SEYYİD HACI AHMED BABA (1792/1912) etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SEYYİD HACI AHMED BABA (1792/1912) etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
18 Ocak 2016 Pazartesi
SEYYİD HACI AHMED BABA (1792/1912)
SEYYİD HACI AHMED BABA (1792/1912)
Seyyid1 Hacı Ahmed Baba hakkındaki bilgilerimiz, en özel sekliyle torunu Seyyid Hacı Mevlüd Baba’nın
ve kendinden sonraki halifelerinin anlattıkları ile bize ulasmıstır. O yılların içinde bulunduğu savas, seferberlik ve
takip eden yılların imkânsızlıkları da eklenince kanaatimiz odur ki; derinliği ölçülemeyen iç dünyâsının duvarları
arasında binlerce sırlarla türbesinin içinde kaldığıdır. Bugün kaleme alınanlar, o günün dünyâsında yasananların
ancak küçük bir boyutu olabilir.
Cemiyetleri ayakta tutan maddi ve manevi değerlerden, insan unsuru çok önemlidir. Zira topluma
hâkim olan genel ahlak kuralları, hayat anlayısı, dünya görüsünün günlük hayata aksetmesi örnek insanlarca
mümkündür. Bu sahsiyetlerden olan Seyyid Hacı Ahmed Baba, yokluğunda yeri telafi edilemeyen manevi
dinamiklerimizdendir. Yasadığı asır ve sonraki asırların yasayanları onun kerâmetlerini kusaktan kusağa sözlü
olarak anlatmıslardır. Ancak bizlere kadar yazılı bir kaynak ulasmamıstır.
O zatın yasadığı ibretli ve hikmetli hayatı yazı ile kitabilestirerek sonraki nesillere aktarma hususunda
köprü vazifesi görmeye çalıstım. Çünkü sevmenin yolu anlamaktan geçer. Anlamak insan beyninin ihtiyacıdır.
O sadece yasadığı devrin değil sonraki devirlerin de aranılan manevi sahsiyeti olmustur. Sağlığında
olduğu gibi vefatının ardından da hala feyzinin gönüllerden ve isminin dillerden düsmeyisi bunun ispatıdır. Đste
bu kültür alısverisini yazılı hale getirmek için gayret sarf ettim. Onun manevi sahsiyetine karsı alaka ve
hassasiyeti olanlar için hissi devamlılıklarına tercüman olmak istedim.
Ona gönül bağları ile bağlı olanlar özellikle yaz aylarında ülke dısından ve ülkemizin muhtelif
yerlerinden türbesini ziyârete geliyorlar. Görüyordum ki, büyük hazlar duyarak ziyâret edenler, o günleri
hayatlarının en canlı hatıraları ve geçirdikleri en mutlu günleri olarak yâd ediyorlar. Evliya muhabbetinin manevi
çekim kuvveti olsa gerek ziyaretler her yıl periyodik olarak devam etmektedir.
Đslam dininde yetismis olan Allah dostlarının harikulade kerametlerine Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın
kerametlerini de katmak istedim. Temennim, onların isimleri ile vakıf ve külliye kurulmasına sebep olup, fikir ve
yasantılarının insanlığı aydınlatmaya devam etmesidir. Đslami inancımız ve tasavvufi itikadımız odur ki; Veliler
mensup olduğu dinin peygamberinin hayatından izler tasırlar. Bahse konu velimiz Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın
hayatını okuduğunuz da canlara canan ve cihana can olan Hz. Peygamberimizin hayatından izler tasıdığına vakıf
olacaksınız.
O ömür boyunca Allah ve Rasulullah sevgisinin tohumlarını atanlardan olmus muhakkak ki hasatı
ardından zatına duyulan muhabbettir. Çünkü modern dünyada yasayan ve aynı zamanda eskiyi de yasatmak
isteyen nesiliz.
O’nun ibretlerle dolu örnek yasantısını arastırdığımız zaman hayatına hâkim kıldığı yegâne ölçünün
Rabbimizin v’az ettiği Hz. Kur’an, Hz. Rasulümüzün (sav) sünnetleri ve Seyyid Ahmed er-Rufâî Hazretlerinin
açtığı tasavvufi yol üzere sabitkadem olduğunu anladık. Peygamberimiz gibi dünya malını ancak geçinecek
kadar kullanmıstır. Sağlığında olduğu gibi vefatının ardından da türbesini ziyaret edenler manevi bir feyzle
pozitif enerji ile irtibatlanmaktadırlar. Basta kendi evlatları, bağlıları, sevenleri olmak üzere nice insanların
1 Seyit ve Serîfler: “Hz. Peygamber Efendimiz’in (sav) evlât ve torunları, amcasının oğlu ve damadı olan Hz.
Ali’nin esi ve Peygamberimiz’in kızı Hz. Fâtımetü’z-Zehrâ’dan gelmistir. Hz. Ali’nin (kv) büyük oğlu Hz.
Hasan’dan gelen soya, “serîf”; küçük oğlu Hz. Hüseyin’den gelen soya da “seyyid” denilmektedir”. Bkz: Đ. H.
Uzunçarsılı, Osmanlı Devleti’nin Đlmiye Teskîlâtı, Ankara 1965, s. 161; Gümüs, Sadrettin, Seyyid Serîf
Cürcânî, Đstanbul 1984, s. 83.
Gönül Sultanlarımız
2
sinesinde bir yâd-ı cemil olmustur.
Rabbimiz, Muhammed suresi 7. Ayeti kerimede “Ey iman edenler! Eğer siz Allah’ın dinine yardım
ederseniz Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit tutar.” buyurmuslardır.
Rufâî Tarikatı’nın Erzurum ve havalisine ilk kez Seyyid Hacı Ahmed Baba ile geldiğini tahmin ediyoruz.
Senin zürriyetin Fatıma’dan dünya yüzüne yayılacak:
Sevgili Peygamberimiz (sav)’in hayatından su bilgiyi paylasmak Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın kendine
sır olan 120 yıllık hayatının manevi bir tayin üzere bina edildiğini bize daha iyi anlatmıs olacaktır.
Hz. Peygamberimiz (sav), Mısırlı Mariya (ra) annemizden olma oğlu Đbrahim’i kaybedince baba sefkati
ile ağlamıstır. O’nun bu halini gören müsriklerden As bin Vail: “Ya Muhammed siz ağlamanın cahiliye âdeti
olduğunu söylerdiniz su anda yapmakta olduğunuz sey nedir?” diye sorar. Surası unutulmamalıdır ki; Bu dinin
peygamberi olan efendimiz (sav) aynı zamanda Đslam ordusunun kumandanı, o ülkenin reisi, eslerinin kocası ve
evlatlarının da babasıdır. Ağlamak merhamettendir. Merhametin merkezi ise Hz. Rasulullahtır (sav).
Buyururlar ki “elbette saçını basını yolmak, elleri ile yüzü gözü tırmalamak, üzerine topraklar saçmak,
elbiselerini paralamak, figan ederek ağlamak cahiliye âdetidir. Bu yaslar benim nübüvvetimden değil babalık
sefkatimin rikkatinden (inceliğinden) dökülen yaslardır.”
Peygamberimize kasıtlı sual soran müsriğin arkadası Utbe b.Muayt, As b. Vail’e kiminle konustuğunu
sorunca As b.Vail2: “ebter” ile konustum der.
Bu hadise karsısında mahzunlanan peygamberimize Rabbimiz “Kevser suresini” inzal eder. Özellikle
bahse konu surenin tefsirinde peygamberimizin neslinin Fatımatü’z- Zehra (ra) annemizden geleceğini, arzın
yüzüne yayılacağını içlerinden birisi kaldıkça kıyametin kopmayacağını müjdeler.
“El Kevser: Kevseri, yani bütün hayırlı seyleri, Kur’anı, cenneti, Kevser ırmağını, ilmi ameli, serefi sana
bahsettim. Sana itaati, kendime itaat ilan ettim. Seni kendime Habib, sevgili seçtim. Sana sevgili kızın
Fatıma’yı verdim ki, senin zürriyetin Fatıma’dan dünya yüzüne yayılacak, senin zürriyetinden
ziyade hiç kimsenin zürriyeti olmayacak…”3
Buradan hareketle deriz ki Hz. Rasulullah’ın nesli manevi bir tain ile arzın yüzüne dağılmıslardır.
Doğum yeri ve tarihi:
Seyyid Hacı Ahmed Baba, Peygamberimiz’in (sav) Hüseynî nesebinden torunudur. 1792 yılında Van’da
dünyâya gelmistir. Babasının adı, Yusuf-u Nâilî’dir. Annesinin adı bilinmemektedir. Anne ve babası Berzencî
seyyidlerindendir. Onun da babası Seyyid Ahmed-i Selîmullah-i Süleymanî Hazretleri olup, Irak-Süleymanîye’de
Seyyid Ahmed-i Kâkî diye meshurdur. Türbesi ve dergâhı halen ziyarete açık ve çok bakımlı bir durumdadır.
Seyyid Ahmed-i Kâkî Süleymanî hakkında Bursalı Tahir Bey’in 3 ciltlik “Osmanlı Müellifleri” isimli eserinin 1.
cildinde Seyhler Bölümü’nde bilgi vardır.
Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın kendisinden yasca büyük Muhammed Baba isminde bir de ağabeyi vardır.
Yusuf-u Nâilî Hazretleri’nin türbesi, Van Hosab (Güzelsu) kalesinin eteğinde olup, Arap Baba ismiyle
tanınmaktadır.
2 Abdulfettah el-Kâdî Esbâb-ı Nüzûl Sahabe ve Muhaddislere Göre, Ankara 1996 s 443.
3 El-Hac Muzaffer OZAK “ĐRSÂD” C.2. s.10.
Gönül Sultanlarımız
3
Çağının âlimleri tarafından “gavs-ı âzâm”lığı hususunda ittifak edilen Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın
hayatı kerâmetlerle doludur. O dönemin mesayıhı Seyyid Hacı Ahmed Baba için (Kerâmet-i Bahire) “Kerâmet
denizi” demislerdir.
Seyyah Ahmed Baba
Tasavvuf erbabı seyahat etmeyi Kur’an ve Sünnetten çıkarmıslardır. “De ki: “Yeryüzünde gezip
dolasın sonra da, yalanlayanların sonunun nasıl olduğuna bir bakın.”4 Peygamberimiz (sav) : “Seyahat ediniz
ki sıhhat bulasınız”5 buyurmuslar.
“Peygamberler tarihinden hatırladığımız kadarıyla: Hz. Đbrahim Mezepotamyadan, Urfa’ya, oradan
Filistin’e, Mısır’a ve Mekke’ye, Hz. Yakup çocukları ile birlikte Hz. Yusuf’un yanına Mısıra, Hz. Musa kardesi Hz.
Harun ile Mısırdan çıkıp Kızıldeniz’i geçerek Tur-i Sina’ya uğrayıp oradan da Ken’an iline seyahat yapmıslardır.
Hz. Muhammed (sav) daha peygamber olmadan amcası ile Suriye’ye, annesi ile Medine’ye,
peygamber olduktan sonra halkını Đslam’a davet için Taife, daha sonra Hicret ile Medine’ye, sahabeler de
peygamberimizin izni ile zulümden kaçarak Habesistan’a seyahat etmislerdir.
Dört halife zamanında sahabiler gaza ve cihad amacı ile Suriye’ye, Mısıra, Kuzey Afrika’ya, Irak’a,
Filistin’e, Đran’a, Kafkaslara, Türkistan’a ve Afganistan’a seyahat etmislerdir.
Peygamber (sav) efendimizin Hz. Fatıma (ra) annemizden gelen nesli Kerbela Vakasından sonra arzın
yüzüne seyahat etmislerdir. Hacı Ahmed Baba’nın dedeleri de Irak Basra, Süleymaniye, Đran Tahran, Tebriz ve
Azerbaycan Gence güzergâhını takip edip Türkiye Van’a seyahat etmisler.
Ömrünün çoğu seyyahlık ile geçen Ahmed Baba, çocukluk yaslarında Van’dan Đstanbula, oradan Irak
Bağdat, Basra, Süleymaniye, Suudi Arabistan da Mekke ve Medine’ye, Mısır da Tanta’ya gitmis. Türkiye’ye
dönünce Đstanbul, Urfa, Bitlis vilayetlerinde kaldıktan sonra manevi bir isaretle Erzurum Horasan Sanamer
Köyünde seyyahlığına son vermistir.
Seyahatin faydaları:
Oturduğu köy, kasaba, sehir ve bölgenin dısına çıkan insan gittiği yerlerde farklı kavimler, hayat
tarzları, inanıs sekilleri, sanatlar, meslekler kültürler görür. Onlarla iliskiler kurar. Böylece hem bilgi, tecrübe ve
görgüsünü artırır.
Farklı iklimleri, coğrafyaları yani Kâinat Kitabının tabiata ait delil ve sahitlerini görür. Tanınmıs
âlimlerden sohbet ve ilim noktasında, edep erkân öğrenilir. Fikir alıs verisi yapılarak ortak konular üzerinde
tartısmalar yapmanın yararlı sonuçları olur. Böylece yolculuk insanı pisirir ve olgunlastırır.
Kutsal beldeleri ve evliya türbelerini ziyaret etmek günümüz ifadesi ile bir nevi inanç turizmi diye
adlandırılan seyahatlerdendir. Ayrıca üzerlerine cihad ve hac farz olan Müslümanların Hicaza yolculukları, cihada
gitmeleri, dini bilgi tahsili, akraba ziyaretlerinde bulunmaları ve sıla-i rahim yapmaları farzdır.
Tasavvufi bir edeple deriz ki; tarih içinde hepimiz seyyahız. Eskilerin eskimez ifadesi ile “Dünya iki kapılı
handır.” Ruhlar âleminden, beden kafesine giren her kisi dünyanın birinci kapısından girmis olur. Bu fanide
4 Enam 11.
5 Camiu’s- Sağir, C 2, s25
Gönül Sultanlarımız
4
çocukluktan gençliğe, ihtiyarlığa ve nihayetinde ölüm ile ikinci kapıdan çıkmıs oluruz. Kabir, mahser, cennet
veya cehennem derken ezelden ebede bir akıs vardır. Zira su bir yerde durursa bozulur. Đllaki deryaya vasıl
oluncaya kadar…
Tasavvufta ruhun derinliklerine yapılan seyr-û sefere seyr-i süluk adı verilir. Maksat nefsin
merhalelerini asmak kâmil bir insan olup Allaha vasıl olmaktır. Her sey hareket eder. Hareket etmeyen hiçbir
varlık yoktur. Kuranı Kerimde: “Her sey kendi yörüngesinde yüzer” buyrulur.
Hz. Sems’in Hz. Mevlana’ya: “Arkta kalıp buharlasma, ak ki deryaya ulasasın” sözü bize bereketin
harekette olduğunu anlatır.
Allah Dostları demis ki; yürü, daima yürü! Ölüm seni dururken değil yolda yakalasın. Yeter ki dururken
olmasın. Peygamber Efendimiz (sav) “Đki günü denk olan ziyandadır” buyurmuslardır.
