KARIŞIK

5 Nisan 2016 Salı

TARIHTE KIRSEHRI-GULSEHRI VE BABAILER - AHILER - BEKTASILER- CEVAT HAKKI TARIM"




BABAİLER - AHİLER- BEKTAŞİLER 


ÜÇÜNCÜ BASKI 



YENİÇAĞ MATBAASI 
İSTANBUL 


19 4 8 





Kırşehir : -14/7/1948 


Tarihte Kırşehir 


• Orta Anadolunun yayla bölgesinde, Kızdırmakla Delice çayının kollan 
arasında, eski kervan yollarının üzerinde bulunan Kırşehir ilinin çağlar 
boyunca insan topluluklarına barınak olduğu: dört çevresini saran inler, ma- 
ğaralar . [1], kaleler, köprüler, örenler, yollar, kervansaraylar, kaplıcalar, 
toprağın altında ve üstünde rastlanan san’at eserlerinden, hâlâ yaşıyan yer 
adlarından bellidir. Zaman ve asırların akışı içinde birbiri üstüne yığılan 
katların derinliklerinde uyuyan milletler ve medeniyetlerin hüviyetlerini 
aydınlığa çıkartmak, şüphesiz, ilmin ışığı altında yapılacak metodlu ve sabırlı 
kazılar ve araştırmalarla ancak mümkün olabilecektir. 

Etilenin Akuva Saravena yani suşehri, Yunanlılar ve Romalıların 
Chamanen, Mokissos, Pamassos, Bizanslılar’m Jüştinianopolis [2], Selçuk- 

[1] İnler, mağaralar ve höyükler hakkında kitabımızın ikinci cildinde bilgi 
verilecektir. 

[2] «Kadim çağda Kırşehir ve dolaylarına ait araştırmalar bilhassa Ram- 
say tarafından The Historical Gerography of Asia Minör adlı kitabında yapıl- 
mıştır. Eser, görüş bulanıklığının bir örneğidir. Ruge’nin Real Enzyklopedie für 
Altertumswissenschaft*ında (kadim çağ ilminin gerçek ansiklopedisinde) Mokis- 
sos başlığı altında 1932 yılı çıkmış olan etüd okadar derin değildir. Etüd, müel- 
lifin tarihî coğrafya meselelerini beceremediğini gösteriyor. Kırşehir havalisine 
Yunanlılar tarafından Chamanene adı verildi. Mokissos, Parnassos ve Dorra 
kentleri bu havalide bulunuyorlardı. Bu üç yer adının şekilleşmesi. çok eski, 
ihtimal kalkolitik (bakırlaş) devrine ve en geç bakır çağma ait soiıeklerin bahis 
konusu olduğunu gösterir. Eti kaynaklarında, bu üç isim henüz bulunamadı.* 

«Kırşehir ne vahisine dair -ilk coğrafya haberleri, Roma’nm son Seyirlerin- 
den kalmadır. O vakitler Kırşehir, başkenti Kayseri olan Kapadokya eyaletine 
mensuptu. 371 yılında Kayser Valens, Kapadokya eyaletini iki kısma böldü: 
Kırşehir, başkenti Tyana (bugünkü Bor) olan ikinci .Kapadokya (Capadocia se- 
cunda) eyaletine düşüyordu. Kayser Justinianus zamanında* üçüncü bir bölün- 
me oldu; Justinianus, üçüncü Kapadokya (Kapadokya tercia). .eyaletini kurdu ki 
bunun başkenti Justinianopolis adına çevrilen 'Moksissos idi. Fakat öyle görü- 
nüyor ki> (ihtimal biraz -daha sonra) ikinci Kapadokya eyaleti kaldırılmış ve 
Mokissos (hemen eski ismini .tekrar alarak) ikinci.. Kapadoky’nin f merkez noktası 
hâline getirilmişti.» : 

«Mokissos’un yerine dair kesin bilgi veren kaynak, Bizansh müellif Proco- 


İuların bir ara Gülşehri adını verdikleri bozkırların kuru ve çatlak bağrında 
gözlere ve gönüllere huzur veren bu yemyeşil şehri: eski İstanbul - Bağdat 
caddesi üzerinde, Ankara’nın 185 kilometre güneyinde Kervansaray ve 
Baranlı dağlarının karşılıklı bir boğaz hâlinde darlaştırdığı vadinin 20 Km. 

. göğsünden süzülüp akan, ; 25 Km, , sonra rKızıhrmağa dökülen Kılıçözü; 4 

pius’un yapılar üzerine yazdığı eserin: 5 inci kitabının 4 üncü faslındaki malûmat- 
tır. Orada şöyle deniliyor: Ova içinde bulunan Mokissos kalesi harap olmuştu, 

j Bunun üzerine Juştinian eski kalenin batı tarafına düşen çetin, fevkalâde sarp 

' ve bir saldırgan için erişilmez olan arazide yeni bir meskûn' yer bina efctv-Bamsay, 
ulaştırma, durumuna dair umumî mülâhazalara dayanarak, \ve ! keza Proçopius’un 
yçr^ği bu : malûmat ^JCırşehir ■ kalesinin bulunduğu yeri göstermiş olsa gerek- 
tir. Kanaatma vararak, Mokissos’u Kırşehir’le .aynüeştirmiştir. Lâkin bu^'ayni- 
leştirme «idantifikasyon» lehine ağır basan bir başka mülâhaza daha var: 
Kırşehir havalisinde çok defa Therma adlı bir yer bahis konusu olur. • Bu -bih 
hassa ■» «Boğazköye yakın» Tavium’dan Kayseriye gidecek yolu gösteren bir. 
seyahat -rehberinde görülür. İşte Ramsay Therrna’yı Kırşehir’le - bir - tutuyor. 
Doğrusu, Boğazköy’den Kayseri’ye yapılacak bir, -sey abatta niçin Kırşehir dize- 
rinden dolaşan yolu seçmek icap ..edeceğini bir türlü aklım almıyor. Bana öyle 
I geliyor ki, Thermaya daha yakın ayniyet «idantifikasyon» gösteren yer bugün- 

i aTer^i jBamam!dır; ; halbuki ,^amsay > ona başka,, bir yeri,; yam: , Aquae Sara- 

j- venae’yi aday gösteriyor., Kırşehir’de maden suları bulunduğu, Procop’un verdi- 

I ği malûmattan dahi meydana çıkıyor. Aklımın erebildığine göre, bu dâhi gene 

.Therma., ile Mokoşsos’u aynileştirmek için yeter bir dayanak noktası değildir. 

«Bu sonuncu noktayı ancak takviye edici bir vesika diye ele aldığıma 
takdirde, dahi, Ramşay’ın . Mokisşoş’u, Kırşehir’le . aynilşştirmesi bana, gayet kabule 
değer bir faraziye .gibi .geliyor. Kupert, Ramsay’ e katılıyor. ::Ruge işe bilâkis 
Şüphede kalıyor. Ve , } Kırşehir’in bülundüğu .yere dair bütün bildiğimiz , şey, sa- 
dece .onun . kayseri batı kuzeyine ; düşen , Halyas «Kızılırmak» havalisini göster- 
diğinden ibarettn% . (pyor. 

« Ankara - «Kayseri caddesi Roma . zamanında henüz . Kırşehir’den . geçmi- 
yordu. O vakitler henüz Kızılırmağm ,iki defa geçilmesinden sakınılıyordu. 

«Chamenene’in >öteki eyerlerine . gelince, Parnasşos kenti, ; Mortmann ; .tar:afm- 
dan Kırşehir’le ^aynileştirildi. Ramsay ise, Parnassosün Kızılırmak üzerinde 
bulunduğunu isbat v ediyor ye ona tam Kırşehir batısında ye filhakika. ırmağın 
batı ^ kıyısında bir mahal farz ve kabul ediyor. Kırşehir’den akıp geçen çayca- 
ğızın Kızdırmağa katıldığı yere, Ramsay "önemli Nyassa kentini -yerleştiriyor. 
•Yukarıda anılan Dorra’yı «başka adı ile Odoğra» yi, Ramsay, Mucur. yyâhut 
•Hacıbektaş semtine yerleştiriyor. ^Nihayet, Ghamannene’de Zama adlı bir -yer 
daha var : ki, Ranısay’e göre aşağı'^ yukarı Kırşehir ile Ye*köy ^arasına ^düşüyor. 
Şn sonra . gelen Andraqua yahut Andrapa ise, ?Parnassosün -on iki * mil «kuzeyine 
ve : Gadia yahut Galia da, Andraka’nm dokuz mil ^kuzeyine geliyor. 

.. «.Şimdi aklıma geliyor : Hâttâ ;PJ|nus’ta rastlanan ve : Chamannçne diye 

.andan hayali adı, acaba Kırşehir’e giden otomobil yolunun ikiye ayrıldığı / nok- 
tada bulunan bugünkü Kaman kasabasının adı olarak kalmış olamaz mı? her 
halde bu mahallin bir höyüğünde yahut bir eski meskûn yerinde araştırma 
.yapıimksi-gârekiyor.» • -[Prof, Benno .Handşberger,] . ... 


Km. batısında sıra danan Obruk, Çukurçayır, Akbayır, Şalgöşteren - Şehh 
gösteren sırtlarından beslenen Hılya - Hırla ve Terme ılıcaları; 7 Km. doğu- 
sunda Kındam tepelerinden çağlayan Ökse ve Kılıççı çayları ve bu gümüş 
kdîlârm sardığı altlaş dekor içinde îpsallaz, Ilİelz, Garipler, Değirmenderesi, 
Çâ^değirmeni, İkizârası, ÜçgÖz, Büngüldek, Öz ve Dinek bağlarından blin- 
ğüî büîiğül kaynayan biHûr gibi sular yaratmış ve işlemiştir. 

İlk > çağlarda kurulan şehirlerin karakteristik vasıflarını bağrında 
toplayan Kırşehir’in tam göbeğinde Kılıçözü çayının kıyısında yükselen 
Höyük-Kale [3]: Birbirine bakışık bir dizi hafinde oıfuklara uzanan höyük- 
ler ve yolları, çevresinde kurulan mahalle ve mabetlâri, pazar ve panayır- 
ları, arasta ve hedestenleıû ^ozötler ve ! körür . ' İ0 Kın. kuzy indeki Gemele 
kalesi, Kervansaray, Baranlı ve Naldöken ‘sâVühâkîâri; 1 Km. hatısmdâ 
sırtını aşılmaz Kurtbeli’ne dayamış Demirkapı geçidi; gene 7 Km. doğusun- 
da, Kırşehir - Kayseri şosesi üzerinde Gölhisar surkaplsı; ' 10 Km. batısında 
Emirburnu, Sevdiğin höyüğü; daha gerilerinde Yağmurlu, Kulbak [4], 

yf3] Kasabanın göbeğinde, Kılıçözü çayının kıyısında bulunan höyüğe halk, kale 
demektedir. Yüksekliği 35, , kutru 200 - 250 metredir. «Kalede evi, Kundamda 
bağı olmayana kız Verilmez» riyavetihe göre vaktiyle daha ğemş ^olduğu, ..üze- 
rinde evler bulunduğu ^Üâ|iîhâaktâdır. Nitekim .."40 - 45 yıl önce şimdi taîelbe 
^ânMyönü ölan binanın temeli ? kazılırken insan kafa tası ve kemikleri, büyük 
®ipîer tdtİâİâry v on de tepeye çıkmak için yol yapılırken kantar 
kabağı ‘ şeklinde < Eti eseri olduğu söylenen /bir . vâzu bulunmuştur. Aziz J îştera- 
badı’nin Bezmürezim adlı kitabında Kadı Bürhaneddin’in rakibi OsmanlIlar a 
karşı tamir ettirdiğini mübalâğalı bir şekilde yazdığı bu kalenin dış sur kapı- 
larından birisinin kasabanın yedi kilometre doğusundaki Gölhîsar’da, diğer 
kapısının da dört kilometre batışında Çukurçayır ile Şal gösteren arasında Demir 
kapı denilen mevkide öldüğü bazı kalıntı, ve rivayetlerden belli olmaktadır. 
Maİen üzerinde Aİâeddin ’câniii, ortaokul ve. talebe pansiyonu binâlan .bulun- 
makta dian bu tepe şehre Özellik ver^^ eserlerdendir. 

[4] Kııİbak — ^ l^âşâbânıh; 25 Blömetf e baü-güheym<^ 

Sıdiklılâr çayının hâkim bir noktasında, Sidikli karşıoba köyünün üzerinde tabiî 
bir höijrük -halmde yükselen tepenin yamacında bulunan örene Kulbak âdı veril- 
Hefedir/ÖâcaİBey vaÖiVesmde bu âd‘ geçmektedir. 

«Kulbak, Türkten bir zahidin adıdır.' Baîasagon Çağında oturan bu zat, 
eliîe kayalar üzerine yazı yazardı; beyaz taş üstüne yazdığı kara, kara taş üstüne 
yazdığı beyaz gözükürdü. BuTanrı kulunun eserleri kıyamete kadar baki kala- 
câktır.» (fcıvân-u Lûğât-it î'ürk. C: 1, S: 3İ94). . • . 

- Burada bir bina harabesi vardır. İTakın ; zamanîar^ kadar ayakta duran' bu 
binanın taşlarını Kızılırmağm öbür yakasındaki Koçhisar ilçesine bağlı Çıkınağıl 
halkı «götürerek cami inşaatında kullanmışlardır. Ayaklarına ve. kemerlerine: göre 
burasının üstü kubbe ile örtülü, yanları açık bir köşk olduğu sanılmaktadır. Ne- 
zareti çevresine giren manzara ‘.seyrine doyum olmayacak kadar güzeldir. Yüz, yüz* 
eİÜ ^metre^ ^ eteklerinden -Sıdiklılâr çayı < aknıakta olduğu ; gibi ; jyapı ^başmdffi^kayâ- 
lar arasıhdan Kulbak -ç-ayx da ^-bfe^az ^'-köpüklerle ; kaynamaktadır v Bu bihâyh son- 


Ömerhacıh, Selân uç kaleleri, güney batısında Kabasakal, GÖvîer; güneyinde 
Koocatepe ve 15 Km. gerisinde Kızılırmak dış güvenini sağlar. 

12 kilometre batısındaki Karakurt kaplıcasının vaktiyle kasaba ke- 
narında olduğu yolundaki rivayetler; bu civarda tek bir kaya üzerindeki 
yazıdan Eti kıra Harından birisinin oğluna ait saray bulunuşu, diğer, eski 
eserler; Kasaplar, Demirciler deresi gibi yer adları Kırşehir kasabasının 
kuruluş yeri, eskiliği ve genişliği hakkında bize aydınlatıcı bir fikir verir. 
Hacıbektaş Velâyetnâmesinin de panoramasını çizdiği gibi: 

Öî vakit Kırşehri. ulu şehirdi V 

Orta yerinden geçen hem nehirdi 

Ön sekiz bin derler evi.. var idi . 

•'* Burcu bârûçevresi hisar idi.. 

KIEŞEHBÎ ADI? 

Aşağıda ayrıca üzerinde duracağımız H. 290 tarihli Hacı Tura oğlu 
Şah Mehmed vakfiyesinde Kırşehri adı geçtiğine göre Abbasiler 
devrinde Darülcihad Anadolu’ya akm eden ve bu topraklarda yerleşen Türk 
kütleleri tarafından verildiği sanılmaktadır. Bazı tarih meraklısı hemşehri- 
lerimiz Tevrat’ta Kırşehri isminin geçtiğini söylemekte iseler de biz rastlı- 
yamadığımız için bu hususta bir şey deyemiyeceğiz; ve buna pek te ihtimal 
veremiyoruz. Eski kayıtlarda Kir şehri imlâsında yazıldığı için biz de 
kitabımızın başında bu tarihî şekli muhafaza etmeyi uygun bulduk. 

radan bir mihrap yapılarak Mescide çevrilmiştir. 

Kulbak çayının biraz ilerisinde kırmızı bazalttan yapılmış bir insan, heykeli 
gibi yükselen kayanın her iki yönünde bir nöbetçinin ayakta serbestçe duracağı 
genişlikte oyulmuş nöbetçi yerleri vardır. Burada yerleşen iki nöbetçi bütün alanı 
güvenle gözetliyebilir. Kayanın alt tarafında bir takım askeri alabilecek tarzda 
oyulmuş bir koğuş vardır. Duvarlardaki oyuklara ve içinden sızan sulara .bakan- 
lar burasının hıristiyanlara mahsus kutsal ayazmalardan birisi olduğunu söyle- 
mektedirler. 

Bu harabenin önünde bir sür olduğu, hâlâ kalıntıları gözüken temellerden 
anlaşılmaktadır. 

Bu binanın sırtım verdiği’ tepe 100-150 metre yükseklikte tabü bir höyük 
durumundadır. Bu tepenin üzerine ince bir çılgadaıı atlarla güç çıkabildik. Üzeri 
oranlama 300 dönüm gelir. Vaktiyle burada binalar olduğu duvar temellerinden, 
tuğla ve künk kırıklarından anlaşılmaktadır. 

Tepenin dört bir yanı tabak gibi açık, hiç bir taraftan çıkılmıyacak bir 
halde sarp ve yalçındır. Kızılırmak beş kilometre güneyinden akmaktadır. Doğu 
kuzeyinde Yağmurlu, kuzeyinde Yedikardeşler, güneyinde Selân kalesi, batısında 
Aliölİez dağı, tam yamacında Sevdiğin höyüğü gözükmektedir. Bu durumlara 
göre burasının bir kale veyahut uc komutanlarının oturduğu bir karargâh olduğu 
hatıra gelmekte, Sidikli karşı oba köyündeki barut imaline - mahsus kalhane de 
bu ihtimali kuvvetlendirmektedir. Bu civarlarda eski paralar da çıkmaktadır. 



Hacı Turaoğlu Şah Mehmet Vakfiyesi 

Kırşehir’in eski ailelerinden Hacı Çakır oğlu B. Ömer Köker’in 
elinde bulunan Şah Mehmed Bin Hacı Tura vakfiyesi gerek tanzim tarihi, 
gerekse içinde geçen şahıs ve yer adları bakımından gerçekten üzerinde 
durulacak bir önem taşımaktadır. Bilhassa Kırşehri adının geçişi daha çok 
dikkati çekmektedir. ‘ . 

Hicretten 290 yıl sonra yazıldığı başındaki kadıların tasdikmdan, 
altındaki şahitlerin şehadetinden anlaşılan aslı arapça bu vakıfnâme özetine 
göre. «Masabakta zikrolunan mezrea Hacı Tura’nın milkidir ve hakkıdır, 
hattâ şu vakfın suduruna kadar Allah için tahtı tasarrufundadır. Maahazâ 
Kırşehirde kâin Taraz [1] dedikleri karyede çağrılan ve karyede bulunan 
mezreadan nısfı şayiinin eemiisi ve nısfı bakinin altıda biri olarak herbelâdan 
muhafaza olundu (bundan sonra 12 den meselenin izahı yapılmaktadır). 
Adına vakfedilen Şah Mefharünnisa; Mevlânâ Seyid' Mehmed’in zevcesi Şah 
Paşa nm sulbiye (yani kendi neslinden, zürriy etinden) kızıdır. Bu arazi-i 

f5J Taraz, orta Asyada İran ile Turan arasındaki iki ticaret yolunun 
birleştiği noktada bulunan bu eski ve tarihî şehire Bizans ve Çi nlil er Ta-lu-s/ 
Arapîar Tıraz derlerdi. Taraz hudutlarından Farab’a kadar uzanan bu arazide 
Oğuzlar, Kartuklar ve Çiğil Türkleri otururlardı. Talakta denilen Taraz: bağları, 
bahçeleri, gümüş ve maden ocaklarile meşhur, mamur ve müstahkem bir şehirdi. 
Hattâ Araplar Türklerin güzelliğinden bahsederlerken Tiraziye Türkleri diye 
tasvir ederlerdi. Bu kelime arapça lûgata da ...güzellik, mânasına girmiştin Taraz 
havalisinin nasıl münkariz olduğu ve medeniyetinin nasıl çöktüğü hakkında İbni ‘ 
Fa d alan geniş bilgi verir. Türkler’in müstakbel mukadderatını tayin eden hâdise- 
lere, sahne olması bakımından da Talas-Taraz, önemli bir yerdir. Emevîler’in kanlı 
zulümlerinden . müteessir olan Türklerin Horasanlı Ebu .Müslim’in başı . altında 
hazırladıkları ihtilâl hareketleri bu sahralarda alevlendiği gibi, M. S. 751 yılla- 
rında Türklerle Çinliler arasında vukua gelen meydan muharebesi Talas-Taraz 
suyu kenarlarında Türkler’in zaferile sofıa erince Türklerin batıya doğru dönme- 
lerine, Abbas oğullarım hükümetinde hâkimiyet ve idareyi ellerine almalarına ve 
toptan ıslamiyeti benimsemelerine ve bu uğurda bayraktarlık yapmalarına âmil 
olmuştur. — Fuad Köprülü: Türk Edebiyatında İlk Mutesavvifler. Zeki Velidi: 
Taaih Kongresi Zabıtları. H. Namık Örkun: Eski Türk Yazıtları. T. T. T. Kuru- 
munun yayınları. — ' ; . • 

^ İşte Kırşehir’deki Araz-Taraz, Kayserdeki Talaş akıncı Türklerin Anado- 
u ya armağanlarıdır. Bu arazı içinde Karlı -Kar sadur adında da yerler bulun- 
tSCİÎ Y* 


mevkuf e bir kıt’a arazi ki Kemaıettdin demekle maruf ve müştehir olduğu 
için hududunu beyandan müstağnidir. Bundan sonra oğul evlâdına, nesil- 
den, nesile, batından batma vakf-ı sahih-i şer’î ile vakf olundu. Şu hâle 
nazaran bildirilen şartlan hâiz zevata vakfedilen arazinin hududu beyan 
olunur ki: Gündoğusu Selemencik karyesi, yol ve Kmdırapmar’ı - ki 
Pmarağzı denmekle maruftur. - Sağ tarafı Borkaya ve sol tarafı Çalıkavak 
ve poyrazı Gedemenbeli’dir. Gedemenbeli’nin sağ tarafı Çıralıgedik, sol 
tarafı MalÖrenbeli ve nişanları üç tepedir. Günbatısı Akçaviran’dır. Arazinin 
diğer kıtasının hududu beyan olunur ki: Sağ tarafı Çakırlı ve sol tarafı 
Taşocağı ve kıblesi Yassıöyük ve sağ tarafı Kervanyohı ki nişanı tepeye 
muttasıldır, sol tarafı Akbor, Kerkeskaya’dır. Yani bu zikrolunan arazinin 
cümlesi i yarı bölünmemiş (msfuş-şayia) hisseye muhtastır; yani kalan yarı- 
nuı altıda birisi - ki huduttan, hukuktan, tevabiden, levahikten ve nehr~i 
carinin (ırmak dediğimiz kasabanın ortasından geçen Kılıçözü çayı — C.T.) 
dâMlinde bulunan subasar arazi ve nehricârînin haricinde bulunan kıraç 
arazinin umumu ve hususu ve bu arada mevcut bulunan bağ ve bahçenin 
hepisi ve nehricârînin gündoğu ve günbatısı her iki tarafa muttasıl olmakla 
beraber mezkûr hudutların umumu ve husus ile beraber cümlesi vakf o- 
İtindu. Ye üzerine vakf olunan Mefharünnisa binti Şah Paşadır. Ve Kızıleniş 
namiyle müştehir olan arazinin yarısı ve mezkûr Kuşdilli namiyle ünlü 
arazinin kalan yarısı Mefharünnisa olan Şah Paşa’nm kızının hassaten hak- 
kidir ve mütebakisi de mezkûr Şah Seyid Mehmed içindir. Ve bu arazinin 
hududunda tekrar tariften müstağnidir -ki zira açık olarak bilinmiştir- Vakf -ı 
sahihli şerî ile vakf olundu -ki: Gündoğusu tarîk-ı âm ve günbatısı Hendek- 
hisaradır. Ve kıblesi Kuşdilile maruf arazidir ve şu hudutların cümlesi kasa- 
badır ve kasaba derununda bulunan arazinin hududunun kıblesi ve gündo- 
ğusu .ve.; poyrazı umuma ait yoldur ve günbatısı kalenin etrafıdır. Yani bu 
arazinin ' cemisinin hududu Ahi İbrahim’e muttasıldır. Gündoğusu ve kıblesi 
Îbîiibarın ki Irmak kenarıdır ve günbatısı umuma ait yoldur. ' ^ 



Bundan sonra mevkuf atın kimlere ve nasıl vakf edileceği bildiril- . 
inektedir. Şahit künyeleri arasında geçen «Mevlâna Durmuş Bin Ali, Durmuş 
Bin Alembeyi, Ahmed Bin Türkmenbeyi, İshak Bin Halil Fakih, Mustafa 
Bin Abbas Fakih, Mustafa Bin Merambeyi, Haşan Bin Abbas Seyid Mehmed 
Bin Mürtaza, Ali Takı Bin Ebül- Abbas» isimleri de dikkate şayandır. Seyid 
Mehmed’in babasının adı da Murtaza olduğu anlaşılmaktadır. 

Bay Köker ’in ceddi Hacı Tura’ya ait olduğunu söylediği Şecerena- 
mede — emsalinde olduğu gibi — soy halkaları tam ortada büyük daire için- 
deki Ahmed Geylânî - Ceylânı J y e bağlandıktan sonra teselsül eden halkalar 
ön iki imam, dört halife ve Hazreti Peygamberden sonra tâ Âdem’e kadar 


uzatılmakta ise : de, bu bağlantının 'manevi yol yönünden olduğuna şüphe 
yoktur." Taşıdığı ada göre (Tura) nm soy kaynağını Orta Asy alarkla, Tür- 
kistan ellerinde aramak daha doğru olur. 

Vakf iyenin, .yazılış tarihi olan H. 290 ile içinde Kırşehiri admm geçişi 
bizi düşündürmekte ise de Hacı Tura’ya ait bu arazi hudutları içinde 
Keylik adıyla anılan mahaldeki Karlu - Karsadur, diğer adıyla Bayat 
yer .adlarmm .geçişi, dikkatimizi, ‘ Abbasî Halifelerinden Mutasını 
ordulariyle en büyük rakibi olan Şarkî Roma İmparatoru Teofilos kuvvetleri 
masında '824^829. Milâdî yıllarında Ankara önlerinde vukua gelen savaş 
üzerine çekmektedir. 

^TâraMerin • haber verdiğine göre Teofilos yüz bini mütecaviz bir kuv- 
vetle - tecavüze, -TCabodoky a?yı ‘istilâ, ? şehirleri, -köyleri tahrip, ,insa3ilan->'-iim- 
feay aliaşlamif tı .^Mı^feasmı, cbu : nrüthişn saidırıyar karşı koymak için Türklerin 
kahramanlığına müracaat etti. Esasen Mutasını Bağdat şehrinde Türk 
' ordusu için iSamrâ’yı < 4esis ^etmişti. .Ordu -gibi idare de Türklerin nüfuzu 
alimdi idi. ^Türk 'komu^ idaresinde 'Karluk ve Oğuz boylarından tur a- 

lan ordu, Anadolu’yu çiğneyen Teofilos’ıı Ankara önlerinde feci bir hezimete 
uğrattı. Sakarya kıyılarına kadar ilerleyerek oralarda yerleşti. 

İşte Hacı Tura’mn bu ordu ile gelen aşiret beylerinden, veyahut da 
ordu içinde bulunması mutad şeyhlerden birisi olduğu anlaşılmaktadır. 
Kalede Alâeddin camiine taşıttırılan taşlar arasındaki H. 735 tarihli «Hacı 
Tura bin Süleyman» ibaresini taşıyan mezar taşı gözonürie getirilirse H. 290 
tarihli vakfiyenin bu zatın dedelerinden birisine ait olduğu anlaşılmaktadır. 
Netekim Tapu Umum Müdürlüğündeki kayıtlara göre Taraz- karyesinin, 
temessük tarihi H. 890 defter-i atika mülk kaydı 963 tarihinde vaki olmuş- 
tur. Bu arazi gelirinin altı hissede beş hissesi Sivas’ta medfun Abdülvahap 
Gazi’nin çocuklarının iaşesine tahsis edilmiştir. Bunlar, sonraları o zamanlar 
Hacı Bektaş’a bağlı olan Salanda köyüne göçetmişlerdir. 

* * • 

Bu arazinin aynı zamanda Kernaleddin adiyle anüışı, yukarıda bah- 
settiğimiz Keylik mezreası gelirinin Cemele kalesi dizdarlarına, kaledeki 
Alâeddin camii ile Şeyh Süleyman, Ahievran, Âşıkpaşa zaviyeleri hizmet- 
lerine tahsis edilişi, Hacı Tura vakfiyesinde geçen Şah Paşa adı, Osmanlı 
beyliğinin kuruluş günlerine ait olaylara ve bu devlet idaresinde vazife 
alan şahsiyetler üzerine de dikkatimizi çekmektedir. Bilindiği gibi, bu bey- 
liğin kuruluşunda Oğuz Türkmenlerinin, başlarında bulunan Ahiler ve 
Bektaşiler’in mühim hizmetleri ve rolleri olmuştur. Osman beyin rüyasını 
müjdeleyen, kaynatası olan, maddî ve manevî yardımlarda bulunan Edebah 
Kırşehirli ve Ahi şeyhlerindendir, Eçtebalı gibi çocukları da bu yeni devlete 


12 


canla başla hizmet etmişlerdir. Bilhassa Orhan Beyin ilk zamanlarında vezir 
olan Alâeddin Paşa Ahilerdendir ve babasının adı da Kemaleddin’dir. 

Kaledeki Alâeddin camimin de bu zat tarafından inşa ettirildiği sanılmak- 
tadır. Taraz - Kemaleddin arazisi içinde bulunan Keylik mezreası hasılatın- 
dan Alâeddin camiine tahsisi bu sanımızı teyit eder. Gene Orhan devrinde 
vezir olan Nizameddin Ahmed Paşa, Edebalı’nm oğlu Mahmud’un oğludur, 

Bir de Nizameddin Ahmed Paşa’dan sonra vezir olan Hacı Paşa ile Hacı 
Tura oğlu Mevlâna Seyid Mekmed’in zevcesi Mefharünnisa’nın babası Şah 
Paşa’nın ayni şahıslar olduğu kanaatmdayız. Kaledeki mezar taşları arasın- 
da bir de Hacı Hatun adına rastlanmaktadır. Tarihler, İkinci Murat devri 
ricalinden Kırşehirli Şihabeddin oğlu Şeyhi Paşa ile Timürlenk Anadoluda 
iken iki defa nezdine sefaretle gönderilen kadıaskerlik ve vezirlik yapmış 
Kırşehirli Beyazıt oğlu Şeyh Ramazan Paşa’dan bahsederler. Bu devlet 
ricalinin Hacı Tura neslinden ve Ahi mensuplarından oMuğu. hatıra gelmekr 
tedir. Hacıbektaş dergâhı Meydanevi kapısında bulunan 769 tarihli kitabe- 
de «Melik-iMeşayih sülâle-til Evliya Ahi Murad» tâbirinin geçişi, o zaman- 
lar Osmanlıoğullarımn Kırşehir’e verdikleri önemi. Ahilerle Bektaşiler ara- 
sında ayrılık gayrilik olmadığım gözlerimiz önünde canlandırır. 4 . 


Anadoiuda İslâm-Türk Egemenliği 
Tarihinde Kırşehir 

Etiler, Etiler’den sonra Friky ahlar, Gasgaslar, Yunanlılar, Romalılar 
ve Bizanslılar’in idaresinde bulunan Kırşehir ve dolaoylarmda zaman zaman 
* Alan, Kelt ve Kumanlar gibi, Türk soyundan kavimlerin gelip yerleştikleri 

hâlâ bu adları taşıyan -yerlerden, bu milletlere ait elde edilen san’at eser- 
lerinden anlaşıldığı gibi, dokuzuncu ve onuncu yüzyıllardan itibaren de 
Oğuz ve Karluk boylarından bir çok aşiretlerin mevki aldıkları Orta Asya 
menşeTi Taraz, Karlı, Karsadur, Kulbak, Caruk, Çu, Çungarya, Keş,, Kaş, 
Bayat, Bayındır, Kongur, Büğdüz, Kıyan, Özbek, Erbek, Balbal, Yuğ... gibi, 
* coğrafya ve kültür adlarından, vesika ve eserlerden sabit olmaktadır. r ' 

1071 yılında Malazgirt’te büyük Selçuk hükümdarı Alp Arslan’la 
Bizans İmparatoru Diyojenis arasında vukua gelen ve tarihin seyrini değiş- 
tiren büyük zaferden sonra Kutulmuş oğlu Süleyman ve haleflerinin mer- 
•* kezi Konya’da olmak üzere kurdukları Anadolu Selçuklular devleti idare- 

sinde sayılı şehirler arasında bulunan Kırşehir; ikinci Kılıç Arslan, eski bir 
geleneğe uyarak ülkesini on bir oğlu arasında taksim ettiği zaman Ankara 
ile beraber Muhyiddin Mesud’un payına düştü. 566-1190. Fakat, Tokat’ta 
hüküm sürmekte iken Konya’yı ele geçiren Rükneddin Arslan, Mesud’u 
Ankara kalesinde iki üç yıl kadar muhasara ettikten . sonra Ankara’yı zabıt, 

^ Muhyiddin’i iki oğlu ile beraber idam ettirmişti. 600-1204, 

Kardeş geçimsizliklerinde elden ele geçen, yol uğrağı olması dolayı- 
şiyle kanlı savaşlara sahne olan Kırşehir, yukarıda da yazdığımız gibi 625 
yılında Mengücük oğullarmdan Muzafferüddin’e timar olarak tahsis edildi. 
Esasen âlim ve fazıl bir insan olan Mengücüoğlu, Gülşehri adı verilen yeni 
timarım,' vücuda getirdiği eserlerle gerçekten bir gül ve kültür şehri mer- 
4 tebesine yükseltti. 

Gene İbnibibî’den öğrendiğimize göre [Anadolu Selçukî Tarihi. M. 
N. Gençosman tercemesi. S: 226] 25 Haziran 1243 te Sivas’ın 60 Kin. kadar 
) şarkında KÖsedağı’nda Moğol ordulariyle Selçuk orduları ar asında başlayan 

kanlı savaş, Keyhlisrev’in mağlûbiyetiyle neticelendikten, Selçuk Sultanı, 
Moğol kumandam Baucu’ya her yıl vergi vermek suretiyle Moğolların hi- 
' m'ây esine girdikten sonra Kırşehir, Moğol ordularının yaylak ve kışlağı 
haline gelmişti. Bu ordular Malya ovasında barımrlardı. Bir ara, Moğol 
Kaam tarafından Pervane Muiniddin’ in babası Sahih Mühezzibüddin’in ve- 
fatı dolayısiyle — ■ Rum vezirlerinden o zamana kadar hiç birisi hakkında 
gösterilmemiş bulunan bir teveccüh eseri olarak -t- Kırşehir emareti rüt- 
besini vezirlik menşuru ile birlikte Sahih Şemseddin’e göndermişti. 

Moğolların Anadoluya tayin ettikleri valilerin ağır zulümleri* Selçuk 
memurlarının idaresizlikleri, artık, çekilmez bir hale gelmişti. Bu tarihlerde 
Kırşehir beyi olan, Moğollara karşı uzlaştırıcı bir siyaset güden Nureddin 
Caca Kırşehir’i nisbeten huzur ve sükûna kavuşturmuş, Caca Bey Heyet 
medresesini kurmuş, ilmi ve âlimi korıımuştu. 

Anadolu beylerinden Hatıroğlu Şerafeddin Mesud ve -kardeşleri' Ka- 
raman oğullarile birlik ederek Moğol belâsmı kökünden sökmek için • teşeb- 
büse giriştiler, hattâ Mısır Sultanı Beybars’â elâltından: haber yollâdılâr? 
çünkü Memlûk Sultaniyle putperest olan Moğollar arasında dinî bir nefret 
vardı. Beybars, Anadolu’daki bu durumdan faydalanmak amaciyle Möğol- 
lâra harp açtı. H. 67 6 baharında büyük bir ordu ile Şam’dan Anadolu mze- 
rine harekete geçti. İlhan komutanlarından Toku ve Todan Kırşehirkışla- 
ğmdan Elbistan’a doğru yollandılar. Muiniddin Pervane ve Kürşehif ^Beyi 
Nureddin Caca da Tacik ve aşiretlerden birleşik kuvvetle Selçuk Sultanına 
mülâki oldular; Elbistan ovasında Beybars’m ordusuyla karşılaşan Selçuk 
ve Moğol •askerleri ağır bozgunluğa uğradılar. Muiniddin: Pervane: Sultan 
Keyhüsrev’i de alarak Tökad’â çekildi. Beybars, Kayseri’y e geldiği- zaman, 
kendisine yardım adancmda bulunan Anadolu beylerinin: birer köşeye; giz- 
lendiklerini gördü; hiç bir kimse davetine icabet etmedi. Kayseri’de. on gün 
kadar kaldıktan sonra memleketine döndü, bir çok Anadolu bey ve komu- 
tanlarını tutsak ^olarak götürdü. Bunlar arasmda Nureddin >.Gaea : ve kardeşi 
Siracüddin İsmail da vardı. 

Giyaseddin Keyhüsrev M. 1283 te Ilhan’ın emrile: idakn * olunduktan . 
sonra, yerine ikinci Gıyasüddin Mesud geçirildi. Anadolu acıklı bir ; durum 
içinde kıvranıyordu. Hattâ Moğolların Anadolu’ya : tayin - ettikleri valiler 
bile : kendi m hükümdarlarına karşı isyan etmekten çekinmiyorlardı Anadolu 
Türkmen beylerinin müzaheretiyle ayaklanan Baltuğ; Mahmud Gazan 
tarafından gönderilen Kutluğ Şah komutasındaki ordu ile: Kırşehir yakma- 
larında zorlu bir savaşa tutuşmuşlardı. Bu yüzden de bir çok masum Ana- 
dolu rinsamnı kılıçtan geçirdiler., . .. 

Bu • iç ayaklanmalar karşısında Selçuk devleti için için çökerken, 
Moğolların nüfuz ve hâkimiyeti de yavaş yavaş kırılınağa^ halk yer yşrdstik- 
1 âlini ilân eden Türkmen beylerinin sancağı altında oymak uymak birleş- 
meğe başladı. 

Bu karışık ve karanlık devirlerde Kırşehir; Selçuklularm enkazı 
üzerinde kurulan Ertenalılar, Karamanlılar, Dülgadir ve Osman oğullarının 
eline geçmiş, mütegallibe ve müfsidlerin [1] ayakları altında çiğnenmiş, 
müstevliler ve müstevfî’ler [2] in yağma ve tahribine uğramıştır. 

Süğüt, Eskişehir ve Bursa taraflarında kurulan, yeni zaferlerle gün- 
begün kuvvetlenen ve genişliyen Osmaıfhlarm ikinci beyi Orhan, Er ten a 
oğulları hükümeti içinde başgösteren karışıklıklardan faydalanarak, doğu 
sınırları üzerinde önemli bir kale olan Ankara’yı, oğlu Süleyman Paşa ku- 
mandasiyle gönderdiği bir ordu tarafından 1354 senesinde zaptettiği 
zaman [3] bu beyliğin kuruluşunda maddî ve manevî müzaharette bulunan 
Âhiller’in merkezi olan Kırşehir’i de Osmanlı hükümeti içine katıp katma- 
dığını kesin olarak bilemiyorsak da Hacıbektaş dergâhı Meydan evi kapı- 
r smdaki 769 tarihli kitâbede Ahi Murad adının geçtiğine göre bu tarihlerde 

OsmanlIların elinde bulunduğu anlaşılmaktadır. 

Son Ertena emiri Ali Beyle Selçuk oğullarından Kılıç Arslanın kanlı 
cesedlerine . basarak kadılıktan sultanlığa yükselen, Ömrü sürekli bir savaş 
içinde geçen Kadı Bürhaneddin, en güçlü rakibi Osmanlılar’ a karşı kendini 
korumak için stratejik önemi bulunan Kırşehir kalesini ele geçirmek fırsa- 
tını, kolluy ordu. Yıldırım Beyazıd’ın karışıklıklar içinde geçen saltanatı 
zamanında Mürüvvet Bey [4] Kırşehir kalesini alarak Kadı Bürhaneddin’e 
teslim etmişti. 

I . İlkbaharda Kırşehir’e gelen kadı; bir çok . mühendisler* . mimarlar, 

ustalar ve ; malzemeler getirerek Kırşehir kalesini . . tamir ettirdi, yeniden 
surlar yaptırdı. Buralarını güvenli bir duruma koyduktan , sonra Eyüphisar 
yoluyla . hükümet . merkezi olan Kayseri’y e döndü. Karam anlılar ’la da 
kozunu paylaştıktan sonra tekrar Kırşehir’e geldi, Kütvâlinin direnmesine 
rağmen Cemele kaleslini de zaptetti. Osmanlılara karşı düzenler kurmak, 

p. [î] Bezmürezim. S: 85. . 

[2] Müstevfi Şerefeddin Osman, kendi payına düşen Niğde’ye geldi; Bu 
günün . pıahyesini, ihtisası hasebiyle kanun ve kaidelerle idare edecekti. Gelir 
gelmez, , halkın emvaline kasırga, gibi sarıldı. Tarhettiği ağır vergiler yüzünden 
hiç bir baca tütmez olmuştu. Bin toku aç bırakmadıkça doymuyor, bin kişiyi 
çıplak koınadıkça giyinemiyördu. Hasılı bütün halkı aç.; ve -.çıplak 

şehrine gelince - öyle zulümler,: , iftiralar icad eyledi 's ki,, memleket baştanbaşa 
harabeye döndü. Meşâyih onun arzularını yerine getirmek için tekkeleri, zâyi- 
yerleri rehine koydular. O kadar fâhiş teklifler yaptı ki, servet namına ellerde 
birşey bırakmadı. Sülük gibi halkın damarlarmdakini . de emiyordu. Nekeslik, 
' yalancılık tabiata okadar müstevli idi ki elini destere ile bileğinden ayırsaiar 

I - avucundaki hardal tanelerinden bir tekini düşürmek imkânı yoktu, [Aksarayı 

Tezkeresi] 

[3] Osmanlı Tarihi, S: 36. İ. H. Uzunçarşılı. 

[4] Moğol artıklarından kara tatarların beyi. 



16 


ittifaklar sağlamak için îsfendiyar oğlu Süleyman Paşamın ve Karamanoğ- 
lunun elçilerde burada buluşuyorlardı [5]. 

Kadı Bürhaneddin, Akkovunlu Beyi Kara Osman’ın elinde tutsak 
olarak yaralı bir kuş gibi, can verirken bu topraklar tekrar Osmaniılar’m 
eline geçti [6]. Fakat bu geçiş, tam merkeze bağlı bir geçiş değildi.. Fırsat 
buldukça Karaman ve Dulgadir oğulları bu illere saldırmaktan, tahrip ve 
yağma etmekten geri durmuyorlardı. 

Timürlenk, korkunç bir çığ halinde Anadolu içerlerine doğru yuvar- 
lanıp gelirken, dumanlı havayı seven Karaman oğlu Alâeddin Bey, Timur’a 
gönderdiği bir nâmede; «Nekadar kale varsa bunlar benim elimdedir; ne 
kadar tekâyâ ve zevâyâ varsa bunların dervişler ve konuklan benim ile 
beraberdir. Eğer kabul buyurursanız, bunların hepsini emrinize müheyya 
kılayım, beraber olalım» diye bildiriyor; bu teklifi kabul eden Timur, bir 
, elçi gönderiyor; bu arada Karamanoğlu Kırşehir’i baştan başa yağma etti- 
' rıyor; ekinler, dikinler çiğneniyor, her yer yakılıp yıkılıyordu 803-1401. 

Timürlenk Kayseri’ye geldiği zaman, Bayezid’in sipahileri de Kırşe- 
hir’e kadar uzanmışlardı. Düşmanının durumunu anlamak ve dilâvma çık- 
mak için Melik Şah komutansmda bin kişilik bir kol yollayan Aksak Timur. * 

kendisi de arkadan Kırşehir’e gelmiş, komutanlariyle bir kurultay kurmuş- 
tu. Bu toplantıda iki fikir görüşüldü: «Yıldırım Bayezid’i Kırşehir’e çek- 
mek, Kırşehir’de müdafaa ve harbetmek, yahut ilerlemek.» Bu sonuncu 
fikir üst geldi; ordu Ankara yolunu tuttu. Kırşehirliler arasında dolaşan bir 
rivayete göre ordu arasında bir kımıltı sezinseyen Timur: «Aman bu top- 
raklarda şeamet var!» diyerek çadırları yıktırmış ve harekete geçmiş. Ankara 
istikâmetine yürüyüş fikrinin kabul edilişinde bu olayın da tesiri olsa gerek! 

Çıbıkovasmda iki Türk Başbuğu arasında vukua gelen kanlı savaş, 

Bayezid’in mağlûbiyet ve esaretiyle sona erdikten sonra Timur, OsmanlI- 
ların elinde bulunan ülkeleri şuna buna peşkeş çekerken' Kırşehir de Kara- 
man oğlunun payına düştü [7]. 

Anadolunun düzenini altüst eden Timur, çok oturmadı. Başkenti 
Şemerkand’e dönerken sağ cenah ordusunu Tokat ve Amasya’ya, sol cenah 
ordusunu da Kayseri’ye gönderdi, kendisi de merkez ordusuyla ilerleyerek 
Kırşehir’e geldi. Bu sırada yarım ay şeklinde dağılan Timur ordusu tara- 
fından sarılan Karatatarlar âciz kalarak reislerinden Mürüvvet ve Teber» 

[5] Bezmürezim. Aziz İsterâbadı. Farsça nüsha. S; $$$» 

[6] Âşık Paşazade: S: 73. 

[7] Âşık Paşazade Tarih. S: 80 • 


— ÎT 



rük [8] beyleri gönderip teslim olduklarım bildirdiler,, Timur bunları ordu- 
suna katıp beraber götürdü. 

Yıldırım Bayezid’in oğlu Mehmed Çelebi temelleri kökünden sarsı- 
lan Osmanlı binasını yeni baştan düzenlerken Karamanoğlunuıı baskın 
yapmak için hazırlıklarda bulunduğu haberi gelince Çelebi Mehmed, Evre- 
nuz Beyi Karamanoğlunun üzerine yolladı, Karamanoğlu Aksaray tarafla- 
rına çekildi, Evremiz Bey takibe koyuldu, bu takip üzerine Sultan Mehmed’e 
sığındı, Kırşehir’in Cemele kalesinde birleştiler, ülkesinin yarısını vermek 
şartiyle uzlaştılar.' Çelebi Mehmed’in Kırşehir’de basılmış parası olduğu 
söylenmekte ise de elde edilememiştir. 

Osmanlı ordularının Rumeli’ye geçmesinden, saltanat değişikliklerin- 
den fırsat bulan Karamanoğulları, bu topraklara el uzatmaktan geri dur- 
muyorlardı. İstanbul’un fethinden sonra Fatih, Karamanoğulları gailesine, 
son verdi 879. Gene müzmin bir çıban halinde Osmanlı bünyesini rahatsız 
eden Dulgadir oğullarını da Yavuz Selim kesin bir darbe ile temizledi. 

