Kuyucak derlermiş. ■ Mâlikâne vakf-ı zâviye-i Şeyh Süleyman bermucib-i (defteri. Umur Taceddin) deyü defter-i atikte mesturdur. EBN AY - î MEHMED Ç E L» EBİ Süleyman Türkmânî türbesinde yatan Ebnay-i ' Mehmed Çelebinin Mevlânâ’nın oğlu Aİâeddin Çelebi ile ilgisi olması ihtimalini Kırşehir Tarihinin birinci baskısında kaydetmiştim. Kırşehir Vakıflar İdaresinde bulduğum H. 648 tarihli bir vakfiyede Mehmed Çelebinin künyesi şöyle gösterilmektedir: «Mehmed Çelebi bin Mesud Çelebi, bin Hoca Abdullah, bin Mansur halife bin Âli Abbas fi tarih sene isna ve âere ve sittemie: 612 Mehmed Çelebi ’nin de Şeyh Mesud Çelebi, Şeyh Muslihiddin Esser- remlu Çelebi, Şeyh Emrullah Çelebi adlarında üç oğlu vardır. Sultan Alâuddevie canibinden ebi Mehmed Hoca Abdullah, Şeyh Mesud’a tefviz olunan mülk Emrullah Çelebi Ve intikal etmiştir. Vakfedilen arazi Aksa- ’ ray’dadır. Kaman ilçesinin Müderris namı diğer Gökçe viran köyündeki bugün yeri bile bulunmayan Şeyh Muslihiddin medresesinin de Mebmed Çelebi’nin oğlu Şeyh Muslihiddin’e ait 'olduğu anlaşılmaktadır. Vakıflar İdaresindeki bir kayda göre bu medrese’ Selçuklular devrinde inşa edilmiştir. Defter-î Hakanı kayıtlarında Kanunî Süleyman devrine ait 735 nu- maralı defterde Çelebi Halife dervişleri adına yazılı parçayı Ebııay-i Meb- med Çelebi ile ilgili görerek aynen buraya alıyoruz: 166: Mezkûr dervişler Kutb-il-meşayih Çelebi Halife kaddesalîâhü sırreh-ül-âziz Hazretlerinin makbul dervişlerinden olup ve mü ş âr-ün-iley h Selmân Halife makbul hülefasmdan. olup karye-i mezburda vaki olan zavi- yeye hizmet idegelüp ve âyende ve revendeye dahi hidmet idüp bu karye- den gayri nahiye-i Göksün’da kış mevsiminde şenlik olunup .gelüp gidenler zâviye-i mezbure konup hidmetleri olduğu için ümerâ-î Zülkadriye riayet idüp divâniye den mu’af kılınıp selâtîn-i Osmaniy eden merhum Sultan Se- lim Han Hazretlerinden hükm-î hümâyunları olmağın mueebile âlâ mâkân kaydolundu. ‘ l^lllf Bu. mezrea sonradan ihyâ olmağın kanun-ı Zülkadiriye üzerine sal- gın ve sâyır bid’alden nesne verilmez. >' Zikrolunan çiftlik Âlâüddevle Bey [*] oğlu Kaplan Bey mezbûr Ali’ye hibe idüp ol dahi bazı yerin bahçe idüp tasarruf idermiş. Badehu Ali Bey dahi mukarrer tutup eline temessük vermiş ilâ-hâzâ-el-yevm kimseneye öşür virmez. MUHTEREM HATUN TÜRBESİ İmaret mahallesinde, harap ve kerpiçten Örülmüş bir kulübe içinde bulunan bu kabre halk, Muhterem Hatun türbesi demektedir. Kabrin üze- rindeki iki metreye yakın mermer sanduka Selçukî biçimindedir. Yanların- [*] Bir ara Kırşehir’i eğemenliği altına alan Dulkadiroğullarmdan Alâ- üddevle Ahievran zaviyesini onarttığı gibi eski adı Bazarcık olan Sofular kö- yünde de bir cami yaptırmıştır. Bulkadiıii aşireti Sofuların 20-25 kilometre kuze- yinde: Dukadirili Kara İsa, D. Karabacak, D. Yarımkale, D. İnli Murat köyünde oturmaktadırlar. Bu köyde büyücek bir cami, hatırasında tetkike değer kabirler ve sütunlar vardır. Müderris eski adile Gökçeviran köyü Sofuların 20 kilometre güney batısında bulunduğu gibi Kaman ilçesinin 15 kilometre kuzeyinde bulu- nan, vaktiyle Kırşehir’e bağlı iken Keskine verilen Çelebi köyünde bu Çelebi hülefâsiyle ilgileri hatıra gelmektedir. da güzel bir sülüsle Ayetülkürsî, bunun üzerinde de farsça yazılmış edebî sözlerle başlıysan cümlelerden bu kabir Muhammed İbrahim kızı Melik Hatun’a aittir. Süleyman Türkmânî vakfiyesinin sonundaki şahitler- den birisinin Melikehatuıı mahallesinden olduğu kaydedildiğine göre bu kadının adım bir mahalleye verecek kadar yüksek bir aileye mensup olduğu anlaşılmaktadır. Şeyh Süleyman evlâtlarından ve Ebnayi Mehmed Çelebi vakfının son mütevellilerinden merhum Şeyh Salih, Mehmed Çelebi ile Muhterem Hatun’un bacı kardeş olduklarını söylemişti. Melik Muzaffered- din’in buralarda bir imaret tesis ettiği düşünülecek olursa bu kadının bu aileye mensubiyeti de hâtıra gelmektedir. Şu noktayı da esefle kaydedelim ki bu yıl Belediyemiz Melik Hatun türbesini satılığa çıkarmıştır. KAYA ŞEYHİ . Kayaşeyhi mahallesinde Kaya Şeyhi adile anılan bir mezar varsa da üzerinde kitabe bulunmadığı için hayatı hakkında bir bilgi edinemedik. Halkın rivayetine göre adının da Salih olduğu söylenmektedir. Şeyh Süley- man, Ahievran ve Âşık Paşa’nm arkadaşlarından imiş. MELİK GAZİ KÜNBEDİ' (Muzaffer ikMm Behramşah) Kasabamıza zeynet veren tarihî anıtların en güzellerinden birisi de halkın Melik Gazi Künbedi dediği, Mengücük Oğullarından Muzafferüddin Behramşah’a ait türbedir. Kesme taştan 8 köşeli ehram, daha doğrusu eski Türk çadırı şeklinde tepesine geçirilen mahrutî külahı ile mimarî san’atmm şaheseri [*] olan bu künbetin zemin katında küçük bir kapı ile girilen bir mumyalık vardır. Bu mumyalığm her iki yanından merdivenle .yukarı kata çıkılmakta ise de merdivenler, „ zamanla sökülerek düşmüştür. Beyaz mer- merlerle süslü kapının üzerinde, küçük harflerle Selçukî nesih ile kabartma: [*] Yüksek Mimar B. Ali Saim Ülgen Vakıflar Dergisinin 2 nci sayısında Kırşehirde Türk Eserleri başlığı altındaki çok kıymetli etüdlerinde Melik Gazi, Cace Bey, Âşık Paşa gibi âbidelerin mimarî karekterlerini İlmî bir görüşle belirtmişlerdir. kitabeden anlaşıldığına göre, bu künbedi Melik Muzafferüddin’in barem ehlinden birisi tarafından yaptırılmıştır. Bu zaviyede Hanefî ve Şafiî fı kıhla rı üzere iştigal edildiği, gene kitabe raündereeatmdan belli olmaktadır. Kitâbede tarih olmadığı için ne zaman yapıldığı anlaşılamamakta ise de Şebin Kara- hisar (Kögonye) hükümdarı iken H. 825 tarihlerinde mülkü elinden alına- rak Kırşehir’e yerleştiğine [1] göre bu tarihlerden sonra yaptırıldığı sanıl- maktadır. Bu künbedin tam kapı karşısında büyük bir medrese bulunduğunu ve 50-60 yıl öncelerine kadar ayakta duran kapısı sökülerek Kabada bulu- nan Alâeddin camimin tamirinde kullanıldığını ihtiyarlar söylemektedirler. Kapı üzerindeki kitabe inkılâbı ters anlayan bir öğretmen, evet Cumhuriyet devrinde bir Tarih öğretmeni tarafından silindiği için okunamıyor [2]. [1] «Anadoluda birlik tesisini en büyük gaye bilen, bu uğurda her tedbire baş vuran birinci . «Sultan Keykubad, Atabek Eriokuş’u büyük bir -kuvvetle Kögonye kalesinin muhasarasına göndererek sulh veya cenk yoluyla burayı ele geçirmesini emretmişti.» «Atabek Kogonye’ye vardığı ilk günde büyük bir harbe tutuştu,- içeriden ve dışarıdan kalabalık bir halk katioiundu. Melik, içinde sayısız erzak ve dal- galı deniz gibi su sarnıçları bulunan bu kale halkının iki taraf olmasından ve neticenin fenaya varacağından çekinerek kalenin teslimine mukabil memleketin bir tarafında kendisine bir .timar bağlanmasını Sultan huzurunda iltimasta bulunmak üzere Atabek Ertokuş’a bir elçi gönderdi. Atabek elçiyi Sultana yol- ladı. Alâeddin bu müjdeden sevindi. Melik Muzafferûddin’in akıl ve kiyasetinin derecesini takdirle ona Şam hükümdarlığı hududunda Ramman ve Nehrikâlî ile Eshab-i Kehif in menşei ve Takyanus’un makamı olan Erbsuy kasabasının mülkiyetini , ve Kırşehir’in de tımarını tahsis etti. Buna ait menşur ve muaha- denâme kaleme alındı. Muzafferüddin’in üç oğlu Fahreddin Süleyman, İzzettin Siyavuş ve Nasıruddin Behramşah için tertip edilen nefis hilâtlar elçi ile gön- derildi. ' Muzafferüddin menşur ve ahidnâmeyi görünce fevkalâde sevinmiş ve kaleyi boşaltarak gönül hooşluğu ile Kırşehir mahrusesine gitmişti» «Melik Muzafferüddin, Ömrünün sonuna kadar Kırşehir’de rahat ve huzur içinde yaşadı. Hattâ Kiyasüddin Keyhüsrev II. onun kızlarından birini nikâhla almağa talip olmuştu. Padişahtım bu isteğini reddetmiş ve Sultan GiyasMdin uygunsuz şeylerle meşgul olduğundan bizim hanedanımıza damad olmağa lâyık değildir, dediği halde, Padişah bu hususta kendisine itap etmemiş, belki özür dilemişti. Onun masum kızını şeriat hükmü ile Sultanın hârem dairesine gir- dikten sonra da kendisi ve oğullan Rum sultanlarından daima tazim ve hürmet görmüşlerdi. [Anadolu Selçukî Tarihi. İbnzhibi. S: 140. M. Nuri Gençosman.] [2] Emekli valilerimizden sayın bilgin Ali Kemali Akyürek Erzincan Tarihinde çok kıymetli malûmatı ihtiva eden • «Beni Mengücek» bölümünde (S: 60) Muzafferüddin Behramşah’m bu medreseyi 644 (M: 1246) tarihinde İzzed- din Keykâvus. zamanında yaptırdığım, kitabesinde: Muzaffereddin bin Melik Behramşah diye yazılı olduğunu kaydetmekte ve 2 numaralı notunda da «bu medrese Kırşehir’deki Yığmatepe üzerindedir, imdi orta mektep müştemi- Hükümdarlığı zamanında bile ömrünü ilme veren, âlimleri himaye eden bu zatın Kırşehir’de geçen feragatli hayatında, kendini, daha çok ilme ve irfana vakfederek tesisler vücuda getireceği pek tabiîdir. Kapıcı camimin cümle kapısında bulunan: ! kitabenin Muzafferüddin Belıramşah’m mescidine ait olduğunu tarih meraklısı olan babam, bir vesile ile söylemişti. Kapıcı camii Osmanlılar devri eseri olduğuna, kitâbede Keyhüsrev adı geçtiğine göre, ayrıca bir mescit te inşa ettirdiği anlaşılmaktadır. 670 tarihinde tanzim edilen Cacehey vakıfnamesi şahitleri arasında Mehmet Bin Behramşah künyesinin bulunuşu, bu tarihlerde berhayat olduğunu göstermektedir. Bugün Kırşehir’de bu ailenin mensuplarından hiç bir kimse kalmamıştır. • LALE € A Melik Gazi türbesine bitişik olan ve Lâle camii diye anılan bu yapı- nın, mimarî tarzına göre cami değil, açık bir mescit, kervansaray olarak inşa edildiği anlaşılmaktadır. Burasının darphane olarak kullanıldığı .yolunda da rivayetler mevcuttur. Kırşehir’de İlhanlIlardan Mahmut Gazan, Hüdahende, ve Ebıt Sait Bahadır Han adlarına H. 700 ve 733 tarihleri arasında gümüş paralar bastırıldığına göre bu. rivayetin dooğruluğu akla yakın gelmektedir. Bu binanın, ayaklar üzerine inşa edilmiş üç kubbeden ibaret olma- dığı, garp cephesindeki yalnız izleri kalmış kemer başlangıçlarına bakılırsa bu yanda dahi iki kubbe bulunduğu anlaşılıyor. Bugünkü vaziyete göre, kesin bir hüküm vermek imkânı yoktur. Kesme taş kemerler müstesna, diğer kısımlar tamamen moloz taşmdandır; inşaat basittir. Kemerlerin içi adi bir 'işçilikle örtülerek binanın etrafı kapatılmış ve kapı ile mihrap ilâve olu- narak camie tahvil olunmuştur. Mihrap mermerden olup şekli güzeldir. Yam- başmdaki Haşan hin Abdullah tarafından H. 928 tarihinde yaptırılmış çeşmenin üzerinde bulunan işlemeli taşlara bakılırsa, bu civarda daha başka binalar da olduğu anlaşılmaktadır. Bir kitabe bulunamamıştır. İâtmdandîr, zannederim» demekte ise de medrese Melik Gazi künbedinin karşı- sında idi. Alâeddin camii kapısına konulan kitabe silinmezden önceleri sayın Ali Kemali Mucur . ilçesinde kaymakam ve Kırşehir’de mülkiye müfettişi olarak bulunduğu için kitabeyi bizzat okuduğunu sanıyoruz. CACEBEY Eser Ve Vakfiyeleri Kırşehir tarihinde adı çağlar ve nesiller boyunca yaşayacak ünlü şahsiyetlerden birisi de vakfiye ve kitabelerde hakkında sarf edilen t azimli tavsiflere göre: «Din ve devletin nuru, büyüklükler babası, savaşlar eri, Tanrı’nın rahmet ve mağfiretine muhtaç emir Bahaeddin Cace oğlu Nu~ reddin Cebrail’dir. Babası Bahaeddin Cace’nin Ceceli aşiretinin beyi oldu- ğunu, İskilip ’in Ceceli oğullarından Yahya Beyin idaresi altında bulundu- ğunu öğreniyoruz [1] . Kırşehir’deki tesislerine vakfedilen emlâk, ve arazi içinde İskilip ilçesinden bazı köy ve yer adlarının geçişi [2], Vakıflar Genel Müdürlüğünde kayıtlı vakıfnâmelerden birisinin İskilip Kadılığından tas- dik olunüşu, Kırşehir ve dolaylarında Ceceli aşiretinin bulunuşu bu haberi teyit etmektedir, Kırşehir’de «Cace» hecesinde konuşulan ve bazıları tara- u fmdan Caca, Cacı şeklinde yazılan bu kelimenin en doğru imlâsı C e c e = dir; fakat biz dilimizin alıştığı gibi Çaee — Caca — tarzında yazacağız. Cace Beyin hal tercemesi, doğum ve ölüm yılları hakkında fazla bilgimiz yoktur. Vakfiyelerden Babası Bahaeddin’in ve kardeşi Siracüddin İsmail’in arazi ve emlâki bulunduğu anlaşılmaktadır. Kırşehir Sancağının beyi olduğunu Hacıbektaş Velâyetnâmesinin şu: Beyi adı idi Nureddin Cece Biyeyüm anın ahvâlinden nice Sancağı beği idi Kirşehrmin Padişahtan sancağı idi anın parçasında da bildirilen bu devlet adamı, Selçuk oğullarının Moğol baskısı altlında erk ve egemenliklerini kaybettikleri buhranlı devirlerde Tokat, Eskişehir valiliklerinde de bulunmuş, yararlı hizmetleriyle vezir. ve sipeh- sâlâr mertebelerine kadar yükselmiş, , idare çevresi geniş olan Kırşehir’de bir hükümdar gibi hüküm sürmüş, hu kasabayı güzel eserlerle süslemiştir. Muiniddin Pervâne’nin dostu olan . Caceoğlunun Moğollara uysal bir siyaset güttüğü anlaşılmaktadır. Nureddin Cace ile Mevlânâ Celâleddin aralarında saygı ve sevgiye dayanan bağlantı bulunduğu: gönüller sultanın ordular [1] Amasya Tarihi, H, Hüsameddin, C: 3, S: 10, \ [2] Bk: Cace Bey Vakfiyesi. • ~~ 43 — başbuğuna yazdığı mektuplarda [3] kullandığı samimî ve saygılı tâbirler- den belirmektedir. Hacıbektaş’la- aralarında geçen olaylardan da Hacıbektaş ve Bekta- şiler bölümünde ayrıca bahsedeceğiz. Manzum Hacıbektaş Velâyetnâmesinden hülâsa ettiğimiz şu malû- mattan: «Bir ara Nureddin Cace’nin zindan kuyusuna atıldığını, bir gün Padişah Alâeddin’in hatırlayarak zindandan salıvermesi ve gözlerinin kör olup olmadığının tahkikini emretmesi üzerine zindana giden memurun Nureddin’i ve gözlerini sağ ve esen bulduğunu, ve Padişahın katma getiril- diğini, Padişahın uç bir yerde ana timar verdiğini ve ölünceye kadar Rum’a gelmediğini, vefatında tabutunun Kırşehir’deki menzile getirilerek medre- sesi yanındaki türbesine defnedildiğini » öğreniyoruz. Örneğini neşret- tiğimiz H. 1219 tarihli beratta «Nureddin Şehit» tâbiri geçtiğine göre herhangi bir savaşta şehit düştüğü anlaşılmaktadır. Eskişehir’de lisenin karşısındaki metruk cami minaresinde Cace oğluna ait kitâbe [4] bulundu- ğu gozönüne getirilecek olursa, Padişahın tımarını verdiği uç yerin Eskişe- hir olduğu sanılmaktadır. îbni Şahne’nin Halep tarihinde Halep’te Cace oğullarına ait bir türbe bulunduğu yazılmaktadır. On beşinci asırda Osmanlı devleti ricalinden olup adına 282 beyitlik Elkasidet-ün Nasiha bi lûgat-ı Türkiye ismindeki kaside şerhi ithaf olunan Cace oğlu Nureddin Hamza’- nın da hu. aileden olduğu sanılmaktadır. CACE BEY MEDRESESİ : Kasabanın orotasmda, çarşının doğu kenarında bulunan Cace Bey Medresesi tak kapısının en üst kornişindeki büyük Selçuk! harflerle kabart- [3] Mektubatı Mevlânâ, bastıran: Dr. Prof. B. ÎT. Nafiz Uzluk. t*] Tarihten düşmüş nokotalar vardır. [Halkevi Eskişehir Dergisi S: 38. 29 B. Teşrin 1937 • • Selçuk! devrinde bir Eskişehir Valisi. H. Fehmi Turgal] ma sülüs iki satır üzerine işlenmiş: kitâbesinden anlaşıldığına göre: Kılıç Arslan oğlu Keyhüsrev’in Devlet gününde Cibril îbni Caee tarafından 671-1272 yılında yaptırılmıştır: Selçuk binalarında olduğu gibi, bütün ihtişam ve insicam tak kapısında toplanmış, bir tablo gibi süslenmiştir. Giriş kapısındaki Selçukî sülüs kabartma: kitabenin birinci satırı süvenin sağ yanından başlayarak cephede devamla sol süvede bitmektedir. Bu kitabenin altında orta harflerle Selçukî nesih kabartma dört satır üzerine yazılı: kitabenin sonradan îlhanlılar . zamanında konulmuş malî ve İktisadî bir emir olduğu anlaşılmaktadır. Bu buyrultuda: Halktan alman Şahne [4], Tapkur [5]; Sabun ve Küçe [6] vergilerinin, keza keten ekenlere mahsus [4] Şahne vergisi: Anadolu’da eski aşar mültezimlerine şahna denildiğine göre bunlardan alman vergi, resim, [5] Tabkur vergisi: Çatagay -lûgatmda: Tapkur: Arabalar birbirine zin- cirle kuşatulup dört vecihlu kale şekline girmiş istihkâm, tabur, müfreze, kâhil, damga ve aşbazlık [7] namına tahsil edilen resimlerin bundan sonra kaldı- rıldığı ve alınmayacağı . bildiriliyor. Her kim bu vergileri vaz’a kalkışırsa Allahın lânet ve gazabı üzerine olsun denilmektedir. Vaktiyle sokak .seviyesinde olan kapı eşiği civar dağlardan ve mahal- lelerden gelen sel molozları, su döküntüleriyle yükseldiği için, şimdi bir iki basamakla aşağı inilerek içeri girilmekte, sağ taraftaki merdivenden yukarı çıkılmakta, tam karşıda camekânla bölünmüş taşlıktan camie girilmektedir. Cmaiin içinde, tam kubbenin altında bir saha ve ilerisinde kemerler ve dikkati çeken sütunlarla ayrılmış bir basamak yüksekliğinde eyvan ve mih- rap bulunmaktadır ki vakıfnamede de kaydedildiği gibi burasının Cuma mescidi olduğu anlaşılmaktadır. Sağda ve solda dörder tane olmak üzere sekiz oda vardır. Sonradan ahşap çatı ile örtülen, yanlarındaki pencereler- den ışık alan kubbenin açık ve altında kuyu bulunduğu ve bu kuyudan yıl- dızların seyri takip edildiği binanın sağ geri köşesinde bulunan minaresi- nin de bir rasad kulesi olduğu, hattâ minare şerefesinin üst tarafı açık olup 50 - 60 yıl önce küp biçiminde bir kubbe ile kapatılmış ise de zamanla yıkı- [7] Aşbazlılk vergisi: Aşa: Çorba, taam, gıda demek olduğuna göre ima- rette pişen çorba için alman vergi demek. tenbel, denildiğine göre: İstihkâmlar ve kaleler için alman vergi anlamına gelmek- tedir. Belki de tenbellerden alman vergi (!), - 6 — Küçe vergisi: Küçe: Zokağ, sokak, mahalle, konar ve göçer bedevi gibi planlar, tarik, rah, yol. «Lügati Çağatay». Küçe aşı: Beyaz mercimek taamı, civan aşı, beyaz darı çorbası, maşabe ve mercimek çorbası gibi «ayni lügat». Küçe, Küça «Koçu, Küsen»: Küça, Doğu Türkistanm büyük şehirlerinden en mühim kültür, medeniyet merkezlerinden biri idi. Kâşgar’m takriben 600 kilometre kuzey doğu tarafında kâindi. Bu şehir ile cenubundaki «Aksu» ve şimalindeki «Karaşehir» bu- gün olduğu gibi tarihen' bize malûm olan bütün devirlerde medenî Türklerle mes- kûndu. Milâdî 5-9 uncu asırlarda Doğu Türkistan’da, Tarım nehrinin Yarkend’den aşağıya düşen sol kolları üzerinde bulunan şehirlerde, kuvvetli bir medeniyet ya- şamıştır. Eskden Küsen adı verilen Küçe, en eski Çin kaynaklarında Ku-Thehi yâni Küça, milâdî birinci asır kaynaklarında ise Ku-jen yâni Küsen tesmiye olunmuş- tur. Arap ve Fars kaynaklarında « . Küca» ise Fraslann söyleyişleridir. Şimdi yerli ahali « n » yi « r > ye kalbederek Küsen kelimesini Küser suretinde söylerler. Küçe, Aksu, Karaşehır ile havalisinin medeniyeti, güney batısındaki «Kâşgar», kuzey doğusundaki «Koçu - Turfan» medeniyetlerinden biraz farklı olmuştur. Bu üç şehir, Milâddan önceki devirlerdenberi demircilik yapmak, altın ve gümüş istihsal etmek, gayet ince kumaşlar dokumak hülâsa ticaret ve sanayide büyük bir inkişaf göstermişlerdir. Ahalisi pek eski zamanlardanberi Budist idi — Kâşgarlı Mahmud, M. Şakir Ülkütaşır, S: 129. — Menşei Orta Asya dan Küçe vergisinin medresedeki menzilhanede konan göçenler için alındığı anlaşılmaktadır. larak tuğla ile bugünkü zevksiz kısmın yapıldığı söylenmekte, 1325-1909 tarihli Ankara Salnamesinde de bu rivayetler teyit , edilmektedir [8] . CACE BEY TÜRBESİ Caminin bünyesine dahil olarak sol tarafta inşa edilen ve içeriden yedi basamakla çıkılan türbe kapısının iç süvesi üzerinde dairen madar çini üzerine büyük Selçukî nesih harflerle yazılmış kürsî âyetinin devamı olan: türbe penceresinin dışında pencere hücresinin içinde istilâktitlerin altında- dır. Türbenin içindeki çini tezyinat siyah, mavi ve beyaz renklerle yapıl- mıştır. Bu binada çini ve sırlı tuğla, türbeden gayri yalnız minarede kulla- [8] Burası edvâr-ı Selçukiye-ye ait bir medrese-i fünun harabesi olduğu halde ahiren cami~i şerif haline ifrağ edilmiş, elsine-i umumiyede: Cace Bey camii diye maruf bulunmuş ise de bina-yi atik-i mezkûrun bir medrese olduğu kafidir. Bina-yi atikten yalnız bir kapı ile kapının solunda taştan ve zu vücuh-i kesîre bir ehram-ı muntazam kubbeli banisinin türbesi ile minare haline konulmuş bir kuleden maada bir şey olmayıp üzerine bir kubbe yapılarak ve mezkûr kule de minare şekline kalbolünarak camii şerif ittihaz edilmiştir. Bina-yi atik-i mez- kûrun bir medrese-i fünun olduğuna kapısının üzerindeki kitabe delâlet etmek- tedir. Etrafındaki kârgir odaların da o zamanlar höcrenişin talebeye ait olduğu müstebandır. • Zemininde bir kuyu bulunduğu ve evvelki * kubbenin vasatında bir fetha mevcut idüğü söylenmekte olduğundan sabit bir «teodolit» vazifesi ifa edebilecek mezkûr kuyu ve fetha kevâkibin, nısfın-nehârdan müruru anı zapto- lunduğu, ve şimdi minare olarak kullanılan kulenin bir rasad kulesi olması vârid-i hatır olur. Kule gayet sanaikârane tuğladan, yapılmış ve mavi küçük çinilerle müzeyyendir — Salânme — Geçen seııe Eylülünde Türk Tarih Kurumu adına, Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi Hindoloji Profesörü B. ."Walter Ruben ile İlimler Tarihi Doçenti Aydm Sayılı’nm yaptığı araştırmada iki metre derinliğinde bulunan küp ve altındaki tuğladan yapılmış tandır uzun müddet rutubette kalmak yüzünden birdenbire dağılmış ve içinden yumurta’ kabukları, hindi kemikleri çıkmış; hafriyat ilerle- dikçe çini parçaları, muhtelif çağlara ait renkli ve işleniili seramikler, bezir çıra- ları, yüz kilo ağırlığında mermerden yapılmış bulgur döğmeye mahsus Soku-Dibek taşı çıkmış üçüncü metrede toprak çökerek kuyunun ağzı gözükmüş, ve binnetıce tam kubbenin şakulî istikametinde kuyu meydana çıkmış, su birikintilerini iptidaî vesaitle boşaltmak güçleştiği için kuyu tekrar kapatılarak araştırma olduğu yerde bırakılmıştır. Yalnız Kırşehir Tarihini değil, ilim dünyasını ilgilendirecek olan bu başlangıcın sona erdirilmesini T. T. Kurumumuzdan ye Millî Eğitim Bakanlığı Müzeler ve Eski Eserler Umum Müdürlüğünden bekleriz. nılmıştır. Minarenin kaleye hakan arka cephesinde fotoğrafisi alınan kitabe mevcuttur: Vakıfnamelerden Cace Bey’in medresesi yanında mescit/ hânikah, mutesavvife menzili, zaviye ve mektep' gibi ayrıca binalar yaptırdığı, hattâ Şeyh Süleyman Türkmânî türbesi önündeki bir çeşmeye konulan ve lüle geçirmek için ortası delinen kitâbedeki okunabilen: yazılardan validesi adına bir imareti de bulunduğu anlaşılmaktadır. Cami kapısının sağındaki merdivenden çıkılan üst katta mevcut ocaklı odanın ve yanındaki höcrenin, şimdi toprakla örtülü düz dam üzerinde bulunması muhtemel odaların, gene alt katta cami içindeki sekiz odamn bu hizmetlere tahsis edildiği sanıîmlaktadır. Bu civarda hamam bulunduğunu da yaşlılar söylemektedir. CACE' BEY VAKIFNAMELERİ Bugün Cace Bey’ e ait elimizde dört tane arapça vakıfnâme vardır. Birisi Cace Rey’in son mütevellilerinden Recep oğlu Ali [*] den, diğer üçü- nün örnekleri Vakıflar İdaresi Umum Müdürlüğünden alınmıştır. Ali’den aldığımız^ vakıfnâmenin başlığı yırtılmış, bir çok yerleri silin- diğinden ve noktasız imlâ ile yazıldığından okunamaz bir bale gelmiştir. Okunabilen satır: 333 tür, sonu vardır. Tarihi: 20 Şevval 670, okunabilen satırlara göre gelir kaynakları 109 kalemdir. Vakfedilen emlâk ve arazinin bolluğu ve genişliği [9], bu arazi sahipleri içinde tanınmış şahsiyetler adının [*] Bu aile Cace Beyi Kılmç Aslan’ın oğlu sanarak Kılmç Aslan soy adını almışlardır ki tarihî hakikate uymaz. [9] Bu hususta bir fikir vermek üzere yalnız Kırşehir kasabası içinde vakfedilen emlâk ve araziden bazılarının adlarını veriyoruz: Soycak mezreası, İmir mezreası, Akim mezreası, Oksa karyesinde değirmen, Çardaklı mevkiinde • değirmen, bağ, bahçe, sulu tarla, Kırşehirde değirmen, bağ, bahçe, hamam, bahçe, Kuşhisarda iki değirmen, Kırşehir’de bağ, Hıîya mevziinde iki bahçe, Akbayır mevkiinde bahçe, Karaali değirmeni mevkiinde bahçe, nehir kenarında meşçere, Hacı Mahmud savması sulak tarlalar, Tırtıklı mevkünde de- ğirmen ve sulu tarla, Hamamı suhruda bağ ve bahçe, Turina mevkiinde bağlar, Havuz bağları namiyle maruf iki bahçe, Kırşehirde Dekâk-Dinek mevkiinde iki geçişi [10] , bilhassa şahit künyeleri arasında uzak diyarlardan gelmiş ve [10] Polaö Arşları, Seraceddin Ebu Bekir, Necmeddin İbrahim, Şemsed- din El-Hâdîm, Fahreddin Ayaz, Hurremşah, Kadı Necmeddin, Nureddin İsmail, gemse ddin Mehmed Eî-Hâdim, .Hûsameddin Kabaca, Seyîeddin Ebu Bekir, Fah- reddin Âli, Nakyeddin Habeşî, Bedreddin .Ağlebek (Ağıl Bey), Esedilmühtesep, Şerafeddin