Seyyid Hacı Ahmed Baba ve Đstanbul Yılları:
Her insanın, her toplumun ve her ülkenin kendine sır olan bir kaderi vardır. Dünya üzerinde henüz
hiçbir insan yaratılmamısken, her insanın gelecekte neler yasayacağı, bir ülkenin hangi olaylara sahit olacağı, bir
toplumun geçireceği evreler ve bu gibi her olay Allah katında tüm detayları ile belirlenmistir. Ancak insanlar,
önceden belirlenmis, Allah katında yasanmıs ve hatta bitmis olan bu olayların hiçbirinden haberdar olmazlar.
Bunları ancak yasadıkça görür ve bilirler. Dolayısıyla gelecek insanlar için gaybtır, yani bilinmezdir.
Diğer bir ifade ile insan bir yolcudan baska nedir ki; âlemi ervahtan, (ruhlar âleminden) rahm-ı
madere, (ana rahmine) doğumla dünya sahnesine, ölümle âlemi berzah’a (kabir âlemi) ve nihayet sonsuz
âleme…
Torunu Seyyid Hacı Mevlüd Baba derdi ki;
“Ahmed Baba, henüz bülûğa erdiği yıllarda, baba ocağından (Van, Hosâb6) ayrıldıktan sonra Đstanbul’a
yaptığı seyahat sırasında, Anadolu’daki birçok dergâha uğramıs ve onların seyhleri ile görüsme fırsatı bulmustur.
Đstanbul’da uzun süre kalmıs, muhtelif dergâhlarda tasavvufî eğitim almıs, bilgi ve görgüsünü artırmıstır. O
günün sartlarında deve ve at kervanları ile yaya olarak sadece gidisi altı ay süren hacc yolculuklarına katılmıs,
dönemin Nakîbü’l-Esrâf’ı7 aracılığı ile Saray’a davet edilip, Sultan II. Abdülhamit Hân’la görüsmüstür. Seyyid Hacı
Ahmed Baba’nın ifadesi ile ‘yedi evliya gücünde’ olan Abdülhamit Hân, Ahmed Baba’ya Mesâyıh-i Meclis’te görev
teklif etmis, ancak Seyyid Hacı Ahmed Baba, mânevi tayininin Sark’ta (Pasin’de) olduğunu belirtip huzurdan
ayrılmıstır”.
Surası Đslam tarihinde bir hakikattir ki:
6 Bugünkü adı, Güzelsu’dur. Torunu Mevlüt Babanın anlatımına göre Hacı Ahmed Baba daha sonra evlendiği
Horasana balı Hosov (Dönertas) köyüne gelince Hosab’tan kalktık Hosab’a (Hosov köyü kastedilerek) geldik”
diye buyurmuslar. Her iki köyde farklı coğrafyada olmasına rağmen içinden akan çay ile benzerlik
arzetmektedir. Zira bahse konu Van Hosap köyünü 28 Ekim 2007 tarihinde ziyaret ettim.
7 Nakîbü’l-Esrâf Efendi Hazretleri: Peygamberimiz’in (sav) neseb-i serîflerinden gelen zâtların yani, ehl-i
beytin devamı olanların islerine bakan, onları kaydeden, vefât edenlerin ve doğanların kimler olduğunu sıkı bir
kontrole tabi tutan, böylece Peygamberimiz’in (sav) soyundan gelenlerin karıstırılmamasını sağlayan bir
memurdu. Kendisi de Peygamberimiz’in soyundan gelenlerden seçilirdi. Halifeden sonra en büyük memurluk
bu idi. Zemzem dağıtmak görevi de bunlara aitti. Bu makam, II. Murat zamanında kurulmustu. Yıldırım
Beyazıt zamanında kurulduğu da söylenir. Çoğu zaman duaları bunlar yapardı. Padisahlara kılıçları bunlar
kusatırdı. Kazaskerler’le aynı elbiseyi giyerler, ancak basındaki sarık, yesil olurdu. Bayramda padisahla ilk
önce Nakîbü’l-Esraf bayramlasır ve padisahın huzurunda ayakta dua ederdi. II. Abdülhamit Hazretleri Yıldız
Sarayı yakınlarında Nakîbü’l- Esrâf Efendi için bir konak tahsîs etti. Cumhuriyet’le birlikte bu makam da
tarihe karıstı. Bakınız: Dedeoğlu, Abdulkadir, Osmanlılar Albümü, Đstanbul 1977, s. 99.
Gönül Sultanlarımız
5
Ehl-i beytten olanlara, Đslâm tarihinin ilk devirlerinden günümüze kadar, her devlet ve iktidar
tarafından çok hürmet ve saygı gösterilmistir Nakîbül-esrâf adı verilen kisi, bu soydan gelenler arasından seçilir.
Hz Peygamber (s a s) neslinden gelenlerin islerine bakar, neseplerini kaydeder, doğumlarını ve ölümlerini
deftere geçirir, gelisigüzel mesleklere girmelerine engel olur. Savaslardaki ganimetlerden kendilerine ait
paylarını alıp aralarında dağıtır, hanımların denkleri olmayan erkeklerle evlenmelerine mani olurdu Bu açıdan
nakîbül-esrâf, Peygamber (s a s) hanedanı mensuplarının umumi bir vasi’si (ihtiyaçlının ihtiyacını gideren)
hükmünde idi.8
Seyyid Hacı Ahmed Baba Đstanbul Üsküdar da Aziz Mahmut Hüdai Dergâhında kalırken Çorumdan
gelen Hafız Ebubekir Baba ile tanısırlar.
Dergâhın o günkü seyhi Mehmet Rusen Hilmi Hazretleri bahse konu iki zat-ı muhteremi tasavvufi bir
isaretle menzili Hazreti Rasulullah’ın beldesi Mekke ve Medine’ye doğru seyahat etmek üzere yola çıkarır.
Postnisin Mehmet Rusen Hilmi Hazretleri, Devrin Osmanlı Sultanı 2. Abdülhamit Han Hazretlerinden seyahat
esnasında imparatorluğa ait hanlardan, hamamlardan ve vakıflarından istifade etmek üzere bir belge alır.
Yol haritası: Đstanbul’dan baslanıp imparatorluk hâkimiyeti içinde ki hicaz yolu takip edilmistir. Irak
Bağdat ta Abdul Kadir-i Geylani Hazretleri, Vasıt’ta9 Seyyid Ahmed er-Rufâî hazretleri ve yol üzerindeki tasavvuf
erbabı zatların sağ olanların dergâhlarında mesveret, metfun olanların türbe-i saadetleri ziyaret edilecektir. Bu
amaçla çıkılan tasavvufi yolculuk kendilerine manen isaret edilip sahih rüya yolu ile baslamıstır.
Seyahat boyunca, Mehmet Rusen Hilmi Hazretlerinin tembihi üzere Hacı Ahmed Baba ve Hafız
Ebubekir Baba zaruri ihtiyaçlarını giderecek kadar yardım kabul ederler. Đki muhterem zat bedenlerini binek,
ruhlarını süvari, merkezi peygamberimiz olan ufku hedefleyerek ask ile yolculuk yaparlar. Bazen kervanlarla
bazen özel ziyaretlerden dolayı müstakil bir yolculuğun zorluk ve sıkıntıları onlar için cana mihnettir. Hedef “ve
hazel beledil emin” olan Mekke ve Medine sehirleri olunca sehir, kasaba, köy, dağ tepe ve çölleri ibadet askı ile
asarlar.
Seyahatleri esnasında Suriye’nin Sam sehrinde10 üç gün kalırlar. Ancak kimsecikler bu iki seyyaha
ikramda izzette bulunmazlar. Üçüncü günde bir fırına uğrar ve ekmek isterler. Fırıncı “sapasağlam adamlarsınız,
gelmis benden ekmek istiyorsunuz. Gidip çalısın, ben gün boyunca atesin karsısında çalısıyorum” diye
öfkelenince Seyit Hacı Ahmed Baba ve Hafız Ebubekir Baba”: Ates nardır ancak nuru yakmaz” derler. Fırıncı: su
atese (yanan fırına) yaklasın da bakayım deyince. Đki Allah Dostu seyyah, birbirlerinin yüzüne bakarlar,
besmele-i serif çeker ve fırının içine girerler. Fırıncı neye uğradığını sasırır. Dısarıya fırlar ve bağırmaya baslar:
—Yetisin! Fırının içinde adamlar var, yanıyorlar!”
Bu arada fırının içine giren seyyahlar pisen ekmekleri dısarı çıkarmaktadırlar. Bu çağrıyı duyup ta
kosarak gelenler arasında sehrin kadısı da vardır. Kadı Efendi: “Seriat hakkı için dısarıya çıkın” diyerek
yalvarınca dısarıya çıkan zatların normalden farklı kisiler olduğunu anlayıp misafir eder. Đzzette ikramda bulunur.
Ertesi günün sabah namazını müteakip seyyahlar “Efendim artık biz burada durmayalım. Zira halk bizi görürse
büyük teveccüh gösterirler. Buda nefsimize hos gelir. Nefse hos gelen her sey tasavvufta yol kesicidir. Onun için
sizden müsaade istiyoruz diyerek o sehirden ayrılırlar. Irak’a vasıl olurlar.
8 Mehmet Z Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, Đstanbul 1983, II, 647
9 Dedem Hacı Mevlüt Babanın anlatımına göre Hacı Ahmed Baba hicaz dönüsü Seyyid Ahmed er-Rufâî
Hazretlerini ziyaret etmistir. Muhibbi’nin (K.S.Süleyman) dediği gibi “Cümlenin maksudu bir amma rivayet
muhtelif.”
10 Rivayet Hacı Mustafa Kiki Efendi (Ona da Kaleardılı Ahmed Babanın ihvanı Ali Çavus nakletmistir.)
Gönül Sultanlarımız
6
Irakta bir miktar Sah-ı Geylani hazretlerinin türbesinde kalır ziyaretlerde bulunurlar ardından Seyyid
Ahmed er-Rufâî Hazretlerinin türbesini ziyaret etmek üzere yola koyulunca halk tarafından uyarılırlar. “Bekleyin
kervanlar gelsin onlara katılın! Yolunuz ormandan geçecek. Zorlu çetin bir yürüyüs sizi bekliyor. Vahsi hayvanlar
tarafından parçalanırsınız” diye ikazda bulunurlar…
Genç seyyahlar:”O yolda ölüm bizim için bir nimettir. Hasbinallah ve niğmel vekil. Bizim
vekilimiz Allah tır. O ne güzel vekildir. Mülkün sahibi odur” diyerek umurlarını Allaha teslim edip
yolculuğa devam ederler.
Rivayet edilir ki o yolculukta vahsi hayvanlarla karsılasırlar ancak Seyyid Ahmed er-Rufâî Hazretlerinin
kerameti hürmetine hiçbir zarar görmezler. Hatta önlerine düsen bir aslanı takip ederler “Hıfzıhuma ve hüvel
aliyyül azim” Sen en büyük koruyucusun, dilersen mahlûkatı kullarının emrine verirsin. Dosdoğru Seyyid Ahmed
er-Rufâî hazretlerinin türbe-i saadetlerine giderler.
Çünkü Seyyid Ahmed er-Rufâî Hazretleri yaratılan her canlıya sefkat ve merhametle yaklasır, muhtaç
olanlara yardım eder. Nice uyuzlu köpekleri tedavi ettiği onu anlatan eserlerde yazılıdır. Hz. Peygamberimizin
mübarek yed-i beyzasını ziyaret ederken birçok keramet hususunda 90. 000 hüccacın içerisinde Rasulullah (sav)
tarafından kendisine ruhsat verilmistir. Keramet denilince ilk akla gelen Hz. Pir. Seyyid Ahmed er-Rufâî
Hazretleridir.
Seyyid Hacı Ahmed Baba ve Hafız Ebubekir Baba tam üç gün Seyyid Ahmed er-Rufâî Hazretlerinin Irak,
Vasıt, Ümmü Übeyde Köyünde ki türbesinde kalırlar. Bu süre zarfında kendilerine üç gün boyunca nur yüzlü bir
zat tarafından süt ikram edilir. Vakitlerini zikir fikir ve tefekkürle Hazretin ruh-u manevi ikliminde geçirirler.
Ayrılmadan önce hüzünlü bir sekilde “acaba bir kusur mu ettik? Sultanımız ve pirimiz kendilerini bize
göstermediler? Diye rabıta ederler. Tasavvufi bir edeple “ Efendim üç gündür buradayız zat-ı âliniz bize hos
geldiniz demediniz yoksa bir kusurumuz mu oldu? Diye manen sorarlar.
Rabıtalarına tesrif eden Seyyid Ahmed er-Rufâî Hazretleri mütebbessim bir yüzle: “Evlatlarım siz
benim misafirlerimsiniz. Üç gündür size süt ikram edeni kim zannediyorsunuz?” Böylece ikram ve
izzetin en yücesi ile taltif edilen seyyahlar, Sevgiliye kalp huzuru ile bir çift damla gözyası sunarlar.
Ask atesi ile yıkanmıs gönlü hangi dünyevi kir lekeleyebilir? Peygamberi bir sünnet olarak Hz. Pir
elinden ikram edilen süt manada ledünni ilim demektir. Böylece bereketli ziyaret sonunda tasavvufi feyizle gönül
dağarcıklarını doldurarak ayrılırlar. Bu öylesine bir berekettir ki o merkezden alınan kaynak ile hayatları boyunca
talepte bulunan âsıkların gönüllerine o bereketten payeler bahsederler.
Iraktan ayrılan seyyahlar doğruca kutsal beldeye (Mekke ve Medine ye) doğru revan olurlar. Tam bes
yıl Hz. Rasulullah (sav) beldesinde mücavir olarak hizmette bulunurlar. Günde bes kez yöneldikleri kıblenin
merkezinde olmanın tesellisi içindedirler. O teselliden ruhlarının tüm derinlikleri kutsal tecellilere ayine olur.
Evet! Damlalar bir araya gelmis çay ve nehir gibi akıp deryaya vasıl olmuslar. Çünkü o belde Resulullah (sav)’ın
sereflendirdiği ve Hazreti Allah (cc)’ın koruduğu özel bir beldedir. Kendini, arayanlar orda aradıklarını bulurlar.
Volkanik yapısı ile tüm kayalık dağlar Kâbe çevresinde adeta secde halindedirler. Günesin kavurduğu yüzler -
âlemlerin uğruna yaratıldığı sevgili peygamberimiz sanki aralarında imis gibi -coskulu ibadet ederler.
Bes yılın sonunda Allah Rasulu (sav) bu zatları Mısır’a Tanta vilayetine Abdurrahmani Tantavî
Hazretlerine gönderir. Bir miktar da Abdurrahmani Tantavî hazretlerinin nazarında gönüllerini feyizle dolduran
zatlar tekrar Đstanbul’a dönerler. Nakibul esraf aracılığı ile bizatihi dönemin padisahı cennetmekân Abdülhamit
Han Hazretleri, tarafından Seyyid Hacı Ahmed Baba ya sarayda kalmaları hususunda teklif yapılınca, Seyit Hacı
Ahmed Baba: “Padisahım müsaade ederseniz bizim hizmetimiz sark tarafında” diyerek Đstanbul’dan
Gönül Sultanlarımız
7
rüyasında gördüğü yere yerlesmek ve dergâhını kurmak üzere Erzurum Pasinler istikametine dönmüstür. Hafız
Ebubekir Baba da Çorum’a gitmistir.11
Böylece her iki zat-ı muhteremde manevi tayin edildikleri diyarlara gitmek üzere yola koyulurlar.