YÖNETİM: 

Kırşehir’in eski çağlara ait adı gibi, idare şekillerini de kesin olarak 
tesbit edecek belgelerden uzak bulunuyoruz. Romalılar zamanında Kırşehir, 
Karsıyan, Mazoka - Mazarka - Mazaka da denilen Kayseri temine tâbi idi. 
BizanslIlar, Selçuklular, Ertenalılar ve müteakip idarelerde Kırşehir, Kay- 
şartıyla uzlaştılar [9]. Çelebi Mehmed’in Kırşehir’de basılmış parası olduğu 
vakfiye ve beratlardan anlaşılmaktadır. Ösmanlıların ilk çağlarında Kırşehir, 
Paşa sancağı olan Konya’dan maada Niğde, Aksaray, Beyşehri, Kayseri ve 
Akşehir’le beraber Türkmen eyâleti denilen Karamana dahil idi. Zaman 
zaman Amasya, Niğde, Alâiye, Karahisar’la birlikte mirimiran rütbeli bir 
mutasarrıfın idaresinde bulunduğu, mütesellimler, yani mutasarrıf vekille- 
rde idare edildiği, bir ara Ankara vilâyetine bağlandığı anlaşılmaktadır. 
1 Eylül 1337 tarihinde müstakil liva, Cümhuriyet devrinde vilâyet olmuştur. 
Hâlen Kırşehir ili: Avanos, Çiçekdağı, Mucur, Kaman, Hacıbektaş ilçelerin- 
den kuruludur. 

[8] Karakurt kaplıcasile Karalar köyü arasındaki bir düzlüğe köylüler 
Teberriik adını vermekte, burada tuğladan inşa edilmiş künbedimsi bir yapı 
bulunmaktadır. Karatatarlarm burada oturdukları, karalar halkının bu oymak- 
tan bakiye oldukları sanılmaktadır. 

[;9] Camiiddüvel. 


Tarihte Gülşehri 

Bazı tarihçilerimizin sandığı gibi Gülşehri yalnız Arabsun 
ilçesinin adı değildir [*]. Selçuk hükümdarı Alâeddin Keyfcubad H. 625 tarih- 
lerinde eskiden Kolonya - Kögonya adiyle anılan Şarkî Karahisar - Şebin 
Karahisar Meliki Mengücük oğullarından Muzafferuddin Mehmed Behram 
Şah’ın hükümetine son vererek Arabsun gibi bazı mevkilerle beraber Kır- 
şehri’ni timar olarak tahsis ettiği zaman her ikisine birden Gülşehri adı 
takılmıştır. Nit ekim Kırşehir Vakıflar İdaresinde eski defterlerde rastladı- 
ğım: «Arabsunla Kırşehri’ne Gülşehri denilir» kaydı, Ahievran’a ait Şecere- 
nâmede geçen: «Gülşehri namıdiğer Kırşehri’de kârhânesini bina eyledi». ; 

satılan, Hacıbektaş Velâyetnâmesinin 107 nci sayfasındaki: «Meğer ol vakit 
Kırşehri’nin adı Gülşehri idi. Dopdolu mescitler, camiler, medreseler çok 
idi. Mamur şehirdi. Müderrisler, müftüler, âlimler ve kâmillerle şehrin içi 
dopdolu idi» parçası, bu olayı teyit ettiği gibi, Kırşehir’in o devirlerde aldığı 
Gülşehri adına yaraşık mesud inkişafını da hayalimiz Önünde can- 
landırmaktadır. - 

«Kırşehri kelimesiyle Gülşehri kelimesinin bir olduğunu müverrih-i 
meşhur Ayıntaplı Aynî Efendi büyük tarihinin birinci cildinde beyan eder; 
çünkü 25 büyük ciltten ibaret olan o tarihin birinci cildi coğrafya ve daha 
doğrusu esâmi-i büldandan ibarettir. İbare şöyledir: 



«Aynî merhumun tarz-ı tahririnden şu da anlaşılıyor ki, o tarihlerde 
Gülşehri kelimesi Kırşehri kelimesinden daha meşhur imiş; çünkü bunun 
aksi olsaydı Kırşehri kelimesini başa koyar, buna Gülşehri dahi denilir, 
derdi. [Ferhenknâme-i Sadi mukaddimesi, Kilisli B. Rifat Bilge] 

[-■>] Ne acı ki: Su satırların tashihini yaparken Gülşehri adının resmen 
Arabsun’ a verildiği haberini duyduk. O çağlar eriştiği inkişaı, yetiştirdiği^ şahsi- 
yetler göz pnüne alınarak — tarihin haklı olarak verdiği bu ad bari kendisinden 
esirgenmemek idi? Bilmem ki tarihe ve ilme ne zaman saygı göstereceğiz? — 

«Hoca Mesud Ayasofya kütüphanesinin 4737 numarada kayıtlı 
«Emsilet-tüt Tasrif» adındaki kitabının sonuna el yazısiyle «Eşşeyh Mesud 
Bin Osman min-el Rum-il Kırşehri», diğer: 1096 numarada kayıtlı Şeyh 
İmam Ebülkasım’a ait «Cevâhirülfıkıh» adlı kitabın sonuna' gene el yazısiyle 
yazdığı: «Eşşeyh Mesud Bin Osman minel Rum-il Gülşehri işaretleri, her 
iki adm da bir olduğunun en doğru şahitleridir. [Aynı eser] 

Feleknâme mübdii Ahmed Gülşehri de gülyurdunu şu inci mısra la- 
riyle edebiyatta yaşatır: 

Hasse şimdi taze Gülşehri gülü 
Kim göze göstermez esrü sünbülü 

Ahmed Gülşehri’den yüzyıllar sonrar Halk şairi Dadaloğlu’nım şu 
koşması : 

Çıktım yükseğine seyrân eyledim 
Alyeşil bahçeli Kaman görünür 
Firkat geldi ah eyledim, ağladım 
Kılıçözü cayır çemen görünür 

Biter Kırşehrinin gülleri biter 
Çırpınır dalında bülbüller öter 
Çok olur güzeli hep yeni yeter 
Kaşının üstünde keman görünür. 

Hamdullah Müstevfî’nin: «Zarif ve gârgir binalara malik genişçe bir 
kasaba» dey e övdüğü; Cihannümâ müellifinin «Havasının, suyunun güzel- 
liğinden, kale ve pazarlarının zenginliğinden» bahsettiği Kırşehir, yüksek 
mimar Saim Ülgen’in sanatkâr kaleminde bir tablo gibi canlanır: 

«Kırşehir, Türk mimarisinin Selçuk âlemine açılan küçük, fakat 
rüyeti geniş bir penceresi, san’at tarihimize ve kültür hayatımıza, hattâ ben- 
liğimize hizmetler etmiş sevimli bir yurd parçasıdır. Anadolu’nun en kurak 
noktasında yeşilliklere bürünmüş olan Kırşehir, bozkırların seraplarını ha- 
kikat yapan bir vaha gibi, tepelerin arasında ansızın görünür; kuru, kayalık 
yol güzergâhında yorulmuş gözlere birdenbire sonsuz bir inşirah verir.» 

«Türkiyenin bir çok köşelerinde olduğu gibi, burada da şehrin hudu- 
dundan itibaren tarihî bir havanın esmekte olduğu sezilir. Geniş saçakları 
ile, akşamın kızıl mahmurluğunu seyreder gibi payandalara yaslanmış şah- 
nişli ve cumbalı evler ve bu evlerin çerçevelediği sokaklar; zâiri uzun tet- 
kiklerin mevzuu olabilecek nefis âbidelere ulaştırır. [Vakıflar Dergisi, No. 

Kırşeüirde Türk Eserleri. 1942] 



Rahmetli İshak Refet Işıtman’m yazdığı, büyük müzisiyen Ahmed 
Adnan Saygun’un bestelediği Gülşehri Marşı’m da tarihimizin sayfalarında 

nesillerin hâfızasma armağan etmekten kendimizi alamadık: 

Bilgeler yatağı, bilgi kaynağı 
Gülüsün sen gelin Anadolunun.. 

Burada yok seni sevmeyen gönül.. 

Gülşehri, Gülşehri, güller gibi gül! 

Gönüller bağının, sevgi yolunun, 

Yaylalar üstünde sensiıı durağı.. 

Toprağın gül kokar, yellerin sünbül! 

Gülşehri, Gülşehri, güller gibi gül.. 

27/7/1937 



Ortaçağ Kültür Tarihimizde 

GÜLŞEHRİ 

; DOĞUŞ: ' - T . 

Bir vakitler Kılı çözü, Ökse ve Kılıççı çaylarının billûr aynasında; on 
sekiz bin zarif ve kârgir binalarla süslü; burcu bârû çevresi muazzam sur- 
larla örülü; içi âlimler, fazıllar, şairler, kadılar, müftüler ve kâmillerle dop- 
dolu; muhteşem varlığım aksettiren Gülşehri’nin ortaçağ Anadolu tarihinde 
dikkati çeken özelliği, aldığı bu ada yaraşık, gözlere, gönüllere gülümseyen, 
Çevresine ışık veren feyizli bir mihrak hâline yükselişidir. 

Bu mazhariyete erişini hazırlıyan âmiller arasında coğrafî mevkiinin 
Önemiyle beraber; damleihad Anadoluya yönelen akınlar devrinde aynı 
soydan ve boydan gelen kütlelerin yer alışları; bunların başında Orta Asya- 
mn kültür ve medeniyet merkezlerinden göçeden bilgin ve ergin kişilerin 
ocaklarım kurup gönüllere, vicdan ve izanlara, hattâ kollara ve emeklere 
hâkim oluşları; sayılabilir. 

Baba îlyas ve oğullarının Gülşehri’nin kızıl tepelerinde kurdukları 
hanekâh; devlet düşkünü Mengücük oğullarından Muzafferuddin Behram 
Şah’ın menkûbiyet içinde geçen ömrünü oyalamak için vücuda getirdiği 
medrese ve müesseseler; Cacaoğlunun Heyet üniversitesi; yalnız ustaları ve 
san’atkârları değil, bütün eşraf ve âyam, kılıç ve kalem erbabım aydınlık 
çatısı altında toplayan ve köylere kadar uzanan Ahi zaviyeleri; Kaya Şeyhi, 
Nasuhdede, Ebriay-i Mehmed Çelebi ve Hacı Mahmud savmaalan; Ferhenk- 
nâme-i Sadi, Süheyil ve Nevbahar mütercimi Mesud • Gülşehri’nin Emsilet- 
tüt Tasrif adındaki kitabını içinde telif ettiğini söylediği Ebvabil-birri Ebu 
Sadiye Gülşehri’nin kültürel varlığım işleyen mekteplerdi. 

Kırşehir’in 40 Km. doğusunda Suluca Kara Höyük eteklerinde Hora- 
san erenlerinden Hacıbektaş’ın alevlendirdiği ocağı da unutmamak gerek! 
Halk şiiri dediğimiz öz çığır; Yunus -Emre, Abdal Musa, Kaygusuz Abdal 
gibi, dillerde ve gönüllerde yaşayan yıldızlar; bu sihirli meş’alenin ışığında 
kendini bulmuş ve yaşamıştır. 

«Âşık Paşa-yı Veli, Ahievran yahut Ahi elvan, Şeyh Süleyman, Hacı- 
bektaş: bir 'günün, bir asrın, bir fikrin müçtehitleri olduğuna şüphe edile- 
mez. Kırşehir’in' Caca Bey medresesinde toplanan Hacıbektaş’tan maada bu 
asrı müçtehitlerin içtihadı, Konya’nın Mesnevi medresesi olan Karatay’a 
rekabet etmekte idi. Karatay - Konya mektebi Fars felsefe Vve içtihadı ile 
uğraşırken Âşık Paşa: Garibnâmesi’ni ibda’ ediyor, Şeyh Süleyman: Tezke- 
re~i Evliya’yı, Alıievran: Gülşen-i Raz’ı ve kimbilir daha bilmediğimiz yazı- 
cılar neler yazıyorlardı [1]. 

Devrin âlim ve şairleri yabancı dillerle ilim yapar, şiirler dizerken, 
Babaîler tarikatmm kurucusu Baba İlyas’m torunu Âşık Paşa’nm, çağlar 
üstü bir görüşle, Türk ve Tacik cümle yoldaşların gaflet uykusundan uyar- 
mak için öz dille : s . ' 

Türk diline kimesne bakmaz idi 
Türldere hergiz gönül akmaz idi 
Türk dahi bilmez îdi bu dilleri 
İnce yolu ol ulu menzilleri». 

deye haykırışı, Gülşehri yârânmın tahakkukuna çalıştıkları dâvanın kudsiyet 
ve şümulünü belirtir. 

Şâir Paşamızın bu ulusal ve sosyal inanı: «Bundan böyle: Divânda, 

dergâhta, mescidde, meydanda türkçeden başka dil kullanılamaz!» ülküsüyle 
harekete geçenlerin başında bulunan babası Muhlis Paşa’dan, içinde yasa- 
dığı muhitten aldığına hiç kuşku yoktur. 

Hâlâ halk; Gülşehir ulularının Caca Bey medresesinin kubbesi göğe 
açılan Heyet medresesinin camekânları kitaplarla dolu kütüphanesinde; 
Süleyman Türkmâni’nin Heftiriz’deki havuzlu bağında; Ahievran tekkesinin 
temellerini yalayarak akan Kılıçözü çayının cennetleştirdiği İkizarası’nm 
güller kokan, bülbüller çileyen koruluklarında; Âşık Paşa hânekâhı’mn 
bütün şehri kucaklayan yemyeşil bahçesinde; bazan da Hacıbektaş’ın Gül- 
pınar deresinde" zaman zaman birleşerek sohbetler edip, kerametler göster- 
diklerini anlatırlarken [2] o zamanlar 20-25 yaşlarında bir delikanlı olan 

[1] Anadoluda İçtimaî Zümreler ve Anadolu İçtimaiyatı, Baha Said, 
Talim ve Terbiye Mecmuası, 5 Ağustos 1334. 

[2] Hacıbektaş velâyetnâmesinin de . anlattığı gibi: 

Nakleder ol kân-u eltaf-u kerem 
Hacıbektaş-ı veleiy-yi muhterem 

Kırşehri de Ahievran ile V> 

Oturup sohbet ederlerdi bile 
Barşehride ne ki var hâs u âm 
Kıldı istikbâl Hünkârı tamam 

Hacıbektaş Kırşehir’e cansız duvara binip geliyor, yolda taşlar onu selâm- 
lıyor, halk istikbâline koşuyor. Ahievran vak vak çığlıklarıyla sohbeti bozan 
kurbağalara: «Mübarekler, ya siz konuşun, ya biz! deyerek onları susturuyor. 


— 23 — 


Âşık Paşa’nm Darı ceci-yığmı üstünde darılan dağıtmadan, türkçe hutbe 
okuduğunu söylerler. Evet; bu söylentilerin hepsi de bir efsâne olabilir. Aşık 
Paşa’run gösterdiği keramet: Halkın sandığı gibi, darı tanelerini dağıtmama- 
sında değil, Türkün ve türkçenin hor görüldüğü bir devirde türkçe hutbe 
okumak gibi, medenî bir cesaret ve hamle izhar edişindedir. 

Anadolu, yerden gökten sağnaklar halinde yağan zulümler ve Ma- 
ketler altında inim inim inlerken; Âşık Paşa nın: 

Cümle işin yekreği birbikdürür 
Birliğâbitmek bütün erlükdürür 
Birliğâ bitenler erdi menzile 
ff" İkilikle kimse gelmez basile 

Kanda kim iki gönül birliktedür 
GÖresün bunlar hangi dirliktedür 
Birlik ehli hoş geçirir vaktini 
Birikenler tuttu dünya tahtım 

hitabiyle perişan gönülleri birliğe çağrışı, herhalde tekkelerim esrarlı ha- 
vası içinde masivâdan el çekmek için değil, dünya tahtının etrafında birlik 
olup, vıkılan bir varlığı kurtarmak olduğuna, hangi gönül inanmaz. 

Bir gün, Türk kültür hâzinesinin ana kaynağını aramaya çıkanlar, 
her halde, Gülşehri’ne uğrak vereceklerdir 


Fazıl üstad Veled Çelebi îzbudak, Gülşehirli Hoca, Mesud’un 
Ferhenknâme-i Sadi tercemesinin lahikasında şu acı, fakat haklı hıtablarda 

bulunur: . 

«O devirde ilim ve kemalin yüksekliğine bakmak ki, Kırşehri gibi 

Anadolunun vasatında bir şehirde Âşık Paşa, Şeyh Süleymanı Veli, Hoca 
Mesud Gülşehri gibi zevat zuhura gelmiştir. Bir de divan veya manzum bir 
eser sahibi «Gülşebr i »vardır ki, işbu Hoca Mesud’dan gayri olmasa gerek. 


w •'O 

Simdi oralarda ümena-yi dinden vasat derecede âlimler, âmiller bile 
görülemez.» ' * r v ™ 1^1 


Bu acı hitabın cevabını, gene, tarih sayfaları içinde buluruz . 


Hıristiyanlık dünyasının İslâmlık âlemine karşı gösterdiği şuursuz 


taassup ve menfaattan doğan Haçlı seferler, Selçuk oğullarının kardeş kav- 


Halkın inanışına göre Ahievran değirmeninin yanındaki muayyen bir mevkide 
bâlâ kurbağalar ötmezmiş! Süleyman Türkmanı daha çocukken bile bir gün her 
nasılsa içinde uyuyup kaldığı mescidin kapıları kendi kendine açılılyor ve ken- 
dini evde buluyor. - 

gaları, iç düzensizlikler, Kösedağı felâketinden sonra nüfuz ve hâkimiyeti 
ellerine alan Moğolların zulüm ve baskıları, daha sonraları Selçuk devleti- 
nin enkazı üzerinde kurulan beyliklerin sonsuz münazaaları, yol uğrağı 
olan Kırşehir’in kanlı savaşlara sahne oluşu, yağma ve tahribe maruz kalışı, 
İstanbul’un fethinden, sonra Anadolunun hemen hemen unutuluşu,.. 

Kısaca anlatmaya çalıştığımız sebepler yüzünden buralarda büyük 
adamların yetişmesi şöyle dursun, vaktiyle yetişenlerin unutulmasına, eser- 
lerinin, hattâ mezar taşlarının bile kaybolmasına âmil olmuştur. • 

Elli sene Ahievran’a yoldaşlık eden, Türk irfanına eserler veren Ah- 
med Gülşehri’nin ve Hoca Mesudun, Kadılar kadısı Necmeddin İbrahim’in 
Mevlânanm biricik halifesi Çağa oğlu Mecdettin’in hayat ve akıbeti karan- 
lıklar içindedir. Bu bilginlerin eserlerini ecnebi diyarlarında buluyoruz. 
Bunlar hangi yollardan, hangi eller vasıtasiyle oralara gittiler? Kimbilir daha 
böyle adını, sanım bilmediğimiz atalarımız ve ata yadigârlarımız ziyaa 
uğradı ve uğratıldı? 

Bu illerde tarihsel bir varlığı dile getirecek eser ve âbidelerin bir 
çoğu, zaman ve tabiat dediğimiz insafsız ve şuursuz unsurlar m zulmü kâfi 
gelmiyormuş gibi, bir de insan eliyle tahrip ve ifna edilmişlerdir. Aşağıda 
vereceğimiz bir iki örnek, bu tahribatın iç sızlatan fecaatini anlatır: 

Muzafferüddin Behramşah’m ayakta duran medresesinin kapısı kale- 
deki Alâeddin camimin tamirinde kullanılmış, kitabesi inkılâbı ters anlıyan. 
bir tarih hocası tarafından tuğlalarla silinmiş, Âşıkpaşa mahallesindeki iki 
künbetle Koruluk mezarlığındaki künbetler yıktırılarak taşları idadi 
mektebinin inşasında sarfedilmiş. Lâle camii hayırsever bir Kırşehirlinin 
müdahalesiyle tahrip kazmalarına lokma olmaktan kurtarılmış, Kızılırmak 
kenarındaki kervansarayın güzelim mermerleri de hükümet konağına ba- 
samak olmuş, yanındaki Kesikköprü’nün kitabesi gelen geçen yolcuların 
attığı kurşunlarla delik deşik edilmiş, Çamalak köyündeki kervansarayın 
da temelleri sökülerek komşu bir ile götürülmüş, Âşık Paşa türbesinin bu- 
lunduğu sırtları baştan başa kaplayan, Kırşehir’in o çağlara ait hüviyetini 
aydınlatacak olan, bugün üzerlerindeki nefis yazıları yazacak ve işleyecek 
sanatkâr eli bulunmayan kabir taşları mermerleri kaynak yerinde kulla- 
nan demirciler tarafından paramparça edilmiştir. Yirmi yıl önce bir arka- 
daşımla bu mezarlıkta gezerken rastladığımız üstünde Arslan, kurt, meşe 
dalı resimleri bulunan taşların şimdi yerlerinde yeller esiyor. Aşık Paşa 
türbesinin bahçesindeki Muhlis Paşanın hatununa ait mezar taşının bir par- 
çası kırılmış, bir çoklarının üzerlerindeki kitâbeler kazınarak yeni harflerle 
yazılar yazılmıştır. 1935 - .1936 yıllarında çarşı imar edilirken dimdik duran 
bedestenin yıkılışı yüreklerde bir acı olarak yaşar. Tahrip silsilesi o kadar 
çok ki saymakla tükenmez. Son kırıntıları bari, işte atâlanmızm eserleri! 
diye koruyabilsek. 



Kırşehir Tarihinde Babaîler 


Orta çağda kurulan Gülşehri okulu’ nun temellerini atanlar 
arasında saydığımız Baba îlyas ve haleflerinden de kısaca bahsetmek ye- 
rinde olur. Maksat ve gayemiz dinler ve tarikatlar tarihi yazmak olmamakla 
beraber, şu noktayı belirtmek isteriz ki: Anadolu’nun sosyal, kültürel haya- 
tında büyük ve önemli tesirleri olan B a b a î 1 i k ; özünü Orta Asya’da 
yaşayan Türkler’in ilk din ve inançlarından alarak, zaman ve mekân zaru- 
ret ve şartlarına göre yuğrulmuş millî bir akide sistemi ve felsefesidir. 
Umumiyetle Horasan erenleri çerçevesi içinde mütalâa edilen 
şahsiyetler; Hayderîlik, Kalenderîlik, Melâmîlik, Ahilik, Bektaşilik hattâ 
Mevlevîlik, Bayrâmîlik gibi, tarikat ve müesseseler doğrudan doğruya 
B a b a î 1 i k ’ ten sızan kollardır. Meşrep değişse bile neşve birdir. Bu 
yolda yapılan tetkikler genişledikçe hakikat bir parça daha tebarüz 
etmektedir, 

BABA ÎLYAS. 

Âşık Paşa’mn dedesi Baba îlyas, Moğol istilâsı sebebile Türkü stan’- 
dân göç ederek Kır şehir de yerleşen büyük şahsiyetlerden biridir. Künyesi: 
Şucaeddin îlyas bin Aliyyül-Horasanî’dir. Oğuz boylarından Bayındır aşire- 
tine mensuptur. Doğum tarihi belli değildir. Torunlarından Ahmed Âşıkî, 
tarihinde künyesini sayarken: Baba îlyas Halifetüs-seyyid Ebülvefâ Taciil- 
ârifin dediğine göre îlyas’m Ebülvefâ halifelerinden olduğu anlaşılmaktadır. 
Ebüİvefa’nın H. 501 yılında öldüğüne ve Baba îlyas’m yedinci asırda yaşa- 
dığına bakanlar, şeyhi .. değil, piri olduğunu söylemekte iseler de manevî 
bağlantılarda aradakiler pîrin şahsiyetinde eridiği için şahıslar ve zamanlar 
üzerinde pek okadar durmazlar. 

Anadoluya hangi yıllarda geldiği bilinemiyen Baba îlyas, Danişment- 
lil.er zamanında bir müddet Kayserimde kadılık yapmış, Selçuklular bu böl- 
gelere hâkim olduktan sonra 625 yılında Amasya’da Hanıkah-ı Mesudi şeyhi 
olmuş, etrafına binlerle mürit toplamıştır. Selçukî devletini kökünden sar- 
san Baba îshak isyanında parmağı olan Baba îlyas, Amasya yanındaki 
Çatbükü çiftliğine gönderilerek orada beş yıl kadar oturmuşsa da büyük 


oğlu Tuğracı Şemseddin Mahmud’un ve Amasya emiri Fahı-eddin Ali’nin 
şefaatiyle affedilerek tekrar Hanikâhı Mesudi şeyhliğine getirilmiştir. Baba 
İlyas’a bir şey yapılamayışı, o zamanlardaki nüfuzunun kudretini gösterir. 

Baba İlyas 657 yılında ölmüştür. Mezarı Amasya’da kendi adiyle anılan 
Ilyas köyünde bir ağacın altındadır. Halk sanlık evliyası olarak tanırlar. 
Bu hastalığa tutulanlar, bilhassa Hızırilyas’ta kabrini ziyaret ederler, ora- 
daki su ile yıkanırlar. Çorum’a tâbi Mecitözü ilçesinin Kaleycik köyünde 
oturan Piroğulları adile maruf aile, Baba Ilyas’m neslinden geldiklerini, 
ellerindeki fermam her nasılsa ziyaa uğrattıklarını söylemektedirler. Bunlar 
Alevindirler. 

Baba İlyas’m Şemseddin Mahmud, Muizüddin Ali, Ziyaeddin Musa, 
Muslıhıddin Musa (Muhlis Paşa) adında dört evlât bıraktığı sanılmaktadır. 

MUHLİS PAŞA 

Bazı vesilelerle temas ettiğimiz Âşık Paşa’nm babası Muhlis Paşa 
hakkmda da esaslı bir bilgimiz yoktur. Anadoludaki Moğol zulmünü kaldır- 
mak için girişilen hareketlere katılan Paşa’nm Mısır’a firar ettiğini ve 709 
tarihinde Kos şehrinde öldüğünü, oğulları Ali Âşık (Âşık Paşa), Gıyased- 
din Mahmud ve Oğuz Çelebilerin Amasya’ya döndüklerini Amasya Tarihi 
müellifi haber vermekte ise de Abmed. Âşıkî’nin Tevarih-i Al-Osman da 
(S: 199) Muhlis Paşayı Osman Gazi büyükleri arasında sayışı bu rivayet- 
ler hakkında bizi tereddüde düşürmektedir. 

Baba İlyas’ın evlât ve ahfadı Selçuklular ve onun enkazı üzerinde 
kurulan küçük küçük beylikler zamanında üzerlerine büyük ve önemli 
hizmetler aldıkları gibi, o çağlarda Anadolu ve Rumeli’de tahaddüs eden 
bir çok dinî ve millî kıyam ve devrimlerde, adeta Dimağ ve kalp vazifesini 
görmüşlerdir. 

ÂŞIK PAŞA 

Türbe kitâbesinin mealine göre «Ledün ilminin sahibi, uyarıcıların 
biricik kutbu, Tanrı’nm eri Şeyh Baba, Muhlis’in oda şeyh İlyas-dân’ın 
torunudur. Bu âleme ^ Ha’ kelimesinin ebced hesabile tutarı olan 
670 de geldi. Zelce kelimesinin tutarına göre 733 Safer ayının on 

üçüncü salı gecesi bu dünyadan uçtu. Bir kısım tarihler Kırşehir’de bazıları 
da İlyas köyünde doğduğunu yazarlarsa da yukarıda da kaydettiğimiz gibi 
dedesi Baba İlyas’m ilk defa Kırşehir’de yerleştiği, Kırşehir timarımn 
amcası Tuğracı Şemseddin Mahmud’a tahsis edildiği, anasının mezar taşı- 
nın Kırşehir’de bulunduğu ve Süleyman Türkmânî’den ders aldığı gözönüne 
getirilecek olursa Kırşehir’de doğduğu galip bir ihtimal dahilindedir. Âşık 
Paşa’nm asıl adı Alâeddin Ali’dir, Ali Âşık da derlerdi. 

Anadolunun en buhranlı demlerinde dinî, siyasî cereyanlara karış- 
mış, idare etmiş bir aile ve muhit içinde hayata gözlerini açan Alâeddin Ali, 
kâmil bir insan olarak yetiştirilmiştir. Lâtif î’nin yazdığı gibi: «Meşayih-i 
kibarın ağniy asından idi. Şâhâne izzü cahı ve padişâhâne kudret ve desti- 
gâhı vardı». Ali Âşık, sofiyâne ve dervişâne bir terbiye almakla beraber, 
dünya işlerine karışmaktan, cemiyet ve devlet içinde vazife almaktan da 
geri kalmamıştı. Amasya Tarihinden öğrendiğimize göre Amasya’yı elde eden 
Karamanoğlu Yahşi Bey tarafından Mısır’a gönderilen sefaret heyeti arasında 
amcası oğlu Firüz Beyle beraber Âşık Paşa da vardı. Hattâ bir defa da 
Anadolu emirleri arasında esaretle Mısıra gittiğini gene Amasya tarihin- 
den öğreniyoruz. 

Bir çok kaynaklar, Osmanlı Beyliğinin henüz teşekkül etmediği, 
yalnız Ertuğrul Beyin Uçbeyi olarak şöhret aldığı sıralarda, Muhlis Pa» 
şa’nm oğlu Âşık Paşa ile Eskişehir’e geldiğini, Ertuğrul Beyden hürmet ve 
iltifat gördüklerini, Osman Beyin istiklâlini ilân ettiği 1299 tarihinde Âşık 
Paşa’nm da yanında bulunduğunu haber verirler. Torunu Abmed Âşıkî 
> de tarihinde «S: 199» şu satırlarla bu olayı teyit eder: «Osman Gazi zama- 

nında ülemadan Tursun Fakih vardı ve fukaradan Baba Muhlis ve Osman 
Gazi’nin kaynatası Edebalı vardı. Bunlar duaları makbul azizlerdi». Gene 
ayni müellifin aşağıdaki manzumesinden Âşık Paşa’nm Orhan Gazi devri 
büyükleri arasında yer aldığı anlaşılmaktadır: 

Okutur hutbe Orhan Gazi 
Ol Osman bin Konurlu nesli Gazi 
Şeriat gülüne gelinler oldu 
Çün doğdu şems-i bahtı Orhan Gazi 
Gaza içtin kim ak feork giyiiptür 
Yüzü sağ, işi sağ Orhan Gazi 

Ne geyse yaraşır Orhan Gazi 
Aşık Paşa zamanında idi Gazi. 

Âşıkî’nin son rmsramdan Orhan Gazi’den daha ünlü olduğunu anla- 
dığımız Aşık Paşa’nın ve bahasının OsmanlIlarla temasında bu beyliğin ku- 
ruluşunda önemli roller oynayan Babaîler ve Ahiler ailesinden oluşlarının 
tesiri bulunduğu şüphesizdir. 


Âşık Paşa, kuruluş hazırlıklarında bulunan Ertuğrul oğullarile irti- 
bat tesis' ettikten sonra Kırşehir’e döndüğü ve orada vefat ettiği anlaşıl- 
maktadır. Ankara, Kırşehir ve dolaylarının Orhan Gazi zamanında kolayca 
OsmanlIların eline geçişinde bu görüşmelerin zemin hazırladığı ve bu te- 
maslarda Edebalı’nm da parmağı olduğu muhakkaktır. Türbesi, Köse 
Peygamber adile anılan Ertena’nm veziri ve Âşık Paşa’nm kardeşi oğlu 
Alâeddin Ali Şah tarafından yaptırıldığına ve bu tarihlerde Kırşehir’in Er/ 
tena oğullarının idaresi altında bulunduğuna göre, hu görüşme nin gizli 
olarak yapıldığı sanılır. Çünkü Ankara 1354 tarihinde zaptedildiği zaman 
Âşık Paşa yirmi iki yıl önce Baka diyarına göç etmişlerdi. 

Âşık Paşa’nın zevcesinin adı Hacı Hatun olduğu, Elvan, Selman 
«Süleyman», Can, Kızılca adında oğulları, Melek Hatun adında kızı bulun- 
duğu vesikalardan, mezar taşları kitabelerinden anlaşılmaktadır. 



Babası gibi bilgin ve eezbeli bir şair olan Elvan Çelebi ve kardeşi 
Selman Çorum ile Mecitözü ilçesi arasında eskiden Tananözü denilen Elvan 
Çelebi köyünde yerleşmişlerdir. Bu yerleşmede dedeleri Baba İlyas’m bu 
sahadaki şöhretinin tesiri tabiîdir. Bu köyün hasılatım hu aileye temlik 
eden amca oğulları Alâeddin^ Ali Şah, Elvan Çelebi için de cami, türbe 
ve imaret yaptırmıştır [1] . Âşık Paşazade deye anılan müverrih Derviş 
Ahmed Âşıkî, Yahya’nın Yahya, Selman’m oğludur. 803-1400 yıllarında 
Elvan Çelebi tekkesinde doğmuş, burada terbiye görmüştür. Ahmed Âşıkî 
İstanbul’da büyük dedesi Âşık Paşa için bir cami inşa ettirmiştir. Âşık- 

paşa adında da bir mahalle mevcuttur. 

Bu ünlü kişinin adım ebedileştiren en kıymetli eseri: Garibnâme’- 
sidir. On iki bin bey itlik bu abideyi, dilimizin arı pırlantalarım içinde 
saklayan, Türklerin alplık ve kahramanlık çağlarını dile getiren, sosyal 
hayatından örnekler veren bir hâzine olarak, bugünün anlayışına göre in- 
celemek erbabı için bakir bir konudur. Millî Eğitim Bakanlığımız, dil inkı- 
labımızın başta gelen müjdecilerinden olan Paşamızın Garibnâme’sini yeni 
harflerle bastırarak genç neslin istifadesine sunarlarsa millî irfanımıza en 
faydalı hizmetlerden birisini daha başarmış olurlar. 

[1] Elvan Çelebi Türbesinin resmini ve H. 855 tarihli vakıfnamesini lütfe- 
den Çorum Milli Kitaplık memuru sayın Eşref Ertekin, ayrıca şu rivayeti de 
yazıyorlar : . 

«Âşık Paşa oğlunun türbesi yapılırken Kırşehir’den develerle mermer 
yollamış. Develer .Elvan Çelebi köyüne gelip te taşları bıraktıktan sonra çöktük- 
leri yerde taş olup kalmışlar ve bu durumu işaret sayarak türbemi develerin taş 
oldukları yerde yapmışlar. Hâlâ bu yere gelenler bir taşa okuyarak atarlarmış!^ 


Son zamanlarda Âşık Paşa’nm şahsiyeti, İlmî ve edebî değeri etra- 
fında haylıca kabarık yazılar yazılmasına, etüdler yapılmasına rağmen, 
hâlâ, o bağrında inciler saklayan engin bir denizdir. Kendimizde bu um- 
mana dalacak kudreti bulamadığımız, esasen kitabımızın hacmi de buna 
müsait olmadığı için bu konuda sözü erbabına bırakıyoruz. 

ÂŞIK PAŞA TÜRBESİ: 

Şiir ve tasavvuf âleminin seçkin ve ergin bir yıldızı olan Âşık Paşa’- 
nm edebî durağı, kasabayı doğudan kuzeye doğru bir kuşak halinde saran 
kızıl tepeler üzerindedir. Bu olgun insanın enginlikleri kucaklayan hâkim 
tepeleri medfen olarak seçişi, yüceliklere âşık ruhunun kâmil, bir ifâde- 
sidir. Bembeyaz mermerlerden işlenmiş türbesinin [2] cephe penceresi ile 
saçak arasında şu kitâbe bulunmaktadır: * 



Türbenin içine iki basamaklı bir kapıdan girilmekte, dar bir kori- 
dordan sonra sağdaki kapıdan esas sandukanın bulunduğu odaya çıkılmak- 
tadır. Kapının her iki yanında da renkli iki mermer sütun vardır. Kapı 
sövesinin üzerinde de mermere oyulu şu kitâbe bulunmaktadır: 


<03 

Herhalde asıl kahir, diğer türbelerde olduğu gibi, sandukanın bu- 
lunduğu zâviyenin altındaki mumyalıkta olsa gerek. Bu sandukanın son- 


[2] Yüksek Mimar Ali Saim Ülgen Vakıflalr Dergisinin ikinci sayısında 
«Kır şehir de Türk Eserleri» başlığını taşıyan kıymetli etüdlerinde Âşık Paşa tür- 
besinin mimarî karakterini İlmî bir görüşle tesbit etmişlerdir. On beş yirmi gün 
önce, gene bir vazife ile Kırşehir’e gelen saym dostumuzla türbeyi ziyaret ettiği- 
miz zaman cephede bir kayma olduğunu söylemişlerdi. İlgililerden tamirine him- 
met bekleriz. 



radan konulduğu, mumyalığa ait medhâlin kapatıldığı sanılmaktadır. 

Türbenin önünde vaktiyle pek güzel tarh ve tanzim edildiği asarından, 
ihtiyar bodur ağaçlardan belli bir bahçe ve mermerden yapıkmış çeşme 
bulunmaktadır. Ne yazık ki çeşme bakımsızlıktan bir külçe haline gelmiş. 

Ayni zamanda aile kabristanı olan bu hazireye sonradan rastgele cenazeler 
konmuş, bir çoklarının kitabeleri silinerek yeni yazılar yazılmış, hattâ ; 

Muhlis Paşa’nm hatununa ait kabir taşı kırılmıştır. Marifetimle bu taşlar 
ziyaa uğramamak için kaledeki Alâeddin camiine taşıttırılmıştır. 

Muhlis Paşa’nm hatununa ait mezar taşındaki kitabe: i 



Âşık Paşa’nm zevcesi Hacu Hatuna ait kitabe: 



Türbenin arka penceresi önünde yuvarlak bir sütun üzerindeki, ; 

 

Kitabenin Âşık Paşa’nm oğlu Çan’a veyahut haremine ait olduğu 
anlaşılmaktadır. Vaktiyle bizim 764 olarak okuduğumuz tarihi, sayın Halim 
Baki Kunter 964 olarak tesbit ve Vakıflar Dergisinin ikinci sayısında neş- 
retmelerse de oğlu Çan’a ve yahut Can’m hâremine aidiyeti kabul edilecek 
olursa 764 tarihinin daha doğru olacağı kanaatmdavız. 

[*] Sayın Halim Baki Kunter’i tesbit ettikleri şekil: 


ÂŞIK PAŞA' VAKFİYESİ 

Bütün araştırmalara rağmen Âşık. Paşa’nm vakfiyesini bulamadık, 
1247 tarihli bir berattan Sivas sancağında- Sorgun nahiyesine tâbi Kozsaray, 
diğer adıyla Kozviran karyesinin malikânesi Âşık Paşa zaviyesi vakfı ve 
divanîsi hashümayun mülhakatı olduğu; 1219 tarihli bir berattan da: Kır- 
şehir nahiyesine tâbi neferat ile Karsadur, diğer adıyla Bavat karyesi nısıf 
malikânesinin Âşık Paşa zaviyesi vakfı olduğu anlaşılmaktadır. 

Defter-i hâkani: Kanunî Süleyman devrine ait 735 numaralı defterde 
şu kayıt bulunmaktadır: - 

163: Mezrea-i Alâ Binar ve Küçük Bulaş ve İçmevirân. 

Malikâne tamamı vakf-ı zâviye-i Âşık Paşa ber mucib-i (defteri atik) 
(Dîvânîsinin dahi zâviye-i mezbûreye vakfiyeti için merhum Sultan Beyazıd 
Hân aleyh-ir-rahmetü velgufran hazretlerinin hükm-i şerifi olup ve Alâüd- 
devle bey eyyâmlarından iki baştan vakfa tasarruf olunduğuna hüccet-i 
şer’iye olduğu pâye-i serîr-i âlâya arz olundukta iki baştan vakf olmak 
mukarrer buyruldu. ' 

164; Mezrea-i Karaca Kaya. 

Malikâne tamamı vak-ı zâviye-i Âşık Paşa ber mucib-i (defteri âtik) 
hâsıl-ı malikâne: 40. 

B E R A T SURETİ [*] 

Evkafı mülhakadan Kırşehirde vaki Âşık Paşa» zaviyesi vakfının 
berveçhi meşruta Tevliyet cihetinin nısıf hissesinin tevcihine dair olan inha 
üzerine kuyudu lâzımaşı bil ihraç muamelei kalemiyesi ledel icra olbapta 
naahkemei teftişi evkaftan olunan ilâm mucibince ciheti mezkûre mutasar- 
rıfları evlâdı vakıftan Esseyit eşşeyh Davut ve Esseyit eşşeyh Ali’den mer- 
kum Esseyit eşşeyh Davud’un fevtile nısıf hissesi mahlûlinden evlâdı 
vakfın olarak tevliyeti mezkûrenin hissei meşrutin lehi bulunan sulbi 
kebir oğlu işbu rafi’i tevki’i refî işşanr hakanî Esseyit eşşeyh Recep zade 
Salâhuhû’ye meşrutiyet üzere ber mucibi nizam vakfı mebzurun sal be sal 

[*] Bu berat suretini sayın Eşref Ertekin, Çorum Evkaf Dairesi kayıt 
defterinin (55) inci notundan istinsah ederek yollamışlardır. 

lâzım gelen muhasebesini mahallinde marifeti şerile rüyet eylemek ve terk 
re tekâsül vuku bulmamak şartile bil tevcih yedine berâti âlişânım ita 
olunmak babında Evkafı Hümayunum Nazareti tarafından. . ba telhis ifade 
olunarak nıucebince tevcih olunmak fermanım olamm 1296 senesi cemâzi- 
yel âhirin 4 üncü günü tarihile bu beratı hümayunimi verdim ve buyurdum 
ki mumaileyh salifilzikir nısıf hisse tevliyet cihetine meşrutiyet ve şartı 
mezkûr üzere mutasarrıf ola tahriren fil yevmil sadi aşer min şehri cemaziyel 
âhir li sene sitte ve tis in ve mi’e teyn ve elif. 



KARAKURT — KALENDER BABA 

Kırşehir’de Babaîler’den mühim bir şahsiyet de Karakurt kaphcası 
civarında tekke ve türbesi bulunan Karakurt diğer adıyla Kalender Baba- 
dır. Kesme taşlardan yapılan bu eser Selçukı mimarisi üslubundadır. 
Çarşının imarı dolayısiyle yıktırılan bedesten iradının bu tekkeye meşrut 
;| oldıîğu 18 Rebi ülâhır 1301 tarih ve 67 numaralı mahkeme ilâmından anla- 

l i şılmâktadır. Kitabesi kaybolan ve günden güne harap olan bu âbidenin de 

tamirini, kaplıcanın gelirinden faydalanan mahalli idareden bekleriz. 

Konya Dergisi’nin Eylül 1939 tarih ve 30 sayısında değerli bilginle- 
rimizden Dr. Prof. Süheyil Ünver « Anadoluda Kaplıcalar Tarihi» başlıklı 
makalesinde Karakurt Baba’nm Selçukî emirlerinden olduğunu ve kaplı- 
canın bu zatın adına izafeten Selçuklulardan Kılıç Arslan tarafından 530-1135 
tarihinde inşa edildiğini bildiriyor, Karakurt maddesinde yazacağımız efsa- 
neyi anlatıyor. 


SÜLEYMAN TÜRKMANÎ 

Süleyman Türkmânî Şeyh Hüseyin Mevlevi’nin oğlu, o da Şemseddin’in 
oğludur. Doğum ve ölüm tarihi hakkında bir kayıt bulunamamıştır. Yalnız 
türbesinde sandukasının üzerindeki s onradan yazılıp konulan levhada 692 
tarihi vardır. Vakfiyesi 697 tarihinde tanzim edildiğine göre bu tarihlerden 
sonra vefat ettiği sanılmaktadır. Evlâtlarından Şeyh Haşan Ef. oğlu Osman 
Hilmi, Naliş-i sevda ve Nakşil-medat adındaki eserlerinin kabında «Hârika» 
ünvanlariyle Süleyman Türkmânî’nin menkıbelerini havi bir risale hazır- 
ladığını bildiriyor ise de İstanbul’da vefatı dolayısiyle bu eserini bastırmaya 
muvaffak olamamış, müsveddeleri kaybolmuştur. Gene genç yaşında ölen 
küçük kardeşi Şemseddin’in elimize geçen ufak bir notundan öğrendiğimize 


.11 L 


göre: «Süleyman Türkmânî küçük yaşta iken babası Şeyh Hüseyin ile 
hicretin 62i inci yılında Anadoluya akıp gelen Türk aşiretleri arasında 
Konya’ya gelmiş, orada yerleşmiştir. Küçük Süleyman Mevlânamn ders- 
lerine devam etmiş, ondan feyiz ve ışık almıştır. Mevlânamn ölümünden 
sonra babası Şeyh Hüseyin de çok yaşamamıştır. Her yönden kemal çağma 
erişen Süleyman, Mevlâna’nrn oğlu Bahaeddin’in teşvik ve telklini ile Mev- 
levi tarikatını yaymak üzere Kırşehir’e gelmiş, bir hanekâh tesis etmiştir. 

Cacabey vakıfnâmesinde arazi sahipleri arasında Şemseddin Türk- 
man Beyi adında birisine rastlamaktayız. Her halde bu zat Süleyman Türk- 
mânî’nin dedesidir. 

Süleyman Türkmânî’nin Lokman Baba’nm hâlifesi olarak gösteril- 
mesi, Aşık Paşa’ya hocalık yaptığının bildirilmesi bu zatın Babâîîerle de mü- 
nasebeti oloduğunu hatıra getirmektedir. 

Baha Sait merhum Şeyh Süleyman Türkmânî’nin Tezkere-i Evliya 
adında bir eseri bulunduğunu yazmaktadır. Sayın dostum Profesör Doktor 
Feridun Nafiz Uzluk’ta özel notlarından şu bilgiyi lütfettiler: 

«Sehhaf kitapçı Raif Efendi ile îstanbulda görüştüğüm esnada bana 
dedi ki: Kırşehrindeki ünlü şair Güişehri Hazretinin adı, şimdiye kadar 
bilindiği gibi, Ahmed olmayıp Süleyman’dır. Mantıkuttayır tercemesinde 
bunu açıkladığı gibi Konya - Aksaray k şair Îsî dalıi bunu söylemektedir, 
îşte örneklerim, tanıklarım budur; diye şiirler okudum. Ben henüz karar 
vermiş değilim, defterimden buraya aktarmaya muvafık buldum. Raif ten, 
bu hususta bir yazı yazmasını da niyaz' ettim.. AksaraylI diyor ki «Musibet- 
nâme tercemesinde» : 


İsmail destanı kod budur yakın 
Mevlânâ ve Sultan Yeleddürü salı°ı din 
Çelebi gül, Şeyh Süleyman bülbülü 
AksaraylI Îsî bunların kulu 
Bunların âşkına hatmolsun kelâm 
Yer salâvat Mustafa’ya vesselâm 


Gene Îsî Tariknâmesinde : 


-Öl erenlerin yüzü suyu hakkı 
Diyenlere kıla uçmağı gani 


Failâftm fâilâtun fâilât 
Mustafa rakıma verir salâvat 



■Kani Sadî, Celâlettin ve Attar 
Veled, Gülşehri, Elvan kondu göçtü 

— Kemal Ümmi - 

Mantükuttayır tercemesinden: 

Şeyh Mevlânâ Celâleddin durur 
Kim cihanda bir aliyyüttayin durur 
Görmedik bir er ki ölüp yatmadı 
Ol Celâleddin cihandan gitmedi 
Da’vî Mevlânâ Celâleddin kıla 
Kim am dökelcüki âlem hile 
Yoksa sen bir söz kilimsen beyan 
Giru am sen işidesün keman» 


NOT: 

Şüphesiz bu noktalar yeni vesikaların ışığı' altında aydınlatılması gereken 
meçhullerdir. — C. H. T. 