Şuayip, Türkânşah, El-Emir-uİ Mukbil Polad Aslan, Kemaleddin Kemsil, Fahreddin Kümsel, Cemaleddin İsa, Nizameddin, Şucaeddin Emir İlyas (Konyada) El-Emir Cemaleddin, Süleymanşah, Necmeddin El-Muhtesip, El- Emir Fahreddin El- Atabek, Cemaleddin Musa,- Eşededdin Eİ-Mulıtesip, Şemsed- din Emir Hac, Sadeddin Selman, Şihabeddin Türkmengatı, Kâtip Necmeddin, Ya- vaş Hatun, Zeyneddin Yusuf, Melik Bedreddin ve Müsrif Nasuruddin, Şemşed- din Türkmenbeyi, Sadreddin veresesi. sulu tarla, Abane namiyle maruf bahçe, Aksaray yolu üzerinde buzhane, Enlu mevziinde bağ, Kâfurede iki tarla, Oksa mevkiinde susuz tarla, Hacı Mahmud savmasında bağ, ÖÖsa mevkiinde bağ, Soymak-Soycak karyesinde bağ, Kâkûre mevkiinde bağ ve sulu tarla, Kassarin mevkiinde bağ, Çekle mevkiinde sulu tarla, Hûsameddin ham mevkiinde bağ, Lebad mevkiinde bağ ve sulu tarla, Soymak karyesinde bağ, Ahcar mevkiinde üç bağ, Obruk' mevkiinde bağ, üç ekmekçi dükkânı, Na’âlin çarşısında dükkân, ' Ermeniler çarşısında kebapçı dükkânı, Bakkalin çarşısında dükkân, Kırşehirde bir dükkân, Ermeniler çarşı- sında dükkân, Terziler çarşısında dükkân, Bakkalin çarşısında dükkân, Kale kapı- sında dükkân, Vâkıfın mahallesinde bir ev, Bakkalin çarşısında dükkân, Hoca Salâha ddin mahallesinde boyahane, Kasaplar çarşısında kasap dükkânı, Kavaf- lar çarşısında üç kavaf dükkânı, Dülgerler çarşısında dört dükkân, Saatçiler çarşısında dükkân, Kavaflalr çarşısında dört dükkân, Kassarin çarşısında üç dükkân, Türkmân pazarında dört dükkân, Dülgerler çarşısında üç dükkân, Kır- şebirde üç dükkân, Gazme-Kazkılme değirmeni mevkiinde tarla/ Bakkalin çarşı- sında dört dükkân, Ketenciler çarşısında dükkân, Bakkalin çarşısında üç dük- kân, Helvacılar çarşısında dükkân, Kavaflar çarşısında dükkân, Sakatçılar çar- şısında dükkân, Kale kapısında dükkân, Hendek kenarında dükkân, Sakatalar çarşısında dükkân, Bakkalin çarşısında iki dükkân, Helvacılar çarşısında dük- kân, Hacı Mahmud savması mevkiinde sulu tarla, Salah Müşrif namiyle maruf bahçe, Hılya mevkiinde bağ, Köprü mevkiinde bağ, Cerrahlar çarşısında dük- kân, Muhtesip Esedettin mahallesinde üç ev, Buruziyetil Haffafin mahallesinde’ altı ev ve ma’sara «Mengenehâne», Türkmân pazarında han, Emir karyesinin üç rubu, Kırşehirde han, Kuşhisarda hamam, Kırşehirde hamam, Harmönü, Kimk, Balanış, Karaağıl, Kobca oğlu, Güçüki kayak, İclris Gazi, Yazıkale Başmakçılar, Savcık, Lodrum, Kulbak, Yanikhisar, Kızılca köy, Sevdiğin, Susuzâlem, Çartak, Eravik, Keylik, İnançini, Sarılar - Sivriler, Kızilhisar, Basmacılı, Bayındır, Terman, Gölhisar köyleri, Kırşehirde Ziyaretpazar . mezrealarmdan Bedreddin Abdüssamed ve Mecdüttin mezreası «Kayseri yolunda» bahçe, iki değirmen, bir Kırşehir’e yerleşmiş insanların bulunuşu [11] Kırşehir’in o çağlardaki geli- şimini belirtmekte, adeta kadastrosunu çizmektedir. Yedi yüz yıl önceki bir varlığın olumluluğunu dile getirecek olan bu belgeler, elden ele, defterden deftere geçe geçe aslından o kadar kaybetmiştir ki, yukarıda da işaret ettiği- miz gibi, kelimelerin noktasız harflerle yazılışı, dil bilmeyen kâtip ve müs~ tensiklerin kendi karihalarından uydurmalar yapışı, bazı cümleleri, satırları, hattâ sayfalan atlayışı; bu tarih tanıklarım tanınmaz bir hale sokmuşlar- dı] Sinan bey bin Abdullah, Arşlan Amiş, Sevinç, Mesud üi Hâtir, Mahmud ül Hâtir, Mehmed bin Abdülkerim bin Mehmed-ül Mahmud [vakfi- yeyi tescil eden hâkim] Yusuf bin Semdan ii-Firişhad, Yusuf bin elhac Gelibol, Mahmud Emiri Elhac El -Hüseyin bin Ahmed bin Hüseyin Elrazi Bahri Yesrib, Çelil bin îshak bin Ahmed Elmarkerdi, Ahi Faris bin elhac Ömer- il Aksarayi, Menuh bin Abdürrahim bin Abdülvâhap, Ali bin Haşan bin Zeyd Elsehlemî, Mehmed bin Mevlûd bin Elhâsaıı Elkayseri - Mehmed bin Ahmed Elhatib bicami-i Lâle EI-Kayseri, Yakup bin Mehmed Elmalâtı Elhâkim bimahruseti İskilip ve Nerdibanlu - İbrahim bin «begi» • Elfergani, Mehmed bin Selman Ahsenullah Ma’bihi Eltugrai Mehmed bin Ahmed bin Cemil Elneccari - Ahmed bin Ali Arif bin Mehmed Elhatip Elsivasi, İsmail bin Caca Devlethan. bin Hakkı, Eyüp bin Göçersalar Elırakî, Mehmed bin Göçersalar Elırakî, İbrahim - Elırakî, Mahmud Göçersalar Elırakî - Emir Hacip Yusuf Kırşehri, Nasrullah.bin Göçersalar bin Edhem, Yusuf bubu "Elırakî, Mehmed bin Mustafa Elırakî, Mehmed . bin İbrahim Karagül Elırakî, Ali bin Ebu Bekir Elırakî, Ali bin Osman Elırakî - Yusuf bin Ömer Hattaban Elırakî, Gerçeği bin Hızır Elırakî, Alâüddin elhaç İsa Elkâtip, Güvenç Bahadır, Sevinç Bahadır, Gazi Elirakî - Gurzüran Gazi Elırakî, Ali bin Sal Elırakî - Mahmud bin elhac Nasrullah Elezrı, Nuşırevan bin Mesud bin Mehmed, Mübarek bin Abdullah. Elhaöim - Mehmed bin Behramşah, Ekuş bin Abdullah Elzavuk, Belban bin Abdullah, Otas bin Abdullah, Elselâhi Altunbaş bin Abdullah Elsalâhi, Kutluca bin Abdullah Elselâhi, Ferruh bin Abdullah, Yakut bin Abdullah, Kutlu Eltabah. tarla, Vâkıfın evinin yanında hamam, Kasaplar çarşısında han, Saraçlar çar- şısında han, Bezzaziye hanı, bahçe, Kâfûre mevkiinde iki bahçe, Kuşhisarda bağ ve bahçe, Harsusohusu mevkiinde iki tarla, Kuşhisarda değirmen bağ ve bahçe, Darüs-Suleha kurbünde değirmen, bağ, meşçere, tarla, Konya’da dolap, Dolap namiyle maruf tarlalar, evler. Gene Kırşehirde. Elvan, Şehabeddin, Türkmen- şah milki, Şeyh Hemedani, Cemaleddin Musa, Keydil Muhtesip, Duran mahal- leleri, Cemale kalesi, Heftiruz, Lâlâ değirmeni, Çart değirmeni Abdülgani değirmeni. Adlarını bile iyi okuyamadığımız bu mevki ve mahallelerin yerleri bile belli değil, Bunlardan bazılarını sözlükte adlarım taşıyan maddelerde bildirmeye çalışacağız. İmkânsızlık dolayısiyle vakfiyeleri aynen neşredemediğimiz için özür dileriz. dır [12]. Vakfiyemn altında bulunan Moğolca parçanın Örneğini ve ter ceme- sini resimler bölümünde ayrıca neşredeceğiz. Vakıflar Umum Müdürlüğünden tasdikli ör eniği aldığımız vakfiyenin defter No: 607, sayfa No. 300, sıra No: 429, vakfı: Ebül Maâli Cebrail bin merhum Bahauddin Çace, tanzim tarihi: 10 Şevval 670, vakfiyenin satırları 324 tür. Vakfiye defterinin altı buçuk sayfasını tutmaktadır. Diğerinin defter No: 618 - 1, S. No: 20, Sıra No: 6, vakıfı: Ebülmaâli Cebrail bin merhum Bahauddin Cace, tanzim tarihi: 10 Şevval 670, vakfiye satın: 423 tür. Vakfiyenin başı ve sonu vardır, gelir kaynakları: 201 kalem- dir, altındaki tanık adları birbirinin aynıdır. Bu vakfiyenin örneği İskilip mahkemesinden tasdiklidir. Altındaki tanık adlarının uymamasına (ayrı ayrı kadılıklardan tasdik edildiği için tabiî uymaz — C. H. T.), baş tarafının noksanlığına ve aradan hayli sayfalar çıkarılmasına rağmen Ali’den aldığı- mız vakfiye ile birbirinin tıpkısıdır. Üçüncüsünün defter No: 608/1, sayfa No: 17, sıra No: 8 dir, başı yoksa da sonu vardır. Vakıf m adı vakfiyenin içinde yazılı değildir. Ancak vakfiye I? defterlerine kırmızı mürekkeple yapılan başlıkta (Cace Bey ’in Kırşehir’e ait j$| - olan vakfiyesidir) ibaresi yazılıdır. Vs Bütün bu gelirler vakıfın Kırşehir’de vücuda getirdiği medresenin ■ \ " ki bu medresede cuma namazı kılınır — , mescidin, hânikahm, mutasevvife menzilinin, zaviyenin, mektebin iş ve ihtiyaçlarına; Kayseri’de İbasiye mahallesindeki mescit camiine, Kırşehir’de Kayseri yolu üzerinde bulunan Darüs-sülehanm, Kayseri’de Talimekini kayresindeki medrese ve erkek evlâdına ve ütekasma (kölelerine) vakf edilmiştir: [12] Bu hususta fikir vermek üzere bir iki Örnek: Ali’den aldığımız vakfiyede Elemir el Polad Arşlar: Sokuleramine Sokulbakkalin Elhandek Elkâin bizahir Kırşehri Fahreddin Kemsel Elemir Cemaleddin elvali Necibettin elmuhtesip Fahreddin Kiriz Elma Arzı babanı Torenta Arazii Karlık Bedolap Vakıflar İdaresi Elemir Solak Arslan Sokulimamiye Sokulniâlin Elhadaik yok Fahreddin Kemsek Elemir Cemaleddin vali Necibettin Fahreddin Kirin Hilya Arazi bahah Oksa Karye! Kazlık Beduran 51 Mevkufatm tamiri, hasır, yaygı, mum, zeytinyağı, odun, kapkaçak alındıktan sonra fazlasının rubu «dörtte bir» vâkıfın evlâdına «ash yedi: se- kimde bir sehim ki yedide bir» vâkıfın üt et asma, mütebaki varidattan: Medrese müderrisine: 200 dirhem aylık; Muidine: 600 dirhem aylık; Yirmi dört nefer fukahadan «talebeden» .. , 3 neferinden her birine 180 er dirhem Bu talebeye beş seneden sonra muhassasat verikniyecektir. Medresedeki hatibe senevi : 480 dirhem » muarrife » : 460 » V akırın Kölesi Seyfeddm Sungurca ’ya senevi: 360 dirhem; . Vâkıfın kölesi Mübarek Abdullah’a senevi 460 dirhem Nakibe senevi: 300 dirhem Vâkıfın türbesinde kur’am Kerim okuyan dört nefer hafızlardan her ' birine 18 er dirhem; Medresenin yanındaki mescidin imamına senevi 1000 dirhem; Muallime senevi 240 dirhem; İki kalfadan her birine 60 ar dirhem; Sübyanlardan her birine beşer fülus; ialimekini karyesinde vâkıfın bina ettiği mescit ve medresenin mesalihine: Talimekini mahsulâtının dörtte biri. H&nikah şeyhine senevi: 600 dirhem. Gelip gidenlerin yemek, ekmek vesairesine yevmiye' 8 dirhem. Aşçıya seneyi: 120 dirhem. : Ferraşe senevi: 120 dirhem. Zaviye şeyhine senevi: 420 dirhem. . Zaviye hadimine 120 dirhem. zaviyede mukim fukara ve sulahaya hizmet edene senevi 120 dirhem. Zaviyeye gelenlerin ye içinde mukim olanların ekmek ve yemek masraflarına günde iki dirhem; Darisüleha şeyhine senevi 600 dirhem; Zaviyedeki fukara ve sulahanm yemek, ekmek vesair masraflarına günde sekiz dirhem: Zaviyedeki hizmetçiye senevi 120 dirhem; Zaviyedeki aşçıya 120 dirhem; Kayseri haricindeki camiin hatibine senevi 360 dirhem: Müezzine senevi 240 dirhem; Kayyıma senevi 120 dirhem; Muarrife senevi 120 dirhem. Musluk mesalihine bakan ve pislikten temizleyen kimseye senevi 120 dirhem; Şu vakfın tevliyetini vâkıf önce kendi nefsine ve vefatından sonra kız evlâd hariç olmak üzere evlâdına ve batnen bade batın evlâd evlâdına, erkek evlâd münkariz olursa kız evlâdına, kız da münkariz olursa ütekasma ve ütekasının evlâdına, bunlar da münkariz .olursa Kırşehir Kadısının reyine tefviz olunmuştur. B İ R .BERAT ÖRN.EĞİ. Cace .Bey medresesile, Süleyman Türkmânî, Âşık Paşa ve Ahievran p zaviyelerine ait mevkuf atın mahsulâtına fuzulî elkoyan Âlâüddin camii |j; mütevellisi İsmail'in men’ü define dair sadir olan H. 1219 tarihli Berat’m j; örneğini Kırşehir Tarihi’nin bazı yönlerini aydınlattığı için aşağıda yayın- lıyoruz: • \ H ,ş «Kıdve-til Envab-il müteşerriin Kırşehri kazası naibi Mevlânâ (aslın- da ismi yok) zide ilmehu tevki-i refi-i Hümayun vasıl olacak malûm ola ki Ahrned ve Mehmed nam kimseler südde-i saadetime arzıhâl edüp Kırşehri sancağında ve nahiyesinde Keylik mazreasmm malikânesi Cace Bey medresesi vakfı ve divanisi müştereklerde Kırşehri sancağında Binek nahi- yesinde [1] Bozöyük nam karye ve gayriden sekiz bin üç yüz elli akça timare mutasarrıf Mehmed veled Ebu Bekir’in tımarı mülhakatı idüğü ve yine Kırşehri nahiyesine tâbi Cemele karyesinin malikânesi vakfı ve divânisi Cemele karyesi düzdarı timarı iken Eşkün [2] mukatasile zaptolunmak için ba hattı tevkii tashih olunduğu ve yine Kırşehri nahiyesine tâbi Kar- sadur namı diğer Bayad karyesinin nısıf malikânesi Ahi Mesud [3] ve Ramazan mülkü ve nısf-ı aharı vakf-ı camii Kırşehri ve vakf-ı zâviye-i Ahievran ve vakf-ı zâviye-i Âşık Paşa ve divanı timar ve müştereklerde Süleymanlu [4] nahiyesinde Bucak nam karye ve gayriden otuz yedi bin yüz yetmiş akçe zeamete mutasarrıf ve Alemdar Ahmed veled Mehmed’in zeameti mülhakatı olduğu Defter-i . Hâkanî’de mukayyed ve merku- [1] Vaktiyle Kırşehir’e bağlı olan şimdiki Kesin ilçesi; esKiden buraya Keskin Dinek Madeni denilirdi. [2] Eşkinciler: sefere hazır sipahiler. [31 Mucurun Bağçecik köyünde zaviyesi olduğu vakıf kayıtlarından anla- şılmaktadır. [4] Keskine bağlı Salmanlı ilçesi. 53 mân Ahmed ve Mehmed zikrohman Keylik mezrasını divanı mutasarrıflan merkum Mehmed veled Ebu Bekir ve müştereklerde ber mucib-i Defter- Hâkanî zabıt ve malikânesi tarafına ait mahsul-i vâkıf merkum tarafından ahz ve kabz murad eylediklerinde âhzolunmak icabetmezken Kırşehrinde Sultan Alâeddin camii vakfı mütevellisi İsmail’in tarafından vekili İshak Beşe oğlu İbrahim nâm kimseye mezrea-i Keylik - İlmerkume ye camii mezbur vakfı mülhakatmdandır deyü hdâf-ı Defteri Hâkanî müdahale . ve ledet-tarafî müdahalesi men-i birle hüccet-i şer’iye verilmişken müteneb- bih olmayup fuzulî zabıt ve mahsulünü ahız ve mahsul-ü mezbure gadr ey- lediğin inhâ ve mezrea-i mezbure ber mucib-i • Defteri Hakanı divanı muta- sarrıflarile medrese-i merkume vâkıfı tarafından zaptolunup bilâf-ı Defteri i Hakânî ve mugayir-i hüccet vaki olup müdahalesi men-ü def’in ve fuzulî ahzeylediği malikâne mahsulü, tahsil olunmak babından emr-i şerifimin sudurunu istid’a ve Defteri Hâkane-i Âmiremde mahfuz ruzname-i Hü- mayun ve Defter-i icmal ve mefasıl ve Defter-i Evkaf’a müracaat olun- . dukta Kırşehri nahiyesine tâbi Vakf-ı Medrese-i Cace Bey veled-i Nured- i din şehit der Kırşehri buyrulduğu mahallin tahtında karye-i Akova ve mezrea-i Keylik malikâne iki yüz akçe yekûn maa gayriye yirmi üç bin ; altı yüz yetmiş üç akçe minha elmasraf becihet-i vazife-i müderris fi yevim dokuz akçe ve becihet-i hak-kı tevliyet bir nefer filmasraf minelrubu ber mucib-i şart-ı vakıf ber mucib-i defteri atık maa cihat-ı saire aded-i def- „ . teriatikte vech-i meşrnb üzere ve yine -nahiye-i mezbure tâbi vakf-ı zâviye-i Şeyh Süleyman ve aleyh-i rahmet-i velgufrân der Kırşehri deyü yazıldığı mahallin tahtında karye-i Kızılca [5] ve karye-i Cemele malikâ- ne vakf-ı zâviye-i mezbur iki bin üç yüz yirmi akçe yekûn -maa gayre iki bin sekiz yüz akçe minha elmasraf cihet-i tevliyet ve meşihat evlâda meş- rut olup ve cümle mahsulünden termim-i evkaf ve termim-i zâviye mu- kaddem olup maadası müsafirinin taamiye ve levazımına sarfolunduktan sonra ve asıl mütevelli ve şeyh beyninde alesseviye taksim ola deyü mes- turdur tarih-i vakfiye filevâil Muharrem-il hârâm .sene altı yüz doksan yedi deyü Defter-i Evkafta muharrir kalemiyle başka başka tahrir ve yine Kırşehri nahiyesine tâbi mezrea-i Keylik malikâne medrese Cace Bey oranın ehalisi ziraat ederler ve hasılatında kendüm ve şair [6] yekûn maa gayre üç yüz ve malikâne tahtında kendüm ve şair ve gayre iki yüz akçe yazu ile Defteri mefasıl’ da muharrir kalemile tahrir ve Defteri icmal’de biriktirilip iki bin beş yüz akçe yazusundan yedi yüz elli akçesi ifraz ve ber icmal ve tamamen Mehmed veledi Ebu Bekir’in kaydmdadır ve Kırşehri nahiyesine tâbi neferat ve zemin ile karye-i Cemele malikâne [5] Erevik’e bitişik köy. f [6] Buğday ve arpa. ; i -> vakf-ı zâviye-i şeyh Süleyman diyvam tımar ve hasıle diyvanı tahtında kendüm ye şair ve gayre yekûn maa gayre dört bin akçe ve malikâne j vakf-ı zâviye-i Şeyh Süleyman tahtında kendüm ve şair ve gayre yekûn maa gayre iki bin üç yüz yirmi akçe yazu ile Defter-i mefasıFda muharrir kalemiyle tahrir ve Defter-i icmal’de diyvanı yazısından üç bin yedi yüz akçesi ifraz ve maa gayrüha biriktirülüp dört bin akçe yazu ile Cemele kalesi düzdarına mahsus bir gedik icmal iken Cemele karyesi nef eratının her sene on bin akçe maktuu eşkûn mukataasma dahil olup düzdar-ı mer- kumdan refi ve eşkûn mukataasile zaptolunmak üzere bin yedi yüz yedi tarihinde ba hatt-ı tevkii tashih olunmuştur ve yine Kırşehri nahiyesine :j tâbi vakf-ı Cami-i Alâüddevle Bey f 7] deyü yazıldığı mahallin tahtında j karye’i Karasadur malikâne yedi vüz akçe yekûn maa gayri bin beş yüz j seksen akçe mmha becihet-i vazife-hatip fi yevm bir akçe maa cihat-ı saire ] deyü Defteri Evkaf’ ta muharrir kalemiyle tahrir ve yine Kırşehri nahi- j . yesin e tâbi nef erat ile karye-i Karasudur namı diğer Bay ad nısf-ı malikâne i; 3* mülk Ahi Mesud ve Ramazan ve msfı-ı ahar vakf-ı cami-i Kırşehir vakf-ı I zâviye-i Ahievran ve vakf-ı zâviye-i Âşık .Paşa diyvanı timar has diyvanı |; (ı tahtında kendüm şair ye gayre yekûn maa gayre bin akçe ve malikâne tah- \) -k tmda kendüm ve şair ve gayre yekûn maa gayre yedi yüz akçe yazu. ile defteri mefasılda muharrir kalemiyle tahrir ve defteri icmalde tamam diyvanı yazusu ile ber icmâl ve icmal mezburun dört yüz on beş akçesi Alemdar Ahmed veled Mehmed’in bakiysi müşterekleri kayıtlarmdandır 3 bu takdirce ber muktazayi Defter-i Hakanı sâlifizzikir Keylik mezreasının malikânesi canibine ait mahsulâtı Şeyh Süleyman zaviyesi vâkıfı tarafın- dan divy anisi canibine ait mahsulât ve. rüsumatı ber mucib-i tashih eşkûn mükataası tarafından ve Karsadur karyesinin nısıf malikânesi canibine ait mahsulâtı mülk Ahi Mesud ve Ramazan tarafından ve nısfı ahar ma- likânesi canibine ait mahsulâtı cami-i Kırşehri ve zaviyei Evran ve zâviyei Âşık Paşa vâkıfları tarafından diyvanisi canibine ait mahsulât ve rüsumatı merkum Alemdar Ahmed veled Mehmed ile sair müşterekleri tarafından zaptolunmak iktiza eylediğin Defter ‘Emini sâbık-ıl iftihar-il elemacit yelme- karim Mehmed Raşid dânı-e mecdehû Defter Eminliği evâmnda arz ve Defter-i Hakanı ve Emini' mumaileyhin arzı mucibince emri şerifim itasını* bilfiil Reis-ül Küttabım olan iftihar-il emacit -velmekârim Mehmed Raik dâme mecdehû ilâm etmeğin ilâmı mucibince amel olmak emrim olmuştur. Buyruîtu-i şerifim ■ vusûl buldukta olbapta sadir olan emrim üzere âmel mezrea-i Keylik-il mezbureyi emrim üzere amel ve hattâ mezrea-i Keylik-il mezbureyi ber mucibi Defter-i Hakânı diyvanı mutasarrıfları merkum Mehmed veled Ebu Bekir ve müştereklerde zikrolunan Cace Bey medresesi [73 Pk* Bazarcık maddesi. 55 vakıfı tarafından bit-tevliye merkuman Ahmed ve Mehmed’e ve malikânesi taraf-ı vâhid mahsulü Kanım ve defter mucibince ahız ve kabız ettirüp merkum İbrahim’i ve aheri hilâf-ı Defter-i Hakânî ve mugayir-i hüccet bir tıırm müdahale ve taarruz ettirmeyüp men’ü def eyliyesin ve ahzolunup mezrea-ı merhumenin malikânesi tarafına ait olup merkumun fuzulî ahzey- . edıgı mahsul-ı vakıf her ne ise badeşşühût hükmedüp alıverüp taallül ve muhalefet ettirmeyüp hak eyliyesin min baad Defter-i Hâkaniye ve kanun huccet-ı Şer’iyye ve Enır-i Hümâyunuma muhalif kimseneye ışıl ettirmeyüp hususu mezbur için bir dahi emirim varmalu iylemiyesiıı söyle bilesin âlâ- met-ı şerife itimad kılasın tahrr-i evail şehr-i Zilkade-tüş-şerife sene tisa ve aşere ve mieteyn ve elf. " ' KADI NECMEDDİN İBRAHİM Kırşehir -ulularından birisi de Sivas’ı Moğol atlılarının ayağı altında çiğnenmekten kurtaran Kadı Necmeddin İbrahim’dir. İbni Bibi bu hâdiseyi - şöylece anlatır: «Sivas Kadısı «İmamı Rabbani Kırşehirli Necmeddin» vaktiyle Moğolların Harzem ülkesini istilâsı ve Sultan Mehmed Kudbed- din’in bozgunluğu zamanında orada bulunmuş, Kaan Cengiz’in . huzuruna giderek ondan yarlığ ve «payze» almıştı. Sivas’a yaklaşan Baycu'yu hedi- yelerle karşıladı. Baycu Nuyiıı onu görür görmez tanıdı. Kadı, Kaan’ın yarlığını ve payze’yi gösterdi; Nuyin bunları öptü ve başına koydu. Sivas'ı ona bağışladı Daha sonraları Anadolu kadılar kadısı olan bu zatın on üçüncü yüz yıl ortalarında yaşadığı anlaşılmakta ise de hayatı hakkında fazla bilgimiz yok- ... tur. Cace Bey tesislerine vakfedilen emlâk ve arazi sahipleri arasında Kadı Necmeddin adına da rastlanmaktadır. Edebalı’nırı babasının adı İbrahim olduğuna göre Edebalı’nm bunun oğlu olduğunu sanıyoruz. ÇAGAOĞLÜ MEVLÂN MECDRTTİN Bu zatın adı Ankara kütüphanesindeki Eflâkî tezkeresinde: «İmamı Rabbani Seyyidül müzekkirin Mevlânâ Kırşehrı»; Konya Müzesinde bulu- > nan en eski bir Eflâkî nüshasında da: «Kırşehirli Mecdettin İbni Çağa) deye geçmektedir. Tezkerenin verdiği bilgiye göre Mevlânâ Celâleddin’in Ana- dolu’da tek hilâfet verdiği, hattâ icazetnamesini elyazısiyle yazdığı ve bir . çok ilimlerde behre sahibi olgun bir insanmış. ŞİHABEDDÎN Kırşehir’li olduğunu gene Eflâkî tezkeresinden öğrendiğimiz Şihabed- din’in de hayatı meçhulümüzdür. Yalnız uzun müddet Tebriz’de Gazan Hân’ın kubbesinde Muitlik yaptığını, Eflâkî haber vermektedir. CELÂL HATUN, Kırşehir’de dikkati çeken eserlerldeıı birisi' de Koru mezarlığında bulunan H. 713. M. 1313 tarihli Celâl Hatun’a ait mezar taşı ile arkasındaki oyma rölyef halinde diz çökmüş, sol kolunu beline dayamış, sağ elinde bir haşhaş dalı taşıyan kadın figürüdür. Belki eser, sanat bakımından bir incelik taşımıyor; bizce dikkati çeken nokta, 14 üncü yüz yılda bir müslüman kadı- nına ait mezar taşında resim bulunuşudur. Resme karşı çekingenliğin son devirlerde başladığı anlaşılmaktadır. künbet Süleymanı Türkmânî türbesine bakan sırtlarda, Künbetaltı denilen şehre hâkim bir mevkide bulunan bu künbet, kapısının üzerindeki: Kitâbeye göre bu türbe 686 yılında büyük Emir Hace Aka Mantıım emriyle Abdullah kızı Fatma Hatun için yaptırılmıştır. Aka’nm llhani büyük- lerinden birisi olması 'muhtemeldir. Türbe ehram şeklindedir! Kesme taşlardan yapılmıştır. Altında mumvaİık üstünde zaviye vardır. Yapısında Melik Gazi türbesindeki Özetini ve işlenil yoktur. Civardaki büyük ve yazılı taşlardan burada vaktiyle başka binalar da bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu taşlar kaledeki müzeye nakle- . dilmişim. Kırşehir Tarihinde AHİLER . Ortaçağda Kırşehir’i bir ara aldığı Gülşehri adına lâyık canlı bir gelişime kavuşturan’ âmillerden birisi de meşhur seyyah İbni Batute’nin de haber verdiği gibi: «Rum beldelerinde sâkin Türkmen kavimlerinin her vilâyet, belde ve karyesinde mevcut; ecnebilere lütuf ve merhamet gösteren, yiyeceğine, içeceğine ve her türlü ihtiyaçlarına koşan, zalimlerin cezasını veren, bunlara uyan kötüleri temizleyen ve bu hususta dünyada benzerleri bulunmayan» Ahiler ’e ve fütuvvetdarlara kaynak oluşudur. Bir çoklarının sandığı gibi Ankara’da müstakil bir Ahi Devleti yoktu. Osmanhlara kalenin anahtarım teslim eden, müzaharet ve muavenette bu- lunan Ahi Ayan tâifesi. de her yerdeki kurumlar gibi, Kırşehir’de medfun Ahievran’a, onun postuna ve ocağına bağlı idiler. Bütün merkezlerdeki Babalar ’m azil ve nasipları Kırşehir’deki Büyük Şeyh tarafından tasdik edilir; her sene iç Anadoludan başka Bulgaristan, Bosna-Hersek gibi uzak yerlere giden Ahievran Nakip ve Hâlifeleri tarikat mensuplarının, lonca ve teşekküllerin ahval ve harekâtını inceler, mahfiller kurar, yeni taliplere, kalfalara ve ustalara Şed bağlar, peştamal kuşatır, yeni dükkân ve tezgâh açacaklara izin ve destur verirdi [1], [1] «Ahievren in neslinden bulunan adamlalr her sene Erzurum’a gelirler, Ahievren in Kırşehir deki türbesindeki kuyudan bir desti su getirerek Mehdi Ab- bas m mescidi üzerinde yapılan camiin minaresine asarlar, böylece şehirde sığırcık kuşlarının çoğalması ve bu yüzden Ahievren’in duası berekâtma çekirge âfetinden şehrin masun kalması temin olunurdu.» [Sığırcık şeyhleri, ayrıdır. Onlar, gene o zamanlar Kırşehir’e bağlı olan Keskin ilçesinin Yukarışeyh köyünde oturur ve bunlara Etyemez şeyhleri denilirdi, şu hale göre Ahi hâlifelerinin bu vazifeyi de yaptıkları anlaşılıyor. — C. H. T.l «Ahievren hülefâsı her sene, Erzurum’a gelişinde Debbağlar tekkesinde bü- yük bir merasim başlardı. Bütün esnaf şeyhleri istikbaline koşar ve tekkede elleri- ni öperler ve dualar ederler, tekkede saklı olan tarikat bayrağı çıkarılarak tekke- nin kapısına asılırdı. Bu ziyaretler ve merasim bittikten sonra bütün şeyhler esnaf - larile beraber Ahdurrahman Gazfye giderek Sultansekisi’inde kazanlar kurulur kuzular kesilir, pilâvlar pişer, somatlar çekilirdi. Yemekten sonra ustalığa çıkmış sanatkârlardan kaç tane varsa bunlar hâlifenin Önünde diz çökmüşler, diğer esnaf- lar halka çevirmişler ve dizleri üstünde ellerini koymuşlardır. Debbağlar sevhi «Ahiler ve Fütüvvetdârlar» maddesinde: Adı, sam, töre ve törenleri hakkında bilgi vereceğimiz bu kurumun Kırşehir’de ilk kuruluşta, ve kuru- cusu hakkında henüz bilgi ve belgeye malik değilsek de 13 üncü yüzyıl başlarında Cengiz’in Maveraunııehir-i ' istilâsı üzerine Anadolu’ya gelen ve Kırşehir’de yerleşen Baba İlyas’ın bu kurumu kurduğu muhakkaktır. Aşık