Sanamerli Seyyid Hacı Ahmed Baba ile Çorumlu Hafız Ebubekir Baba’nın bu seyahatleri rivayete göre
tam yedi yıl sürmüstür.
Hacı Ahmed Baba’nın Urfa Halilürrahmanda bir miktar kaldıktan sonra Bitliste Muhammedi Küfrevi
hazretlerinin dergâhında kaldığıda rivayetler arasındadır. Genel bir ifade ile o günün sartlarında Anadolunun
muhtelif vilayetlerindeki tasavvuf büyüklerinin; hayatta olanların dergâhlarını vefat edenlerin türbelerini ziyaret
edip ipek yolu olarak anılan bu günkü D-100 karayolu takip edilerek Erzurum Pasinler’e bağlı Sanamer Köyüne,
Hafız Ebu Bekir Baba da Çoruma yerlesirler. Rufâî Tarikatı her iki mübarek zatın yed’inden -evlatları, bağlıları
aracılığı ile- günümüze kadar intikal etmistir.
Bahse konu Allah Dostları ömür takvimlerinin seyahat sayfalarını nurdan yazılarla doldurmuslar. Kutsal
yolculuk sırasında kaynağından aldıkları feyzi; müntesiplerine hayatlarının sonuna kadar dağıtmakla kalmamıs,
vefatlarından sonrada manen aynı tasarrufları devam etmektedir.12
Rüyâ ile Gelen Evlilik:
Đlk eğitimini ve manevî terbiyesini babasının dergâhında alan Seyyid Hacı Ahmed Baba, henüz bülûğa
erdiği yıllarda istikbâlini tayîn eden bir rüyâ görür.
Rüyâsında, Asağı Pasin13 tarafında parmak parmak dağlarla çevrili bir köyde, büyükçe bir çınar
ağacının altında oturmaktadır. Ağacın dallarına kuslar konmus, ötüsmektedirler. Rüyayı Seyyid Hacı Ahmed
Baba, babasına anlatınca babası Seyyid Yusuf-u Nâili Vânî Hazretleri;14 “Oğlum, ben bu dergâhı ağabeyin
Muhammad Baba’ya teslim etmek istiyor idim. Fakat bu rüya gösteriyor ki dergâhın sahibi sensin.” der ve
Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın gördüğü rüyayı söylece yorumlar:
- O kocaman çınar ağacı, Hz. Rasûlullah’tır (sav). Dalları ise, biz evlâtlarıyız. Kuslar ise bize intisap
eden müridlerdir. Ötüsmeleri, Kur’ân okumaktır, Hakk’ı zikretmektir. Sen o mekânı bulup orada Đslâm’a hizmet
için, insanları yetistirmekle görevlisin.
Daha sonra babası Seyyid Yusuf-u Nâili Vânî Hazretleri Seyyid Hacı Ahmed Baba’ya seyahat verir.
Seyahat tarikatlarda uygulanan irsad usullerindendir. Bazen suç isleyen dervise ceza olarak seyahat
verildiği gibi bazen de nefs-i emmarenin ıslahı, o dervisin görgü ve bilgisinin artması, seyahat sırasında ziyaret
edip tanısacağı Allah Dostları’nın yüce himmetlerini ve dualarına nâil olmaları, ilim öğrenmek vb. sebeplerden
11 Nuri Köroğlu “Abdullah GÜRBÜZ (K.S.) Hayatı, Sahsiyeti, Fikirleri, Đrsadı” Konya 2005 s.45-50.
12 Acaba her iki muhterem zat daha sonraki yıllarda (manen istisare halinde oldukları muhakkak ta)
dünya gözü ile bir araya gelmisler mi?
13 Eskiden Erzurum’dan Horasan’a kadar uzayan Pasinler ovasının Pasinler’e kadar olan kısmına Yukarı Pasin,
Pasinler’den Horasan’a kadar uzayan kısmına da Asağı Pasin denilirdi.
14 Yusuf-u Naili Hazretlerinin Muhammed ve Ahmed isimli iki çocuğu olup, Hacı Ahmed Baba’nın ağabeyi
Muhammed Baba’nın Van Ercis taraflarında yasadığı rivayet edilmektedir. Kendi çapımda bahse konu
ceddimin türbesini arastırdım. Muhammed Baba isimli bir zatın türbesini buldum ancak silsileye baktığım
zaman babasının adının Yusuf-u Naili Hazretleri olmadığını gördüm.
Gönül Sultanlarımız
8
tarikat mensubu dervislere seyahat emri verilmistir. Đste Seyyid Hacı Ahmed Baba da bu ve benzeri sebeplerin
yanında kendi irsad makamı olarak dergâhını kurması için gösterilen yeri bulmak üzere babası tarafından
seyahatle görevlendirilir.
O zamanın olumsuz sartlarına rağmen (seyahatin zorlukları, bugünkü gibi modern ulasım vasıtalarının
olmaması, eskıya- yol kesici-vahsi hayvanlar vb.) Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın henüz 12-13 yaslarında sâbi-i
mümeyyiz15 bir çağda iken belki de bir daha dünya gözü ile görüsemeyeceklerini bildikleri halde (ki gerçekten
de öyle olmustur) Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın babası ve annesinin bu seyahate rıza göstermeleri mânâ yoluna
gönül veren insanlar için çok seyler ifade etmektedir. Bir kere anne-baba gibi o muhterem zatların da evlatlarını
Allahu Teâlâ’nın lütfu olan derin bir muhabbetle sevdikleri asikârdır.
Buna rağmen manevî emre imtisal(uymak), her seyin dünya hayatından ve o hayatın fânî
lezzetlerinden ibaret olmadığını ve sonsuz mutluluğun Allahu Teâlâ Hazretleri’nin rızasını tahsilde olduğunu
bilmislerdir. Ayrıca herkesin de takdir edeceği üzere herhangi bir seyi elde etmek için onun mukabilinde bir
baha, ücret ödenmesi gerektiğini çok güzel idrak eden o muhterem insanlar; aynen Hz. Rasûlullah (sav)
Efendimiz’in Medine-i Münevvere’ye tesrif buyurduklarında yasanan hikmetli bir hadise yasamıslarıdr.
Peygamber (sav) efendimizin hayatındaki vuku bulan hadise söyledir: Đstikbaline çıkılan Allah
Rasûlü’ne (sav) herkes hediye takdim edip bunda yarısır iken, dul ve çok fakir bir hanım olup, Allah Rasûlü’ne
(sav) takdim edecek hiçbir seyi bulunmayan, imân-ı hakikî sahibi olmus bir hanımefendinin Rasûlullah (sav)
Efendimiz’in huzuruna gelerek: “Yâ Rasûlullah! Size layık takdim edecek hiçbir seyim yoktur. Yanımda getirdiğim
su oğulcağızım vardır. Eğer kabul buyurursanız size köle-hizmetçi olsun” diyerek evladını efendimiz hazretlerine
hediye etmislerdir. Allah Rasulu (sav) ikliminde büyüp istikbalde büyük bir sahabe olacak ve Allah Rasûlü’nden
(sav) nice hadisleri, hikmetleri ve Đslâmî hakîkatleri Ümmet-i Muhammed’e nakledecek, ulastıracak olan Enes bin
Mâlik (ra) hazretlerini Allah Rasûlü’ne hediye edip oradan ayrılmıslardır.
Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın mübarek valideyni de (anne ve babası) Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın
zahirde o meçhule doğru yapacağı seyahatin neticesinde onbinlerce gönüle iman mesalesi yakmaya, tevhid
tohumları ekmeye bir vesile olacağını velayet nuru ile bildikleri için bir daha dünyada görüsmeleri mümkün
olmayacak bu ayrılığa gönülden rıza göstererek henüz çok küçük yaslarda olan Seyyid Hacı Ahmed Baba’yı
seyahate hazırlarlar.
Vâlide Sultan, saçlarına kına yakar, yeni elbiseler giydirir. Anne ve babasının elini öpüp, onların hayır
dualarını ve himmet-i âlilerini alan o küçük Ahmed yasının çok mâfevkinde (üzerinde) bir idrak, kemâl ve kadere
rızâ ile Allah’a (cc) tevekkül ederek baba ocağı olan Rufâî dergâhından böylece ayrılır. Gerek Seyyid Hacı Ahmed
Baba’nın dergâhının gönül bağlıları gerekse diğer ulvî mesreblere müntesib olanlar için bu hadisede dikkatle
düsünüldüğünde çok büyük hikmetler ve irfânî dersler vardır. Đnsanların gönüllerini Allah askı ile rûsen eden,
neselendiren irfan mektebleri olan dergâhlar mânen ve madden kolaylıkla kurulup tesekkül etmemislerdir.
Bu kitap okunduğunda; Sanemer-Rufâî Dergâhı’nın manen ve madden kurulmasında o dergâhın
Sultanları’nın ne kadar fedakâr olup nice cevr u cefâ ve çilelere katlandıkları apaçık görülecektir. O dergâhın
bağlıları olan bizlere düsen vazife de bu manevî mirası layıkı ile muhafaza edip bizzat yasayarak o yüce yola
layık olmak, bu yolu bizden sonraki nesillerimize ulastırmanın bizlere bir borç, bir vecibe olduğunu daima
hatırımızda tutarak üzerimize düsen vazifeleri büyük bir sevk, zevk ve gayretle yerine getirmeye çalısmaktır.
Baba ocağından ayrılan Seyyid Hacı Ahmed Baba, Đstanbul’a gider. Đstanbul’da uzun yıllar kalıp,
oradaki dergâh kâfileleriyle müteaddit kere hacca gider16. Dönüste, Peygamberimiz’in (sav) Hüseynî nesebinden
15 Đyiyi kötüden ayıracak yasa henüz ulasmamıs kimselere verilen isim.
16 Tam sayısı hakkında muhtelif görüsler vardır.
Gönül Sultanlarımız
9
20. torunu ve kendisinin tarîkat pîri olan Seyyid Ahmed er-Rufâî Hazretleri’nin Türbe-i Saadetleri’ni Irak Vâsıt
Bölgesi’ne yakın Ümmi Übeyde Köyü’nde ziyâret eder. Urfa Halîlu’r-Rahmân’da iki yıl kalması hususunda manevî
emir alır.
Daha sonra Seyyid Hacı Ahmed Baba rüyasında görmüs olduğu çınar ağacının bulunduğu irsad makamı
olan köyü bulmak üzere Siirt-Bitlis üzerinden Erzurum tarafına doğru seyahate devam eder.
Bitlis’de dönemin büyük Naksıbendi Seyhi Muhammed Küfrevî Hazretleri’ni ziyaret eder ve bir müddet
orada misafir kalır. Daha sonra beldeler ve köyler asarak Senkaya’nın Sıçankale köyüne (halen Horasan’a bağlı)
gelir. Orada kısa bir müddet kalır. Su andaki ismi Çamlıkale olan Sıçankale köyünde ‘Kıllı Cevo’ lakaplı esas ismi
Yusuf olan bir kisi Seyyid Hacı Ahmed Baba’dan hiç hoslanmaz ve zaman zaman ona kötülük yapar. Bir kıs günü
bu Yusuf ismindeki kisi ormana odun kesmek için gider. Siddetli kar yağısı baslar ve tipiye tutulur.
Kurtulamayacağını tipide boğulacağını anlayan Yusuf ismindeki bu kisi çaresizlik içerisinde son bir ümit olarak
Seyyid Hacı Ahmed Baba aklına gelir ve “Aman yâ Hacı Ahmed Baba! Eğer evliya isen Allah askına bana meded
eyle!” der.
O anda Seyyid Hacı Ahmed Baba Yusuf’un önünde peydâ olur: “Deginan oğul Yusuf! Korkma! Pesim
sıra gel!” diyerek Kıllı Cevo lakaplı Yusuf’u köyün kenarına kadar getirir ve birden gözden kaybolur. Sıçankale
Köyü’nde Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın misafir olarak kalmıs olduğu derme çatma kulübenin yerin bilen Yusuf,
büyük bir heyecan içerisinde kosarak Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın yanına gelir ve onu odun sobasının yanında
ısınırken bulur. Elini ayağını öper, o güne kadar yapmıs olduğu küstahlıklardan dolayı özür diler ve Seyyid Hacı
Ahmed Baba’ya intisab ederek mürid olur.
Daha sonra Seyyid Hacı Ahmed Baba Sıçankale Köyü’ne yakın bazı köylere uğrar ve son olarak da su
anki ismi Dönertas olan, o zaman ismi Hosov Köyü’ne gelir. Dönem Osmanlı Devleti zamanı olduğu için her
Tarikat’ın kendisine has kıyafeti vardır. Müslümanlar o kıyafetlerden seyhleri, dervisleri tanıyarak bu kutlu
sahısları misafir etmek için adeta yarıs yaptıkları bir zamandır.
Đste Seyyid Hacı Ahmed Baba da üzerinde Hazreti Pîr Seyyid Ahmed er-Rufâî’nin (ra) Tarikatı’na ait
kıyafetiyle o köye geldiğinde, köyün esrafında aynı zamanda ağası olan ‘Hacı Yemis Ağa’ lakaplı Hacı Süleyman
Efendi karsılar ve genis imkân sahibi olması hasebiyle misafirler için yaptırmıs olduğu mihmanhanesinde konuk
eder. O gece aksam yemeğinden sonra sohbetler edilir. Seyyid Hacı Ahmed Baba, kendisinden, neseb-i
serîfinden, vazifesinden hiç bahsetmez. Gece geç vakit olduğunda misafir için yatak serilir ve ev sahibi istirahata
çekilir.
O gece Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın mânâsına Hz. Rasûlulah (sav) tesrif ederler ve Seyyid Hacı Ahmed
Baba’ya ‘Pembe’ isminde, fiziki özelliklerini belirttiği bir kız ile evlenip orada da irsad faaliyetlerine baslamasını
emreder.
Sabahleyin Seyyid Hacı Ahmed Baba uzun düsünceler dalar. Zira ömrü çok uzun seyahatlerle geçmistir.
Hâlbuki Hz. Rasûlullah (sav) Efendimiz evleneceği kızın ismini ve bir takım vasıfların bildirmekle birlikte nerede
hangi memlekette, hangi aileye mensub olduğunu söylememistir. Seyyid Hacı Ahmed Baba elbette Rasûlullah
(sav) Efendimiz’in emrine itaatsizlik etmezdi. Ama aynı zamanda o Nebevî emri yerine getirmek için diyar diyar,
belde belde dolasmaya da artık takati kalmamıstır. Đste bu düsünceler içerisinde iken evsahibi Hacı Süleyman
Efendi Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın bulunduğu misafir odasına gelir. Seyyid Hacı Ahmed Baba’yı derin
düsünceler içerisinde görünce ‘acaba bir kusur mu isledik yoksa layıki ile ikramda bulunamadık mı?’ diye
düsünürken Seyyid Hacı Ahmed Baba’ya hitaben: “Dervis baba! Seni çok düsünceli görüyorum. Yoksa bir kusur
mu isledik?” diye sorar.