SÜLEYMAN T Ö’ i İMÂNI T Ü E BESİ 

Kasabanın doğusundaki sırtlarda İmaret mahallesindedir.^ Günbegün 
harap, olmaktadır. Türbeye bir sayvanlıktan girilir. Solundaki yüksekçe 
sekide torunlarından Şeyh Haşan ile bunun oğllu Şeyh Süleyman’ın kabir- 
leri vardır. Her ikisinin de kitabesini şair-i maderzâd adıyla anılan İsmail 
Safa merhum yazmıştır 

Şeyh Hasanhn kitabesi : 

Haşan Efendi ki şeyh 4i kerim-ü kâmil idi 
Muhib-bi ilm idi ilmiie hem de âmil idi v, 

Vefatı dağ-ı derûıi oldu yâr-u ağyâre 
Cihanda hattâ haşmma vefası şâmil îdi 
■Gmay-ı kalbi kadar kudreti olsaydı eğer 
Şerik-i serveti eytâm ile er âmil idi 
Şefaat*! Haseneyn’e İlâhî mazhar ola 
Basan Efendi ki -şeyh-ü kerim-ü kâmil idi. 


Süleyman Efendinin kitabesi : 

Şeyhrü şebabe vird-i zeban niilusudui* 
Medh-ü senası Şeyh Süleyman Efendini» 
Züvvârı hep fezâilinin müstefididir 


- ‘ . — İS — 

Meşhurudur hasaii-i âlem-pesendinifâ 
Ahbabı, akrabası, hafidi, mücâribi hep 
Mengüşdâr-ı hikmetidir nush-ü pendinin 
Yarap şu çah-î medfeni olsun naziresi 
Cennetteki makam-ı güzin-i bülendlnin.. 



Değerli şairimizin ifadeye çalıştıkları gibi Şeyh Haşan cömertliği, 
Şeyh Süleyman zarafeti ile hâlâ anılır. Her ikisi de devrinin en yüksek 
medrese tahsilini görmüş, âlim fazıl insanlardı. 

Bu şekilde iki mezar daha mevcut. Birisinin üzerinde: 


diğer Selçukî biçimindeki mezar taşının baş tarafında da şu kitâbe 
okunmaktadır : 

Bu mezar Moğol ümerasından Kutluk Şahın oğluna ait olsa 
gerek [*]. 



[?] Anadolu’da' Türkmen beylerinin müzaheretine dayanarak isyan eden 
Balto Bay - Baltuk Beye karsı Mahmud Gazan Hân, meşâhiri ümerasından Kutluk 
Şah’ı başkumandan nasbederek maiyyetine verdiği büyük bir ordu ile 693-1299 
evâilinde Anadoluya irsal eyledi. Moğol serdarı Kutluk Şah Erzurum üzerinden 
Mayıs evâiline müsadif Şa’banda Amasya’ya gelip Pervâne-i Sultanî Halfetzâde 
Celâleddin Mehmed Beyi .kale zindanında hapisle Simre Nazırı İşboğa Noyin’i 
yanma aldı. Badehu cemiyet-i ihtilâliyeyi takip ederek Kırşehri civarında harbe 
girdi.» • 

«Moğol serdarı Kutluk Şah bilmuharebe Baltu Beyi bozup cemiyet-i isya- 
niyeyi perişan ve Sultan Mesudu Hân’ı esir ederek Gazan Hân’ın yanma gön- 
derdi. Sair Anadolu beylerine ibret-i müessire olmak zu’miyle bir takım meza- 
lim-i menfure irtikâp ederek şüphelendiği ümerayı müsadere ediyor, halkı 
kırıp geçiriyor, Baltu Beyin isyanında muavenet-i raadöiyesi anlaşılan hükü- 
metli Mısriyye üzerine gidiyorodu — Amasya Tarihi. C: 2, S: 441 - 442 — 



Sayvandan mescide girilmektedir. Solda bir kaç basamakla çıkılan 
mahalde dört sanduka , vardır. Baştan ikinci sandukanın üzerinde sonra- 
dan yazıldığı anlaşılan levhada: «Şeyh Süleyman-ı Veli Hazretleri: 792» 

ibaresi, diğer dolaba atılmış üç levhadan birisinde: «Ebnay-ı Mehmed 
Çelebi 850», İkincisinde: «Şeyh Süleyman Veli ahfadından Şeyh Osman 
Efendi: 1195», üçüneüsünde de: «Şeyh Süleyman Veli ahfadından Şey i 

Bekir Efendi: 1267» künyeleri yazılıdır. Yedi yüz yıllık ^bir ailenin ^efradı 
her halde bu beş kişiden ibaret olmasa gerek. Zengin vakıfları ile gül gibi 
geçinen çocukları biraz da bu nimetlerin sahiplerini düşünmüş olsalardı 
tarihe karşı borçlarım yerine getirmiş olurlardı. 

Türbenin dışında viraneye dönmüş zaviyenin karşısındaki çeşmede 
bulunan şu kitabeden buralarda Caca Beyin anasına ait bir imaret bu- 
lunduğu anlaşılmaktadır. Ne yazık ki lüle geçirilmek kitabenin ortası 

delinmiş! 



SÜLEYMAN TÜBKMÂNI VAKFİYESİ 

Sureti H: 1232 yılı Şaban ayında Kırşehir Medinesi kadılığından 
tasdik olunan Şeyh Süleyman Türkmânî vakfiyesinin aslı H: 697 yılı Mu- 
harrem ayında yazılmıştır. Usul üzere vakfiye; düalar, vâkıfın kadrim 
yüceltici tavsiflerle başlıyor ve özet olarak şöyle devam ediyor: 

«Şeyh Süleyman il Mevlevi merhum Şeyh Hüseyinin o da merhum 
Şeyh Şemseddinin oğludur. O, zat-i çelil - ül - kadir Kırşehri’nİn şark 
tarafına gelen müsafirler, komşular, garipler ve işi olanlar ıçm hır bina 
yaptırmıştır. Vakfedilenler: Şehrin etrafından Kızılca, Baranağılı, Kızılcaya 
yakın Büyük Çuğun, Küçük Çuğun ve Cemele burnundan Batat burnuna; 
ve oradan: Çukurtaş, Sabun yolu, Tabulga geçidi, Sabut mezreası ile Has- 
bahçecik, Bekiriye köyü. Gölhisar denilen yoldan Dikiütaş, Sekmat yolun- 
dan înaç, İkizhöyüğü, Bozbelek, Akpmar, Suluca deresi ve ufacık tepelere 
kadar; ve Dikili-Aktaşa giden yol ve bunun cümlesi ve bütün köylerin et- 
rafı birbirine bitişik, hepsi de Kırşehri’ne yakındır. • Samanlu ve Kalacık 
(Kulcak) mezreaları Konur nahiyesindedir ve hepsi Hacıbektaş nahiyesine 
yakındır. Yenice Koyuncak, Seğlik, Galaba, Yassıca, Kalekiz, Kozkiz kar- 
yeleri ve Emir köyü mezreası Kuyupmarı mezreasma bitişiktir ve Mucura 
yakındır. Nefsi Kırşehir’de zâviye-i şerife merkadma merbut kayıt ve. 
■sınırları belirli arazi ve bahçeler vardır. Vilâyet ahalisi ve tasarruf edenler 
indinde bu vakıf için gayrilerin hakkı Vardır; z'aviye-i şerifeye, mahalle 


yohanna ve kamu mesâlihiıaa sarf olunur. Kabrin ve mesâcidin gayri ve 
vakıfı mezbûrun şartı: Evvelâ vakıfları ve zaviyeleri tamirden sonra, arta- 
kalanları müsafirlere ve mücavirlere; bunlardan artanı da. Evkaf üzerine 
mütevelli olanlar ile zaviye şeyhlerine eşitlik üzere sarf olunur. Vâkıf; Ehİ-i 
zâviye, müsâfirîn-i mücavirinden hepsi imamla birlikte beş vakitte hazır ol- 
" makhğı şart kılmıştır. Kendilerinden bir fenalık zuhur etmedikçe bunlar- 
dan hiçbiri men’olunamaz. Ve ihvân-ı dini fena yola sevk ederlerse dera- 
kap tard olunurlar. Ve vakıf-ı mezbur şunu da şart kılmıştır ki: Şeyh 
ahlâk-ı cemile ve evsaf -ı hamide sahibi olup Mevleviyet hâllerini bilmeli- 
dirler ve libasları ile giyimli olmalıdırlar. Ve vakıf-ı nıezbûr mütevellilik 
ve şeyhlik vazifelerini kendi nefsine hayat kaydile şart kılmıştır. Sonra en 
' doğru evlâdlarma ve evlâdlarının evlâdlarma batından batma, karından 

kârına vazifenin verilmesini şart kılmıştır. Ve meşihatı kendisi dünyada 
sağ oldukça nefsine hasretmiştir. Sonra evlâdına ve . evlâdlarının evlâdına, 
nesillerden nesillere şart kılmıştır , Ve eğer soyu biterse memleketin hâki- 
mine vazife-i mukaddese tevdi olunmuştur. 

Bundan sonra vakfiye: Şartlan bilerek bilmiyerek bozanlar ve buyu- 

ruklarma uymayanlar hakkında kargımak ve ilenmelerle bitiriyor.. 



Defter-i Hakanı kayıtlarında Kanunî Süleyman devrine ait 735 
numaralı defterden: 

184: Karyei Yenice. Kuyucak derlermiş. 

■ Mâlikâne vakf-ı zâviye-i Şeyh Süleyman bermucib-i (defteri. Umur 

Taceddin) deyü defter-i atikte mesturdur. 

EBN AY - î MEHMED Ç E L» EBİ 

Süleyman Türkmânî türbesinde yatan Ebnay-i ' Mehmed Çelebinin 
Mevlânâ’nın oğlu Aİâeddin Çelebi ile ilgisi olması ihtimalini Kırşehir 
Tarihinin birinci baskısında kaydetmiştim. Kırşehir Vakıflar İdaresinde 
bulduğum H. 648 tarihli bir vakfiyede Mehmed Çelebinin künyesi şöyle 
gösterilmektedir: «Mehmed Çelebi bin Mesud Çelebi, bin Hoca Abdullah, 
bin Mansur halife bin Âli Abbas fi tarih sene isna ve âere ve sittemie: 612 

Mehmed Çelebi ’nin de Şeyh Mesud Çelebi, Şeyh Muslihiddin Esser- 
remlu Çelebi, Şeyh Emrullah Çelebi adlarında üç oğlu vardır. Sultan 
Alâuddevie canibinden ebi Mehmed Hoca Abdullah, Şeyh Mesud’a tefviz 
olunan mülk Emrullah Çelebi Ve intikal etmiştir. Vakfedilen arazi Aksa- 
’ ray’dadır. 

Kaman ilçesinin Müderris namı diğer Gökçe viran köyündeki bugün 
yeri bile bulunmayan Şeyh Muslihiddin medresesinin de Mebmed Çelebi’nin 
oğlu Şeyh Muslihiddin’e ait 'olduğu anlaşılmaktadır. Vakıflar İdaresindeki 
bir kayda göre bu medrese’ Selçuklular devrinde inşa edilmiştir. 

Defter-î Hakanı kayıtlarında Kanunî Süleyman devrine ait 735 nu- 
maralı defterde Çelebi Halife dervişleri adına yazılı parçayı Ebııay-i Meb- 
med Çelebi ile ilgili görerek aynen buraya alıyoruz: 

166: Mezkûr dervişler Kutb-il-meşayih Çelebi Halife kaddesalîâhü 
sırreh-ül-âziz Hazretlerinin makbul dervişlerinden olup ve mü ş âr-ün-iley h 
Selmân Halife makbul hülefasmdan. olup karye-i mezburda vaki olan zavi- 
yeye hizmet idegelüp ve âyende ve revendeye dahi hidmet idüp bu karye- 
den gayri nahiye-i Göksün’da kış mevsiminde şenlik olunup .gelüp gidenler 
zâviye-i mezbure konup hidmetleri olduğu için ümerâ-î Zülkadriye riayet 
idüp divâniye den mu’af kılınıp selâtîn-i Osmaniy eden merhum Sultan Se- 
lim Han Hazretlerinden hükm-î hümâyunları olmağın mueebile âlâ mâkân 
kaydolundu. ‘ l^lllf 

Bu. mezrea sonradan ihyâ olmağın kanun-ı Zülkadiriye üzerine sal- 
gın ve sâyır bid’alden nesne verilmez. >' 

Zikrolunan çiftlik Âlâüddevle Bey [*] oğlu Kaplan Bey mezbûr Ali’ye 
hibe idüp ol dahi bazı yerin bahçe idüp tasarruf idermiş. Badehu Ali Bey 
dahi mukarrer tutup eline temessük vermiş ilâ-hâzâ-el-yevm kimseneye 
öşür virmez. 

MUHTEREM HATUN TÜRBESİ 


İmaret mahallesinde, harap ve kerpiçten Örülmüş bir kulübe içinde 
bulunan bu kabre halk, Muhterem Hatun türbesi demektedir. Kabrin üze- 
rindeki iki metreye yakın mermer sanduka Selçukî biçimindedir. Yanların- 

[*] Bir ara Kırşehir’i eğemenliği altına alan Dulkadiroğullarmdan Alâ- 
üddevle Ahievran zaviyesini onarttığı gibi eski adı Bazarcık olan Sofular kö- 
yünde de bir cami yaptırmıştır. Bulkadiıii aşireti Sofuların 20-25 kilometre kuze- 
yinde: Dukadirili Kara İsa, D. Karabacak, D. Yarımkale, D. İnli Murat köyünde 
oturmaktadırlar. Bu köyde büyücek bir cami, hatırasında tetkike değer kabirler 
ve sütunlar vardır. Müderris eski adile Gökçeviran köyü Sofuların 20 kilometre 
güney batısında bulunduğu gibi Kaman ilçesinin 15 kilometre kuzeyinde bulu- 
nan, vaktiyle Kırşehir’e bağlı iken Keskine verilen Çelebi köyünde bu Çelebi 
hülefâsiyle ilgileri hatıra gelmektedir. 


da güzel bir sülüsle Ayetülkürsî, bunun üzerinde de farsça yazılmış edebî 
sözlerle başlıysan cümlelerden bu kabir Muhammed İbrahim kızı 
Melik Hatun’a aittir. Süleyman Türkmânî vakfiyesinin sonundaki şahitler- 
den birisinin Melikehatuıı mahallesinden olduğu kaydedildiğine göre bu 
kadının adım bir mahalleye verecek kadar yüksek bir aileye mensup olduğu 
anlaşılmaktadır. Şeyh Süleyman evlâtlarından ve Ebnayi Mehmed Çelebi 
vakfının son mütevellilerinden merhum Şeyh Salih, Mehmed Çelebi ile 
Muhterem Hatun’un bacı kardeş olduklarını söylemişti. Melik Muzaffered- 
din’in buralarda bir imaret tesis ettiği düşünülecek olursa bu kadının bu 
aileye mensubiyeti de hâtıra gelmektedir. Şu noktayı da esefle kaydedelim 
ki bu yıl Belediyemiz Melik Hatun türbesini satılığa çıkarmıştır. 

KAYA ŞEYHİ 

. Kayaşeyhi mahallesinde Kaya Şeyhi adile anılan bir mezar varsa da 
üzerinde kitabe bulunmadığı için hayatı hakkında bir bilgi edinemedik. 
Halkın rivayetine göre adının da Salih olduğu söylenmektedir. Şeyh Süley- 
man, Ahievran ve Âşık Paşa’nm arkadaşlarından imiş. 

MELİK GAZİ KÜNBEDİ' 

(Muzaffer ikMm Behramşah) 

Kasabamıza zeynet veren tarihî anıtların en güzellerinden birisi de 
halkın Melik Gazi Künbedi dediği, Mengücük Oğullarından Muzafferüddin 
Behramşah’a ait türbedir. Kesme taştan 8 köşeli ehram, daha doğrusu eski 
Türk çadırı şeklinde tepesine geçirilen mahrutî külahı ile mimarî san’atmm 
şaheseri [*] olan bu künbetin zemin katında küçük bir kapı ile girilen bir 
mumyalık vardır. Bu mumyalığm her iki yanından merdivenle .yukarı kata 
çıkılmakta ise de merdivenler, „ zamanla sökülerek düşmüştür. Beyaz mer- 
merlerle süslü kapının üzerinde, küçük harflerle Selçukî nesih ile kabartma: 



[*] Yüksek Mimar B. Ali Saim Ülgen Vakıflar Dergisinin 2 nci sayısında 
Kırşehirde Türk Eserleri başlığı altındaki çok kıymetli etüdlerinde Melik Gazi, 
Cace Bey, Âşık Paşa gibi âbidelerin mimarî karekterlerini İlmî bir görüşle 
belirtmişlerdir. 


kitabeden anlaşıldığına göre, bu künbedi Melik Muzafferüddin’in barem 
ehlinden birisi tarafından yaptırılmıştır. Bu zaviyede Hanefî ve Şafiî fı kıhla rı 
üzere iştigal edildiği, gene kitabe raündereeatmdan belli olmaktadır. Kitâbede 
tarih olmadığı için ne zaman yapıldığı anlaşılamamakta ise de Şebin Kara- 
hisar (Kögonye) hükümdarı iken H. 825 tarihlerinde mülkü elinden alına- 
rak Kırşehir’e yerleştiğine [1] göre bu tarihlerden sonra yaptırıldığı sanıl- 
maktadır. 

Bu künbedin tam kapı karşısında büyük bir medrese bulunduğunu 
ve 50-60 yıl öncelerine kadar ayakta duran kapısı sökülerek Kabada bulu- 
nan Alâeddin camimin tamirinde kullanıldığını ihtiyarlar söylemektedirler. 
Kapı üzerindeki kitabe inkılâbı ters anlayan bir öğretmen, evet Cumhuriyet 
devrinde bir Tarih öğretmeni tarafından silindiği için okunamıyor [2]. 

[1] «Anadoluda birlik tesisini en büyük gaye bilen, bu uğurda her tedbire 
baş vuran birinci . «Sultan Keykubad, Atabek Eriokuş’u büyük bir -kuvvetle 
Kögonye kalesinin muhasarasına göndererek sulh veya cenk yoluyla burayı ele 
geçirmesini emretmişti.» 

«Atabek Kogonye’ye vardığı ilk günde büyük bir harbe tutuştu,- içeriden 
ve dışarıdan kalabalık bir halk katioiundu. Melik, içinde sayısız erzak ve dal- 
galı deniz gibi su sarnıçları bulunan bu kale halkının iki taraf olmasından ve 
neticenin fenaya varacağından çekinerek kalenin teslimine mukabil memleketin 
bir tarafında kendisine bir .timar bağlanmasını Sultan huzurunda iltimasta 
bulunmak üzere Atabek Ertokuş’a bir elçi gönderdi. Atabek elçiyi Sultana yol- 
ladı. Alâeddin bu müjdeden sevindi. Melik Muzafferûddin’in akıl ve kiyasetinin 
derecesini takdirle ona Şam hükümdarlığı hududunda Ramman ve Nehrikâlî 
ile Eshab-i Kehif in menşei ve Takyanus’un makamı olan Erbsuy kasabasının 
mülkiyetini , ve Kırşehir’in de tımarını tahsis etti. Buna ait menşur ve muaha- 
denâme kaleme alındı. Muzafferüddin’in üç oğlu Fahreddin Süleyman, İzzettin 
Siyavuş ve Nasıruddin Behramşah için tertip edilen nefis hilâtlar elçi ile gön- 
derildi. ' Muzafferüddin menşur ve ahidnâmeyi görünce fevkalâde sevinmiş ve 
kaleyi boşaltarak gönül hooşluğu ile Kırşehir mahrusesine gitmişti» 

«Melik Muzafferüddin, Ömrünün sonuna kadar Kırşehir’de rahat ve huzur 
içinde yaşadı. Hattâ Kiyasüddin Keyhüsrev II. onun kızlarından birini nikâhla 
almağa talip olmuştu. Padişahtım bu isteğini reddetmiş ve Sultan GiyasMdin 
uygunsuz şeylerle meşgul olduğundan bizim hanedanımıza damad olmağa lâyık 
değildir, dediği halde, Padişah bu hususta kendisine itap etmemiş, belki özür 
dilemişti. Onun masum kızını şeriat hükmü ile Sultanın hârem dairesine gir- 
dikten sonra da kendisi ve oğullan Rum sultanlarından daima tazim ve hürmet 
görmüşlerdi. [Anadolu Selçukî Tarihi. İbnzhibi. S: 140. M. Nuri Gençosman.] 

[2] Emekli valilerimizden sayın bilgin Ali Kemali Akyürek Erzincan 

Tarihinde çok kıymetli malûmatı ihtiva eden • «Beni Mengücek» bölümünde 
(S: 60) Muzafferüddin Behramşah’m bu medreseyi 644 (M: 1246) tarihinde İzzed- 
din Keykâvus. zamanında yaptırdığım, kitabesinde: Muzaffereddin bin Melik 

Behramşah diye yazılı olduğunu kaydetmekte ve 2 numaralı notunda da «bu 
medrese Kırşehir’deki Yığmatepe üzerindedir, imdi orta mektep müştemi- 


Hükümdarlığı zamanında bile ömrünü ilme veren, âlimleri himaye 
eden bu zatın Kırşehir’de geçen feragatli hayatında, kendini, daha çok ilme 
ve irfana vakfederek tesisler vücuda getireceği pek tabiîdir. Kapıcı camimin 
cümle kapısında bulunan: 

!
kitabenin Muzafferüddin Belıramşah’m mescidine ait olduğunu tarih 
meraklısı olan babam, bir vesile ile söylemişti. Kapıcı camii Osmanlılar devri 
eseri olduğuna, kitâbede Keyhüsrev adı geçtiğine göre, ayrıca bir mescit te 
inşa ettirdiği anlaşılmaktadır. 

670 tarihinde tanzim edilen Cacehey vakıfnamesi şahitleri arasında 
Mehmet Bin Behramşah künyesinin bulunuşu, bu tarihlerde berhayat 
olduğunu göstermektedir. Bugün Kırşehir’de bu ailenin mensuplarından hiç 
bir kimse kalmamıştır. • 


LALE € A 


Melik Gazi türbesine bitişik olan ve Lâle camii diye anılan bu yapı- 
nın, mimarî tarzına göre cami değil, açık bir mescit, kervansaray olarak 
inşa edildiği anlaşılmaktadır. Burasının darphane olarak kullanıldığı 
.yolunda da rivayetler mevcuttur. Kırşehir’de İlhanlIlardan Mahmut Gazan, 
Hüdahende, ve Ebıt Sait Bahadır Han adlarına H. 700 ve 733 tarihleri 
arasında gümüş paralar bastırıldığına göre bu. rivayetin dooğruluğu akla 
yakın gelmektedir. 

Bu binanın, ayaklar üzerine inşa edilmiş üç kubbeden ibaret olma- 
dığı, garp cephesindeki yalnız izleri kalmış kemer başlangıçlarına bakılırsa 
bu yanda dahi iki kubbe bulunduğu anlaşılıyor. Bugünkü vaziyete göre, 
kesin bir hüküm vermek imkânı yoktur. Kesme taş kemerler müstesna, 
diğer kısımlar tamamen moloz taşmdandır; inşaat basittir. Kemerlerin içi adi 
bir 'işçilikle örtülerek binanın etrafı kapatılmış ve kapı ile mihrap ilâve olu- 
narak camie tahvil olunmuştur. Mihrap mermerden olup şekli güzeldir. Yam- 
başmdaki Haşan hin Abdullah tarafından H. 928 tarihinde yaptırılmış 
çeşmenin üzerinde bulunan işlemeli taşlara bakılırsa, bu civarda daha 
başka binalar da olduğu anlaşılmaktadır. Bir kitabe bulunamamıştır. 

İâtmdandîr, zannederim» demekte ise de medrese Melik Gazi künbedinin karşı- 
sında idi. Alâeddin camii kapısına konulan kitabe silinmezden önceleri sayın 
Ali Kemali Mucur . ilçesinde kaymakam ve Kırşehir’de mülkiye müfettişi olarak 
bulunduğu için kitabeyi bizzat okuduğunu sanıyoruz. 



CACEBEY 
Eser Ve Vakfiyeleri 

Kırşehir tarihinde adı çağlar ve nesiller boyunca yaşayacak ünlü 
şahsiyetlerden birisi de vakfiye ve kitabelerde hakkında sarf edilen t azimli 
tavsiflere göre: «Din ve devletin nuru, büyüklükler babası, savaşlar eri, 
Tanrı’nın rahmet ve mağfiretine muhtaç emir Bahaeddin Cace oğlu Nu~ 
reddin Cebrail’dir. Babası Bahaeddin Cace’nin Ceceli aşiretinin beyi oldu- 
ğunu, İskilip ’in Ceceli oğullarından Yahya Beyin idaresi altında bulundu- 
ğunu öğreniyoruz [1] . Kırşehir’deki tesislerine vakfedilen emlâk, ve arazi 
içinde İskilip ilçesinden bazı köy ve yer adlarının geçişi [2], Vakıflar Genel 
Müdürlüğünde kayıtlı vakıfnâmelerden birisinin İskilip Kadılığından tas- 
dik olunüşu, Kırşehir ve dolaylarında Ceceli aşiretinin bulunuşu bu haberi 
teyit etmektedir, Kırşehir’de «Cace» hecesinde konuşulan ve bazıları tara- u 
fmdan Caca, Cacı şeklinde yazılan bu kelimenin en doğru imlâsı C e c e = 
dir; fakat biz dilimizin alıştığı gibi Çaee — Caca — tarzında yazacağız. 

Cace Beyin hal tercemesi, doğum ve ölüm yılları hakkında fazla 
bilgimiz yoktur. Vakfiyelerden Babası Bahaeddin’in ve kardeşi Siracüddin 
İsmail’in arazi ve emlâki bulunduğu anlaşılmaktadır. Kırşehir Sancağının 
beyi olduğunu Hacıbektaş Velâyetnâmesinin şu: 

Beyi adı idi Nureddin Cece 
Biyeyüm anın ahvâlinden nice 
Sancağı beği idi Kirşehrmin 
Padişahtan sancağı idi anın 

parçasında da bildirilen bu devlet adamı, Selçuk oğullarının Moğol baskısı 
altlında erk ve egemenliklerini kaybettikleri buhranlı devirlerde Tokat, 
Eskişehir valiliklerinde de bulunmuş, yararlı hizmetleriyle vezir. ve sipeh- 
sâlâr mertebelerine kadar yükselmiş, , idare çevresi geniş olan Kırşehir’de 
bir hükümdar gibi hüküm sürmüş, hu kasabayı güzel eserlerle süslemiştir. 
Muiniddin Pervâne’nin dostu olan . Caceoğlunun Moğollara uysal bir siyaset 
güttüğü anlaşılmaktadır. Nureddin Cace ile Mevlânâ Celâleddin aralarında 
saygı ve sevgiye dayanan bağlantı bulunduğu: gönüller sultanın ordular 

[1] Amasya Tarihi, H, Hüsameddin, C: 3, S: 10, \ 

[2] Bk: Cace Bey Vakfiyesi. • 


~~ 43 — 

başbuğuna yazdığı mektuplarda [3] kullandığı samimî ve saygılı tâbirler- 
den belirmektedir. 

Hacıbektaş’la- aralarında geçen olaylardan da Hacıbektaş ve Bekta- 
şiler bölümünde ayrıca bahsedeceğiz. 

Manzum Hacıbektaş Velâyetnâmesinden hülâsa ettiğimiz şu malû- 
mattan: «Bir ara Nureddin Cace’nin zindan kuyusuna atıldığını, bir gün 
Padişah Alâeddin’in hatırlayarak zindandan salıvermesi ve gözlerinin kör 
olup olmadığının tahkikini emretmesi üzerine zindana giden memurun 
Nureddin’i ve gözlerini sağ ve esen bulduğunu, ve Padişahın katma getiril- 
diğini, Padişahın uç bir yerde ana timar verdiğini ve ölünceye kadar Rum’a 
gelmediğini, vefatında tabutunun Kırşehir’deki menzile getirilerek medre- 
sesi yanındaki türbesine defnedildiğini » öğreniyoruz. Örneğini neşret- 
tiğimiz H. 1219 tarihli beratta «Nureddin Şehit» tâbiri geçtiğine göre 
herhangi bir savaşta şehit düştüğü anlaşılmaktadır. Eskişehir’de lisenin 
karşısındaki metruk cami minaresinde Cace oğluna ait kitâbe [4] bulundu- 
ğu gozönüne getirilecek olursa, Padişahın tımarını verdiği uç yerin Eskişe- 
hir olduğu sanılmaktadır. îbni Şahne’nin Halep tarihinde Halep’te Cace 
oğullarına ait bir türbe bulunduğu yazılmaktadır. On beşinci asırda Osmanlı 
devleti ricalinden olup adına 282 beyitlik Elkasidet-ün Nasiha bi lûgat-ı 
Türkiye ismindeki kaside şerhi ithaf olunan Cace oğlu Nureddin Hamza’- 
nın da hu. aileden olduğu sanılmaktadır. 

CACE BEY MEDRESESİ : 


Kasabanın orotasmda, çarşının doğu kenarında bulunan Cace Bey 
Medresesi tak kapısının en üst kornişindeki büyük Selçuk! harflerle kabart- 

[3] Mektubatı Mevlânâ, bastıran: Dr. Prof. B. ÎT. Nafiz Uzluk. 



t*] Tarihten düşmüş nokotalar vardır. 

[Halkevi Eskişehir Dergisi S: 38. 29 B. Teşrin 1937 

• • Selçuk! devrinde bir Eskişehir Valisi. H. Fehmi Turgal] 



ma sülüs iki satır üzerine işlenmiş: 



kitâbesinden anlaşıldığına göre: Kılıç Arslan oğlu Keyhüsrev’in Devlet 
gününde Cibril îbni Caee tarafından 671-1272 yılında yaptırılmıştır: Selçuk 
binalarında olduğu gibi, bütün ihtişam ve insicam tak kapısında toplanmış, 
bir tablo gibi süslenmiştir. Giriş kapısındaki Selçukî sülüs kabartma: 



kitabenin birinci satırı süvenin sağ yanından başlayarak cephede devamla 
sol süvede bitmektedir. Bu kitabenin altında orta harflerle Selçukî nesih 
kabartma dört satır üzerine yazılı: 



kitabenin sonradan îlhanlılar . zamanında konulmuş malî ve İktisadî bir 
emir olduğu anlaşılmaktadır. Bu buyrultuda: Halktan alman Şahne [4], 
Tapkur [5]; Sabun ve Küçe [6] vergilerinin, keza keten ekenlere mahsus 

[4] Şahne vergisi: Anadolu’da eski aşar mültezimlerine şahna denildiğine 
göre bunlardan alman vergi, resim, 

[5] Tabkur vergisi: Çatagay -lûgatmda: Tapkur: Arabalar birbirine zin- 

cirle kuşatulup dört vecihlu kale şekline girmiş istihkâm, tabur, müfreze, kâhil, 


damga ve aşbazlık [7] namına tahsil edilen resimlerin bundan sonra kaldı- 
rıldığı ve alınmayacağı . bildiriliyor. Her kim bu vergileri vaz’a kalkışırsa 
Allahın lânet ve gazabı üzerine olsun denilmektedir. 

Vaktiyle sokak .seviyesinde olan kapı eşiği civar dağlardan ve mahal- 
lelerden gelen sel molozları, su döküntüleriyle yükseldiği için, şimdi bir iki 
basamakla aşağı inilerek içeri girilmekte, sağ taraftaki merdivenden yukarı 
çıkılmakta, tam karşıda camekânla bölünmüş taşlıktan camie girilmektedir. 
Cmaiin içinde, tam kubbenin altında bir saha ve ilerisinde kemerler ve 
dikkati çeken sütunlarla ayrılmış bir basamak yüksekliğinde eyvan ve mih- 
rap bulunmaktadır ki vakıfnamede de kaydedildiği gibi burasının Cuma 
mescidi olduğu anlaşılmaktadır. Sağda ve solda dörder tane olmak üzere 
sekiz oda vardır. Sonradan ahşap çatı ile örtülen, yanlarındaki pencereler- 
den ışık alan kubbenin açık ve altında kuyu bulunduğu ve bu kuyudan yıl- 
dızların seyri takip edildiği binanın sağ geri köşesinde bulunan minaresi- 
nin de bir rasad kulesi olduğu, hattâ minare şerefesinin üst tarafı açık olup 
50 - 60 yıl önce küp biçiminde bir kubbe ile kapatılmış ise de zamanla yıkı- 

[7] Aşbazlılk vergisi: Aşa: Çorba, taam, gıda demek olduğuna göre ima- 
rette pişen çorba için alman vergi demek. 

tenbel, denildiğine göre: İstihkâmlar ve kaleler için alman vergi anlamına gelmek- 
tedir. Belki de tenbellerden alman vergi (!), - 

6 — Küçe vergisi: Küçe: Zokağ, sokak, mahalle, konar ve göçer bedevi gibi 
planlar, tarik, rah, yol. «Lügati Çağatay». Küçe aşı: Beyaz mercimek taamı, civan 
aşı, beyaz darı çorbası, maşabe ve mercimek çorbası gibi «ayni lügat». Küçe, Küça 
«Koçu, Küsen»: Küça, Doğu Türkistanm büyük şehirlerinden en mühim kültür, 
medeniyet merkezlerinden biri idi. Kâşgar’m takriben 600 kilometre kuzey doğu 
tarafında kâindi. Bu şehir ile cenubundaki «Aksu» ve şimalindeki «Karaşehir» bu- 
gün olduğu gibi tarihen' bize malûm olan bütün devirlerde medenî Türklerle mes- 
kûndu. Milâdî 5-9 uncu asırlarda Doğu Türkistan’da, Tarım nehrinin Yarkend’den 
aşağıya düşen sol kolları üzerinde bulunan şehirlerde, kuvvetli bir medeniyet ya- 
şamıştır. Eskden Küsen adı verilen Küçe, en eski Çin kaynaklarında Ku-Thehi yâni 
Küça, milâdî birinci asır kaynaklarında ise Ku-jen yâni Küsen tesmiye olunmuş- 
tur. Arap ve Fars kaynaklarında « . Küca» ise Fraslann söyleyişleridir. 

Şimdi yerli ahali « n » yi « r > ye kalbederek Küsen kelimesini Küser suretinde 
söylerler. Küçe, Aksu, Karaşehır ile havalisinin medeniyeti, güney batısındaki 
«Kâşgar», kuzey doğusundaki «Koçu - Turfan» medeniyetlerinden biraz farklı 
olmuştur. Bu üç şehir, Milâddan önceki devirlerdenberi demircilik yapmak, altın 
ve gümüş istihsal etmek, gayet ince kumaşlar dokumak hülâsa ticaret ve sanayide 
büyük bir inkişaf göstermişlerdir. Ahalisi pek eski zamanlardanberi Budist 
idi — Kâşgarlı Mahmud, M. Şakir Ülkütaşır, S: 129. — Menşei Orta Asya dan Küçe 
vergisinin medresedeki menzilhanede konan göçenler için alındığı anlaşılmaktadır. 



larak tuğla ile bugünkü zevksiz kısmın yapıldığı söylenmekte, 1325-1909 
tarihli Ankara Salnamesinde de bu rivayetler teyit , edilmektedir [8] . 

CACE BEY TÜRBESİ 

Caminin bünyesine dahil olarak sol tarafta inşa edilen ve içeriden 
yedi basamakla çıkılan türbe kapısının iç süvesi üzerinde dairen madar çini 
üzerine büyük Selçukî nesih harflerle yazılmış kürsî âyetinin devamı olan: 


türbe penceresinin dışında pencere hücresinin içinde istilâktitlerin altında- 
dır. Türbenin içindeki çini tezyinat siyah, mavi ve beyaz renklerle yapıl- 
mıştır. Bu binada çini ve sırlı tuğla, türbeden gayri yalnız minarede kulla- 

[8] Burası edvâr-ı Selçukiye-ye ait bir medrese-i fünun harabesi olduğu 
halde ahiren cami~i şerif haline ifrağ edilmiş, elsine-i umumiyede: Cace Bey camii 
diye maruf bulunmuş ise de bina-yi atik-i mezkûrun bir medrese olduğu kafidir. 
Bina-yi atikten yalnız bir kapı ile kapının solunda taştan ve zu vücuh-i 
kesîre bir ehram-ı muntazam kubbeli banisinin türbesi ile minare haline konulmuş 
bir kuleden maada bir şey olmayıp üzerine bir kubbe yapılarak ve mezkûr kule de 
minare şekline kalbolünarak camii şerif ittihaz edilmiştir. Bina-yi atik-i mez- 
kûrun bir medrese-i fünun olduğuna kapısının üzerindeki kitabe delâlet etmek- 
tedir. Etrafındaki kârgir odaların da o zamanlar höcrenişin talebeye ait olduğu 
müstebandır. • Zemininde bir kuyu bulunduğu ve evvelki * kubbenin vasatında bir 
fetha mevcut idüğü söylenmekte olduğundan sabit bir «teodolit» vazifesi ifa 
edebilecek mezkûr kuyu ve fetha kevâkibin, nısfın-nehârdan müruru anı zapto- 
lunduğu, ve şimdi minare olarak kullanılan kulenin bir rasad kulesi olması 
vârid-i hatır olur. Kule gayet sanaikârane tuğladan, yapılmış ve mavi küçük 
çinilerle müzeyyendir — Salânme — 

Geçen seııe Eylülünde Türk Tarih Kurumu adına, Dil ve Tarih - Coğrafya 
Fakültesi Hindoloji Profesörü B. ."Walter Ruben ile İlimler Tarihi Doçenti Aydm 
Sayılı’nm yaptığı araştırmada iki metre derinliğinde bulunan küp ve altındaki 
tuğladan yapılmış tandır uzun müddet rutubette kalmak yüzünden birdenbire 
dağılmış ve içinden yumurta’ kabukları, hindi kemikleri çıkmış; hafriyat ilerle- 
dikçe çini parçaları, muhtelif çağlara ait renkli ve işleniili seramikler, bezir çıra- 
ları, yüz kilo ağırlığında mermerden yapılmış bulgur döğmeye mahsus Soku-Dibek 
taşı çıkmış üçüncü metrede toprak çökerek kuyunun ağzı gözükmüş, ve binnetıce 
tam kubbenin şakulî istikametinde kuyu meydana çıkmış, su birikintilerini iptidaî 
vesaitle boşaltmak güçleştiği için kuyu tekrar kapatılarak araştırma olduğu yerde 
bırakılmıştır. Yalnız Kırşehir Tarihini değil, ilim dünyasını ilgilendirecek olan 
bu başlangıcın sona erdirilmesini T. T. Kurumumuzdan ye Millî Eğitim Bakanlığı 
Müzeler ve Eski Eserler Umum Müdürlüğünden bekleriz. 

nılmıştır. Minarenin kaleye hakan arka cephesinde fotoğrafisi alınan 
kitabe mevcuttur: 

Vakıfnamelerden Cace Bey’in medresesi yanında mescit/ hânikah, 
mutesavvife menzili, zaviye ve mektep' gibi ayrıca binalar yaptırdığı, hattâ 
Şeyh Süleyman Türkmânî türbesi önündeki bir çeşmeye konulan ve lüle 
geçirmek için ortası delinen kitâbedeki okunabilen: 

yazılardan validesi adına bir imareti de bulunduğu anlaşılmaktadır. Cami 
kapısının sağındaki merdivenden çıkılan üst katta mevcut ocaklı odanın ve 
yanındaki höcrenin, şimdi toprakla örtülü düz dam üzerinde bulunması 
muhtemel odaların, gene alt katta cami içindeki sekiz odamn bu hizmetlere 
tahsis edildiği sanıîmlaktadır. Bu civarda hamam bulunduğunu da yaşlılar 
söylemektedir. 

CACE' BEY VAKIFNAMELERİ 

Bugün Cace Bey’ e ait elimizde dört tane arapça vakıfnâme vardır. 
Birisi Cace Rey’in son mütevellilerinden Recep oğlu Ali [*] den, diğer üçü- 
nün örnekleri Vakıflar İdaresi Umum Müdürlüğünden alınmıştır. 

Ali’den aldığımız^ vakıfnâmenin başlığı yırtılmış, bir çok yerleri silin- 
diğinden ve noktasız imlâ ile yazıldığından okunamaz bir bale gelmiştir. 
Okunabilen satır: 333 tür, sonu vardır. Tarihi: 20 Şevval 670, okunabilen 
satırlara göre gelir kaynakları 109 kalemdir. Vakfedilen emlâk ve arazinin 
bolluğu ve genişliği [9], bu arazi sahipleri içinde tanınmış şahsiyetler adının 


[*] Bu aile Cace Beyi Kılmç Aslan’ın oğlu sanarak Kılmç Aslan soy adını 
almışlardır ki tarihî hakikate uymaz. 

[9] Bu hususta bir fikir vermek üzere yalnız Kırşehir kasabası içinde 
vakfedilen emlâk ve araziden bazılarının adlarını veriyoruz: 

Soycak mezreası, İmir mezreası, Akim mezreası, Oksa karyesinde değirmen, 
Çardaklı mevkiinde • değirmen, bağ, bahçe, sulu tarla, Kırşehirde değirmen, bağ, 
bahçe, hamam, bahçe, Kuşhisarda iki değirmen, Kırşehir’de bağ, Hıîya mevziinde 
iki bahçe, Akbayır mevkiinde bahçe, Karaali değirmeni mevkiinde bahçe, nehir 
kenarında meşçere, Hacı Mahmud savması sulak tarlalar, Tırtıklı mevkünde de- 
ğirmen ve sulu tarla, Hamamı suhruda bağ ve bahçe, Turina mevkiinde bağlar, 
Havuz bağları namiyle maruf iki bahçe, Kırşehirde Dekâk-Dinek mevkiinde iki 
geçişi [10] , bilhassa şahit künyeleri arasında uzak diyarlardan gelmiş ve 
[10] Polaö Arşları, Seraceddin Ebu Bekir, Necmeddin İbrahim, Şemsed- 
din El-Hâdîm, Fahreddin Ayaz, Hurremşah, Kadı Necmeddin, Nureddin İsmail, 
gemse ddin Mehmed Eî-Hâdim, .Hûsameddin Kabaca, Seyîeddin Ebu Bekir, Fah- 
reddin Âli, Nakyeddin Habeşî, Bedreddin .Ağlebek (Ağıl Bey), Esedilmühtesep, 
Şerafeddin Şuayip, Türkânşah, El-Emir-uİ Mukbil Polad Aslan, Kemaleddin 
Kemsil, Fahreddin Kümsel, Cemaleddin İsa, Nizameddin, Şucaeddin Emir İlyas 
(Konyada) El-Emir Cemaleddin, Süleymanşah, Necmeddin El-Muhtesip, El- 
Emir Fahreddin El- Atabek, Cemaleddin Musa,- Eşededdin Eİ-Mulıtesip, Şemsed- 
din Emir Hac, Sadeddin Selman, Şihabeddin Türkmengatı, Kâtip Necmeddin, Ya- 
vaş Hatun, Zeyneddin Yusuf, Melik Bedreddin ve Müsrif Nasuruddin, Şemşed- 
din Türkmenbeyi, Sadreddin veresesi. 

sulu tarla, Abane namiyle maruf bahçe, Aksaray yolu üzerinde buzhane, Enlu 
mevziinde bağ, Kâfurede iki tarla, Oksa mevkiinde susuz tarla, Hacı Mahmud 
savmasında bağ, ÖÖsa mevkiinde bağ, Soymak-Soycak karyesinde bağ, Kâkûre 
mevkiinde bağ ve sulu tarla, Kassarin mevkiinde bağ, Çekle mevkiinde sulu 
tarla, Hûsameddin ham mevkiinde bağ, Lebad mevkiinde bağ ve sulu tarla, 
Soymak karyesinde bağ, Ahcar mevkiinde üç bağ, Obruk' mevkiinde bağ, üç 
ekmekçi dükkânı, Na’âlin çarşısında dükkân, ' Ermeniler çarşısında kebapçı 
dükkânı, Bakkalin çarşısında dükkân, Kırşehirde bir dükkân, Ermeniler çarşı- 
sında dükkân, Terziler çarşısında dükkân, Bakkalin çarşısında dükkân, Kale kapı- 
sında dükkân, Vâkıfın mahallesinde bir ev, Bakkalin çarşısında dükkân, Hoca 
Salâha ddin mahallesinde boyahane, Kasaplar çarşısında kasap dükkânı, Kavaf- 
lar çarşısında üç kavaf dükkânı, Dülgerler çarşısında dört dükkân, Saatçiler 
çarşısında dükkân, Kavaflalr çarşısında dört dükkân, Kassarin çarşısında üç 
dükkân, Türkmân pazarında dört dükkân, Dülgerler çarşısında üç dükkân, Kır- 
şebirde üç dükkân, Gazme-Kazkılme değirmeni mevkiinde tarla/ Bakkalin çarşı- 
sında dört dükkân, Ketenciler çarşısında dükkân, Bakkalin çarşısında üç dük- 
kân, Helvacılar çarşısında dükkân, Kavaflar çarşısında dükkân, Sakatçılar çar- 
şısında dükkân, Kale kapısında dükkân, Hendek kenarında dükkân, Sakatalar 
çarşısında dükkân, Bakkalin çarşısında iki dükkân, Helvacılar çarşısında dük- 
kân, Hacı Mahmud savması mevkiinde sulu tarla, Salah Müşrif namiyle maruf 
bahçe, Hılya mevkiinde bağ, Köprü mevkiinde bağ, Cerrahlar çarşısında dük- 
kân, Muhtesip Esedettin mahallesinde üç ev, Buruziyetil Haffafin mahallesinde’ 
altı ev ve ma’sara «Mengenehâne», Türkmân pazarında han, Emir karyesinin üç 
rubu, Kırşehirde han, Kuşhisarda hamam, Kırşehirde hamam, Harmönü, Kimk, 
Balanış, Karaağıl, Kobca oğlu, Güçüki kayak, İclris Gazi, Yazıkale Başmakçılar, 
Savcık, Lodrum, Kulbak, Yanikhisar, Kızılca köy, Sevdiğin, Susuzâlem, Çartak, 
Eravik, Keylik, İnançini, Sarılar - Sivriler, Kızilhisar, Basmacılı, Bayındır, 
Terman, Gölhisar köyleri, Kırşehirde Ziyaretpazar . mezrealarmdan Bedreddin 
Abdüssamed ve Mecdüttin mezreası «Kayseri yolunda» bahçe, iki değirmen, bir 


Kırşehir’e yerleşmiş insanların bulunuşu [11] Kırşehir’in o çağlardaki geli- 
şimini belirtmekte, adeta kadastrosunu çizmektedir. Yedi yüz yıl önceki bir 
varlığın olumluluğunu dile getirecek olan bu belgeler, elden ele, defterden 
deftere geçe geçe aslından o kadar kaybetmiştir ki, yukarıda da işaret ettiği- 
miz gibi, kelimelerin noktasız harflerle yazılışı, dil bilmeyen kâtip ve müs~ 
tensiklerin kendi karihalarından uydurmalar yapışı, bazı cümleleri, satırları, 
hattâ sayfalan atlayışı; bu tarih tanıklarım tanınmaz bir hale sokmuşlar- 
dı] Sinan bey bin Abdullah, Arşlan Amiş, Sevinç, Mesud üi Hâtir, 
Mahmud ül Hâtir, Mehmed bin Abdülkerim bin Mehmed-ül Mahmud [vakfi- 
yeyi tescil eden hâkim] Yusuf bin Semdan ii-Firişhad, Yusuf bin elhac Gelibol, 
Mahmud Emiri Elhac El -Hüseyin bin Ahmed bin Hüseyin Elrazi Bahri Yesrib, 
Çelil bin îshak bin Ahmed Elmarkerdi, Ahi Faris bin elhac Ömer- il Aksarayi, 
Menuh bin Abdürrahim bin Abdülvâhap, Ali bin Haşan bin Zeyd Elsehlemî, 
Mehmed bin Mevlûd bin Elhâsaıı Elkayseri - Mehmed bin Ahmed Elhatib bicami-i 
Lâle EI-Kayseri, Yakup bin Mehmed Elmalâtı Elhâkim bimahruseti İskilip ve 
Nerdibanlu - İbrahim bin «begi» • Elfergani, Mehmed bin Selman Ahsenullah 
Ma’bihi Eltugrai Mehmed bin Ahmed bin Cemil Elneccari - Ahmed bin Ali Arif 
bin Mehmed Elhatip Elsivasi, İsmail bin Caca Devlethan. bin Hakkı, Eyüp bin 
Göçersalar Elırakî, Mehmed bin Göçersalar Elırakî, İbrahim - Elırakî, Mahmud 
Göçersalar Elırakî - Emir Hacip Yusuf Kırşehri, Nasrullah.bin Göçersalar bin 
Edhem, Yusuf bubu "Elırakî, Mehmed bin Mustafa Elırakî, Mehmed . bin İbrahim 
Karagül Elırakî, Ali bin Ebu Bekir Elırakî, Ali bin Osman Elırakî - Yusuf bin 
Ömer Hattaban Elırakî, Gerçeği bin Hızır Elırakî, Alâüddin elhaç İsa Elkâtip, 
Güvenç Bahadır, Sevinç Bahadır, Gazi Elirakî - Gurzüran Gazi Elırakî, Ali bin 
Sal Elırakî - Mahmud bin elhac Nasrullah Elezrı, Nuşırevan bin Mesud bin 
Mehmed, Mübarek bin Abdullah. Elhaöim - Mehmed bin Behramşah, Ekuş bin 
Abdullah Elzavuk, Belban bin Abdullah, Otas bin Abdullah, Elselâhi Altunbaş 
bin Abdullah Elsalâhi, Kutluca bin Abdullah Elselâhi, Ferruh bin Abdullah, 
Yakut bin Abdullah, Kutlu Eltabah. 


tarla, Vâkıfın evinin yanında hamam, Kasaplar çarşısında han, Saraçlar çar- 
şısında han, Bezzaziye hanı, bahçe, Kâfûre mevkiinde iki bahçe, Kuşhisarda bağ 
ve bahçe, Harsusohusu mevkiinde iki tarla, Kuşhisarda değirmen bağ ve bahçe, 
Darüs-Suleha kurbünde değirmen, bağ, meşçere, tarla, Konya’da dolap, Dolap 
namiyle maruf tarlalar, evler. Gene Kırşehirde. Elvan, Şehabeddin, Türkmen- 
şah milki, Şeyh Hemedani, Cemaleddin Musa, Keydil Muhtesip, Duran mahal- 
leleri, Cemale kalesi, Heftiruz, Lâlâ değirmeni, Çart değirmeni Abdülgani 
değirmeni. 