Paşa zâde’nin mevcudiyetini bildirdiği: Ahiyan-ı Rum, -Gazıyan-ı Rum, Ab- dalan-ı Rum, Baeıyan-ı Rum, herhalde bu kaynağın kollarıdır. Baba İlyas’m müritlerinin çoğalmasından kuşkulanan Selçuk hüküm- darı Gıyaseddin Keyhusrev II. Şeyhi Kırşehir'den uzaklaştırdıktan sonra, ihtimal ki oğlu Muhlis Paşa devam ettirmiş, hayat ve menakıbmı anlatacağı- mız Ahievran Nasıruddin, bu- tarikatı İktisadî bir bünye içinde organize ettikten sonra uyarlarınca asıl pir ve lider olarak tanınmıştır. Sırası geldikçe anlatacağımız gibi, Kırşehirli bir Ahi Şeyhi olan Edebalı, Osman Beyin kaynatası olduktan sonra bu müessesenin nüfuz ve kudreti bir kat daha artmıştır. Hacıbektaş Dergâhı Meydanevi kapısındaki kitabede Murad’m kendisini Ahi sülâlesinden gösterişi bu olayın canlı bir şahididir. Son zamanlarda Ahiler .ve Ahiliğe dair dikkate değer araştırmalar ve incelemeler yapılmış, haylıea eserler yayınlanmış, dağınık olmasına rağ- men zengin bir bibliyografya vücuda getirilmiştir. Biz bu nâçiz deneme- mizle bü emek ve mesai âbidelerine yeni bir fikir damlası katacağımızı san- mıyiruz. Ancak, Kırşehir’in üzün bir süre bu kuruma merkez oluşunu goz- önüne alarak, kısaca bilgi . vermeye çalışacağız. Gayemiz bir Ahiler Tarihi yasmak olmadığı için, bu konuda yazılan ve basılanları bir tarafa bırakarak, Kırşehir’de bulup tetkik edebildiğimiz Fütüvvetnâme [1], Şecerenâme [2], [İ] Fiitnvvetaâmeîer: Ahievran neslinden ve son şeyhlerinden merhum Said Efendinin kitapları arasında bulduğumuz Fütüvvetnâme H. 999 senesinde Ahmed bin Hızır Elmevlevî tarafından arapea ve farsça dualar ve tereemeler hariç olmak üzere çağının türk- çesile yazılmıştır. Fasıl başlan, gah- s isimleri, dikkati çeken maddeler, bölümler, duraklar kırmızı mürekkeple ve güzel bir sülüsle tertip edilmiştir. Bu kitabı, kendi îfadesiie müellilf: «Peygamber Mustâıaya, esbabına, enbiya ve evliyaya salâvat getirdikten sonra bu risalenin mümehhiöi (yazanı, tanzim edeni) seyyidülâbdi vel- müftekirü ilâ rahmeti’ rabbihilkavayyi Muhammed İbni Seyyid Aliyeddin Elhasan-ı Elrazavi afeallahu an sugera ve kübera ve haşerehü meahu men lâ yetevellâhu, ki FFütüvvet taliplerinden ve tarikat saliklerinden bir kaç azizler hedahumullâhu ilâ rrıeraüb-i eısâirin ve evselâhum ilâ menazililvasilin bu zaiften iltimas edüp ki Fütüvvet-dârlar arasında söylenen ve işlenen erkânın ehemmini kaleme ge-, hâlifeye, tarikata yeni giren bu ustaları takdim e.der, hâlife dua ederek şet ve peşte- malları bellerine bağlayarak ensenelerine birer sille vurur, bunlar da hâlifeden başlayarak bütün şeyhlerin elini Öptükten sonra ustalık izni verilmiş olur. «Erzu- rum Tarihi, S: 191, Abdürr ahini Şerif Beygu». İcazetnâme [3], Yakıfnâme, Kitabe , ve rivayetler üzerinde duracağız. AD VE SAN : Bu kurumun üzerinde durmaya değer yönü: Adı ve sanıdır. Şimdiye ' | [3] İcazetnameler : Aşağıda bazı parçalarım nakledeceğimiz İcazetnameler: yiğitlerin, civan- ların ulusu, fütüvvet ehİinin inal ve imamı (kıdve ve mutemedi), pirler piri, azizler azizi Ahievran adına kemer bağlavup çözmeye yetkili şeyhlere verilen diplomadır. Bütün bu belgeler, fütüvvetnâmelerin ana prensiplerine ve İslâmî görüş- lere uygun olarak düzenlenmiştir. Mitolojik detaylarla süslenüp şişirilmelerine rağmen, evrensel bir varlığın zihniyet ve felsefesini aydınlatması bakımından içinde hakikat "unsurları taşımaktadırlar. Biz bunları mümkün olduğu kadar özetleyip bugünün diliyle ve objektif bir. görüşle ifadeye çalışacağız, türem. Mikraz almak ve tevbe ve ahid ve şart ve biyat etmek ve yol ata ve yol p kardeş idinmek erkânı ve şakirt revan etmek ve helvayi cif ne (Helva pişirilen | ; oir nevi kap) erkânın ve ne tarikle pişirdüklerin ve ne tarikle kısmet ettikle- rin, ahar şehre ne tarikle gönderdüklerin ve ne vecihle teslim ettüklerın ve $ :Ix teslim eden kişinin elinden ne vecihle alınacağın ve mahfil ehli birbirine tike { [f sunmak (Parça, cüz) ve birbirinden hak talep kılmak ve bir sahip tarikten günah sadır olsa saff-ı nialde (papüçluk) durudup dahi ana Horasan ve Irak külletin ki (kavil - söz anlamına olsa gerek?) buna tarik derler ve 1 dahi Mekke ve Medine erleri buna makam-ı insaf derler. İmdi ol durup Eshab-ı Tarik’ a garamet (din, borç) çeküp ki ana terceman-ı lisan-ı akdem derler ve dahi ter- ceman söylemek meşayih-i selef rahimehüm Allahütaâlâ erkânları üzere esah rivayet ki kitaba ve sünnete ve icma-i meşayiha muvafık ve ahsen hikâyetle beyan ve ayan kıldım, iltimasların kabul kıldım ve dahi Hak subhanehu ve teâlâdan istianet talep edüp bu risaleyi kaleme getürdüm ve miftah-i dekaik (zarif açacaklar birle mevsûm kıldım ki tâ ki her âziz ki bu risaleyi mütalea edüp müstefid ola ve ben fakiri hayir düa ile yâd kıla ve fatiha ihsan ede ve bu nükteleri nâ-ehil nazarından mahfi tutalar, amma ehlinden diriğ kılmayalar, zira hikmeti na-ehle vermek zulümdür, ve ehlinden gizlemek dahi zulümdür. Netekim bihterin-i kâinat mefhar-i mevcudat Muhammed Mustâfa aleyhi efdalü esselâvat ve ekmel-i ettahiyat buyurur: «Lâ tüvtüvül-hikmete ilâ gayri ehliha fetuzlumuha» maksadile yazdığım açıklıyor ve Fütüvvet’in anayasasını . vücuda getiriyor. Artık bu kurumun eski hararetini kaybettiği zamanlarda yazılmasına rağmen bir emek ve itina mahsulü olan, bu yazmadan aşağıda bazı parçalar alacağımız için burada fazla izahat vermekten çekiniyoruz. [2] Şecerenâmeler : Ahiler ve Ahilik tarihini aydınlatacak önemli kaynaklardan birisi de Şecerenâftıelerdir. Ahilerin silsilelerini, gene Fütüvvetname çerçevesi içinde tarikata ait merasim ve usullerini, esnafın ve pirlerinin adlarını, mertebe ve derecelerini bildiren Şecerenâmelerin hususiyeti hangi meslek ve sanat şeyhi adına tanzim edilmiş ise o katagorinin adap ve erkânını tebarüz ettirmesidir, adeta bir yönetmelik mahiyetindedir. Sn çok rastlanan Şecerenâmeler debbağ- lara ve debbağlıkla ilgili sanat ve sınıflara ait olanlardır. kadar türkçe (kardeş - kardeşlikler - kardeşe mensuplar) anlamına gel- diği sanılan Arapça ( Ah- Ahi-Uhuv v et) unvanının aslında (Cömeıtlik) ifade eden (Akı) olduğu, bu sıfatın Mütercim Asım merhumun «Bür- han-ı Katı» adlı meşhur sözlüğünde: (gayretli, özverili kişilere: Akı) denil- diği, son zamanlarda bu sanın Başustalara verildiği, eski arapça, farsça eser- lerde (Ahi) sözüne rastlanmadığı cihetle türkçe Akı kelimesinin daha dog m olduğu fikri ileri sürülmüştür. Nitekim, Türk - Dil Kurumunun 1944 yılında yayınladığı sözlükte de (Akı) sıfatı: eli açık, cömert, yiğit, ahi) sözleriyle manalandırılmıştır. Anadolu’da ham deriyi, tabaklamak, yani temizlemek, akpak etmek işlemine (Akartmak-Âğartmak) denildiğine göre (Akı) sıfatının da bu kökten geldiğine hiç şüphe yoktur. Aka-Ağa isminin de bu kelime ile ilgisi hatıra gelmektedir. Fütüvvetnâmelerin de kaydı- na göre Âdem Peygamberin Cennetten sürülmesine sebep olan mmemnu meyvanın (Buğday) oluşu, Âdem affedildikten sonra delisinden elbise yapmak üzere gönderilen iki Ahunun koyun ve keçi olduğunun gene bazı fütüvvetnâmeler tarafından rivayet edilişi de dikkati çekmektedir. Bugün dünyaca bilinen bir hakikattir, ki buğday gibi bitkilerin, koyun keçi, sığır ve at gibi yaratıkların ilk menşei Orta Asyadır. İlk atalarımızın ağıllaştırdığı, yani ehlileştirdiği bu bitki ve hayvanların kıvır kıvır yünlü derisinden başına kalpak (kalpağ-kılbağ) , sırtına kapanak, kırka ikepe- nek -hirka), bacağına dolak, ayağına çarık, çedik, postal, kundura yapmış; eğirdiği yünden çatma dediği çadırını, eşinin başına bağladığı çatmasını, altına serdiği: post, kaça, kalı,. kalımını (keçe, halı, kilim), kızma verdiği kalım (cihaz eşyası ki içinde her çeşit deri ve yün mamulleri bulunur) ör- müş ve dokumuş; bunların ürününden ve sütünden: ekmeğini, aşını, bulgu- runu, bulamacını, kımızını, ayranını yoğurdunu, kurutunu imal İtmiş; hatta evinde, bağında, tarlasında ve savaşta kendisine yoldaşlık eden bu perso- nelleri soyuna sopuna karıştırmıştır. AkkoyuhLu, Kızılkoyunlu, Karakeçili, Altay, Kabartay, Koonguralp gibi, memleket, devlet, kabile ve aşiret adlan bunlardan birer örnek değil midir? Deri ile ilgili 32 esnafın deriyi deren, akpakeden dabağlar piri Ahiev- raha bağlanmaları cidden inşam düşündüren enteresan ve zengin bir konudur. Ahiler’in merkezi olan Kırşehir’de halk ağzında zamanla (k) harfi (h) şekline inkılâp ederek çakı-çahı, yakı - yahı, bana bak -bana bah kılığı- na girdiği gibi Akı da Ahi olmuştur. Hattâ Kırşehir’de halk, Ahievran’a Ahirmen derler. (Haza Fütüvvet-i Ahievran) başlıklı yazıma dört sayfalık bir varak- parede geçen: «Âdem Peygamberin dünyaya teşrifinde Tanrının emriyle j. Cebrail in Cennet ten iki Ahu getirüp, Adem’e zebhettürüp, derilerini de- bagat kabul ettirıip eymlerıne libas edindiler» rivayeti, tarihe uymasa bile. Cennetten gelen Ahu. dikkati caliptir., bir çok yerlerde de Ahi Baba, tâbi- rinin Ahu Baba şeklinde telâffuzu Ahi unvanın ilk zamanlarda Ahu oldu- : gu kanaatini bize vermektedir. Fütüvvetnâmelerde bu teşekkül (fita-fityan- : füiüvvet-uhuvvet-mürüvvet) sanlarile aldandırılır; uyarlarına da (ehlifütüv- vet-müruyvet-uhuvvet-fütüvvetdâr) denilir. Ahi adı, aşağıda temas edece- ğimiz gibi, tarikat içinde bir mertebenin unvanıdır. Fütüvvet yolunda bir (Yol atası), (yol karındaşı) edinmek şart olduğundan Eshab’ın birbirini.' ■ kardeş tutunduğu zaman Hazreti Peygamberle amcası oğlu ve damadı Ali de dünya ve ahıret kardeş tutunmuşlardır. . . Zaman ve mekân içinde şartlar değiştikçe, fütüvvetdarîar eski hara- ret ve kudretlerim kaybettikten, bu teşekkül debbağiar ve onunla 'ilgili zanaatlar zümresine inhisar ettikten sonra pirleri Ahievran’a izafeten ve bir dm SSVgİ Ve Saygl eseri oiarak Ahi adl daha çok kullanılmaya başlamış, bu | • : suretle bütün bir. varlığa ad ve san olmuştur. Fj : İ i ( A ki) nm sonuna eklenen ve (yılan - ejderha) karşılığı olan Evren’in i ‘ TÜrk foneti § ine gör® Evren şeklinde- telâffuzunun daha doğru olduğu kana- % f tmda bulunanlar »Huğu gibi, (ören - oran) suretinde ..yazanlar ve okuyan- ■ ^ ar da vardır. Türkçe Sözlük’te de (Evren) kabul edilmiştir. îslâmı inançlar ve gelenekler noktasından hareket eden, Âdem Pey- gamberi ilk pir tanıyan Fütüvvetdarların temel kitabı olan Fütüvvetnâm*- ier, Ademın memnu meyvayı yediği için Cennetten yılanla birlikte Seren, dib e sürüldüğünü yazarlar. Adem affedildikten sonra Tanrmın buyruğu ile Cebrail m Cennet’ten getirip .Âdem’in başını belâlara sokan Şeytan’ı ve bu işe yasıtahk yapan yıian’ı hatırlamak, badema onların iğfallerine uyma, mak, ahde vefa kılmak, dünyaya muhabbet etmemek, Kak’km kazasına ve kaderine sabreylemek kaydiyle beline bağladığı ve Şed-di vefa adını verdiği kuşait ta ydana benzer. Bedir gazasında Âhievran, omuzunda Âlem-i Şerif bny ejderha gibi düşman saflarına atılmış. Peygamberi hoşnud etmiştir! : Düğününde kesilen keçilerin, koyunlarm ve sığırlarm derilerinden bir gece j6. lr gündüz l ? mde türlü türl ü renk ettiği- ve kaynatası Ali’nin perdahla- ıgı turaları Peygamber beline bağlamıştır; Kayseri’de elvan elvan işlediği ' sahtiyanların yılan gibi deliğe akarak Yahnin gönderdiği memuru korkut- ugunu, Kırşehir e gelen Ahıevran'ın türeyen ejderhayı nasıl emrine muti Kucağını aşağı sayfalarda okuyacağız. Ören - Oran - Evren adı üzerinde de bir parça duralım: Ören bildiğimiz virane ve harabe karşılığı- değildir, ö *r m e k masdanndan gelen o r e n dır. Zaten fütüvvet, âdemoğullarım kardeşlik ve meslek duy g ularıyle birbirine sımsıkı bağlayan ve ören bir kurum değil midir? Cebrail’in Ceımet'ten getirdiği ve Âdem’in beline bağladığı kuşak da yün- den örülmemiş midir? . 0r a » ismine gelince: Şeyh Süleyman Efendi-i BBuharî H. 1298 yılında İstanbul - Mihran Matbaasında basılan Lûgat-ı Çatagay ve Türki-i Osmani’- sinde bu sözü: «sıfat, pişe, kisp, mikyas, ölçü, tenasüp. Oran iki kaideye münhasır olup biri ner tâifenın kendisine mahsus olarak bellediği oran ’ diğeri bütün ordunun intihap eylediği oran’dır. Muharebe esnasında herkes kendi kavmini bununla bılurler, imiş» diye mânalandırır. Sosyal ve ekono- mik sınıfları içine alan bir ordunun başında bulunan; hesaplı, kitaplı, ölçülü, tartılı, düzenli ve güvenli bir birlik ve ahenk yaratmaya çalışan Ahievren içindebelirli bu taifeye de Oran adı gerçekten yakışır. Dünya ölçüsünde sosyal ve ekonomik bir varlık yaratmaya çalışan bu müesseseye de biz EVREN adını daha uygun buluyoruz. Fakat, Ahilere . ait kaynaklarda Âhievran imlâsında yazıldığı ve Kırşehir’de de bu hece ile konuşulduğu- için kitabımızda bu kılığı muhafaza ettik. Şüphesiz, bu konuda söz, yetkili dilcilere düşer. Doğum Yeri, Soy ve Sop : ' Yerli, yabancı meraklıları en çok ilgilendiren konulardan birisi de bu kurumun menşei ve milliyetidir. Bu bahis üzerinde de haylıca durulmuş ve emeK harcanmıştır. Biz burada bunları tekrar etmekten çekinerek, gene elde mevcut belgelerin ışığı altında yolumuza devam edeceğiz: Fütüvvetnâmeler:. Cennet’ten Âdem’le Havva’nın hazin macerasını ‘ efsanevî bir dekor içinde allayıp pulladıktan sonra bu. iki . sevgiliyi M ekk e’de birleştirir, Cebrail Cennet’ten getirdiği ve Şed-di Vefâ dediği k uşa ğı beline bağlar, tekrar Mekke’den Hindistan’a göç ettirir. Yukarıda da gördüğümüz gibi, Şecerenâmeler Abbas’ın oğlu Ahievran’ı Ali’ye. damat- yapar. Renkli ve çiçekti çinilerle süslü bir cami duvarım andıran icazetna- meler: Bir levha gibi başa astıkları fütüvvet şeceresini şöylece sıralarlar: Karşılıklı yarımşar iki daire içinde Emirilmüminin Ali İbni Talib’in adı, bu iki yarım • dairenin altında gene karşılıklı küçük yuvarlaklar içinde 12 şer 12 şer olmak üzere Ali çocuklarının, yani 12 İmam’m adlan, bu çerçeve gene Talib oğlu müminler emiri Ali’nin karşılıklı iki adiyle kapa- nır. Bu çerçevenin altındaki ikinci süslü çerçeve içinde, yanlarda, iki dairenin tam göbeğinde Allah - Muhammed mihrakının etrafında on müj- delinin adlan çevrelenmiştir. Benzeri tarikatlarda olduğu gibi Fütüvvet yolu da irfan kemenle Ati sevgisine, Ali kapışma bağlanmıştır. Dinsel ve mistik .bir düşünce ve inanışla süslenen ve kudsîleştirilen sahnenin perdesini biran olsun kapatacak olursak, Fütüvvet ve Uhuvvetin babası: Âdem, kemer bağlandığı yer: Mekke, yaymş sahası: Hindistan'dır. Gene fütüvvetnamelerin, şecerenâmelerin Mekke ve Medine erlerin- den başka Horasan ve Irak pirlerinin mevcudiyetini haber verişi; bir çok pirlerin vatanlarım ve yayılış yerlerini sayarken Semerkand, Merv, Rey, , Buhara, hattâ Anadolu’da Sivaz şehir ve kasaba adlarının geçişi, bu teşek- külün milliyeti, soyu ve sopu hakkında bize aydınlatıcı bir fikir verir. Bi lba^a bir kuşak hallinde bele sarılan yılan sembolü, nazar ve hayalimizi Türklüğün Totem ve Şamanlık çağlarına doğru çeker. Hâlâ Anadolu’da bir yolcunun önüne çıkan yılan ona uğurlar ve saadetler müjdeler. Oran adı da bize Türk kabilelerinin ayrı ayrı biçimdeki damgalarını hatırlatmak- tadır. İcazatnamelerin başlığını süsleyen 24 isim, 24 Oğuz boylarının, dai- releri açıp kapayan Ali’nin de Oğuz Han’ın müşahhas timsalinden başka bir şey olmasa gerek. Son yerleştiği Anadolunun dağına, deresine, ovasına, obasına .göçüp geldiği anayurdundan nişaneler veren Türk, son dinini, de- benliğinin menşurundan sızdırdığı hayaller ve hatıralarla ne güzel işlemiş - ' !; ve süslemiş; çoğu zaman al kanını ve alın terini de katarak... $ Fütüvvet Yolunun Ana Prensipleri: Geçmiş büyükler, Fütüvveti bir ağaca benzetmişlerdir ki, sıfatları Tanrı sıfatıdır; budakları Enbiya; yaprakları Evliya; yemişi de müminler sıfatıdır. Ol ağacın kökü birlik ve samimilik; budakları sözünde ve işinde doğruluk ve saflık; yaprakları usluluk, utangaçlık; yemişi Tanrı bilgisi; lezzeti güzel huy ve cömertlik; suyu Tanrı rahmetidir. Bu sıfatlarda kusur- suz olan müminler emiri, Tanrı arslanı İmam Ali «Ali’siz fitâ olmaz» hita- bın işitti. Doğrular ve temizler bu sıfatı saklamaz, ehli olmayan f italar bu hilâtı giyemez, bu şed’di kuşanamaz, bu yolda yürüyemez ve menzile eremez. Cömertler bu sıfatlarla süslenirler. Fütüvvet olanların üzerine yedi kapıyı bağlamak, yedi kapıyı açmak gerektir : 1 — Kırslık kapısının bağlaya, cömertlik kapısın aça; 2 — Kahır kapısın bağlaya; iyilik kapısmı aça; , 3 — Hırs ve hava kapısın bağlaya, hoşnutluk ve kanıklık kapısm aça; 4 — Tokluk ve lezzet kapısın bağlaya, riyazet ve açlık kapısın aça; 5 — Halktan ümit kapısın bağlaya, Hak’tan yana reca kapısın aça; 0 — Faydasız, saçma söz söylemek kapısın bağlaya, Tanrıyı anıp güzel sesle okuma kapısm aça; 7 _ Şeytanlıklar kapısın bağlaya. Tanrısal kapılar aça. Gene büyükler demişler ki, îütuvvetdâr olan kişiler: Bu sıfatlarla mavsuf olmak gerektir: înaiııcı olmak, gerçeğe ve yalana hergiz and içmemek, kenduye ne sanursa her müslümana dahi anı sanmak, ululara izzet ve hizmet, küçük- lere şefkat ve merhamet, düşmanlara ve düşmanlıklara tahammül, kötülü- ğü iyilikle krşılamak, büyüklere ve bilginlere saygı göstermek, her kime ki dostluk ve düşmanlık ederse Allah için etmek, cömert olmak, ahde vefa kılmak, tatlı dilli gökçek seyretli olmak, atasına, anasına, üstazma, pirine asî olmamak, izzet ve hürmet ile gönüllerin almak, ve bir zerre onları incitmemek, satu ve hazar üzerinde yalan söylememek, komşulara iyilik ve cevirlerine tahammül göstermek, hergiz kimseye haset, kın ve buğzet- memek, barışçı, sabırlı ve mütevekkil olmak, kendi yükünü kimseye çektir- memek, f asıklardan ve' yaramazlardan ırak olmak, kimsenin malına göz dikmemek, daima halkın nefiine çalışmak, kadabm yutmak, halkın ayıbına muttali olursa örtmek ve sır saklamak, her kanda yürürse Hak-kı hâzır ve nâzır görmek, huşu ve huzu’dan hali olmamak, şeriata ve tarikata aykırı yola gitmemek, elinden ve dilinden kimseyi incitmemek, eğer haksız yere incitirse fütüvvet’ten düşer, Fütüvvetin şartlan çoktur, bin bir menzil ve kırk dört makamdır. ' Ahmed Gülşehri, bu fütüvvetnamenin yazılışından üç yüz yıl Önce altı olduğunu söylediği fütüvvet şartlarım şu şiirinde ne güzel ifade etmiştir: Altı şartı var fütüvvet yolunun Üçü açuk, üçü kapaludıır anım İşit imdi işbu sözü sıdk ile Kim bilindi işbu ma’ni nakl ile Kapusu ve eli ve sofra bağı Öl kim üçü kapaludur evvel dili Gözü dahi foağlu durur bili îşbu altı hasiyet kim var idi Ahi yanında kamusu yâr idi ... Ahi Mesud oğlu Alâeddin. Ahi Sinan adına. ,H. 876 yılında tanzim edilen İcazetnâme’de Fütüvvet yolunun edep ve erkânı şu güzel cümlelerle anlatılmıştır [*]: «Bilmek lâzımdır ki esrar-ı İlâhî müftileri böyle rivayet ve namütenahi ahbar münşileri şöyle nakil ve hikâyet ederler ki, Fütüvvet zeman-ı kâdim-i [*] . Bu icazetnâmeyi de rahmetli Ahmed Remzi Akyürek tere eme ve lütfetmişlerdir. ezelîde mezkûr ve hâkim-i lemyezelî menşurunda âyet-i meşhurdur ki: ve yine bilmek lâzım ve özür ve behanesiz muktedir olmak gerektir ki: Fütüvvetin rükn-i âzami edeptir ve müeddeptir ol kimse ki edep amn zâtında mükteseptir. Babullah meftuhtur, fakat bu kapuya edeple dahil olunur ve edebin hülâsası her şeyi mahalline vazetmektir. Ve mürit için terbiye ahlâk-ı raziyye ile beslemektir: Fütüvvetdâr olan kimse cemi’ âdâp tarikiyle arâste ve enva-ı maarif mühümmatile pirâste olmak lâzımdır. Terbiyeyi, hattâ lokma yenilmekte, söz ' söylemekte, yola gitmekte, ; kalkmakta ve oturmakta, kemer, (miyan) bağlamakta ve çözmekte arasun- f 1ar ve amn zâhir ve batım ahlâk-ı hâmide ve a’mal-i pesen-dîde ile tezyin etsinler, tâ ki bu terbiye sebebiyle o gürühtan olmasınlar ki anların baş- larında gaflet ve fesad bulunur, ki şu: Âyet-i kerîme meâline musaddaktılar: ve sahib-ı fütüvvet olanlar altı hasletle müzeyyen olmak lâzımdır ve altı rükün o kimsede muayyen olmalıdır ve bu altı rüknün başı tevfikat-ı ij ] • Hak-ka karşı: küşadedil (gönlü açık) olmak, yani iptida sâdır ve vârit İj (gelen giden) e kapıyı açık bulundurmaktır. Babullah meftuhtur. İkinci rj | , -j rükün: küşâde-pişanî (alnı açık) olmak ve gözü misafirlerin gelmesine (i lir 1 muntazır olmaktır, Kavl-i Tâalâ, fei Üçüncü rükün: Sofranın bağını açup nesi varsa huzura getirene: ve mezkûr altı rükünden üçü de şunlardır: Birindisi: Gözünü ayıp görmekten bağlaya İkincisi: Lisanını gıybetten ve mesaviden ve yalandan ve bühtandan hıfz e <* e ki: Üçüneüsü: Kemerini haramdan menede ve nefsin yularım haramdan çekilmiş bulun- dura, kavl-i Tâalâ ve kendi âziz vücudunu az yimek, az uyumak, az söylemek ile mesut ede ve hulk-ı İlâhî ile tahallûk edüp h a 1 k ile güzel geçine ve kimseye ezâ ve cefâ îsâl etmeye: Şiir: «Senin o güzel sözlerin inci delmek demektir, güzel huyun da söz kabul etmekliktir, Senin, ilim, âmel zühdün de: az yemek, az söylemek, az uyu- > maklığmdır.» * Fütüvvet Yolunun Bölüm ve Töreleri: Bu erkân ehlinin üç mezhebi vardır: Birine Kavli, İkincisine Şazelı, üçüncüsüne Seyfî derler, Seyfî anlardan daha kuvvetlidir, birbirinden üstün dokuz bölümdür: 1 — Nazil: Mahfillere muhabbet edüp ya üstaz veya atasile gelirler. Erkân e ilk girenlere hübbap yani muhipler denilir, erkân ehlinden sayıl- mazlar. Üstazmdan (ustasından) icazet aldıktan sonra pır tutup mıkraz (makas) alanda gerçek nâzil derler, bunların üstünü nim tarik, yani yan yol sahibidir. 2 — Nimtarik: Oldur ki, amn ustası, piri, tarikat atası, iki tarikat kar- deşleri ola ve anlardan terbiyet göreler. Bunlardan üstün miyan-bestelerdir.’ 3 — Miyanbeste: Beli bağlı, hizmete âmade, işe hazır demektir, bun- lardan üstün başarıştır. 4 — Başarış (bişiriş) - ki ana dest-i nakip yani nakibin eli denilir. G.revi ayağ üzere durup hamları yani mesleğe yeni girenleri pişirüp hizmete barıştırmaktır. Destinakipten üstün Nakip tir. 5 — Nakip = nekahete, yani cemiyete başkanlık eden zattır. Güler yüz ve tatlı dille mahfil ehlini yerli yerine kondurur. «Kavmin büyükleri onlara hizmet edenlerdir». 6 — - Nakibün-nükaba (nakipler nakibi) — Nakipten üstün nakipler nakibidir ve yedi taifedir: I) melikler, emirler, vezirler ve kalem erbabı, 2) âbnler, müftüler, kadılar, müderrisler ve vaizlar. 3) meşayih ve fukara. 4) nimet erbabı ve mal sahipleri. 5) dihakın yani koy büyükleri, muhtarları, ziraat reisleri. 6) seferde ve hazarda tüccarlar, askerler. 7) işçiler ve ehli sanayi. 7 — Ahiler - Nükebadan üstündür, bunlar halife gibidir. Kaim makam-ı şeyhtir. Amma, seccade sahibi değildirler. Kendi taifeleri içinde sahibseccade iseler de cüz’idir. Ahilerin, halifelerin üstünü şeyhlerdir. 8 — Şeyhler: şeyhten üstün şeyhüş-şuyuh, yani şeyhler şeyhidir. 9 — Şeyhüş-şüyuh: Bütün teşkilât kademlerinin başıdır, bütün sec- cadenişinler ana tâbidir. Fütüvvet Dışı Olanlar: Kamu meşayih, bazı hasletlerinden dolayı 12 kişinin fütüvvet dışı kal- dıklarım, bunlara şed bağlanmayacağını, eğer hu fiilleri terkederlerse anların da fütüvvete lâyık olduklarını kabul etmişlerdir. 1) İyman ehli olmayan kâfirler. 2) Münafık olanlar. 3) San’atı gaybe hükmetmek olan falcılar ve müneccimler. 4) Sarhoş eden içki içenler. 5) Dellâklar, çünkü onlar müslümanların avret yerlerine yani açık vücutlarına bakarlar. 6) Dellâllar. zira, anlar satış işinde nâsa zarar verirler. L) Çulahlar, zira onlar müslümanlara yalan vaad ederler ? eksik arşun tutarlalr. Gerçi anların san’atları makbuldür, amma, Haktaâlâmn emrine muhaliftir. 8) Ka- saplar, ki işi kan dökmektir, anlarda şefkat kalmaz, fütüvvet şefkatle mü- zeyyendir. 8) Cerrahlar, sandalları halka zahmet eriştirmektir, yürekleri taş gibi olmuştur, hiç kimseye rahmetmezler. 10) Avcılar, kuşlara ve cana- varlara tuzak kurup boğazlarlar, nicesinin yüreciği açlıktan kırılır. 11) Âmeldarlar, zira ki onlar dâim bidat ederler (müesses nizam dışı iş yapmak istıy enler olacak). 