Seyyid Hacı Ahmed Baba:
- “Hayır! Hiçbir kusurunuz, eksiğiniz yoktur.” dediyse de evsahibi ısrar eder. Neticede, onun asırı ısrarı
Gönül Sultanlarımız
10
üzerine Seyyid Hacı Ahmed Baba gördüğü mânâsını ve Rasûlallah (sav) Efendimiz’in izdivaç emrini anlatır.
Evleneceği kızın isminin Pembe olduğunu, vücudunda 27 tane ben olduğunu, sarısın uzun boylu olduğunu
söyleyince Hacı Süleyman Efendi’nin yüzü birden değisir ve der ki: “O bahsettiğin kız benim kızımdır. Lakin
vücudunda 27 taneden daha az ben var.” dediğinde, Seyyid Hacı Ahmed Baba: “Annesine sor. Vücudundaki
benlerin sayısı benim söylediğim kadardır. Diğer benler ise senin görmediğin yerlerdedir.” der.
Hacı Süleyman Efendi: “Dervis Baba, eğer bu köye daha önce gelmis olsaydın, kızımı görmüs ve göz
koymus derdim. Hâlbuki dün gece geldin, kızımı ne gördün, ne de görme imkânın oldu. Fakat ben sana böyle
kız vermem. Seni bir köy de asağı sürerim. Eğer gördüğün rüya doğru ise senden bir talebimiz var. Onu yerin
getir, kızımı sana nikâhlayayım.” der.
Seyyid Hacı Ahmed Baba: “Talebiniz nedir ki?” diye sorduğunda Hacı Süleyman Efendi: “Benim bir tek
oğlum var idi. O da asker oldu. Ruslar’la harbe gitti, fakat bir daha haber alamadık. Ölmüs müdür? Sağ mıdır?
Esir midir? Onun durumundan bize bir haber getir. O zaman kızımla seni nikâhlayayım. Yoksa mümkünü yoktur”
der.
Seyyid Hacı Ahmed Baba: “Beni biraz yalnız bırak.” der. Ev sahibi odadan dısarıya çıkınca iki rekât
hacet namazı kılar ve murakabeye oturur. Aradan yarım saat veya 45 dakika geçmistir ki ev sahibi dısarıda
sabredemeyip acele ile içeriye girer: “Kalk bre dervis baba, elinden bir sey geldiği yok düsünüp duruyorsun. “
der.
Seyyid Hacı Ahmed Baba: “Deginan kurban! Oğlunu görsen tanır mısın?” dediğinde Hacı Süleyman
Efendi: “O nasıl söz? Đnsan evladını tanımaz mı?” der.
O zaman Seyyid Hacı Ahmed Baba, Hacı Süleyman Efendi’ye hitaben: “Köyünüzün üst yanından birisi
geliyor. Gidin bakın bakalım oğlunuz mu?” der. Büyük bir heyecan içerisinde kosarak Seyyid Hacı Ahmed
Baba’nın dediği tarafa giderler. Görürler ki gerçekten gelen oğulları Đsmail’dir. Saçsakal karmakarısık, üzerinde
eski bir elbise perisan bir vaziyette gelmektedir.
Ağlayarak birbirlerine sarılırlar. Hacı Süleyman Efendi oğluna: “Bu ne hal? Buraya nasıl geldin?” diye
sorduğunda oğlu Đsmail:
“Baba, ben Ruslar’la harp esnasında yaralandım. Beni yakaladılar. Götürdüler, yaram iyi olduktan sonra
da bir esir kampında çalıstırıyorlardı. Buraya gelmeden yarım saat veya 45 dakika önce ortaya yakın kısa boylu,
sakallı nur yüzlü, siyah sarıklı bir zat peyda oldu. Esir kampında bulunan subaylar ve askerler onu görünce hepsi
esas durusa geçip selam verdiler. O zat onlara iltifat etmeyip doğruca benim yanıma geldi ve bana: ‘Oğlum,
korkma! Allah’ın izni ile seni buradan kurtaracağım, gözlerini kapa, bana sımsıkı sarıl!’ dedi. Ben de o zatın
söylediğini aynıyla yaptım. Çok kısa bir an geçmisti ki bana gözlerini aç dedi. Gözlerimi açtığımda köyümüzün alt
tarafında bir çesmenin kenarında bulunduğumuzu gördüm. O zat: ‘Deginan oğul! Su çesmede bir abdest
tazeleyeyim. Sonra sizin hanenize gideriz’ dedi. Abdest alırken gözden kaybettim” der.
Bunun üzerine Hacı Süleyman Efendi, Seyyid Hacı Ahmed Baba’dan ve olan hadiseden hiç bahsetmez.
Niyeti oğlu Đsmail’i alıp doğruca Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın bulunduğu misafir odasına götürmektir. Hacı
Süleyman Efendi’nin zihnindeki düsünce: “Acaba bu keramet bizdeki dervise mi aittir, yoksa baska büyük bir
zata mı aittir?” bunu tespit etmektir. Oğluna dönerek “Oğlum, haydi evimize gidelim, ‘dağ dağa kavusmaz da
insan insana kavusur’ derler. Biz de seni kurtaran o zata rastlar isek bir iyilik yaparız” der ve doğruca Seyyid
Hacı Ahmed Baba’nın bulunduğu odaya gelirler.
Đçeriye girdiklerinde Hacı Süleyman Efendi’nin oğlu Đsmail kendisini esir kampından Allah’ın (cc) izni ile
kurtaran o Allah Dostu’nun odada oturduğunu görmesiyle ağlayarak Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın ayağına
kapanır. Babasına: “Baba! Vallahi beni kurtaran bu zattır.” der. Durum anlasılmıs sır ifsâ olmus, mızrak çuvala
Gönül Sultanlarımız
11
sığmamıstır. Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın çok büyük bir zat olduğunu anlayan Hacı Süleyman Efendi:
“Değil kızım, canım da sana feda olsun” der. Hemen köyün imâmını ve köyün ileri gelenlerini evine
çağırır. Kızı Pembe hanımla Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın nikâhı kıyılır. Böylece mânâ âleminde kıyılan nikâh,
zâhiren de icrâ edilmis olur. Hacı Süleyman Efendi, damadı ve kızının ikâmeti için, evlerinin yanında, bir ev daha
yapar.
Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın, bu kerâmeti17 kısa sürede duyulur. Đnsanlar, Seyyid Hacı Ahmed Baba’yı
görmek, tanımak ve ziyâret etmek amacıyla, o köye akın ederler. Seyyid Hacı Ahmed Baba, Hosov köyünde
ikametine tevdi edilen bu hanede üç yıl kalır. Bu süre zarfında, keder (taziye), nese (düğün) gibi vesilelerle civar
köylere gidip gelmektedirler. Henüz Ermeniler elinde bulunan Sanamer köyünde, “Bogos” isimli sahsa ait
mekânı göstererek:
-Đste maneviyât âleminde bana isâret edilen çınar ağacının bulunduğu yer burasıydı. Benim asıl
ikametgâhım bundan sonra burasıdır”, der.
Hacı Süleyman Efendi, Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın yanında bir kayınpederden öte dervis edebiyle
damadına hürmet etmektedir. Hemen “Bogos” isimli sahıs bulunur. O mekân satın alınmak istenir. “Bogos” isimli
Ermeni sahıs:
- Bu mekanla birlikte köyün alt kısmında bulunan bana ait bir değirmenim var. Đkisini birlikte alırsanız
satarım. Aksi takdirde satmam, der.
Hacı Süleyman Efendi, her iki mekânı birlikte satın alır. O mekân yıkılarak yerine o günkü Rufâî dergâhı
insâ edilir. Ancak değirmen çalıstırılamaz. Ve ileride Hacı Ahmed Baba’nın oğlu Yakup Baba tarafından satılır.18
Çocukları:
Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın Seyyid Yakub ve Seyyid Yusuf adlarında iki oğlu; Sultan, Günes ve Zelihâ
adında üç kız olmak üzere toplam bes çocuğu vardır. Oğulları, Yusuf ve Yakup kendisinden iki sene sonra
Osmanlı- Rus savasında vefat etmistir. Seyyid Mevlüd Baba, Seyyid Yakub Baba’nın oğludur.
Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın sağlında yasanan bir vakayı, Seyyid Hacı Mevlüd Baba’dan dinleyen
Halifesi Hacı Ömer Efendi, Seyyid Yakub Baba’nın sehid olması hususunu söyle nakleder;
Birgün Seyyid Hacı Ahmed Baba Sanamer’de dergâhta sohbet ederken oğlu Yakub Baba’ya dönerek:
“Deginan oğul Yakub, sen de bana Mevlana Hazretleri’nin babasına yaptığını mı yapacaksın?” der. Yakub Baba,
babasına “Baba, Mevlana Hazretleri babasına ne yapmıs ki?” diye sorar. Seyyid Hacı Ahmed Baba, “Ne yapacak?
Babasının yanına yatınca adeta babasına perde oldu. Ziyarete gelenler Hazreti Mevlana’yı kast ederek geliyor da
babasını hatırlamıyorlar bile” der.
Seyyid Yakup Baba: “Yok baba, bana vefat edeceğim yer gösterildi. Yüksek bir dağın basında sehit
olup orada yalnız basıma yatacağım” der. Bu konusmaları dinleyen dervislerden bir tanesi cezbelenerek Seyyid
Yakup Baba’nın sehid olarak vefat edeceğini anlatan irticali bir siir söyler.
Seyyid Hacı Ahmed Baba kızgın bir sekilde o dervise “Deginan oğul! Sen ne söylüyorsun?” dediğinde o
dervis: “Sultanım! Vallahi simdi bana bir hal oldu. Yakub Baba’nın yüksek bir dağ basında sehid olduğu bana
gösterildi. Ben de bu beyiti söyledim der.”
17 Bu özellik, evliyâlara mahsûstur. Tasavvuftaki “bast-ı zaman ve tayy-ı mekân” “ zamanı ve mekânı asmak”
özelliği ile gerçeklesir. Hacı Ahmed Baba da bu özelliğiyle kayınbirâderini Rusya’nın Kırım bölgesinden
getirmistir.
18 Osmanlı Kırım savası 1853-56 tarihlerinde yapılmıstır. Hacı Ahmed Baba’nın kayınbiraderi Đsmail’i getirme
hadisesi bahse konu savastan sonra olduğuna göre kanaatimiz odur ki: Hacı Ahmed Baba Sanamer’e 1860’lı
yıllarda yerlesmistir.
Gönül Sultanlarımız
12
Vefatı:
Seyyid Hacı Ahmed Baba, yaslılıkla birlikte artık fizikî aktivitesini kaybetmis, hareket alanı daralmaya
baslamıstır.
1912 yılı içerisinde Seyyid Hacı Ahmed Baba, iyice takatten düsmüs, oturduğu yerden bir baskasının
yardımıyla ancak kalkabilmektedir. Vuslatın yakın olduğunu sezerek, çevresinde bulunanlara “Beni Abdulganî
Hoca yıkasın” diye vasiyet eder. Torunu Mevlüd Baba’yı yanına çağırır ve der ki:
—Oğlum! Ağabeyin Arif Baba’yla birlikte Hosov (Dönertas) köyüne gidin. Halanız Sultan hanımı buraya
getirin. Acele edin, yollarda oyalanmayın.
Mevlüd Baba, kendine söyleneni yapar. Abisi ve halasıyla köye döndüklerinde geç kaldıklarını fark eder.
Çünkü dergâhın önü hane halkı ve dervislerin sessiz, telaslı kosusturmalarına sahne olmaktadır.
19. asrın büyük gönül sultanı, Rufâî Mürsidi, vadesini tamamlamıs, 120 yıllık ömrü son bulmustur. Kısa
sürede haberi alan civar köy komsularının ve uzakta bulunan dervîslerin dalga dalga akınlarıyla, dergâhın önü
mahserî bir gün yasamaktadır. Sükûtun en iyi ifade olduğu bu toplulukta konusan tek sey, gözyaslarıdır.
Bu sırada Abdulganî Hoca, Erzurum iline bağlı Pasinler ilçemizin Ketvan (Yastıktepe) köyünde imamlık
yapmaktadır. Seyhinin vefatından mânen haberdâr olur. Hemen Sanamer köyüne gider.
Mübârek bedeni, vasiyeti üzere halîfesi Abdulganî Hoca tarafından yıkanır. Tabut eller üzerine alınıp,
tekbir ve tehlîllerle köyün etrafı dolastırıldıktan sonra vasiyeti üzerine yıllarca içinde yasadığı Sanamer
Köyü’ndeki evinin bulunduğu dergâhına defnedilir.19
“Bir âlim öldüğünde, Đslâm’da kıyâmete kadar telâfisi mümkün olmayan bir bosluk olusur”20 hadîs-i
serîfinde de geçtiği üzere, yeri bir daha doldurulamayacak bir gönül sultanı artık ebedî istirâhata çekilmistir.
Vefatından 25 yıl sonra kurulan, Seyyid Hacı Ahmed Baba Türbesi’ni Yaptırma ve Yasatma Derneği
tarafından tamirat için kabri açıldığında cesedinin hiç bozulmadığı ve etrafa çok güzel bir koku yaydığı evlâtları
ve dernek yetkilileri tarafından anlatılmaktadır. Türbesinde hâlâ aynı koku mevcuttur.
19 Hacı Ahmed Baba’nın mübarek cenazesi ilk önce köyün batı tarafında kendi sağlığında bulduğu içme suyu
gözesinin çıktığı araziye defnedilmek istenir. Mevsimin kıs ve zeminin don olması nedeniyle kabir yeri kazma
ile kazılamaz. Böylece Hacı Ahmed Baba’nın cenazesi bahse konu araziye defnedilmekten vazgeçilip
dergâhına defnedilir.
20 Đsmâîl b. el-Aclûnî, Kesfu’l-hafâ’ ve müzîlü’l-ilbâs an mâ istehera mine’l-ehâdîs alâ elsineti’n-nâs,
Daru’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrût 1988, I, 89, No: 273.
Gönül Sultanlarımız
13
Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın türbesi,
Sanamer (Hacı Ahmed) köyü/Horasan/Erzurum
Cenâze merasimine kavusamayan dervîslerden, Erzurum’un Narman ilçesine bağlı Samıkale köyünden
Âsık Sümmânî Baba, dergâha gelir, sazını duvara dayar, mürsidi Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın ardından su
mersiyeyi okur:
Ussâkın bâbında enver-i serdâr,
Eyledi bülbülden gülsen21 elvedâ.
Hakikat ilminde ehyade22 tüccar,
Yetti nevbet dedi hapan23 elvedâ.
Bâbında fakîre açardı der’i24,
Demanı zeminde semâda ser’i25,
Hangi deste verdi îkâz teberi26,
Sağlığında oldu devrân elvedâ.
Serefi Pasin’in semsi kameri,
Çoğunun destine verdi feneri,
Hizmetten dûr olup kesmen kenarı27,
Etmeğine sirden merdân elvedâ28.