Adlarını bile iyi okuyamadığımız bu mevki ve mahallelerin yerleri bile 
belli değil, Bunlardan bazılarını sözlükte adlarım taşıyan maddelerde bildirmeye 
çalışacağız. İmkânsızlık dolayısiyle vakfiyeleri aynen neşredemediğimiz için 
özür dileriz. 

dır [12]. Vakfiyemn altında bulunan Moğolca parçanın Örneğini ve ter ceme- 
sini resimler bölümünde ayrıca neşredeceğiz. 

Vakıflar Umum Müdürlüğünden tasdikli ör eniği aldığımız vakfiyenin 
defter No: 607, sayfa No. 300, sıra No: 429, vakfı: Ebül Maâli Cebrail bin 
merhum Bahauddin Çace, tanzim tarihi: 10 Şevval 670, vakfiyenin satırları 
324 tür. Vakfiye defterinin altı buçuk sayfasını tutmaktadır. 

Diğerinin defter No: 618 - 1, S. No: 20, Sıra No: 6, vakıfı: Ebülmaâli 
Cebrail bin merhum Bahauddin Cace, tanzim tarihi: 10 Şevval 670, vakfiye 
satın: 423 tür. Vakfiyenin başı ve sonu vardır, gelir kaynakları: 201 kalem- 
dir, altındaki tanık adları birbirinin aynıdır. Bu vakfiyenin örneği İskilip 
mahkemesinden tasdiklidir. Altındaki tanık adlarının uymamasına (ayrı ayrı 
kadılıklardan tasdik edildiği için tabiî uymaz — C. H. T.), baş tarafının 
noksanlığına ve aradan hayli sayfalar çıkarılmasına rağmen Ali’den aldığı- 
mız vakfiye ile birbirinin tıpkısıdır. 

Üçüncüsünün defter No: 608/1, sayfa No: 17, sıra No: 8 dir, başı yoksa 
da sonu vardır. Vakıf m adı vakfiyenin içinde yazılı değildir. Ancak vakfiye 
I? defterlerine kırmızı mürekkeple yapılan başlıkta (Cace Bey ’in Kırşehir’e ait 

j$| - olan vakfiyesidir) ibaresi yazılıdır. 



Vs Bütün bu gelirler vakıfın Kırşehir’de vücuda getirdiği medresenin 

■ \ " ki bu medresede cuma namazı kılınır — , mescidin, hânikahm, mutasevvife 

menzilinin, zaviyenin, mektebin iş ve ihtiyaçlarına; Kayseri’de İbasiye 
mahallesindeki mescit camiine, Kırşehir’de Kayseri yolu üzerinde 
bulunan Darüs-sülehanm, Kayseri’de Talimekini kayresindeki medrese ve 
erkek evlâdına ve ütekasma (kölelerine) vakf edilmiştir: 

[12] Bu hususta fikir vermek üzere bir iki Örnek: 

Ali’den aldığımız vakfiyede 

Elemir el Polad Arşlar: 

Sokuleramine 
Sokulbakkalin 
Elhandek 

Elkâin bizahir Kırşehri 
Fahreddin Kemsel 
Elemir Cemaleddin elvali 
Necibettin elmuhtesip 
Fahreddin Kiriz 
Elma 

Arzı babanı 
Torenta 
Arazii Karlık 
Bedolap 


Vakıflar İdaresi 

Elemir Solak Arslan 

Sokulimamiye 

Sokulniâlin 

Elhadaik 

yok 

Fahreddin Kemsek 
Elemir Cemaleddin vali 
Necibettin 
Fahreddin Kirin 

Hilya 

Arazi bahah 
Oksa 

Karye! Kazlık 
Beduran 


51 


Mevkufatm tamiri, hasır, yaygı, mum, zeytinyağı, odun, kapkaçak 
alındıktan sonra fazlasının rubu «dörtte bir» vâkıfın evlâdına «ash yedi: se- 
kimde bir sehim ki yedide bir» vâkıfın üt et asma, mütebaki varidattan: 
Medrese müderrisine: 200 dirhem aylık; 

Muidine: 600 dirhem aylık; 

Yirmi dört nefer fukahadan «talebeden» 

.. , 3 neferinden her birine 180 er dirhem 



Bu talebeye beş seneden sonra muhassasat verikniyecektir. 
Medresedeki hatibe senevi : 480 dirhem 
» muarrife » : 460 » 

V akırın Kölesi Seyfeddm Sungurca ’ya senevi: 360 dirhem; 

. Vâkıfın kölesi Mübarek Abdullah’a senevi 460 dirhem 
Nakibe senevi: 300 dirhem 

Vâkıfın türbesinde kur’am Kerim okuyan dört nefer hafızlardan her 
' birine 18 er dirhem; 

Medresenin yanındaki mescidin imamına senevi 1000 dirhem; 
Muallime senevi 240 dirhem; 

İki kalfadan her birine 60 ar dirhem; 

Sübyanlardan her birine beşer fülus; 

ialimekini karyesinde vâkıfın bina ettiği mescit ve medresenin 
mesalihine: Talimekini mahsulâtının dörtte biri. 

H&nikah şeyhine senevi: 600 dirhem. 

Gelip gidenlerin yemek, ekmek vesairesine yevmiye' 8 dirhem. 
Aşçıya seneyi: 120 dirhem. : 

Ferraşe senevi: 120 dirhem. 

Zaviye şeyhine senevi: 420 dirhem. . 

Zaviye hadimine 120 dirhem. 

zaviyede mukim fukara ve sulahaya hizmet edene senevi 120 dirhem. 
Zaviyeye gelenlerin ye içinde mukim olanların ekmek ve yemek 
masraflarına günde iki dirhem; 

Darisüleha şeyhine senevi 600 dirhem; 

Zaviyedeki fukara ve sulahanm yemek, ekmek vesair masraflarına 
günde sekiz dirhem: 

Zaviyedeki hizmetçiye senevi 120 dirhem; 

Zaviyedeki aşçıya 120 dirhem; 

Kayseri haricindeki camiin hatibine senevi 360 dirhem: 


Müezzine senevi 240 dirhem; 

Kayyıma senevi 120 dirhem; 

Muarrife senevi 120 dirhem. 

Musluk mesalihine bakan ve pislikten temizleyen kimseye senevi 
120 dirhem; 

Şu vakfın tevliyetini vâkıf önce kendi nefsine ve vefatından sonra 
kız evlâd hariç olmak üzere evlâdına ve batnen bade batın evlâd evlâdına, 
erkek evlâd münkariz olursa kız evlâdına, kız da münkariz olursa ütekasma 
ve ütekasının evlâdına, bunlar da münkariz .olursa Kırşehir Kadısının reyine 
tefviz olunmuştur. 

B İ R .BERAT ÖRN.EĞİ. 

Cace .Bey medresesile, Süleyman Türkmânî, Âşık Paşa ve Ahievran 
p zaviyelerine ait mevkuf atın mahsulâtına fuzulî elkoyan Âlâüddin camii 

|j; mütevellisi İsmail'in men’ü define dair sadir olan H. 1219 tarihli Berat’m 

j; örneğini Kırşehir Tarihi’nin bazı yönlerini aydınlattığı için aşağıda yayın- 

lıyoruz: • 

\ H ,ş «Kıdve-til Envab-il müteşerriin Kırşehri kazası naibi Mevlânâ (aslın- 

da ismi yok) zide ilmehu tevki-i refi-i Hümayun vasıl olacak malûm ola ki 
Ahrned ve Mehmed nam kimseler südde-i saadetime arzıhâl edüp Kırşehri 
sancağında ve nahiyesinde Keylik mazreasmm malikânesi Cace Bey 
medresesi vakfı ve divanisi müştereklerde Kırşehri sancağında Binek nahi- 
yesinde [1] Bozöyük nam karye ve gayriden sekiz bin üç yüz elli akça 
timare mutasarrıf Mehmed veled Ebu Bekir’in tımarı mülhakatı idüğü ve 
yine Kırşehri nahiyesine tâbi Cemele karyesinin malikânesi vakfı ve divânisi 
Cemele karyesi düzdarı timarı iken Eşkün [2] mukatasile zaptolunmak 
için ba hattı tevkii tashih olunduğu ve yine Kırşehri nahiyesine tâbi Kar- 
sadur namı diğer Bayad karyesinin nısıf malikânesi Ahi Mesud [3] ve 
Ramazan mülkü ve nısf-ı aharı vakf-ı camii Kırşehri ve vakf-ı zâviye-i 
Ahievran ve vakf-ı zâviye-i Âşık Paşa ve divanı timar ve müştereklerde 
Süleymanlu [4] nahiyesinde Bucak nam karye ve gayriden otuz yedi bin 
yüz yetmiş akçe zeamete mutasarrıf ve Alemdar Ahmed veled Mehmed’in 
zeameti mülhakatı olduğu Defter-i . Hâkanî’de mukayyed ve merku- 

[1] Vaktiyle Kırşehir’e bağlı olan şimdiki Kesin ilçesi; esKiden buraya 
Keskin Dinek Madeni denilirdi. 

[2] Eşkinciler: sefere hazır sipahiler. 

[31 Mucurun Bağçecik köyünde zaviyesi olduğu vakıf kayıtlarından anla- 
şılmaktadır. 

[4] Keskine bağlı Salmanlı ilçesi. 


53 


mân Ahmed ve Mehmed zikrohman Keylik mezrasını divanı mutasarrıflan 
merkum Mehmed veled Ebu Bekir ve müştereklerde ber mucib-i Defter- 
Hâkanî zabıt ve malikânesi tarafına ait mahsul-i vâkıf merkum tarafından 
ahz ve kabz murad eylediklerinde âhzolunmak icabetmezken Kırşehrinde 
Sultan Alâeddin camii vakfı mütevellisi İsmail’in tarafından vekili İshak 
Beşe oğlu İbrahim nâm kimseye mezrea-i Keylik - İlmerkume ye camii 
mezbur vakfı mülhakatmdandır deyü hdâf-ı Defteri Hâkanî müdahale . ve 
ledet-tarafî müdahalesi men-i birle hüccet-i şer’iye verilmişken müteneb- 
bih olmayup fuzulî zabıt ve mahsulünü ahız ve mahsul-ü mezbure gadr ey- 
lediğin inhâ ve mezrea-i mezbure ber mucib-i • Defteri Hakanı divanı muta- 
sarrıflarile medrese-i merkume vâkıfı tarafından zaptolunup bilâf-ı Defteri 
i Hakânî ve mugayir-i hüccet vaki olup müdahalesi men-ü def’in ve fuzulî 

ahzeylediği malikâne mahsulü, tahsil olunmak babından emr-i şerifimin 
sudurunu istid’a ve Defteri Hâkane-i Âmiremde mahfuz ruzname-i Hü- 
mayun ve Defter-i icmal ve mefasıl ve Defter-i Evkaf’a müracaat olun- 
. dukta Kırşehri nahiyesine tâbi Vakf-ı Medrese-i Cace Bey veled-i Nured- 
i din şehit der Kırşehri buyrulduğu mahallin tahtında karye-i Akova ve 

mezrea-i Keylik malikâne iki yüz akçe yekûn maa gayriye yirmi üç bin 
; altı yüz yetmiş üç akçe minha elmasraf becihet-i vazife-i müderris fi yevim 

dokuz akçe ve becihet-i hak-kı tevliyet bir nefer filmasraf minelrubu ber 
mucib-i şart-ı vakıf ber mucib-i defteri atık maa cihat-ı saire aded-i def- 
„ . teriatikte vech-i meşrnb üzere ve yine -nahiye-i mezbure tâbi vakf-ı 

zâviye-i Şeyh Süleyman ve aleyh-i rahmet-i velgufrân der Kırşehri deyü 
yazıldığı mahallin tahtında karye-i Kızılca [5] ve karye-i Cemele malikâ- 
ne vakf-ı zâviye-i mezbur iki bin üç yüz yirmi akçe yekûn -maa gayre iki 
bin sekiz yüz akçe minha elmasraf cihet-i tevliyet ve meşihat evlâda meş- 
rut olup ve cümle mahsulünden termim-i evkaf ve termim-i zâviye mu- 
kaddem olup maadası müsafirinin taamiye ve levazımına sarfolunduktan 
sonra ve asıl mütevelli ve şeyh beyninde alesseviye taksim ola deyü mes- 
turdur tarih-i vakfiye filevâil Muharrem-il hârâm .sene altı yüz doksan 
yedi deyü Defter-i Evkafta muharrir kalemiyle başka başka tahrir ve yine 
Kırşehri nahiyesine tâbi mezrea-i Keylik malikâne medrese Cace Bey 
oranın ehalisi ziraat ederler ve hasılatında kendüm ve şair [6] yekûn maa 
gayre üç yüz ve malikâne tahtında kendüm ve şair ve gayre iki yüz akçe 
yazu ile Defteri mefasıl’ da muharrir kalemile tahrir ve Defteri icmal’de 
biriktirilip iki bin beş yüz akçe yazusundan yedi yüz elli akçesi ifraz ve 
ber icmal ve tamamen Mehmed veledi Ebu Bekir’in kaydmdadır ve 
Kırşehri nahiyesine tâbi neferat ve zemin ile karye-i Cemele malikâne 

[5] Erevik’e bitişik köy. 
f [6] Buğday ve arpa. ; 



i -> vakf-ı zâviye-i şeyh Süleyman diyvam tımar ve hasıle diyvanı tahtında 

kendüm ye şair ve gayre yekûn maa gayre dört bin akçe ve malikâne 
j vakf-ı zâviye-i Şeyh Süleyman tahtında kendüm ve şair ve gayre yekûn 

maa gayre iki bin üç yüz yirmi akçe yazu ile Defter-i mefasıFda muharrir 
kalemiyle tahrir ve Defter-i icmal’de diyvanı yazısından üç bin yedi yüz 
akçesi ifraz ve maa gayrüha biriktirülüp dört bin akçe yazu ile Cemele 
kalesi düzdarına mahsus bir gedik icmal iken Cemele karyesi nef eratının 
her sene on bin akçe maktuu eşkûn mukataasma dahil olup düzdar-ı mer- 
kumdan refi ve eşkûn mukataasile zaptolunmak üzere bin yedi yüz yedi 
tarihinde ba hatt-ı tevkii tashih olunmuştur ve yine Kırşehri nahiyesine 
:j tâbi vakf-ı Cami-i Alâüddevle Bey f 7] deyü yazıldığı mahallin tahtında 

j karye’i Karasadur malikâne yedi vüz akçe yekûn maa gayri bin beş yüz 

j seksen akçe mmha becihet-i vazife-hatip fi yevm bir akçe maa cihat-ı saire 

] deyü Defteri Evkaf’ ta muharrir kalemiyle tahrir ve yine Kırşehri nahi- 

j . yesin e tâbi nef erat ile karye-i Karasudur namı diğer Bay ad nısf-ı malikâne 

i; 3* mülk Ahi Mesud ve Ramazan ve msfı-ı ahar vakf-ı cami-i Kırşehir vakf-ı 

I zâviye-i Ahievran ve vakf-ı zâviye-i Âşık .Paşa diyvanı timar has diyvanı 

|; (ı tahtında kendüm şair ye gayre yekûn maa gayre bin akçe ve malikâne tah- 

\) -k tmda kendüm ve şair ve gayre yekûn maa gayre yedi yüz akçe yazu. ile 

defteri mefasılda muharrir kalemiyle tahrir ve defteri icmalde tamam 
diyvanı yazusu ile ber icmâl ve icmal mezburun dört yüz on beş akçesi 
Alemdar Ahmed veled Mehmed’in bakiysi müşterekleri kayıtlarmdandır 3 bu 
takdirce ber muktazayi Defter-i Hakanı sâlifizzikir Keylik mezreasının 
malikânesi canibine ait mahsulâtı Şeyh Süleyman zaviyesi vâkıfı tarafın- 
dan divy anisi canibine ait mahsulât ve. rüsumatı ber mucib-i tashih eşkûn 
mükataası tarafından ve Karsadur karyesinin nısıf malikânesi canibine 
ait mahsulâtı mülk Ahi Mesud ve Ramazan tarafından ve nısfı ahar ma- 
likânesi canibine ait mahsulâtı cami-i Kırşehri ve zaviyei Evran ve zâviyei 
Âşık Paşa vâkıfları tarafından diyvanisi canibine ait mahsulât ve rüsumatı 
merkum Alemdar Ahmed veled Mehmed ile sair müşterekleri tarafından 
zaptolunmak iktiza eylediğin Defter ‘Emini sâbık-ıl iftihar-il elemacit yelme- 
karim Mehmed Raşid dânı-e mecdehû Defter Eminliği evâmnda arz ve 
Defter-i Hakanı ve Emini' mumaileyhin arzı mucibince emri şerifim itasını* 
bilfiil Reis-ül Küttabım olan iftihar-il emacit -velmekârim Mehmed Raik 
dâme mecdehû ilâm etmeğin ilâmı mucibince amel olmak emrim olmuştur. 
Buyruîtu-i şerifim ■ vusûl buldukta olbapta sadir olan emrim üzere âmel 
mezrea-i Keylik-il mezbureyi emrim üzere amel ve hattâ mezrea-i Keylik-il 
mezbureyi ber mucibi Defter-i Hakânı diyvanı mutasarrıfları merkum 
Mehmed veled Ebu Bekir ve müştereklerde zikrolunan Cace Bey medresesi 



[73 Pk* Bazarcık maddesi. 


55 



vakıfı tarafından bit-tevliye merkuman Ahmed ve Mehmed’e ve malikânesi 
taraf-ı vâhid mahsulü Kanım ve defter mucibince ahız ve kabız ettirüp 
merkum İbrahim’i ve aheri hilâf-ı Defter-i Hakânî ve mugayir-i hüccet bir 
tıırm müdahale ve taarruz ettirmeyüp men’ü def eyliyesin ve ahzolunup 
mezrea-ı merhumenin malikânesi tarafına ait olup merkumun fuzulî ahzey- 
. edıgı mahsul-ı vakıf her ne ise badeşşühût hükmedüp alıverüp taallül ve 
muhalefet ettirmeyüp hak eyliyesin min baad Defter-i Hâkaniye ve kanun 
huccet-ı Şer’iyye ve Enır-i Hümâyunuma muhalif kimseneye ışıl ettirmeyüp 
hususu mezbur için bir dahi emirim varmalu iylemiyesiıı söyle bilesin âlâ- 
met-ı şerife itimad kılasın tahrr-i evail şehr-i Zilkade-tüş-şerife sene tisa 
ve aşere ve mieteyn ve elf. 



" ' KADI NECMEDDİN İBRAHİM 

Kırşehir -ulularından birisi de Sivas’ı Moğol atlılarının ayağı altında 
çiğnenmekten kurtaran Kadı Necmeddin İbrahim’dir. İbni Bibi bu hâdiseyi - 
şöylece anlatır: «Sivas Kadısı «İmamı Rabbani Kırşehirli Necmeddin» 

vaktiyle Moğolların Harzem ülkesini istilâsı ve Sultan Mehmed Kudbed- 
din’in bozgunluğu zamanında orada bulunmuş, Kaan Cengiz’in . huzuruna 
giderek ondan yarlığ ve «payze» almıştı. Sivas’a yaklaşan Baycu'yu hedi- 
yelerle karşıladı. Baycu Nuyiıı onu görür görmez tanıdı. Kadı, Kaan’ın 
yarlığını ve payze’yi gösterdi; Nuyin bunları öptü ve başına koydu. Sivas'ı 
ona bağışladı 

Daha sonraları Anadolu kadılar kadısı olan bu zatın on üçüncü yüz yıl 
ortalarında yaşadığı anlaşılmakta ise de hayatı hakkında fazla bilgimiz yok- ... 
tur. Cace Bey tesislerine vakfedilen emlâk ve arazi sahipleri arasında Kadı 
Necmeddin adına da rastlanmaktadır. Edebalı’nırı babasının adı İbrahim 
olduğuna göre Edebalı’nm bunun oğlu olduğunu sanıyoruz. 

ÇAGAOĞLÜ MEVLÂNÂ MECDRTTİN 

Bu zatın adı Ankara kütüphanesindeki Eflâkî tezkeresinde: «İmamı 
Rabbani Seyyidül müzekkirin Mevlânâ Kırşehrı»; Konya Müzesinde bulu- > 
nan en eski bir Eflâkî nüshasında da: «Kırşehirli Mecdettin İbni Çağa) deye 
geçmektedir. Tezkerenin verdiği bilgiye göre Mevlânâ Celâleddin’in Ana- 
dolu’da tek hilâfet verdiği, hattâ icazetnamesini elyazısiyle yazdığı ve bir 
. çok ilimlerde behre sahibi olgun bir insanmış. 

ŞİHABEDDÎN 

Kırşehir’li olduğunu gene Eflâkî tezkeresinden öğrendiğimiz Şihabed- 
din’in de hayatı meçhulümüzdür. Yalnız uzun müddet Tebriz’de Gazan 
Hân’ın kubbesinde Muitlik yaptığını, Eflâkî haber vermektedir. 

CELÂL HATUN, 

Kırşehir’de dikkati çeken eserlerldeıı birisi' de Koru mezarlığında 
bulunan H. 713. M. 1313 tarihli Celâl Hatun’a ait mezar taşı ile arkasındaki 
oyma rölyef halinde diz çökmüş, sol kolunu beline dayamış, sağ elinde bir 
haşhaş dalı taşıyan kadın figürüdür. Belki eser, sanat bakımından bir incelik 
taşımıyor; bizce dikkati çeken nokta, 14 üncü yüz yılda bir müslüman kadı- 
nına ait mezar taşında resim bulunuşudur. Resme karşı çekingenliğin son 
devirlerde başladığı anlaşılmaktadır. 


künbet 

Süleymanı Türkmânî türbesine bakan sırtlarda, Künbetaltı denilen 
şehre hâkim bir mevkide bulunan bu künbet, kapısının üzerindeki: 



Kitâbeye göre bu türbe 686 yılında büyük Emir Hace Aka Mantıım 
emriyle Abdullah kızı Fatma Hatun için yaptırılmıştır. Aka’nm llhani büyük- 
lerinden birisi olması 'muhtemeldir. 

Türbe ehram şeklindedir! Kesme taşlardan yapılmıştır. Altında 
mumvaİık üstünde zaviye vardır. Yapısında Melik Gazi türbesindeki Özetini 
ve işlenil yoktur. Civardaki büyük ve yazılı taşlardan burada vaktiyle başka 
binalar da bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu taşlar kaledeki müzeye nakle- 
. dilmişim. 


Kırşehir Tarihinde 
AHİLER . 

Ortaçağda Kırşehir’i bir ara aldığı Gülşehri adına lâyık canlı bir 
gelişime kavuşturan’ âmillerden birisi de meşhur seyyah İbni Batute’nin de 
haber verdiği gibi: «Rum beldelerinde sâkin Türkmen kavimlerinin her 
vilâyet, belde ve karyesinde mevcut; ecnebilere lütuf ve merhamet gösteren, 
yiyeceğine, içeceğine ve her türlü ihtiyaçlarına koşan, zalimlerin cezasını 
veren, bunlara uyan kötüleri temizleyen ve bu hususta dünyada benzerleri 
bulunmayan» Ahiler ’e ve fütuvvetdarlara kaynak oluşudur. 

Bir çoklarının sandığı gibi Ankara’da müstakil bir Ahi Devleti yoktu. 
Osmanhlara kalenin anahtarım teslim eden, müzaharet ve muavenette bu- 
lunan Ahi Ayan tâifesi. de her yerdeki kurumlar gibi, Kırşehir’de medfun 
Ahievran’a, onun postuna ve ocağına bağlı idiler. Bütün merkezlerdeki 
Babalar ’m azil ve nasipları Kırşehir’deki Büyük Şeyh tarafından tasdik 
edilir; her sene iç Anadoludan başka Bulgaristan, Bosna-Hersek gibi uzak 
yerlere giden Ahievran Nakip ve Hâlifeleri tarikat mensuplarının, lonca ve 
teşekküllerin ahval ve harekâtını inceler, mahfiller kurar, yeni taliplere, 
kalfalara ve ustalara Şed bağlar, peştamal kuşatır, yeni dükkân ve tezgâh 
açacaklara izin ve destur verirdi [1], 

[1] «Ahievren in neslinden bulunan adamlalr her sene Erzurum’a gelirler, 
Ahievren in Kırşehir deki türbesindeki kuyudan bir desti su getirerek Mehdi Ab- 
bas m mescidi üzerinde yapılan camiin minaresine asarlar, böylece şehirde sığırcık 
kuşlarının çoğalması ve bu yüzden Ahievren’in duası berekâtma çekirge âfetinden 
şehrin masun kalması temin olunurdu.» [Sığırcık şeyhleri, ayrıdır. Onlar, gene o 
zamanlar Kırşehir’e bağlı olan Keskin ilçesinin Yukarışeyh köyünde oturur ve 
bunlara Etyemez şeyhleri denilirdi, şu hale göre Ahi hâlifelerinin bu vazifeyi de 
yaptıkları anlaşılıyor. — C. H. T.l 

«Ahievren hülefâsı her sene, Erzurum’a gelişinde Debbağlar tekkesinde bü- 
yük bir merasim başlardı. Bütün esnaf şeyhleri istikbaline koşar ve tekkede elleri- 
ni öperler ve dualar ederler, tekkede saklı olan tarikat bayrağı çıkarılarak tekke- 
nin kapısına asılırdı. Bu ziyaretler ve merasim bittikten sonra bütün şeyhler esnaf - 
larile beraber Ahdurrahman Gazfye giderek Sultansekisi’inde kazanlar kurulur 
kuzular kesilir, pilâvlar pişer, somatlar çekilirdi. Yemekten sonra ustalığa çıkmış 
sanatkârlardan kaç tane varsa bunlar hâlifenin Önünde diz çökmüşler, diğer esnaf- 
lar halka çevirmişler ve dizleri üstünde ellerini koymuşlardır. Debbağlar sevhi 
«Ahiler ve Fütüvvetdârlar» maddesinde: Adı, sam, töre ve törenleri 
hakkında bilgi vereceğimiz bu kurumun Kırşehir’de ilk kuruluşta, ve kuru- 
cusu hakkında henüz bilgi ve belgeye malik değilsek de 13 üncü yüzyıl 
başlarında Cengiz’in Maveraunııehir-i ' istilâsı üzerine Anadolu’ya gelen ve 
Kırşehir’de yerleşen Baba İlyas’ın bu kurumu kurduğu muhakkaktır. Aşık 
Paşa zâde’nin mevcudiyetini bildirdiği: Ahiyan-ı Rum, -Gazıyan-ı Rum, Ab- 
dalan-ı Rum, Baeıyan-ı Rum, herhalde bu kaynağın kollarıdır. 

Baba İlyas’m müritlerinin çoğalmasından kuşkulanan Selçuk hüküm- 
darı Gıyaseddin Keyhusrev II. Şeyhi Kırşehir'den uzaklaştırdıktan sonra, 
ihtimal ki oğlu Muhlis Paşa devam ettirmiş, hayat ve menakıbmı anlatacağı- 
mız Ahievran Nasıruddin, bu- tarikatı İktisadî bir bünye içinde organize 
ettikten sonra uyarlarınca asıl pir ve lider olarak tanınmıştır. Sırası geldikçe 
anlatacağımız gibi, Kırşehirli bir Ahi Şeyhi olan Edebalı, Osman Beyin 
kaynatası olduktan sonra bu müessesenin nüfuz ve kudreti bir kat daha 
artmıştır. Hacıbektaş Dergâhı Meydanevi kapısındaki kitabede Murad’m 
kendisini Ahi sülâlesinden gösterişi bu olayın canlı bir şahididir. 

Son zamanlarda Ahiler .ve Ahiliğe dair dikkate değer araştırmalar 
ve incelemeler yapılmış, haylıea eserler yayınlanmış, dağınık olmasına rağ- 
men zengin bir bibliyografya vücuda getirilmiştir. Biz bu nâçiz deneme- 
mizle bü emek ve mesai âbidelerine yeni bir fikir damlası katacağımızı san- 
mıyiruz. Ancak, Kırşehir’in üzün bir süre bu kuruma merkez oluşunu goz- 
önüne alarak, kısaca bilgi . vermeye çalışacağız. Gayemiz bir Ahiler Tarihi 
yasmak olmadığı için, bu konuda yazılan ve basılanları bir tarafa bırakarak, 
Kırşehir’de bulup tetkik edebildiğimiz Fütüvvetnâme [1], Şecerenâme [2], 

[İ] Fiitnvvetaâmeîer: 

Ahievran neslinden ve son şeyhlerinden merhum Said Efendinin kitapları 
arasında bulduğumuz Fütüvvetnâme H. 999 senesinde Ahmed bin Hızır Elmevlevî 
tarafından arapea ve farsça dualar ve tereemeler hariç olmak üzere çağının türk- 
çesile yazılmıştır. Fasıl başlan, gah- s isimleri, dikkati çeken maddeler, bölümler, 
duraklar kırmızı mürekkeple ve güzel bir sülüsle tertip edilmiştir. Bu kitabı, kendi 
îfadesiie müellilf: «Peygamber Mustâıaya, esbabına, enbiya ve evliyaya salâvat 
getirdikten sonra bu risalenin mümehhiöi (yazanı, tanzim edeni) seyyidülâbdi vel- 
müftekirü ilâ rahmeti’ rabbihilkavayyi Muhammed İbni Seyyid Aliyeddin Elhasan-ı 
Elrazavi afeallahu an sugera ve kübera ve haşerehü meahu men lâ yetevellâhu, ki 
FFütüvvet taliplerinden ve tarikat saliklerinden bir kaç azizler hedahumullâhu 
ilâ rrıeraüb-i eısâirin ve evselâhum ilâ menazililvasilin bu zaiften iltimas edüp 
ki Fütüvvet-dârlar arasında söylenen ve işlenen erkânın ehemmini kaleme ge-, 

hâlifeye, tarikata yeni giren bu ustaları takdim e.der, hâlife dua ederek şet ve peşte- 
malları bellerine bağlayarak ensenelerine birer sille vurur, bunlar da hâlifeden 
başlayarak bütün şeyhlerin elini Öptükten sonra ustalık izni verilmiş olur. «Erzu- 
rum Tarihi, S: 191, Abdürr ahini Şerif Beygu». 


İcazetnâme [3], Yakıfnâme, Kitabe , ve rivayetler üzerinde duracağız. 

AD VE SAN : 

Bu kurumun üzerinde durmaya değer yönü: Adı ve sanıdır. Şimdiye 

' | [3] İcazetnameler : 

Aşağıda bazı parçalarım nakledeceğimiz İcazetnameler: yiğitlerin, civan- 
ların ulusu, fütüvvet ehİinin inal ve imamı (kıdve ve mutemedi), pirler piri, 
azizler azizi Ahievran adına kemer bağlavup çözmeye yetkili şeyhlere verilen 
diplomadır. 

Bütün bu belgeler, fütüvvetnâmelerin ana prensiplerine ve İslâmî görüş- 
lere uygun olarak düzenlenmiştir. Mitolojik detaylarla süslenüp şişirilmelerine 
rağmen, evrensel bir varlığın zihniyet ve felsefesini aydınlatması bakımından 
içinde hakikat "unsurları taşımaktadırlar. Biz bunları mümkün olduğu kadar 
özetleyip bugünün diliyle ve objektif bir. görüşle ifadeye çalışacağız, 

türem. Mikraz almak ve tevbe ve ahid ve şart ve biyat etmek ve yol ata ve yol 
p kardeş idinmek erkânı ve şakirt revan etmek ve helvayi cif ne (Helva pişirilen 

| ; oir nevi kap) erkânın ve ne tarikle pişirdüklerin ve ne tarikle kısmet ettikle- 

rin, ahar şehre ne tarikle gönderdüklerin ve ne vecihle teslim ettüklerın ve 
$ :Ix teslim eden kişinin elinden ne vecihle alınacağın ve mahfil ehli birbirine tike 

{ [f sunmak (Parça, cüz) ve birbirinden hak talep kılmak ve bir sahip tarikten 

günah sadır olsa saff-ı nialde (papüçluk) durudup dahi ana Horasan ve Irak 
külletin ki (kavil - söz anlamına olsa gerek?) buna tarik derler ve 1 dahi Mekke 
ve Medine erleri buna makam-ı insaf derler. İmdi ol durup Eshab-ı Tarik’ a 
garamet (din, borç) çeküp ki ana terceman-ı lisan-ı akdem derler ve dahi ter- 
ceman söylemek meşayih-i selef rahimehüm Allahütaâlâ erkânları üzere esah 
rivayet ki kitaba ve sünnete ve icma-i meşayiha muvafık ve ahsen hikâyetle 
beyan ve ayan kıldım, iltimasların kabul kıldım ve dahi Hak subhanehu ve 
teâlâdan istianet talep edüp bu risaleyi kaleme getürdüm ve miftah-i dekaik 
(zarif açacaklar birle mevsûm kıldım ki tâ ki her âziz ki bu risaleyi mütalea 
edüp müstefid ola ve ben fakiri hayir düa ile yâd kıla ve fatiha ihsan ede ve 
bu nükteleri nâ-ehil nazarından mahfi tutalar, amma ehlinden diriğ kılmayalar, 
zira hikmeti na-ehle vermek zulümdür, ve ehlinden gizlemek dahi zulümdür. 
Netekim bihterin-i kâinat mefhar-i mevcudat Muhammed Mustâfa aleyhi efdalü 
esselâvat ve ekmel-i ettahiyat buyurur: «Lâ tüvtüvül-hikmete ilâ gayri ehliha 
fetuzlumuha» maksadile yazdığım açıklıyor ve Fütüvvet’in anayasasını . vücuda 
getiriyor. Artık bu kurumun eski hararetini kaybettiği zamanlarda yazılmasına 
rağmen bir emek ve itina mahsulü olan, bu yazmadan aşağıda bazı parçalar 
alacağımız için burada fazla izahat vermekten çekiniyoruz. 

[2] Şecerenâmeler : 

Ahiler ve Ahilik tarihini aydınlatacak önemli kaynaklardan birisi de 
Şecerenâftıelerdir. Ahilerin silsilelerini, gene Fütüvvetname çerçevesi içinde 
tarikata ait merasim ve usullerini, esnafın ve pirlerinin adlarını, mertebe ve 
derecelerini bildiren Şecerenâmelerin hususiyeti hangi meslek ve sanat şeyhi 
adına tanzim edilmiş ise o katagorinin adap ve erkânını tebarüz ettirmesidir, 
adeta bir yönetmelik mahiyetindedir. Sn çok rastlanan Şecerenâmeler debbağ- 
lara ve debbağlıkla ilgili sanat ve sınıflara ait olanlardır. 
kadar türkçe (kardeş - kardeşlikler - kardeşe mensuplar) anlamına gel- 
diği sanılan Arapça ( Ah- Ahi-Uhuv v et) unvanının aslında (Cömeıtlik) 
ifade eden (Akı) olduğu, bu sıfatın Mütercim Asım merhumun «Bür- 
han-ı Katı» adlı meşhur sözlüğünde: (gayretli, özverili kişilere: Akı) denil- 
diği, son zamanlarda bu sanın Başustalara verildiği, eski arapça, farsça eser- 
lerde (Ahi) sözüne rastlanmadığı cihetle türkçe Akı kelimesinin daha dog 
m olduğu fikri ileri sürülmüştür. Nitekim, Türk - Dil Kurumunun 1944 
yılında yayınladığı sözlükte de (Akı) sıfatı: eli açık, cömert, yiğit, ahi) 
sözleriyle manalandırılmıştır. Anadolu’da ham deriyi, tabaklamak, yani 
temizlemek, akpak etmek işlemine (Akartmak-Âğartmak) denildiğine göre 
(Akı) sıfatının da bu kökten geldiğine hiç şüphe yoktur. Aka-Ağa isminin 
de bu kelime ile ilgisi hatıra gelmektedir. Fütüvvetnâmelerin de kaydı- 
na göre Âdem Peygamberin Cennetten sürülmesine sebep olan mmemnu 
meyvanın (Buğday) oluşu, Âdem affedildikten sonra delisinden elbise 
yapmak üzere gönderilen iki Ahunun koyun ve keçi olduğunun gene 
bazı fütüvvetnâmeler tarafından rivayet edilişi de dikkati çekmektedir. 

Bugün dünyaca bilinen bir hakikattir, ki buğday gibi bitkilerin, koyun 
keçi, sığır ve at gibi yaratıkların ilk menşei Orta Asyadır. İlk atalarımızın 
ağıllaştırdığı, yani ehlileştirdiği bu bitki ve hayvanların kıvır kıvır yünlü 
derisinden başına kalpak (kalpağ-kılbağ) , sırtına kapanak, kırka ikepe- 
nek -hirka), bacağına dolak, ayağına çarık, çedik, postal, kundura yapmış; 
eğirdiği yünden çatma dediği çadırını, eşinin başına bağladığı çatmasını, 
altına serdiği: post, kaça, kalı,. kalımını (keçe, halı, kilim), kızma verdiği 
kalım (cihaz eşyası ki içinde her çeşit deri ve yün mamulleri bulunur) ör- 
müş ve dokumuş; bunların ürününden ve sütünden: ekmeğini, aşını, bulgu- 
runu, bulamacını, kımızını, ayranını yoğurdunu, kurutunu imal İtmiş; hatta 
evinde, bağında, tarlasında ve savaşta kendisine yoldaşlık eden bu perso- 
nelleri soyuna sopuna karıştırmıştır. AkkoyuhLu, Kızılkoyunlu, Karakeçili, 
Altay, Kabartay, Koonguralp gibi, memleket, devlet, kabile ve aşiret adlan 
bunlardan birer örnek değil midir? 

Deri ile ilgili 32 esnafın deriyi deren, akpakeden dabağlar piri Ahiev- 
raha bağlanmaları cidden inşam düşündüren enteresan ve zengin bir 
konudur. 

Ahiler’in merkezi olan Kırşehir’de halk ağzında zamanla (k) harfi 
(h) şekline inkılâp ederek çakı-çahı, yakı - yahı, bana bak -bana bah kılığı- 
na girdiği gibi Akı da Ahi olmuştur. Hattâ Kırşehir’de halk, Ahievran’a 
Ahirmen derler. 

(Haza Fütüvvet-i Ahievran) başlıklı yazıma dört sayfalık bir varak- 
parede geçen: «Âdem Peygamberin dünyaya teşrifinde Tanrının emriyle 


j. Cebrail in Cennet ten iki Ahu getirüp, Adem’e zebhettürüp, derilerini de- 

bagat kabul ettirıip eymlerıne libas edindiler» rivayeti, tarihe uymasa bile. 
Cennetten gelen Ahu. dikkati caliptir., bir çok yerlerde de Ahi Baba, tâbi- 
rinin Ahu Baba şeklinde telâffuzu Ahi unvanın ilk zamanlarda Ahu oldu- 
: gu kanaatini bize vermektedir. Fütüvvetnâmelerde bu teşekkül (fita-fityan- 

: füiüvvet-uhuvvet-mürüvvet) sanlarile aldandırılır; uyarlarına da (ehlifütüv- 

vet-müruyvet-uhuvvet-fütüvvetdâr) denilir. Ahi adı, aşağıda temas edece- 
ğimiz gibi, tarikat içinde bir mertebenin unvanıdır. Fütüvvet yolunda bir 
(Yol atası), (yol karındaşı) edinmek şart olduğundan Eshab’ın birbirini.' 

■ kardeş tutunduğu zaman Hazreti Peygamberle amcası oğlu ve damadı Ali 

de dünya ve ahıret kardeş tutunmuşlardır. . . 

Zaman ve mekân içinde şartlar değiştikçe, fütüvvetdarîar eski hara- 
ret ve kudretlerim kaybettikten, bu teşekkül debbağiar ve onunla 'ilgili 
zanaatlar zümresine inhisar ettikten sonra pirleri Ahievran’a izafeten ve bir 

dm SSVgİ Ve Saygl eseri oiarak Ahi adl daha çok kullanılmaya başlamış, bu 

| • : suretle bütün bir. varlığa ad ve san olmuştur. 

Fj : İ i ( A ki) nm sonuna eklenen ve (yılan - ejderha) karşılığı olan Evren’in 

i ‘ TÜrk foneti § ine gör® Evren şeklinde- telâffuzunun daha doğru olduğu kana- 

% f tmda bulunanlar »Huğu gibi, (ören - oran) suretinde ..yazanlar ve okuyan- 

■ ^ ar da vardır. Türkçe Sözlük’te de (Evren) kabul edilmiştir. 

îslâmı inançlar ve gelenekler noktasından hareket eden, Âdem Pey- 
gamberi ilk pir tanıyan Fütüvvetdarların temel kitabı olan Fütüvvetnâm*- 
ier, Ademın memnu meyvayı yediği için Cennetten yılanla birlikte Seren, 
dib e sürüldüğünü yazarlar. Adem affedildikten sonra Tanrmın buyruğu ile 
Cebrail m Cennet’ten getirip .Âdem’in başını belâlara sokan Şeytan’ı ve 
bu işe yasıtahk yapan yıian’ı hatırlamak, badema onların iğfallerine uyma, 
mak, ahde vefa kılmak, dünyaya muhabbet etmemek, Kak’km kazasına ve 
kaderine sabreylemek kaydiyle beline bağladığı ve Şed-di vefa adını verdiği 
kuşait ta ydana benzer. Bedir gazasında Âhievran, omuzunda Âlem-i Şerif 
bny ejderha gibi düşman saflarına atılmış. Peygamberi hoşnud etmiştir! : 
Düğününde kesilen keçilerin, koyunlarm ve sığırlarm derilerinden bir gece 
j6. lr gündüz l ? mde türlü türl ü renk ettiği- ve kaynatası Ali’nin perdahla- 
ıgı turaları Peygamber beline bağlamıştır; Kayseri’de elvan elvan işlediği ' 
sahtiyanların yılan gibi deliğe akarak Yahnin gönderdiği memuru korkut- 
ugunu, Kırşehir e gelen Ahıevran'ın türeyen ejderhayı nasıl emrine muti 
Kucağını aşağı sayfalarda okuyacağız. 

Ören - Oran - Evren adı üzerinde de bir parça duralım: Ören 

bildiğimiz virane ve harabe karşılığı- değildir, ö *r m e k masdanndan 
gelen o r e n dır. Zaten fütüvvet, âdemoğullarım kardeşlik ve meslek 
duy g ularıyle birbirine sımsıkı bağlayan ve ören bir kurum değil midir? 


Cebrail’in Ceımet'ten getirdiği ve Âdem’in beline bağladığı kuşak da yün- 
den örülmemiş midir? 

. 0r a » ismine gelince: Şeyh Süleyman Efendi-i BBuharî H. 1298 yılında 
İstanbul - Mihran Matbaasında basılan Lûgat-ı Çatagay ve Türki-i Osmani’- 
sinde bu sözü: «sıfat, pişe, kisp, mikyas, ölçü, tenasüp. Oran iki kaideye 
münhasır olup biri ner tâifenın kendisine mahsus olarak bellediği oran 
’ diğeri bütün ordunun intihap eylediği oran’dır. Muharebe esnasında herkes 
kendi kavmini bununla bılurler, imiş» diye mânalandırır. Sosyal ve ekono- 
mik sınıfları içine alan bir ordunun başında bulunan; hesaplı, kitaplı, ölçülü, 
tartılı, düzenli ve güvenli bir birlik ve ahenk yaratmaya çalışan Ahievren 
içindebelirli bu taifeye de Oran adı gerçekten yakışır. Dünya ölçüsünde 
sosyal ve ekonomik bir varlık yaratmaya çalışan bu müesseseye de biz 
EVREN adını daha uygun buluyoruz. Fakat, Ahilere . ait kaynaklarda 
Âhievran imlâsında yazıldığı ve Kırşehir’de de bu hece ile konuşulduğu- 
için kitabımızda bu kılığı muhafaza ettik. Şüphesiz, bu konuda söz, yetkili 
dilcilere düşer. 