12) Madrabazlar: Anlar rnekâlâtı anbar ederler, kıtlık isterler. Her kim ki yemek cinsini müslümanlara pahalı satayım, diye kırk gün saklasa, fakat sonra fukaraya . dağıtsa ânların günahı kefaret kabul etmez [*]. Bilhassa, fütüvvetdârlar için şu üç nesneden sakınmak, şarttır: Sarhoş eden içki, insanlığı düşüren zina ve livata. Ehli fütüvvet için, gerektir kim: dili zikirden, gönlü fikirden hâli olmaya... • ■ ■ Fütüvvet Mahfilleri ve Bazı Törenler: Fütüvvet ehlinin kardeş tutunmak, mesleğe girmek, herhangi bir sa- natta çalışıp ehliyet kazandıktan sonra icazet almak, sofra çekmek yani ziyafet vermek gibi çeşitli toplantıları vardı, bunlara mahfil kurmak der- lerdi. Bu hususta bir bilgi vermek üzere bir şakirde, bugünkü deyimle öğren- ciye diploma vermek için yapılan törenden kısaca bahsedelim: Fütüvvetdârlar, mahfil kılmak için ehliyetsizlerin nazarları erişmi- yecek maruf ve meşhur bir mekân lâzımdı. Bu mekânın baş sedirinde şeyhler şeyhi, yanında şeyhler oturur, sır asiyle halifeler, müfredler, miyan- besteler, nimtarikler, ahbaplar yerlerini alırlar. Başarışlar nimet katında, nâkipler ayağ üzere durup herkesi yerliyerine kondururlardı. Kendi mertebesinee hizmetini eda ettikten sonra Tanrı kelâlmı, enbiya kıssaları, evliya menkıbeleri, yol gösterici imamlar, fukara sırları, sofiler sülûkü okunup sohbete başlarlardı. Çünkü müminler emiri, Allah arslanı Talip oğlu İmam Ali, fütüvvet yolunda Hazret-i resulün iyi huylarından, fazilet ve ahlâkından bahsederler, lâtif öğütler verirler, bunları iki gözbebeği Haşan ve Hüseyin yazarlar, kendülerine hamâil ederlerdi. îşte bu suretle sohbet ve safa olduktan sonra, Irak, Horasan ve Türkistan pirlerinin işa- retler üzere eline bir tas su alır, safnialde (alt sırada - papuçlukta) durur, • meclis ehline tevazu ederek yeb yeb edeble sağa ve sola bakmadan şeyhin önünden tutup arka arka safniale gelince suyu sular, sağ elile aldığı süpür- geyi koltuğu altına tutup, safnialde önceki gibi erkân gösterip yeb yeb edeble şeyhin önünde bir. dizini kcyup diğer dizini diküp tevazula şeyhin seccadesi Önünde bir elif çeker gibi gerisin geriye çekilir, safniale varınca süpürgeyi koltuğu altına alıp tevazu eder. Birinci hareket sohbete"; ikinci ha- reket mahfele işarettir. Bunlar Kavillerin tarikidir. Amma Şazelilerin tari- kmcâ Fike yani nakip. sağ eline tuz ve sol eline bir tas su alır, safnialde durur ve fütüvvet duasını okur. Seyf ilerin erkânmca nikabetler ve başarışlar paymaçana yani safniale gelüp mahfil ehline selâm ederler, sonra Nakip veya Nakibilnükaba el kaldırıp uzunca bir dua okur. İcazet verilecek şakirt, ol mecliste oturan eshab-ı tarik, er:oab-ı fütüv- ve ve ayağ üzere hizmete duran ihtiyarlar ve ustası için gücünün yettiği kadar hazırladığı tuhfeyi (hediye) bir zarfa koyar ve Nakibe sunar, Nakip bir futa yani peşteznal alır, beş kata , büker, bu büküş beş vakit namaza, beş Al-âbaye, beş ukdâzim Peygambere, beş İslâm binasına, beş nesneye iyman getirmeğe (Allahın birliğine, melâikeye, kitaplara, nebilere, kıyamet gününe) işarettir. Tekrar üç kata büker, ki: şeriata, tarikata ve hakikata işarettir ve dahi mebdee, maaşa ve maade (başlangıç, yaşayış, dönüş) işarettir. Ol futayi üznünden ve eyninden üç kat bükücek dört köşe olur, sonra üstündeki katın dört köşesini açar ve büker ki: dört ali rükne, dört pire, dört tekbire, dört yâr-ı safâye, dört rnelek-i mÜKarribe, dört kitaba işarettir. Bükülmüş futanın üstüne bir taş ve bir terazi koyar, bir başarı- nın eline verir; zarfa konmuş bergüzarları (hediyeleri) dahi nakibel nukeba eline alarak yanında şakirt ve iki nakip olduğu halde eşik kurbünde Terce- man-ı icazet denilen şu manzumeyi okur: Bir kemine keıideiıüz der-i dergâha geldim hizmete 1 Her ne emriaSinizdür ana memur olayım Re’y-i âlîmiz. ne buyurur bu makide skin tere girdim ye kapıda düreyim dûr olayın Diğer örnek: Mu duagüyi fakir bendenüz müştekiniz İçre gireni ve.duram nedir, sizin fennamncE Sonra ileri gelip eşiğin dış yüzünde durur ve eşik tercemam okur: Eşiğinde ■ koymuşam can men vücudum- ola zer Hacetim budur benim kim kıla hu fakire nazar Kıbledir yüzün hana ve âsiianm secdegâh Secdegâh-ı. âşıkandır çim . bu bârigâh . Barigâh-i ali ve zneleeidir âşıkların [*] ■ Asrımız karaborcasılarınm kulağı çınlasın! Âş'ık-ı sadık muradın ver eyâ devletlû Şalı îşiğine yüz süre geldüm çarup-var (süpürge gibi) Hizmete bel bağladım boş boynu bağlı kul gibi ■ bittikten sonra eşiği atlayıp sağ ayağı ile içeri girer, selâm tercemanını okur: « Selâm ullahı aleyküm ey erenler, dünya varlığın yoğa sayanlar. Şakirt ve Nakip tennurile (derdiği futa ile) ve terazi elinde olarak orada dururlar, N akibinnükabanm ardından yürürler. Nakibin-nükaba selâm tercemanm okuduktan sonra, bir ayak geri teenni ile durur ve şu tercemanı okur: Ey cemâlin kıble-i elıl-i nazar Vey kemalin maden-i dürrü güfeer Çün bugün âlemde mislin yokdurur Lûtfeyle bu bendene ejde nazar . ■ tekrar bir ayak daha geri gittikten sonra şu tercemanı okur: Ey vücudun bahar-i cudun kâmdır Hem sözün baktır Hak'ın fermanıdır Her nazar kim kılsan ey nur-ı ayn Kimyadır derdimin dermanıdır. Şeyhe yakın geldiği zaman aşağıdaki tercemanı okur: Şemh tevfik-ı bidayettir yüzün Suret-i Hak’tan işarettir yüzün *** Ebl-i tevhide beşarettir yüzün Hac-cu ibaramı ziyarettir yüzün - Diğer : Cemalin senin nur-ı İlâhî Yüzün âlemin mibriyle mabî Ayağın toprağı ey mazhar-ı Hak Erenler başının tac-u küîâbı Nisar olsun sana dünya ve tıkha Ki semin din-ü dünya padişahı Nakibin elinden tubfeyi alır ve tuhfe tercemanını okur f ' Süleyman’a karınca armağanı Çekirge bududur kim iletir am Süleyman sen şaha ben karınca Karıncadan kabul et armağanı Mazur buyur tapuna geldimse tebidest Kuldan ne olur, hazret! sultana yaraşuk Dervişin olur dilde niyazı ekle piyazı Ayheyleme sıuıdumsa fakirane tskellüf Size tuhfe getirdüm ben bu canı Hakir olur fakirin armağanı ve hediyeleri şeyhten başlamak üzere dağıtır ve bu merasim de şöyle yapılır: Her ihtiyarın Önüne tuhfesini koyarken ana başile işaret eder, yani tapu eder, sol dizini yere kor ve sağ dizini büker, tuhfeyi Öper ve iki eliyle ihtiyarın önüne bırakır, geri geri çekilir, safniâle kadar gelir; önce- den dürdüğü futayı ve üzerindeki taşı ve teraziyi Nâkib’in elinden alır, iki eli üzerinde tutar ve Tennûre âyetini okur ve dua da ettikten sonra Tennûre ile teraziyi Şeyhin seccadesi önüne koyar, arka arkaya safniâle gelir, sağdaki şakirdin sol elini tutar, meclisi: «Esselâmü aleyküm ya ehlil- fütüvve ve rahimetullahi ve berekâtihi Seyyid-i Sâdât şeyh ve nâkip-i fü- tüvvetdârân ve muhibban-ı hanedan» sözleriyle selâmladıktan sonra: «Hâl şudur ki işbu mümin kardeş uzun süre filân üstadın hizmetinde durmuş, şeraiti yerine getirmiş, hizmetini hora geçirmiş, üstadının rızasını almış, üstadı dahi üstadhk, atalık hakkını yerine getirip bugün siz azizle- rin ve ihtiyarların rızasiyle huzuru şerifinizde ana icâzet ve destur virmek ister, tâ kim helâl kisbe meşgul olup üstadlarm çırağın uyara. Bu şartla kim Haktaâlâmn ibadetini yerine getire ve şeriata ve tarikata muhalif amel kılmayup ve emrinize muti ve münkad ola ve bu dahi kabul kıldı ve kenduye vacip kıldı kim bu şeraiti bize getirip kıyam göstere ve bu sadıkm hakkında ne buyurasız? Meclis ehli: «A’lâ ve münasip, mübarek olsun» derler; Nâkip, göz- bebeğimiz Mubammed’e salavat verelüm, der ve şakirdin eli elinde şeyhin nazarına karşı durur, şöyle kim nakibin sol yanı şeyhin sağma, şakirdin sağ yanı şeyhin soluna gelir. Eğer üstadı erkân üzere icazet vermeğe kadir ise ol üstad şeyhin nazarına gelüp, zikredildiği gibi durup şakirdini revan eder', fakat nakibin de izni şarttır. Şeyh, nâkip veya üstad, bütün bu merasimden önce şakirde şu öğüdü verirler: «Oğul can ve gönül kulağı ile işit: Gerektir kim şeriat- tan ve tarikattan dışarı ayak basmayasın, nefse ve şeytana uymayasın, menahiden ve mekruhattan perhiz edesin, sünnette kehil (yani sünneti terk ederek kocaltmayasın) elinle komadığmı götürmeyesin, kimsenin ehline iyâline hiyanet nazariyle bakmayasın, kimseye kibir ve buğuz ve buhul (cimri, hasis) ve hased etmeyesin, kimsenin ayıbın görücek setre- desin, dünyaya muhabbet etmeyesin, senden galibe nazil olup ana izzet edesin ve hürmet ve hizmet edesin, ve ana irşat edesin, bir elin kistini kifayet kisbe ve bir elin kisbini ahiretin için fukaraya sarf edesin, bayır işlerde elden geleni yapmakta kusur etmeyesin. Bu öğüdü işiten kimseye: «Bu şeraiti kendüne vacip kıldın mı? diye sorduktan ve şakirt de: «Kabul kıldım» cevabını verdikten sonra şeyh bir dua yapar, ve fatiha okuduktan sonra Önce şakirdin ustası veyahut nâkip şeyhten icazet gözetir, sol dizini yere koyar, teraziyi tennure üzerinden getirip ayak üzere durur, tennurenin iki ucunu iki eliyle tutarak şakirdin yüzüne bakar ve şiı öğütleri verir: «Şeriatta üstüvar (metin, sağlam), tarikatta payidar, hakikattan haberdar, hanedan-ı resul ile yâr, düşmanlarile agyâr ol. Bundan sonra şu üç nefesi söyler: Zehirnuş ol, hâmuş ol, ayıbpuş ol. Sırı -i enbiya ve evliya ve şüheda ve ulema ve sâdât ve fukara, ruh-ı âdem safira ve Şit Nebira, batm-ı Cebrail, mani-i Süleyman, rızây-i Rah- man, tekbir edilerek nâkip, el kıvraklığı ile tennurenin sağ elindeki ucu şakirdin ayağına ve sol elindeki ucu başı üzerinden gelmek şartiyle beline dolar, aşağıdan yukarı uçlarını sokar ve gizler. «Ya İlâhî sen mübarek kıl Peygamber hakkı için, fahriâlem sahib-i mihrap-u-menber hakkı için, dört Muhammed hürmeti, dört ulema izzeti, iki Haşan birle Hüseyin, Musa ve Cafer hakkı için» diyerek' sol dizini yere kor, teraziyi eline alır, ayak üzere durur, şu Öğüdü de verir: «Oğul hak al 'hak ver, kimsenin, sanatına tamah etme ve kimseye dediğinden eksik verme-ki Hak subhane-hu * Taâlâ kisbine ve ömrüne bereket vere, ve her kaçan kim teraziyi eline alasın: âhiret terazisi anmak gereksin, yakın bilesin kim helale hesap, ve şüpheliye itap ve harama azap olsa gerektir, ana göre dirlik işin gereksin». ^ Gene adapça bir duadan sonra şakirt teraziyi sol koltuğuna alır; şeyhin, ustasının, ihtiyarların ellerini öper ve anlar alkışlayup: «Haktaâlâ kisbine berekat versin» derler. Badehu sofralar çekilir, yenilir, içilir. Sofra çekmenin de ayrıca adabı vardır. Yol Atası ve İki Kardeş Tutunmak Töresi : Böyle bir mahfil toplantısında yapılan yol atası ve iki kardeş tutun- mak adap ve arkâmndan da kısaca bahsedelim [7], • [7] Ahilerin BaMiler ve Bektaşilerîe ilgisi: Ahilerin, Özünü Türkler’in ilk dini olan Şamanlık’tan alan Bahâiler ve o kaynaktan doğan BektâşilerTe münasebet ve rabıtası bu teşekküllerin inançları, töre ve yöntemleri üzerinde yapılacak inceleme ve karşılaştırmadan meydana çıkmkatadır. Nasıl ki Fütüvvetin altı şartı: «Elin açık, -alnın açık, sofran açık; dilin kapalı, gözün kapalı, belin kapalı tutmak ise; Bektaşîlikte de, şiar, şu sözler Ol mecliste yeni bir talip atalığa ve kardeşliğe har kimi ihtiyar de dusturianmıştır: Elin tek, belin berk, dilin pek tut. Aşma, işine, eşine sahip ol fcrTr v 311 dedlkleri manzum dualar, bir talibin Ahilik mesleğine alınması var ir A T Can * n Bekta§lllge girmesi merasimi arasında büyük bir benzerlik ardır. Aşağıda kısaca anlatacağımız yeni bîr canın Bektaşi ocağına giriş töreni A , hU ? r bahsinde ge S“ ** atasl ve iki kardeş tutunmak mera S karşılaştırılacak olursa bu aynilik kendini gösterir: , ^ektaşıler yeni bir âşıkı içlerine almak için uzun tecrübelerden geçirir- lerdi.. Bu sınamalarda. ıyı not alanlara nasip verilmesine karar verilince, âşık, bir =--r m rel î b 7 bUlUr ’ tÖr6n gÜnÜ takatma § öre bir «kek koyun, kahve, seker tedaruk eaerek_ tekkeye gelirdi. O gün bütün . sâliklere yeni bir .Can. m «Lok- y \T Cegl , Sber veriUr ’ yemekler hazırlanırdı. Hava kararmaya başla- ynca, rehber, aşıkı tekkenin hamamına götürürdü. Orada tıraş edilir, yıkanır teırnz çamaşır giydirilir, müteakiben iki rekât namaz ' kılardı. bilerde de şeî Marial 33 u° !Urlar ’ Peygamber ’ Ali % k ma iki rekât namaz art]k % s :,5? m ? zdan * 0TtTa beyaz blr kumaşa bürünülen âşıka, babalardan biri, 31 olduğunu, kendisini pirine ve mürşidine terkederse yemden hayat bula- cağını söyler ve buyurun erler meydanına! derdi. Âşıkm hediye ettiği koyun veya 3" Un , yU 3 n Üpkl §6d gİbİ bükülen Tlğbent boynuna geçirilir, uclarm- 33tan r ar 5 l1 ' RehberIer Bektâşilerin tercsman dedikleri dalarını uduktan sonra meydan evımn . kapısında, yanında âşık olduğu halde, niyaz raftat r ** Ö 3 erdi - Meydan: -ihra P gibi bir yer, üzerınde.bir raf bu on3 t!t 3 eera§1 yanard1 -' Mihrabm sa ® tarafında babanın sediri etrafında b ” ÜU - Bu -Postlardan Horasan .postu denilen ve mukaddes adde- 3 onayandan başka kimse oturamazdı. Bu- posta yalnız Celebi Efendi dergana. geiaıgı zaman ancak o oturabilirdi. Baba gür sesiyle: .İmıa fetahnâleke fethan mübina». diye bağırınca âşık reLlTî'r allr - 3 b6r hâZİa Wr E6Sİe bİr münâcât okurdu. Bunun üzerSe rehberle talip yanı aşık, dört kapı tâbir olunan selâmla .şeriat, tarikat hakikat marifet, erenlerini selâmlardı. Rehber bakaya karşı niyazdan sönr" t2bın yermesine müsaade edilip edilmediğini sorar, on iki can, .hu eyvallah, derdi O zaman rehberle talip, babanın önünde diz çökerlerdi. Baba, talibin sağ eltoi avu " t ahr, sol eliyle kulağının memesini çekerek kulağına eğilir ve aralarında bıyat, ikrar ahdi cereyan ederdi: ' • aralarında ~Z ■ Yal8n soyl ® me ’ haram yeme, zina ve livâta etme, elinle komadığını rehberta Al 3 gördüğünü söyleme - Mürşidin Muhammed, lehberm Alıdm Gurun-ı nacıden oldun. Pîr' Hacıbektaş velinin yolu yolundu- 3 m -r Selme ' a ° nme ’ donme! Gelenin malı, dönenin canı. Girmek var, çıkmak yok, olum var, dönmek yok! Eline, diline, beline sahip ol! Dedikten sonra Tığbendi talibin boynundan çıkarır, tekbir getirirdi. , Bundan sonra, baba, Allah, Muhammed, Ali diyerek üc defa talibin arka- 3İna vurur > talibi kaldırarak şöyle hitap eylerdi: — Kalk î ölmüştün, dirildin, yeniden dünyaya geldin. Tahp tekrar bahanın dizlerine niyaz edüp avucunu öperek kalkar r-h~ berin gösterdiği yerde oturur. Bundan sonra içine kısılmış cerağ açfhr saz söz B " CSm "ÜT de kendisine göre 'edep *ve erkânT vaı^ saygı, sıra, dirlik ve düzen başta gelirdi. ederse anda gücü yettiği kadar tuhfe çekmek için Nâkibe: «Kalanı atalığa ve filanı kardeşliğe kabul ettim» der. Nâkip ol talibin eline yapışup, saf- niâle gelüp selâm verir ve der ki: «Bu âziz kardeşin bu insaf katında durmaktan muradı bu mecliste siz ihtiyarların huzuru şerifinde Nim-tarik olmak ister, filân ihtiyarı yol atalığa ve falanı da kardeşliğe kabul kıldı. Dünyada muhabbet, ahırette şefaat için ne buyurursuz? Mahfil ehli: «Mü- barek olsun» derler, salevat çekildikten ve tekbir getirildikten sonra nâkip hazırlanan hdiy eleri yol atasile, iki yol kardeşleri önüne kor ve geri geri papuçluğa gelüp ol talibin eilne yapışup yol atasının Önüne iletir, talip iki dizin çöküp oturur, iki yol kardeşleri dahi gelip talibin biri sağında ve biri solunda otururlar. Ata ve oğlu sağ ellerinin sunup baş parmakların birbirine karşılıklı koyup el tutuşurlar, ellerinin üzerine bir destimâl (mendil, yağlık) Örterler ve iki yol kardeşler talibin eteğine yapışıp yol ataya kulak verirler. Yol ata Kur’anı Kerimden bir parça okur. İki yol kardeşleri ellerini talibin eteğinden çekip ata ile oğlun eli üzerine koyar. Yol atası bir hâdisi şerif okur ve şu öğütleri verir: «Pirinden yüz dödürm ey esiniz, farzı terk etmeyesiniz, sünnete kehi! olmayasınız, dininizi ve malınızı ve helalinizi saklay asınız, evet dedûğû- nüzü lâzım kılasınız, her kanda varırsanız izzet ve ikramla varasınız, ne yerde oturursanız edeple oturasınız, sözü hikmetle söyley esiniz, yoksa kulak urasımz, .duracak hizmette durasınız, elinizle komadığımzı almayasınız.» Yol ata ve üç kardeş bu suretle antlaşırlar: «Eğer yarın Hak dergâhında ve Peygamber huzurunda kabul benim olursa sizsiz Cennete girmiyem ve eğer kabul sizin olursa bensiz Cennete girmiyesiz ve bana şefaat edesiz.» Bu antlaşmadan sonra fatiha ve tekbir okunur, nakip gülbenk çeker, mürit Nim-tarik, yani sitajiyer mertebesine erer. Sahib-tarik olmak: Eğer nimtarik denilen bu aday, sahib-tarik olmak isterse aşağıdaki törenlerle fütüvvet camiası içine alınır: Önce Nakip Şed-di (Şed: sıkmak, sıkı bağlamak anlammadır) beş kata büker ve üç kat dürer (bu büküşler neyi remzettiğini yukarıda yaz- mıştık) Amma, şeddin panbuk (pamuk) bezinden olması şarttır, zira Haz- reti Resule gelen dürâe (firace, biniş) panbuk bezinden idi. Dürülen şeddi bir hurma ^yaprağından örülmüş sofraya koyar, eğer bulunmazsa bir ağaç tabağa koyar ve nâkibin eline verir. Şeddin seccadesini de dört köşesi içeriye gelmek üzere üç kata büker ve adayın eline verir, ber- güzarı da bir zarfa koyup kendi eline alır. Talip arkada, nakip Önde safniâle değin gelirler ve anda dururlar. Nakip yukarıda yazdığımız tercenianlar- dan hangisini dilerse okur, bergüzarı çektikten, yani verdikten sonra geri döner, talibin eline yapışır ve «Esselâmü aleyküm ya erbab-ı şeria veya eshab-ı tarika, esselâmü aleyküm ya ehlil-şed v£İ-ahid velvefa, esselâmün- aleyküm ya ehlilmürüvve velkerim vesseha» gelmeniz hakkı için, doğmanız hakkı için, söylemeniz hakkı için işbu mümin kardeş siz uluların ayağına gelip bu insaf makamında durmaklıktan muradı: siz ihtiyarların silsilesine girip, beli bağlayup, kadarınıza çekilüp, sahiptarik olup Şabmerdân kapu- suna bili bağlı kul ve hanedan âşıklarına hizmetkâr ola, bu âşıkm hakkında ne buyurasız? Dedikte: Mahfil ehli: «Vaciptir, mübarek olsun» derler. Nakibın işaretile salavât getirilip tekbir alındıktan sonra, nakip, seri bir hareketle seccadeyi ve şeddi sahib-tarik’m elinden alır, iki eli üzerine koyar. Hazır, gaip seccadenişin erenlere ve Hazreti Muhammed’e gene se- levat getirildikten sonra edeple yürüyüp şed seccadesinin ucu şeyhin sec- cadesiyle bitişik olarak yere bırakır, gene .selevat getirilir ve ayağı üzeri- ne durur ve geri geri saf niale gelir, nakibin elinden şeddi alır, iki eli üzere tutar ve bu arada şed tereemam okunur. Bu merasim bitince ileri doğru yürür, sol dizini yere koyup, sağ dizini diker, şeddi şeyhin seccadesi üze- rine koyar, salavat getirdikten sonra şed seccadesinin iki ucuna iki eliyle yapışıp kenduye doğru çeker ve açar, bu hareketlerin seri yapılması lâzım- dır. Geri geri safniâle gelir, nâkibin sol eline yapışır, nâkip sağ eliyle şeyhin önüne götürür. Şed seccadesi önünde dururlar. Şeyh hazır olan 'tarikat er- babına hitaben : «Azizler bu mürüdin iradetiııe ne buyurursuz? Ehl-i şed olmağa mahal görürsüz?» Mâlisidir mübarek olsun» derler. Gene nakibin işaretiyle salâvat getirildikten sonra şeyh el kaldırıp dua eder, yeni yolcuya girdiği yolun ana prensiplerini tek tek anlatır. Dua bitip fatiha okunduk- tan soonra beli bağlanır, Ahievran ocağı yeni bir can daha • kazanmış olur. Bâzı görevler, ödevler ve cezaî müeyyedeler: Ahievran ocağına bağlı merkezlerdeki kuramların başı ve genel mü- dürü makamında olan şeyhleîre ve 'onların halifelerine verilen ve astüzük mahiyetinde olan şecerenamelerde tabaklar piri ahıevranm bermutat mo- noğrafisi çizildikten sonra ödevler ve görevler belirtilir, hisselerin vazifeli- ler arasında nasıl taksim edileceği, riayet etmiyenler hakkında ne gibi ce- zalar verileceği, dabakhanelere gelen deri, palamut, ve yaprakların nasıl ve kimler tarafından fiyatlandırılıp tevzi edileceği bütün teferruatiyle gösterilip otuz iki esnafın ve diğer yetmiş ikibuçuk sanat erbabının pirler ve adları mertebelerine göre sıralanırdı. Hisseler şu şekilde paylaştırılırdı: Ahibaba: 3, Kethüda: 2/ Yiğitbaşı: 2, otuz yıllık ustalar: ikişer, yirmi yıl- lık ustalar: birer buçuk, on beş yıllık ustalar birer, on yıllık ustalar dörtte bir hisse alırlardı. Kimse muhalefet edemezdi. Hisseler dağılırken tekkeni- şinler hazır olur, Gülbengi Muhammedi çekilirdi. Otuz ve yirmi yıllık ustalar Ahi Önünde ellerini sallayıp sözle müca- dele ederse yakasın kesip, börkün atıp tekrar şakirtliğe verilirdi, kabul et- miyeeek olursa ocaktan kaydı silinir, kendisine işlemek için deri ve mal- zeme verilmezdi. On beş yıllık kalfa -serkeşlik ederse ta’zir olunup (tev- bih olunup) tekrar şakirtliğe verilir, kabul etmezse meslekten ret olunur- du. Eğer bu tevbih cezesmdan sonra makremesini boğazına takıp zaviye kapısında kurban asıp yüz sürecek olursa üç gün sonra suçu affolunur, mec lise kabul edilir ve postuna oturmak hakkına lâyık olurdu.' Tüccarlar dabakhaneye yarayışlı deri, palamut, mazı, yaparak vesa-ir ü ! şeyleri getirdiğinde zâviye kapısına yüklerini indirirler; Ahibaba Yiğit- ji'îij başı ve tekkede oturanlara teslim ederler, yiğitbaşı ustaları çağırır, herkes ■K ' hizmetine girer, Ahibaba, Yiğitbaşı tekkede oturanlarla birlikte pazarlık ede-... rek değer akçesini tüccarlara verdikten sonra esnaf arasında halli hallerince taksim' edilir, Gene Gülbengi Muhammedi çekildikten' sonra ustalar selâ- metle dükkânlarına dağılırlardı. Şayet sair diyarlardan gelen ustalar ke- çi, koyun ve oğlak derilerini fazla baha ile toplar, fukaraya zulmederse Kutbülarifin Sultan Mahmud Ahievran şecerei şerifeleri gereğince kadı hu- zurunda meclisi şer’i kurulur o makule kimseler davet olunur, davaya bakılır, haklı haksız ayırt edilirdi. Bu davada Ahibaba müddei (Savcı) sıf atiyle bulunduğu gibi kadı efendiler şecere-i şerife hükmüne riayetö mecburdurlar. İzinsiz şakirt almak, Öğretmek, başka çıkartmak haramdı. Her esnafın kendi arallarmdan seçtiği Yiğitbaşılar o esnaf arasındaki dirlik ve diizene dikkat ederler, görevlerini yerine getirmeyen, Ahi âdâp ve erkânına ria- yet etmeyen esnaf ve salikleri loncanın verdiği kararla tecziye olunurdu. Lonca Ahibaba Kethüda ve yiğitbaşıların ictimaile teşekkül ederdi. Ahibabanm her yerde esnaftan olması şart değildi. İbni Batute’nin seyahatnamesinden Öğrendiğimize göre, bir çok yerlerde Ahibabalar eş- raftan , ekâbirden, ülema, ümera, fuzelâ ve şueradan idiler. 