21 Gülsen, gül bahçesi demektir.
22 Ehyada: Büyük tüccar
23 Hapan: Terazi kefesi
24 Buradaki der kapı anlamına gelmektedir.
25 Doğrusu “dâmân”dır, etek anlamına gelir. “Ser”, bas demektir.
26 Dest el demektir.
27 Dur olmak, uzak durmak demektir.
28 Sir hem aslan hem de süt anlamındadır. Merdân “merd”in çoğuludur.
Gönül Sultanlarımız
14
Hâk-i Sanamer’in mücevher bendi29,
Vârisi ehlullâh ussâk’ın gendi30
Vatanı değisti yok değil kendi
Beserden göç etti rûhen elvedâ
Veliyyil ahd durur er dergâhında
Vechi nihan değil nisangâhında
Sefer açtı beyim ahret râhında
Beserden göç etti ruhen elveda
Seversiz âsıklar Âl-i Abayı31,
Görürsüz, gözlersiz vakt-ı sabayı,
“Post”a vekîl etti Mevlüd Baba’yı,
Acaba dedi mi Sümmân elvedâ.
Âsık Sümmânî Baba’nın Seyyid Hacı Ahmed Baba için yazdığı baska bir siiri de sudur:
Medeni âl-i âbadır,
Erkânı Hacı Baba’nın
Elçisi bâd-ı sabâdır,
Mihmânı Hacı Baba’nın
Bütün mü’minler gülüdür,
Feyzi ile bağtüllüdür
Er bağının bülbülüdür,
Gülseni Hacı Baba’nın
Cümle ussağın gülüdür,
Tûr-i Sina sümbülüdür
Kapında zaîf kuludur
Sümmânî, Hacı Baba’nın
(Not: Tamamı Rufâî ilahileri isimli bölümde mevcuttur.)
Evet, “Hak” âsığı Sümmânî Baba’nın dediği gibi, Seyyid Hacı Ahmed Baba, beser sıfatından, rûhâniyete
göç etmis ve geride kalanlara elvedâ demisti.
SEYYĐD HACI AHMED BABA’NIN TARĐKATI
Tarikatlarda mensubiyet; ya yoldan, ya soydan, ya da her iki sekilde devam edebilir32. Seyyid Hacı
Ahmed Baba, neseben yani soy itibari ile Hz. Rasûlullah’a (sav) ulasmaktadır. Yani seyyiddir. Tarikat olarak ise
Rufâî Tarikatı’na mensub olup tarikat silsilesi ile Seyyid Ahmed er-Rufâî (ra) hazretlerine ulasmaktadır. Bu
sebeple hem Rufâî Tarikatı hem de bu tarikatın kurucusu hakkında bir takım bilgiler vermek istiyoruz:
1. Rufâî Tarikatı ve Pîr’i Hakkında Bilgiler:
29 Hâk toprak anlamına gelir. Sanamer toprağı demektir.
30 Gendi: Seker, tatlı.
31 Ehl-i beyt anlamındadır.
32 Yılmaz, Hasan Kâmil, Tasavvuf ve Tarikatlar
Gönül Sultanlarımız
15
Seyyid Ahmed er-Rufâî (ra): O, senet kabul edilen Seyyid, essiz kutub, velilerin önderi gönüllerin
sultanı, Müslümanların faziletlisi, büyük âlim, veli, seriatta derya, zâhir ve batın ülemasının imamıdır. Ahmed er-
Rufâî, baba tarafından soyu Hz. Hüseyin’e (Rasûlullah), anne tarafından soyu Hz. Hasan’a (ra) ulasmaktadır.
Mezheb olarak Safîi’dir.
Doğumu ve Yetismesi: Seyyid Ahmed er-Rufâî (ra), hicri 512, miladi 1118 yılında Receb ayının ilk
yarısındaki Persembe günü Vâsıt Bölgesi’nde bulunan Ümm-i Ubeyde köyünde dünyâya gelmistir. Kurân-ı
Kerîm’i yedi yasında hıfzetmistir. Seyyid Ahmed Rufâî (ra)’nin seyhi ve dayısı olan Seyh Mansur Rabbanî-Betaihî
tarikat hırkasını yiğenine 28 yasında giydirmistir
Rufâî Tarikatı’nın Esasları:
Ahmed er-Rufâî (ra) Hazretleri söyle buyurmaktadır:
“Tarikatımız, bid’at karısmamıs dindir. Tembellik gösterilmeden yapılan ameldir. Tarikatımız, bes duyu
organını zabt u rabt altına almak ve nefes aldıkça vakte riayet etmektir. Bâtınî kirlerden temiz tutmak, bütün
azalar ile zikre devam etmektir. Tarikatım, bid’atı olmayan din, riyâsı olmayan kalp, sehvete ittibâ etmeyen nefis
sahibi olmaktır. Yolumuz, Kitâbullâh ve Sünnet-i Nebevî’dir. Bilmis ol ki, dervîs sünnete ittibâ ettiği müddetçe
doğru yoldadır. Sünnetten yüz çevirdiği an, doğru yoldan sapmıstır. Bizim yolumuz istememek, esirgememek ve
biriktirmemektir. Her seyin, ilâhi kudretin elinde olduğunu bilmektir. Her kim niçin yaratılmıssa o sey ona kolay
gelir. Ser’î hudutlara riayet edilecektir. Yardım da Cenâb-ı Allâh’tandır.
Đyi bilesin ki tarikat, süt gibi beyaz bir yoldur. Tarikatta mevcut olan zahirî ve bâtinî her söz ve fiil,
seriatın hudutları içerisindedir. Ser-i serîfe muhalif olan her yol zındıkların yoludur.
Tarikat, “Allâh’a îman ettim” demektir. Ser-î hudutlar içerisinde olup ona riayet etmektir. Allâh
Teâlâ’nın nehyettiği her seyden sakınmaktır. Bunun dısında bir tarikat asla olamaz. Çünkü haktan baska her sey,
ancak dalâlettir.
Bu tarîkate mensup olan bir kısım insanlar sonradan meydana gelen âdetler çıkarmıslardır ki, bunları,
irfan sahibi olan tarikat erleri ibâdetlere vesile olarak kabul etmis, bu âdetlerin böylece ibâdete vesile olan
âdetleri yapmaya alısmıs bazı kisilerin ibâdet ve tâate bağlanarak bu ise devam etmelerini sağlamıslardır. Ancak
bu âdetleri yapmaya alısmıs nefsin, tertemiz hâle getirilmesi yanında âdetlerden kurtularak ser-î hudutlara
nakledilmesi de sağlanırdı. Bu hikmet, âlemlerin efendisi Hz. Peygamber’in (sav) uygulamalarından iktibas
edilmistir. Onun sünnet-i seniyyesinde buna kıyas edilebilecek birçok örnek vardır.
Yâ Hazret-i Pîr Sultan
Seyyid Ahmed er-Rufâî
Ebu’l-Alemeyn
Gönül Sultanlarımız
16
Ancak irfan sahibi olmayan ve kemâle ermeyen kisiler bu tür âdetlere ta’zim ederek; yani bu âdetleri
yücelterek âdetleri ibâdet gibi kabul etmislerdir. Đyi bilesin ki onlar, ibâdetleri ihmâl edip âdetlerle istigal
etmislerdir. Bunlar hakikatte kafileden geri kalıp aç ve susuz olarak yollarda kalanlardır”33.
Đmam Đbrahim el-Kâzerûnî Hazretleri’nden nakledilmistir: Allâh dostlarından biri, rüyâ âleminde,
kendisini Rasulullâh (sav)’in huzur-u pür-nûr-ı Risâletpenâhi’sinde görüp, su mübârek kelimeleri isitmistir; “es-
Seyyid Ahmed er-Rufâî’yi ben severim, Mevlâ da sevsin. Bugün, âriflerin efendisi ve ümmetin sefaatçisidir”34.
“Tiryaku’l-Muhibbîn” adlı eserin muhterem müellifi: “Đmam Rufâî, vaktin sultanı ve asrında evliyânın
seyyididir” buyurup, “Ümmetin büyük zâtlarının menkıbelerine dair bunca eserler mütalaa ettim, sahabe-i kirâm
ile ehl-i beyt imamları hazarâtından sonra tabakât-ı evliyâda, Đmam Rufâî’ye denk bir kimse görmedim. Ahlâk-ı
Mustafaviyye’de ve temkin mertebesinde kemâle ermis onun gibi bir kimse bilmiyorum” demistir.
Hz. Pir-i dest-gir, Sâfii mezhebinden idi. Sâfiî fıkhında yed-i tûlâsı vardı.(ser’i tüm ilimleri zatında
toplamıstır) “Mecâlis-i Đmâm Rufâî” adlı eserde: “Yüce Tarikatının bazı dervîslerinde, atesin yakıcı
hassasiyetini kaldırmak, yılan ve akrep gibi, yaratılıs fıtratı incitmek olan hayvanların, zararlı tabiatlarını
değistirmek, kesici âletlerin kesisini tesirsiz bırakıp, kimseye dahi zarar vermemek, öldürücü zehirin bile te’sir
etmemesi gibi,35 bugün nasıl hârikâlar meshur oluyor ise, mârifet ilminde akranlarından üstün olduğunu
gösteren eserleri de görülür ki, bu büyük eserler ve apaçık harikalar, insaf ile bakılıp değerlendirilir, inat ve kibir
bir yana bırakılırsa, tarihî alimlerin büyüklerinden ve Sâlihler taifesinden Muhammed b. Ebker el-Musilî, tarihinde
beyan ettiği üzere, bahsedilen pîrin hayatı döneminde dergâh-ı serifi, alimler için bir medrese olduğu gibi,
dervîsler zümresi için de bir riyazethâne olarak, kendileri de irfân ehli için benzersiz bir rehber olduğu teslim
olunur” diye yazılmıstır.
Hakikat râhına bürhan
Rufâî seyyid Ahmed’dir
Kerâmet bahrine umman
Rufâî seyyid Ahmed’dir.
Adı geçen tarih âliminin, tarih sayfalarında gavs-ı ekrem Seyyid Ahmed er-Rufâî (ra) tercüme-i halini
kaydettiği yerde; “Cenâb-ı Seyyid’l-aktabi’l-gavsi’1-a’zam el-imam es-Seyyid Ahmed er-Rufâî (ra)’in büyüklüğü,
fazileti ve yayılan söhreti, değil Irakeyni (Basra ve Kûfe), doğu ve batıya dahi tasırmıs idi. Seyyid Ahmed er-
Rufâî (ra) orta boylu esmer idi. Sustuğunda heybetli, konustuğunda ise gâyet sevimli olurdu. Gece gündüz
seriatı ihyâ ve irsâd ile mesgul olurdu. Bâtın ve zâhir ilimlerinde dünyâda tek ve sınırsız bir deniz idi. Ders
vermede usulü, va’az ve nasihat seklinde idi. Va’az kürsüsüne çıktığı vakit etrafında âlimlerin büyükleri ve
faziletlilerin önde gelenleri yer alırdı. Đdrak ilimleri sınıfının ehli olanlar, vaazını dinlemek için her taraftan
kosusurlar idi.
Konusmaya basladığı anda herkese hayret gelir, münkirler saskınlığa düser ve husû ehli, ağlar idi.
Temkîn sahipleri bile saskına dönerlerdir. Kendisi ise vâris olduğu özlü cümleler ile vaaz ederek, dinleyen
33 Seyyid Ahmed er-Rufai, el-Mecâlisü’s-Seniyye (Sohbet Meclisleri), Erkam Yayınları, Ankara s 53-55.
34 Vassaf, Hüseyin, Sefine-i Evliya,
35 Rufai’likte ‘Bürhan’ ismi verilen bu harikulade seyler Seyyid Ahmed er-Rufai Hazretleri’nin zatına ait bir
keramet olup, bu konuda ser’i delil isteyenler Halep Nakibu’l-Esrafı “Ebu’l-Huda es-Sayyâdî” Hazretleri’nin
“el-Garatü’l-Đlahiye li Đntisârı Sâdât-ı Rifâiyye”, Hama Müftüsü Seyh Mahmut Sakfe Hazretleri’nin “Đbtâlü’l-
Câhid Đsbatü’l-Hârikul Avâid”, Said Havva’nın “et-Tasavvufu’l-Đslâmiyye-Đslam Tasavvufu, Ruh Terbiyemiz”
isimli eserinin kerâmetler bölümüne bakabilirler.
Gönül Sultanlarımız
17
cemaate göre her fenden bahsederdi. Bunun için, fesâhatinden edipler dahi faydalanırlardı. Đlminden âlimler
feyz alır, incelemelerinden felsefeciler hakikatı görürlerdi. Genis açıklamalarından kelâm ehli istifade ederler idi.
Đnce noktaları izahından edebiyatçılar hissedar olur, hakikatleri izahından evliyâ lezzet alırlar idi. Hikmetinden
akıl sahipleri, vaazlarından edipler, âdâbından fukarâ, elhasıl her sınıf kendisine göre ilminin faziletlerinden pay
alırdı. Hepsi de fütühât-ı gaybiyye ve ilahî feyizlere mazhar olusu hususunda hayran olarak kendisi, tertemiz
seriatın özlerinin özünden cosup tasan deniz gibi, irfan dalgalarını sıçrattıkça, onurlu, ezici kuvvete sahip
konusması, kibirlilerin inkârını darmadağın ve anlayıs sahiplerini faydalı sofralar ile irfan feyzine esir ederdi.
Sözlerinde üstünlük taslama ve taskınlık gibi seyler bulunmazdı. Dediği gibi, yazılmıs harikalar ve apaçık
kerâmetlerini saydıktan sonra, iman eyledim ki, Mevlâ birdir, ortağı yoktur. Kurân-ı Kerim semavi kitapların en
sereflisidir. Hz. Muhammed(sav) Efendimiz Rasuller’in Efendisi’dir. Seyyid Ahmed er-Rufâî (ra) de, velilerin ve
seyhlerin efendisidir” demistir ki, açık gerçektir.
Ona dervîs olan âdem,
Tarikatte olur hâtem
Muhakkak kutb-ı dû-âlem,
Rufâî seyyid Ahmed’dir
“Sahibu’l-Berâhin” adlı kitaptan naklen nesr olunan bir eserde, Hz. Pir Efendimiz hakkında,
“Sözünde duran, sehvetlerden uzak, sabrı sikâyetsiz, takvası garazsız, açlığı tâat, tokluğu kanaat idi. Eğer eline
bir sey geçmezse sabreder; eli genislerse dağıtır idi. Rahat bilemez, istirâhatı düsünmez, oruç ve namazı çok,
uykusu az, mesguliyeti nefsi terbiye ile dilini çirkin sözlerden muhafaza etmek idi. Rıza hırkasını giymis, kazânın
acısına sabırla göğüs vermis idi. Đnsanlara eliyle, diliyle, malı ve sözleriyle, fiilleri ve cömertliği ile faidesi olurdu.
Ona; “safâ kadehinden içmis ve cefa kaplarının sırlarından arınmıs ve ehl-i takva gömleğine bürünmüs idi”
denilmistir.
Ona ver gönlünü ey can!