Doğum Yeri, Soy ve Sop : ' 

Yerli, yabancı meraklıları en çok ilgilendiren konulardan birisi de bu 
kurumun menşei ve milliyetidir. Bu bahis üzerinde de haylıca durulmuş ve 
emeK harcanmıştır. Biz burada bunları tekrar etmekten çekinerek, gene 

elde mevcut belgelerin ışığı altında yolumuza devam edeceğiz: 

Fütüvvetnâmeler:. Cennet’ten Âdem’le Havva’nın hazin macerasını ‘ 
efsanevî bir dekor içinde allayıp pulladıktan sonra bu. iki . sevgiliyi M ekk e’de 
birleştirir, Cebrail Cennet’ten getirdiği ve Şed-di Vefâ dediği k uşa ğı beline 
bağlar, tekrar Mekke’den Hindistan’a göç ettirir. Yukarıda da gördüğümüz 
gibi, Şecerenâmeler Abbas’ın oğlu Ahievran’ı Ali’ye. damat- yapar. 

Renkli ve çiçekti çinilerle süslü bir cami duvarım andıran icazetna- 
meler: Bir levha gibi başa astıkları fütüvvet şeceresini şöylece sıralarlar: 

Karşılıklı yarımşar iki daire içinde Emirilmüminin Ali İbni Talib’in 
adı, bu iki yarım • dairenin altında gene karşılıklı küçük yuvarlaklar içinde 
12 şer 12 şer olmak üzere Ali çocuklarının, yani 12 İmam’m adlan, bu 
çerçeve gene Talib oğlu müminler emiri Ali’nin karşılıklı iki adiyle kapa- 
nır. Bu çerçevenin altındaki ikinci süslü çerçeve içinde, yanlarda, iki 
dairenin tam göbeğinde Allah - Muhammed mihrakının etrafında on müj- 
delinin adlan çevrelenmiştir. Benzeri tarikatlarda olduğu gibi Fütüvvet 
yolu da irfan kemenle Ati sevgisine, Ali kapışma bağlanmıştır. 

Dinsel ve mistik .bir düşünce ve inanışla süslenen ve kudsîleştirilen 
sahnenin perdesini biran olsun kapatacak olursak, Fütüvvet ve Uhuvvetin 
babası: Âdem, kemer bağlandığı yer: Mekke, yaymş sahası: Hindistan'dır. 

Gene fütüvvetnamelerin, şecerenâmelerin Mekke ve Medine erlerin- 
den başka Horasan ve Irak pirlerinin mevcudiyetini haber verişi; bir çok 
pirlerin vatanlarım ve yayılış yerlerini sayarken Semerkand, Merv, Rey, 

, Buhara, hattâ Anadolu’da Sivaz şehir ve kasaba adlarının geçişi, bu teşek- 

külün milliyeti, soyu ve sopu hakkında bize aydınlatıcı bir fikir verir. 
Bi lba^a bir kuşak hallinde bele sarılan yılan sembolü, nazar ve hayalimizi 
Türklüğün Totem ve Şamanlık çağlarına doğru çeker. Hâlâ Anadolu’da 
bir yolcunun önüne çıkan yılan ona uğurlar ve saadetler müjdeler. Oran 
adı da bize Türk kabilelerinin ayrı ayrı biçimdeki damgalarını hatırlatmak- 
tadır. İcazatnamelerin başlığını süsleyen 24 isim, 24 Oğuz boylarının, dai- 
releri açıp kapayan Ali’nin de Oğuz Han’ın müşahhas timsalinden başka bir 
şey olmasa gerek. Son yerleştiği Anadolunun dağına, deresine, ovasına, 
obasına .göçüp geldiği anayurdundan nişaneler veren Türk, son dinini, de- 
benliğinin menşurundan sızdırdığı hayaller ve hatıralarla ne güzel işlemiş - 
' !; ve süslemiş; çoğu zaman al kanını ve alın terini de katarak... 



$ Fütüvvet Yolunun Ana Prensipleri: 



Geçmiş büyükler, Fütüvveti bir ağaca benzetmişlerdir ki, sıfatları 

Tanrı sıfatıdır; budakları Enbiya; yaprakları Evliya; yemişi de müminler 
sıfatıdır. Ol ağacın kökü birlik ve samimilik; budakları sözünde ve işinde 
doğruluk ve saflık; yaprakları usluluk, utangaçlık; yemişi Tanrı bilgisi; 
lezzeti güzel huy ve cömertlik; suyu Tanrı rahmetidir. Bu sıfatlarda kusur- 
suz olan müminler emiri, Tanrı arslanı İmam Ali «Ali’siz fitâ olmaz» hita- 
bın işitti. Doğrular ve temizler bu sıfatı saklamaz, ehli olmayan f italar bu 
hilâtı giyemez, bu şed’di kuşanamaz, bu yolda yürüyemez ve menzile 
eremez. Cömertler bu sıfatlarla süslenirler. 

Fütüvvet olanların üzerine yedi kapıyı bağlamak, yedi kapıyı açmak 
gerektir : 

1 — Kırslık kapısının bağlaya, cömertlik kapısın aça; 

2 — Kahır kapısın bağlaya; iyilik kapısmı aça; , 

3 — Hırs ve hava kapısın bağlaya, hoşnutluk ve kanıklık kapısm aça; 

4 — Tokluk ve lezzet kapısın bağlaya, riyazet ve açlık kapısın aça; 

5 — Halktan ümit kapısın bağlaya, Hak’tan yana reca kapısın aça; 

0 — Faydasız, saçma söz söylemek kapısın bağlaya, Tanrıyı anıp 

güzel sesle okuma kapısm aça; 

7 _ Şeytanlıklar kapısın bağlaya. Tanrısal kapılar aça. 

Gene büyükler demişler ki, îütuvvetdâr olan kişiler: Bu sıfatlarla 
mavsuf olmak gerektir: 

înaiııcı olmak, gerçeğe ve yalana hergiz and içmemek, kenduye ne 
sanursa her müslümana dahi anı sanmak, ululara izzet ve hizmet, küçük- 
lere şefkat ve merhamet, düşmanlara ve düşmanlıklara tahammül, kötülü- 
ğü iyilikle krşılamak, büyüklere ve bilginlere saygı göstermek, her kime ki 
dostluk ve düşmanlık ederse Allah için etmek, cömert olmak, ahde vefa 
kılmak, tatlı dilli gökçek seyretli olmak, atasına, anasına, üstazma, pirine 
asî olmamak, izzet ve hürmet ile gönüllerin almak, ve bir zerre onları 
incitmemek, satu ve hazar üzerinde yalan söylememek, komşulara iyilik 
ve cevirlerine tahammül göstermek, hergiz kimseye haset, kın ve buğzet- 
memek, barışçı, sabırlı ve mütevekkil olmak, kendi yükünü kimseye çektir- 
memek, f asıklardan ve' yaramazlardan ırak olmak, kimsenin malına göz 
dikmemek, daima halkın nefiine çalışmak, kadabm yutmak, halkın ayıbına 
muttali olursa örtmek ve sır saklamak, her kanda yürürse Hak-kı hâzır ve 
nâzır görmek, huşu ve huzu’dan hali olmamak, şeriata ve tarikata aykırı 
yola gitmemek, elinden ve dilinden kimseyi incitmemek, eğer haksız yere 
incitirse fütüvvet’ten düşer, Fütüvvetin şartlan çoktur, bin bir menzil ve 
kırk dört makamdır. 

' Ahmed Gülşehri, bu fütüvvetnamenin yazılışından üç yüz yıl Önce altı 
olduğunu söylediği fütüvvet şartlarım şu şiirinde ne güzel ifade etmiştir: 

Altı şartı var fütüvvet yolunun 
Üçü açuk, üçü kapaludıır anım 
İşit imdi işbu sözü sıdk ile 
Kim bilindi işbu ma’ni nakl ile 
Kapusu ve eli ve sofra bağı 
Öl kim üçü kapaludur evvel dili 
Gözü dahi foağlu durur bili 
îşbu altı hasiyet kim var idi 
Ahi yanında kamusu yâr idi ... 

Ahi Mesud oğlu Alâeddin. Ahi Sinan adına. ,H. 876 yılında tanzim 
edilen İcazetnâme’de Fütüvvet yolunun edep ve erkânı şu güzel cümlelerle 
anlatılmıştır [*]: 

«Bilmek lâzımdır ki esrar-ı İlâhî müftileri böyle rivayet ve namütenahi 
ahbar münşileri şöyle nakil ve hikâyet ederler ki, Fütüvvet zeman-ı kâdim-i 

[*] . Bu icazetnâmeyi de rahmetli Ahmed Remzi Akyürek tere eme ve 
lütfetmişlerdir. 



ezelîde mezkûr ve hâkim-i lemyezelî menşurunda âyet-i meşhurdur ki: 

ve yine bilmek lâzım ve 

özür ve behanesiz muktedir olmak gerektir ki: Fütüvvetin rükn-i âzami 
edeptir ve müeddeptir ol kimse ki edep amn zâtında mükteseptir. Babullah 
meftuhtur, fakat bu kapuya edeple dahil olunur ve edebin hülâsası her şeyi 
mahalline vazetmektir. Ve mürit için terbiye ahlâk-ı raziyye ile beslemektir: 

Fütüvvetdâr olan kimse cemi’ âdâp 
tarikiyle arâste ve enva-ı maarif mühümmatile pirâste olmak lâzımdır. 

Terbiyeyi, hattâ lokma yenilmekte, söz ' söylemekte, yola gitmekte, 

; kalkmakta ve oturmakta, kemer, (miyan) bağlamakta ve çözmekte arasun- 

f 1ar ve amn zâhir ve batım ahlâk-ı hâmide ve a’mal-i pesen-dîde ile tezyin 

etsinler, tâ ki bu terbiye sebebiyle o gürühtan olmasınlar ki anların baş- 
larında gaflet ve fesad bulunur, ki şu: Âyet-i kerîme meâline musaddaktılar: 
ve sahib-ı fütüvvet olanlar altı hasletle müzeyyen olmak lâzımdır ve altı 
rükün o kimsede muayyen olmalıdır ve bu altı rüknün başı tevfikat-ı 
ij ] • Hak-ka karşı: küşadedil (gönlü açık) olmak, yani iptida sâdır ve vârit 

İj (gelen giden) e kapıyı açık bulundurmaktır. Babullah meftuhtur. İkinci 

rj | , -j rükün: küşâde-pişanî (alnı açık) olmak ve gözü misafirlerin gelmesine 

(i lir 1 muntazır olmaktır, Kavl-i Tâalâ, 

fei 

Üçüncü rükün: Sofranın bağını açup nesi varsa huzura getirene: 

ve mezkûr altı rükünden üçü de şunlardır: 
Birindisi: Gözünü ayıp görmekten bağlaya 

İkincisi: Lisanını gıybetten ve mesaviden ve yalandan ve bühtandan hıfz 
e <* e ki: Üçüneüsü: 

Kemerini haramdan menede ve nefsin yularım haramdan çekilmiş bulun- 
dura, kavl-i Tâalâ 

ve kendi âziz vücudunu az yimek, az uyumak, az söylemek ile mesut ede 
ve hulk-ı İlâhî ile tahallûk edüp h a 1 k ile güzel geçine ve kimseye ezâ 
ve cefâ îsâl etmeye: Şiir: 

«Senin o güzel sözlerin inci delmek demektir, güzel huyun da söz kabul 
etmekliktir, Senin, ilim, âmel zühdün de: az yemek, az söylemek, az uyu- > 
maklığmdır.» 

* 

Fütüvvet Yolunun Bölüm ve Töreleri: 

Bu erkân ehlinin üç mezhebi vardır: Birine Kavli, İkincisine Şazelı, 
üçüncüsüne Seyfî derler, Seyfî anlardan daha kuvvetlidir, birbirinden üstün 
dokuz bölümdür: 



1 — Nazil: Mahfillere muhabbet edüp ya üstaz veya atasile gelirler. 
Erkân e ilk girenlere hübbap yani muhipler denilir, erkân ehlinden sayıl- 
mazlar. Üstazmdan (ustasından) icazet aldıktan sonra pır tutup mıkraz 
(makas) alanda gerçek nâzil derler, bunların üstünü nim tarik, yani yan 
yol sahibidir. 

2 — Nimtarik: Oldur ki, amn ustası, piri, tarikat atası, iki tarikat kar- 
deşleri ola ve anlardan terbiyet göreler. Bunlardan üstün miyan-bestelerdir.’ 

3 — Miyanbeste: Beli bağlı, hizmete âmade, işe hazır demektir, bun- 
lardan üstün başarıştır. 

4 — Başarış (bişiriş) - ki ana dest-i nakip yani nakibin eli denilir. 
G.revi ayağ üzere durup hamları yani mesleğe yeni girenleri pişirüp hizmete 
barıştırmaktır. Destinakipten üstün Nakip tir. 

5 — Nakip = nekahete, yani cemiyete başkanlık eden zattır. Güler 
yüz ve tatlı dille mahfil ehlini yerli yerine kondurur. «Kavmin büyükleri 
onlara hizmet edenlerdir». 

6 — - Nakibün-nükaba (nakipler nakibi) — Nakipten üstün nakipler 
nakibidir ve yedi taifedir: I) melikler, emirler, vezirler ve kalem erbabı, 
2) âbnler, müftüler, kadılar, müderrisler ve vaizlar. 3) meşayih ve fukara. 
4) nimet erbabı ve mal sahipleri. 5) dihakın yani koy büyükleri, muhtarları, 
ziraat reisleri. 6) seferde ve hazarda tüccarlar, askerler. 7) işçiler ve ehli 
sanayi. 

7 — Ahiler - Nükebadan üstündür, bunlar halife gibidir. Kaim 
makam-ı şeyhtir. Amma, seccade sahibi değildirler. Kendi taifeleri içinde 
sahibseccade iseler de cüz’idir. Ahilerin, halifelerin üstünü şeyhlerdir. 

8 — Şeyhler: şeyhten üstün şeyhüş-şuyuh, yani şeyhler şeyhidir. 

9 — Şeyhüş-şüyuh: Bütün teşkilât kademlerinin başıdır, bütün sec- 
cadenişinler ana tâbidir. 


Fütüvvet Dışı Olanlar: 

Kamu meşayih, bazı hasletlerinden dolayı 12 kişinin fütüvvet dışı kal- 
dıklarım, bunlara şed bağlanmayacağını, eğer hu fiilleri terkederlerse anların 
da fütüvvete lâyık olduklarını kabul etmişlerdir. 

1) İyman ehli olmayan kâfirler. 2) Münafık olanlar. 3) San’atı gaybe 
hükmetmek olan falcılar ve müneccimler. 4) Sarhoş eden içki içenler. 5) 
Dellâklar, çünkü onlar müslümanların avret yerlerine yani açık vücutlarına 
bakarlar. 6) Dellâllar. zira, anlar satış işinde nâsa zarar verirler. L) Çulahlar, 
zira onlar müslümanlara yalan vaad ederler ? eksik arşun tutarlalr. Gerçi 
anların san’atları makbuldür, amma, Haktaâlâmn emrine muhaliftir. 8) Ka- 
saplar, ki işi kan dökmektir, anlarda şefkat kalmaz, fütüvvet şefkatle mü- 
zeyyendir. 8) Cerrahlar, sandalları halka zahmet eriştirmektir, yürekleri 
taş gibi olmuştur, hiç kimseye rahmetmezler. 10) Avcılar, kuşlara ve cana- 
varlara tuzak kurup boğazlarlar, nicesinin yüreciği açlıktan kırılır. 11) 
Âmeldarlar, zira ki onlar dâim bidat ederler (müesses nizam dışı iş yapmak 
istıy enler olacak). 12) Madrabazlar: Anlar rnekâlâtı anbar ederler, kıtlık 
isterler. Her kim ki yemek cinsini müslümanlara pahalı satayım, diye kırk 
gün saklasa, fakat sonra fukaraya . dağıtsa ânların günahı kefaret kabul 
etmez [*]. 

Bilhassa, fütüvvetdârlar için şu üç nesneden sakınmak, şarttır: Sarhoş 
eden içki, insanlığı düşüren zina ve livata. Ehli fütüvvet için, gerektir kim: 
dili zikirden, gönlü fikirden hâli olmaya... • ■ ■ 

Fütüvvet Mahfilleri ve Bazı Törenler: 

Fütüvvet ehlinin kardeş tutunmak, mesleğe girmek, herhangi bir sa- 
natta çalışıp ehliyet kazandıktan sonra icazet almak, sofra çekmek yani 
ziyafet vermek gibi çeşitli toplantıları vardı, bunlara mahfil kurmak der- 
lerdi. Bu hususta bir bilgi vermek üzere bir şakirde, bugünkü deyimle öğren- 
ciye diploma vermek için yapılan törenden kısaca bahsedelim: 

Fütüvvetdârlar, mahfil kılmak için ehliyetsizlerin nazarları erişmi- 
yecek maruf ve meşhur bir mekân lâzımdı. Bu mekânın baş sedirinde 
şeyhler şeyhi, yanında şeyhler oturur, sır asiyle halifeler, müfredler, miyan- 
besteler, nimtarikler, ahbaplar yerlerini alırlar. Başarışlar nimet katında, 
nâkipler ayağ üzere durup herkesi yerliyerine kondururlardı. Kendi 
mertebesinee hizmetini eda ettikten sonra Tanrı kelâlmı, enbiya kıssaları, 
evliya menkıbeleri, yol gösterici imamlar, fukara sırları, sofiler sülûkü 
okunup sohbete başlarlardı. Çünkü müminler emiri, Allah arslanı Talip 
oğlu İmam Ali, fütüvvet yolunda Hazret-i resulün iyi huylarından, fazilet 
ve ahlâkından bahsederler, lâtif öğütler verirler, bunları iki gözbebeği 
Haşan ve Hüseyin yazarlar, kendülerine hamâil ederlerdi. îşte bu suretle 
sohbet ve safa olduktan sonra, Irak, Horasan ve Türkistan pirlerinin işa- 
retler üzere eline bir tas su alır, safnialde (alt sırada - papuçlukta) durur, • 
meclis ehline tevazu ederek yeb yeb edeble sağa ve sola bakmadan şeyhin 
önünden tutup arka arka safniale gelince suyu sular, sağ elile aldığı süpür- 


geyi koltuğu altına tutup, safnialde önceki gibi erkân gösterip yeb yeb 
edeble şeyhin önünde bir. dizini kcyup diğer dizini diküp tevazula şeyhin 
seccadesi Önünde bir elif çeker gibi gerisin geriye çekilir, safniale varınca 
süpürgeyi koltuğu altına alıp tevazu eder. Birinci hareket sohbete"; ikinci ha- 
reket mahfele işarettir. Bunlar Kavillerin tarikidir. Amma Şazelilerin tari- 
kmcâ Fike yani nakip. sağ eline tuz ve sol eline bir tas su alır, safnialde durur 
ve fütüvvet duasını okur. Seyf ilerin erkânmca nikabetler ve başarışlar 
paymaçana yani safniale gelüp mahfil ehline selâm ederler, sonra Nakip 
veya Nakibilnükaba el kaldırıp uzunca bir dua okur. 

İcazet verilecek şakirt, ol mecliste oturan eshab-ı tarik, er:oab-ı fütüv- 
ve ve ayağ üzere hizmete duran ihtiyarlar ve ustası için gücünün yettiği 
kadar hazırladığı tuhfeyi (hediye) bir zarfa koyar ve Nakibe sunar, Nakip 
bir futa yani peşteznal alır, beş kata , büker, bu büküş beş vakit namaza, 
beş Al-âbaye, beş ukdâzim Peygambere, beş İslâm binasına, beş nesneye 
iyman getirmeğe (Allahın birliğine, melâikeye, kitaplara, nebilere, kıyamet 
gününe) işarettir. Tekrar üç kata büker, ki: şeriata, tarikata ve hakikata 
işarettir ve dahi mebdee, maaşa ve maade (başlangıç, yaşayış, dönüş) 
işarettir. Ol futayi üznünden ve eyninden üç kat bükücek dört köşe olur, 
sonra üstündeki katın dört köşesini açar ve büker ki: dört ali rükne, dört 
pire, dört tekbire, dört yâr-ı safâye, dört rnelek-i mÜKarribe, dört kitaba 
işarettir. Bükülmüş futanın üstüne bir taş ve bir terazi koyar, bir başarı- 
nın eline verir; zarfa konmuş bergüzarları (hediyeleri) dahi nakibel nukeba 
eline alarak yanında şakirt ve iki nakip olduğu halde eşik kurbünde Terce- 
man-ı icazet denilen şu manzumeyi okur: 

Bir kemine keıideiıüz der-i dergâha geldim hizmete 1 
Her ne emriaSinizdür ana memur olayım 

Re’y-i âlîmiz. ne buyurur bu makide skin 
tere girdim ye kapıda düreyim dûr olayın 

Diğer örnek: 

Mu duagüyi fakir bendenüz müştekiniz 

İçre gireni ve.duram nedir, sizin fennamncE 
Sonra ileri gelip eşiğin dış yüzünde durur ve eşik tercemam okur: 

Eşiğinde ■ koymuşam can men vücudum- ola zer 
Hacetim budur benim kim kıla hu fakire nazar 
Kıbledir yüzün hana ve âsiianm secdegâh 

Secdegâh-ı. âşıkandır çim . bu bârigâh . 

Barigâh-i ali ve zneleeidir âşıkların 


[*] ■ Asrımız karaborcasılarınm kulağı çınlasın! 


Âş'ık-ı sadık muradın ver eyâ devletlû Şalı 
îşiğine yüz süre geldüm çarup-var (süpürge gibi) 

Hizmete bel bağladım boş boynu bağlı kul gibi ■ 
bittikten sonra eşiği atlayıp sağ ayağı ile içeri girer, selâm tercemanını okur: 
« Selâm ullahı aleyküm ey erenler, dünya varlığın yoğa sayanlar. Şakirt ve 
Nakip tennurile (derdiği futa ile) ve terazi elinde olarak orada dururlar, 
N akibinnükabanm ardından yürürler. Nakibin-nükaba selâm tercemanm 
okuduktan sonra, bir ayak geri teenni ile durur ve şu tercemanı okur: 

Ey cemâlin kıble-i elıl-i nazar 
Vey kemalin maden-i dürrü güfeer 
Çün bugün âlemde mislin yokdurur 
Lûtfeyle bu bendene ejde nazar . ■ 

tekrar bir ayak daha geri gittikten sonra şu tercemanı okur: 

Ey vücudun bahar-i cudun kâmdır 
Hem sözün baktır Hak'ın fermanıdır 
Her nazar kim kılsan ey nur-ı ayn 
Kimyadır derdimin dermanıdır. 

Şeyhe yakın geldiği zaman aşağıdaki tercemanı okur: 

Şemh tevfik-ı bidayettir yüzün 

Suret-i Hak’tan işarettir yüzün *** 

Ebl-i tevhide beşarettir yüzün 

Hac-cu ibaramı ziyarettir yüzün - 

Diğer : 

Cemalin senin nur-ı İlâhî 
Yüzün âlemin mibriyle mabî 
Ayağın toprağı ey mazhar-ı Hak 
Erenler başının tac-u küîâbı 
Nisar olsun sana dünya ve tıkha 
Ki semin din-ü dünya padişahı 

Nakibin elinden tubfeyi alır ve tuhfe tercemanını okur f ' 

Süleyman’a karınca armağanı 
Çekirge bududur kim iletir am 
Süleyman sen şaha ben karınca 
Karıncadan kabul et armağanı 


Mazur buyur tapuna geldimse tebidest 
Kuldan ne olur, hazret! sultana yaraşuk 
Dervişin olur dilde niyazı ekle piyazı 
Ayheyleme sıuıdumsa fakirane tskellüf 



Size tuhfe getirdüm ben bu canı 
Hakir olur fakirin armağanı 

ve hediyeleri şeyhten başlamak üzere dağıtır ve bu merasim de şöyle yapılır: 

Her ihtiyarın Önüne tuhfesini koyarken ana başile işaret eder, yani 
tapu eder, sol dizini yere kor ve sağ dizini büker, tuhfeyi Öper ve iki 
eliyle ihtiyarın önüne bırakır, geri geri çekilir, safniâle kadar gelir; önce- 
den dürdüğü futayı ve üzerindeki taşı ve teraziyi Nâkib’in elinden alır, 
iki eli üzerinde tutar ve Tennûre âyetini okur ve dua da ettikten sonra 
Tennûre ile teraziyi Şeyhin seccadesi önüne koyar, arka arkaya safniâle 
gelir, sağdaki şakirdin sol elini tutar, meclisi: «Esselâmü aleyküm ya ehlil- 
fütüvve ve rahimetullahi ve berekâtihi Seyyid-i Sâdât şeyh ve nâkip-i fü- 
tüvvetdârân ve muhibban-ı hanedan» sözleriyle selâmladıktan sonra: 
«Hâl şudur ki işbu mümin kardeş uzun süre filân üstadın hizmetinde 
durmuş, şeraiti yerine getirmiş, hizmetini hora geçirmiş, üstadının rızasını 
almış, üstadı dahi üstadhk, atalık hakkını yerine getirip bugün siz azizle- 
rin ve ihtiyarların rızasiyle huzuru şerifinizde ana icâzet ve destur virmek 
ister, tâ kim helâl kisbe meşgul olup üstadlarm çırağın uyara. Bu şartla 
kim Haktaâlâmn ibadetini yerine getire ve şeriata ve tarikata muhalif 
amel kılmayup ve emrinize muti ve münkad ola ve bu dahi kabul kıldı 
ve kenduye vacip kıldı kim bu şeraiti bize getirip kıyam göstere ve bu 
sadıkm hakkında ne buyurasız? 

Meclis ehli: «A’lâ ve münasip, mübarek olsun» derler; Nâkip, göz- 
bebeğimiz Mubammed’e salavat verelüm, der ve şakirdin eli elinde şeyhin 
nazarına karşı durur, şöyle kim nakibin sol yanı şeyhin sağma, şakirdin 
sağ yanı şeyhin soluna gelir. 

Eğer üstadı erkân üzere icazet vermeğe kadir ise ol üstad şeyhin 
nazarına gelüp, zikredildiği gibi durup şakirdini revan eder', fakat nakibin 
de izni şarttır. Şeyh, nâkip veya üstad, bütün bu merasimden önce şakirde 
şu öğüdü verirler: «Oğul can ve gönül kulağı ile işit: Gerektir kim şeriat- 
tan ve tarikattan dışarı ayak basmayasın, nefse ve şeytana uymayasın, 
menahiden ve mekruhattan perhiz edesin, sünnette kehil (yani sünneti 
terk ederek kocaltmayasın) elinle komadığmı götürmeyesin, kimsenin 
ehline iyâline hiyanet nazariyle bakmayasın, kimseye kibir ve buğuz ve 
buhul (cimri, hasis) ve hased etmeyesin, kimsenin ayıbın görücek setre- 
desin, dünyaya muhabbet etmeyesin, senden galibe nazil olup ana izzet 
edesin ve hürmet ve hizmet edesin, ve ana irşat edesin, bir elin kistini kifayet kisbe ve bir elin kisbini ahiretin için fukaraya sarf edesin, bayır 
işlerde elden geleni yapmakta kusur etmeyesin. 

Bu öğüdü işiten kimseye: «Bu şeraiti kendüne vacip kıldın mı? diye 
sorduktan ve şakirt de: «Kabul kıldım» cevabını verdikten sonra şeyh bir 
dua yapar, ve fatiha okuduktan sonra Önce şakirdin ustası veyahut nâkip 
şeyhten icazet gözetir, sol dizini yere koyar, teraziyi tennure üzerinden 
getirip ayak üzere durur, tennurenin iki ucunu iki eliyle tutarak şakirdin 
yüzüne bakar ve şiı öğütleri verir: 

«Şeriatta üstüvar (metin, sağlam), tarikatta payidar, hakikattan 
haberdar, hanedan-ı resul ile yâr, düşmanlarile agyâr ol. Bundan sonra 
şu üç nefesi söyler: Zehirnuş ol, hâmuş ol, ayıbpuş ol. 

Sırı -i enbiya ve evliya ve şüheda ve ulema ve sâdât ve fukara, ruh-ı 
âdem safira ve Şit Nebira, batm-ı Cebrail, mani-i Süleyman, rızây-i Rah- 
man, tekbir edilerek nâkip, el kıvraklığı ile tennurenin sağ elindeki ucu 
şakirdin ayağına ve sol elindeki ucu başı üzerinden gelmek şartiyle beline 
dolar, aşağıdan yukarı uçlarını sokar ve gizler. «Ya İlâhî sen mübarek kıl 
Peygamber hakkı için, fahriâlem sahib-i mihrap-u-menber hakkı için, 
dört Muhammed hürmeti, dört ulema izzeti, iki Haşan birle Hüseyin, Musa 
ve Cafer hakkı için» diyerek' sol dizini yere kor, teraziyi eline alır, ayak 
üzere durur, şu Öğüdü de verir: 

«Oğul hak al 'hak ver, kimsenin, sanatına tamah etme ve kimseye 
dediğinden eksik verme-ki Hak subhane-hu * Taâlâ kisbine ve ömrüne 
bereket vere, ve her kaçan kim teraziyi eline alasın: âhiret terazisi anmak 
gereksin, yakın bilesin kim helale hesap, ve şüpheliye itap ve harama azap 
olsa gerektir, ana göre dirlik işin gereksin». 

^ Gene adapça bir duadan sonra şakirt teraziyi sol koltuğuna alır; 
şeyhin, ustasının, ihtiyarların ellerini öper ve anlar alkışlayup: «Haktaâlâ 
kisbine berekat versin» derler. Badehu sofralar çekilir, yenilir, içilir. Sofra 
çekmenin de ayrıca adabı vardır. 

Yol Atası ve İki Kardeş Tutunmak Töresi : 

Böyle bir mahfil toplantısında yapılan yol atası ve iki kardeş tutun- 
mak adap ve arkâmndan da kısaca bahsedelim [7], 

• [7] Ahilerin BaMiler ve Bektaşilerîe ilgisi: 

Ahilerin, Özünü Türkler’in ilk dini olan Şamanlık’tan alan Bahâiler ve o 
kaynaktan doğan BektâşilerTe münasebet ve rabıtası bu teşekküllerin inançları, 
töre ve yöntemleri üzerinde yapılacak inceleme ve karşılaştırmadan meydana 
çıkmkatadır. Nasıl ki Fütüvvetin altı şartı: «Elin açık, -alnın açık, sofran açık; 
dilin kapalı, gözün kapalı, belin kapalı tutmak ise; Bektaşîlikte de, şiar, şu sözler 


Ol mecliste yeni bir talip atalığa ve kardeşliğe har kimi ihtiyar 

de dusturianmıştır: Elin tek, belin berk, dilin pek tut. Aşma, işine, eşine sahip ol 
fcrTr v 311 dedlkleri manzum dualar, bir talibin Ahilik mesleğine alınması 
var ir A T Can * n Bekta§lllge girmesi merasimi arasında büyük bir benzerlik 
ardır. Aşağıda kısaca anlatacağımız yeni bîr canın Bektaşi ocağına giriş töreni 

A , hU ? r bahsinde ge S“ ** atasl ve iki kardeş tutunmak mera S 
karşılaştırılacak olursa bu aynilik kendini gösterir: 

, ^ektaşıler yeni bir âşıkı içlerine almak için uzun tecrübelerden geçirir- 
lerdi.. Bu sınamalarda. ıyı not alanlara nasip verilmesine karar verilince, âşık, bir 

=--r m rel î b 7 bUlUr ’ tÖr6n gÜnÜ takatma § öre bir «kek koyun, kahve, seker 
tedaruk eaerek_ tekkeye gelirdi. O gün bütün . sâliklere yeni bir .Can. m «Lok- 

y \T Cegl , Sber veriUr ’ yemekler hazırlanırdı. Hava kararmaya başla- 
ynca, rehber, aşıkı tekkenin hamamına götürürdü. Orada tıraş edilir, yıkanır 
teırnz çamaşır giydirilir, müteakiben iki rekât namaz ' kılardı. bilerde de şeî 

Marial 33 u° !Urlar ’ Peygamber ’ Ali % k ma iki rekât namaz 

art]k % s :,5? m ? zdan * 0TtTa beyaz blr kumaşa bürünülen âşıka, babalardan biri, 
31 olduğunu, kendisini pirine ve mürşidine terkederse yemden hayat bula- 
cağını söyler ve buyurun erler meydanına! derdi. Âşıkm hediye ettiği koyun veya 

3" Un , yU 3 n Üpkl §6d gİbİ bükülen Tlğbent boynuna geçirilir, uclarm- 

33tan r ar 5 l1 ' RehberIer Bektâşilerin tercsman dedikleri dalarını 
uduktan sonra meydan evımn . kapısında, yanında âşık olduğu halde, niyaz 

raftat r ** Ö 3 erdi - Meydan: -ihra P gibi bir yer, üzerınde.bir raf bu 
on3 t!t 3 eera§1 yanard1 -' Mihrabm sa ® tarafında babanın sediri etrafında 
b ” ÜU - Bu -Postlardan Horasan .postu denilen ve mukaddes adde- 
3 onayandan başka kimse oturamazdı. Bu- posta yalnız Celebi 
Efendi dergana. geiaıgı zaman ancak o oturabilirdi. 

Baba gür sesiyle: .İmıa fetahnâleke fethan mübina». diye bağırınca âşık 

reLlTî'r allr - 3 b6r hâZİa Wr E6Sİe bİr münâcât okurdu. Bunun üzerSe 
rehberle talip yanı aşık, dört kapı tâbir olunan selâmla .şeriat, tarikat hakikat 

marifet, erenlerini selâmlardı. Rehber bakaya karşı niyazdan sönr" t2bın 
yermesine müsaade edilip edilmediğini sorar, on iki can, .hu eyvallah, derdi O 
zaman rehberle talip, babanın önünde diz çökerlerdi. Baba, talibin sağ eltoi avu 

" t ahr, sol eliyle kulağının memesini çekerek kulağına eğilir ve aralarında 
bıyat, ikrar ahdi cereyan ederdi: ' • aralarında 

~Z ■ Yal8n soyl ® me ’ haram yeme, zina ve livâta etme, elinle komadığını 

rehberta Al 3 gördüğünü söyleme - Mürşidin Muhammed, 

lehberm Alıdm Gurun-ı nacıden oldun. Pîr' Hacıbektaş velinin yolu yolundu- 

3 m -r Selme ' a ° nme ’ donme! Gelenin malı, dönenin canı. Girmek var, çıkmak 
yok, olum var, dönmek yok! Eline, diline, beline sahip ol! 

Dedikten sonra Tığbendi talibin boynundan çıkarır, tekbir getirirdi. 

, Bundan sonra, baba, Allah, Muhammed, Ali diyerek üc defa talibin arka- 
3İna vurur > talibi kaldırarak şöyle hitap eylerdi: 

— Kalk î ölmüştün, dirildin, yeniden dünyaya geldin. 

Tahp tekrar bahanın dizlerine niyaz edüp avucunu öperek kalkar r-h~ 
berin gösterdiği yerde oturur. Bundan sonra içine kısılmış cerağ açfhr saz söz 

B " CSm "ÜT de kendisine göre 'edep *ve erkânT vaı^ 
saygı, sıra, dirlik ve düzen başta gelirdi. 
ederse anda gücü yettiği kadar tuhfe çekmek için Nâkibe: «Kalanı atalığa 
ve filanı kardeşliğe kabul ettim» der. Nâkip ol talibin eline yapışup, saf- 
niâle gelüp selâm verir ve der ki: «Bu âziz kardeşin bu insaf katında 
durmaktan muradı bu mecliste siz ihtiyarların huzuru şerifinde Nim-tarik 
olmak ister, filân ihtiyarı yol atalığa ve falanı da kardeşliğe kabul kıldı. 
Dünyada muhabbet, ahırette şefaat için ne buyurursuz? Mahfil ehli: «Mü- 
barek olsun» derler, salevat çekildikten ve tekbir getirildikten sonra nâkip 
hazırlanan hdiy eleri yol atasile, iki yol kardeşleri önüne kor ve geri geri 
papuçluğa gelüp ol talibin eilne yapışup yol atasının Önüne iletir, talip iki 
dizin çöküp oturur, iki yol kardeşleri dahi gelip talibin biri sağında ve 
biri solunda otururlar. Ata ve oğlu sağ ellerinin sunup baş parmakların 
birbirine karşılıklı koyup el tutuşurlar, ellerinin üzerine bir destimâl 
(mendil, yağlık) Örterler ve iki yol kardeşler talibin eteğine yapışıp yol 
ataya kulak verirler. Yol ata Kur’anı Kerimden bir parça okur. İki yol 
kardeşleri ellerini talibin eteğinden çekip ata ile oğlun eli üzerine koyar. 
Yol atası bir hâdisi şerif okur ve şu öğütleri verir: 

«Pirinden yüz dödürm ey esiniz, farzı terk etmeyesiniz, sünnete kehi! 
olmayasınız, dininizi ve malınızı ve helalinizi saklay asınız, evet dedûğû- 
nüzü lâzım kılasınız, her kanda varırsanız izzet ve ikramla varasınız, ne 
yerde oturursanız edeple oturasınız, sözü hikmetle söyley esiniz, yoksa 
kulak urasımz, .duracak hizmette durasınız, elinizle komadığımzı 
almayasınız.» 

Yol ata ve üç kardeş bu suretle antlaşırlar: 

«Eğer yarın Hak dergâhında ve Peygamber huzurunda kabul benim 
olursa sizsiz Cennete girmiyem ve eğer kabul sizin olursa bensiz Cennete 
girmiyesiz ve bana şefaat edesiz.» 

Bu antlaşmadan sonra fatiha ve tekbir okunur, nakip gülbenk çeker, 
mürit Nim-tarik, yani sitajiyer mertebesine erer. 

Sahib-tarik olmak: 

Eğer nimtarik denilen bu aday, sahib-tarik olmak isterse aşağıdaki 
törenlerle fütüvvet camiası içine alınır: 

Önce Nakip Şed-di (Şed: sıkmak, sıkı bağlamak anlammadır) beş 
kata büker ve üç kat dürer (bu büküşler neyi remzettiğini yukarıda yaz- 
mıştık) Amma, şeddin panbuk (pamuk) bezinden olması şarttır, zira Haz- 
reti Resule gelen dürâe (firace, biniş) panbuk bezinden idi. Dürülen 
şeddi bir hurma ^yaprağından örülmüş sofraya koyar, eğer bulunmazsa bir 
ağaç tabağa koyar ve nâkibin eline verir. Şeddin seccadesini de 
dört köşesi içeriye gelmek üzere üç kata büker ve adayın eline verir, ber- 
güzarı da bir zarfa koyup kendi eline alır. Talip arkada, nakip Önde safniâle 
değin gelirler ve anda dururlar. Nakip yukarıda yazdığımız tercenianlar- 
dan hangisini dilerse okur, bergüzarı çektikten, yani verdikten sonra geri 
döner, talibin eline yapışır ve «Esselâmü aleyküm ya erbab-ı şeria veya 
eshab-ı tarika, esselâmü aleyküm ya ehlil-şed v£İ-ahid velvefa, esselâmün- 
aleyküm ya ehlilmürüvve velkerim vesseha» gelmeniz hakkı için, doğmanız 
hakkı için, söylemeniz hakkı için işbu mümin kardeş siz uluların ayağına 
gelip bu insaf makamında durmaklıktan muradı: siz ihtiyarların silsilesine 
girip, beli bağlayup, kadarınıza çekilüp, sahiptarik olup Şabmerdân kapu- 
suna bili bağlı kul ve hanedan âşıklarına hizmetkâr ola, bu âşıkm hakkında 
ne buyurasız? Dedikte: Mahfil ehli: «Vaciptir, mübarek olsun» derler. 
Nakibın işaretile salavât getirilip tekbir alındıktan sonra, nakip, seri bir 
hareketle seccadeyi ve şeddi sahib-tarik’m elinden alır, iki eli üzerine 
koyar. Hazır, gaip seccadenişin erenlere ve Hazreti Muhammed’e gene se- 
levat getirildikten sonra edeple yürüyüp şed seccadesinin ucu şeyhin sec- 
cadesiyle bitişik olarak yere bırakır, gene .selevat getirilir ve ayağı üzeri- 
ne durur ve geri geri saf niale gelir, nakibin elinden şeddi alır, iki eli üzere 
tutar ve bu arada şed tereemam okunur. Bu merasim bitince ileri doğru 
yürür, sol dizini yere koyup, sağ dizini diker, şeddi şeyhin seccadesi üze- 
rine koyar, salavat getirdikten sonra şed seccadesinin iki ucuna iki eliyle 
yapışıp kenduye doğru çeker ve açar, bu hareketlerin seri yapılması lâzım- 
dır. Geri geri safniâle gelir, nâkibin sol eline yapışır, nâkip sağ eliyle şeyhin 
önüne götürür. Şed seccadesi önünde dururlar. Şeyh hazır olan 'tarikat er- 
babına hitaben : «Azizler bu mürüdin iradetiııe ne buyurursuz? Ehl-i şed 
olmağa mahal görürsüz?» Mâlisidir mübarek olsun» derler. Gene nakibin 
işaretiyle salâvat getirildikten sonra şeyh el kaldırıp dua eder, yeni yolcuya 
girdiği yolun ana prensiplerini tek tek anlatır. Dua bitip fatiha okunduk- 
tan soonra beli bağlanır, Ahievran ocağı yeni bir can daha • kazanmış olur. 

Bâzı görevler, ödevler ve cezaî müeyyedeler: 

Ahievran ocağına bağlı merkezlerdeki kuramların başı ve genel mü- 
dürü makamında olan şeyhleîre ve 'onların halifelerine verilen ve astüzük 
mahiyetinde olan şecerenamelerde tabaklar piri ahıevranm bermutat mo- 
noğrafisi çizildikten sonra ödevler ve görevler belirtilir, hisselerin vazifeli- 
ler arasında nasıl taksim edileceği, riayet etmiyenler hakkında ne gibi ce- 
zalar verileceği, dabakhanelere gelen deri, palamut, ve yaprakların nasıl 
ve kimler tarafından fiyatlandırılıp tevzi edileceği bütün teferruatiyle 
gösterilip otuz iki esnafın ve diğer yetmiş ikibuçuk sanat erbabının pirler ve adları mertebelerine göre sıralanırdı. Hisseler şu şekilde paylaştırılırdı: 

Ahibaba: 3, Kethüda: 2/ Yiğitbaşı: 2, otuz yıllık ustalar: ikişer, yirmi yıl- 
lık ustalar: birer buçuk, on beş yıllık ustalar birer, on yıllık ustalar dörtte 
bir hisse alırlardı. Kimse muhalefet edemezdi. Hisseler dağılırken tekkeni- 
şinler hazır olur, Gülbengi Muhammedi çekilirdi. 

Otuz ve yirmi yıllık ustalar Ahi Önünde ellerini sallayıp sözle müca- 
dele ederse yakasın kesip, börkün atıp tekrar şakirtliğe verilirdi, kabul et- 
miyeeek olursa ocaktan kaydı silinir, kendisine işlemek için deri ve mal- 
zeme verilmezdi. On beş yıllık kalfa -serkeşlik ederse ta’zir olunup (tev- 
bih olunup) tekrar şakirtliğe verilir, kabul etmezse meslekten ret olunur- 
du. Eğer bu tevbih cezesmdan sonra makremesini boğazına takıp zaviye 
kapısında kurban asıp yüz sürecek olursa üç gün sonra suçu affolunur, mec 
lise kabul edilir ve postuna oturmak hakkına lâyık olurdu.' 

Tüccarlar dabakhaneye yarayışlı deri, palamut, mazı, yaparak vesa-ir 
ü ! şeyleri getirdiğinde zâviye kapısına yüklerini indirirler; Ahibaba Yiğit- 

ji'îij başı ve tekkede oturanlara teslim ederler, yiğitbaşı ustaları çağırır, herkes 

■K ' hizmetine girer, Ahibaba, Yiğitbaşı tekkede oturanlarla birlikte pazarlık ede-... 

rek değer akçesini tüccarlara verdikten sonra esnaf arasında halli hallerince 
taksim' edilir, Gene Gülbengi Muhammedi çekildikten' sonra ustalar selâ- 
metle dükkânlarına dağılırlardı. Şayet sair diyarlardan gelen ustalar ke- 
çi, koyun ve oğlak derilerini fazla baha ile toplar, fukaraya zulmederse 
Kutbülarifin Sultan Mahmud Ahievran şecerei şerifeleri gereğince kadı hu- 
zurunda meclisi şer’i kurulur o makule kimseler davet olunur, davaya 
bakılır, haklı haksız ayırt edilirdi. Bu davada Ahibaba müddei (Savcı) 
sıf atiyle bulunduğu gibi kadı efendiler şecere-i şerife hükmüne riayetö 
mecburdurlar. 

İzinsiz şakirt almak, Öğretmek, başka çıkartmak haramdı. Her esnafın 
kendi arallarmdan seçtiği Yiğitbaşılar o esnaf arasındaki dirlik ve diizene 
dikkat ederler, görevlerini yerine getirmeyen, Ahi âdâp ve erkânına ria- 
yet etmeyen esnaf ve salikleri loncanın verdiği kararla tecziye olunurdu. 
Lonca Ahibaba Kethüda ve yiğitbaşıların ictimaile teşekkül ederdi. 

Ahibabanm her yerde esnaftan olması şart değildi. İbni Batute’nin 
seyahatnamesinden Öğrendiğimize göre, bir çok yerlerde Ahibabalar eş- 
raftan , ekâbirden, ülema, ümera, fuzelâ ve şueradan idiler. 0,de virde Kop- 
yadaki Ahibaba: Kadı, Kayseri ve Niğdedeki Ahibaba: Emir, Sivastaki 
Ahibaba : Hükümdara üstünlük gösterecek kadar kudretli ve hatırlı bir 
şahsiyetti. Edebalmm, Bursa kalesine ilk bayrağı çeken Haşanın hattâ . 
Murat I. in birer Ahi olduklarım tarih haber veriyor.' 
Herhalde kökünü Türkün anayurdu Orta Asiyada bulacağımız Ahili- 
ği, doğrudan doğruya bir esnaf cemiyeti, bir sofulalr tarikati sanmak ger- 
çeğe ve olaya uymaz. Âşık Paşanın Garibnamesinde temas ettiği Alplar 
Alperenler, Horasan ve Maveraünnehirde gördüğümüz Gaziler, Merv’de 
Kühistan’da ve İsfahan’da teşkilatlanan Ayyarlar, Sipahiler; Âşık Paşanın 
torunu Ahmet Âşikînin Rumda mevcudiyetini haber verdiği bacılar, Ab- 
dallar, Gaziler, Ahiler toplum içinde vazifelenmiş Fütüvvet yolunun birer 
çığırıdırlar. 

Ehli fütüvvet bir lokma bir hırkaya kanaat eden, dünyadan elini ete- 
ğini çekmiş zahitler, dervişler ve abdalar zümresi değildi. Bir cemiyetin 
ancak servet, marifet, hirfet, fazilet ve maddî ve manevî kuvvete dayana- 
rak yükselebileceğine inanan insanlardı. «Tanrı çalışanları ve kazananla- 
rı sever» .buyruğu onlar için bir düsturdu. Fütüvvet , yani cömertlik, yiğit- 
lik, insanlık ancak bu kaynaktan beslenir ve yaşıyabilirdi. [*] 

Şii gerçektir ki, bu teşekkül, toplum içinde yaşamak istiyen insanoğlu- 
nun zaruretler ve ihtiyaçlar karşısında yarattığı sosyal ekonomik, kültü- 
rel, siyasal ve suel bir eserdir; Türk dehasının yarattığı evrensel bir eser.. 