0,de virde Kop- yadaki Ahibaba: Kadı, Kayseri ve Niğdedeki Ahibaba: Emir, Sivastaki Ahibaba : Hükümdara üstünlük gösterecek kadar kudretli ve hatırlı bir şahsiyetti. Edebalmm, Bursa kalesine ilk bayrağı çeken Haşanın hattâ . Murat I. in birer Ahi olduklarım tarih haber veriyor.' Herhalde kökünü Türkün anayurdu Orta Asiyada bulacağımız Ahili- ği, doğrudan doğruya bir esnaf cemiyeti, bir sofulalr tarikati sanmak ger- çeğe ve olaya uymaz. Âşık Paşanın Garibnamesinde temas ettiği Alplar Alperenler, Horasan ve Maveraünnehirde gördüğümüz Gaziler, Merv’de Kühistan’da ve İsfahan’da teşkilatlanan Ayyarlar, Sipahiler; Âşık Paşanın torunu Ahmet Âşikînin Rumda mevcudiyetini haber verdiği bacılar, Ab- dallar, Gaziler, Ahiler toplum içinde vazifelenmiş Fütüvvet yolunun birer çığırıdırlar. Ehli fütüvvet bir lokma bir hırkaya kanaat eden, dünyadan elini ete- ğini çekmiş zahitler, dervişler ve abdalar zümresi değildi. Bir cemiyetin ancak servet, marifet, hirfet, fazilet ve maddî ve manevî kuvvete dayana- rak yükselebileceğine inanan insanlardı. «Tanrı çalışanları ve kazananla- rı sever» .buyruğu onlar için bir düsturdu. Fütüvvet , yani cömertlik, yiğit- lik, insanlık ancak bu kaynaktan beslenir ve yaşıyabilirdi. [*] Şii gerçektir ki, bu teşekkül, toplum içinde yaşamak istiyen insanoğlu- nun zaruretler ve ihtiyaçlar karşısında yarattığı sosyal ekonomik, kültü- rel, siyasal ve suel bir eserdir; Türk dehasının yarattığı evrensel bir eser.. [*] "Artık tarihe mal olan tekke ve dergâhların, tarikat ve mezheplerin içyüzleri, inanç ve yöntemleri reel ve : bilimsel bir görüşle incelenecek olursa, bir çok meçhullerin üzerlerini örten perde aralanmış, sanıldığı gibi bunların ahiret- lik birer müessese olmadıkları aydınlatılmış olur. Kalelerin fethinde, şehirlerim zaptında, devletlerin kuruluş ve yıkılışlarında erlerin süngüsü, göğsü; hüküm- dar ve komutanların iradesi ve kılıcı kadar, gönüllere hükmeden babaların, şeyhlerin, acaip kılıklı dervişlerin, hüviyetsiz aptalların; hattâ ellerinde kopuz köy koy, şehir, şehir dolaşarak hislere ve heyecanlara seslenen Kam-O azanlar’ m oynadıkları rolleri de hatırdan çıkarmamalıdır! Kırşehir de medfun pirler piri, âzizler âzizi Ahievran’ın gerçek hü- viyetini zamanın bürüdüğü sisler içinden sıyırıp çıkarmak o kadar - güç ki... Çûkluk, pirler; adlariyle değil, sanlariyle anıldıkları için, şahsiyet ve hüviyetleri birbiri içinde erimiş ve kaynamıştır. Elde mevcut Şecerenâmeler’e göre: Ahievran, Abdülmuttalip’in torunu, Hazreti Muhammed’in amcası Abbas’m oğludur. Asıl adı Mah- muddur; ona «Sultan Ahievran» adını, Bedir gazasına giderken âlem-i şerifi hâmil oluşundan ve muharebedeki Evran gibi her yöne saldırışından I , hoşnud ola “ Peygamber vermiştir. Eshab dahi bunu görünce her biterleri p blrer y adl § âr verdiler. Resulullah buyurdu ki: «Yâ, Ali! Sen ne verirsin’» I . eledikte: «Allahın emri, resulullahm kavli üzere kızım Rukiye’yi, amcam °g lu Sultan Ahievran Hazretlerine verdim», dedi. Hazreti Muhammed nikâhlarını kıydı, Üç gün üç gece düğünleri yapıldı; koyunlar, keçiler, sığırlar kesildi. Üç gün sonra Ahi’nin mutbahma girdiler, derileri, gönleri Ahievran’a teslim ettiler. Bir gece bir gündüzde elvan elvan, türlü türlü renk etti. Tamam ettikte, her elvandan bir tura bağladı, Reşulullah’m meclis-i şerifine getirdi, mübarek eliyle açtı. Cemii eshap tahayyürde kaldılar ve temaşa kıldılar. ı _u °!" ller perdahslz «Muşu için, Ali birini alıp asây-ı şerifiyle perdah eyledi. Memnun olan Peygamber, Ahievran’ın beline Şed bağladı. Ve icazet verdi. Otuz iki esnafın pirinin belini bağlayıp, el kaldırıp dua eyledi. Cümle otuz ıkı esnafın pirleri bu tarika ve erkâna âşık oldular. Bundan sonra diyar diyar dolaşan, bir yerde karar kılmayan Şeyh Mahmud, Gülşehri namıdiğer Kırşehir’de karar edüp anda kârhâne bina ettiler. Çok vilâyetlerde keramâtı zâhir oldu. Kırşehir’e kadem- bastıkların- da Ayan ve ekâbir geldiler: «Yâ, devletlû, bizim havfimiz vardır, bir ejderha peyda oldu, onun şerrinden bizi halâs eyle», deyu niyâz ettiler ve ejderhayı ona gösterdiler; dua edüp ejderhanın yüzünü yüzüne sürerek, ol ejderhayı kendine muti ve münkad eyledi. «Evran» sensin deyüp âzize endim teslim eyledi. Aziz Evran ol ejderhanın boğazına zincir takıp mrhanenm tahtına bağlayıp, cümle nâs böyle görücek, küllühüm muti olup Ahievran Sultanın karma ve kisbine, ocağın ve tarikatının devamı- na dua ve senâ eylediler. Ömri şerifleri 93 yaşında dâr-ı fenâdan dâr-ı bekaya teşrif buyurdular. Ahievran m hayat ve şahsiyetini anlatan Şecerenâme özetinin kronoloji bakımından hakikata uymadığı kendini gösterir. Çünkü Bedir gazasında (Ahi) lakabını alan ve Hazreti Ali’ye damad olan Mahmud’un 9o yıl yaşadığı, gene, bu Şecerenamede kaydedildiği halde menakibi 800 küsur yıllık bir zaman içinde seyr ettirilmiştir. Bunun sebebi: Cemiyet için- de vazifelenmiş evrensel bir kurumu ve onun âziz kurucusunu, benzeri mezhep ve tarikatlarda olduğu gibi, ilk îslâm büyüklerinden birine bağla- yarak, uyarlarına bir kudsiyet ,ve asalet hâlesi içinde tanıtmak ve saydır- ■v inak düşüncesinden doğan, dinsel ve psikolojik bir zarurettir; bu bağlantı- lar kan yoluyla değil, irfan ve inan yönüyledir. İşte bu maksadladır ki, bütün Ahi pirleri H. Peygamberin amcası Abbas’m oğlu ve Ali’nin damadı olarak gösterilen Ahi Mahmud’un mâneviyeti içinde erimiş ve fenâ bul- muştur. Zaten mistik âlemde Fisebilillâh inanış bir şiar olduğu için bu yönleri münakaşa ve muhakeme hiç bir sâlikin akimdan bile geçmez. Bu psikolojik ve mistik nokta dikkata alınırsa aradaki şahısların kakp değiş- tiren birer gölgeden başka tecellileri olmadığı belirir. Gene (Ahiler) maddesinde yayınlayacağımız Ahi Mesud oğlu Alâed- din Ahi Sinan icazetnâmesi, birbirinin kemerini bağlayıp çözen Pütüvvet ulularını menşeine doğru sıralarken, kendisine elveren Fütüvvet ve Mürüv- vetin mabihiliftiharı, cihanın bir tanesi ve devranın beğendiği Ahi Mahmud (ömrü uzun olsun) dan başlattığı pirler halklasmın ucunu Hazreti Rubu- biyet’e kadar götürür. Cebrail Aleyhisselâm Hazreti Rububiyetten aldığı Fütüvveti Hazreti Muhammed (A. S.) e getirir. O da Hazreti Hamzanm, Hamza’da Emirilmüminin Ali’nin, Ali’de Ahmed Reşid Kübrâ’nın kemerini > bağlayıp çözer, böylece pirler birbirinin kemerini bağlayıp çöze çöze 22 nci halka, İcazetnâmenin tanzim tarihi olan 876 da sağ olduğu anlagüar, Ahi, Mahmud’a kadar gelir. Nasıruddin Ahievran’m adı yukarıdan aşağı 15, aşa- ğıdan yani Ahi Mahmud’dan yukarı 6 nci halka arasında geçerken «Fütüv- vet ve Mürüvvetin sultanı, cihanın Ahisi (ruhunu Allah takdis etsin) tazim- kâr cümleler ve dualar zikredilir. Bu silsile arasında (Ahi) lâkabını Hazreti > Muhammed’den alan ve Emirilmüminin Ali’ye damad olan Mahmud’un ismine rastlanmaz. Ahievran neslinden merhum Şeyh Said’in kitapları arasında buldu- ğum «Hâzâ Fütüvvet-i Ahievran» başlıklı yazma bir vesikada da: Debağlık Âdem Peygamber’den başlatıldığı gibi, tarihîgerçeğe uygun olarak Ahiev- ran da Abbas’m on üçüncü batın evlâdı olarak gösterilir, Ahievrap’a kadar gelen pirlerin adı sıralandıktan sonra 83G hicri yilmda Kırşehir e yerleşti- rilir, ejderha hikâyesi, Ahi Mehmeü adında s bır zata hizmet ettiği ve bu zatla aralarında geçen bazı menkıbeler ve kerametler anlatııır: Orhan Gazi zamanında 93 yaşında vefat ettiği, E bu ishale, Geyikli Baba, Hacıbektaş-ı Veli ve Abdal Musa ile çağdaş oldukları bildirilir. Hacıbektaş Vilâyetnâmesindeıı de öğrendiğimize göre: Ahievran, büyük Alâaddin Keykubad’m muasırıdır, doğduğu yer belli değildir, bir * müddet Konya’da oturmuştur.. Halktan 'kaçınır, gizli yaşarmış. Soma Denizli’ye gitmiş; orada bahçıvanlıkla vaktini geçirmiş, yine Konya ya gelmiş. Şems-i Tebrizî’ye biy’at ederek tasavvuf - dersi aîmış^ ve bir derviş olmuş. Konya, üleması bu halden gücenmişler, Alâaddin’ e müracaat ederek, şikâyette bulunmuşlar. Ahievran, sultana ve ulemaya darılarak Konya yı terk ve Denizli’ye hicret etmiş. Sultan, bu durumdan üzülerek, arkasından Sadreddin Konevî’yi göndermiş, beraberce Konya’ya dönmüşler. Fakat, ' Konya halkına gücendiği için çok kalmamış, Kayseri-ye gitmiş, debbağlıkla geçinmeye başlamış, renk renk sahtiyan işlemiş. Bu hâlini kıskanan bir dabak ustası, Kayseri valisine giderek: «Bir adam debbağhânede misafir f.. olup deri işler, miriye vergi yermez» diye şikâyette bulunmuş. Vali, Ahiev- h ran’ı yanma çağırmak için adamlar göndermiş; bunlar de'oağhaneye vardık- larında, Ahievran’ın yanında bir ejderha görmüşler, korkarak kaçmışlar. Bu ejderhanın ateş gibi parlayan gözlerinden kinaye olarak «Ahievran» lâkabını almış. Kayseri’de de çok durmayıp, Kırşehir’e göçmüş ve orada ölmüş... Özetini verdiğimiz şu bir kaç vesikanın birleştiği bir nokta varsa o da «Ahievran» adında bir zatın mevcudiyetidir. Şecerenamelerin H. Abba- sm oğlu ve Ali’nin damadı olarak haber verdikleri Ahievran Mahmud her halde muhayyel bir şahsiyettir. Acaba, menkibesi anlatılan bu zat, bizun Şeyh Nasirüddin Ahievran mıdır? Muasırı olduğu söylenen. Alâaddin Keykubad, Giyaseddin’in oğlu olsa gerek. Sadreddin Konevi’nin 673 yılında öldüğü gozönüne ğetirileclek olursa, Denizli, Konya ve Kayseri de dolaştık- tan sonra Kırşehir’de yerleşip ölen Ahievran’m Ahi Nasirüddin olduğu mu- hakkak. Caceoğlu Nureddın’in valiliği zamanında Kırşehir huzur ve sükûn içinde idi: tanınmış şahsiyetler, bu. güvenli muhitte yerleşirlerken Ahiev- ran’m da en emin yer olarak Kırşehir’i kendisine ikametgâh seçtiğine şüphe yoktur. 876 tarihli Ahi Mesud oğlu Alâaddin Ahi Sinan’a ait icâzetnâmede birbirine kemer kuşatan pirlerin adı sayılırken Ahi Nasıruddin’in adının bir saygı esejc'ı olarak kırmızı mürekkeple ve büyük harflerle yazılışı, «Mürüv-vet ve Fütüvvetin sultam, cihanın ahisi, Tanrı aziz ruhunu şad etsin» sıfat- lariyle vasıf landmlışı, ayni icazentâmenin sonundaki türkçe dua arasında adı geçen ve o tarihlerde sağ olduğu anlaşılan Şeyh Mahmud için «Piri pîrân, azizi âzızân-ı Ahievran, serçeşme-i Ahievran Şeyh Mahmud pîr-i debbağ» tâbirlerinin geçişi Nasirüddin ile Mahmud’un ayrı ayrı şahsiyetler olduğunu açıklamaktadır. Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, Ahi pirleri adlariyle değil, ünvanlarile yâdedildikleri için şahsiyetler birbirlerine karış- tırılmışlardır. Ahmed Gülşehri «Kerâmât-ı Ahievran» adlı risâlesinde pirinin fazilet ve meziyetlerini birer birer anlatır: > Ahi âlemde Ahievrandı Kim kamu Ahilere sultandı Padişahın hasekisi ol idi Kim kamu beyler katında kul idi Kühbedi pîruzedir âsitânesi Âlemin içinde ol idi âlem > v Gelmedi onun gibi sahih -kadem Ol kim adı dûnyayi tutmuş idi Ahilerden oyunu tutmuş idi Alda yâr ve nefse düşman ol idi ^ ^ Pâk-ı din-ü pâk-i dâmen ol idi Terbiyyelerin teninde -can idi Ahiler beylere ol sultan idi... Boksan üç yıl dünyada oldu tamam Ne helâl önünde geçti ne haram Gönlünü avrat oduna yakmadı Kimsenün uğrun yüzüne bakmadı O, insanların endişesini sezer ve hacetine koşardı: Kişinin endişesün bilür idi Hacetin dahi reva kılur idi Sofra dökmek ile başı hoş idi Zerde pirinç ak pirinç idi aşı Sofraya halkı üşüren ol idi Çün bir etmek bir âşa âlet ola Anda yüz kum makalât mat ola Etmek ile âşm getür kim yiyeler Yoksa yüz kuru makalât diyeler Eonra’ «Ed dünya mezreatülahare» diyele^ O, bir keramet ehli idi: Dağı tutup yazıya sürür idi : Yani yürü derse yürür idi Hızır ile yürür idi her gün bile V Korna? idi M kimsene gark, ola .'•/ Ol ki sultan ile sahih-sır durur h Deniz ile yaza ana bir dunu... Ahievran öldüğü gün ay tutulmuş, halk ağlamış: Irtesi gün resm ımıldu mateme Ölümü od saçtı kamu âleme Güle güle canın verdi Hak’ka Cam Tanrı hasının şöyle çıka îv : Matemi halkın yüreğim dağladı Yer ve gök anım yasımdan ağladı.,. 4 Doksan üç yıl yaşayan, akla yâr, nefse düşman olan bu faziletli er ;i| kişi, tekkesine kapanmış, dünyadan elini eteğini çekmiş münzevî bir sofu . ve softa değildi. O, hayatını kazanmak için diyar diyar dolaşmış, her sanat , i*! ‘ ve zanaata başvurmuş, elvan elvan deriler işlemiştir. Nasıl ki Hacıbektaş, köylerde, Türkmenlerin başına geçerek çiftçilik yapmışsa, Ahievran da şehirlerde otuz iki esnafı bir başa bağlayarak tarikat çerçevesi içinde insan oğullarına hayatlarını kazanmayı Öğretmiş, Horasan erlerinden adıyla sanıyla Türk oğlu Türk bir Velî’dir. Ahi Mahmud: Şecereeilerin yarattığı muhayyel Ahi Mahrnud’la menakibi birbirine karıştırılan ve uzun maceralardan sonra H. B30 yılında Kırşehri namidiğer Gülşehri’de kârhânesini kuran, 876 tarihli Ahi Sinan icazetnâmesine göre bu tarihlerde sağ olduğu anlaşılan Ahi Mahmud, acaba, Kırşehir’li bir Ahi Babası olan Osman Bey’in kaynatası Edebali’nin oğlu Şeyh Mahmud mudur? Edebali’nin H. 727 yıllarında Bursa kadısı olan Şemseddin Ahmed adında da bir oğlu vardır. 741 H. 1340 M. tarihlerinde vezir olan Nizameddin Ahmed Paşa da Şeyh Mahmud’un oğludur. Gene tarihlerin haber verdiğine göre Edebalı ailesine mensup Şemseddin oğlu Ahi Haşan adında da bir zat mevcuttur. Aradaki bir asırlık tarih ve zaman genişliğine bakarak Kırşehir’de medfuıı Ahi Mahmud’un Edebalı’nın oğlu olduğunu kabul etmesek bile türbeyi tamir ettiren Ahmed veyahut Şeydi oğlu Haşan, Şemsi oğlu Haşan ve binnetice Ahi Mahmud’un Edebalı ailesine mensubiyetleri kavı bir ihtimal dahilindedir, ilerde ele geçecek vesikalar bu karışık döğümleri çözecektir. AHİEVRAN VAKFİYESİ TERCEMESİ Uğrulamak için ulu Tann’nm kutsal adım anarak başlıyorum. O, duaları işitici ve kabul buyurucudur. Bütün övünme: noksandan zevalden âri; kemal, kerem ye celâl vasıflariyle süslü; önceşizden ve öncesizlikten değişikten berî ve şanı yüce, tinler ve tenlerin yaratıcısı cenab-ı müteâl hazretlerinin zâtına Özgüdür. Selât ve selâm; gönüller ferahlatıcı temiz söz ve su sahibi, en yüksek huylarla bezentili, kıyamet gününde aracı olan Efendimiz Muhammed’in, cevap ve suâlde doğru ve uygun, itidalde kaaim ve sabit, inkâr ve döğüşten kaçıcı, dünyanın şeref ve malım istekten çekinici bulunan âl ve eshabımn, doğru yolda ve sözde, bedenleri ve kalpleri temizleme ve arıtmakta anlara uyan ve din semasında bedir ve hilâl gibi olan yüce kişiler hazerâtmm üzerine taşsın. Hayırların sırlarım anlayıcı ve iyiliklerin eserlerini bilici, fazl-u ihsanı ile duaları kabul ve af£~ü gufranı ile kötülükleri izale buyuran Cenab-ı Hak bizi anların zümresinde haşır buyursun. O, öyle bir zât-ı cel-lü- âlâ dır ki milkinden dilediğini kullarına temlik, yerde ve gökte rızıklannı takdir buyuran, üstünlük ve : ululuk, şükür ve sena zâtına hâs bulunan ve hâlis kullarını rızası uğrunda minnetsiz infak ve tasadduka muvaffak kılan zât-ı kibriya hazretleridir. Hüsnü ahlâk sahibi, zamanın kutbu, asrın ehl-i kemâli pır-i pîrân Ahîevrân Şeyh Nasıruddin: dünyanın aldatıcı, kıyıcı, ölümlü ve çabuk' geçici olduğunu ve fazl-u kerem erbabının anınla mağrur olmayacağını ve dünyayı isteyenin zillet ve nedâmete . düşeceğini ve ahiret ise hayırlı ve nimetlerin en güzeli olup, nimetlerinde karışıklık ve şerabm- da serhoşluk bulunmadığını ve anda Hür ve Gılman ve Melek ve Rıdvan ve hususiyle mtişahed-i Cemâl ve Rahman olduğunu bilmesi üzerine, doğru Özlem ve açık hakkı bulunan emlâkini vakf~u hapis ve tahlid ve tescil etti. Onlar da Kırşehri kazasında Kızılca karyesinin nısf-ı şayii «yan ay- rılmamışı» ve bu karyenin sınırında bulunan Baranağıl karyesinin dörtte bir payı, Caruk ve Lodrari, Kulpak. Karahalil köylerinin yarısı, Umurköyü, İncekir, Yazı Temir mezrealarımn yansı, Gökçelu karyesinde Koçak mez- reasmm yarısı, Kızılkaya karyesinin yansı, Ageaağıl mezreasmın yarısı, Mikâilhisarlı karyesinin yansı, Büğdüz karyesinin dörtte biri, Karslan karyesinin altıda biri, Arslan Tomuş karyesinin yarısı-ki zikrolunanların cümlesi Kırşehri kazasmda olup, yalmz Mikâilhisarlı . karyesi Hacıbektaş kazasına tâbidir. Hacıbektaş kazasında Kozağaç’la birlikte Mucur karye- sinin dörtte biri, Glimüşkünbet, Seyif saray, Yazıkımk karyelerinin yarısı -ki bunların bazıları bazılarına muttasıldır. Yazıkımk karyesinin ve Ahibozlar karyesinin yarısı Küllüce maa GÖkgün, İdris mezreası, İbnelik karyesi ve İbnelik karyesinin yarısı, Gökçeöyük karyesinin yansı, ve son isim Gökçe mezbur karyelerin smırmdandır ve Gökçeöyük karyesinin yarı- sından ibarettir ve Kırşehri’ye merbut iki çiftlik olup bunlarda bir takım tarlalar, bahçeler, evler, hamam, tahan bayan «değirmen» bulunup cüm- lesi vakıftır ve cümlesinin hududu ehl-i vilâyet indinde meşhur ve kayıt- ları kullanıcılar nezdinde malûmdur ve anlarda kimsenin zerre kadar hakkı yoktur, cümlesi vâkıfın kendisinindir. i Şu şart üzere vakf edilmiştir ki: Vaakıfm merkadi yanında bir zâviye yapılacak ve hu zaviyenin şeyh ve mütevelh ve nâzın, vaakıfm | ardında üreyen erkek evlâdından olacak, sonra inkıraza kadar kız çocuk- i! larmdan olacak ve türbeye bitişik bir mescit yapılacak ve şeyh bu mesci- b;;; keş vakit namazını kıldıracak ve namazlar bitiminde vaakıfa dua; cuma \ ve isneyn geceleri mescitte zikrüallah edecek ve sabah namazından sonra Sûre-i Yâsin’i ve Şeyh Hâmid-i Veli'nin evradım okuyacaktır. Vaakıf-ı mumaileyh; mezkûr şeyhin iyi, günahtan sakınır, kalbi temiz, müttekî, her şeyden elini ve eteğini çekmiş, övünülür huylu ve erginler libasını giymiş, zâviyede oturur bulunması ve kendisine vakıf gelirinden günde bir dirhem verilmesini ve bu şeyhin ölümü veya şer’a uymaz hareketleri vukuunda meşihatın merâtip üzere evlâdın elverişlisine verilmesini şart kıldı. Ve bakıcının da vaakıfm evlâdından ve fesâd ile çalışır ve kazanır olmamasını, sâlihlerden olmasını ve vaakıfm şartlarım ifaya çalışmasını, kendisine vakıf gelirinden günde bir dirhem verilmesini ve bu nazır «bakan» fesâde sayettiğinde bakanlık yönü kaldırılıp evlâddan diğerine verilmesini şart kıldı. Mütevellinin evlâddan doğru oylu, sağduyulu ve ergin akıllı kimse olmasını ve zâviyenin ve merkadin ve mescidin bayındırlığına ve köydeki evkafın gelişim ve verimine ve ürünlerinin ele geçmesine çalışmasını ve rızıklananların haklarını vermesini, vakfı zararlandıracak işleri yapmama- sını ve asla evkafa hiyanette bulunmamasım ve harcantıdan artanı yetinil- diği kadar müsafirlere sarf edilmesini ve zulmetmemesini ve mezkur şart- lara hiyanette bulunmamasım ve her hak sahihine hakkını vermesini ve kendisine vakıf ürünlerinden şeyhe verilenin mislinin verilmesini ve cemi- sinin savap olan işlerle meşgul ve ahireti tanır ve ecdadına dua, gece ve gündüz Cenab-ı Hak-ka hamdetmesini ve cümlesinin meşâyih ve ebrârdan olup kadr-ü menziletini Ceııabıhak yükselterek dünyada ve âhirette anlalrı şeref sahibi kılmasını ve cümlesMn bu şurut üzere ikmal-i hayat ve hatm-1 enfâs etmesini işaret kıldı. Mumaileyh vaakıf: Mevkufatım zikrolunan tertip ve üslûp üzere vakf-ı sahih-i şer’i ile vakıf ve hapis etti. Bey’i, hibe olmayacak ve rehin verilmiyecek ve vâlilerden, vârislerden vesair kimselerden bu vakfı tebdile hiç bir kimsenin yetkisi yoktur. Her kim tebdiline say eder ise günahı ana ait ve her kim ikmâline çalışır ise vaakıfm sevâbımn misline nâil olacak. Nitekim hayra çalılşan ve yardım eden kimse hayrı işleyen gibidir, denil- miştir. Cenabıhak vaakıfı ve şartlarına riayet edeni Ârşm gölgesinde ve Cennet bahçesinin ortasında bulunanların zümresinden kılsın. O zat-ı ecel-lü âlâ hazretleri zengin ve bağışlayıcı sıfatları ile muttasıf bulunan ve halkın hayırlı ve ulaştırıcısı olan Efendimiz Hazretleri Muhammed’e kitâb-ı mÜbini inzâl buyuran İlâh-ı ekremdir. Bizi ehl-i sünnet ve kitabdan ve amelleri hay- rolan müminlerinden kılsun. Bu vakıf ve hayrat Hicrî altı yüz yetmiş altı senesinde vukubuîmuştur. AHÎEVEAN TÜRBESİ Ahievran - türbesi kasabanın ortasında bulunan kalenin 40-50 metre kuzeyinde, kendi adîyle anılan mahalleye giden sokağın sağ kenarındadır. Üç tarafını vaktiyle Ahi evlâtlarına ait olan evler sarmıştır. Kerpiç duvarlı cümle kapısının üzerindeki yazıya göre sonradan ya- pılan bir tamirde hu kitâbenin konulduğu anlaşılmaktadır. Ön ve yanlarım kaplıyan bahçede bir çok mezar taşlan varsa da çocuğunun taşları kırılmış, kitâbeleri kazınarak yerlerine yazılar yazılmıştır. Türbe, Selçuk mimarî tarzında üç kubbe üzerine yapılmış ise de bir çok istihalelere uğradığından eski zarafet ve biçimini kaybetmiştir. Binaya girildiği zaman bir mabeyin üzerinde sağda namaz kılman zâviye (minaresi 30-40 yıl önceleri yaptırılmiştir) karşıda iki basamakla inilen türbe, solda komşuların geceleri toplandığı kışlık oda, yandaki merdivenlerden çıkılan yazlık bir oda vardır. Burası Eğitim Müdürlüğü tarafından kitaplık, bilâhara Vakıflar İdaresi tarafından daire olarak kullanılmış ise de şimdi harap bir hâle gelmiştir. Sağdaki Mescit- Zâviyenin mihrabında ortası silinmiş şu kitâbeye göre: bıı zaviyeyi Şeyh Ahievran evlâtlarından tarafından Selim Hân oğlu Sultan Süleyman’ın izniyle H. 968 yılında tamir edilmşitir. Türbenin kapısı üzerinde mermer taşa işlenmiş, sülüs yazı ile yazılmış: kitabeye göre burasını da Murad Hân oğlu Sultan Mehmed Hân devrinde Süleyman Bey oğlu Alâüddevle H. 886 tarihinde yaptırmıştır. Bilindiği üzere Süleyman Bey, Dülgadir oğullarındandır, beş kızından en güzeli olan Sitti Hâtunu Fatih’e nişanlanmıştı. Şu hâle göre Alâüddevle Fatih’in kayın bira- deri oluyor. Bu tarihlerde Dülgadir oğullarının Kırşehir’de nüfuzlarının geçmekte olduğu anlaşılıyor. Türbenin içinde sol tarafta bir kaç basamakla çıkılan mahalde altı san- duka bulunan kısmın kemerinde beyaz mermer üzerine işlenmiş: kitâbeden de Ahilerin yüzü suyu Ahievrân’ın türbe-i muattarasmı emirlerin sevgilisi Şeydi Bey oğlu Haşan Bey 854 yılında inşa ettirmiştir. Biz bu Şeydi oğlu Haşan Bey’in Yıldırım Bayezid zamanında Arapça ve Farsça eserler- den terceme suretile bir Fütüvvetnâme vücuda getiren Şeyh S ey id Haşan veyahut Edebalı ailesine mensup biri tarafından yaptırıldığını sanıyoruz. O devirlerde Şeyh ve Ahi ünvanım taşıyan bir çok kişilerin savaşlarda komu- tanlık yaptıkları gözönüne getirilirse bu sanının gerçekliği de kabul edile- bilir. Nitekim, Bursa’nm fethinde kaleye ilk bayrağı çeken Haşan, aynı zamanda bir Ahi idi. Türbenin mabeyne açılan kapısındaki kitabe tarihi 885 ve türbe keme- rindeki kitabenin tarihi 854 olduğuna göre türbenin daha evvel yapılmış olduğu anlaşılmaktadır. Tercemesini yayınladığımız Mahkeme-i Şer’iye sicillinin yedinci sayfa- sında 100 numarada kayıtlı aslından 11 Eylül 1829 tarihinde örneği çıkarıl- mış «Kadii Liva Kırşehri, İbrahim Vehbi Bin Osman» mühürüyle onamlmış H. 676 tarihli vakfiyeden Nasıruddin Ahievran’m, hattâ Ahilerin bu tarih- ten çok Önceleri Kırşehir’e yerleştikleri, Ahievran adma zâviye ve türbe bulunduğu anlaşılmaktadır. Kırşehir ilinin hemen hemen yarı köy ve ara- zisi namına vakfedilen, zengin ve nüfuzlu bir müessesenin başında bulunan bir zata sağlığında bir zâviye yapılacağı pek tabiîdir. Hattâ Vakfiyesinde, 87 vaakıfm merkadi yanında bir zâtiye yapılması şart koşulmuştur. O çağlar- da eksik olmayan istilâlar* fetretler neticesi hârâbiye uğrayan türbe, son- radan tamir edilmiş, bu arada Ahi Nasıruddin Evran’a ait kitabe kaybol- muştur. Feleknâme’sini 716-1313 yılında telif eden, elli yıl Ahievran’m musahip- liğini, bilâhara halifeliğini yapan Ahmet Gülşehri’nin: «Künbed-i piruzedır âsitânesi» mısraı, 854 yıllarından daha önceleri muazzam ve muhteşem -bir türbe ve müştemilâtının Kırşehir’de mevcudiyetini açıklamaktadır-. Türbenin içinde bulunan beş sandukadan birisinin tahta sandukası gerçekten bir sanat eseridir. îki yanında şu kitâbe mevcuttur: Tercemesi: «Kavuştukların ve konuştukların hep lâhitlerde toprak oldular. Oturma evi olmayan yerde oturana söyle: «Göç vakti gelip çattı, sevgileri bırak artık.» Ağaç sandukanın baş ve ayakucu kitâbeleri: Tercemesi: «Vâlihlerin ve meczupların ulu’su, geçmiş ve gelecek Abdal zümresinin artakalanı Şeyh Erzurumî Dar-ı fenadan Dâr-ı bakaya göçtü. Tanrı onu gufranına büründürsün. Bu merkad ve sandukayı yaptıran günahkâr kul...» Ağaç sanduka eski ve tarihî bir eserdir, yazıların arasındaki tezyinat • şekilleri ile yan kitâbe lerin altındaki sular devrinin tezyinat hususiyetini yaşatan ve bugüne kadar getiren güzel parçalardır. Küçük.: kitabelerden birinin alt kısmı çok eski zamanlarda kırılmış ve kaybolmuştur. • [Vakıflar 88 Dergisi, S: 2. Kitabeler, naiîm rîaki Kunter.] Bu sanduka ve merkadin sahibi Şeyh Erzurumî’nin hüviyeti hakkmda bir bilgimiz yoksa da sandukanın mükemmelliği ve hakkmda kullanılan tâbir ve vasıfların tazimkâr oluşu saygılı bir şahsiyet olduğunu göstermektedir; ihtimalki müşarünileyh Ahi pirlerinden, bakiye-i abdal tâbirine göre de Babaîlerden ulu bir kişidir. Diğer üç sandukada kitabe olmadığı için kimlere ait olduğu belli değildir. Merkadin bir tanesinin Kırşehir’deki Ahi neslinin Ce t tanıdıkları Şeyh Ahi Mahmud’a ait olduğu söylenmektedir. Cami haziresinden türbe içerisine nakledilen bir mezar taşı da Ahi Mahmud’un kızı Cemile’ye aittir. Bu taşın arka tarafında da bir arma vardır, karşılıklı Rumî’den müteşekkil bir motiftir. EDEBALİ Bazı kaynaklar, Osman Gazi’nin kaynatası Şeyh Edebali’nin aslen Kara- manın Konya veya Sivrihisar taraflarından, bazıları da Adana’h olduğunu haber verirler. Bir çok tarihçilerimizin geniş ölçüde istifadelerine rağmen, gûya, mehaz göstermediği için, bir türlü güvenemedikleri Amasyalı müverrih merhum Hüseyin Hüsameddin Efendinin bildirdiğine göre [1]: Edebali’nin künyesi: «Eşşeyh Mustafa îmadüddin bin İbrahim înac-ül Kır şehri» dir. O çağlarda Kırşehir’in küçük Karaman eyaleti sınırları içinde bulunduğuna, Kırşehir’in 10 kilometre doğusunda İnaç adlı bir köyün mevcudiyetine ve yakınındaki Bahçecik’te Ahi Mes’ut zaviyesi olduğuna dair kayıtlara rastla- nışma ve Edebali’nin Ahi Şeyhi oluşuna göre, biz bu habere inanıyoruz. Gene Amasya Tarihinden öğrendiğimize göre: Amasya hükümdarı Sultan Mahmud Han, Osman Bey’in zaferini kutlamak üzere yolladığı kılıcı ülema- dan Mecdettin İsa bin Tuğrâissalgari takmış, Edebali de dua etmiştir. Edebali ilk tahsilini memleketinde yaptıktan sonra Şama gitmiş, oranın bilginlerinden Fıkıh, Hadis, Tefsir, Tasavvuf vesair ilimleri öğrendikten sonra yurduna dönmüş, Bilecikte bir zâviye kurmuştur. Vaktiyle Kırşehire bağlı iken şimdi Ankara iline bağlanan Keskin ilçesinde Bilecik adında bir köyün bulunuşu da dikkati çeker. «Osmanlı devletinin kuruluşunda büyük rolleri olan Babaîler ve Ahilerin bu ünlü ve bilgin şeyhiyle tanışan Osman Bey, yapacağı işlerde Edebali ile görüşerek anın tavsiyelerinden istifade edermiş. Bu münasebet, nihayet [13 Amasya Tarihi, C: 3, S:. 