Dilersen olmağa insan,
Velâyet tahtına sultan,
Rufâî Seyyid Ahmed’dir
Hz. Pir Seyyid Sultan Ahmed er-Rufâî’nin (ra), Resulullâh (sav) Efendimiz’in kabri
seriflerini ziyâret etmeleri ve Resulullâh’ın (sav) mübârek yed’i saadetlerini (Mübârek
Eli’ni) öpmeleri:
Hz. Pîr Seyyid Ahmed er-Rufâî (ra), yedi defa Hacc’a gitmistir. Ced-di a’lâları olan Rasûlullah (sav)’ın
mübarek kabirlerini ziyâret kasdıyla 555/1160 senesinde; özellikle Ümm-i Ubeyde, köyünden kalkıp Medine-i
Münevvere’ye gitmis halifeleri ve dervîslerinin birçoğunu beraberlerinde alıp götürmüstür. Mir’atü’l-Haremeyn
isimli eserde, Peygamber (sav) Efendimiz’in kabrini ziyâreti, bütün detayı ile mevcuttur. Medine-i Münevvere’ye
varıp, Rasûlullah (sav) Efendimiz’in huzur-u seriflerine ulastıklarında o mübarek kabri serife karsı; “es-Selamu
Aleyke Ya Ceddî” (Allah’ın selamı üzerine olsun ey dedeciğim) diyerek selam verdiğinde “ve aleykes-selam
Yâ Veledî” (Senin de üzerine olsun ey oğlum) cevabını almasıyla kendinden geçerek asağıdaki siiri okumuslar
ve Rasûlullah (sav) nurlu kabirlerinden mübarek elini uzatmıs, Seyyid Ahmed er-Rufâî de o mübarek eli öperek
ziyaret etmistir:
“Fî hâleti’l-bu’di rûhî küntü ursiluhâ
Tekabbelu’l-ardu annî ve hiye nâibeti
Ve hêzihî nevbetü’l-esbâhi gad hadarat
Femdud yemînike key tahza bihâ sefeti”,
Gönül Sultanlarımız
18
(Meali:)
“Uzakta iken (senin yüce huzuruna) ruhumu gönderiyordum,
Benim nâibim olarak (yerime) toprağını öpüyordu...
Đste simdi bedenimle senin saadet huzurundayım,
(Mübarek) elini uzat ki, dudaklarım elin (i öpmek) ile sereflensin!”
Bu hadiseyi anlatan baska bir beyit ise söyledir:
Oldu ol gavs-ı muazzam mazhar-ı bezm-i kabûl,
Destini sundu ana kabr-i serîfinden Rasûl.
Yed be yed îrâs-ı feyz itdi Muhammed, Ahmed’e,
Olmadı bir ferde lâyık böyle âlî bir vusûl.
Bu hadise mütevatir derecesinde zamanımıza ulasmıs olup, Đslam ülemasından birçoğu bu muazzam
hadisenin ser’i delillerini ve rivayet senedlerini ihtiva eden sayısız denecek kadar çok eserler kaleme almıslardır
ki bu konuda süphe etmek kesinlikle caiz değildir. Biz burada sayısız denecek kadar çok olan eserlerden bir
kaçına isaret edeceğiz. Genis bir arastırma arzu edenlerin Ankara “Ehl-i Beyt Eğitim Kültür ve Yardımlasma
Vakfı”nın Kütüphanesi’nde bulunan bahse konu ile alakalı eserlere müracaat etmelerini tavsiye ederiz. Adı geçen
eserlerin en önemlilerinden bir tanesi Ebu’l-Hüda es-Sayyâdî Hazretleri tarafından kaleme alınan “Kenzü’l-
Mutalsam” diğer bir tanesi de büyük imam Abdurrahman Celaleddin Suyûtî Hazretleri’nin “es-Serefü’l-
Muhattem” isimli eseri olup bu eserde Đmam Suyûtî Hazretleri bu muazzam hadisenin senetlerini verdikten
sonra kitap ve sünnetten ser’i delillerini sıralamakta ve daha sonra “Her kim Seyyid Ahmed er-Rufâî
Hazretleri’nin bu kerâmetini inkâr ederse son nefeste kalbi münafıklık mühürü ile mühürlenir.” buyurmaktadır.
Eyüb Sabri Pasa’nın “Mir’atü’l-Haremeyn” isimli eserinde belirtildiği üzere bu büyük kerâmetin zuhuru
esnasında Seyyid Abdulkadir Geylânî Hazretleri, Seyh Hayât b. Kays el-Harrânî Hazretleri, Adiy b. Müsâfir-i Sâmî
Hazretleri, Seyh Hasen Râî el-Kattânî Hazretleri, Seyh Musa ez-Zûlî Hazretleri basta olmak üzere daha birçok
zamanın büyük veli ve uleması hazır ve sahit bulunmuslardır.
Seyyid Abdülkadir Geylânî (ra) Hazretleri, mesâyıh-ı Kadiriyye’den, Seyh Ali b. Đdrîs-i el-Ya’kûbî’ye bu
muazzam hadiseyi nakl ettikten sonra, “Ben, o gün mescid-i saadetde idim.” buyurmus ve Đbn-i Đdris’in; “Acabâ,
ziyaretçilerden, buna hased edenler bulundu mu?” seklindeki soruya cür’et etmesiyle, Seyyid Abdülkadir Geylânî
(ra) Hazretleri bir müddet ağladıktan sonra, “Ey Đdris oğlu! O büyük saadete mele-i a’lâ da bulunan melekler
bile gıbta ettiler” buyurmuslardır.
Adiy b. Müsafir-i Sâmî ile Seyh Ali b. Mevhub dahi bu hadiseyi naklederek, “Biz hac eylediğimiz sene,
Seyyid Ahmed er-Rufâî Hazretleri, Hz. Rasûlullah (sav)’ın kabr-i serîfinin karsısında durup, yanında bulunanların
isitebilecekleri hafif bir ses ile bazı sözler söyledi ve sözüne nihayet verdikte Rasûlullah (sav) Efendimiz’in nurlu
eli zuhur edip Seyyid Ahmed er-Rufâî Hazretleri o eli öpmekle sereflendi.”
Đbn-i Mevhûb, kabr-i seriften uzanan o mübarek elin mescid-i saadeti nur ile doldurduğunu ve mescidi
saadette bulunanların, Hz. Muhammed(sav)’in manevî saltanatının manevî heybeti ile saskına dönüp yüksek
sesle tekbir çektiklerini yemîn-i bi’llâh ile nakletmektedir.
Gönül Sultanlarımız
19
Kabr-i seriften uzanan Rasûlullah (sav)’in mübarek elinin sekil, zaman ve zuhuru hakkında hadis
imamlarından:
1-Hafız Takiyyüddin; Tiryâku’l-Muhibbin,
2-Abdurrahman-ı Safûni; Nüzhatü’l-Mecâlis,
3-Đbnü’1-Hâc; Ümmü’l-Berâhin,
4-Seyh Ebu Bekir el-Ayderûsî; en-Necmü’s-Sâî,
5-Büyük muhaddislerden: el-Fârusî el-Vâsitî; Nefhatü’l-Miskiyye,
6-Allâme Đbrahim el-Berzenci; Đcâbetu’d-Dâî,
7-Abdurraûf-ı Münâvi; Kevâkibü’-Dürriyye,
8-Celaleddin Suyûtî; Tenvîr,es-Serafu’l-Muhattem
9-Kutb Sa’rânî; Menâkibi Sâdât,
10-Seyh Abdulkerim Kazvinî; Sevâdu’l-Ayneyn,
11-Muhammed-i Nübeysi; Levâmiu’l-Envâr,
12-Hafız Muhammed b.Kasım el-Vâsitî; Behcetü’l-Kübrâ,
13-Seyhü’1-Ânî; Kâmusu’l-Âsikîn,
14-Allame Sihab-i Haffacî; Serhu’s-Sifâ,
15-Muhammed-i Hasbersi; Fevâidu’l-Celîle, isimli eserlerinde nakletmislerdir.
Tutub makhûr iden mârı,
Gülistan eyleyen nârı
Bilâ-sek nesl-i Kerrâr’ı,
Rufâî Seyyid Ahmed’dir.
Hüseyin Vassaf “Sefine-i Evliya” adındaki bes ciltlik saheserinin birinci cildinde, Ahmed er-Rufâî
hazretlerinin ne büyük bir manevi makam sahibi olduğunu uzun uzun anlatıyor, Hazreti Seyhin, Mescid-i
Nebevide peygamberler peygamberinin elini öpme serefine erisini göz yasartıcı bir tablo halinde –bakınız- nasıl
izah ediyor:
Yedi defa Hacca giden Hazreti Pir Ahmed er-Rufâî, Efendimizin mübarek merkadini ziyaret etmek üzere
1160 yılında köyünden kalkıp Medine-i Münevvere’ye gidiyor. Halifeleriyle dervislerinin birçoğunu yanına alıp
götürüyor. Bu vesileyle belirtelim ki, vaki ziyaret “Mir’atü’l- Haremeyn” isimli önemli kaynakta da ayrıntılarıyla
dile getiriliyor. Efendim, Hazreti Pir Medine’ye varınca Huzur-ı Risalete çıkıyor. Muvacehe penceresinin önünde
durup büyük bir saygıyla “Esselamü aleyke ya ceddi!” diye selam veriyor. Kabr-i peygamberiden “Ve
aleykes selam ya veledi!” cevabını alarak huzura eriyor.
Bu manevi iltifat kendisini öyle bir vecde ve sevke getiriyor ki, peygamberler peygamberinin mübarek
elini öpme arzusuyla yanıp kavrulmaya baslıyor. Duygularını asağıdaki kıt’a ile dile getiriyor.
Naibim olup zemin-i hücreni takbil içün
Ruhumu irsal iderdim hal-i bu dide seha
Hazır oldu simdi isbu devlete cismin dahi
Sun elin bus ideyim cana lebim bulsun safa
Buna göre Hazreti Pir, “Ya Resulallah!
Sureta uzak olduğum zamanlar kabrinin mübarek toprağını öpmek için manen ruhumu
gönderdim. Simdi ise cismani müsahede nasip olmustur. Mübarek ve muazzez elini uzat ki, hasret
Gönül Sultanlarımız
20
duygusuyla yanan dudaklarım hazz ve surura gark olsun!” buyuruyor.
Ahmed er-Rufâî hazretleri, Sebeke-i Saadet’ten görülen mübarek eli öperek muradına eriyor. Bu sırada
Efendimizin verdiği emirleri ve müjdeleri dinleme serefine nail oluyor. Orada bulunan cemaatten bazıları bu
muhtesem manzarayı görüyorlar ve konusulanları isitiyorlar. O kafilede olup da isitmemis olanlara da
söylüyorlar. Keyfiyet ağızdan ağıza yayılıyor ve doksan bin ziyaretçi bu hale vakıf oluyor. Hazreti Pir’in sanı ve
serefi yüceldikçe yüceliyor.
Peygamber Aleyhisselam’ın mübarek eli, Seyyid Ahmed er -Rufâî’nin elinde iken, “Ey Ahmed!
Minbere çıkıp vaaz ve nasihat et. Siyah kisve kullan. Cenab-ı Hak göklerin ve yerin sakirdlerini
seninle faydalandırdı!” buyuruyor. Bu hitabı, Hazreti Pir’in yakınında bulunanların hepsi duyuyor.
Hüseyin Vassaf Bey, kitabında bu konuyla alakalı su ilgi çekici anektoda yer veriyor:
Mesayih-i Sabaniye’den Kusadalı Đbrahim Efendi bir mektubunda diyor ki:
Hazreti Pir, Harem-i Nebevide bulunduğu sırada müridleri de çadırlarda idi. Muhterem seyhlerinin bu
mazhariyetinden kendilerinin de hissedar olmalarını temenni ediyorlar. Fakat Efendimizin mübarek eli zuhur
etmeyince ve son derece üzülüp kederleniyorlar. Hatta kendilerini öldürmeye karar veriyorlar. Bu maksatla her
biri, eline geçen odun parçası, çadır kazığı, bıçak, demir, ates ile vücutlarını tahribe kalkısıyor.
Hazreti Pir, çadıra dönüp bu manzarayı görünce hayrette kalıyor. Fakat bütün bu aletlerin müritlerin
vücudunda hiç bir iz bırakmadığını görünce, hemen ellerini kaldırıyor, “Ya Rabbi! Tarikatıma mensup
kimselere bu esrarı bahs eyle!” diye dua ediyor. Đste o günden itibaren Rufâîlere böyle bir sır veriliyor.
Gönül Sultanlarımız
21
Basra yakınlarında Ümmi Abide (Ubeyde) köyünde bulunan
Seyyid Ahmed er-Rufâî (ra) Efendimiz’in Türbe-i Saadetleri ve Külliyesi.
Kabuli’yi iden çâker
Visâl-i kurba hâhisker
Kamu ussâka ser-asker,
Rufâî Seyyid Ahmed’dir.
“Rufâî Yolu’nun Esasları” isimli eserden Ahmed er-Rufâî Hazretleri’nin tasavvuf anlayısı ile ilgili
birkaç örnek sunmak istiyoruz:
“Evladım…
Nice nice baslarına taç giyip sarık saran, üzerlerine dervîs hırkası giyen ve bununla dervislik iddia edip
insanlardan dilenenler vardır ki; Onlar Allâh’tan (cc), Resulullâh’tan (sav), Seriat’ten, Tarikat’ten, Hakikat’ten çok
çok uzaktırlar. Onların inlemeleri, dünyâ içindir. Onlar Allâh’tan da uzaktır. Resulullâh Efendimiz’den (sav) de
uzaktır. Bu fakir Ahmed’ten de uzaktır. Sakın ama sakın sen onlardan olma.
Evladım…
Hakikat ehli olanlar bilirler ki, Hak ehli Hak için çalısır. Hak yolunda harcar. Allâh erleri emeklerini sarf
ettikten sonra rızklarını Allâh’tan (cc) beklerler. Tembel tembel oturup “Biz rızkımızı Allâh’tan (cc) bekliyoruz”
demezler. Vallâhi böyle yapanlar –çalısmadan rızklarını Allâh’tan (cc) bekleyenler- Allâh’a iftira edenlerin ta
kendileridir.
Evladım…
Bir adamın elinden hârikulâde kerâmetler zuhûr ettiğini görseniz, havada yürüdüğünü müsâhade
etseniz, bu yaptıklarından dolayı onun hakkında kesin veli hükmü vermeyiniz. Tâ ki akîdesini, sözlerini ve
fiillerini Kitap, Sünnet ve Selef-i Sâlihîn’in icmâsı ile ölçüp tartıncaya kadar. Eğer emir ve nehiyde Kitab’a,
Sünnet’e ve Selef-i Sâlihîn’e ittibâ ediyorsa velidir. Yoksa veli değildir.
Evladım…
Tarikatımızın aslı, Allâh’ın (cc) Kitâbı’na uyma, Resulullâh’ın (sav) Sünneti’ne uyma, nefsin hevâ ve
arzularından uzaklasma, bid’atlardan sakınma, emirler ve nehiylere karsı sabırdır. Kim ki hallerini, sözlerini,
fiillerini her vakitte Seriat’ın, Kitab’ın ve Sünnet’in ölçüsü ile ölçmüyor, tartmıyor ve onu ölçü kabul etmiyorsa
Gönül Sultanlarımız
22
ona ittibâ edilmez. O, bizim tarikatımızın rehberlerinden ve tarikatımızın mücâzlarından değildir.
Evladım…
Her kim, Sünnet-i Seniyye’den uzaklasır, Serîat-ı Muhammediyye ile amel etmez, Sahâbe-i Kirâm’a dil
uzatır ve onların yolundan yürümez ise, Allâh kıyâmet gününde benimle onun arasını doğu ile batıyı ayırdığı gibi
ayırsın. Onu benden, beni de ondan uzak eylesin”.