[*] "Artık tarihe mal olan tekke ve dergâhların, tarikat ve mezheplerin 
içyüzleri, inanç ve yöntemleri reel ve : bilimsel bir görüşle incelenecek olursa, bir 
çok meçhullerin üzerlerini örten perde aralanmış, sanıldığı gibi bunların ahiret- 
lik birer müessese olmadıkları aydınlatılmış olur. Kalelerin fethinde, şehirlerim 
zaptında, devletlerin kuruluş ve yıkılışlarında erlerin süngüsü, göğsü; hüküm- 
dar ve komutanların iradesi ve kılıcı kadar, gönüllere hükmeden babaların, 
şeyhlerin, acaip kılıklı dervişlerin, hüviyetsiz aptalların; hattâ ellerinde kopuz 
köy koy, şehir, şehir dolaşarak hislere ve heyecanlara seslenen Kam-O azanlar’ m 
oynadıkları rolleri de hatırdan çıkarmamalıdır! 



Kırşehir de medfun pirler piri, âzizler âzizi Ahievran’ın gerçek hü- 
viyetini zamanın bürüdüğü sisler içinden sıyırıp çıkarmak o kadar - güç ki... 
Çûkluk, pirler; adlariyle değil, sanlariyle anıldıkları için, şahsiyet ve 
hüviyetleri birbiri içinde erimiş ve kaynamıştır. 

Elde mevcut Şecerenâmeler’e göre: Ahievran, Abdülmuttalip’in 
torunu, Hazreti Muhammed’in amcası Abbas’m oğludur. Asıl adı Mah- 
muddur; ona «Sultan Ahievran» adını, Bedir gazasına giderken âlem-i 
şerifi hâmil oluşundan ve muharebedeki Evran gibi her yöne saldırışından 
I , hoşnud ola “ Peygamber vermiştir. Eshab dahi bunu görünce her biterleri 
p blrer y adl § âr verdiler. Resulullah buyurdu ki: «Yâ, Ali! Sen ne verirsin’» 
I . eledikte: «Allahın emri, resulullahm kavli üzere kızım Rukiye’yi, amcam 
 °g lu Sultan Ahievran Hazretlerine verdim», dedi. 

Hazreti Muhammed nikâhlarını kıydı, Üç gün üç gece düğünleri 
yapıldı; koyunlar, keçiler, sığırlar kesildi. Üç gün sonra Ahi’nin mutbahma 
girdiler, derileri, gönleri Ahievran’a teslim ettiler. Bir gece bir gündüzde 
elvan elvan, türlü türlü renk etti. Tamam ettikte, her elvandan bir tura 
bağladı, Reşulullah’m meclis-i şerifine getirdi, mübarek eliyle açtı. Cemii 
eshap tahayyürde kaldılar ve temaşa kıldılar. 

ı _u °!" ller perdahslz «Muşu için, Ali birini alıp asây-ı şerifiyle perdah 
eyledi. Memnun olan Peygamber, Ahievran’ın beline Şed bağladı. Ve 
icazet verdi. Otuz iki esnafın pirinin belini bağlayıp, el kaldırıp dua eyledi. 
Cümle otuz ıkı esnafın pirleri bu tarika ve erkâna âşık oldular. 

Bundan sonra diyar diyar dolaşan, bir yerde karar kılmayan Şeyh 
Mahmud, Gülşehri namıdiğer Kırşehir’de karar edüp anda kârhâne bina 
ettiler. Çok vilâyetlerde keramâtı zâhir oldu. Kırşehir’e kadem- bastıkların- 
da Ayan ve ekâbir geldiler: «Yâ, devletlû, bizim havfimiz vardır, bir 
ejderha peyda oldu, onun şerrinden bizi halâs eyle», deyu niyâz ettiler ve 
ejderhayı ona gösterdiler; dua edüp ejderhanın yüzünü yüzüne sürerek, 
ol ejderhayı kendine muti ve münkad eyledi. «Evran» sensin deyüp âzize 
endim teslim eyledi. Aziz Evran ol ejderhanın boğazına zincir takıp 
mrhanenm tahtına bağlayıp, cümle nâs böyle görücek, küllühüm muti 
olup Ahievran Sultanın karma ve kisbine, ocağın ve tarikatının devamı- 
na dua ve senâ eylediler. Ömri şerifleri 93 yaşında dâr-ı fenâdan dâr-ı 
bekaya teşrif buyurdular. 

Ahievran m hayat ve şahsiyetini anlatan Şecerenâme özetinin 
kronoloji bakımından hakikata uymadığı kendini gösterir. Çünkü Bedir 
gazasında (Ahi) lakabını alan ve Hazreti Ali’ye damad olan Mahmud’un 
9o yıl yaşadığı, gene, bu Şecerenamede kaydedildiği halde menakibi 800 
küsur yıllık bir zaman içinde seyr ettirilmiştir. Bunun sebebi: Cemiyet için- 
de vazifelenmiş evrensel bir kurumu ve onun âziz kurucusunu, benzeri 
mezhep ve tarikatlarda olduğu gibi, ilk îslâm büyüklerinden birine bağla- 
yarak, uyarlarına bir kudsiyet ,ve asalet hâlesi içinde tanıtmak ve saydır- 
■v inak düşüncesinden doğan, dinsel ve psikolojik bir zarurettir; bu bağlantı- 

lar kan yoluyla değil, irfan ve inan yönüyledir. İşte bu maksadladır ki, 
bütün Ahi pirleri H. Peygamberin amcası Abbas’m oğlu ve Ali’nin damadı 
olarak gösterilen Ahi Mahmud’un mâneviyeti içinde erimiş ve fenâ bul- 
muştur. Zaten mistik âlemde Fisebilillâh inanış bir şiar olduğu için bu 
yönleri münakaşa ve muhakeme hiç bir sâlikin akimdan bile geçmez. Bu 
psikolojik ve mistik nokta dikkata alınırsa aradaki şahısların kakp değiş- 
tiren birer gölgeden başka tecellileri olmadığı belirir. 

Gene (Ahiler) maddesinde yayınlayacağımız Ahi Mesud oğlu Alâed- 
din Ahi Sinan icazetnâmesi, birbirinin kemerini bağlayıp çözen Pütüvvet 
ulularını menşeine doğru sıralarken, kendisine elveren Fütüvvet ve Mürüv- 
vetin mabihiliftiharı, cihanın bir tanesi ve devranın beğendiği Ahi Mahmud 
(ömrü uzun olsun) dan başlattığı pirler halklasmın ucunu Hazreti Rubu- 
biyet’e kadar götürür. Cebrail Aleyhisselâm Hazreti Rububiyetten aldığı 
Fütüvveti Hazreti Muhammed (A. S.) e getirir. O da Hazreti Hamzanm, 
Hamza’da Emirilmüminin Ali’nin, Ali’de Ahmed Reşid Kübrâ’nın kemerini 
> bağlayıp çözer, böylece pirler birbirinin kemerini bağlayıp çöze çöze 22 nci 

halka, İcazetnâmenin tanzim tarihi olan 876 da sağ olduğu anlagüar, Ahi, 
Mahmud’a kadar gelir. Nasıruddin Ahievran’m adı yukarıdan aşağı 15, aşa- 
ğıdan yani Ahi Mahmud’dan yukarı 6 nci halka arasında geçerken «Fütüv- 
vet ve Mürüvvetin sultanı, cihanın Ahisi (ruhunu Allah takdis etsin) tazim- 
kâr cümleler ve dualar zikredilir. Bu silsile arasında (Ahi) lâkabını Hazreti 
> Muhammed’den alan ve Emirilmüminin Ali’ye damad olan Mahmud’un 
ismine rastlanmaz. 

Ahievran neslinden merhum Şeyh Said’in kitapları arasında buldu- 
ğum «Hâzâ Fütüvvet-i Ahievran» başlıklı yazma bir vesikada da: Debağlık 
Âdem Peygamber’den başlatıldığı gibi, tarihîgerçeğe uygun olarak Ahiev- 
ran da Abbas’m on üçüncü batın evlâdı olarak gösterilir, Ahievrap’a kadar 
gelen pirlerin adı sıralandıktan sonra 83G hicri yilmda Kırşehir e yerleşti- 
rilir, ejderha hikâyesi, Ahi Mehmeü adında s bır zata hizmet ettiği ve bu 
zatla aralarında geçen bazı menkıbeler ve kerametler anlatııır: Orhan Gazi 
zamanında 93 yaşında vefat ettiği, E bu ishale, Geyikli Baba, Hacıbektaş-ı 
Veli ve Abdal Musa ile çağdaş oldukları bildirilir. 

Hacıbektaş Vilâyetnâmesindeıı de öğrendiğimize göre: Ahievran, 
büyük Alâaddin Keykubad’m muasırıdır, doğduğu yer belli değildir, bir 
* müddet Konya’da oturmuştur.. Halktan 'kaçınır, gizli yaşarmış. Soma 

Denizli’ye gitmiş; orada bahçıvanlıkla vaktini geçirmiş, yine Konya ya 
gelmiş. Şems-i Tebrizî’ye biy’at ederek tasavvuf - dersi aîmış^ ve bir derviş 
olmuş. Konya, üleması bu halden gücenmişler, Alâaddin’ e müracaat ederek, 
şikâyette bulunmuşlar. Ahievran, sultana ve ulemaya darılarak Konya yı 
terk ve Denizli’ye hicret etmiş. Sultan, bu durumdan üzülerek, arkasından 
Sadreddin Konevî’yi göndermiş, beraberce Konya’ya dönmüşler. Fakat, 

' Konya halkına gücendiği için çok kalmamış, Kayseri-ye gitmiş, debbağlıkla 
geçinmeye başlamış, renk renk sahtiyan işlemiş. Bu hâlini kıskanan bir 
dabak ustası, Kayseri valisine giderek: «Bir adam debbağhânede misafir 
f.. olup deri işler, miriye vergi yermez» diye şikâyette bulunmuş. Vali, Ahiev- 

h ran’ı yanma çağırmak için adamlar göndermiş; bunlar de'oağhaneye vardık- 

larında, Ahievran’ın yanında bir ejderha görmüşler, korkarak kaçmışlar. 
Bu ejderhanın ateş gibi parlayan gözlerinden kinaye olarak «Ahievran» 
lâkabını almış. Kayseri’de de çok durmayıp, Kırşehir’e göçmüş ve orada 
ölmüş... 

Özetini verdiğimiz şu bir kaç vesikanın birleştiği bir nokta varsa o 
da «Ahievran» adında bir zatın mevcudiyetidir. Şecerenamelerin H. Abba- 
sm oğlu ve Ali’nin damadı olarak haber verdikleri Ahievran Mahmud her 
halde muhayyel bir şahsiyettir. Acaba, menkibesi anlatılan bu zat, bizun 
Şeyh Nasirüddin Ahievran mıdır? Muasırı olduğu söylenen. Alâaddin 
Keykubad, Giyaseddin’in oğlu olsa gerek. Sadreddin Konevi’nin 673 yılında 
öldüğü gozönüne ğetirileclek olursa, Denizli, Konya ve Kayseri de dolaştık- 
tan sonra Kırşehir’de yerleşip ölen Ahievran’m Ahi Nasirüddin olduğu mu- 
hakkak. Caceoğlu Nureddın’in valiliği zamanında Kırşehir huzur ve sükûn 
içinde idi: tanınmış şahsiyetler, bu. güvenli muhitte yerleşirlerken Ahiev- 
ran’m da en emin yer olarak Kırşehir’i kendisine ikametgâh seçtiğine şüphe 
yoktur. 

876 tarihli Ahi Mesud oğlu Alâaddin Ahi Sinan’a ait icâzetnâmede 
birbirine kemer kuşatan pirlerin adı sayılırken Ahi Nasıruddin’in adının bir 
saygı esejc'ı olarak kırmızı mürekkeple ve büyük harflerle yazılışı, «Mürüv-vet ve Fütüvvetin sultam, cihanın ahisi, Tanrı aziz ruhunu şad etsin» sıfat- 
lariyle vasıf landmlışı, ayni icazentâmenin sonundaki türkçe dua arasında 
adı geçen ve o tarihlerde sağ olduğu anlaşılan Şeyh Mahmud için «Piri 
pîrân, azizi âzızân-ı Ahievran, serçeşme-i Ahievran Şeyh Mahmud pîr-i 
debbağ» tâbirlerinin geçişi Nasirüddin ile Mahmud’un ayrı ayrı şahsiyetler 
olduğunu açıklamaktadır. Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, Ahi pirleri 
adlariyle değil, ünvanlarile yâdedildikleri için şahsiyetler birbirlerine karış- 
tırılmışlardır. 



Ahmed Gülşehri «Kerâmât-ı Ahievran» adlı risâlesinde pirinin fazilet 
ve meziyetlerini birer birer anlatır: 

> Ahi âlemde Ahievrandı 

Kim kamu Ahilere sultandı 
Padişahın hasekisi ol idi 
Kim kamu beyler katında kul idi 
Kühbedi pîruzedir âsitânesi 
Âlemin içinde ol idi âlem 

> v Gelmedi onun gibi sahih -kadem 

Ol kim adı dûnyayi tutmuş idi 
Ahilerden oyunu tutmuş idi 
Alda yâr ve nefse düşman ol idi 
^ ^ Pâk-ı din-ü pâk-i dâmen ol idi 

Terbiyyelerin teninde -can idi 
Ahiler beylere ol sultan idi... 


Boksan üç yıl dünyada oldu tamam 
Ne helâl önünde geçti ne haram 
Gönlünü avrat oduna yakmadı 
Kimsenün uğrun yüzüne bakmadı 

O, insanların endişesini sezer ve hacetine koşardı: 
Kişinin endişesün bilür idi 
Hacetin dahi reva kılur idi 
Sofra dökmek ile başı hoş idi 
Zerde pirinç ak pirinç idi aşı 
Sofraya halkı üşüren ol idi 
Çün bir etmek bir âşa âlet ola 
Anda yüz kum makalât mat ola 
Etmek ile âşm getür kim yiyeler 
Yoksa yüz kuru makalât diyeler 
Eonra’ «Ed dünya mezreatülahare» diyele^ 




O, bir keramet ehli idi: 

Dağı tutup yazıya sürür idi 
: Yani yürü derse yürür idi 

Hızır ile yürür idi her gün bile 
V Korna? idi M kimsene gark, ola 

.'•/ Ol ki sultan ile sahih-sır durur 

h Deniz ile yaza ana bir dunu... 

Ahievran öldüğü gün ay tutulmuş, halk ağlamış: 

Irtesi gün resm ımıldu mateme 
Ölümü od saçtı kamu âleme 
Güle güle canın verdi Hak’ka 
Cam Tanrı hasının şöyle çıka 

îv : Matemi halkın yüreğim dağladı 

Yer ve gök anım yasımdan ağladı.,. 

4 Doksan üç yıl yaşayan, akla yâr, nefse düşman olan bu faziletli er 

;i| kişi, tekkesine kapanmış, dünyadan elini eteğini çekmiş münzevî bir sofu 

. ve softa değildi. O, hayatını kazanmak için diyar diyar dolaşmış, her sanat , 

i*! ‘ ve zanaata başvurmuş, elvan elvan deriler işlemiştir. Nasıl ki Hacıbektaş, 

köylerde, Türkmenlerin başına geçerek çiftçilik yapmışsa, Ahievran da 
şehirlerde otuz iki esnafı bir başa bağlayarak tarikat çerçevesi içinde insan 
oğullarına hayatlarını kazanmayı Öğretmiş, Horasan erlerinden adıyla 
sanıyla Türk oğlu Türk bir Velî’dir. 



Ahi Mahmud: Şecereeilerin yarattığı muhayyel Ahi Mahrnud’la 

menakibi birbirine karıştırılan ve uzun maceralardan sonra H. B30 yılında 
Kırşehri namidiğer Gülşehri’de kârhânesini kuran, 876 tarihli Ahi Sinan 
icazetnâmesine göre bu tarihlerde sağ olduğu anlaşılan Ahi Mahmud, acaba, 
Kırşehir’li bir Ahi Babası olan Osman Bey’in kaynatası Edebali’nin oğlu 
Şeyh Mahmud mudur? Edebali’nin H. 727 yıllarında Bursa kadısı olan 
Şemseddin Ahmed adında da bir oğlu vardır. 741 H. 1340 M. tarihlerinde 
vezir olan Nizameddin Ahmed Paşa da Şeyh Mahmud’un oğludur. Gene 
tarihlerin haber verdiğine göre Edebalı ailesine mensup Şemseddin oğlu 
Ahi Haşan adında da bir zat mevcuttur. Aradaki bir asırlık tarih ve zaman 
genişliğine bakarak Kırşehir’de medfuıı Ahi Mahmud’un Edebalı’nın oğlu 
olduğunu kabul etmesek bile türbeyi tamir ettiren Ahmed veyahut Şeydi 
oğlu Haşan, Şemsi oğlu Haşan ve binnetice Ahi Mahmud’un Edebalı ailesine 
mensubiyetleri kavı bir ihtimal dahilindedir, ilerde ele geçecek vesikalar 
bu karışık döğümleri çözecektir. 

AHİEVRAN VAKFİYESİ TERCEMESİ 


Uğrulamak için ulu Tann’nm kutsal adım anarak başlıyorum. O, 
duaları işitici ve kabul buyurucudur. Bütün övünme: noksandan zevalden 
âri; kemal, kerem ye celâl vasıflariyle süslü; önceşizden ve öncesizlikten 
değişikten berî ve şanı yüce, tinler ve tenlerin yaratıcısı cenab-ı müteâl 
hazretlerinin zâtına Özgüdür. 

Selât ve selâm; gönüller ferahlatıcı temiz söz ve su sahibi, en yüksek 
huylarla bezentili, kıyamet gününde aracı olan Efendimiz Muhammed’in, 
cevap ve suâlde doğru ve uygun, itidalde kaaim ve sabit, inkâr ve döğüşten 
kaçıcı, dünyanın şeref ve malım istekten çekinici bulunan âl ve eshabımn, 
doğru yolda ve sözde, bedenleri ve kalpleri temizleme ve arıtmakta anlara 
uyan ve din semasında bedir ve hilâl gibi olan yüce kişiler hazerâtmm 
üzerine taşsın. 

Hayırların sırlarım anlayıcı ve iyiliklerin eserlerini bilici, fazl-u 
ihsanı ile duaları kabul ve af£~ü gufranı ile kötülükleri izale buyuran 
Cenab-ı Hak bizi anların zümresinde haşır buyursun. O, öyle bir zât-ı cel-lü- 
âlâ dır ki milkinden dilediğini kullarına temlik, yerde ve gökte rızıklannı 
takdir buyuran, üstünlük ve : ululuk, şükür ve sena zâtına hâs bulunan ve 
hâlis kullarını rızası uğrunda minnetsiz infak ve tasadduka muvaffak kılan 
zât-ı kibriya hazretleridir. Hüsnü ahlâk sahibi, zamanın kutbu, asrın ehl-i 
kemâli pır-i pîrân Ahîevrân Şeyh Nasıruddin: dünyanın aldatıcı, kıyıcı, 
ölümlü ve çabuk' geçici olduğunu ve fazl-u kerem erbabının anınla mağrur 
olmayacağını ve dünyayı isteyenin zillet ve nedâmete . düşeceğini ve ahiret 
ise hayırlı ve nimetlerin en güzeli olup, nimetlerinde karışıklık ve şerabm- 
da serhoşluk bulunmadığını ve anda Hür ve Gılman ve Melek ve Rıdvan ve 
hususiyle mtişahed-i Cemâl ve Rahman olduğunu bilmesi üzerine, doğru 
Özlem ve açık hakkı bulunan emlâkini vakf~u hapis ve tahlid ve tescil etti. 

Onlar da Kırşehri kazasında Kızılca karyesinin nısf-ı şayii «yan ay- 
rılmamışı» ve bu karyenin sınırında bulunan Baranağıl karyesinin dörtte 
bir payı, Caruk ve Lodrari, Kulpak. Karahalil köylerinin yarısı, Umurköyü, 
İncekir, Yazı Temir mezrealarımn yansı, Gökçelu karyesinde Koçak mez- 
reasmm yarısı, Kızılkaya karyesinin yansı, Ageaağıl mezreasmın yarısı, 
Mikâilhisarlı karyesinin yansı, Büğdüz karyesinin dörtte biri, Karslan 
karyesinin altıda biri, Arslan Tomuş karyesinin yarısı-ki zikrolunanların 
cümlesi Kırşehri kazasmda olup, yalmz Mikâilhisarlı . karyesi Hacıbektaş 
kazasına tâbidir. Hacıbektaş kazasında Kozağaç’la birlikte Mucur karye- 
sinin dörtte biri, Glimüşkünbet, Seyif saray, Yazıkımk karyelerinin yarısı 
-ki bunların bazıları bazılarına muttasıldır. Yazıkımk karyesinin ve 
Ahibozlar karyesinin yarısı Küllüce maa GÖkgün, İdris mezreası, İbnelik 
karyesi ve İbnelik karyesinin yarısı, Gökçeöyük karyesinin yansı, ve son 
isim Gökçe mezbur karyelerin smırmdandır ve Gökçeöyük karyesinin yarı- 
sından ibarettir ve Kırşehri’ye merbut iki çiftlik olup bunlarda bir takım 
tarlalar, bahçeler, evler, hamam, tahan bayan «değirmen» bulunup cüm- 
lesi vakıftır ve cümlesinin hududu ehl-i vilâyet indinde meşhur ve kayıt- 
ları kullanıcılar nezdinde malûmdur ve anlarda kimsenin zerre kadar 
hakkı yoktur, cümlesi vâkıfın kendisinindir. 

i Şu şart üzere vakf edilmiştir ki: Vaakıfm merkadi yanında bir 

zâviye yapılacak ve hu zaviyenin şeyh ve mütevelh ve nâzın, vaakıfm 
| ardında üreyen erkek evlâdından olacak, sonra inkıraza kadar kız çocuk- 

i! larmdan olacak ve türbeye bitişik bir mescit yapılacak ve şeyh bu mesci- 

b;;; keş vakit namazını kıldıracak ve namazlar bitiminde vaakıfa dua; cuma 

\ ve isneyn geceleri mescitte zikrüallah edecek ve sabah namazından sonra 

Sûre-i Yâsin’i ve Şeyh Hâmid-i Veli'nin evradım okuyacaktır. Vaakıf-ı 
mumaileyh; mezkûr şeyhin iyi, günahtan sakınır, kalbi temiz, müttekî, 
her şeyden elini ve eteğini çekmiş, övünülür huylu ve erginler libasını 
giymiş, zâviyede oturur bulunması ve kendisine vakıf gelirinden günde bir 
dirhem verilmesini ve bu şeyhin ölümü veya şer’a uymaz hareketleri 
vukuunda meşihatın merâtip üzere evlâdın elverişlisine verilmesini şart 
kıldı. Ve bakıcının da vaakıfm evlâdından ve fesâd ile çalışır ve kazanır 
olmamasını, sâlihlerden olmasını ve vaakıfm şartlarım ifaya çalışmasını, 
kendisine vakıf gelirinden günde bir dirhem verilmesini ve bu nazır «bakan» 
fesâde sayettiğinde bakanlık yönü kaldırılıp evlâddan diğerine verilmesini 
şart kıldı. Mütevellinin evlâddan doğru oylu, sağduyulu ve ergin akıllı kimse 
olmasını ve zâviyenin ve merkadin ve mescidin bayındırlığına ve köydeki 
evkafın gelişim ve verimine ve ürünlerinin ele geçmesine çalışmasını ve 
rızıklananların haklarını vermesini, vakfı zararlandıracak işleri yapmama- 
sını ve asla evkafa hiyanette bulunmamasım ve harcantıdan artanı yetinil- 
diği kadar müsafirlere sarf edilmesini ve zulmetmemesini ve mezkur şart- 
lara hiyanette bulunmamasım ve her hak sahihine hakkını vermesini ve 
kendisine vakıf ürünlerinden şeyhe verilenin mislinin verilmesini ve cemi- 
sinin savap olan işlerle meşgul ve ahireti tanır ve ecdadına dua, gece ve 
gündüz Cenab-ı Hak-ka hamdetmesini ve cümlesinin meşâyih ve ebrârdan 
olup kadr-ü menziletini Ceııabıhak yükselterek dünyada ve âhirette anlalrı 
şeref sahibi kılmasını ve cümlesMn bu şurut üzere ikmal-i hayat ve hatm-1 
enfâs etmesini işaret kıldı. 

Mumaileyh vaakıf: Mevkufatım zikrolunan tertip ve üslûp üzere 
vakf-ı sahih-i şer’i ile vakıf ve hapis etti. Bey’i, hibe olmayacak ve rehin 
verilmiyecek ve vâlilerden, vârislerden vesair kimselerden bu vakfı tebdile 
hiç bir kimsenin yetkisi yoktur. Her kim tebdiline say eder ise günahı ana 
ait ve her kim ikmâline çalışır ise vaakıfm sevâbımn misline nâil olacak. 
Nitekim hayra çalılşan ve yardım eden kimse hayrı işleyen gibidir, denil- 
miştir. Cenabıhak vaakıfı ve şartlarına riayet edeni Ârşm gölgesinde ve 
Cennet bahçesinin ortasında bulunanların zümresinden kılsın. O zat-ı ecel-lü 
âlâ hazretleri zengin ve bağışlayıcı sıfatları ile muttasıf bulunan ve halkın 
hayırlı ve ulaştırıcısı olan Efendimiz Hazretleri Muhammed’e kitâb-ı mÜbini 
inzâl buyuran İlâh-ı ekremdir. Bizi ehl-i sünnet ve kitabdan ve amelleri hay- 
rolan müminlerinden kılsun. Bu vakıf ve hayrat Hicrî altı yüz yetmiş altı 
senesinde vukubuîmuştur. 

AHÎEVEAN TÜRBESİ 

Ahievran - türbesi kasabanın ortasında bulunan kalenin 40-50 
metre kuzeyinde, kendi adîyle anılan mahalleye giden sokağın sağ 
kenarındadır. Üç tarafını vaktiyle Ahi evlâtlarına ait olan evler sarmıştır. 
Kerpiç duvarlı cümle kapısının üzerindeki yazıya göre sonradan ya- 
pılan bir tamirde hu kitâbenin konulduğu anlaşılmaktadır. Ön ve yanlarım 
kaplıyan bahçede bir çok mezar taşlan varsa da çocuğunun taşları kırılmış, 
kitâbeleri kazınarak yerlerine yazılar yazılmıştır. 

Türbe, Selçuk mimarî tarzında üç kubbe üzerine yapılmış ise de bir 
çok istihalelere uğradığından eski zarafet ve biçimini kaybetmiştir. Binaya 
girildiği zaman bir mabeyin üzerinde sağda namaz kılman zâviye (minaresi 
30-40 yıl önceleri yaptırılmiştir) karşıda iki basamakla inilen türbe, solda 
komşuların geceleri toplandığı kışlık oda, yandaki merdivenlerden çıkılan 
yazlık bir oda vardır. Burası Eğitim Müdürlüğü tarafından kitaplık, bilâhara 
Vakıflar İdaresi tarafından daire olarak kullanılmış ise de şimdi harap bir 
hâle gelmiştir. 

Sağdaki Mescit- Zâviyenin mihrabında ortası silinmiş şu kitâbeye göre: 
bıı zaviyeyi Şeyh Ahievran evlâtlarından tarafından Selim Hân oğlu 

Sultan Süleyman’ın izniyle H. 968 yılında tamir edilmşitir. 

Türbenin kapısı üzerinde mermer taşa işlenmiş, sülüs yazı ile yazılmış: 


kitabeye göre burasını da Murad Hân oğlu Sultan Mehmed Hân devrinde 
Süleyman Bey oğlu Alâüddevle H. 886 tarihinde yaptırmıştır. Bilindiği üzere 
Süleyman Bey, Dülgadir oğullarındandır, beş kızından en güzeli olan Sitti 
Hâtunu Fatih’e nişanlanmıştı. Şu hâle göre Alâüddevle Fatih’in kayın bira- 
deri oluyor. Bu tarihlerde Dülgadir oğullarının Kırşehir’de nüfuzlarının 
geçmekte olduğu anlaşılıyor. 

Türbenin içinde sol tarafta bir kaç basamakla çıkılan mahalde altı san- 
duka bulunan kısmın kemerinde beyaz mermer üzerine işlenmiş: 
kitâbeden de Ahilerin yüzü suyu Ahievrân’ın türbe-i muattarasmı emirlerin 
sevgilisi Şeydi Bey oğlu Haşan Bey 854 yılında inşa ettirmiştir. Biz bu Şeydi 
oğlu Haşan Bey’in Yıldırım Bayezid zamanında Arapça ve Farsça eserler- 
den terceme suretile bir Fütüvvetnâme vücuda getiren Şeyh S ey id Haşan 
veyahut Edebalı ailesine mensup biri tarafından yaptırıldığını sanıyoruz. O 
devirlerde Şeyh ve Ahi ünvanım taşıyan bir çok kişilerin savaşlarda komu- 
tanlık yaptıkları gözönüne getirilirse bu sanının gerçekliği de kabul edile- 
bilir. Nitekim, Bursa’nm fethinde kaleye ilk bayrağı çeken Haşan, aynı 
zamanda bir Ahi idi. 

Türbenin mabeyne açılan kapısındaki kitabe tarihi 885 ve türbe keme- 
rindeki kitabenin tarihi 854 olduğuna göre türbenin daha evvel yapılmış 
olduğu anlaşılmaktadır. 

Tercemesini yayınladığımız Mahkeme-i Şer’iye sicillinin yedinci sayfa- 
sında 100 numarada kayıtlı aslından 11 Eylül 1829 tarihinde örneği çıkarıl- 
mış «Kadii Liva Kırşehri, İbrahim Vehbi Bin Osman» mühürüyle onamlmış 
H. 676 tarihli vakfiyeden Nasıruddin Ahievran’m, hattâ Ahilerin bu tarih- 
ten çok Önceleri Kırşehir’e yerleştikleri, Ahievran adma zâviye ve türbe 
bulunduğu anlaşılmaktadır. Kırşehir ilinin hemen hemen yarı köy ve ara- 
zisi namına vakfedilen, zengin ve nüfuzlu bir müessesenin başında bulunan 
bir zata sağlığında bir zâviye yapılacağı pek tabiîdir. Hattâ Vakfiyesinde, 


87 


vaakıfm merkadi yanında bir zâtiye yapılması şart koşulmuştur. O çağlar- 
da eksik olmayan istilâlar* fetretler neticesi hârâbiye uğrayan türbe, son- 
radan tamir edilmiş, bu arada Ahi Nasıruddin Evran’a ait kitabe kaybol- 
muştur. 

Feleknâme’sini 716-1313 yılında telif eden, elli yıl Ahievran’m musahip- 
liğini, bilâhara halifeliğini yapan Ahmet Gülşehri’nin: «Künbed-i piruzedır 
âsitânesi» mısraı, 854 yıllarından daha önceleri muazzam ve muhteşem -bir 
türbe ve müştemilâtının Kırşehir’de mevcudiyetini açıklamaktadır-. 

Türbenin içinde bulunan beş sandukadan birisinin tahta sandukası 
gerçekten bir sanat eseridir. îki yanında şu kitâbe mevcuttur: 



Tercemesi: 

«Kavuştukların ve konuştukların hep lâhitlerde toprak oldular. Oturma 
evi olmayan yerde oturana söyle: «Göç vakti gelip çattı, sevgileri bırak 

artık.» 

Ağaç sandukanın baş ve ayakucu kitâbeleri: 



Tercemesi: 

«Vâlihlerin ve meczupların ulu’su, geçmiş ve gelecek Abdal zümresinin 
artakalanı Şeyh Erzurumî Dar-ı fenadan Dâr-ı bakaya göçtü. Tanrı onu 
gufranına büründürsün. Bu merkad ve sandukayı yaptıran günahkâr kul...» 

Ağaç sanduka eski ve tarihî bir eserdir, yazıların arasındaki tezyinat 
• şekilleri ile yan kitâbe lerin altındaki sular devrinin tezyinat hususiyetini 
yaşatan ve bugüne kadar getiren güzel parçalardır. Küçük.: kitabelerden 
birinin alt kısmı çok eski zamanlarda kırılmış ve kaybolmuştur. • [Vakıflar 


88 


Dergisi, S: 2. Kitabeler, naiîm rîaki Kunter.] 

Bu sanduka ve merkadin sahibi Şeyh Erzurumî’nin hüviyeti hakkmda 
bir bilgimiz yoksa da sandukanın mükemmelliği ve hakkmda kullanılan tâbir 
ve vasıfların tazimkâr oluşu saygılı bir şahsiyet olduğunu göstermektedir; 
ihtimalki müşarünileyh Ahi pirlerinden, bakiye-i abdal tâbirine göre de 
Babaîlerden ulu bir kişidir. Diğer üç sandukada kitabe olmadığı için kimlere 
ait olduğu belli değildir. Merkadin bir tanesinin Kırşehir’deki Ahi neslinin 
Ce t tanıdıkları Şeyh Ahi Mahmud’a ait olduğu söylenmektedir. 

Cami haziresinden türbe içerisine nakledilen bir mezar taşı da Ahi 
Mahmud’un kızı Cemile’ye aittir. Bu taşın arka tarafında da bir arma vardır, 
karşılıklı Rumî’den müteşekkil bir motiftir. 

EDEBALİ 

Bazı kaynaklar, Osman Gazi’nin kaynatası Şeyh Edebali’nin aslen Kara- 
manın Konya veya Sivrihisar taraflarından, bazıları da Adana’h olduğunu 
haber verirler. 

Bir çok tarihçilerimizin geniş ölçüde istifadelerine rağmen, gûya, mehaz 
göstermediği için, bir türlü güvenemedikleri Amasyalı müverrih merhum 
Hüseyin Hüsameddin Efendinin bildirdiğine göre [1]: Edebali’nin künyesi: 
«Eşşeyh Mustafa îmadüddin bin İbrahim înac-ül Kır şehri» dir. O 
çağlarda Kırşehir’in küçük Karaman eyaleti sınırları içinde bulunduğuna, 
Kırşehir’in 10 kilometre doğusunda İnaç adlı bir köyün mevcudiyetine ve 
yakınındaki Bahçecik’te Ahi Mes’ut zaviyesi olduğuna dair kayıtlara rastla- 
nışma ve Edebali’nin Ahi Şeyhi oluşuna göre, biz bu habere inanıyoruz. 

Gene Amasya Tarihinden öğrendiğimize göre: Amasya hükümdarı Sultan 
Mahmud Han, Osman Bey’in zaferini kutlamak üzere yolladığı kılıcı ülema- 
dan Mecdettin İsa bin Tuğrâissalgari takmış, Edebali de dua etmiştir. Edebali 
ilk tahsilini memleketinde yaptıktan sonra Şama gitmiş, oranın bilginlerinden 
Fıkıh, Hadis, Tefsir, Tasavvuf vesair ilimleri öğrendikten sonra yurduna 
dönmüş, Bilecikte bir zâviye kurmuştur. Vaktiyle Kırşehire bağlı iken şimdi 
Ankara iline bağlanan Keskin ilçesinde Bilecik adında bir köyün bulunuşu 
da dikkati çeker. 

«Osmanlı devletinin kuruluşunda büyük rolleri olan Babaîler ve Ahilerin 
bu ünlü ve bilgin şeyhiyle tanışan Osman Bey, yapacağı işlerde Edebali ile 
görüşerek anın tavsiyelerinden istifade edermiş. Bu münasebet, nihayet 

[13 Amasya Tarihi, C: 3, S:. 208. 


AL. 





— 89 — 

Edebali’nin kızı Râbia veya Bâlâ Hatun ile evlenmelerine vesile olmuş ve 
bu izdivaçtan Şehzade Alâaddm Bey doğmuştur.» 

«Edebali ile oğlu Şeyh Mahmud, Dursun Fakih ve Ahi Şemsi ile oğlu 
Haşan ve Cendereli Kara Halil gibi Ahi ricali. Gazi Osman Bey’in temelini 
atmış olduğu beyliğin kurulmasında nüfuz ve teşkilâtlariyle mühim hizmet- 
ler görmüşlerdir. Şeyh Edebali son zamanlarında kızı ve torunu Alâaddin 
Bey’le beraber Bilecik’te oturmuş ve oranın Öşür ve hasılatı bunların iaşe- 
lerine tahsis edilmiştir. Rivâyete göre Edebali damadı Osman Bey’den az 
evvel Bilecik’te vefat ederek oraya gömülmüştür. Kızı Bâlâ Hatun da ya- 
nında gömülüdür.» 

«Merhum Ali Emiri Efendi tarafından tertip edilmiş olan, bir sisilenâ- 
mede Şeyh Edebali’nin, Şeyh Mahmud [2] ve Mehmed isimlerinde iki oğlu 
olduğu görülmektedir. Bunlardan Rumeli’ye geçiş münasebetiyle; 

Keramet gösterip halka suya seccade salmışsın 
Yakasın Rumeli’nin dest-i takva ile almışsın 
beytinin kaaili olduğu söylenen Şeyh Mahmud’un oğlu Ahmed Paşa, Orhan 
Bey zamanında vezirlik etmiştir; Beylerbeyi Lâlâ Şahin Paşa’nın 749 H. 
1348 M. tarihli vakfiyesinde şahitler arasında bulunan Ahmed bin Mahmud 
ül-vezir tâbiri, yukarıki beyit sahibi Şeyh Mahmudun oğlu ve rivâyete göre 
Edebali’nin torunudur. Yine Emîri Efendi, me’haz göstermiyerek mevlûd 
sahibi meşhur Süleyman Efendi’nin, bu Ahmed Paşa’nm oğlu olduğunu 
beyan etmektedir ki, tahkike rhuhtaçtır [3]. 


[2] Kırşehir’de Ahiler bölümünde de işaret ettiğimiz, gibi, uzun seyahat 
lardan sonra Kırşehir’e yerleşen Ahievran, belki de Edebalı’nın oğlu Ahi Mah* 
mud’dur. Hacıbektaş Meydan evindeki kitâbede birinci Murad’m kendisini bu 
silsileden bir Ahi olarak gösterişi, Ahievran türbesinin tamirine ilk Osmanlı 
padişahlarının önem verişi bu sanıyı sağlayacak delillerdendir. OsmanlIların ilk 
kuruluşları günlerine ait olaylar okadar karanlıklar içindedir ki, yeni yeni vesi- 
kalar elde edildikçe bu meçhuller çözülecektir. Bu Şeyh Mahmud’un Mevlûi 
nâzımı Süleyman Dedenin .de babası- olduğu sanılmaktadır. 

[3] Osmanlı Tarihi, S: 294, Ord. Prof. İ. H. Uzunçarşılı. 



AHMED GÜLŞEHRİ 




Hemen hemen unutulan, tarihe karışan güzel geleneklerimizden birisi 
de büyüklerimizin yurtlarını ve soylarını adlarile birlikte yaşatmaları idi: 

Baba İlyas-ı Horasanı, Süleyman-ı Türkmânî, Celâleddin-i Rumî, Fuzuli-i 
Bağdadî... gibi. Hattâ: Buharî, Far abı, Fenarî... şeklinde memleketlerini isim- 
leştirenler de pek çoktu. Bu güzel geleneğin altında adları unutulmadan bize 
s kadar gelen iki sima da Ahmed ve Mes’ud Gülşehrî’lerdir. 

3 Biliyoruz, «Büyük» vasfına erişen insanlar, dar memleket sınırlarını aşan 

yaygın şahsiyetlerdir. Fakat, bu ölmezleri, nesillerin medeniyetlerin hafızasına 
armağan eden yurt köşeleri de bu baş’lara maskat olmaktan derin bir bahti- 
j : yarlık duyarlar. 

j } İşte bu hisledir ki, Gülşehrimizin bülbülü olarak tamtmak istediğimiz 

f : \i Ahmed ve Mes’ut Gülşehriler hakkında bilgilerimiz, acı ile söyleriz ki, şura- 

dan buradan derlediğimiz bir iki kırıntıdan ibarettir. Her şeyden önce, bu 
i emeği harcayanlara, şuracıkta teşekkür etmek, bizim için bir irfan borcudur, 

i Doğum yılını bilemediğimiz Ahmed Gülşehri, yukarıda Ahievra’mn haya-- 

tma ait bölümde bazı parçalarım nakllettiğimiz Keramat-ı Ahievran adlı 
j eserinin 150 nci sayfasındaki: 

| Ahievran ile Gülşehri adı 

İ ■ : Câvidân kala ki tatludur tadı». 

beytinden Gülşebirli yani Kırşehirli olduğunu anlıyoruz. O, elli yıl Ahi ev- 
ran’ın şahsiyetinde erimiş, onunla birlik yaşamıştır: 

Elli yıl ben ansuz durmadum : < 

\ . Yazu yaban ve doruğun görmedüm.. 

Hattâ Ahievran, kendisinden sonra zaviyesini Gülşehri’ye ısmarlamış: 

; Ahievran. bize çok Kitf eyledi 

Buçuk arşım yeri bize bağışladı 
Etti bu yeri sen kıldın kabul 
Senden artuk kimsemin yerü değûl 
\ ■ Bu nişan yerinde hem âlemde pâk 

Bir nişan eri oturtmağu gerek.. 

; Şu tek mısraı ile de bu arslan postuna kendisinin lâyık olduğunu, ne 

; güzel açıklıyor: 

Arslan evi Bitkiler işi dfeğiL, ‘ l 


Sonra Ahiler faslında, kendisinin eren ve yârenlerden lütuf gö r düğünü 
ve kendisinin Ahi olduğunu imâ ediyor: 

Kim bu Gülşehri kerim erenlerin 
Nimetin çok yidi ve yârenlerin 
Ol dahi bulduğunu terk eyledi. 

Ahirette kendüye yer eyledi... 

O, Gülşehri’nin güllerine gönülden meftun bir bülbüldür: 

Geldi bülbül ortaya hayran-ü mest 
Vâlih-ü meihuş-ü sergerdan-ü mest 

Kim benim işim. güİüstanda biter 
Nevksnâar-ü foağ-u bustaııda biter 

Her gülü kî m kendime yâr eylerim 
Her gece vasfını tekrar eylerim 

Her seher kim gül çemende açıla 
Kamudan ilkin bana karşu güle 

Ben anun yüzüne karşu sdayum 
Müşkülümün kamusun şerh eyleyeyim* 

Her gün işümüz bizim gülgüldürür 
Sevdiğümüz dünyada bir güldürür 

t 

Hasse şimdi taze Gülşehri gülü 
Kim göstermez göze esr-ü sünbülü 

Am sevmeyen kişi nâkesdürür 
Serv aman katında hâr-u hasdürür 

Geldi vakti girişi kim bülbülün 
Bağ ola kim yerü bıustanlar gülün 

- * Nevbahar oldu kim bülbül söyleye 
Âşkım ma’şukuna şerh eyleye 

Kamu sözü gel ki terk eyleyelim 
Bülbül ile gül sözün söyliyelim 

Sormaya Simrüğ hergiz bülbülü 
Bülbül oî yey M seve bîr gülü.. 

Ahmed Gülşehri, büyük insan Mevlânâ Celâleddin Rumi'ye karşı sevgi 
ve saygısını Mantıkuttayır tercemesinde şöyleee anlatır: 

Şeyh Mevlânâ Celâleddindürür 
Kim cihanda bir aliyütta’yindürür 
Görmedik bir er ki Ölüp yatmadı 
01 Celâleddin cihandan gitmedi 
[' Da ? vi Mevlânâ Celâleddin kıla 

Kim anı dokelcuki âlem bile , * 

Yoksa sen bir söz kılnris.en beyân 
Giru anı sen işidesiin heman... 

Niğde’li Kemal Ümmi, Gülşehri’yi: Sâdi» Celâleddin ve Attar gibi 

büyükler katında sayar: 

, Kam Sadî, Celâleddin ve Attar 

■j Veled, Gülşehri, Elvan kondu göçtü.. 

Eserleri ve Şahsiyeti: 

Ahmed Gülşehri’nin; Ahievran m menakıbine dair Keramat-ı Ahievran, 
j ı Feleknâme, Mantıkuttayır tercemesi. fıkıhtan manzum Kuduri, bir de Farisi 

N arzus vardır. Merhum Ali Emir! kütüphanesinde Farisi kısmında 573 nu- 

* f ' marada mukayyettir. Misaller tamamiyle Gülşehri’nin kendi zâde-i tâb’ıdır. 

[Ferhenknâme-i Sadi tercemesi, M. Rifat.] 

Keramatı Ahievran — - Mesnevi tarzında ve aynı vezinde Türkçe yazılan 
ve 267 beyiti ihtiva eden bu eser, Ahievran ve Ahilik hakkında mühim bir 
kaynaktır. 1930 senesinde Hamburg’la Prof. Taşener tarafından almanca ter- 
eemesile beraber bastırılmıştır. 

Feleknâme — Ferhenknâme-i Sadî mütercimi Kilisli Muallim Bay 
Rifat’m dedikleri gibi: Türklük namına bir âbide-i iftihar, sonra lügat itiba- 
riyle gayet zengin, mâna itibariyle pek rengin olan «Feleknâme» nin İstan- 
bul'da üç nüshası maruftur. İkisi Topkapı Arkeoloji Müzesi kütüphanesin- 
dedir, bunlar numarasızdır. Üçüncüsü Fatih camii yanında birinci Mahmud 
tarafından tesis edilen kütüphanede 2557 numara ile mukayyettir. Bu nüsha 
Fatih kütüphanesinin defterinde Esrarülarifin diye yazılıdır. Arkeoloji Mü- 
zesi kütüphanesindeki bir nüsha biraz noksandır. Bir de Emiri kütüphane- 
sinde Fatih kütüphanesi nüshasından fotoğrafla alınmış bir kopya vardır. 
Müze ve Fatih kütüphanesi nüshalarında bazı farklar vardır. Meselâ Top- 
kapıda mahfuz tam nüshada (g) ve (k) harfleri ekseriya (h) iledir. Çok-çoh 
gibi. Eser 4284 beyti ihtiva etmektedir. Feleknâme asıl Gülşehrinin farsça 
yazdığı bir eserin adıdır. Mantıkuttayr tercemesi bu isimle şöhretlenmiş 
ise de bunun farsça Feleknâmeve harîf olarak yazdığı eserde gösteril- 
mektedir. 