208. AL. — 89 — Edebali’nin kızı Râbia veya Bâlâ Hatun ile evlenmelerine vesile olmuş ve bu izdivaçtan Şehzade Alâaddm Bey doğmuştur.» «Edebali ile oğlu Şeyh Mahmud, Dursun Fakih ve Ahi Şemsi ile oğlu Haşan ve Cendereli Kara Halil gibi Ahi ricali. Gazi Osman Bey’in temelini atmış olduğu beyliğin kurulmasında nüfuz ve teşkilâtlariyle mühim hizmet- ler görmüşlerdir. Şeyh Edebali son zamanlarında kızı ve torunu Alâaddin Bey’le beraber Bilecik’te oturmuş ve oranın Öşür ve hasılatı bunların iaşe- lerine tahsis edilmiştir. Rivâyete göre Edebali damadı Osman Bey’den az evvel Bilecik’te vefat ederek oraya gömülmüştür. Kızı Bâlâ Hatun da ya- nında gömülüdür.» «Merhum Ali Emiri Efendi tarafından tertip edilmiş olan, bir sisilenâ- mede Şeyh Edebali’nin, Şeyh Mahmud [2] ve Mehmed isimlerinde iki oğlu olduğu görülmektedir. Bunlardan Rumeli’ye geçiş münasebetiyle; Keramet gösterip halka suya seccade salmışsın Yakasın Rumeli’nin dest-i takva ile almışsın beytinin kaaili olduğu söylenen Şeyh Mahmud’un oğlu Ahmed Paşa, Orhan Bey zamanında vezirlik etmiştir; Beylerbeyi Lâlâ Şahin Paşa’nın 749 H. 1348 M. tarihli vakfiyesinde şahitler arasında bulunan Ahmed bin Mahmud ül-vezir tâbiri, yukarıki beyit sahibi Şeyh Mahmudun oğlu ve rivâyete göre Edebali’nin torunudur. Yine Emîri Efendi, me’haz göstermiyerek mevlûd sahibi meşhur Süleyman Efendi’nin, bu Ahmed Paşa’nm oğlu olduğunu beyan etmektedir ki, tahkike rhuhtaçtır [3]. [2] Kırşehir’de Ahiler bölümünde de işaret ettiğimiz, gibi, uzun seyahat lardan sonra Kırşehir’e yerleşen Ahievran, belki de Edebalı’nın oğlu Ahi Mah* mud’dur. Hacıbektaş Meydan evindeki kitâbede birinci Murad’m kendisini bu silsileden bir Ahi olarak gösterişi, Ahievran türbesinin tamirine ilk Osmanlı padişahlarının önem verişi bu sanıyı sağlayacak delillerdendir. OsmanlIların ilk kuruluşları günlerine ait olaylar okadar karanlıklar içindedir ki, yeni yeni vesi- kalar elde edildikçe bu meçhuller çözülecektir. Bu Şeyh Mahmud’un Mevlûi nâzımı Süleyman Dedenin .de babası- olduğu sanılmaktadır. [3] Osmanlı Tarihi, S: 294, Ord. Prof. İ. H. Uzunçarşılı. AHMED GÜLŞEHRİ Hemen hemen unutulan, tarihe karışan güzel geleneklerimizden birisi de büyüklerimizin yurtlarını ve soylarını adlarile birlikte yaşatmaları idi: Baba İlyas-ı Horasanı, Süleyman-ı Türkmânî, Celâleddin-i Rumî, Fuzuli-i Bağdadî... gibi. Hattâ: Buharî, Far abı, Fenarî... şeklinde memleketlerini isim- leştirenler de pek çoktu. Bu güzel geleneğin altında adları unutulmadan bize s kadar gelen iki sima da Ahmed ve Mes’ud Gülşehrî’lerdir. 3 Biliyoruz, «Büyük» vasfına erişen insanlar, dar memleket sınırlarını aşan yaygın şahsiyetlerdir. Fakat, bu ölmezleri, nesillerin medeniyetlerin hafızasına armağan eden yurt köşeleri de bu baş’lara maskat olmaktan derin bir bahti- j : yarlık duyarlar. j } İşte bu hisledir ki, Gülşehrimizin bülbülü olarak tamtmak istediğimiz f : \i Ahmed ve Mes’ut Gülşehriler hakkında bilgilerimiz, acı ile söyleriz ki, şura- dan buradan derlediğimiz bir iki kırıntıdan ibarettir. Her şeyden önce, bu i emeği harcayanlara, şuracıkta teşekkür etmek, bizim için bir irfan borcudur, i Doğum yılını bilemediğimiz Ahmed Gülşehri, yukarıda Ahievra’mn haya-- tma ait bölümde bazı parçalarım nakllettiğimiz Keramat-ı Ahievran adlı j eserinin 150 nci sayfasındaki: | Ahievran ile Gülşehri adı İ ■ : Câvidân kala ki tatludur tadı». beytinden Gülşebirli yani Kırşehirli olduğunu anlıyoruz. O, elli yıl Ahi ev- ran’ın şahsiyetinde erimiş, onunla birlik yaşamıştır: Elli yıl ben ansuz durmadum : < \ . Yazu yaban ve doruğun görmedüm.. Hattâ Ahievran, kendisinden sonra zaviyesini Gülşehri’ye ısmarlamış: ; Ahievran. bize çok Kitf eyledi Buçuk arşım yeri bize bağışladı Etti bu yeri sen kıldın kabul Senden artuk kimsemin yerü değûl \ ■ Bu nişan yerinde hem âlemde pâk Bir nişan eri oturtmağu gerek.. ; Şu tek mısraı ile de bu arslan postuna kendisinin lâyık olduğunu, ne ; güzel açıklıyor: Arslan evi Bitkiler işi dfeğiL, ‘ l Sonra Ahiler faslında, kendisinin eren ve yârenlerden lütuf gö r düğünü ve kendisinin Ahi olduğunu imâ ediyor: Kim bu Gülşehri kerim erenlerin Nimetin çok yidi ve yârenlerin Ol dahi bulduğunu terk eyledi. Ahirette kendüye yer eyledi... O, Gülşehri’nin güllerine gönülden meftun bir bülbüldür: Geldi bülbül ortaya hayran-ü mest Vâlih-ü meihuş-ü sergerdan-ü mest Kim benim işim. güİüstanda biter Nevksnâar-ü foağ-u bustaııda biter Her gülü kî m kendime yâr eylerim Her gece vasfını tekrar eylerim Her seher kim gül çemende açıla Kamudan ilkin bana karşu güle Ben anun yüzüne karşu sdayum Müşkülümün kamusun şerh eyleyeyim* Her gün işümüz bizim gülgüldürür Sevdiğümüz dünyada bir güldürür t Hasse şimdi taze Gülşehri gülü Kim göstermez göze esr-ü sünbülü Am sevmeyen kişi nâkesdürür Serv aman katında hâr-u hasdürür Geldi vakti girişi kim bülbülün Bağ ola kim yerü bıustanlar gülün - * Nevbahar oldu kim bülbül söyleye Âşkım ma’şukuna şerh eyleye Kamu sözü gel ki terk eyleyelim Bülbül ile gül sözün söyliyelim Sormaya Simrüğ hergiz bülbülü Bülbül oî yey M seve bîr gülü.. Ahmed Gülşehri, büyük insan Mevlânâ Celâleddin Rumi'ye karşı sevgi ve saygısını Mantıkuttayır tercemesinde şöyleee anlatır: Şeyh Mevlânâ Celâleddindürür Kim cihanda bir aliyütta’yindürür Görmedik bir er ki Ölüp yatmadı 01 Celâleddin cihandan gitmedi [' Da ? vi Mevlânâ Celâleddin kıla Kim anı dokelcuki âlem bile , * Yoksa sen bir söz kılnris.en beyân Giru anı sen işidesiin heman... Niğde’li Kemal Ümmi, Gülşehri’yi: Sâdi» Celâleddin ve Attar gibi büyükler katında sayar: , Kam Sadî, Celâleddin ve Attar ■j Veled, Gülşehri, Elvan kondu göçtü.. Eserleri ve Şahsiyeti: Ahmed Gülşehri’nin; Ahievran m menakıbine dair Keramat-ı Ahievran, j ı Feleknâme, Mantıkuttayır tercemesi. fıkıhtan manzum Kuduri, bir de Farisi N arzus vardır. Merhum Ali Emir! kütüphanesinde Farisi kısmında 573 nu- * f ' marada mukayyettir. Misaller tamamiyle Gülşehri’nin kendi zâde-i tâb’ıdır. [Ferhenknâme-i Sadi tercemesi, M. Rifat.] Keramatı Ahievran — - Mesnevi tarzında ve aynı vezinde Türkçe yazılan ve 267 beyiti ihtiva eden bu eser, Ahievran ve Ahilik hakkında mühim bir kaynaktır. 1930 senesinde Hamburg’la Prof. Taşener tarafından almanca ter- eemesile beraber bastırılmıştır. Feleknâme — Ferhenknâme-i Sadî mütercimi Kilisli Muallim Bay Rifat’m dedikleri gibi: Türklük namına bir âbide-i iftihar, sonra lügat itiba- riyle gayet zengin, mâna itibariyle pek rengin olan «Feleknâme» nin İstan- bul'da üç nüshası maruftur. İkisi Topkapı Arkeoloji Müzesi kütüphanesin- dedir, bunlar numarasızdır. Üçüncüsü Fatih camii yanında birinci Mahmud tarafından tesis edilen kütüphanede 2557 numara ile mukayyettir. Bu nüsha Fatih kütüphanesinin defterinde Esrarülarifin diye yazılıdır. Arkeoloji Mü- zesi kütüphanesindeki bir nüsha biraz noksandır. Bir de Emiri kütüphane- sinde Fatih kütüphanesi nüshasından fotoğrafla alınmış bir kopya vardır. Müze ve Fatih kütüphanesi nüshalarında bazı farklar vardır. Meselâ Top- kapıda mahfuz tam nüshada (g) ve (k) harfleri ekseriya (h) iledir. Çok-çoh gibi. Eser 4284 beyti ihtiva etmektedir. Feleknâme asıl Gülşehrinin farsça yazdığı bir eserin adıdır. Mantıkuttayr tercemesi bu isimle şöhretlenmiş ise de bunun farsça Feleknâmeve harîf olarak yazdığı eserde gösteril- mektedir. Çün Feleknâme düzettik şahvar Farisîca. tacil tahtı nazi gar Türkî dilce dahi huhû hem lâtif Mantak-ut-tayr eyledik ana harîf Gülşehri bu eserine bir yerde de Gülşehirnâme diyor: Biz hu Gülşehirnâmede kim eyledük Bükeli ilm ıstılahın söyle dük», [1] Şeyh Sanan Kıssası: Ahmed Yesevi’nin ve muakkıplarmm tesiri altmda daha yedinci asırda [ Anadoluda bir Türk edebiyatı inkişfa etmiştiç. Bunlardan birisi de nazımını ve zemam tanzimini bilmediğimiz Şeyh Sanan kıssasıdır. Şair Gülşehri [ eserinin baş tarafında Dasitanı Abdürrezak fash altında meşhur Şeyh Sanan kıssasını uzun uzun anlattıktan sonra nihayette şu malûmatı veriyor: | Bir kişi bu destanı eylemiş j illâ lâfzın M çekirdek söylemiş Vezniçihı lâfzın gidermüş harf mı Artuk eksük söylemiş söz sarfını * Şiiııdi Gülşehri giyiirdü bu âyâ ■| Lefkerî donlar M benzetti yaya ' Anber ile saçm ördü sünbülün ■ ■ 'V j Göngülügün atlastan eyledi gülün Söz hurufraı artuk eksük kılmadı Âlim anladı ve cahil bilmedi i Tanrının, kudretlerin yâd eyledi Mustafa’nın canım şadeyledi Böyle rengin böyle taflıı böyle ter Musre vü Şirin sözü ola meğer Bundan anlaşılıyor ki Gülşehri’den evvel yedinci, yahut altıncı asırda bir şair bu mevzuu nazmen yazmış, lâkin lisanı kaba, iptidaî ve >arzı tevzini tabiatile çok kusurlu olduğundan Gülşehri de onu yeniden yazmak lüzu- munu hissetmiş. Aruzun Anadolu Türkleri tarafından zannolunduğundan nekadar evvel kullanılmağa başladığını ve eski mevzuların muahhar şairler tarafından nasıl tekrar istimal edildiğini göstermek itibariyle, bu malûmat j tarihen çok kıymetlidir [1]. Gülşehrfnin edebî değeri: j Gülşehrî’nin şiirleri hemen hemen tasavvuf, hikmet, ahlâk gibi âli mevzulara mütealliktir. İçlerinde gazel nevinden bir şey yoktur. Şu kadar varki bir şiirin sonunda kendisinin güzel gazeller de söylemiş olduğunu anlatıyor. Şiirin baş beyiti budur: Ne derviş isteriz sahip ne sultan Ne derd işimize gelür ne derman sondan iki beyti şunlardır: Bu hub dırlan kim Gülşehrî döktü' Meğer kim gönlü ola bahri umman Gazelleri dükeli lülü ter Kasideleri kamu abı hayvan [1] On dördüncü asrm sonlarında dinî mefkureye sahip- olan bir çok şairler yetişti. Bunlar eserlerini caize koparmak maksadiyle, yahut bir sanat eseri vücuda getirmek endişesile yazıyorlardı. Sırf uhrevî bir mükâfat bekledik- leri için doğrudan dorğuya halka hitap ediyorlar, onların anlayacakları ve ^ sevecekleri sade ve külfetsiz bir lisanla yazıyorlar, hattâ çok zamanlar isim- lerini bile zikretmeğe lüzum görmüyorlardı. On dördüncü asrın ilk zaman- larından başlıyarak klâsik Iran edebiyatını Örnek ittihaz eden ve tamamile san 5 at gayesini istihdaf eyleyen şairlerin de çoğaldığını görüyoruz. Gerek eskiliği, gerek sanatkârlık kıymetinin yüksekliği itibariyle Kırşehirli Şeyh Ahmed Gülşehrî’yi ilk safta zikredebiliriz. Attar’m Mantıkuttayr’ım muhtelif menbalardan ve bilhassa Mesnevı’den aldığı hikâyelerle ve zamanına ait has- bıhaller ve şikâyetlerle de tevsi ederek Türkçeye nakleden ve ayrıca bir takım şiirleri de elimizde bulunan bu büyük sanatkâr, İslâm edebiyatına ve ilmine vakıf bir sofidir. Fakat eserini sofîlik propagandasile değil, hakikî bir san’at gayesiyle yazmıştır. O devre göre lisanının temizliğine, nazımının pürüzsüzlüğüne, ahengine, üslûbuna çok itina eden ve muvaffak olan Gülşehrî hakikî bir sanatkâr olduğunu göstermiştir. Eserinin yapacağı bediî tesiri büyük bri itina ile takip eden bu şairde oldukça kuvvetli bir lirizm vardır. En mücerret ahlâkî nasihatlar verirken, tasavvuf esaslarını anla- tırken bile üslûbu kuru ve tatsız değildir. Sonra tabiat manzaralarını tasvir 1 ederken fenkli, itinalı ve canlı bir üslûba mâliktir. Kendi kıymetini pek iyi bilen Güllşehrî bir çok ilâvelerle aslından daha mütenevvî bir hâle soktuğu Mantıkuttayr tereemesinin Attarhnkinden aşağı olmadığıni ve kendisinden evvel türkçe hiç okadar güzel bir eser yazılmadığını iddia ediyor ki çok doğrudur. Bu büyük şairin şöhreti Anadoluda on beşinci asrm iptidasına kadar devam etmişse de 15 inci asır ilk tarihinden sonra büyük bir şair te- lâkki edilmemiş, şöhretler onun namını gölgede bırakmıştır. Tezkireleri- mizde hiç ismine tesadüf edilemez. MESUD GÜLŞEHRÎ Ayasofya kütüphanesindeki Emsiletüttasrif ve Kitabülinbisat adlı iki eserinin sonuna el yazısiyle yazdığı yazılardan Kırşehirli olduğunu ve baba- sının Osman, dedesinin Şadi adlarını taşıdığını Öğrendiğimiz Mesud Gülşeh- rî’nin doğum ve ölüm tarihi de belli değildir. Bu bilgin hocayı, Sadi’den terceme ettiği Ferhenknârnesini ilim âlemine tanıtan Kilisli muallim Bay Rifat; Mesud’un doğum tarihini 7QÖ ile 710 arasında göstermekte ve Âşık Paşa ile Ahmed Gülşehri’ye yetişmiş olduğunu söylemektedir. Gene sayın Bay Rifat’m değerli incelemelerinden öğreniyoruz ki (Ferhenknâmei Sadi tercemesi başlangıcı) Hoca Mesud’un Yıldırım Bayezıt devrinde b er hay at olması maznundur. Kenzüİkübera ve Mahallülülema adında siyaseti islâmiyeye dair bir eser yazan Şeyh oğlunun üstadıdır. Hoca Mesud’un padişaha ve saraya bir mensubiyeti olmadığı anlaşılıyor. Belki o kendi âleminde yaşar ankameşrep bir âlim imiş. Nasıl ki Bustan tercemesini de kimsenin namına yapmamıştır. Şayet öyle bir nisbeti olsaydı Şeyh oğlu onu öyle yâdedecekti. Nasıl ki Şeyh oğlu kendi memduhunun pederini Hoca Paşa diye yâdediyor. •Mesud’un hüviyetini en ziyade anlatacak bir kelime de yukarıda adlarını söylediğimiz iki eserini yazdığı Ebavabilbirri Ebu Sadiye yani Moğol han- larından Ebu Said Bahadır tarafından yaptırılmış olan Ebavabilbir ismin- deki bir yerdir. Fakat bu müessesenin bir medrese, yahut bir zaviye, yahut bir tekke olması muhtemel iken müellif kendi zamanındaki şöhrete binaen bu müessesenin ne olduğunu yazmamıştır. Bay Rifat’m da araştırdığı bu müesseseyi bulmak bizim için de şimdilik mümkün olamamıştır. / Mesud Gülşehrî’nin Eserleri: Süheyl ve Nevfeahar: Aslı farsçadır. Mevzuu güzel bir Şark hikâyesidir. Hicrî 751 tarihinde yazılmıştır. Bu hikâyede Süheyl, Yemen hükümdarının biricik oğludur. Nevbahar da Çin hükümdarının kızıdır. Bir .nakkaşın yaptığı resimden Nev- bahar’a âşık olan Süheyl, nakkaş ile birlikte Çine seyahat ederek bir çok maceradan sonra sevdiğine kavuşuyor. Süheyl ve Ne vb ahar ’m bin beyit kadar kısmını Mesud’un yiğeni İzzed- din Ahmed, mütebakisini ve mukaddemesiııi de kendisi yazmıştır. Süheyl ve Nevbahar’m yegâne yazma nüshası Berlin kütüphanesinde bulunuyor. 1925 senesinde Profesör Mortman bu eseri neşretmiştir. Bu eserin tabından bir sene sonra Çankırıda minyatör bir nüsha daha bulunmuştur ki Çankırı Meb’usu Bay Talât Onay’ın hususî kütüphanesindedir [1]. Süheyl ve Nevbahar tercemesi edebî kıymeti itibariyle çok yüksek bir eserdir. Hiç malûmatımız olmayan farisı bir eserden terceme edilen bu mesnevi öyle görülüyor ki basit bir terceme değil, belki tevsian yapılmış bir adaptasyondur. Eser o devir mesnevilerinde umumiyetle kullanılan vezinlerde değildir. Eserde muhtelif vezinlerle yazılmış muhtelif gazellere de tesadüf ediliyor. Şair, Türk lisanının henüz, aruz ile kâfi derecede istinas edemediğini ve bundan dolayı kendisinin mazur görülmesini söyler. Fakat bunda birza tevazu olduğunu ilâve edelim. Klâsik nâzım tekniğini pek iyi bilen şair bu hususta zamanına nisbetle büyük bir muvaffakiyet göstermiş- tir. Tertibi ifade, lisan itibariyle bu büyük aşk hikâyesini o devrin en kıy- metli mahsullerinden sayabiliriz. Gerek tasvirî parçalarda, gerek ruhî tah- lillerde, gerek kahramanların ağzından söylenilen aşk şiirlerinde renk ve heyecan eksik değildir. Bediî kıymet itibariyle bu şairin müntahap Bostan tercemesini bu eserile aynı safa koyamıyoruz. Her halde. İslâm ilimlerine ve İran edebiyatına lâyıkiyle vakıf olduğu anlaşılan Hoca Mesud, bu asrm mahdut büyük şairlerinden biridir. Kıymetli bir şair olduğu anlaşılan yiğeni İzzeddin’in başka eserleri maalesef malûm değildir. Hoca Mesud’dan sonra bu cins aşk hikâyeleri yazmakla şöhret kazanan başlıca Şeyh oğlu Mustafa’dır. Hurşitname adlı büyük hikâyesini 789 da ikmal eden bu şair. Hoca Mesud’un başlıca şakirdidir. İskendernâme sahibi Ahmedî, Gülşehri’yi hürmetle zikretmektedir [1]. Ferhenknâmeı Sadi tercemesi: Bu eser Hoca Mesud’un, Şeyh Sadi’nin Bustamndan intihap ederek türkçeye nâzmen terceme ettiği 1703 beyitten ibaret bir eserdir. On dör- düncü asrın ilk nısfında (Hicrî 755) te terceme edilen bu kitabın mevzuu ahlâka ve memleket idaresine aittir. Eser Kilisli Bay Rifat tarlamdan 1340 senesinde İstanbulda bastırılmıştır. Tab’a esas olan nüsha Veled Çelebi tarafından Ahmed Mithan Efendi için yazdırılıp merhumun veresesinden [1] T. D. T. C. Darama Dergisi. S: 77. [1] Anadoluda Türk dil ve edebiyatına umumî bakış. Türkiyat. M. F, K. — 97 — merhum Ali Emiri Efendiye intikal eden yazmadır ki bugün Millet kütüp- hanesinde 300 numarada bulunmaktadır. Bu eserin diğer nüshası Kopenhag kütüphanesi türkçe yazmaları arasındadır [1]. Manisa Muradiye kütüphanesi türkçe yazmaları arasında 1856 numaralı bir mecmua içinde (Kitabı Ferhenknâmei Hoca Mesud) ismile Ferhenknâ- mei Sadi’nin bir üçüncü nüshası mevcuttur. Yazısı on beşinci asrın ikinci nısfında intişar eden bir nevi taliktir. Hiç bir yerinde ne telif ne de istinsah tarihine ait kayıtlara tesadüf edilmediği gibi mecmua sonunda da istinsah tarihi mevcut değildir [2]. Ayasofya kütüphanesindeki 945 numaradaki bir cilt kitabın birinci eseri Hazret! Peygamberin Ali’ye olan vesâyasıdır. İkinci eseri Tercemetül- leâli ve Tezkeretülmeâli adlıdır. Bunların sahibinin de Hoca Mesud olduğu kuvvetle muhtemeldir [3]. Üstad tarihçimiz M. Turhan Tan’m bir yazısın- dan öğrendiğimize göre Hoca Mesud meşhur Kelile Demineyi de işlemiştir. Mesud Gülşehrî’nin edebî değeri: «Müellif hazretlerinin kudreti edebiyesi pek yüksektir. Bir çok yerlerde Şeyh Sadi’nin fikirlerini daha güzel bir hale koymuş, mazmunu daha ziyade parlatmıştır. Müellif her hangi bir beytin tercemesinde harfiyen terceme taraftarı olmamış ve daima meali düşünmüştür. Bir de tercemede mümkün olduğu kadar ar abî, farisı kelime istimalinden kaçmış ve Türklüğünü mu- hafaza etmiştir.» Mesud ile Ahmed Gülşehri’yi mukayeseye gelince bunu imkânsız, görüyorum. Çünkü Gülşehrî bağsızdır. Bütün kanatlarını açmış şiir gökün- de uçuyor. Onun etrafına yağan mâna çiçeklerinden beğendiğini kokluyor, demet yapıyor, beğenmediğine bakmıyor. Halbuki Mesud bütün kuvvetiyle gözünün önündeki periı mânaya mümkün olduğu kadar Türk elbisesini giydirmeğe uğraşıyor. Eğer Mesud’un da Gülşehrî gibi bir mesnevisi olsaydı ozaman mukayese mümkün olurdu. Âşık Paşanın Maarifnâme adlı kitabına gelince lisan ve tasavvuf itibariyle hoş ise de neş’eleri, zevkleri, meşrepleri başkadır. Hülâsa: Gülşehrî,- Âşık Paşa, Hoca Mesud gibi üç abâi edebin beşiği, durağı, mezarı olduğundan dolayı Kırşehir nekadar iftihar etse yeri vardır. Yalnız benim gönlüm ister ki o gül ocağına eskiden olduğu gibi Gülşehri denilsin [1]. [1] Tarama Dergisi, S: [2] Türkiyat M. C: 4. Şerif Hulûsi. Ferhenknamei Sâdinin üçüncü nüshası ve Velet Çelebi, Kilisli Kifat neşrile mukayesesi. [3] Türkiyat M. C: 2. Muallim Rifat (Profesör Mortman tarafından neşre- dilen Süheyl ve Nevbahar münasebetile). [1] Ferhenknamei Sadi tercemesi. S: 16. Kilisli Rifat. 7 — 93 Meşumdan örnekler: Ecel irse ııola çalap emridir Kişinin sonunda sözü ömrüdir Ki anınla ımudulmaz adı Dünü grin anar bilişi ve yâdı Ana Ölü diyen kişi yanılır Ki sözü okunur adı anılır Yetimi göricek yere tepme gil Ana karşı oğlancığın öpme gil Saadet nedir Tanrı bahşayişi Güca görüp anı bulamaz kişi Çu devlet sana olmaya gökten Geçürma ana irmeği Önden Ne karınca miskin olup gussa yır Ne rızkın bulur gücile sır Eğer ömrün olursa gussa yok Yılan sokmaya seni geçmeye ok Ömürde eğer kalmamış ola bektir Hem öldüre tiryak ’nita ki zehir ALAEDDİN CAMİİ Kasaba ortasında kale denilen yığma tepe üzerinde bulu- nan Alâeddin camiinin 614 - 634 Hicrî yıllarında Selçuk hüküm- darı Alâeddin Keykubad veyahut Kırşehir’de medfun Mengücük oğullarından Muzafferüddin Behramşah’m güveğisi ikinci Alâeddin tarafın- dan yapıldığım evvelce Kırşehir Tarihi adlı eserimizde yazmış isek de sonradan ele geçen H. 1219 tarihli bir beratta bu camiin Orhan Gazi zama- nında vezir olan Ahiler 1 'den Alâeddin Paşa tarafından yaptırıldığı anlaşıl- maktadır. Tamamen harap bir halde bulunan bu camiin ve yanındaki saat- liğin hamamla beraber Kırşehir Mutasarrıfı Arifi Bey tarafından tamir ve inşa ettirildiği, genç yaşında İstanbul’da ölen Şeyh Süleymanı Türkmâni evlâdlarmdan Osman Hilmi’nin hamam için yazdığı H. 1313, Teşrinisani 1311 tarihli tarih manzumesinden anlaşılmaktadır: Yok idi Kırşehirde hamam- veş Bir eser -i hayr-ü ferahbahş-ı can! Saye-i şahanede ibzal edüp Himmetini Arifi Bey ânbeân! Saat-i ziybâ gibi hamamı da Kıldı mükemmel ne güzel bir nişan! Düştü şu tarih-i mücevher bihin Bir adedin hazfediniz, ol zaman! «Hayatı ferehnâk, teni pâk eder Yıkanınız ehl-i tabiat hem anî» Halen cami müze deposu vazifesini görmektedir. ŞEYH BAM AZ AN PAŞA Ali Paşa’dan sonra Emir Süleyman Çelebi’ye kimin vezir olduğu belli değildir; vezirlerin kazaskerlikten geldikleri ve bunun da Ali Paşa’nm son kazaskerlikte malûm olmasına nazaran vezir olması kuvvetle muhtemeldir. 100 Şerefeddin-i Yezıdi’nin Zafernârne’sinde, Şeyh Ramazanın kadılıktan sonra vezir olduğunu yazması da mütalâamızı teyit etmektedir. Kendisi Kırşehirli olup babasının adı da Bayezid’dir; Süleyman. Çelebi tarafından, Anadolu’da bulunduğu sırada iki defa Timur nezdine sefirlikle gönderil- miştir. [Osnıanlı Tarihi. Profesör İsmail Hakkı Uzunçarşılı. S: 304] ; ı ŞEYHİ PAŞA İkinci Murad devri ricalinden olan ve Şeyhi Mahmud Paşa ünvaniyle anılan bu zat Kırşehir’lidir. Babasının adı Şehabeddin’dir. İkinci Murad’m büyük şehzadesi Ahmed Çelebi’nin lâlâlığmda, Amasya muhafızlığında bulunmuş, vezaret rütbesine kadar yükselmiş, Defterdarlık ve Nişancılık ederek ilim ve f azliyle temayüz etmiştir. Amasya muhafızı iken H, 839 tarihinde vefat etmiştir. [Amasya Tarihi. C: 3, S: 206.] . MEVLÂN MEHMED Ünlü bilginler arasında Mir’at muhaşşisi şöhretiyle anılan bu zat Kırşehirlidir. Babasının adı Veli, dedesinin Resul’dür. Hâlâ bu aileye Kırşehirde Rasul oğullan derler. İlk tahsilini Kırşehirde yaptıktan sonra İstanbula gitmiş, Mirza Fazıldan vesair tanınmış âlimler- den ders alarak şerikleri arasında parlak bir surette imtihan vererek icazet almaya muvaffak olmuştur. Olunan davete icabetle İzmire gitmiş ve orada tedrise başlamıştır. Bir az sonra memleketçe görülen yüksek faziletine bina- en uhdesine müftülük tevcih edildi. Ömrünün sonuna kadar okutmak, fetva vermek ve eser yazmakla meşgul oldu ve H. 1165 yılında gözlerini kapadı. İki çeşmelik caddesindeki (Ulu mezarlık) a gömüldü. Fazılı müşarünileyhin telif atı mütenevi ve müteaddit olup tahkik edi- lebile Jeri şunlardır: 1 — Tefsirden Kadı Beyzavî tefsirine haşiye; âyeti kerimesine kadar büyük bir cilt olup Umanına devam ettikleri muhtasar tercemei hallerinde münderiç ise de nereye kadar muvaffak oldukları meçhuldür]. 2 — Fıkıhtan Mir’at haşiyesi, matbudur. 3 — • Ed’iyeden Darbun nasır şerhi., basılmıştır. 4 Fıkıhtan Eşbah şerhi, basılmamıştır, bir nüshası Rados kütüphane- sindedir. 5 — Ed’iyeden Delâiîülhayrat şerhi, ismi: îsticlâlül-mir-at’tır, muahharan tümceye t er ceme edilmiştir, gayrimatbudur. 6 — Kelâm’dan zübdei ilmi kelâm, bir nüshası Akhisar kütüphanesindedir. 7 — Akait ve Mevizeden zuhrül-tehhibin şerhi gayrimatbudur. 9 — Kelâm’dan Mesaili hilâfiyât [Eş’arî ile Matürîdî arasında feran altmış yedi mevzûdeki ihtilâfatm halline dair olup bir nüshası îstanbulda Lâleli kütüphanesindedir.} 9 — İlâhiyât, Tabiiyât- ve mantıktan bahis, hidayetil hikme haşiyesi, gayrimatbudur. 10 — İlmi mantıktan Fenarî haşiyesi, gayrimatbu. 11 — İlmi nahivden Îmtîhanül-ezkiya haşiyesi, matbu. 12 — Adabı münazaradan Risalei Birgüvî şerhi matbu. 