Rufâî Tarikatı hakkında daha genis bilgi almak isteyenler Ankara Ehlibeyt Eğitim Kültür ve Yardımlasma
Vakfı’nın Rufâîlik hakkında yayınlamıs olduğu eserlere müracaat edebilirler.
Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın Bazı Halîfeleri ve Dervîsleri:
Seyyid Hacı Mevlüd Baba, bana Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın 74 Halifesi olduğunu, sağlığında her birini
irsad için değisik yerlere görevlendirdiğini söylemisti.
Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın dergâhında yetisen yüce düsüncelere sahip kâmil insanlar Anadolu’nun
muhtelif bölgelerine dağılıp irsad faaliyetlerini yürütmüslerdir. Bunlardan bazıları sunlardır:
Mevlüd Baba (aynı zamanda torunudur), Öznülü Abdulgani Efendi36, Keçesorlu Kâmil Baba, Zivinli Aziz
Baba, Sarıkamıs Micingertli Đsmail Baba, Ağverenli Kerim Baba, Bayburt Kaleardılı Ahmed Baba, Asağı Horumlu
Molla Bahri, babası Molla Muhammed ve Hak âsığı Âsık Sümmânî Baba. Aslen Sarıkamıs’ın Ağveren Köyü’nden
olup, kabr-i serifi Yozgat, Çekerek ilçesi Habalı Köyü’nde bulunan Divane Mevlüd Baba, yine aslen Sarıkamıs’ın
Ağveren Köyü’nden olup kabr-i serifi Yozgat, Çekerek Đlçesi, Vasfı Bey Köyü’nde bulunan Hamza Baba, yine
Sarıkamıs’ın civar köylerinden olup kabr-i serifi Tokat, Zile Kaza’sında bulunan Haydar Baba, Erzincan Kelkit
ilçesi Sipekör Köyü’nden ulemâdan Veliyuddin Efendi…
(Hamza ve Divane Mevlüd Babalar’ın kabirleri üzerine, Ankara Đhvanı tarafından birer türbe
yaptırılmıstır. Ayrıca Hamza Baba’nın türbesinin yanı müsait olduğu için bir de tevhidhane ilave edilmistir.)
36 Abdulgani Efendi’nin Erzurum Öznü köyündeki kabir tasında;
Hüvel Hayyul Baki
Lailahe Đllallah
Muhammedür Resullullah
El merhum ul mağfur
Narman’ın Ardos (Oltu Çamlıbel) köyünden
Tarikatı Rufai Halifelerinden, Öznü imamı Seyh Abdulgani Efendindinin ruhu için el fatiha (Rumi
Ağustos 1355/1939)
Müznibi biçareyim
Derdime derman
Ey hüda
Sen keremler kânısın
Etme lütfundan cüda
Geçti dünya geldi ukba
Oldu can tenden cüda
Kıl sefaat destigir ol ya Muhammed Ahmed
Deri dergâhına geldi
Bu ZĐKRĐ kemter geda (1939)
Gönül Sultanlarımız
23
Abdulgani Efendi’nin Erzurum Merkez’e bağlı Öznü Köyündeki Kabr-i Serifleri
Seyyid Hacı Ahmed Baba kendisiyle çağdas olan Halvetî Mesayıhı’ndan Narmanlı Đbrahim Ethem Baba
(1836–1916), Kâdirî Mesayıhı’ndan Hâsi’î Zâde Ali Efendi (Hacı Hasil) Hazretleri ile karsılıklı olarak ziyâretler
yapmıslardır.
Abdulgani Efendi’nin halifesi Tepsicikli Mustafa Efendi’nin günümüz postnisini Đsmail Hakkı Hocam söyle
anlattılar:
“Hacı Mustafa Efe’m, seyhim Abdulgani Efendi’den rivayetle söyle anlatırdı. Seyyid Hacı Ahmed Baba,
görevlendirdiği halifelerine tembihlerde bulunurmus. Kaleardılı Ahmed Baba’ya demis ki: “Ahmed Baba! Ders
vereceğin zaman Levh-i Mahfuz’a bak, ders alacak kisi saîd ise ders ver. Sakî ise onu saîd edinceye kadar ders
verme”. Kaleardılı Ahmed Baba da: “Ben ne Levh-i Mahfuza ne de saîd veya sakî olmalarına bakamam, kisinin
kolundan tuttuğum gibi manen size teslim eder ve aradan çıkarım” demis. Seyyid Hacı Ahmed Baba, bu söz
karsısında çok memnun olmus ve manevi himmetini iyice ziyadelestirmistir”.
Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın Tarikat Silsilesi (Zinciri):
Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın, Hz. Muhammed(s.a.v)’e kadar uzanan mübârek peder-i âlileri Seyyid
Yusuf u Nâili Hazretleri Irak Süleymaniye’den Van’a hicret etmis olup, Seyyid Hacı Ahmed Baba ise kitabımızda
belirtildiği üzere uzun bir yolculuktan sonra Rasûlullah’ın (sav) manevi isareti ile Erzurum, Horasan, Sanamer
Köyü’ne yerlesmistir.
“Benim Ehl-i Beytim, Nuh (a.s)’ın gemisi misalidir. Her kim o gemiye bindiyse kurtuldu. Her kim de
geri kaldıysa gark (helâk) oldu.”
(Hadis-i serif)
SEYYĐD HACI AHMED BABA’NIN HAYATINDAN KESĐTLER VE BAZI KERÂMETLERĐ
Đslam tarihi incelendiğinde bilinir ki: Allah (cc), Peygamberimiz (sav)’i mucizelerle ve ona ümmet olan
velileri kerametlerle desteklemistir. Bunların gerçeklestiğini görmek ise, hem müminlerin sevklerinin artmasına
vesile olup, hemde iman etmeyenlerin kalplerinin Đslam’a ısınarak iman etmelerine vesile olmaktadır.
Bu hadiselerin yasandığı dönemde imkânsız gibi görünen, hatta nasıl gerçekleseceği tahayyül dahi
edilemeyen kerametlerin ard arda gerçeklesmesi, Allah’ın (cc) evliyalara özel bir ilim (leddünnü ilmi) verdiğinin
açık bir delilidir.
Gönül Sultanlarımız
24
Surası muhakkak ki: Peygamberimizin (sav) güzel ahlakını, onun hangi sartlarda nasıl bir tavır
koyduğunu öğrenmenin en önemli yolu ona benzemeye çalısmak, takvada, tavırda, ihlasda, tevazuda,
temizlikte, iman sevkinde onu örnek almaktır.
Günümüzde insanların pek çoğu kendilerine birçok insanı örnek almakta, onların tavırlarına özenmekte,
onlar gibi konusup, onlar gibi davranmaya çalısmaktadır. Oysa özenilmesi, benzemeye çalısılması gereken
kisiler, Paygamberimiz (sav) ve onun ahlakça ve takvaca hayat ölçülerini hayatına hâkim kılan Allah Dostlarıdır.
Allah Dostları hayatlarının her döneminde Peygamberimiz (sav)’in sünnetine ve Kuran ahlakına
uymakla ömürlerini geçirmislerdir. Böylece Allah (cc), Peygamberimiz (sav)’e nasıl yardım etti ise veli kullarınada
öyle yardım edip yollarını açarak olağan üstü basarılar vermistir.
Allah (cc), ayetlerinde Allah’a ve Rasulüne iman etmenin, peygamberi sünnetleri izlemenin önemine
dikkat çekmekte ve Allah Dostlarının kurtulusa ereceklerini söyle müjdelemektedir:
…Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru
izleyenler; iste kurtulusa erenler bunlardır.37
Đlmî ve Tasavvufî Pâyesinin Tescil Edilmesi
Seyyid Hacı Ahmed Baba, Đmtihan Ediliyor:
Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın seyyahlığı esnasında kendisi ile tanısıp, sohbetlerinden feyiz alan ve
kerâmetleri ile feyizyab olanlar tarafından dergâhı, dolar tasar. Bu durum, kısa sürede Erzurum’daki Müftülük
yetkililerine ulastırılır. Seyyid Hacı Ahmed Baba’yı Erzurum’a çağırıp, imtihan etmeyi düsünürler38. Onlar böyle
düsünürken, Seyyid Hacı Ahmed Baba kendi ihvanlarına:
- Deginan39 oğul! At kızağını hazırlayın, bize yol göründü, der.
Hazırlıkların ardından, uzun süren bir yolculuk sonunda, hiçbir zaman yanından ayırmadığı Sarıkamıs
Micingertli Đsmail Baba, Zivinli Aziz Baba, Ağverenli Kerim Baba, Öznülü Abdulgani Efendi, Keçesorlu Kamil
Baba, Asağı Horumlu Molla Bahri gibi halifeleriyle Erzurum’a doğru yola çıkarlar, Hasankale’ye vardıklarında
aksam olur. Mevsimin de kıs olması hasebiyle, Đbrahim Hakkı hazretlerinin torunlarından, Hacı Halim Efendi’nin
medresesine misâfir olurlar. Alvarlı Efe40 de genç bir talebe olarak medresede bulunmaktadır. Talebeler o
esnâda Arap gramerinden belâgat ilmiyle alâkalı “Muhtasar-ı meânî” isimli kitabı kendi aralarında sesli sekilde
mütalaa etmektedirler. Medresenin bir kösesinde halîfe ve dervîsleriyle oturan Seyyid Hacı Ahmed Baba oradaki
talebelere hitâben:
“Kurban! Đbâreyi yanlıs okudunuz, doğrusu söyle olacaktı” diye onları bes altı kez îkâz eder.
Talebelerden bazıları hocalarına dönerek “Hocam bu zât kimdir” diye sorarlar. Hocaları da “Đste
Sanemerli Seyyid Hacı Ahmed Baba bu zâttır” der. Alvarlı Efe:
“Hocam! Hacı Ahmed Baba ümmî diyorlardı. Hâlbuki bu zât âlim birisine benziyor” der.
Hocası da:
“Canım kendisi Arap’tır, ondan dolayı biliyor” der.
Đlk bakısta Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın ledünnî ilim sahibi olduğunu anlayamazlar. Takdir edilir ki
herhangi bir kimse okuma yazma bilmese de mensup olduğu milletin dilini konusur ama gramer kâidelerini
37 Araf Suresi, 157
38 O dönemlerde, dergâhlar resmî müessese olup, icâzetli insanlar tarafından yönetilmesi mecburiydi.
39 Bu kelime, o zamanki yöre halkının dilinde, “ey!”, “hey!” gibi “nidâ edâtı” olarak kullanılmaktadır
40 Hasankale’nin Alvar Köyü’nde yasamıs Naksıbendî Mesâyıhı ve aynı zamanda büyük bir alim olan
Muhammed Lütfî Efendi Hazretleri’ne Erzurum’un yöresel hitab tarzıyla Alvar’lı Lütfî Efe yani Alvar’lı Lütfî
Efendi diye hitab edilegelmistir.
Gönül Sultanlarımız
25
bilemez. Hele hele dil bilgisiyle ilgili incelikleri bilmesi mümkün değildir. Yatsı vaktinden biraz sonra Seyyid Hacı
Ahmed Baba’yı imtihân edilmek için Erzurum’a götürmek üzere vazifeli sahıslar da gelir aynı medreseye misâfir
olurlar. Medresenin müderrisi Hacı Halim Efendi o kimselere seyahatlerinin sebebini sorduğunda o görevliler:
“Sanamer’e Arap asıllı bir seyh gelmis. Erzurum vâlisi, imtihân edilmesini istedi. Onu götürmek için
Sanamer’e gidiyoruz” derler.
Bir kösede bu konusmaları dinleyen Seyyid Hacı Ahmed Baba:
“Deginan oğul! O Arap seyh benim. Tâ Sanamer’e kadar zahmet etmeyin, sabah olsun beraber
Erzurum’a gideriz” der.
Sabahleyin kusluk vaktinde hazırlanan kafileye medresenin müderrisi, Hacı Halim Efendi ve
medresenin talebelerinden bazıları ile birlikte Alvarlı Muhammed Lütfi Efendi de katılır. Böylece Erzurum’a
hareket ederler.
Dönemin il müftüsü ve Erzurum ulemasından Solak-zâde, Ketenci-zâde ve Yetim Efe gibi zâtların
baskanlığında Seyyid Hacı Ahmed Baba hâlen ibadete açık Erzurum Ulu Camii’nde imtihan edilir. Đmtihan
esnasında halifelerinden Molla Bahri, rabıta yapar. Sorulan suallerin cevaplarının Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın
önündeki rahle üzerinde yesil ciltli bir kitaptaki sayfaların açılıp cevaplarının verildiğini görür. Molla Bahri seyhi
Seyyid Hacı Ahmed Baba’ya;
“Sultanım! Müsaade ederseniz suallerin birine de ben cevap vereyim.”
Seyyid Hacı Ahmed Baba, bu sırra vakıf olan halife Molla Bahri’ye: “Kapat gözünü” diyerek, perdeler.
Sorulan her sual, Edille-i Ser’iyye (Kitap, Sünnet, Đcmâ, Kıyas) doğrultusunda cevaplandırılır. Böylece Seyyid
Hacı Ahmed Baba ve beraberindeki halife ve dervisleri, hâzirûnda bulunan Solak-zade Hazretleri tarafından
evine davet edilir. Sohbet esnasında Talebelerden Alvarlı Muhammed Lütfi Efendi aklından söyle geçirir; “Biz
Seyyid Hacı Ahmed Baba’yı ümmî diye duymustuk hâlbuki büyük âlimmis. Bir Zikrullah yaptırsa da Rufâî Zikri
nasıl olurmus görsek”
Seyyid Hacı Ahmed Baba Muhammed Lütfi Efendiye dönerek;
“Deginan oğul! Senin canın zikir istiyor ama ben de üsüdüm. Benim canım da çay istiyor. Önce çayımızı
içelim daha sonra zikrullah yaparız.”der.
Çaylar gelir, içilirken sohbet esnasında mevsimin kıs olması münasebetiyle, odada soba yanmaktadır.
Sobanın üzerindeki su dolu ibrik, sıcaklığın tesiri ile kaynayıp kapağı dikkat çekici sesler çıkarmaktadır. Seyyid
Hacı Ahmed Baba, ayağa kalkarak sobaya yaklasır, elini kapağın üzerine koyup, kendine özgü hitap üslubuyla:
“Üskün ya ma’i” (Sakin ol ey su) demesi ile hem ibrik hem de soba buz kesilir. Seyyid Hacı Ahmed
Baba’nın bu harikulade kerâmetini gören hâzirûn o zaman Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın ilminin, zâhir ilminin
ötesinde ledünnî bir ilim olduğunu anlarlar. Muhabbetleri ve saygıları daha da artar.
Seyyid Hacı Ahmed Baba ve halifeleri, Erzurum’daki misafirlikleri süresince, buradaki bütün Allâh
dostlarından, ölenlerin kabirlerini, sağ olanların dergâhlarını ziyâret edip onlarla feyz alıs-verisinde bulunurlar.
Dergâha dönmek üzere Erzurum’dan ayrılan Seyyid Hacı Ahmed Baba, sehre olan muhabbetini:
-”Erzurum, güzel Erzurum! Veliler diyarı Erzurum”, sözleriyle dile getirir.