Çün Feleknâme düzettik şahvar 
Farisîca. tacil tahtı nazi gar 
Türkî dilce dahi huhû hem lâtif 
Mantak-ut-tayr eyledik ana harîf 
Gülşehri bu eserine bir yerde de Gülşehirnâme diyor: 

Biz hu Gülşehirnâmede kim eyledük 
Bükeli ilm ıstılahın söyle dük», [1] 

Şeyh Sanan Kıssası: 

Ahmed Yesevi’nin ve muakkıplarmm tesiri altmda daha yedinci asırda 
[ Anadoluda bir Türk edebiyatı inkişfa etmiştiç. Bunlardan birisi de nazımını 

ve zemam tanzimini bilmediğimiz Şeyh Sanan kıssasıdır. Şair Gülşehri 
[ eserinin baş tarafında Dasitanı Abdürrezak fash altında meşhur Şeyh Sanan 

kıssasını uzun uzun anlattıktan sonra nihayette şu malûmatı veriyor: 

| Bir kişi bu destanı eylemiş 

j illâ lâfzın M çekirdek söylemiş 


Vezniçihı lâfzın gidermüş harf mı 
Artuk eksük söylemiş söz sarfını 

* Şiiııdi Gülşehri giyiirdü bu âyâ 

■| Lefkerî donlar M benzetti yaya 

' Anber ile saçm ördü sünbülün ■ ■ 'V 

j Göngülügün atlastan eyledi gülün 

Söz hurufraı artuk eksük kılmadı 
Âlim anladı ve cahil bilmedi 

i Tanrının, kudretlerin yâd eyledi 

Mustafa’nın canım şadeyledi 

Böyle rengin böyle taflıı böyle ter 

Musre vü Şirin sözü ola meğer 

Bundan anlaşılıyor ki Gülşehri’den evvel yedinci, yahut altıncı asırda 
bir şair bu mevzuu nazmen yazmış, lâkin lisanı kaba, iptidaî ve >arzı tevzini 
tabiatile çok kusurlu olduğundan Gülşehri de onu yeniden yazmak lüzu- 
munu hissetmiş. Aruzun Anadolu Türkleri tarafından zannolunduğundan 
nekadar evvel kullanılmağa başladığını ve eski mevzuların muahhar şairler 
tarafından nasıl tekrar istimal edildiğini göstermek itibariyle, bu malûmat j 

tarihen çok kıymetlidir [1]. 

Gülşehrfnin edebî değeri: j 

Gülşehrî’nin şiirleri hemen hemen tasavvuf, hikmet, ahlâk gibi âli 
mevzulara mütealliktir. İçlerinde gazel nevinden bir şey yoktur. Şu kadar 
varki bir şiirin sonunda kendisinin güzel gazeller de söylemiş olduğunu 
anlatıyor. Şiirin baş beyiti budur: 

Ne derviş isteriz sahip ne sultan 
Ne derd işimize gelür ne derman 
sondan iki beyti şunlardır: 

Bu hub dırlan kim Gülşehrî döktü' 

Meğer kim gönlü ola bahri umman 
Gazelleri dükeli lülü ter 
Kasideleri kamu abı hayvan [1] 

On dördüncü asrm sonlarında dinî mefkureye sahip- olan bir çok şairler 
yetişti. Bunlar eserlerini caize koparmak maksadiyle, yahut bir sanat eseri 
vücuda getirmek endişesile yazıyorlardı. Sırf uhrevî bir mükâfat bekledik- 
leri için doğrudan dorğuya halka hitap ediyorlar, onların anlayacakları ve ^ 

sevecekleri sade ve külfetsiz bir lisanla yazıyorlar, hattâ çok zamanlar isim- 
lerini bile zikretmeğe lüzum görmüyorlardı. On dördüncü asrın ilk zaman- 
larından başlıyarak klâsik Iran edebiyatını Örnek ittihaz eden ve tamamile 
san 5 at gayesini istihdaf eyleyen şairlerin de çoğaldığını görüyoruz. Gerek 
eskiliği, gerek sanatkârlık kıymetinin yüksekliği itibariyle Kırşehirli Şeyh 
Ahmed Gülşehrî’yi ilk safta zikredebiliriz. Attar’m Mantıkuttayr’ım muhtelif 
menbalardan ve bilhassa Mesnevı’den aldığı hikâyelerle ve zamanına ait has- 
bıhaller ve şikâyetlerle de tevsi ederek Türkçeye nakleden ve ayrıca bir 
takım şiirleri de elimizde bulunan bu büyük sanatkâr, İslâm edebiyatına 
ve ilmine vakıf bir sofidir. Fakat eserini sofîlik propagandasile değil, hakikî 
bir san’at gayesiyle yazmıştır. O devre göre lisanının temizliğine, nazımının 
pürüzsüzlüğüne, ahengine, üslûbuna çok itina eden ve muvaffak olan 
Gülşehrî hakikî bir sanatkâr olduğunu göstermiştir. Eserinin yapacağı bediî 
tesiri büyük bri itina ile takip eden bu şairde oldukça kuvvetli bir lirizm 
vardır. En mücerret ahlâkî nasihatlar verirken, tasavvuf esaslarını anla- 
tırken bile üslûbu kuru ve tatsız değildir. Sonra tabiat manzaralarını tasvir 1 
ederken fenkli, itinalı ve canlı bir üslûba mâliktir. Kendi kıymetini pek iyi 
bilen Güllşehrî bir çok ilâvelerle aslından daha mütenevvî bir hâle soktuğu 
Mantıkuttayr tereemesinin Attarhnkinden aşağı olmadığıni ve kendisinden 
evvel türkçe hiç okadar güzel bir eser yazılmadığını iddia ediyor ki çok 
doğrudur. Bu büyük şairin şöhreti Anadoluda on beşinci asrm iptidasına 
kadar devam etmişse de 15 inci asır ilk tarihinden sonra büyük bir şair te- 
lâkki edilmemiş, şöhretler onun namını gölgede bırakmıştır. Tezkireleri- 
mizde hiç ismine tesadüf edilemez. 

MESUD GÜLŞEHRÎ 

Ayasofya kütüphanesindeki Emsiletüttasrif ve Kitabülinbisat adlı iki 
eserinin sonuna el yazısiyle yazdığı yazılardan Kırşehirli olduğunu ve baba- 
sının Osman, dedesinin Şadi adlarını taşıdığını Öğrendiğimiz Mesud Gülşeh- 
rî’nin doğum ve ölüm tarihi de belli değildir. Bu bilgin hocayı, Sadi’den 
terceme ettiği Ferhenknârnesini ilim âlemine tanıtan Kilisli muallim Bay 
Rifat; Mesud’un doğum tarihini 7QÖ ile 710 arasında göstermekte ve Âşık 
Paşa ile Ahmed Gülşehri’ye yetişmiş olduğunu söylemektedir. 

Gene sayın Bay Rifat’m değerli incelemelerinden öğreniyoruz ki 
(Ferhenknâmei Sadi tercemesi başlangıcı) Hoca Mesud’un Yıldırım Bayezıt 
devrinde b er hay at olması maznundur. Kenzüİkübera ve Mahallülülema 
adında siyaseti islâmiyeye dair bir eser yazan Şeyh oğlunun üstadıdır. Hoca 
Mesud’un padişaha ve saraya bir mensubiyeti olmadığı anlaşılıyor. Belki o 
kendi âleminde yaşar ankameşrep bir âlim imiş. Nasıl ki Bustan tercemesini 
de kimsenin namına yapmamıştır. Şayet öyle bir nisbeti olsaydı Şeyh oğlu 
onu öyle yâdedecekti. Nasıl ki Şeyh oğlu kendi memduhunun pederini Hoca 
Paşa diye yâdediyor. 

•Mesud’un hüviyetini en ziyade anlatacak bir kelime de yukarıda adlarını 
söylediğimiz iki eserini yazdığı Ebavabilbirri Ebu Sadiye yani Moğol han- 
larından Ebu Said Bahadır tarafından yaptırılmış olan Ebavabilbir ismin- 
deki bir yerdir. Fakat bu müessesenin bir medrese, yahut bir zaviye, yahut 
bir tekke olması muhtemel iken müellif kendi zamanındaki şöhrete binaen 
bu müessesenin ne olduğunu yazmamıştır. Bay Rifat’m da araştırdığı bu 

müesseseyi bulmak bizim için de şimdilik mümkün olamamıştır. 

/ 

Mesud Gülşehrî’nin Eserleri: 

Süheyl ve Nevfeahar: 

Aslı farsçadır. Mevzuu güzel bir Şark hikâyesidir. Hicrî 751 tarihinde 
yazılmıştır. Bu hikâyede Süheyl, Yemen hükümdarının biricik oğludur. 
Nevbahar da Çin hükümdarının kızıdır. Bir .nakkaşın yaptığı resimden Nev- 
bahar’a âşık olan Süheyl, nakkaş ile birlikte Çine seyahat ederek bir çok 
maceradan sonra sevdiğine kavuşuyor. 

Süheyl ve Ne vb ahar ’m bin beyit kadar kısmını Mesud’un yiğeni İzzed- 
din Ahmed, mütebakisini ve mukaddemesiııi de kendisi yazmıştır. Süheyl 
ve Nevbahar’m yegâne yazma nüshası Berlin kütüphanesinde bulunuyor. 
1925 senesinde Profesör Mortman bu eseri neşretmiştir. Bu eserin tabından 
bir sene sonra Çankırıda minyatör bir nüsha daha bulunmuştur ki Çankırı 
Meb’usu Bay Talât Onay’ın hususî kütüphanesindedir [1]. 

Süheyl ve Nevbahar tercemesi edebî kıymeti itibariyle çok yüksek bir 
eserdir. Hiç malûmatımız olmayan farisı bir eserden terceme edilen bu 
mesnevi öyle görülüyor ki basit bir terceme değil, belki tevsian yapılmış 
bir adaptasyondur. Eser o devir mesnevilerinde umumiyetle kullanılan 
vezinlerde değildir. Eserde muhtelif vezinlerle yazılmış muhtelif gazellere 
de tesadüf ediliyor. Şair, Türk lisanının henüz, aruz ile kâfi derecede istinas 
edemediğini ve bundan dolayı kendisinin mazur görülmesini söyler. Fakat 
bunda birza tevazu olduğunu ilâve edelim. Klâsik nâzım tekniğini pek iyi 
bilen şair bu hususta zamanına nisbetle büyük bir muvaffakiyet göstermiş- 
tir. Tertibi ifade, lisan itibariyle bu büyük aşk hikâyesini o devrin en kıy- 
metli mahsullerinden sayabiliriz. Gerek tasvirî parçalarda, gerek ruhî tah- 
lillerde, gerek kahramanların ağzından söylenilen aşk şiirlerinde renk ve 
heyecan eksik değildir. Bediî kıymet itibariyle bu şairin müntahap Bostan 
tercemesini bu eserile aynı safa koyamıyoruz. Her halde. İslâm ilimlerine ve 
İran edebiyatına lâyıkiyle vakıf olduğu anlaşılan Hoca Mesud, bu asrm 
mahdut büyük şairlerinden biridir. Kıymetli bir şair olduğu anlaşılan yiğeni 
İzzeddin’in başka eserleri maalesef malûm değildir. 

Hoca Mesud’dan sonra bu cins aşk hikâyeleri yazmakla şöhret kazanan 
başlıca Şeyh oğlu Mustafa’dır. Hurşitname adlı büyük hikâyesini 789 da 
ikmal eden bu şair. Hoca Mesud’un başlıca şakirdidir. İskendernâme sahibi 
Ahmedî, Gülşehri’yi hürmetle zikretmektedir [1]. 

Ferhenknâmeı Sadi tercemesi: 

Bu eser Hoca Mesud’un, Şeyh Sadi’nin Bustamndan intihap ederek 
türkçeye nâzmen terceme ettiği 1703 beyitten ibaret bir eserdir. On dör- 
düncü asrın ilk nısfında (Hicrî 755) te terceme edilen bu kitabın mevzuu 
ahlâka ve memleket idaresine aittir. Eser Kilisli Bay Rifat tarlamdan 1340 
senesinde İstanbulda bastırılmıştır. Tab’a esas olan nüsha Veled Çelebi 
tarafından Ahmed Mithan Efendi için yazdırılıp merhumun veresesinden 

[1] T. D. T. C. Darama Dergisi. S: 77. 

[1] Anadoluda Türk dil ve edebiyatına umumî bakış. Türkiyat. M. F, K. 


— 97 — 

merhum Ali Emiri Efendiye intikal eden yazmadır ki bugün Millet kütüp- 
hanesinde 300 numarada bulunmaktadır. Bu eserin diğer nüshası Kopenhag 
kütüphanesi türkçe yazmaları arasındadır [1]. 

Manisa Muradiye kütüphanesi türkçe yazmaları arasında 1856 numaralı 
bir mecmua içinde (Kitabı Ferhenknâmei Hoca Mesud) ismile Ferhenknâ- 
mei Sadi’nin bir üçüncü nüshası mevcuttur. Yazısı on beşinci asrın ikinci 
nısfında intişar eden bir nevi taliktir. Hiç bir yerinde ne telif ne de istinsah 
tarihine ait kayıtlara tesadüf edilmediği gibi mecmua sonunda da istinsah 
tarihi mevcut değildir [2]. 

Ayasofya kütüphanesindeki 945 numaradaki bir cilt kitabın birinci 
eseri Hazret! Peygamberin Ali’ye olan vesâyasıdır. İkinci eseri Tercemetül- 
leâli ve Tezkeretülmeâli adlıdır. Bunların sahibinin de Hoca Mesud olduğu 
kuvvetle muhtemeldir [3]. Üstad tarihçimiz M. Turhan Tan’m bir yazısın- 
dan öğrendiğimize göre Hoca Mesud meşhur Kelile Demineyi de işlemiştir. 

Mesud Gülşehrî’nin edebî değeri: 

«Müellif hazretlerinin kudreti edebiyesi pek yüksektir. Bir çok yerlerde 
Şeyh Sadi’nin fikirlerini daha güzel bir hale koymuş, mazmunu daha ziyade 
parlatmıştır. Müellif her hangi bir beytin tercemesinde harfiyen terceme 
taraftarı olmamış ve daima meali düşünmüştür. Bir de tercemede mümkün 
olduğu kadar ar abî, farisı kelime istimalinden kaçmış ve Türklüğünü mu- 
hafaza etmiştir.» 

Mesud ile Ahmed Gülşehri’yi mukayeseye gelince bunu imkânsız, 
görüyorum. Çünkü Gülşehrî bağsızdır. Bütün kanatlarını açmış şiir gökün- 
de uçuyor. Onun etrafına yağan mâna çiçeklerinden beğendiğini kokluyor, 
demet yapıyor, beğenmediğine bakmıyor. Halbuki Mesud bütün kuvvetiyle 
gözünün önündeki periı mânaya mümkün olduğu kadar Türk elbisesini 
giydirmeğe uğraşıyor. Eğer Mesud’un da Gülşehrî gibi bir mesnevisi olsaydı 
ozaman mukayese mümkün olurdu. Âşık Paşanın Maarifnâme adlı kitabına 
gelince lisan ve tasavvuf itibariyle hoş ise de neş’eleri, zevkleri, meşrepleri 
başkadır. Hülâsa: Gülşehrî,- Âşık Paşa, Hoca Mesud gibi üç abâi edebin 
beşiği, durağı, mezarı olduğundan dolayı Kırşehir nekadar iftihar etse yeri 
vardır. Yalnız benim gönlüm ister ki o gül ocağına eskiden olduğu gibi 
Gülşehri denilsin [1]. 

[1] Tarama Dergisi, S: 

[2] Türkiyat M. C: 4. Şerif Hulûsi. Ferhenknamei Sâdinin üçüncü nüshası 
ve Velet Çelebi, Kilisli Kifat neşrile mukayesesi. 

[3] Türkiyat M. C: 2. Muallim Rifat (Profesör Mortman tarafından neşre- 
dilen Süheyl ve Nevbahar münasebetile). 

[1] Ferhenknamei Sadi tercemesi. S: 16. Kilisli Rifat. 7 — 



93 


Meşumdan örnekler: 

Ecel irse ııola çalap emridir 
Kişinin sonunda sözü ömrüdir 
Ki anınla ımudulmaz adı 
Dünü grin anar bilişi ve yâdı 
Ana Ölü diyen kişi yanılır 
Ki sözü okunur adı anılır 

Yetimi göricek yere tepme gil 
Ana karşı oğlancığın öpme gil 

Saadet nedir Tanrı bahşayişi 
Güca görüp anı bulamaz kişi 
Çu devlet sana olmaya gökten 
Geçürma ana irmeği Önden 
Ne karınca miskin olup gussa yır 
Ne rızkın bulur gücile sır 
Eğer ömrün olursa gussa yok 
Yılan sokmaya seni geçmeye ok 
Ömürde eğer kalmamış ola bektir 
Hem öldüre tiryak ’nita ki zehir 






ALAEDDİN CAMİİ 

Kasaba ortasında kale denilen yığma tepe üzerinde bulu- 
nan Alâeddin camiinin 614 - 634 Hicrî yıllarında Selçuk hüküm- 
darı Alâeddin Keykubad veyahut Kırşehir’de medfun Mengücük 
oğullarından Muzafferüddin Behramşah’m güveğisi ikinci Alâeddin tarafın- 
dan yapıldığım evvelce Kırşehir Tarihi adlı eserimizde yazmış isek de 
sonradan ele geçen H. 1219 tarihli bir beratta bu camiin Orhan Gazi zama- 
nında vezir olan Ahiler 1 'den Alâeddin Paşa tarafından yaptırıldığı anlaşıl- 
maktadır. Tamamen harap bir halde bulunan bu camiin ve yanındaki saat- 
liğin hamamla beraber Kırşehir Mutasarrıfı Arifi Bey tarafından tamir ve 
inşa ettirildiği, genç yaşında İstanbul’da ölen Şeyh Süleymanı Türkmâni 
evlâdlarmdan Osman Hilmi’nin hamam için yazdığı H. 1313, Teşrinisani 
1311 tarihli tarih manzumesinden anlaşılmaktadır: 

Yok idi Kırşehirde hamam- veş 
Bir eser -i hayr-ü ferahbahş-ı can! 

Saye-i şahanede ibzal edüp 
Himmetini Arifi Bey ânbeân! 

Saat-i ziybâ gibi hamamı da 
Kıldı mükemmel ne güzel bir nişan! 

Düştü şu tarih-i mücevher bihin 
Bir adedin hazfediniz, ol zaman! 


«Hayatı ferehnâk, teni pâk eder 
Yıkanınız ehl-i tabiat hem anî» 

Halen cami müze deposu vazifesini görmektedir. 

ŞEYH BAM AZ AN PAŞA 

Ali Paşa’dan sonra Emir Süleyman Çelebi’ye kimin vezir olduğu belli 
değildir; vezirlerin kazaskerlikten geldikleri ve bunun da Ali Paşa’nm son 
kazaskerlikte malûm olmasına nazaran vezir olması kuvvetle muhtemeldir. 



100 


Şerefeddin-i Yezıdi’nin Zafernârne’sinde, Şeyh Ramazanın kadılıktan 
sonra vezir olduğunu yazması da mütalâamızı teyit etmektedir. Kendisi 
Kırşehirli olup babasının adı da Bayezid’dir; Süleyman. Çelebi tarafından, 

Anadolu’da bulunduğu sırada iki defa Timur nezdine sefirlikle gönderil- 
miştir. [Osnıanlı Tarihi. Profesör İsmail Hakkı Uzunçarşılı. S: 304] 

; ı 

ŞEYHİ PAŞA 

İkinci Murad devri ricalinden olan ve Şeyhi Mahmud Paşa 
ünvaniyle anılan bu zat Kırşehir’lidir. Babasının adı Şehabeddin’dir. 

İkinci Murad’m büyük şehzadesi Ahmed Çelebi’nin lâlâlığmda, Amasya 
muhafızlığında bulunmuş, vezaret rütbesine kadar yükselmiş, Defterdarlık 
ve Nişancılık ederek ilim ve f azliyle temayüz etmiştir. Amasya muhafızı 
iken H, 839 tarihinde vefat etmiştir. [Amasya Tarihi. C: 3, S: 206.] . 

MEVLÂNÂ MEHMED 

Ünlü bilginler arasında Mir’at muhaşşisi şöhretiyle anılan 
bu zat Kırşehirlidir. Babasının adı Veli, dedesinin Resul’dür. Hâlâ 
bu aileye Kırşehirde Rasul oğullan derler. İlk tahsilini Kırşehirde 
yaptıktan sonra İstanbula gitmiş, Mirza Fazıldan vesair tanınmış âlimler- 
den ders alarak şerikleri arasında parlak bir surette imtihan vererek icazet 
almaya muvaffak olmuştur. Olunan davete icabetle İzmire gitmiş ve orada 
tedrise başlamıştır. Bir az sonra memleketçe görülen yüksek faziletine bina- 
en uhdesine müftülük tevcih edildi. Ömrünün sonuna kadar okutmak, 
fetva vermek ve eser yazmakla meşgul oldu ve H. 1165 yılında gözlerini 
kapadı. İki çeşmelik caddesindeki (Ulu mezarlık) a gömüldü. 

Fazılı müşarünileyhin telif atı mütenevi ve müteaddit olup tahkik edi- 

lebile Jeri şunlardır: 

1 — Tefsirden Kadı Beyzavî tefsirine haşiye; 

âyeti kerimesine kadar büyük bir cilt olup Umanına 
devam ettikleri muhtasar tercemei hallerinde münderiç ise de nereye 
kadar muvaffak oldukları meçhuldür]. 

2 — Fıkıhtan Mir’at haşiyesi, matbudur. 

3 — • Ed’iyeden Darbun nasır şerhi., basılmıştır. 


4 Fıkıhtan Eşbah şerhi, basılmamıştır, bir nüshası Rados kütüphane- 

sindedir. 

5 — Ed’iyeden Delâiîülhayrat şerhi, ismi: îsticlâlül-mir-at’tır, muahharan 

tümceye t er ceme edilmiştir, gayrimatbudur. 

6 — Kelâm’dan zübdei ilmi kelâm, bir nüshası Akhisar kütüphanesindedir. 

7 — Akait ve Mevizeden zuhrül-tehhibin şerhi gayrimatbudur. 

9 — Kelâm’dan Mesaili hilâfiyât [Eş’arî ile Matürîdî arasında feran altmış 
yedi mevzûdeki ihtilâfatm halline dair olup bir nüshası îstanbulda 
Lâleli kütüphanesindedir.} 

9 — İlâhiyât, Tabiiyât- ve mantıktan bahis, hidayetil hikme haşiyesi, 
gayrimatbudur. 

10 — İlmi mantıktan Fenarî haşiyesi, gayrimatbu. 

11 — İlmi nahivden Îmtîhanül-ezkiya haşiyesi, matbu. 

12 — Adabı münazaradan Risalei Birgüvî şerhi matbu. 

13 — İlmi kelâmdan Metin ve şerh. [Bir nüshası İkinci Bayezit camii şerifi 

içindeki Veliyeddin Ef. kütüphanesinde mevcut olup Şerhi Akaidi 
Cedit namiyle mukayyettir.] * 

14 — İlmi siyerden Asam’m Şemail! Termizî şerhine haşiye, gayrimatbu. 

15 ~~~ İlmi fıkıhtan Seyid Şerifin Muhtasarül-münteha şerhi haşiyesine 

haşiye, gayrimatbu. 

16 ~~ İlmi Nahivden Lübbülbab şerhine haşiye [Bu eserin mevcudiyeti 

İzmirli Karabaş oğlu Ahmed’in tarih ve teracimden bahis kitabında 
münderiçtir.] 

3.7 . — İlmi usul ve cedel’den muhtasar İlmî Hacip şerhine haşiye, gayri- 
matbudur. ' 

İşbu eserlerden pek çoğunun isimleri bende saklı bulunan hattı desti 
fazılânelerile muharrer, muhtasar ve müfit kendi t er cem eihâller ini mübey- 
yin verakî kıymettardan, naklolundu [1]. 

Hacıbektaş ve Bektaşiler 

13 üncü yüz yılın sonlarında Horasan’dan gelerek Kırşehir’in 40-45 
kilometre doğusunda, şimdi Hacıbektaş adıyla ilçe merkezi olan ve o çağ- 
lar koruyucu bir kale gibi yanıbaşmda ayakta duran Suluca Karaöyük 
tepesinden adını alan köyde Rum bacılarından Kadıncık ananın bir misafiri 
olarak yerleşen, ilk günleri halkın nüktelerine ve bu yüzden şikâyetlere 
uğramasına rağmen diktiği meşalenin ışığına pervaneler gibi gözleri ve 

[1] Sehilür-Reşat M. No: 281. 16 Kânunüsâm 329. Bursalı Mehmed T ahir. 

— 102 —

gönülleri' üşüştüren Hacıbektaş ve ocağından da tarihimizle ve coğrafya- 
mızla ilgisi bakımından bir parçacık bahsetmek isteriz. Benzeri erler gibi 
bu zatın da hayat ve şahsiyeti, ideal ve felsefesi esrarlı bir hava içinde 
efsaneleştirilmişim. 

Menakıp ve Velayetnâmelerin anlatışına göre: «Bir gün Horasan erleri 
Belh te bir meclis kurmuşlar. Acaba Rum/da (Anadoluda) evliya var mı? 
diye birbirine sormuşlar. Bu sohbette kutup ocaktan bir öksü (alev alev 
yanan odun parçası) alarak o yöne doğru fırlatmış, eğer demiş: «Rum’da 
evliya varsa bizim attığımız bu öksüyü tuts,un.» 

Daha Cengiz türemeden önce Rımıa’a göçen bilginler sultam Bahanın 
müritlerinden olan Fakih Ahmed adındaki zat, Kırşehir’deki tekkesinde 
Üryan Baba ve Doğan Atalarla sohbet ederlerken: «Bize bir armağan geldi» 
diyerek pencereden elini dışarı uzatmış, öksüyü yakalamış ve yere vur- 
muş, yere dikilen bu öksü filizlenip yemyeşil bir ağaç olmuş... 

Rum’daki bu olayı olduğu gibi gören Horasan’daki Kutup, dervişlerin- 
den birisine Rum’a gidip keyfiyeti tahkik etmesini söylemiş. O cemaatin 
aşçısı olan Bektaş güvercin donuna girüp Rum’a uçuyor, Kırşehirdeki Ah- 
med tekkesinin damına konuyor, atılan öksünün tekke önünde yemyeşil bir 
ağaç olduğunu görüyor. Bu sırada Fakih Ahmed: «Bize bir misafir geldi» 
diyerek karşılamak üzere Doğan, Babayı dışarıya yolluyor, fakat Doğan 
göremiyor, bunun üzerine Uryan’a bakmasını söylüyor, dışarı çıkan Üryan 
Bektaşi görüyor. Doğan suretine giren Doğan Baba damdaki güvercinin 
üzerine saldırınca, Bektaş silkiniyor, adam oluyor ve Doğana diyor ki: 
«Erenler, âdeme bu vahşî yavuz suretile görünmez.» Doğan Baba: «Buna 
Rumeli derler, erenleri ziyade vahşî olur.» Ahmed Fakih’in huzuruna giren 
Bektaş: «Rum da er var mı?» diye soruyor. Fakih Ahmed Bektaş’m gözünü 
sığazlıyor, Bektaş her kaya dibinde bir er görüyor. Tekrar Horasan’a dö- 
nüyor, olayı haber veriyor. Kutup ta Bektaş’a: «Yürü, sana Rumun gözcü- 
lüğünü verdik» diyor, Ruma yolluyor ve Fakih Ahmed’e de Kutupluk mer- 
tebesini bahşediyor. Bir kaç defa Hicaz’a da gidşn Bektaş Hacı-Hacım sıfa- 
tını alıyor. Nitekim, Suluca Karaoyük, bir zamanlar Hacım adıyla da çağ- 
rılmıştır. 

Âşık Paşazade de meşhur (Tevarih-i Âl-Osman) adlı kitabında (sayha: 
204) Hacıbektaş in Anadolu’ya gelişini ve hüviyetini kendi diliyle şöylece 
anlatır: 

«Sual: Ey derviş! bu Rum vilâyetinin dervişlerini ve ülemasmı zikret- 
tin, ya «Hacı Bektaş Sultanı» niçin anmadın? Cevap bu: Bu andığım azizler 
aliosman vilayetinde olanlardır, kim andım. Bu Hacıbektaş Âli Osman neslin- 
den hiç kimse ile musahabet etmedi ve andan ötürü anmadım. Hacıbektaş 
kim Horasan dan kalktı bir kardeşi dahi vardı «Menteş» derlerdi, bile 
— 103 ; — 

(beraber) kalktılar geld-.er ve andan Kırşehri’ne vardılar ve andan Kayse- 
riye geldiler. Kayseri’def: kardeşi Menteş yine Sivas’a vardı, anda eceli 
mukaddermiş, anı şehit ettiler. Bunların kıssası çoktur, cemisine ilmim yet- 
miştir, bilmişimdir. Hacıbektaş Kayseri’de Karayol (Karaoyük) a geldi, 
şimdi mezar-ı şerifi andadır, ve hem bu Rum’da dört taife vardır kim misa- 
firler içinde anılır. Biri Gaziyan-ı Rum, biri Ahiyan-ı Rum ve biri Abdâlân-ı 
Rum ve biri Baciyan-ı Rum. îmdi Hacıbektaş sultan bunların içinden 
Bacıyan-ı Rumu ihtiyar etti kim o Hatun anadır, anı kız edindi, keşif 
ve kerametini ana gösterdi, teslim etti, kendi Allah rahmetine vardı.» 

«Sual: Bu Hacıbektaş Hazretinin bunca müridi ve muhibbi vardır, 
bunların biy’atları ve silsileleri nereden olur? Cevap: Hacıbektaş Hatuna- 
na’ya ısmarladı, nesi varsa. Kendi bir meczup budala âzizdi, şeyhlikten ve 
müritlikten fariğ idi. Abdal Musa derlerdi bir derviş vardı, Hatun ana’ nın 
muhibbi idi. Ol zamanda şeyhlik ve müritlik eğin zahir değildi, silsileden 
dahi fariğlerdi. Hatunana ol azizin üzerine mezar etti. Geldi bu Abdal 
Musa bunun üzerinde bir niçe gün sakin oldu. Orhan devri geldi, gazalar 
etti,» 

«Sual: Bu bektaşiler ederler kim «Yeniçerilerin başındaki "taç Hacıbek- 
taşmdır?» derler. Cevap: Yalandır ve bu börk hod Bilecik’te Orhan Gazi 
zamanında zahir oldu, yukarıda beyan edüp dururun ve illâ bektaşiler giy- 
meğe sebep, Abdal Musa Gazya geldi ve bu Yeniçeri’nin arasında bile yürü- 
dü, ve bir Yeniçeriden eski bir börk diledi, Yeniçeri dahi virdi. Yeniçeri 
üsküfünü çıkardı bunun başına giydirdi. Abdal Musa vilâyetine geldi, ol 
börk bile başında, sordular kim: «Bu başındaki nedir?» Ol cevap etti: «Buna 
Slf-elfi derler», dedi; Vallah bunların hakikati budur.» 

«Sual: «Bu Hacıbektaş oğlu Mahmud Çelebi kim ol Resul Çelebinin 
oğludur, ya anın müritlerinden ebl-i ilimden kimse var mıdır? Cevap: 
«Vardır, bengi (esrar içenler) zengi (içi karalar) topluk ve zopluk (kaba- 
lık ve cahillik) ve şeytanî âdetler bunlarda çoktur ve bu halk bilmezler anı 
şeytan mıdır veya rahman mıdır? ve her kimse kim Hacıbektaş Âl-Osman- 
dan kimse ile musahabet etti derse yalandır, şöyle hilesiz». 

Saru’nmı Hacıbektaş!, Kırşehir Valisine şikâyeti: 

Bu yabancı dervişin Kadıncık Ana’ya misafir oluşunun halk arasında 
uyandırdığı dedikodudan müteessir olan Saru’nun ilin valisi Nureddin 



— 104 — 


Cace’ye şikâyette bulunduğunu Hacıbektaş vilâyetnâmesinden naklettiğimiz 
i şu parçadan öğreniyoruz: 

Saru bir gün eyledi bir fikr-i bed 
Yani Hünkâre ede bir. mekr-i bed 
Kardeştim der il sözünden gam yimez 
Yoluna vargit o dervişe dimez 
İlin ıssıma doruben vareyin 
İşbu halimi ana haber vereyin 
Gönderüp âdem gidersün buradan 
Nüktesin çekmek bu halkın biz neden 
Böyle fikreyleyüben oldu revân 
Süriiben Kırşehri’ne geldi keman 
Ol zaman Kır şehri ulu şehridi 
Orta yerinden geçen hem nehri di 
<■ On sekiz bin derler evi var idi 

Burç-u baru çevresi hisar idi 
j Beği adı idi Nureddin Ceee 

İ Diyeyin anın ahvalin nice 

 Sancağı beği idi Kırşehibıin 

 6 Parişahtan sancağı idi anın 

Saru geiüben girdi katma 
Halini arzetti hazratma 
Nâibmden birine emreyîedi 
Var ne dirse bu anı eyle didi 
Gitti Nâip Karay iik’e çün irer 
Üç Pınar yanma kıldı nazar 
Ol pınara şimdi derler uç pmar 
Suyu hamamın bil andandır ey yâr 
Gördü bir derviş anda oturur 
Çün onat deyüben anı görür 

Bildu Sanı didiiğü derviş feudur - v 

Saru’ya oî mu? didi; didi; budar 
i Didi Hünkâre ki ey derviş-i aziz 

Didi Nureddin Cace Bey hilesiz 
Burada ayruk oturmasını didi 
Nereye gider ise gitsüıı didi 
Çün işitti bunu Hünkâr hazreti 1 
Ne oldu saldm didi gayet kaü 
Milkin ıssı .gibi söylersin sözün 
Öyle isen doğrusun bildir özün 
Bu sözü nâip işîdüben döner 






— 105 — 

Geri Kırşeîm’ne attan iner 
Girdi Nureddin Cace’ye söyledi 
Sergüjeştin külli malûm iyledi 
İşidüben bunu Nureddin Cace 
Kakıyuben hele yattı ol gice 
Taylıcak d o ruhen ata atlan ur 
Öğle vakti köye irişti gör 
Gördü kim bıyıkları uzamış 
Hissemiz bunu nedür bunca iş 
Dir çeleksüz Şahin olmaz bilesüz 
Didiğim remzin fikrin kılasuz 
Tımağma baktı gördü kim uzun 
Uzadursun bu didi sen niçün 
Dir Şahin tmaaksız olmaz bu gezin 
Anla bunun ne de m k tür yüzin 
Dur bile dervişidir abdest alahım 
Vaktidir öğle namazm kılalım 
Su getirin didi Hünkâr bazreti 
Almağa abdest kılaîum nivyeti 
Nıırdin bir kuluna emreyîedi 
Su getur şol çeşmeden vargıl didi 
Maşraba alup o hizmetkâr ele 
Su getüruben önüne kor hele 
Çünkü hünkâr suyu koydu avucuna 
Avcı içine hemen döndü kana 
Nardin Çareye kam gösterür 
Dir dürüst olur mu abdest bunu gör 
Dit dürüst değildir illa meğer 
Maşr abaya kan keklikten damar 
Keklik etmiştik yolda bugün şikâr 
Kaba andan damlamış kam şikâr 
Eline maşrabayı kendi ahır 
Getürüp hünkâr önünde koydurur 
Koyucak avucuna ol sudan heman 
Gök kızıl oldu suyun rengi can 
Sıhra hamledip didi derviş işit 
Kolayın kande ise vâr anda git 
trfe öğlen bunda görürsem fceni 
Ocağa yaMurarah bilgi î. um 
fşidÜp hünkâr sözün döner ana 
Nice remzed ersin am gör sana ' 


106 


İrte öğle çıkar isen sen eğer 

i Bildiiğün gibi idesini didi kâr 

İrte öğleyin seni gelüp dutalar 
Kuru göne koyup esir ilteler 
Komayalar ehlini görmekliğe 
Söz aîup anlara söz virmekliğe 
İlteler bir yere seni koyalar 
Yani ki kaydım şenin yapalar... 

Bu maşla da böyle devam eder. 

Hacıbektaş’ın gerçek hüviyeti: 

Horasan erlerinin Urum diyarına bir gözcü olarak yolladıkları Hacı- 
\ bektaş ve uyarlan hakkında aynı yolun yolcusu ve Önderi olan Baba 

I Ilyas’m torunlarından Ahmed Âşiki’nin yukarıya naklettiğimiz pek de say- 

gılı olmayan sözleri; Vilâyetnâme yazarının bu âziz hünkâra karşı muhab- 
■| betini kelimeler ve satırlar arasına gizlemesine rağmen bu saçı .sakak 

j! birbirine karışmış, tırnakları uzamış, hüviyeti meçhul sihirbaz dervişin, 

Kadıncık Ana’ya misafir oluşundan ötürü halk arasında başlayan dediko- 
r / duîarmdan üzülen Saru’nun Nureddin Cace’ye şikâyeti, vali ile aralarında 

geçen sert konuşma, tabiatiyle inşanda şüphe uyandırmaktadır. 

Kıymetli tarihçimiz Dr. Profesör Fuat Köprülü Bektaşiliğ'in Menşeleri 
(Türk Yurdu, No. 8, Mayıs 1341) başlıklı makalesinde Müverrih Âşık 
Paşazâde’nin Hacıbektaş’ı «tarikat tesis edemiyecek bir meczup» şeklinde 
göstermesini garazkârane bir isnad olarak karşıladığı gibi, silsilei tarikatım 
«Kutbiddin Haydar, Lokman Serhas, Ahmed Yesevi» gibi büyük sofilere 
iysal eden ve ulum-ı islâmiyedeki vukufu her türlü şüpheden azade bulu- 
nan Horasanlı Türk Şeyhinin: Makalat, Fevait ve Fatiha tefsirleri gibi eser- 
lerinin de bulunduğunu bazı delillere dayanarak haber vermekte, hattâ 
Türk - Halk Ansiklopedisi adıyla yayınladığı eserinin birinci sayısında Abdal 
Musa maddesinde: Âşık Paşazâde’den başlayan bu Bektaşi düşmanlığının 
Sünnî müelliflerde görüldüğünü ve bu yanlış kanâate Avrupa .müdekkikle- 
rile beraber, bir zamanlar kendisinin de iştirak ' ettiğini, fakat sonradan 
desteres olduğu yeni bir takını vesikalarla ııukat-ı nazarını tadile lüzum 
gördüklerini tebarüz ettirmektedirler. Sayın bilgin gene bu yazıla- 
rında: «Horasanlı bu Türk şeyhinin eserlerinde, kendisine takaddüm eden 
«mi-karmate» yarı Karmat sofilerin asarından o kadar bariz bir surette ayrı- 
lacak büyük husuy etler yoktur; yalnız «on iki .imama ikrra» - ı, «tevelli» ve 
«teberri» yi tavsiye suretiyle sarahatan «Şia-i isna aşeriye»- esaslarını müda- 
faa etmektedir. Ancak ilk sâliflere mahsus bu gibi eserlerin umumiyetle «eto 


— İ07 — 

terique» bir mahiyette olduğu ve hiç bir zaman müntehilere mahsus talimat-t 
batmıyevi ihtiva etmiyeceğı de unutulmamalıdır. Kıyafet-i hâriciyeleri itiba- 
riyle •« Kal enderî-Hay deri» dervişlerinden farksız olan bu sekizinci asırda 
«Rum Abdalları» namını da taşıyan bektaşüerin Osmanlı. saltanatının teessüsü 
ile çok alâkaları vardır; lâkin «Hacıbektaş» m birinci «Osman» la mülakatı 
hakkında Bektaşi menkibelerihde mevcut rivayetlerin aslı olmadığı gibi, 
Yeniçeriliğin ilk ihdasında müşarünileyhe hayır dua ettiği rivayeti de asla 
kabul edilemez; «İlk Mutesavvifİer» ■ de gösterdiğimiz veçhile Hacıbektaş’ın 
vefatı bundan çok evveldir» demekte ve «Osman ve Orhan devirlerindeki 
mütemadi serhad harplerine iştirak eden Türkmen Babalan — tâbir diğerle . 
Rum abdalları hemen umumiyetle Hacıbektaş müritlerinden oldukları 
cihetle, yeniçeriliğin hiyei teessüsünde onun hatırasile teberrük. olunduğu- 
nu ve sonra, bunun tarihî bir vakıa şeklinde ağızlarda dolaşarak nihayet 
tesbit edildiğini; fakat her ne olursa olsun, yeniçeriliğin teessüsünde Bekta- 
şîlikle «Ahilik» in pek mühim rolleri olduğunun sarahaten göze çarpmakta 
olduğunu ilâve etmektedirler. 

Hacıbektaş çelebilerinden rahmetli Cemaleddin Efendinin. Müdafaa adlı 
eserinden öğrendiğimize, göre: «Hacıbektaş, Horasan’ın Nişabur şehrinde 
Hicretin 845 yılında dünyaya gelmiştir. Babası Hazreti Ali evlâtlarından 
İbrahim S ani, anası Nişabur âlimlerinden Şeyh Ahmed kızı Hatem hatun- 
dur, bu kadına Hatme, Hatun aria da derler. Ölümü 738 yılındadır. Mehmed 
Süreyya Bey Sicil-i Osmani’de Şeyh Ahmed’in Ahmed Yesevi halifelerin- 
den olduğunu kaybetmektedir. Bu nisbetlerin, o zamanlar büyük aileleri 
'dört halifeden birine bağlamaktan ileri gelen bir geleneğin tesirinden ileri 
geldiğine şüphe yoktur. ' 

Hacıbektaş’ın ( — * reft) kelimesinin ebcet hesabiyle tutarına 

göre H. 680 yılında diyar-ı rum’a muvasalâtlarının söylenmesine rağmen, 
Nureddin Cace ile aralarında geçen suyu kan yapma kerameti üzerine 
Nureddin Cace’nin Mevlânâ ile görüşmeleri, Eflâki’nin yazdığına göre: 
«Hacıbektaş’ın o sıralarda mesnevileri, gazelleri bütün tasavvuf âlemini 
dolduran Mevlânâ Celâleddin Rumi’ye bazı sualler sormak için müridi 
Şeyh İshak’ı Konya’ya gönderdiği rivayeti, Hacıbektaş’ın 680 tarihinden 
Önceleri Anadoluya geldiği kanaatini vermektedir. 

Anadoluya geldiği zaman Baba llyas’m Amasya’da medfrnı bulundu*? 
ğu Babailyas köyünü ziyaret edişinde, bu ailenin çocuklarının oturduğu 
Kırşehir’e uğr ay ışında, Rum bacılarından Kadıncık Ana’ya misafir oluşun- 
da, bir vazife ile gelişinin mânalarını v sezmemek mümkün değildir. Hattâ o, 
Sivas’ta gezerken Saİtuk Baha’ya da rastlamış, onunla görüşmü|tür. O de- 
virlerde Moğolların baskısı altında bulunan Selçuklular nüfuz ve kudret- 
lerini kaybetmişlerdi; Anadolu baştan başa karışıklık içinde idi. Bir taraftan 
da Bizanslılar Selçuklular üzerine yükleniyor, her yönde küçük küçük 


108 


beylikler kuruluyordu. Bütün bu hercümerci içinde Nureddin Cace gibi, 
kiyasetli bir valinin idaresi altında bulunan Kırşehir, diğer merkezlere na- 
zaran sükûnet içinde idi. Baba İshakin idamından sonra Kırşehir’in Malya 
çölünde yakalanıp kılıçtan geçirilen uyarlan bu bölgelere sığınmışlar ve 
sinmişlerdi. Baba İshak isyanında medhali olduğu için nefyedilen Baba 
İlyas m da nüıuzu sarsılmıştı. Biraz sonra Baba îshak müritlerinden ve 
ürmenak Türk aşireti başlarından Nure Sofi’nin oğlu Karaman’m kurduğu 
Karaman hükümetinin beyi Mehmed Beyin, Selçuk oğullarından olduğu 
sanılan Cimri’nin bayrağı altında İlyas Baba’mn oğlu Muhlis Paşa’nm da 
muzahareti temin edilerek «çarıklı türkmenler» ve kadınlar ve çocukların 
iştiı akile alevlendirdiği ayaklanma da bir muvaffakiyet sağlayamamıştı. 

Gaziler, Bacılar, Abdallar, Işıklar, Ahiler adı altında bu kaynaktan 
kuvvet alan dağınık teşekkülleri birleştirecek ve perişan gönüllere hâkim 
olacak manevî bir başa ihtiyaç vardır 

İşte Anadoludaki bu karışık durumu için için takip eden ve ikinci ana 
yurtla ^irtibatını kesmeyen Horasan erenleri, gayenin tahakkuku için Hacı- 
bektaş ı seçmişler ve yollamışlardı. O. acele etmedi, zemin ve zamanı yok- 
ladı, iktisadı teşekküllerin başında bulunan Ahi dedelerini bir irşat halifesi 
olarak tanıdı. Yukarı sayfalarda da temas ettiğimiz gibi Kırşehir yaraniîe . 
daima temas ve sohbetlerde bulundu ve o da Türkmen çiftçilerinin başına 
geçti. îyice hazırladığı toprağa yavaş yavaş ve itina ile tohumunu saçtı. Bu 
tonum en çok, yeniçeri ortalarında filizlendi, yeni hükümetin belkemiği olan 
yeni ordu, Hacıbektaş’ı manevî pîr tanıdı. Hacıbektaş Meydanevi kapısında 
bulunan kitabede Ahi Murad adının bulunuşu, sonradan bu pîr adına türbe 
yapılışı ve tesisler vücuda getirilişi, hattâ sonraları 60000 lirayı, bulan tekke 
gelirinin tekke, çelebiler ve ahiler arasında taksim edilişi bu ocağın nüfuzu 
ve ahilerle ilk günlerdeki birliği hakkında bize bir fikir verir. 

' Baba İlyas çocukları dağıldıktan, Edebahlar ve Çandariılar gibi Türk 
soyundan gelen aileler Osmanlı saraylarında eski mevki ve nüfuzlarını kay- 
bettikten sonra Fatih’in Sırbistan seferlerinden birisinde çocukken esir edip 
Dimitöka ve Seyit Âli Sultan dergâhında İslâm terbiyesi üzere büyütülen 
ve yetiştirilen ve ikinci Bayezit”ie de dost olan Hızır Bâli-Balum Sultan 
Hacıbektaş’ın ölümünden 169 yıl sonra buraya gönderilmiş, bugün Bekta- 
şilik adı verilen tarikatı tesis ve ruhbaniyetle ilgili Mücerretlik-Bekârlık 
kolunu ihdas 6tmiş, hatta bu vaziyet Çelebilerle dergâh mensupları arasında 
(kan evlâdı - nefes evlâdı) gibi müzmin bir ayrılığa da sebep olmuştur. 
Şah İsmail gibi, Anadolu’da siyasî ihtiraslar ardında koşanlar hu ikilikten 
istifadeye çalışmış, bilâhare, kapıyı açık bulup içeri sızan Kızılbaşlık, rafı- 
zilık, hurufilik gibi kollar, bu kaynağın safiyetini 'bulandırmışlardır. Bu nam ‘ 
altında ayaklanan ihtirasları söndürmek için Yavuz Sultan Selim 40000 
masum Anadolu çocuğunun kanım akıtmak ıstırarında kalmıştır. Bilindiği 


109 


üzere, artık, devlet ve millet için tehlikeli bir unsur haline gelen Yeniçeri 
ocağı ikinci Mahmud tarafından, söndürülürken, o ocağın manevî dayanağı 
olan dergâh da temizlenmek istenmişse de, bir müddet müstehase halinde 
devam etmiş ve nihayet Cumhuriyet inkılâbından sonra tamamen ortadan 
kaldırılmıştır. 