13 — İlmi kelâmdan Metin ve şerh. [Bir nüshası İkinci Bayezit camii şerifi içindeki Veliyeddin Ef. kütüphanesinde mevcut olup Şerhi Akaidi Cedit namiyle mukayyettir.] * 14 — İlmi siyerden Asam’m Şemail! Termizî şerhine haşiye, gayrimatbu. 15 ~~~ İlmi fıkıhtan Seyid Şerifin Muhtasarül-münteha şerhi haşiyesine haşiye, gayrimatbu. 16 ~~ İlmi Nahivden Lübbülbab şerhine haşiye [Bu eserin mevcudiyeti İzmirli Karabaş oğlu Ahmed’in tarih ve teracimden bahis kitabında münderiçtir.] 3.7 . — İlmi usul ve cedel’den muhtasar İlmî Hacip şerhine haşiye, gayri- matbudur. ' İşbu eserlerden pek çoğunun isimleri bende saklı bulunan hattı desti fazılânelerile muharrer, muhtasar ve müfit kendi t er cem eihâller ini mübey- yin verakî kıymettardan, naklolundu [1]. Hacıbektaş ve Bektaşiler 13 üncü yüz yılın sonlarında Horasan’dan gelerek Kırşehir’in 40-45 kilometre doğusunda, şimdi Hacıbektaş adıyla ilçe merkezi olan ve o çağ- lar koruyucu bir kale gibi yanıbaşmda ayakta duran Suluca Karaöyük tepesinden adını alan köyde Rum bacılarından Kadıncık ananın bir misafiri olarak yerleşen, ilk günleri halkın nüktelerine ve bu yüzden şikâyetlere uğramasına rağmen diktiği meşalenin ışığına pervaneler gibi gözleri ve [1] Sehilür-Reşat M. No: 281. 16 Kânunüsâm 329. Bursalı Mehmed T ahir. — 102 — gönülleri' üşüştüren Hacıbektaş ve ocağından da tarihimizle ve coğrafya- mızla ilgisi bakımından bir parçacık bahsetmek isteriz. Benzeri erler gibi bu zatın da hayat ve şahsiyeti, ideal ve felsefesi esrarlı bir hava içinde efsaneleştirilmişim. Menakıp ve Velayetnâmelerin anlatışına göre: «Bir gün Horasan erleri Belh te bir meclis kurmuşlar. Acaba Rum/da (Anadoluda) evliya var mı? diye birbirine sormuşlar. Bu sohbette kutup ocaktan bir öksü (alev alev yanan odun parçası) alarak o yöne doğru fırlatmış, eğer demiş: «Rum’da evliya varsa bizim attığımız bu öksüyü tuts,un.» Daha Cengiz türemeden önce Rımıa’a göçen bilginler sultam Bahanın müritlerinden olan Fakih Ahmed adındaki zat, Kırşehir’deki tekkesinde Üryan Baba ve Doğan Atalarla sohbet ederlerken: «Bize bir armağan geldi» diyerek pencereden elini dışarı uzatmış, öksüyü yakalamış ve yere vur- muş, yere dikilen bu öksü filizlenip yemyeşil bir ağaç olmuş... Rum’daki bu olayı olduğu gibi gören Horasan’daki Kutup, dervişlerin- den birisine Rum’a gidip keyfiyeti tahkik etmesini söylemiş. O cemaatin aşçısı olan Bektaş güvercin donuna girüp Rum’a uçuyor, Kırşehirdeki Ah- med tekkesinin damına konuyor, atılan öksünün tekke önünde yemyeşil bir ağaç olduğunu görüyor. Bu sırada Fakih Ahmed: «Bize bir misafir geldi» diyerek karşılamak üzere Doğan, Babayı dışarıya yolluyor, fakat Doğan göremiyor, bunun üzerine Uryan’a bakmasını söylüyor, dışarı çıkan Üryan Bektaşi görüyor. Doğan suretine giren Doğan Baba damdaki güvercinin üzerine saldırınca, Bektaş silkiniyor, adam oluyor ve Doğana diyor ki: «Erenler, âdeme bu vahşî yavuz suretile görünmez.» Doğan Baba: «Buna Rumeli derler, erenleri ziyade vahşî olur.» Ahmed Fakih’in huzuruna giren Bektaş: «Rum da er var mı?» diye soruyor. Fakih Ahmed Bektaş’m gözünü sığazlıyor, Bektaş her kaya dibinde bir er görüyor. Tekrar Horasan’a dö- nüyor, olayı haber veriyor. Kutup ta Bektaş’a: «Yürü, sana Rumun gözcü- lüğünü verdik» diyor, Ruma yolluyor ve Fakih Ahmed’e de Kutupluk mer- tebesini bahşediyor. Bir kaç defa Hicaz’a da gidşn Bektaş Hacı-Hacım sıfa- tını alıyor. Nitekim, Suluca Karaoyük, bir zamanlar Hacım adıyla da çağ- rılmıştır. Âşık Paşazade de meşhur (Tevarih-i Âl-Osman) adlı kitabında (sayha: 204) Hacıbektaş in Anadolu’ya gelişini ve hüviyetini kendi diliyle şöylece anlatır: «Sual: Ey derviş! bu Rum vilâyetinin dervişlerini ve ülemasmı zikret- tin, ya «Hacı Bektaş Sultanı» niçin anmadın? Cevap bu: Bu andığım azizler aliosman vilayetinde olanlardır, kim andım. Bu Hacıbektaş Âli Osman neslin- den hiç kimse ile musahabet etmedi ve andan ötürü anmadım. Hacıbektaş kim Horasan dan kalktı bir kardeşi dahi vardı «Menteş» derlerdi, bile — 103 ; — (beraber) kalktılar geld-.er ve andan Kırşehri’ne vardılar ve andan Kayse- riye geldiler. Kayseri’def: kardeşi Menteş yine Sivas’a vardı, anda eceli mukaddermiş, anı şehit ettiler. Bunların kıssası çoktur, cemisine ilmim yet- miştir, bilmişimdir. Hacıbektaş Kayseri’de Karayol (Karaoyük) a geldi, şimdi mezar-ı şerifi andadır, ve hem bu Rum’da dört taife vardır kim misa- firler içinde anılır. Biri Gaziyan-ı Rum, biri Ahiyan-ı Rum ve biri Abdâlân-ı Rum ve biri Baciyan-ı Rum. îmdi Hacıbektaş sultan bunların içinden Bacıyan-ı Rumu ihtiyar etti kim o Hatun anadır, anı kız edindi, keşif ve kerametini ana gösterdi, teslim etti, kendi Allah rahmetine vardı.» «Sual: Bu Hacıbektaş Hazretinin bunca müridi ve muhibbi vardır, bunların biy’atları ve silsileleri nereden olur? Cevap: Hacıbektaş Hatuna- na’ya ısmarladı, nesi varsa. Kendi bir meczup budala âzizdi, şeyhlikten ve müritlikten fariğ idi. Abdal Musa derlerdi bir derviş vardı, Hatun ana’ nın muhibbi idi. Ol zamanda şeyhlik ve müritlik eğin zahir değildi, silsileden dahi fariğlerdi. Hatunana ol azizin üzerine mezar etti. Geldi bu Abdal Musa bunun üzerinde bir niçe gün sakin oldu. Orhan devri geldi, gazalar etti,» «Sual: Bu bektaşiler ederler kim «Yeniçerilerin başındaki "taç Hacıbek- taşmdır?» derler. Cevap: Yalandır ve bu börk hod Bilecik’te Orhan Gazi zamanında zahir oldu, yukarıda beyan edüp dururun ve illâ bektaşiler giy- meğe sebep, Abdal Musa Gazya geldi ve bu Yeniçeri’nin arasında bile yürü- dü, ve bir Yeniçeriden eski bir börk diledi, Yeniçeri dahi virdi. Yeniçeri üsküfünü çıkardı bunun başına giydirdi. Abdal Musa vilâyetine geldi, ol börk bile başında, sordular kim: «Bu başındaki nedir?» Ol cevap etti: «Buna Slf-elfi derler», dedi; Vallah bunların hakikati budur.» «Sual: «Bu Hacıbektaş oğlu Mahmud Çelebi kim ol Resul Çelebinin oğludur, ya anın müritlerinden ebl-i ilimden kimse var mıdır? Cevap: «Vardır, bengi (esrar içenler) zengi (içi karalar) topluk ve zopluk (kaba- lık ve cahillik) ve şeytanî âdetler bunlarda çoktur ve bu halk bilmezler anı şeytan mıdır veya rahman mıdır? ve her kimse kim Hacıbektaş Âl-Osman- dan kimse ile musahabet etti derse yalandır, şöyle hilesiz». Saru’nmı Hacıbektaş!, Kırşehir Valisine şikâyeti: Bu yabancı dervişin Kadıncık Ana’ya misafir oluşunun halk arasında uyandırdığı dedikodudan müteessir olan Saru’nun ilin valisi Nureddin — 104 — Cace’ye şikâyette bulunduğunu Hacıbektaş vilâyetnâmesinden naklettiğimiz i şu parçadan öğreniyoruz: Saru bir gün eyledi bir fikr-i bed Yani Hünkâre ede bir. mekr-i bed Kardeştim der il sözünden gam yimez Yoluna vargit o dervişe dimez İlin ıssıma doruben vareyin İşbu halimi ana haber vereyin Gönderüp âdem gidersün buradan Nüktesin çekmek bu halkın biz neden Böyle fikreyleyüben oldu revân Süriiben Kırşehri’ne geldi keman Ol zaman Kır şehri ulu şehridi Orta yerinden geçen hem nehri di <■ On sekiz bin derler evi var idi Burç-u baru çevresi hisar idi j Beği adı idi Nureddin Ceee İ Diyeyin anın ahvalin nice Sancağı beği idi Kırşehibıin 6 Parişahtan sancağı idi anın Saru geiüben girdi katma Halini arzetti hazratma Nâibmden birine emreyîedi Var ne dirse bu anı eyle didi Gitti Nâip Karay iik’e çün irer Üç Pınar yanma kıldı nazar Ol pınara şimdi derler uç pmar Suyu hamamın bil andandır ey yâr Gördü bir derviş anda oturur Çün onat deyüben anı görür Bildu Sanı didiiğü derviş feudur - v Saru’ya oî mu? didi; didi; budar i Didi Hünkâre ki ey derviş-i aziz Didi Nureddin Cace Bey hilesiz Burada ayruk oturmasını didi Nereye gider ise gitsüıı didi Çün işitti bunu Hünkâr hazreti 1 Ne oldu saldm didi gayet kaü Milkin ıssı .gibi söylersin sözün Öyle isen doğrusun bildir özün Bu sözü nâip işîdüben döner — 105 — Geri Kırşeîm’ne attan iner Girdi Nureddin Cace’ye söyledi Sergüjeştin külli malûm iyledi İşidüben bunu Nureddin Cace Kakıyuben hele yattı ol gice Taylıcak d o ruhen ata atlan ur Öğle vakti köye irişti gör Gördü kim bıyıkları uzamış Hissemiz bunu nedür bunca iş Dir çeleksüz Şahin olmaz bilesüz Didiğim remzin fikrin kılasuz Tımağma baktı gördü kim uzun Uzadursun bu didi sen niçün Dir Şahin tmaaksız olmaz bu gezin Anla bunun ne de m k tür yüzin Dur bile dervişidir abdest alahım Vaktidir öğle namazm kılalım Su getirin didi Hünkâr bazreti Almağa abdest kılaîum nivyeti Nıırdin bir kuluna emreyîedi Su getur şol çeşmeden vargıl didi Maşraba alup o hizmetkâr ele Su getüruben önüne kor hele Çünkü hünkâr suyu koydu avucuna Avcı içine hemen döndü kana Nardin Çareye kam gösterür Dir dürüst olur mu abdest bunu gör Dit dürüst değildir illa meğer Maşr abaya kan keklikten damar Keklik etmiştik yolda bugün şikâr Kaba andan damlamış kam şikâr Eline maşrabayı kendi ahır Getürüp hünkâr önünde koydurur Koyucak avucuna ol sudan heman Gök kızıl oldu suyun rengi can Sıhra hamledip didi derviş işit Kolayın kande ise vâr anda git trfe öğlen bunda görürsem fceni Ocağa yaMurarah bilgi î. um fşidÜp hünkâr sözün döner ana Nice remzed ersin am gör sana ' 106 İrte öğle çıkar isen sen eğer i Bildiiğün gibi idesini didi kâr İrte öğleyin seni gelüp dutalar Kuru göne koyup esir ilteler Komayalar ehlini görmekliğe Söz aîup anlara söz virmekliğe İlteler bir yere seni koyalar Yani ki kaydım şenin yapalar... Bu maşla da böyle devam eder. Hacıbektaş’ın gerçek hüviyeti: Horasan erlerinin Urum diyarına bir gözcü olarak yolladıkları Hacı- \ bektaş ve uyarlan hakkında aynı yolun yolcusu ve Önderi olan Baba I Ilyas’m torunlarından Ahmed Âşiki’nin yukarıya naklettiğimiz pek de say- gılı olmayan sözleri; Vilâyetnâme yazarının bu âziz hünkâra karşı muhab- ■| betini kelimeler ve satırlar arasına gizlemesine rağmen bu saçı .sakak j! birbirine karışmış, tırnakları uzamış, hüviyeti meçhul sihirbaz dervişin, Kadıncık Ana’ya misafir oluşundan ötürü halk arasında başlayan dediko- r / duîarmdan üzülen Saru’nun Nureddin Cace’ye şikâyeti, vali ile aralarında geçen sert konuşma, tabiatiyle inşanda şüphe uyandırmaktadır. Kıymetli tarihçimiz Dr. Profesör Fuat Köprülü Bektaşiliğ'in Menşeleri (Türk Yurdu, No. 8, Mayıs 1341) başlıklı makalesinde Müverrih Âşık Paşazâde’nin Hacıbektaş’ı «tarikat tesis edemiyecek bir meczup» şeklinde göstermesini garazkârane bir isnad olarak karşıladığı gibi, silsilei tarikatım «Kutbiddin Haydar, Lokman Serhas, Ahmed Yesevi» gibi büyük sofilere iysal eden ve ulum-ı islâmiyedeki vukufu her türlü şüpheden azade bulu- nan Horasanlı Türk Şeyhinin: Makalat, Fevait ve Fatiha tefsirleri gibi eser- lerinin de bulunduğunu bazı delillere dayanarak haber vermekte, hattâ Türk - Halk Ansiklopedisi adıyla yayınladığı eserinin birinci sayısında Abdal Musa maddesinde: Âşık Paşazâde’den başlayan bu Bektaşi düşmanlığının Sünnî müelliflerde görüldüğünü ve bu yanlış kanâate Avrupa .müdekkikle- rile beraber, bir zamanlar kendisinin de iştirak ' ettiğini, fakat sonradan desteres olduğu yeni bir takını vesikalarla ııukat-ı nazarını tadile lüzum gördüklerini tebarüz ettirmektedirler. Sayın bilgin gene bu yazıla- rında: «Horasanlı bu Türk şeyhinin eserlerinde, kendisine takaddüm eden «mi-karmate» yarı Karmat sofilerin asarından o kadar bariz bir surette ayrı- lacak büyük husuy etler yoktur; yalnız «on iki .imama ikrra» - ı, «tevelli» ve «teberri» yi tavsiye suretiyle sarahatan «Şia-i isna aşeriye»- esaslarını müda- faa etmektedir. Ancak ilk sâliflere mahsus bu gibi eserlerin umumiyetle «eto — İ07 — terique» bir mahiyette olduğu ve hiç bir zaman müntehilere mahsus talimat-t batmıyevi ihtiva etmiyeceğı de unutulmamalıdır. Kıyafet-i hâriciyeleri itiba- riyle •« Kal enderî-Hay deri» dervişlerinden farksız olan bu sekizinci asırda «Rum Abdalları» namını da taşıyan bektaşüerin Osmanlı. saltanatının teessüsü ile çok alâkaları vardır; lâkin «Hacıbektaş» m birinci «Osman» la mülakatı hakkında Bektaşi menkibelerihde mevcut rivayetlerin aslı olmadığı gibi, Yeniçeriliğin ilk ihdasında müşarünileyhe hayır dua ettiği rivayeti de asla kabul edilemez; «İlk Mutesavvifİer» ■ de gösterdiğimiz veçhile Hacıbektaş’ın vefatı bundan çok evveldir» demekte ve «Osman ve Orhan devirlerindeki mütemadi serhad harplerine iştirak eden Türkmen Babalan — tâbir diğerle . Rum abdalları hemen umumiyetle Hacıbektaş müritlerinden oldukları cihetle, yeniçeriliğin hiyei teessüsünde onun hatırasile teberrük. olunduğu- nu ve sonra, bunun tarihî bir vakıa şeklinde ağızlarda dolaşarak nihayet tesbit edildiğini; fakat her ne olursa olsun, yeniçeriliğin teessüsünde Bekta- şîlikle «Ahilik» in pek mühim rolleri olduğunun sarahaten göze çarpmakta olduğunu ilâve etmektedirler. Hacıbektaş çelebilerinden rahmetli Cemaleddin Efendinin. Müdafaa adlı eserinden öğrendiğimize, göre: «Hacıbektaş, Horasan’ın Nişabur şehrinde Hicretin 845 yılında dünyaya gelmiştir. Babası Hazreti Ali evlâtlarından İbrahim S ani, anası Nişabur âlimlerinden Şeyh Ahmed kızı Hatem hatun- dur, bu kadına Hatme, Hatun aria da derler. Ölümü 738 yılındadır. Mehmed Süreyya Bey Sicil-i Osmani’de Şeyh Ahmed’in Ahmed Yesevi halifelerin- den olduğunu kaybetmektedir. Bu nisbetlerin, o zamanlar büyük aileleri 'dört halifeden birine bağlamaktan ileri gelen bir geleneğin tesirinden ileri geldiğine şüphe yoktur. ' Hacıbektaş’ın ( — * reft) kelimesinin ebcet hesabiyle tutarına göre H. 680 yılında diyar-ı rum’a muvasalâtlarının söylenmesine rağmen, Nureddin Cace ile aralarında geçen suyu kan yapma kerameti üzerine Nureddin Cace’nin Mevlânâ ile görüşmeleri, Eflâki’nin yazdığına göre: «Hacıbektaş’ın o sıralarda mesnevileri, gazelleri bütün tasavvuf âlemini dolduran Mevlânâ Celâleddin Rumi’ye bazı sualler sormak için müridi Şeyh İshak’ı Konya’ya gönderdiği rivayeti, Hacıbektaş’ın 680 tarihinden Önceleri Anadoluya geldiği kanaatini vermektedir. Anadoluya geldiği zaman Baba llyas’m Amasya’da medfrnı bulundu*? ğu Babailyas köyünü ziyaret edişinde, bu ailenin çocuklarının oturduğu Kırşehir’e uğr ay ışında, Rum bacılarından Kadıncık Ana’ya misafir oluşun- da, bir vazife ile gelişinin mânalarını v sezmemek mümkün değildir. Hattâ o, Sivas’ta gezerken Saİtuk Baha’ya da rastlamış, onunla görüşmü|tür. O de- virlerde Moğolların baskısı altında bulunan Selçuklular nüfuz ve kudret- lerini kaybetmişlerdi; Anadolu baştan başa karışıklık içinde idi. Bir taraftan da Bizanslılar Selçuklular üzerine yükleniyor, her yönde küçük küçük 108 beylikler kuruluyordu. Bütün bu hercümerci içinde Nureddin Cace gibi, kiyasetli bir valinin idaresi altında bulunan Kırşehir, diğer merkezlere na- zaran sükûnet içinde idi. Baba İshakin idamından sonra Kırşehir’in Malya çölünde yakalanıp kılıçtan geçirilen uyarlan bu bölgelere sığınmışlar ve sinmişlerdi. Baba İshak isyanında medhali olduğu için nefyedilen Baba İlyas m da nüıuzu sarsılmıştı. Biraz sonra Baba îshak müritlerinden ve ürmenak Türk aşireti başlarından Nure Sofi’nin oğlu Karaman’m kurduğu Karaman hükümetinin beyi Mehmed Beyin, Selçuk oğullarından olduğu sanılan Cimri’nin bayrağı altında İlyas Baba’mn oğlu Muhlis Paşa’nm da muzahareti temin edilerek «çarıklı türkmenler» ve kadınlar ve çocukların iştiı akile alevlendirdiği ayaklanma da bir muvaffakiyet sağlayamamıştı. Gaziler, Bacılar, Abdallar, Işıklar, Ahiler adı altında bu kaynaktan kuvvet alan dağınık teşekkülleri birleştirecek ve perişan gönüllere hâkim olacak manevî bir başa ihtiyaç vardır İşte Anadoludaki bu karışık durumu için için takip eden ve ikinci ana yurtla ^irtibatını kesmeyen Horasan erenleri, gayenin tahakkuku için Hacı- bektaş ı seçmişler ve yollamışlardı. O. acele etmedi, zemin ve zamanı yok- ladı, iktisadı teşekküllerin başında bulunan Ahi dedelerini bir irşat halifesi olarak tanıdı. Yukarı sayfalarda da temas ettiğimiz gibi Kırşehir yaraniîe . daima temas ve sohbetlerde bulundu ve o da Türkmen çiftçilerinin başına geçti. îyice hazırladığı toprağa yavaş yavaş ve itina ile tohumunu saçtı. Bu tonum en çok, yeniçeri ortalarında filizlendi, yeni hükümetin belkemiği olan yeni ordu, Hacıbektaş’ı manevî pîr tanıdı. Hacıbektaş Meydanevi kapısında bulunan kitabede Ahi Murad adının bulunuşu, sonradan bu pîr adına türbe yapılışı ve tesisler vücuda getirilişi, hattâ sonraları 60000 lirayı, bulan tekke gelirinin tekke, çelebiler ve ahiler arasında taksim edilişi bu ocağın nüfuzu ve ahilerle ilk günlerdeki birliği hakkında bize bir fikir verir. ' Baba İlyas çocukları dağıldıktan, Edebahlar ve Çandariılar gibi Türk soyundan gelen aileler Osmanlı saraylarında eski mevki ve nüfuzlarını kay- bettikten sonra Fatih’in Sırbistan seferlerinden birisinde çocukken esir edip Dimitöka ve Seyit Âli Sultan dergâhında İslâm terbiyesi üzere büyütülen ve yetiştirilen ve ikinci Bayezit”ie de dost olan Hızır Bâli-Balum Sultan Hacıbektaş’ın ölümünden 169 yıl sonra buraya gönderilmiş, bugün Bekta- şilik adı verilen tarikatı tesis ve ruhbaniyetle ilgili Mücerretlik-Bekârlık kolunu ihdas 6tmiş, hatta bu vaziyet Çelebilerle dergâh mensupları arasında (kan evlâdı - nefes evlâdı) gibi müzmin bir ayrılığa da sebep olmuştur. Şah İsmail gibi, Anadolu’da siyasî ihtiraslar ardında koşanlar hu ikilikten istifadeye çalışmış, bilâhare, kapıyı açık bulup içeri sızan Kızılbaşlık, rafı- zilık, hurufilik gibi kollar, bu kaynağın safiyetini 'bulandırmışlardır. Bu nam ‘ altında ayaklanan ihtirasları söndürmek için Yavuz Sultan Selim 40000 masum Anadolu çocuğunun kanım akıtmak ıstırarında kalmıştır. Bilindiği 109 üzere, artık, devlet ve millet için tehlikeli bir unsur haline gelen Yeniçeri ocağı ikinci Mahmud tarafından, söndürülürken, o ocağın manevî dayanağı olan dergâh da temizlenmek istenmişse de, bir müddet müstehase halinde devam etmiş ve nihayet Cumhuriyet inkılâbından sonra tamamen ortadan kaldırılmıştır. HACIBEKTAŞ DERGÂHI Günbegün harabiye yüz tutan ve yerinde dükkânlar ve parklar yaptı- rılan dergâh, kasabanın tam ortasmdadır. Eski durumuna göre üç avludan ve müteaddit bahçelerden ibarettir. * ‘ Birinci avluda dergâha gelen misafirlerin, ziyaretçilerin ikametine mahsus misafirhane ve ahırlar vardı. Ayrıca ekmekevinin kapısı da bu av- luya açılmakta idi. Evkaf* idaresi 1927 tarihinde eski misafirhâneyi yıktıra- rak yerine kârgir büyük bir bina yaptırmaya bşalamışsa -da dergâhın kapa- tılması üzerine yarım kalmıştır. Şimdi hükümete tahsis edilmiştir. Bu birinci avluda, atevinin önünde, kırmızı taşlarla süslenmiş çeşme üzerinde eski arab harflerile şu kitâbe vardır: 1 — ~ Asitam Hacıbekiaşı Velide niçe zat Eser hayrerîerek eylemiş ümmidi necat 2 — İşte bu eseri muteber inşasına da Türbeda? Feyzi Baba [1] oldu delilülhayrat 3 — - Çkaeri Aliaba Fa-tzma Fikriye 'hanım Yaptı bir çeşme ki talisin eder ehli hasenat 4 — Dilerim foaisi banisini zatı vehhap Kevser yap ile seyrap ecle ruzu arasât 5 — Aktı tarihi mizahı kalemden Kâmı Şühedâ aşkına içiniz yahu abı hayat Harrere Mustafa Vasfı Nevşehrî 1320 Çeşmenin yanındaki tezyinatlı kapıdan ikinci avluya girilmektedir. Bu- rası müstatil şeklinde, etrafı sütunlu revaklarla muhat genişçe bir meydandır. Meydanın kapıya yakın bir yerinde çeşme ve havuz vardır. Sağda, ekmekevi, aşevi, cuma camisi; solda: mihmanevi, meydanevi, kilârevi sıralanmıştır. [1] Fevzi Baba, dergâhın kapandığında son baba olan Salih Niyazi baba- dan bir evvelki baba. Mezarı Hacıbektâştadır. 110 Kilârevinin üstünde yazlık odalar vardır. Meydandaki havuzun, üstünde kırık bektâşî tacının altında: 1324 Maşaallah 1326 Bahri ummam vilâyet Hacıbektaş! Velî Hanikabı feyzi batidir heman cennet mesil Valii Beyrut devletin Halil Paşa [2] gibi Bir vezirin hemseri ısmetveri Zehra âdil Nazh hanım bu havuzu itti inşa tekyede Yaptı gûya cennetüîmeVada ayni seîsebîl Hacı Feyzullah baba gayret ve himmet ile Oldu icrada bu havzı safa-bahşm delil Saki kevser şehidi kerbelâ. aşkma Herbiri olsun İlâhî naili ecri cezîl Kilki Remziden güher tarih caridir Babı kevser oldu bu havzı dilârada sebil — 1 Mehmet Esat —■ Havuzun sağ gerisinde, ekmekevinin önünde, Mısırlı Kara Fatma tara- fından gönderilen meşhur aslanağzı çeşmenin kitabesi: 1 — Nuş eden bulur hayatı cavidan Çeşmei hayvan ki derler işte bu 2 — İç şehidi kerbeiâmn aşkına Ver salât ile selâm ile vuzu 3 — Cevheri tarihi söyle Hilmiya Aslanın ağzından aktı buzlu su — 1270 — Aslanın tepesinde de Ya Ali ve altında da zülfukar yazılıdır. Çeşmenin sağındaki duvara gömülü taşta şu kitâbe okunmaktadır: Malkoç Bali ibni Ali [1] Hazretleri Gaziler serdarı ve erenler serveti Hacıbektaşı Velimin aşkma İiedi cari bu ayni kevseri [2] Osmanlı Paşalarından olup Arnavud ve Bektaşî idi. Yakın yıllarda îstanbulda öldü, [1] Bali Bey (Malkoç oğlu) - ikinci Bayezit devri şuc’an ricalinden olup hayli vakit Silistire Valisi bulunmuş: ve isyan etmiş olan Aflak voyvodasına karşı sevkolunan askerde bulunduğu gibi, Macaristana dahi şevki askerle Varadin kalesini ve diğer bir çok yerleri zabt, badehu Perut. nehrini tecavüzle Akgerman’ı zaptetmek teşebbüsünde bulunan Buğdan Voyvodasını terbiye etmiş, 904 tarihin* de kırk bin askerle Lehistanm üzerine yürüyüp, şanlı bir muzafferiyetten sonra ganaimi kesire ahzile dönmüştü. — Kamusülâlâm: Şemseddin Sami 1 — 2 — 111 3 — Tarihi dokuz yüz altmış ikide Teşneîikten oldu abdaîân beri Aslanlı çeşmenin yanında, solda, ikinci direkte, karine ile okunabilen şu kitâbe vardır: Ey günahkâr örtün yüzü kara Ne yüzle hazrete karşı vara — 351 — Aşevinin önündeki kemerin üzerinde: Tecdit kıldı bin iki yüz seksem altıda Aşhaneyi, tak ve revakı Haşan dede Aşevinin içinde, orta kapı üzerinde, ortasında künk bulunan iki teslim taşının altında: Aşevinin yanmdakiCuma eamiinin kitabesi: Avlunun solunda, Mihmanevinden sonra gelen Meydanevinin önündeki sütunda: ' ' îdüp tamirini hayrat • %.- Nebi dede olsun diişat Sene bin iki yüz otuz Sekizde eyledi bünyat [1] Ali Bey — Zülkadiriye ümerasından olup Şehsuvar Beyin oğludur. Yavuz Sultan Selim Hanın Çaldıran seferi avdetinde Zülkadiriyeden Alâüddev- le’yi katil ve memleketini zaptettiğinde, valiliğini sahibi tercemeye vermişti. Badehu Sultan Süleyman devrinde bunda dahi istiklâl hevesi hissolunmakla evlâdiyle beraber katlettirilerek, Zülkadiriye hanedanının büsbütün nam ve nişanı reffedilmiştir. — Kamusülâlâm — Meydanevindeki kemerin üzerinde: İtti tamirin Türabı hanei takm cedit Avni hak bin iki yüz seksen iki tarihi bedii Ivîeydanevinin kapısı üzerinde de taşa mahkük: kitâbe mevcut ise de alt tarafı okunamamak tadır, Meydanevinden sonra gelen kilârevinde bir kitabeye rast gelinmemiştir. Adlarından da anlaşıl- dığı üzere iş bölümü üzerine kurulan bu evler hakkında biraz malûmat verelim: Ekmekevi: Bir babanın bşakanlığı altında bulunan bu evin vazifesi: dergâha ait ekmekleri pişirmekti. Dergâhta hizmet eden kadınlar bir yabancı geldiği zaman bu evde toplanırlardı. Aşevi: | ■ Bu evin vazifesi yemek pişirmek, muharrem ayında aşure kyanatnıaktır. Bu evde müteaddit ve kemerli büyük ocaklar vardır. Ortadaki ocakta bulunan meşhur ve mukaddes kazanda aşure ve büyük Cem ayinlerinde yemek pişirilirdi. Bu işler bir « takım merasime tâbi idi. Aşure ayı gelince dünyanın dört bucağından meraklı misafirler ve Bektaşiler üşüşürdü. Tarihî j ' kazan dergâh kapatıldıktan sonra Ankara müzesine taşıtılmıştır. Mihmaııevi: Bu eve düşen vazife de yolcuların ve ziyaretçilerin yime, içme ve yatma işlerine bakmaktı. Meydanevi: Dergâhın ve bektaşiliğin en esrarlı ve önemli evi bu evdir. Bu ev yabancılara daima gizli tutulmuştur. Tarikata girme, ikrar ve nasip alma merasimi, cem âyinleri bu evde yapılırdı. Bu merasim hakkında Ahiler bahsinde kısa bilgiler vermeğe çalışmıştık. Kilârevi: i Bektaşiliğin en son ve yüce makamı olan Dede baba bu evde oturur, j ziyaretçileri bu evde kabul eder, dergâhın kasası, kıymetli eşyaları, yiyecek J ve içeceği bu evçte manıuz bulunurdu. Bu evin dolambaçlı kapıları, gizli daireleri, her evin arkasında olduğu gibi bu evin arkasında da, , geniş bir bahçe ve içinde köşkler vardı. Baba hatırlı ve nüfuzlu konukları, muhip ve mensupları bu köşkte kabul eder, onlara ziyafetler çekerdi. Babalar arasında kaydı hayat şartiyle seçilen, Allah —* Muhammed — Ali’yi temsil eden, gayri mes’ul ve lâyuhtî bir şahsiyet olan Dede babanın, buyruklarına bütün bektaşiler körkörüne itaat ve inkiyat ederlerdi. Dede- babanm bir vazifesi de mensuplara ve ziyaretçilere pîri ziyaret ettirmek, türbenin mumlarını eliyle yakmaktı. Dergâh orta Anadoluda kurulmuş büyük bir çiftlik idi. Bir çok tarla- ları, Hanbağı ve Dedebağı [1]: adında ağaçlıklı, bağlı bahçeli, sulu suvatlı bahçeleri vardı. Bu bağlar maiyetlerinde müteaddit dervişler bulunan baba- ların idaresi altında idi. Bir çiftlik kadar geniş ve her türlü teşkilâtı haiz olan bu bağlarda sebze ve bostan yetiştirirler, arı ve tavuk beslerler, şarap, sirke kurarlar, pekmez kaynatırlardı. Tabiî bütün bu teşekküller,. Dede- babanın nezaret ve direktifi altında hareket ederler, onun bilgisi olmadan hiç bir şey yapamazlardı. Nasıl Ahiler, şehirlerde esnaf kurumlarmm lider- leri idiseler, Bektaşiler de köylerde çiftçilerin başı hükmünde idiler. . İlk zamanlarda Dede-babalarm ekseriyetini Türkler teşkil etmekte idi. Fakat, son zamanlarda dergâh Arnavud babaların tahakkümü altına girmiş, Türk babalara ehemmiyet verilmez olmuştu. Osmanlı Padişahı İkinci Mahmud Yeniçeriliğe son verdiği zaman, bektaşiliğe de büyük bir darbe vurulmuş, babaların bazısı nefiy, bazısı katledilmiş, ayrıca hükümet tara- fından bir Nakşibendî şeyhi tayin edilmişti. Bu tarihten itibaren Dede-babalık makamı da kaldırılalrak sadece baba denilmeğe başlanmıştır. Fkaat dergâhta, dede-babanm rolünü üzerine alacak olan bu şeyh kendisinden beklenilen vazifeyi ifa edememiş, işleri cuma ve bayram günleri veyahut da dergâha yabancı birisi geldiği zaman vakit namazı kıldırmaktan Öte geçememiş, bazıları babaların manevrarlarile iftiralara uğramış, bazıları da bektaşi olup gitmiştir. Vaktiyle Kırşehirde yol kondöktürlüğü yapan alaylı adamların başlarına sarık sararak dergâha şeyh tayin edildiği bile görülmüştür. HACI BEKTAŞ TÜRBESİ: . Hacı Bektaş’m ve Balını sultanın türbeleri üçüncü avludadır. Burada dervişlerin mezarları vardır. [1] Bu bağların adları Bektaşî nefeslerinde de geçer: Hanbağma kurulmuş âşıkların otağı Gülzan- aşk ©luptur mestaneler durağı ly saki! müebbet sun bize aşk meyinden Faş olmasın bu esrar vardır yerin kulağı- Hacı Bektaş türbesinin müzeyyen ve çok güzel bir medhali vardır. Bu medhalin üzerini sonradan yapılmış olan geniş bir saçak kısmen örtmekte- dir. Selçuk mimarisinin güzel Örneklerile işlenmiş olan mermer kemerler ve söveleri maatteessüf yağlı boya ile boyanmıştır. Medhalin Önüne varmak için iki kademe aşağı inmek lâzımdır. Üstü örtülü bu sahanın tarafeyninde dergâhta ölen babaların kabirleri, karşıki duvarda da bunların muhtelif renkte taşlara yazılmış kitâbeleri vardır. Türbeye girerken soldaki kitabeler. Yeşil rentke; Ak babanın kitâbesi: HU DOST Her kula olmaz müyesser sen nasibe bak baba Ruhu şad olsun yer etmiş ak kapuda Akbaba Canım canane tapşırdı niyaz yollu, şeha | Fır eşiğinde koyup başım yattı Akbaba , j Kırmızı renkte Baba Vahdetî’nin kitâbesi: Geç geçenden sorma ey dil mazi ve müstakbeli ^Himmetin hazır ola herdemde Baba Vahdeti h Koyu yeşil renkte Sersem Ali babanın kitâbesi: \\* Ehli diller zümresinden olmaz illâ ehli dil l Hicreti sersem Ali baba aknptın ve denli(?) Kara babanın kitâbesi: Kâbei vuslunda irmiş mahrem olalı laaba (?) -i* Pir eşiğin eylemişti meskeni kara baba Türabî Mahlaslı Ali babanın kitâbesi: Şerbeti mevti içirdi akibet devran bana 1 Vakti saat- irdi mühlet vermedi biran bana Var ümidim kafi dest etmem tutup damamın • j Merhamet şefkat kılar elbet şeyhi merdan bana Mahlesim derler Türabı namım elhae Ali r Post-nişİik' hizmetin hak eyledi ihsan bana Vüsatin ekle ilçen söyle didi tarihini r Hame destimde işaret eyledi bir can bana Şerimsarım ru siyah cürmümle şahım elaman Piri hünkârım meded kıl eyle bir derman bana Cemaziyelevvel 1285 Derviş Abdullah Hakî Ali babanın mezar taşında: Kâşifi iîmü lediindür hem hakikatta temam Zümrei naciye dahil nur Hakî Âli baba Fescüdu emrinde izharı sadakat gÖsterüp Mastarı rahı hidayettir Hala Ali baba Bunca dem ol hazreti Pirin makamında mukim Destigiri uns olup-tur ol Hakî Ali baba Sıdkı ahdinde vefa kıldı erenler rahrna Gitti firdevse hakikaten bir Hakî Ali baba 1216 Hacı Mehmed babanın kitâbesi: Türbedan Hacıbektaşı Veli İşte bu merdi dilagâh oldu Hizmeti Pire edip bezli vücut Fariği mertebe ve cah oldu Bastı hem menzili irşade kadem Nice dem bedrikai rah oldu Rabii şehri muharremde göçüp Şüheda cenbine hemrah oldu İde hak aîiabâye mülhak Ki bu maksat ana dilhah oldu Tam tarihi vefatı Kâmı Şu iki mısraı cangâh oldu Türbedarı Hacı Mehmed baha zey Maili hüsnü ilalîâh oldu 1315 e . .... ■ • Dikkat edilirse kitabeler, imlâ ve vezin hatalarına rağmen, türkçedir. Babalar içinde âlim, fazıl ve şair olanları da vardı. Zaten bektaşiliğin bir hususiyeti de nefes ve âyinlerinin Türk ve türkçe oluşudur. Türbenin birinci kapısı tezyinathdır. Üstünde, ortada taşa işlenmiş çift kartal, altında bir ibrik vardır. Kapıdan loş bir koridora girilmektedir. Koridorun sağında karanlık çilehane, karşısında genişçe bir yüklük vardır. Türbenin ikinci kapısı üzerinde de şu kitâbe okunuvor: ^ JS 4>Ufii ^ \ f\ U, jlJU* _ V * * » <>jUl jlLi, X, J ^ j ^Ul t, _ f *-«/ j/ !j> jm I <1)1^ <> jU- cj .U, ÖVL. ölkJUl f Uj _ r m — Bu kitabeye nazaran türbenin Hacı Bektaş m ölümünden 242 yıl sonra Yasinabad livası emıri Murad bin Abdullah tarafından yaptırıldığı anlaşıl- maktadır. ^ Bu kapıdan genişçe bir salona girilmektedir ki burası kırklar meyda- nıdır. Vaktiyle bu meydan avizeler ve halılarla süslü idi. Solda çelebilerin, hususî bir odada Güvenç abdalın, sağda babaların sandukaları vardır. Sağdaki bir kapıdan da Hacı Bektaşm yattığı türbeye girilmektedir. Gümüş ■kaplamalı kapının sağ kanadında: Zuhur eyler nefsi evliyadan Anlara ilham, erişir hüdadan Nefesi dud unefsi evliyanın Bu hah etti hepsi olanın Sok kanadında da: Kalender şahı Hacıbektaş! Velinin Evlâdından âyân oldu Âli’nin Bin on dokuzunda tarih eî- Yalii mirliva Kirşehri ez rad Bin Âli- fişehri muharrem sene 1019 BALIM SULTAN Bektaşileriiı ikinci pır olarak saygı gösterdikleri * Hızır Balinin yani Balim Sultan’m türbesi Hacıbektaş dergâhının üçüncü avlu- sunda Hacıbektaş türebâinin kırk metre kadar dogusundadır. İnşa tarzı Selçukî mimarisi üslûbundadır. Türbenin methali önündeki Bektaşiîer. ce kutsal tanınılan dut ağacının altında mermer sütun üzerinde şu kitabe vardır: Bir tahtayı taht etti rahtrnı verüp bade Hâk oldu ayaklarda şah-ı felek-rifat. Bu mezarın Kalender Baha’ya ait olduğu söylenmektedir. Balim Sultan’m kabrinin bulunduğu kapının üzerinde taşa işlenmiş, Selçukî sülüs: ’ . ' a, ör Jun U* t- - \ Cf J > dr ^ — t ^ kitabeden «evliyaların kutbu, budalaların hülâsası Hızır Bali bin Rasul Bali - 4:117 — bin Hacıbektaş El-Hörasanî’nin kubbe-i şerif esini büyük emir Şehsüvar Bey oğlu Ali B ey ’in 915 senesinde inşa ettirdiği anlaşılmaktadır. Halbuysa 1 'merhum Çelebi Cemaleddin Efendinin 1327 tarihinde îstanbulda bastırdığı Müdafaa adlı risalesinde «ehl-i tarik arasında Balim Sultan adıyla maruf Hızır Bali bin Mürsil Balı’nın H. 878 senesinde doğup .927 tarihinde öldüğü bildirilmektedir. Rahmetli üstadım Millî Eğitim Bakanlığı Kitaplık- lar Genel Müdürü H. Fehmi Turgal’m bana verdikleri Balım Sultandan Hacı Haşan Dede’nin zamanına kadar pîr evi Dede-Babalarmm cülus, ika- met ve vefatları tarihlerini havi bir listede Balim Sultan’ın 907 de cülus, 922 de vefat ettiği kaydedildiği gibi sayın Fuat Köprülü’nün Türk Edebi- yatında îlk Mutasavvıflar adlı kitbamda da «S: 126, Not: 1» vefat tarihi H. 922 M. 1518 olarak gösterilmektedir ki her halde bu tarihler daha doğrudur. Esasen bu zatın hayatı da karışıktır. Kitabede ve Çelebinin Müdafaa- sında Hacıbektaş’ın torunu olarak gösterilmesine rağmen bir çok tarihleri- miz onun Bimitökah bir Sırp dönmesi olduğunu yazarlar. Merhum Şemseddin Sami’nin Kamusulâlâm’mda ve İbrahim Alâeddin GÖvsa’nm Meşhur Adamlar adlı ansiklopedisinde Balım Sultan için: «Hacı- bektaş’ın müritlerinden [şüphesiz doğrudan doğruya değil; çünkü araların- da 140 yıllık bir mesafe var — C.] ve Bektaşilik ayın ve merasimini kuran- lardandır. Bektaşîliğin mücerret kolu da bu zât tarafından tesis edilmiştir. Bektaşi dervişleri tecerrüde : alâmet olmak üzere onun türbesi eşiğinde ku- laklarını delerlerdi» deniliyor ve Sırp dönmesi olduğu ilâve ediliyor. B. Âbmed Refik’in neşrettikleri bir vesikada Balim Sultan Baba İlyas’m mü- ridi olarak gösterilmekte ise de tabiî bu da tarikat silsilesi bakımındandır. OT.MAN BABA Hacıbektaş. Savat pınarının üzerindeki tepede bir mezar vardır ki Otman Baba mezarı denilmektedir. «Otman Baba Vilâ- yetnâmesi meşhurdur. Dervişlerinden küçük Abdal tarafından yazılmıştır. Bu vilâyetnâmenin eski bir nüshası Maarif Küt^iphanesindedir. Sofî Kalen- deri babalarından olan bu zat Timürlenk’le beraber Anadolu’ya gelmiş, Rumeli’ye geçmiş, Fatih devrine kadar yaşamış ve Rumeli’de H. 883 Rece- binin sekizinci günü vefat etmiştir. Türbesi Akpmar’a yakın Hızırilyas tepesindedir. Bektaşilere ve Bektaşiliğe muarızdır. Adeta bir tarikat mües- ; sisidir. Oradaki mezar namına izafe edilmiş bir mezar olacak...» Şaym Abdülbkai Gölpmarlınm hususî mektuplarından» Halk Bilgisi Mecmuasın- da [Birinci cild, 1928] rahmetli Sadettin Nüzhet’in «Muhyiddin Abdal ve Eseri» başlıklı yazısından Otman Baba ile ilgili şu parçayı alıyorum: «Türk Yurdu mecmuasında [C: 5, No: 27] Halk Bilgisi Derneği idare 118 heyetinin kıymetli rüknü muhterem «Haşan Fehmi Bey», «Otman Baha Vilâyetnâmesi Unvanlı mühim bir makale neşrettiler. Bu makalede bahse- dilen eser, «Hacı Bektaş» kütüphanesinin Mey dan evine ait kısmı içinde olup elyevm Ankara kütüphanesinde mahfuzdur.» «Kitaba «Vilâyetnâme-i Otman Baba» denildiği gibi «Vilâyetnâme-i Şahi», «Vilâyetnâme-i Sultan Baba» da denilir. Eserin münderecatı meya- mnda «Osmanbaba» demek olan «Otmanbaba» hakkında şu yolda tavsifler vardır: «Yassı yağnnlı, ela gözlü, kızıl benizli, mücessem heybetli, nazarı ibretli, zahiri kuvvetli, batını nihayetsizdi. Oğuz dilin söylerdi. Daha ken- disi için «ol şerefli koca benim» derdi.» Bu makalede Muhiddin Abdâl’m Otman Baba hakkında güzel bir manzumesi vardır, meraklılara tavsiye ederiz. * # * Hacıbektaş’ta bunlardan başka: Kadmcıkana’nm, Bektaş efendinin tür- beleri, mimarî değer taşıyan çeşmeler vardır. Fakat cümlesi harâbiye yüz tutmuştur. Şu satırları yazarken başta Hacıbektaşm münevver evlâtların- dan B. Rıza Umusoy ve eski meb’uslardan İbrahim Turan olduğu halde âbideleri korumak için bir cemiyet kurmaya teşebbüs ettiklerini, Millî Eğitim Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğünün gereken keşifleri yaptırarak Türbeyi tamir ettireceğini sevinçle haber aldık. Bu âbidelerin tarihî,, İlmî ve türistik bakımdan ihya ve imarları bir memleket borcudur. Türkiyemizdeki bütün âbideler, mazideki muhteşem ve medenî varlığımızı bize ve bizden sonraki nesillere aksettiren mihraklardır. Biz bu kaynak- lardan ışık alarak istikbalimizi aydınlatacağız. Nasıl ki, bir gövdeye, bir köke dayanmayan bir ağaç yaşamaz, meyva vermezse, zengin ve engin bir tarihe yaslanmayan bir topluluk ta Millet vasfına lâyık olamaz. Büyük şairimiz Yahya Kemal bu ebedî gerçeği şu iki mısraında ne güzel veci- zelendirmiştir: Ben ne harâbî, ne harabatiyim Kökü mazide olan âtiyim... İKİNCİ CİLDİN SONU u MOĞOLCA PARÇANIN TERCEMESİ Caca Bey medresesi vakfiyesinin Uygur harfleriyle yazılmış olan moğolca kısmı, ayni zamanda Moğol dilinin bu yazı ile kaleme alınmış en eski belgelerinden sayılabilir. Vesika, daha ziyade bu yönden önemlidir. Esaslı bir şekilde işlenmesini ileriye bırakarak, şimdilik ancak en mühim cümlelerinin transkripsiyonu ile tercümesini vereceğiz (şimdilik okunama- mayan yerler ... ile gösterilmiştir): Metin: biçin cil cun-u terigün sara-yin hoyar ... Ladik (?) Kermen saray büküi-tür. Caca-yin kübegün inu Nuredin über-ün ... tengri-yin tulada uga bolhacu talbiba ene biçik-tür uragulba. minu hoyna ken-ber aha degü minu. ... kübegün minu. ükin güregen minu. urug sadun (?) minu ene biçik-tür biçikdesen kümün-eçe busu aran ene uga bolgadugu. busu bolgabasu menggü tngri-yin aldal-tu bolduhu. ene biçik-tür biçiksen yosugar" bütügecü ... kemekdecü. bide edün noyad... Tercüme: Maymun yılı (1272), birinci ayın ikisi ... Ladik Kermen saray iken, Caca’mn oğlu Nureddin’in şahsî ... tanrı hakkı için anlatmak maksadiyle bu yazıda tesbit ettim. Benden sonra hiç kimse: kardeşlerim ... oğullarım, kız ve damatlarım, neslim (ahfadım), bu yazıda yazılmış kimseden başka adam bu ... iş yapsın ... (öyle) yapmazsa, ebedî tanrının cezasına çarpılsın. Bu yazıda yazılmış usule göre iş yapıla ... diyerek, biz şu prensleri (komutan- ları) .... (Bunun arkasından birçok isim zikredilmekte ve münasip cümlelerle metin sona ermektedir). [*] * U] Millî Eğitim Bakanlığı Müzeler ve Eski Eserler Genel Müdürü sayın Bay Hamid Zübeyir Koş ay ün delâletleriyle bu parçanın tercemesini lütfeden Bay Ahmed Timur’a ve üstad Koşaya şükranlarımı sunarım. nu — L.j4u_,jn i j ,j — ı;..-.. t,, uuu-4- i ı u u İNDEKS Abbas: 63. 72. Abbasîler: 8. Abdal Musa: 21. 103 Abdurrezak: 93 Abdülbaki GÖlpmarlı: 117. Abdülmuttalip: 78 Abdurrahman Guzi: 58 Adana: 88 Adem: 10 Abdülvehab: 11 Allak: 110 Ağcacığıl: 83 Ahievren: 11. 18. 21. 22. 39. 78. Ahi İbrahim: 10 Ahi Haşan: 82. 89. Ahiler: 11. 12. 58. 72. 88. Ahi Murat: 12. 15 Ahibozlar: 84 Ahi Mehmed: 80 Ahi Mahmud: 80. 82 Ahi Reşit; 79 Ahi Sinan: 79 Ahi Meusd: 52. 79 , *. . Ahi Şemsi: 89 Ahmed Çelebi: 100 Ahmet Mithad: 96 Ahmed Adnan Saygun: 20 , Ahmed Âsıkî: 26. 27. 102. 106 Ahmed Gülşehrî: 19. 33. 65. 81. 90: Ahmed bin Türkmenbeği: 10 Ahmed Geylâni: 10 Ahmed Remzi Akyürek: 65 Ahmet Timur: 122 Ahmed Yesarî 106 Akşehir: 17 Aksaray: 17. 33. 37 Akbayır: 7 Aka Maatır: 57 Baba İlyas: 21. 25. 59. 106. 116 Babâîler: 25. 34. 72. 88 Baba İshak: 25. 108 Baba VahdHî: 114 Baha®ddııs. hoca: 42. .. . Baha: 1Û2 . '• s , Akbaba: 114 Akhisar: 101 . Akçaviran: 10 Akbayır: 10 Akkoyunlu: 16 Akpmar: 36 Aksu: 48 Akuvasaravenna: 5’ 6 Alâeddin camii: 7. 11. 99 Alâeddin paşa: 12. 99 Alâeddin Ali: 27 Alâeddin Alişah: 99 Alâudde vle bey:: 31. 37. 38, 54. 111 Ali Emırî: 89. 97 Ali. paşa: 26 Alapmar: 31 Ali (Hâlife) 63., Ali bey: 111 Alan: 13 Alifakı bin Ebülabbas: 10 Alparslan: 13 Ali Kemalî Aksüt: 40 Amasya: 16. 25 28. 35. 42. 88. 100. Anadolu: 5. 8. 11. 12, 14, 28. 33 Andrapa: 6 Ankara: 6. 11. 13. 58 Araplar: 9 Arabusuıı: 18. 40 . . ** ■ Arslan Tamuş: 88 * Arif bey: 99 Aşık paşa: 11. 21. 22. 26. 33. 39 Attar: 34. 92. Avanos: 17 Ayasofya: 19 Aydın sayılı: 45 Aymtap: 18 Aynî: 18 Aziz İstırâbâdî: 7 Baha Sait: 22. 33. Bâlâ (Râbia hatun) 89 Balasağun: 7 . - Balbal: 13 Baîtuğ: ( 14. 35 Balımsültan: .116 5. — 124 — Baranağıl: 36 Batat burnu: 38 Bağdat: 6. 11 Bar anlı: 6. 7 Bayat: 11. 13. 31. 52 Bayındır: 13. 25 Bayezit: 16. 31 Bayezit oğlu Ramazan paşa: 12 Bayraırtî 25 Baycu: 15. 31 Behramşah: 21 Bektaşîler: 11. 72 Bekiriye: 36 Cacabey: 7. 21. 22. 33. 42. 80. 104 108 Cacaoğlu Nureddin Hamza: 43 Can: 30 Caruk: 3. 38 Çağatay: 44 Çağa ooğlu Mecdettin: 24. 58 Çandarlı Kara Halil: 89 Çandarlılar: 108 Çalıkavak: 10 Çamalak: 24 Çakırlı: 10 Çatbükü: 25 Çay değirmeni: 7 Çelebi hâlife: 38 Danimentliler: 25 Değirmenderesi: 7 Delice çayı: 5 Demirkapı: 7 Denizli: 80 Ebumüslim: 9 Edebah: 11. 27. 56. 59. 82. 88 Ebülvefa: 25 Ebu Sait Bahadır Han: 41. 95 Eflâki: 56 Ebnayı Mehmed Çelebi: tl Elvan Çeebi: 28 Emirburnu: 7 Emeviler: 9 EbüUkasun: 9 F*" :c,:y î Bedir: 78 Belh:102 Beybars: 14 Beyşehri: 17 Bilecik: 8 8 BizanslIlar: 5. 9. 13. 17 Bor: 5 Boğazköy: 6 Borkaya: 10 Bozbelek: 30 Bursa: 15. 82 Bursalı M. Tahir: 101 Buğdan: 13. 83 C — Celâl hatun: 56 Cemaleddin ef.: 107 Cemele kalesi: 7. 15, 17. 36 Cengiz: 56, 59. 101 Ç ~~ Çıkmağı!: 7 Çin: 96 Çinliler: 9 Çıbukova: 16 Çiçekdağ: 17 Çiğil: 9 Ço: 13 Çukurçayır: 7 Çorum: 26. 28 Çuğun: 36 D — Dimetoka: 117 Dulgadir oğulları: 15. 16. 17. 38 Durmuş bin alembeyi: 10 Doğanata: 102 Biyojenis: 13 E — Elbistan: 14 Emrullah Çelebi: 37 Erzincan: 40 Erzurum: 35. 58 Ertokus: 40 Erbek: 13 Ertnalılar: 1. 17. 28 Etiler: 5> 7. 8. 13 Eskşehir: 15. 27. 42 ' ' Bvrenoz bey: 17 — T Farab: 9 Fatma Fikriye: 4 Fatih Mehmed: 17 Fahrettin Ali: 26 Fahrettin Süleyman: 40 Fuad Köprülü: 96. 106. 116 — G Gadia: 6. 18 Galia: 6 Galaba: 36 Garipler: 7. Gasgaslar: 13 Gölhisar: 7. 36 Gövler: 8 Gıyaseddin Keyhüsrev: 14. 40. 59 — I Hacıbektaş: 6. 12. 15. 21. 22. 36 42. 84. 101 Hacıtura oğlu: 8. 9. 11 Hacı paşa: 12 Hacı Mehmed: 21 Hacı hatun: 30 Hâki Ali Baba: 114 Hacı Mehmed Baba: 115 Halfet zade Celâleddin Mehmed: 35 Haleb: 43 Hamburg: 92 Hamit Zübeyir Koşay: 1İ6 — İ.' İstanbul: 6. 17. 28. 99. 100 İshak Befet: 15 İspallaz: 21 İbni Bibî: 13 56 İbni Fadlan: 9 İbni Batute İbni Şehne: 43 İlmelik: 84 ' \ -FKJŞ İdris: 84 11 İHez: 7 \ I % :İİ' İkiz arası: 7. 22 İlhanlIlar: 14. 31 İlyasköyü: 26 Jüstiman: 6 Jüstiana nos: 5 Fahrettin Süleyman Fakih Ahmed: 102 Fevzi Baba: 109 Faridun Nafiz Uzluk: 33 Firikyalılar: 13 Firuz bey: 27 Gıyaseddin Mesud: 14 Gıyaseddin Mahmud: 26 Gökçe viran: 38 Göksün: 38 Gökcelü: 83 Gökceöyük: 84 Gülşehri: 6. 13 Haşan Fehmi Turgal: 43. 116 Hatunana: 103 Halil paşa: 110 Hanbağı: 113 Hamdullah Müstevfi: 19 Harzem: 14 Haşan bin Abbas: 10 Halim Baki Kunter: 30 Halyas: 6 Horasan: 9. 21. 25. 101. 106 Hüdabende: 41 Hüseyin Hüsameddin: 42 İsmail Hakkı Uzunçarşılı: 89 İsmail Safa: 36 İskilip: 42 İsî: 33 İnaç: 36. 88 İkiz höyüğü: 36 İsfendiyaroğoiu Süeyman paşa: 16 İzzeddin Key kavuş: 40 İzeddin Siyavuş: 40 İzmir: İ0Ö İşbağa Nuyin: 35 İzzeddin Keykâvus: 40 Jüstiniana polis: 3 ...Kabadokya: S. 11 Kaman: 6. 38 ’ * ‘ Karaman: 84 Kabasakal: 8 Kara Kurt: fc 17. 3 3 Karlı: 9. 11. 13 ' ; ■ Kartuklar: 9. 11. 13 Karsadur: 9. 11, 13. 31 Kara Osman: 16 Karahisar: 17 . Karalar: 13 .r - .• V! ., ■ • Karsıyan: 17 Karatay: 22 Kârvansaray: 6 Kaygusuz abdal: 21 ' Kalaycık: 26. 36 Kanunî Süleyman: 26. 36 Kalenderbaha: 32 Karaca Kaya: 31 Kalekiz: 36 ’ : f - v " " Karslan: 83 Karahalıl: 83 / ' *' Kayseri: S. 6. 7. 9. 14. 16. 17. 25' 8. 103. : Kayser Valans: 5 Kablanbey: 36 - - Karamanlılar: 15.16 Kadıncık Ana: 101 Kayaşeyhi: 21 Kâşgar: 45 Kaş: 13 - ; ^ ö : - - . - Karaşehir: 45 Kelt: 13 . .. _ , Kemaleddiri: 10. 11 . Kerkes Kaya: 16 ‘ .. . Keskin: 38. 38 ' if Lala Şahin Paşa: 89 Lala camii: 24 Lâtifi: 72 ’ ' j Macaristan: 110 Mağnisa: 97 Mahmut Gazan: 14. 35. 41. 56 Mahmut Çelebi: 103 Malkaç Bali: 110 Mahmud: 12 Mahmud Kâşgarlı: 45 Malazgirt: 13 u- • Kesik Köprü: 24 Keyhüsrev: 13 Keş: 13 Keylik: 11. 12. 52 Kızılırmak: S. 6. 8 Kılıç ö’zü: 6. 7. 21. 22 Kılıççı: 7 Kmdam: 7 Kılıçarslan: 13. 15. 32. 44 Kızılca: 36 Kilisli Rifat: 92. 95. 97 Koçu: 45 Koçhisar: 7 Karatepe: 8 Kongur: 13 Konya: 13. 17. 22. 33. 56. 80. 88 Kosşehir: 26 . Kozağaç: 84 Kopenhag: 97 Kozsaray: 31 Koz viran: 31 Kozkır: 36 Koşay: 122 Konur: 36 Kulbak: 7. 13 Kurtbeli: 7 Kuşdiîli: 10 Kutulmuşoğ. Süleyman: 13 Kumardan 13 Kutlukşah: 14 Kutluköğlu: 35 Kutbeddin Haydar: 106 Köse Peygamber: 28 Kögonye: 40 Künbet altı: §7 Landsberger: 6 Lokmanbaha: 34 Lodran: 83 Malya ovası: 14 Mansur Halife: 37 Maveraunnehir: 59 Mazoka: 17 Mehmed Çelebi: .17 Mecitözü: 26. 28 Mehmed İbrahim: 39 Melik hatun: 39 . ■>. Melik gazi (Muzaffereddia Beh- ramşah): 13. 18. 39. 57. 99 Mehmed Küdbeddin: 56 Mekke: 63 Medine: 64 Mefharunnisa: 9. 10 Mevlâna Durmuş: 10 Mehmed Nuri Gençosman: 13. 40 Melikşah: 16 Mesud Gülşehrı 19. 21. 95 Mesud Çelebi: 37 Mevlâna Celâleddin: 24. 33. 34. 37. 42. 57. 92. Menteş: 102 Mısır: 14. 26. 27 Mikaîl hısarlı: 83 Moğollar: 13. 14. 24i. 42. : ;f .. Mokisos: 6 Mortman: 6. 97 Mucur: 6. 36. 44. 84 Muhammed (Peygamber) : 63. 72 Muhlis paşa: 22. 24. 26. 59. Muhyiddin Mes’ud: 13 Muhterem hatun: 38 Murad: 12 Muradiye: 97 Murtaza: 10 Muiziddin Ali: 26 Mutasım: 11 Mürüvvetbey: 15. 16 Mesut dede: 21 Nasıruddin Behramşah: 40 Necmeddin İbrahim: 24. 56 Niğde: 17 Obruk: 7 Odağra: 6 Oğuzlar: 9. 11. 13. Oğuz Çelebi: 26 Ortaasya: 9. 11. 45 Orhanbey: 12. 15. 27. 99. 107. Osmanbey: 11. 26. 59. 82. 88. 107 Parnasos S. 6 Pervane Muiniddin: 14 Kasul Çelebi: 103 Radus: 101 Rifat Bilge: 18 Sadreddin Konevî: 80 Sadettin Nüzhet: 117 Sahıb Muhezzübiddin: 14 Sahib Şemseddin: 14 Sakarya: 11 Sanıra: 11 Saim Ülgen: 19. 29 Salih Niyazi Baba: 109 Sara: 103 Sadî: 95 Selân kalesi: 8 Selçuklular: 13. 17. 24. 25. 42 Selemenlik: 10 Selman: 28 Nureddin laca (Bh: lacaoğlu). Nişabur: 107 Nizameddin Ahmed Pş. 12. 82. — O. Ö. — Osman Hilmi: 32. 99 Osmanlılar: 7. 11. 41. 88 Otman baba: 117 Ökse: 7. 21 Ömerhacılı: 8 \ Özbek: 13 Piroğulları: 26 Furut: 110 Romalılar: 5. 11. 13 Rurnili: 17. 26 Rükneddin Arslan: 13 Semerkand: 16 Sersem Ali baba: 114 Sevdiğin höyüğü: 7 Seyid Mehmed: 9. 10 Seyif saray: 84 Sıdıklılar: 7 Sırp: 116 Siraceddin İsmail: 14 Simre: 36 Sivrihisar: 88 ...Silistre: 110 Sivas: 11. 31. 56. 103. Sorgun: 31 Sofular: 38 Söğüt: İS ■ Sultan Mesud: 35 Suluca Kara höyük: 21. 101. .Süleyman: 11 Süleyman el: 34 Sah Pş: Şalgösteren: 7 Sam: 14 Sebin Kai'ahisar: 18/39 Şemseddin Ahmed: 82 Şemseddin: 32 Şeyh Hüseyin: 32. 33 Şeyh Muslihiddin: 37 Şerif Hiilûsi: 97 Şeyh oğlu: 95 Şeyh Mahmud: 89 Şeyh Bekir: 36 ' j Şeyh Osman: 36 j Şeyh Kasan: 32. 34 İ Talaş - Talus: 9 • Tanan özü: 28' • I 1 1 Taraz: 9. 11. 12. 13 .. Tavium: 6 Tarım nehri: 45 Terme: 6. 7. Terzili hamam: 6 Teafiler: 11. Teber rükbey: 16 Tebriz: 56 Timurlenk: 12. 16. 17. 100 Umur Taceddin: 37 Üryan baba: 102 Veledçelebi İzbudak: 23. Yavuz Selim: 17. 38. 108. Yağmurlu: 7 . Yassı Öyük: 10 Yahşi bey: 27 Yahya: 28. 42 Yazı kinik: 84 Yemen: 96 Zaman: 6 Zeki velidî: S Ziyaeddin Musa: 26 Zulkadiriye: 38. 110. Süleyman Türkmam: (Bk: Şeyh Süleyman). Süleyman Pş.: 15 Süheyil Ünver: 36 Şemsiye hatun: 34 Şemseddin Sami: 110 Şemseddin Türkmam: 32 Şemseddin Mahmud Tuğracı: 26 Şerefeddin Osman: 15 Şeyhî Ps. 12î. 100 Şeyh Süleyman:, 11. 21. 22. 32. 33, 39. 57. 99 Şeyh Erzurum!: 87 Şeyh Sanan: 93 Şeyh Bamazan Pş: 99 Şehabeddin: 56 Şerafeddih Yezdi: 100 Şehsuvar bey : 110. ' — - T — Tl vana: 5 Todan: 14 - ’ Toku: 14 Tokat: 12. 16. 42 Topkapı: S2 Tura: 11 Tursunfatı: 27 ■ Turfan: 45 Turhan Tan: 97 ' Türâebî baba: 112 .. Türkistan: 11. 25. 44. — Ü. Ü, — Üç göz: 7. Yenice Koyuneuk: 38 Yıldırım Beyazıt: 15. 17. 95. Yerköy: 6 Yunanlılar: 5. 13 Yunus Emre: 21 Yürğ: 13. : “ NOT: (Kırşehir) gibi hemen he- men her sayfada geçen isimlerle diğer toplu bir halde bulunan isim ler gösterilmemiştir. İÇİNDEKİLER Önsöz: 3. Tarihte Kırşehir: 5. Hacı Itıraoğla Şah Mehmet vakfiyesi: 9. Anadoluda Islâm - Türk egemenliği tarihinde Kırşehir: 13. Yönetim: 17 Ta- rihte Gülşehir: 18. " ’ , ’ Kırşehir tarihinde Bahaîler: 25. Baba İlyas: 25. Muhlis Paşa: 26. Âşık Paşa: 26. Aşık Paşa vakfiyesi: 30. Berat sureti: 31. Kara Kurt - Kalenden Baba: 32. Siiteymaıu Türkmanî: 32. Ebnayi Melımed Çelebi: 37. Muhterem Hatun Türbesi: 38. Kaya Şeyhi: 39. Meİikgazi: 39. Lâle Camiî: 41. Cacebeyeser ve vakfiyeleri: 42. Kadı Necmeddin İbrahim: 56. Çağaoğlu Mevlâna Mecdettin: oo. Şınahettin: 56. Celâl Hatun: 56. Künhet: 57. _ Kırşehir tarıhmde Ahiler: 58. Ahievran Nasıruddin: 58. Ahi Mahmud- 82. Ahıevram vakfiyesi tercümesi: 83. Ahievran Türbesi: . 85. Edebabah :88 ‘ Im *® d Gul § ehir: 90 - Mesud Gülşehri: 95. Alâeddin Camii: 99. Şeyh Bama- zan Paşa: 99. Şeyhi Paşa: 100. Mevlâna Mehmed: 100. 7 3 > Hacıbektaş ve Bektaşiler: 101. Hacıbektaş dergâh,: 109. Balum Sultan: 116. Otrnan Baba: 117. v 4 Cacebey vakfiyesindeki Moğulca parça: 119. Tercümesi: 122. İndeks; 123. Kesimler: 129. Düzeltmeler: 136.
5 Nisan 2016 Salı
TARIHTE KIRSEHRI-GULSEHRI VE BABAILER - AHILER - BEKTASILER- CEVAT HAKKI TARIM"
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)