HACIBEKTAŞ DERGÂHI 

Günbegün harabiye yüz tutan ve yerinde dükkânlar ve parklar yaptı- 
rılan dergâh, kasabanın tam ortasmdadır. Eski durumuna göre üç avludan 
ve müteaddit bahçelerden ibarettir. * ‘ 

Birinci avluda dergâha gelen misafirlerin, ziyaretçilerin ikametine 
mahsus misafirhane ve ahırlar vardı. Ayrıca ekmekevinin kapısı da bu av- 
luya açılmakta idi. Evkaf* idaresi 1927 tarihinde eski misafirhâneyi yıktıra- 
rak yerine kârgir büyük bir bina yaptırmaya bşalamışsa -da dergâhın kapa- 
tılması üzerine yarım kalmıştır. Şimdi hükümete tahsis edilmiştir. 

Bu birinci avluda, atevinin önünde, kırmızı taşlarla süslenmiş çeşme 
üzerinde eski arab harflerile şu kitâbe vardır: 

1 — ~ Asitam Hacıbekiaşı Velide niçe zat 

Eser hayrerîerek eylemiş ümmidi necat 

2 — İşte bu eseri muteber inşasına da 

Türbeda? Feyzi Baba [1] oldu delilülhayrat 

3 — - Çkaeri Aliaba Fa-tzma Fikriye 'hanım 

Yaptı bir çeşme ki talisin eder ehli hasenat 

4 — Dilerim foaisi banisini zatı vehhap 

Kevser yap ile seyrap ecle ruzu arasât 

5 — Aktı tarihi mizahı kalemden Kâmı 

Şühedâ aşkına içiniz yahu abı hayat 

Harrere Mustafa Vasfı Nevşehrî 
1320 

Çeşmenin yanındaki tezyinatlı kapıdan ikinci avluya girilmektedir. Bu- 
rası müstatil şeklinde, etrafı sütunlu revaklarla muhat genişçe bir meydandır. 
Meydanın kapıya yakın bir yerinde çeşme ve havuz vardır. Sağda, ekmekevi, 
aşevi, cuma camisi; solda: mihmanevi, meydanevi, kilârevi sıralanmıştır. 

[1] Fevzi Baba, dergâhın kapandığında son baba olan Salih Niyazi baba- 
dan bir evvelki baba. Mezarı Hacıbektâştadır. 



110 


Kilârevinin üstünde yazlık odalar vardır. Meydandaki havuzun, üstünde 
kırık bektâşî tacının altında: 

1324 Maşaallah 1326 

Bahri ummam vilâyet Hacıbektaş! Velî 
Hanikabı feyzi batidir heman cennet mesil 
Valii Beyrut devletin Halil Paşa [2] gibi 
Bir vezirin hemseri ısmetveri Zehra âdil 
Nazh hanım bu havuzu itti inşa tekyede 
Yaptı gûya cennetüîmeVada ayni seîsebîl 
Hacı Feyzullah baba gayret ve himmet ile 
Oldu icrada bu havzı safa-bahşm delil 
Saki kevser şehidi kerbelâ. aşkma 
Herbiri olsun İlâhî naili ecri cezîl 
Kilki Remziden güher tarih caridir 
Babı kevser oldu bu havzı dilârada sebil 

— 1 Mehmet Esat —■ 

Havuzun sağ gerisinde, ekmekevinin önünde, Mısırlı Kara Fatma tara- 
fından gönderilen meşhur aslanağzı çeşmenin kitabesi: 

1 — Nuş eden bulur hayatı cavidan 

Çeşmei hayvan ki derler işte bu 

2 — İç şehidi kerbeiâmn aşkına 

Ver salât ile selâm ile vuzu 

3 — Cevheri tarihi söyle Hilmiya 

Aslanın ağzından aktı buzlu su 

— 1270 — 

Aslanın tepesinde de Ya Ali ve altında da zülfukar yazılıdır. Çeşmenin 
sağındaki duvara gömülü taşta şu kitâbe okunmaktadır: 

Malkoç Bali ibni Ali [1] Hazretleri 
Gaziler serdarı ve erenler serveti 
Hacıbektaşı Velimin aşkma 
İiedi cari bu ayni kevseri 

[2] Osmanlı Paşalarından olup Arnavud ve Bektaşî idi. Yakın yıllarda 
îstanbulda öldü, 

[1] Bali Bey (Malkoç oğlu) - ikinci Bayezit devri şuc’an ricalinden olup 
hayli vakit Silistire Valisi bulunmuş: ve isyan etmiş olan Aflak voyvodasına karşı 
sevkolunan askerde bulunduğu gibi, Macaristana dahi şevki askerle Varadin 
kalesini ve diğer bir çok yerleri zabt, badehu Perut. nehrini tecavüzle Akgerman’ı 
zaptetmek teşebbüsünde bulunan Buğdan Voyvodasını terbiye etmiş, 904 tarihin* 
de kırk bin askerle Lehistanm üzerine yürüyüp, şanlı bir muzafferiyetten sonra 
ganaimi kesire ahzile dönmüştü. — Kamusülâlâm: Şemseddin Sami 


1 — 
2 — 


111 


3 — Tarihi dokuz yüz altmış ikide 
Teşneîikten oldu abdaîân beri 

Aslanlı çeşmenin yanında, solda, ikinci direkte, karine ile okunabilen 
şu kitâbe vardır: 

Ey günahkâr örtün yüzü kara 
Ne yüzle hazrete karşı vara 

— 351 — 

Aşevinin önündeki kemerin üzerinde: 

Tecdit kıldı bin iki yüz seksem altıda 
Aşhaneyi, tak ve revakı Haşan dede 

Aşevinin içinde, orta kapı üzerinde, ortasında künk bulunan iki teslim 
taşının altında: 



Aşevinin yanmdakiCuma eamiinin kitabesi: 


Avlunun solunda, Mihmanevinden sonra gelen Meydanevinin önündeki 
sütunda: ' ' 

îdüp tamirini hayrat 
• %.- Nebi dede olsun diişat 

Sene bin iki yüz otuz 
Sekizde eyledi bünyat 

[1] Ali Bey — Zülkadiriye ümerasından olup Şehsuvar Beyin oğludur. 
Yavuz Sultan Selim Hanın Çaldıran seferi avdetinde Zülkadiriyeden Alâüddev- 
le’yi katil ve memleketini zaptettiğinde, valiliğini sahibi tercemeye vermişti. 
Badehu Sultan Süleyman devrinde bunda dahi istiklâl hevesi hissolunmakla 
evlâdiyle beraber katlettirilerek, Zülkadiriye hanedanının büsbütün nam ve nişanı 
reffedilmiştir. — Kamusülâlâm — 




Meydanevindeki kemerin üzerinde: 

İtti tamirin Türabı hanei takm cedit 
Avni hak bin iki yüz seksen iki tarihi bedii 
Ivîeydanevinin kapısı üzerinde de taşa mahkük: 


kitâbe mevcut ise de alt tarafı okunamamak tadır, Meydanevinden sonra 
gelen kilârevinde bir kitabeye rast gelinmemiştir. Adlarından da anlaşıl- 
dığı üzere iş bölümü üzerine kurulan bu evler hakkında biraz malûmat 
verelim: 

Ekmekevi: 

Bir babanın bşakanlığı altında bulunan bu evin vazifesi: dergâha ait 

ekmekleri pişirmekti. Dergâhta hizmet eden kadınlar bir yabancı geldiği 
zaman bu evde toplanırlardı. 

Aşevi: | ■ 

Bu evin vazifesi yemek pişirmek, muharrem ayında aşure kyanatnıaktır. 

Bu evde müteaddit ve kemerli büyük ocaklar vardır. Ortadaki ocakta 
bulunan meşhur ve mukaddes kazanda aşure ve büyük Cem ayinlerinde 
yemek pişirilirdi. Bu işler bir « takım merasime tâbi idi. Aşure ayı gelince 
dünyanın dört bucağından meraklı misafirler ve Bektaşiler üşüşürdü. Tarihî j ' 

kazan dergâh kapatıldıktan sonra Ankara müzesine taşıtılmıştır. 

Mihmaııevi: 

Bu eve düşen vazife de yolcuların ve ziyaretçilerin yime, içme ve yatma 
işlerine bakmaktı. 

Meydanevi: 

Dergâhın ve bektaşiliğin en esrarlı ve önemli evi bu evdir. Bu ev 
yabancılara daima gizli tutulmuştur. Tarikata girme, ikrar ve nasip alma 
merasimi, cem âyinleri bu evde yapılırdı. Bu merasim hakkında Ahiler 
bahsinde kısa bilgiler vermeğe çalışmıştık. 

Kilârevi: i 

Bektaşiliğin en son ve yüce makamı olan Dede baba bu evde oturur, j 

ziyaretçileri bu evde kabul eder, dergâhın kasası, kıymetli eşyaları, yiyecek J 
ve içeceği bu evçte manıuz bulunurdu. Bu evin dolambaçlı kapıları, gizli 
daireleri, her evin arkasında olduğu gibi bu evin arkasında da, , geniş bir 
bahçe ve içinde köşkler vardı. Baba hatırlı ve nüfuzlu konukları, muhip ve 
mensupları bu köşkte kabul eder, onlara ziyafetler çekerdi. 

Babalar arasında kaydı hayat şartiyle seçilen, Allah —* Muhammed — 
Ali’yi temsil eden, gayri mes’ul ve lâyuhtî bir şahsiyet olan Dede babanın, 
buyruklarına bütün bektaşiler körkörüne itaat ve inkiyat ederlerdi. Dede- 
babanm bir vazifesi de mensuplara ve ziyaretçilere pîri ziyaret ettirmek, 
türbenin mumlarını eliyle yakmaktı. 

Dergâh orta Anadoluda kurulmuş büyük bir çiftlik idi. Bir çok tarla- 
ları, Hanbağı ve Dedebağı [1]: adında ağaçlıklı, bağlı bahçeli, sulu suvatlı 
bahçeleri vardı. Bu bağlar maiyetlerinde müteaddit dervişler bulunan baba- 
ların idaresi altında idi. Bir çiftlik kadar geniş ve her türlü teşkilâtı haiz 
olan bu bağlarda sebze ve bostan yetiştirirler, arı ve tavuk beslerler, şarap, 
sirke kurarlar, pekmez kaynatırlardı. Tabiî bütün bu teşekküller,. Dede- 
babanın nezaret ve direktifi altında hareket ederler, onun bilgisi olmadan 
hiç bir şey yapamazlardı. Nasıl Ahiler, şehirlerde esnaf kurumlarmm lider- 
leri idiseler, Bektaşiler de köylerde çiftçilerin başı hükmünde idiler. . 

İlk zamanlarda Dede-babalarm ekseriyetini Türkler teşkil etmekte idi. 
Fakat, son zamanlarda dergâh Arnavud babaların tahakkümü altına girmiş, 
Türk babalara ehemmiyet verilmez olmuştu. Osmanlı Padişahı İkinci 
Mahmud Yeniçeriliğe son verdiği zaman, bektaşiliğe de büyük bir darbe 
vurulmuş, babaların bazısı nefiy, bazısı katledilmiş, ayrıca hükümet tara- 
fından bir Nakşibendî şeyhi tayin edilmişti. Bu tarihten itibaren Dede-babalık 
makamı da kaldırılalrak sadece baba denilmeğe başlanmıştır. Fkaat dergâhta, 
dede-babanm rolünü üzerine alacak olan bu şeyh kendisinden beklenilen 
vazifeyi ifa edememiş, işleri cuma ve bayram günleri veyahut da dergâha 
yabancı birisi geldiği zaman vakit namazı kıldırmaktan Öte geçememiş, 
bazıları babaların manevrarlarile iftiralara uğramış, bazıları da bektaşi olup 
gitmiştir. Vaktiyle Kırşehirde yol kondöktürlüğü yapan alaylı adamların 
başlarına sarık sararak dergâha şeyh tayin edildiği bile görülmüştür. 

HACI BEKTAŞ TÜRBESİ: . 

Hacı Bektaş’m ve Balını sultanın türbeleri üçüncü avludadır. Burada 
dervişlerin mezarları vardır. 

[1] Bu bağların adları Bektaşî nefeslerinde de geçer: 

Hanbağma kurulmuş âşıkların otağı 
Gülzan- aşk ©luptur mestaneler durağı 
ly saki! müebbet sun bize aşk meyinden 
Faş olmasın bu esrar vardır yerin kulağı- 




Hacı Bektaş türbesinin müzeyyen ve çok güzel bir medhali vardır. Bu 
medhalin üzerini sonradan yapılmış olan geniş bir saçak kısmen örtmekte- 
dir. Selçuk mimarisinin güzel Örneklerile işlenmiş olan mermer kemerler 
ve söveleri maatteessüf yağlı boya ile boyanmıştır. Medhalin Önüne varmak 
için iki kademe aşağı inmek lâzımdır. 

Üstü örtülü bu sahanın tarafeyninde dergâhta ölen babaların kabirleri, 
karşıki duvarda da bunların muhtelif renkte taşlara yazılmış kitâbeleri 
vardır. 

Türbeye girerken soldaki kitabeler. Yeşil rentke; Ak babanın kitâbesi: 

HU DOST 

Her kula olmaz müyesser sen nasibe bak baba 
Ruhu şad olsun yer etmiş ak kapuda Akbaba 

Canım canane tapşırdı niyaz yollu, şeha | 

Fır eşiğinde koyup başım yattı Akbaba , j 

Kırmızı renkte Baba Vahdetî’nin kitâbesi: 

Geç geçenden sorma ey dil mazi ve müstakbeli 

^Himmetin hazır ola herdemde Baba Vahdeti h 

Koyu yeşil renkte Sersem Ali babanın kitâbesi: \\* 

Ehli diller zümresinden olmaz illâ ehli dil l 

Hicreti sersem Ali baba aknptın ve denli(?) 

Kara babanın kitâbesi: 

Kâbei vuslunda irmiş mahrem olalı laaba (?) -i* 

Pir eşiğin eylemişti meskeni kara baba 
Türabî Mahlaslı Ali babanın kitâbesi: 

Şerbeti mevti içirdi akibet devran bana 1 

Vakti saat- irdi mühlet vermedi biran bana 

Var ümidim kafi dest etmem tutup damamın • j 

Merhamet şefkat kılar elbet şeyhi merdan bana 

Mahlesim derler Türabı namım elhae Ali r 

Post-nişİik' hizmetin hak eyledi ihsan bana 

Vüsatin ekle ilçen söyle didi tarihini r 

Hame destimde işaret eyledi bir can bana 
Şerimsarım ru siyah cürmümle şahım elaman 
Piri hünkârım meded kıl eyle bir derman bana 

Cemaziyelevvel 1285 Derviş Abdullah 
Hakî Ali babanın mezar taşında: 

Kâşifi iîmü lediindür hem hakikatta temam 
Zümrei naciye dahil nur Hakî Âli baba 
Fescüdu emrinde izharı sadakat gÖsterüp 






Mastarı rahı hidayettir Hala Ali baba 
Bunca dem ol hazreti Pirin makamında mukim 
Destigiri uns olup-tur ol Hakî Ali baba 
Sıdkı ahdinde vefa kıldı erenler rahrna 
Gitti firdevse hakikaten bir Hakî Ali baba 

1216 


Hacı Mehmed babanın kitâbesi: 

Türbedan Hacıbektaşı Veli 
İşte bu merdi dilagâh oldu 
Hizmeti Pire edip bezli vücut 
Fariği mertebe ve cah oldu 
Bastı hem menzili irşade kadem 
Nice dem bedrikai rah oldu 
Rabii şehri muharremde göçüp 
Şüheda cenbine hemrah oldu 
İde hak aîiabâye mülhak 
Ki bu maksat ana dilhah oldu 
Tam tarihi vefatı Kâmı 
Şu iki mısraı cangâh oldu 
Türbedarı Hacı Mehmed baha zey 
Maili hüsnü ilalîâh oldu 

1315 


e . .... ■ • 

Dikkat edilirse kitabeler, imlâ ve vezin hatalarına rağmen, türkçedir. 
Babalar içinde âlim, fazıl ve şair olanları da vardı. Zaten bektaşiliğin bir 
hususiyeti de nefes ve âyinlerinin Türk ve türkçe oluşudur. 

Türbenin birinci kapısı tezyinathdır. Üstünde, ortada taşa işlenmiş 
çift kartal, altında bir ibrik vardır. Kapıdan loş bir koridora girilmektedir. 
Koridorun sağında karanlık çilehane, karşısında genişçe bir yüklük vardır. 
Türbenin ikinci kapısı üzerinde de şu kitâbe okunuvor: 

^ JS 4>Ufii ^ \ f\ U, jlJU* _ V 

* * » 

<>jUl jlLi, X, J ^ j ^Ul t, _ f 

*-«/ j/ 

!j> jm I <1)1^ <> jU- cj .U, ÖVL. ölkJUl f Uj _ r 




m — 


Bu kitabeye nazaran türbenin Hacı Bektaş m ölümünden 242 yıl sonra 
Yasinabad livası emıri Murad bin Abdullah tarafından yaptırıldığı anlaşıl- 
maktadır. ^ 

Bu kapıdan genişçe bir salona girilmektedir ki burası kırklar meyda- 
nıdır. Vaktiyle bu meydan avizeler ve halılarla süslü idi. Solda çelebilerin, 
hususî bir odada Güvenç abdalın, sağda babaların sandukaları vardır. 
Sağdaki bir kapıdan da Hacı Bektaşm yattığı türbeye girilmektedir. Gümüş 
■kaplamalı kapının sağ kanadında: 

Zuhur eyler nefsi evliyadan 
Anlara ilham, erişir hüdadan 
Nefesi dud unefsi evliyanın 
Bu hah etti hepsi olanın 

Sok kanadında da: 

Kalender şahı Hacıbektaş! Velinin 
Evlâdından âyân oldu Âli’nin 
Bin on dokuzunda tarih eî- 
Yalii mirliva Kirşehri ez rad 
Bin Âli- fişehri muharrem sene 1019 

BALIM SULTAN 

Bektaşileriiı ikinci pır olarak saygı gösterdikleri * Hızır Balinin 
yani Balim Sultan’m türbesi Hacıbektaş dergâhının üçüncü avlu- 
sunda Hacıbektaş türebâinin kırk metre kadar dogusundadır. İnşa tarzı 
Selçukî mimarisi üslûbundadır. Türbenin methali önündeki Bektaşiîer. ce 
kutsal tanınılan dut ağacının altında mermer sütun üzerinde şu kitabe 
vardır: 

Bir tahtayı taht etti rahtrnı verüp bade 
Hâk oldu ayaklarda şah-ı felek-rifat. 

Bu mezarın Kalender Baha’ya ait olduğu söylenmektedir. 

Balim Sultan’m kabrinin bulunduğu kapının üzerinde taşa işlenmiş, 
Selçukî sülüs: ’ . ' 

a, ör Jun U* t- - \ 

Cf J > dr ^ — t 

^ 

kitabeden «evliyaların kutbu, budalaların hülâsası Hızır Bali bin Rasul Bali 


- 4:117 — 


bin Hacıbektaş El-Hörasanî’nin kubbe-i şerif esini büyük emir Şehsüvar Bey 
oğlu Ali B ey ’in 915 senesinde inşa ettirdiği anlaşılmaktadır. Halbuysa 
1 'merhum Çelebi Cemaleddin Efendinin 1327 tarihinde îstanbulda bastırdığı 
Müdafaa adlı risalesinde «ehl-i tarik arasında Balim Sultan adıyla 
maruf Hızır Bali bin Mürsil Balı’nın H. 878 senesinde doğup .927 tarihinde 
öldüğü bildirilmektedir. Rahmetli üstadım Millî Eğitim Bakanlığı Kitaplık- 
lar Genel Müdürü H. Fehmi Turgal’m bana verdikleri Balım Sultandan 
Hacı Haşan Dede’nin zamanına kadar pîr evi Dede-Babalarmm cülus, ika- 
met ve vefatları tarihlerini havi bir listede Balim Sultan’ın 907 de cülus, 
922 de vefat ettiği kaydedildiği gibi sayın Fuat Köprülü’nün Türk Edebi- 
yatında îlk Mutasavvıflar adlı kitbamda da «S: 126, Not: 1» vefat tarihi H. 
922 M. 1518 olarak gösterilmektedir ki her halde bu tarihler daha doğrudur. 

Esasen bu zatın hayatı da karışıktır. Kitabede ve Çelebinin Müdafaa- 
sında Hacıbektaş’ın torunu olarak gösterilmesine rağmen bir çok tarihleri- 
miz onun Bimitökah bir Sırp dönmesi olduğunu yazarlar. 

Merhum Şemseddin Sami’nin Kamusulâlâm’mda ve İbrahim Alâeddin 
GÖvsa’nm Meşhur Adamlar adlı ansiklopedisinde Balım Sultan için: «Hacı- 
bektaş’ın müritlerinden [şüphesiz doğrudan doğruya değil; çünkü araların- 
da 140 yıllık bir mesafe var — C.] ve Bektaşilik ayın ve merasimini kuran- 
lardandır. Bektaşîliğin mücerret kolu da bu zât tarafından tesis edilmiştir. 
Bektaşi dervişleri tecerrüde : alâmet olmak üzere onun türbesi eşiğinde ku- 
laklarını delerlerdi» deniliyor ve Sırp dönmesi olduğu ilâve ediliyor. B. 
Âbmed Refik’in neşrettikleri bir vesikada Balim Sultan Baba İlyas’m mü- 
ridi olarak gösterilmekte ise de tabiî bu da tarikat silsilesi bakımındandır. 

OT.MAN BABA 

Hacıbektaş. Savat pınarının üzerindeki tepede bir mezar 
vardır ki Otman Baba mezarı denilmektedir. «Otman Baba Vilâ- 
yetnâmesi meşhurdur. Dervişlerinden küçük Abdal tarafından yazılmıştır. 
Bu vilâyetnâmenin eski bir nüshası Maarif Küt^iphanesindedir. Sofî Kalen- 
deri babalarından olan bu zat Timürlenk’le beraber Anadolu’ya gelmiş, 
Rumeli’ye geçmiş, Fatih devrine kadar yaşamış ve Rumeli’de H. 883 Rece- 
binin sekizinci günü vefat etmiştir. Türbesi Akpmar’a yakın Hızırilyas 
tepesindedir. Bektaşilere ve Bektaşiliğe muarızdır. Adeta bir tarikat mües- 
; sisidir. Oradaki mezar namına izafe edilmiş bir mezar olacak...» Şaym 

Abdülbkai Gölpmarlınm hususî mektuplarından» Halk Bilgisi Mecmuasın- 
da [Birinci cild, 1928] rahmetli Sadettin Nüzhet’in «Muhyiddin Abdal ve 
Eseri» başlıklı yazısından Otman Baba ile ilgili şu parçayı alıyorum: 

«Türk Yurdu mecmuasında [C: 5, No: 27] Halk Bilgisi Derneği idare 



118 


heyetinin kıymetli rüknü muhterem «Haşan Fehmi Bey», «Otman Baha 
Vilâyetnâmesi Unvanlı mühim bir makale neşrettiler. Bu makalede bahse- 
dilen eser, «Hacı Bektaş» kütüphanesinin Mey dan evine ait kısmı içinde 
olup elyevm Ankara kütüphanesinde mahfuzdur.» 

«Kitaba «Vilâyetnâme-i Otman Baba» denildiği gibi «Vilâyetnâme-i 
Şahi», «Vilâyetnâme-i Sultan Baba» da denilir. Eserin münderecatı meya- 
mnda «Osmanbaba» demek olan «Otmanbaba» hakkında şu yolda tavsifler 
vardır: «Yassı yağnnlı, ela gözlü, kızıl benizli, mücessem heybetli, nazarı 
ibretli, zahiri kuvvetli, batını nihayetsizdi. Oğuz dilin söylerdi. Daha ken- 
disi için «ol şerefli koca benim» derdi.» Bu makalede Muhiddin Abdâl’m 
Otman Baba hakkında güzel bir manzumesi vardır, meraklılara tavsiye 
ederiz. 

* 

# * 

Hacıbektaş’ta bunlardan başka: Kadmcıkana’nm, Bektaş efendinin tür- 
beleri, mimarî değer taşıyan çeşmeler vardır. Fakat cümlesi harâbiye yüz 
tutmuştur. Şu satırları yazarken başta Hacıbektaşm münevver evlâtların- 
dan B. Rıza Umusoy ve eski meb’uslardan İbrahim Turan olduğu halde 
âbideleri korumak için bir cemiyet kurmaya teşebbüs ettiklerini, Millî Eğitim 
Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğünün gereken keşifleri 
yaptırarak Türbeyi tamir ettireceğini sevinçle haber aldık. Bu âbidelerin 
tarihî,, İlmî ve türistik bakımdan ihya ve imarları bir memleket borcudur. 
Türkiyemizdeki bütün âbideler, mazideki muhteşem ve medenî varlığımızı 
bize ve bizden sonraki nesillere aksettiren mihraklardır. Biz bu kaynak- 
lardan ışık alarak istikbalimizi aydınlatacağız. Nasıl ki, bir gövdeye, bir 
köke dayanmayan bir ağaç yaşamaz, meyva vermezse, zengin ve engin bir 
tarihe yaslanmayan bir topluluk ta Millet vasfına lâyık olamaz. Büyük 
şairimiz Yahya Kemal bu ebedî gerçeği şu iki mısraında ne güzel veci- 
zelendirmiştir: 

Ben ne harâbî, ne harabatiyim 
Kökü mazide olan âtiyim... 


İKİNCİ CİLDİN SONU 








u 


MOĞOLCA PARÇANIN TERCEMESİ 

Caca Bey medresesi vakfiyesinin Uygur harfleriyle yazılmış olan 
moğolca kısmı, ayni zamanda Moğol dilinin bu yazı ile kaleme alınmış en 
eski belgelerinden sayılabilir. Vesika, daha ziyade bu yönden önemlidir. 
Esaslı bir şekilde işlenmesini ileriye bırakarak, şimdilik ancak en mühim 
cümlelerinin transkripsiyonu ile tercümesini vereceğiz (şimdilik okunama- 
mayan yerler ... ile gösterilmiştir): 

Metin: 

biçin cil cun-u terigün sara-yin hoyar ... Ladik (?) Kermen saray 
büküi-tür. Caca-yin kübegün inu Nuredin über-ün ... tengri-yin tulada 
uga bolhacu talbiba ene biçik-tür uragulba. minu hoyna ken-ber aha degü 
minu. ... kübegün minu. ükin güregen minu. urug sadun (?) minu ene 
biçik-tür biçikdesen kümün-eçe busu aran ene uga bolgadugu. busu 
bolgabasu menggü tngri-yin aldal-tu bolduhu. ene biçik-tür biçiksen yosugar" 
bütügecü ... kemekdecü. bide edün noyad... 

Tercüme: 

Maymun yılı (1272), birinci ayın ikisi ... Ladik Kermen saray iken, 
Caca’mn oğlu Nureddin’in şahsî ... tanrı hakkı için anlatmak maksadiyle bu 
yazıda tesbit ettim. Benden sonra hiç kimse: kardeşlerim ... oğullarım, kız 
ve damatlarım, neslim (ahfadım), bu yazıda yazılmış kimseden başka adam 
bu ... iş yapsın ... (öyle) yapmazsa, ebedî tanrının cezasına çarpılsın. Bu 
yazıda yazılmış usule göre iş yapıla ... diyerek, biz şu prensleri (komutan- 
ları) .... 

(Bunun arkasından birçok isim zikredilmekte ve münasip cümlelerle 
metin sona ermektedir). [*] * 


U] Millî Eğitim Bakanlığı Müzeler ve Eski Eserler Genel Müdürü sayın 
Bay Hamid Zübeyir Koş ay ün delâletleriyle bu parçanın tercemesini lütfeden Bay 
Ahmed Timur’a ve üstad Koşaya şükranlarımı sunarım. 


nu 


— L.j4u_,jn i j ,j — ı;..-.. t,, uuu-4- i ı u u 



İNDEKS 


Abbas: 63. 72. 

Abbasîler: 8. 

Abdal Musa: 21. 103 
Abdurrezak: 93 
Abdülbaki GÖlpmarlı: 117. 
Abdülmuttalip: 78 
Abdurrahman Guzi: 58 
Adana: 88 
Adem: 10 
Abdülvehab: 11 
Allak: 110 
Ağcacığıl: 83 

Ahievren: 11. 18. 21. 22. 39. 78. 
Ahi İbrahim: 10 
Ahi Haşan: 82. 89. 

Ahiler: 11. 12. 58. 72. 88. 

Ahi Murat: 12. 15 
Ahibozlar: 84 
Ahi Mehmed: 80 
Ahi Mahmud: 80. 82 
Ahi Reşit; 79 
Ahi Sinan: 79 

Ahi Meusd: 52. 79 , *. . 

Ahi Şemsi: 89 

Ahmed Çelebi: 100 

Ahmet Mithad: 96 

Ahmed Adnan Saygun: 20 , 

Ahmed Âsıkî: 26. 27. 102. 106 

Ahmed Gülşehrî: 19. 33. 65. 81. 90: 

Ahmed bin Türkmenbeği: 10 

Ahmed Geylâni: 10 

Ahmed Remzi Akyürek: 65 

Ahmet Timur: 122 

Ahmed Yesarî 106 

Akşehir: 17 

Aksaray: 17. 33. 37 

Akbayır: 7 

Aka Maatır: 57 

Baba İlyas: 21. 25. 59. 106. 116 
Babâîler: 25. 34. 72. 88 
Baba İshak: 25. 108 
Baba VahdHî: 114 
Baha®ddııs. hoca: 42. .. . 

Baha: 1Û2 . '• s , 


Akbaba: 114 
Akhisar: 101 . 

Akçaviran: 10 
Akbayır: 10 
Akkoyunlu: 16 
Akpmar: 36 
Aksu: 48 

Akuvasaravenna: 5’ 6 

Alâeddin camii: 7. 11. 99 

Alâeddin paşa: 12. 99 

Alâeddin Ali: 27 

Alâeddin Alişah: 99 

Alâudde vle bey:: 31. 37. 38, 54. 111 

Ali Emırî: 89. 97 

Ali. paşa: 26 

Alapmar: 31 

Ali (Hâlife) 63., 

Ali bey: 111 
Alan: 13 

Alifakı bin Ebülabbas: 10 

Alparslan: 13 

Ali Kemalî Aksüt: 40 

Amasya: 16. 25 28. 35. 42. 88. 100. 

Anadolu: 5. 8. 11. 12, 14, 28. 33 

Andrapa: 6 

Ankara: 6. 11. 13. 58 

Araplar: 9 

Arabusuıı: 18. 40 . . ** ■ 

Arslan Tamuş: 88 * 

Arif bey: 99 

Aşık paşa: 11. 21. 22. 26. 33. 39 
Attar: 34. 92. 

Avanos: 17 
Ayasofya: 19 
Aydın sayılı: 45 
Aymtap: 18 
Aynî: 18 

Aziz İstırâbâdî: 7 


Baha Sait: 22. 33. 

Bâlâ (Râbia hatun) 89 
Balasağun: 7 . - 

Balbal: 13 
Baîtuğ: ( 14. 35 
Balımsültan: .116 5. 




— 124 — 

Baranağıl: 36 
Batat burnu: 38 
Bağdat: 6. 11 
Bar anlı: 6. 7 
Bayat: 11. 13. 31. 52 
Bayındır: 13. 25 
Bayezit: 16. 31 

Bayezit oğlu Ramazan paşa: 12 

Bayraırtî 25 

Baycu: 15. 31 

Behramşah: 21 

Bektaşîler: 11. 72 

Bekiriye: 36 

Cacabey: 7. 21. 22. 33. 42. 80. 104 
108 

Cacaoğlu Nureddin Hamza: 43 
Can: 30 
Caruk: 3. 38 

Çağatay: 44 

Çağa ooğlu Mecdettin: 24. 58 

Çandarlı Kara Halil: 89 

Çandarlılar: 108 

Çalıkavak: 10 

Çamalak: 24 

Çakırlı: 10 

Çatbükü: 25 

Çay değirmeni: 7 

Çelebi hâlife: 38 

Danimentliler: 25 
Değirmenderesi: 7 
Delice çayı: 5 
Demirkapı: 7 
Denizli: 80 


Ebumüslim: 9 

Edebah: 11. 27. 56. 59. 82. 88 
Ebülvefa: 25 

Ebu Sait Bahadır Han: 41. 95 
Eflâki: 56 

Ebnayı Mehmed Çelebi: tl 
Elvan Çeebi: 28 
Emirburnu: 7 
Emeviler: 9 

EbüUkasun: 9 F*" :c,:y î 


Bedir: 78 
Belh:102 
Beybars: 14 
Beyşehri: 17 
Bilecik: 8 8 

BizanslIlar: 5. 9. 13. 17 
Bor: 5 
Boğazköy: 6 
Borkaya: 10 
Bozbelek: 30 
Bursa: 15. 82 
Bursalı M. Tahir: 101 
Buğdan: 13. 83 

C — 

Celâl hatun: 56 
Cemaleddin ef.: 107 
Cemele kalesi: 7. 15, 17. 36 
Cengiz: 56, 59. 101 

Ç ~~ 

Çıkmağı!: 7 
Çin: 96 
Çinliler: 9 
Çıbukova: 16 
Çiçekdağ: 17 
Çiğil: 9 
Ço: 13 

Çukurçayır: 7 
Çorum: 26. 28 
Çuğun: 36 

D — 

Dimetoka: 117 

Dulgadir oğulları: 15. 16. 17. 38 
Durmuş bin alembeyi: 10 
Doğanata: 102 
Biyojenis: 13 

E — 

Elbistan: 14 
Emrullah Çelebi: 37 
Erzincan: 40 
Erzurum: 35. 58 
Ertokus: 40 
Erbek: 13 

Ertnalılar: 1. 17. 28 
Etiler: 5> 7. 8. 13 
Eskşehir: 15. 27. 42 ' ' 

Bvrenoz bey: 17 



— T 

Farab: 9 
Fatma Fikriye: 4 
Fatih Mehmed: 17 
Fahrettin Ali: 26 
Fahrettin Süleyman: 40 
Fuad Köprülü: 96. 106. 116 

— G 

Gadia: 6. 18 
Galia: 6 
Galaba: 36 
Garipler: 7. 

Gasgaslar: 13 
Gölhisar: 7. 36 
Gövler: 8 

Gıyaseddin Keyhüsrev: 14. 40. 59 

— I 

Hacıbektaş: 6. 12. 15. 21. 22. 36 
42. 84. 101 

Hacıtura oğlu: 8. 9. 11 

Hacı paşa: 12 

Hacı Mehmed: 21 

Hacı hatun: 30 

Hâki Ali Baba: 114 

Hacı Mehmed Baba: 115 

Halfet zade Celâleddin Mehmed: 35 

Haleb: 43 

Hamburg: 92 

Hamit Zübeyir Koşay: 1İ6 

— İ.' 

İstanbul: 6. 17. 28. 99. 100 

İshak Befet: 15 

İspallaz: 21 

İbni Bibî: 13 56 

İbni Fadlan: 9 

İbni Batute 

İbni Şehne: 43 

İlmelik: 84 ' \ -FKJŞ 

İdris: 84 11 

İHez: 7 \ I % :İİ' 

İkiz arası: 7. 22 
İlhanlIlar: 14. 31 
İlyasköyü: 26 


Jüstiman: 6 
Jüstiana nos: 5 


Fahrettin Süleyman 
Fakih Ahmed: 102 
Fevzi Baba: 109 
Faridun Nafiz Uzluk: 33 
Firikyalılar: 13 
Firuz bey: 27 

Gıyaseddin Mesud: 14 
Gıyaseddin Mahmud: 26 
Gökçe viran: 38 
Göksün: 38 
Gökcelü: 83 
Gökceöyük: 84 
Gülşehri: 6. 13 

Haşan Fehmi Turgal: 43. 116 
Hatunana: 103 
Halil paşa: 110 
Hanbağı: 113 
Hamdullah Müstevfi: 19 
Harzem: 14 
Haşan bin Abbas: 10 
Halim Baki Kunter: 30 
Halyas: 6 

Horasan: 9. 21. 25. 101. 106 

Hüdabende: 41 

Hüseyin Hüsameddin: 42 

İsmail Hakkı Uzunçarşılı: 89 

İsmail Safa: 36 

İskilip: 42 

İsî: 33 

İnaç: 36. 88 

İkiz höyüğü: 36 

İsfendiyaroğoiu Süeyman paşa: 16 

İzzeddin Key kavuş: 40 

İzeddin Siyavuş: 40 

İzmir: İ0Ö 

İşbağa Nuyin: 35 

İzzeddin Keykâvus: 40 


Jüstiniana polis: 3 




...Kabadokya: S. 11 
Kaman: 6. 38 ’ * ‘ 

Karaman: 84 
Kabasakal: 8 
Kara Kurt: fc 17. 3 3 
Karlı: 9. 11. 13 ' ; ■ 

Kartuklar: 9. 11. 13 
Karsadur: 9. 11, 13. 31 
Kara Osman: 16 
Karahisar: 17 . 

Karalar: 13 .r - .• V! ., ■ • 

Karsıyan: 17 

Karatay: 22 

Kârvansaray: 6 

Kaygusuz abdal: 21 ' 

Kalaycık: 26. 36 

Kanunî Süleyman: 26. 36 

Kalenderbaha: 32 

Karaca Kaya: 31 

Kalekiz: 36 ’ : f - v " " 

Karslan: 83 

Karahalıl: 83 / ' *' 

Kayseri: S. 6. 7. 9. 14. 16. 17. 25' 8. 
103. : 

Kayser Valans: 5 
Kablanbey: 36 - - 

Karamanlılar: 15.16 
Kadıncık Ana: 101 
Kayaşeyhi: 21 
Kâşgar: 45 

Kaş: 13 - ; ^ ö : - - . - 

Karaşehir: 45 
Kelt: 13 . .. _ , 

Kemaleddiri: 10. 11 . 

Kerkes Kaya: 16 ‘ .. . 

Keskin: 38. 38 ' if 

Lala Şahin Paşa: 89 

Lala camii: 24 

Lâtifi: 72 ’ ' j 

Macaristan: 110 
Mağnisa: 97 

Mahmut Gazan: 14. 35. 41. 56 
Mahmut Çelebi: 103 
Malkaç Bali: 110 
Mahmud: 12 
Mahmud Kâşgarlı: 45 
Malazgirt: 13 u- • 


Kesik Köprü: 24 
Keyhüsrev: 13 
Keş: 13 

Keylik: 11. 12. 52 
Kızılırmak: S. 6. 8 
Kılıç ö’zü: 6. 7. 21. 22 
Kılıççı: 7 
Kmdam: 7 

Kılıçarslan: 13. 15. 32. 44 
Kızılca: 36 

Kilisli Rifat: 92. 95. 97 
Koçu: 45 
Koçhisar: 7 
Karatepe: 8 
Kongur: 13 

Konya: 13. 17. 22. 33. 56. 80. 88 
Kosşehir: 26 . 

Kozağaç: 84 
Kopenhag: 97 
Kozsaray: 31 
Koz viran: 31 
Kozkır: 36 
Koşay: 122 
Konur: 36 
Kulbak: 7. 13 
Kurtbeli: 7 
Kuşdiîli: 10 

Kutulmuşoğ. Süleyman: 13 
Kumardan 13 
Kutlukşah: 14 
Kutluköğlu: 35 
Kutbeddin Haydar: 106 
Köse Peygamber: 28 
Kögonye: 40 
Künbet altı: §7 

Landsberger: 6 
Lokmanbaha: 34 
Lodran: 83 

Malya ovası: 14 
Mansur Halife: 37 
Maveraunnehir: 59 
Mazoka: 17 
Mehmed Çelebi: .17 
Mecitözü: 26. 28 
Mehmed İbrahim: 39 
Melik hatun: 39 . ■>. 



Melik gazi (Muzaffereddia Beh- 

ramşah): 13. 18. 39. 57. 99 

Mehmed Küdbeddin: 56 

Mekke: 63 

Medine: 64 

Mefharunnisa: 9. 10 

Mevlâna Durmuş: 10 

Mehmed Nuri Gençosman: 13. 40 

Melikşah: 16 

Mesud Gülşehrı 19. 21. 95 
Mesud Çelebi: 37 

Mevlâna Celâleddin: 24. 33. 34. 37. 
42. 57. 92. 

Menteş: 102 
Mısır: 14. 26. 27 
Mikaîl hısarlı: 83 


Moğollar: 13. 14. 24i. 42. : ;f .. 

Mokisos: 6 

Mortman: 6. 97 

Mucur: 6. 36. 44. 84 

Muhammed (Peygamber) : 63. 72 

Muhlis paşa: 22. 24. 26. 59. 

Muhyiddin Mes’ud: 13 

Muhterem hatun: 38 

Murad: 12 

Muradiye: 97 

Murtaza: 10 

Muiziddin Ali: 26 

Mutasım: 11 

Mürüvvetbey: 15. 16 

Mesut dede: 21 


Nasıruddin Behramşah: 40 
Necmeddin İbrahim: 24. 56 
Niğde: 17 

Obruk: 7 
Odağra: 6 
Oğuzlar: 9. 11. 13. 

Oğuz Çelebi: 26 
Ortaasya: 9. 11. 45 
Orhanbey: 12. 15. 27. 99. 107. 
Osmanbey: 11. 26. 59. 82. 88. 107 

Parnasos S. 6 
Pervane Muiniddin: 14 

Kasul Çelebi: 103 
Radus: 101 
Rifat Bilge: 18 

Sadreddin Konevî: 80 

Sadettin Nüzhet: 117 

Sahıb Muhezzübiddin: 14 

Sahib Şemseddin: 14 

Sakarya: 11 

Sanıra: 11 

Saim Ülgen: 19. 29 

Salih Niyazi Baba: 109 

Sara: 103 

Sadî: 95 

Selân kalesi: 8 

Selçuklular: 13. 17. 24. 25. 42 
Selemenlik: 10 
Selman: 28 


Nureddin laca (Bh: lacaoğlu). 
Nişabur: 107 

Nizameddin Ahmed Pş. 12. 82. 

— O. Ö. — 

Osman Hilmi: 32. 99 
Osmanlılar: 7. 11. 41. 88 
Otman baba: 117 
Ökse: 7. 21 

Ömerhacılı: 8 \ 

Özbek: 13 


Piroğulları: 26 
Furut: 110 

Romalılar: 5. 11. 13 
Rurnili: 17. 26 
Rükneddin Arslan: 13 

Semerkand: 16 
Sersem Ali baba: 114 
Sevdiğin höyüğü: 7 
Seyid Mehmed: 9. 10 
Seyif saray: 84 
Sıdıklılar: 7 
Sırp: 116 

Siraceddin İsmail: 14 
Simre: 36 
Sivrihisar: 88 
...Silistre: 110 
Sivas: 11. 31. 56. 103. 
Sorgun: 31 
Sofular: 38 


Söğüt: İS ■ 

Sultan Mesud: 35 
Suluca Kara höyük: 21. 101. 
.Süleyman: 11 
Süleyman el: 34 

Sah Pş: 

Şalgösteren: 7 
Sam: 14 

Sebin Kai'ahisar: 18/39 
Şemseddin Ahmed: 82 
Şemseddin: 32 
Şeyh Hüseyin: 32. 33 
Şeyh Muslihiddin: 37 
Şerif Hiilûsi: 97 
Şeyh oğlu: 95 
Şeyh Mahmud: 89 
Şeyh Bekir: 36 

' j Şeyh Osman: 36 

j Şeyh Kasan: 32. 34 

İ Talaş - Talus: 9 

• Tanan özü: 28' • 

I 1 1 Taraz: 9. 11. 12. 13 .. 

Tavium: 6 
Tarım nehri: 45 
Terme: 6. 7. 

Terzili hamam: 6 
Teafiler: 11. 

Teber rükbey: 16 
Tebriz: 56 

Timurlenk: 12. 16. 17. 100 

Umur Taceddin: 37 
Üryan baba: 102 

Veledçelebi İzbudak: 23. 

Yavuz Selim: 17. 38. 108. 
Yağmurlu: 7 
. Yassı Öyük: 10 
Yahşi bey: 27 
Yahya: 28. 42 
Yazı kinik: 84 
Yemen: 96 

Zaman: 6 
Zeki velidî: S 
Ziyaeddin Musa: 26 
Zulkadiriye: 38. 110. 


Süleyman Türkmam: (Bk: Şeyh 

Süleyman). 

Süleyman Pş.: 15 
Süheyil Ünver: 36 


Şemsiye hatun: 34 
Şemseddin Sami: 110 
Şemseddin Türkmam: 32 
Şemseddin Mahmud Tuğracı: 26 
Şerefeddin Osman: 15 
Şeyhî Ps. 12î. 100 
Şeyh Süleyman:, 11. 21. 22. 32. 33, 
39. 57. 99 

Şeyh Erzurum!: 87 
Şeyh Sanan: 93 
Şeyh Bamazan Pş: 99 
Şehabeddin: 56 
Şerafeddih Yezdi: 100 
Şehsuvar bey : 110. 

' — - T — 

Tl vana: 5 

Todan: 14 - 

’ Toku: 14 
Tokat: 12. 16. 42 
Topkapı: S2 
Tura: 11 
Tursunfatı: 27 
■ Turfan: 45 
Turhan Tan: 97 
' Türâebî baba: 112 
.. Türkistan: 11. 25. 44. 

— Ü. Ü, — 

Üç göz: 7. 


Yenice Koyuneuk: 38 
Yıldırım Beyazıt: 15. 17. 95. 
Yerköy: 6 
Yunanlılar: 5. 13 
Yunus Emre: 21 

Yürğ: 13. : “ 

NOT: (Kırşehir) gibi hemen he- 
men her sayfada geçen isimlerle 
diğer toplu bir halde bulunan isim 
ler gösterilmemiştir. 






İÇİNDEKİLER 

Önsöz: 3. Tarihte Kırşehir: 5. Hacı Itıraoğla Şah Mehmet vakfiyesi: 9. 
Anadoluda Islâm - Türk egemenliği tarihinde Kırşehir: 13. Yönetim: 17 Ta- 
rihte Gülşehir: 18. " ’ , ’ 

Kırşehir tarihinde Bahaîler: 25. Baba İlyas: 25. Muhlis Paşa: 26. Âşık 

Paşa: 26. Aşık Paşa vakfiyesi: 30. Berat sureti: 31. Kara Kurt - Kalenden 
Baba: 32. 

Siiteymaıu Türkmanî: 32. Ebnayi Melımed Çelebi: 37. Muhterem Hatun 
Türbesi: 38. Kaya Şeyhi: 39. Meİikgazi: 39. Lâle Camiî: 41. Cacebeyeser ve 
vakfiyeleri: 42. Kadı Necmeddin İbrahim: 56. Çağaoğlu Mevlâna Mecdettin: 
oo. Şınahettin: 56. Celâl Hatun: 56. Künhet: 57. 

_ Kırşehir tarıhmde Ahiler: 58. Ahievran Nasıruddin: 58. Ahi Mahmud- 
82. Ahıevram vakfiyesi tercümesi: 83. Ahievran Türbesi: . 85. Edebabah :88 
‘ Im *® d Gul § ehir: 90 - Mesud Gülşehri: 95. Alâeddin Camii: 99. Şeyh Bama- 
zan Paşa: 99. Şeyhi Paşa: 100. Mevlâna Mehmed: 100. 

7 3 > 

Hacıbektaş ve Bektaşiler: 101. Hacıbektaş dergâh,: 109. Balum Sultan: 
116. Otrnan Baba: 117. 

v 4 

Cacebey vakfiyesindeki Moğulca parça: 119. Tercümesi: 122. İndeks; 
123. Kesimler: 129. Düzeltmeler: 136.