Ümmî Sanılan Âlim:
Çağının mesâyıhları tarafından “gavs-ı âzâm”lığı hususunda ittifak edilen Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın
hayatı kerâmetlerle doludur. Bunlardan birisi de sudur:
Abdulgani Efendi’nin Seyyid Hacı Ahmed Baba’ya intisabını41 Abdulgani Efendi’nin günümüz Post-nisini
41 Abdulgani Efenin kzı torunlarından Abdulgafur Sarıkaya Gülzarı Hacegan isimli Tasavvufi dergide Efe’nin
Seyit Hacı Ahmet Baba’ya intisabını söyle anlatır. …O dönemde Horasanın Sanamer Köyünde bulunan Rufai
Gönül Sultanlarımız
26
Đsmail Hakkı (Çetrez) Hocamız anlatıyor:
“Seyhim Hacı Mustafa Efendi, kendi seyhi Abdulgani Efendim’den dinlemis ve bize anlatmıstı. 1900’lü
yılların basında Abdulgani Efendi, Sanamer’e imam olarak gider.
Bir süre sonra Rufâî dergâhının ziyâretçilerle dolup tastığını görür. Kendince ümmî bir adam olarak
gördüğü Seyyid Hacı Ahmed Baba’ya karsı insanların bu denli teveccühüne bir anlam veremeyen köyün genç
imâmı ziyârete gelenlere:
- Bu ümmî adamda ne buluyorsunuz?” diye çıkısır.
Gelenler:
- Onun huzurunda, beseriyetin hırs ve ihtirasından arınıyoruz. Bizi bir edep kaplıyor. Gönlümüz huzurla
doluyor. Dertlerimize sifa buluyoruz. Daha da ötesi kalbimizden geçenleri biliyor.
Bu cevap karsısında Abdulgani Efendi:
- Ben de sizinle geleceğim. Kalbimde bir seyler tutacağım. Eğer bilirse, kendisine intisap edeceğim.
Aksi takdirde aleyhindeki düsüncelerim, kat kat artarak devam edecektir, der.
Bu niyetle dergâha varır. O sırada Seyyid Hacı Ahmed Baba, ziyârete gelenlerle sohbet etmektedir.
Hoca kalbinden su düsünceleri geçirir:
- Bu adam, evlenmeden önce hanımının gizli benlerini bilmis. Benim hanımımın da çokça beni var.
Bakalım onları da bilecek mi?
Tam o esnada Seyyid Hacı Ahmed Baba sohbeti keserek yönünü Abdulgani Efendi’ye döner ve hocanın
sırrını su sözleriyle ifsâ eder:
- Deginan oğul Abdulganî! Senin hanımın benim evlâdımdır. Đnsan evlâdını tanımaz mı? Ne diye böyle
düsünüyorsun?!
Bu durum karsısında bedenini bir lerze (titreme hali) bürür.
Abdulgani Efendi köylüler tarafından zaman zaman davetler çağrılır. Abdulgani Efendi’nin davet edildiği
her eve aynı zamanda Seyyid Hacı Ahmed Baba da davet edilir. Hane sahipleri, Seyyid Hacı Ahmed Baba’ya
ziyadesi ile hürmet gösterip basköseye oturturlar. Abdulgani Efendi, hocalık ilmi ile bu hürmetten pek rahatsız
olur. Seyyid Hacı Ahmed Baba’ya hangi hocada ve ne okuduğunu sorar. Aldığı cevapla ümmî olduğunu ve
kimseden ders okumadığını öğrenince rahatsızlığı kat kat artar.
Abdulgani Efendi, sabah namazlarına her gidisinde Seyyid Hacı Ahmed Baba’yı kendinden önce gitmis
ve caminin kapısı önünde bekler halde bulur. Bir seferinde boy abdesti alıp sabah ezanına geç kalmamak için
telaslanır. O esnada tüm soruların önemini yitirip, sır perdelerinin kaldırıldığı ve tüm cevapların verildiği bir âlem
olur. Kendisine gösterilmek üzere sırlar ayân olup, gönül gözü açılmıstır. Bulunduğu yerde, evle camii arasına
giren duvar mânen kalkar ve câminin önü görünür. Bakar ki Seyyid Hacı Ahmed Baba yine caminin önünde
beklemektedir. Yanına Ricâl-i Gayb’dan iki kisi gelir. Kendi arkadaslarının vefat ettiğini ve yerine göreve kimi
getirmelerinin gerektiğini sorarlar. Seyyid Hacı Ahmed Baba de; “Bu saatte herkes uykuda, ancak (eli ile hoca
efendinin evini isaret ederek) hoca efendi uyanıktır, onu yazın” der.
Böylece Seyyid Hacı Ahmed Baba’ya duyulan tüm öfkeler bitmis, yerini sevgi ve muhabbete
bırakmıstır. Sabah namazını kılarlar. Hoca Efendi, câmiden çıktığında Seyyid Hacı Ahmed Baba’yı farklı
Seyhlerinden Hacı Ahmet Baba Kursunlu Medresesi Müderrisine bir mektup yazar. Yaslandığını, köylerinde
imamlık ve hizmet yapabilecek birisinin gönderilmesini talep eder. Müderris efendi Abdulgani’ye “molla
hazırlan seni Sanamer Köyüne hizmet için göndereceğim” der.
Abdulgani Efendi de “efendim ben biraz daha okumak istiyorum” diyerek gitmek istemez. Müderris
Efendi der ki; “Evladım ben sana gereken tahsili okuttum, benim öğretemeyeceğim hususları da Hacı Ahmet
Baba’dan öğrenirsin” diyerek Sanamer Köyüne gönderir. Đntisap edindikten sonra Hacı Ahmet Baba’nın
karsısında evet ve hayır cevabından baska bir sey söylememeye çalısır. Artık Hacı Ahmet Baba’ya intisap
etmis ve manevi ilimleri öğrenmeye baslamıstır.
Gönül Sultanlarımız
27
duygularla takip eder. Cemaat hoca efendinin takibini yanlıs anlar ve onlar da arkalarından yürürler. Dergâha
gider ve hemen orada bugüne kadar ki hal, hareket ve tavırlarından dolayı özür diler. Seyyid Hacı Ahmed
Baba’nın ayaklarına kapanır, tüm iradesini teslim ederek ders alır ve dervîs olur.
Bu manevi durum, vakanın her iki muhatabı tarafından da karsılıklı olarak görülmüs ve duyulmustur.
Demek ki Ricâl-i Gayb’lar her seher uyanık olan Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın fikri üzerine Rical-i Gayb’ların
görev listelerine isim ekliyorlar.
Hıristiyan Misyonerlerinin Isrârı:
Hıristiyan misyonerlerinin her tarafta kol gezdiği 1900’lü yıllarda, Rufâî dergâhında insanlara Đslam Dini
öğretilmekte, Kur’ân-ı Kerîm okutulup, kâmil Müslümanlar yetistirilerek manevî cihad devam etmektedir.
Misyonerler yöre halkını Hıristiyanlastırmak için Rufâî dergâhını kendilerine hedef seçerler ve Seyyid
Hacı Ahmed Baba’ya gelerek söyle derler:
-Bizim dinimiz Hıristiyanlık, sizin dininiz Đslâmiyet’ten üstündür. Bizim peygamberimiz Hz. Đsâ sizin
peygamberiniz Hz. Muhammed’den (sav) üstündür. Zira o, ölüleri diriltir hastaları ilâçsız tedâvî ederdi.
Seyyid Hacı Ahmed Baba:
- Ben, Rasûlullah (sav) Efendimiz’in ümmeti ve evlâdı olarak sizin peygamberinizin yaptıklarından
yapacak olursam siz bizim dinimiz Đslâmiyet’e iman eder misiniz? Diye sorar.
Misyonerler:
- Đddiânızı isbât ederseniz kesinlikle îmân ederiz, derler.
Rufâî mürsidi olan Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın dergâhında “burhân”42 malzemeleri mevcuttur.
Duvarda asılı olan kılıcı eline alıp kendi müridlerine dönerek:
- Đçinizden biri çıksın keseceğim, der.
Henüz üç gün önce Hacı Ahmed Baba’ya intisâb eden köyün genç imâmı Abdulgani Efendi, meydana
çıkar. Seyhi tarafından karnından beline kadar kesilir. Bir müddet zikir devam eder. Daha sonra Baba, kesilen
beli eliyle mesheder. Abdulgani Efendi, eskisi gibi sapa sağlam bir sekilde ayağa kalkar. Papaz ve
beraberindekiler, derhal sahâdet getirerek Đslâm Dini ile sereflenirler.
O günden sonra Abdulgani Efendi, Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın halifeleri arasında yerini almıs, hatta
sır kâtibi olmustur. Abdulgani Efendi’nin günümüz post-nisîni Đsmail Hakkı (Çetrez) Hocamız söyle anlatıyor:
“Abdulgani Efendim’in vefatında Tebrizcikli Hacı Mustafa Efendi, belindeki (ameliyat izi gibi) kırmızı
çizgiyi hazırda bulunan cemaate göstermistir”.
Herseye Hiç Yoktan Renk Veren Allâh,
Kırmızı Öküzün Rengini Alacaya Tebdîl Etmez mi?
Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın, Sanamer’e yakın olan Sarıkamıs’ın Kötek köyünde yasayan, Rıza Bey43
42 Rufai Tarîkatı’nda mürsid tarafından gösterilen kerâmet kâbilinden deliller.
43 Horasan’ın Kötek Köyü’ndan olup Seyyid Hacı Ahmed Baba’ya büyük bir ihlas ve samimiyetle bağlanmıs
dervislerindendir. Sık sık Seyyid Hacı Ahmed Baba’yı ziyaret eder, sohbet ve zikir meclislerinde bulunur idi.
Her sene 2 defa Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın o zamanda giymis olduğu dıs elbiselerini ve mestlerini en güzel
kumastan yaptırır, Seyyid Hacı Ahmed Baba’ya getirir, elini ve ayağını öper, yeni elbiseleri giydirir, eski
elbiselerini de evine götürürdü. Hâlâ Seyyid Hacı Ahmed Baba’ya ait bazı elbise ve esyalar su anda
Horasan’ın Serkülü Köyü’nde mukim olan oğlu Dursun Bey’dedir. “Sen niçin böyle yapıyorsun?” Rıza Bey’e
sorduklarında cevaben: “Seyhim Seyyid Hacı Ahmed Baba’ya ‘Bunları kim diktirdi?’ diye sordukları vakit bir
kere ‘Bizim Rıza diktirdi’ derse isim tamamdır” dermis. Zira Seyyid Ahmed er-Rufai Hazretleri(ra):
“Kabulumuz makbul, reddimiz merdudtur” buyurmuslardır. Yani “Allah Dostları’nın razı olduğu kimselerden
Allahu Teâlâ da razı olur, onların gönüllerinden ismini silip çıkardığı kimselerden de Allahu Teâlâ yüzçevirir”
Gönül Sultanlarımız
28
adındaki dervîsi ticâretle uğrasmaktadır. O dönemin süper gücü olan Rusya ile ticârî bağları vardır. Rus
yetkililerle yüz adet öküz satmak üzere anlasmalar yapılır, onlar sürüyü görmek isterler. Sürü henüz Türkiye
hudutlarında iken, alaca renkli bir öküz ölür. Çobanlar, Rıza Bey’e haber iletirler. Rıza Bey, çobanlara ölen
öküzü, derhal toprağa gömmelerini emreder.44 Kıbleye dönerek:
-Ya Hacı Ahmed Baba! Hâlim sana ayân, der.
Biraz sonra, benekli alaca öküzün, hayvanlar içerisinde olduğunu görür. Ancak öküzlerin sayısı, artık
doksan dokuzdur. Duruma hayret eden Rıza Bey, satma islemini bitirdikten sonra, Sanamer’e gelerek dergâha
gider. Seyyid Hacı Ahmed Baba, Rıza Bey’e:
-Deginan oğul, Rıza! Alaca öküz olmasaydı ne yapacaktın? Diyerek dervîsinin seslenisini, mana
âleminde mânen duymus olduğunu hissettirir ve söyle anlatır:
-Đkindi namazını kılmıstım. Seccâdem üzerinde otururken, senin sıkıntılı hâlini gördüm. Secde ederek,
Ya Rabbi! Sen her seyi yoktan var etmeye kadirsin. Đyiler yüzü suyu hürmetine, Rıza kulunun hâcetini gider,
diye duâ ettim. Ve ekler:
-Deginan oğul, Rıza! Allâh için hiçbir güçlük yoktur. Herseye hiç yoktan renk veren Allâh, kırmızı
öküzün rengini alacaya tebdîl etmez mi?
Bu kerâmeti de kısa sürede yöre halkı tarafından duyulmus, herkes kendi seviyesi nispetinde îzâh
etmeye çalısmıstır.
Bir Vilâyetin de Eksik Olsun:
Rufâî Ankara Halifesi Hacı Ömer Efendi, Seyyid Hacı Mevlüd Baba’dan söyle nakleder;
Rıza Bey Azap Beyleri’ne45 misafir olur. Azap Beyleri kendilerine misafir olan Rıza Bey için koyun kesip
kebap vurlar, sofra hazırlanırken Rıza Bey’in, seyhi Seyyid Hacı Ahmed Baba’ya olan muhabbetlerini
bildiklerinden ona takılmak isterler.
Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın sıkça tekrarladığı “Ezeli, güzeli, gazeli çok severim” sözünü kastederek
Rıza Bey’e saka yapmak adına “Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın; ‘ezeli, güzeli, Hazal’ı çok severim’ der imis.” derler.
Hazal o yörede güzelliği ile ün salmıs bir hanımefendinin ismidir. Oysaki Seyyid Hacı Ahmed Baba, ‘Ezeli
severim’den kastı: Ezeli ervahta (Ruhlar âleminde Cenab-ı Hakk’ın “Ben sizin Rabbiniz değil miyim” Hitabına
müminlerin ruhlarının “Kâlû belâ” (Evet Rabbimizsin) cevabını kast etmektedir.)
‘Güzeli Severim’den muradı ise; Tüm Allâh Dostları’nda olduğu gibi mutlak güzellik, Allahû Teâlâ’nın
cemâli ve Rasûlullah (sav) Efendimiz’i kast etmektedir.
‘Gazeli severim’ sözündeki muradı ise; Dergâh-ı Seriflerde Allah (cc) ve Rasûlü’nün sevgisini artırmaya
vesile olan ilahiler ve gazellerdir.
Rıza Bey misafir olduğu Azap Beyleri’ne dönerek “Vallahi sizin ekmeğinizi yemeyeceğim.” diyerek
oradan ayrılır.46 Azap Beyleri her ne kadar biz latife yaptık derseler de Rıza Bey onları dinlemeyerek atına biner
ve gece vakti seyhinin köyü olan Sanamer’e doğru yola koyulur. Gecenin geç vaktinde Sanamer’e girince seyhi
mânâsında olan bu söze yakînen iman eden Rıza Bey, Allahu Teâlâ’nın rahmet ve rızasına açılan kapının yolu
Allah Dostları’nın gönüllerinden gittiği için seyhinin rızasını tahsil için âsıkâne, sâdıkâne hizmetlerde
bulunmustur. Allah kendisine rahmet etsin. Onu hakikat aleminde o mânâ sultanları ile beraber eylesin!.
44 Zira o tarihlerde Müslüman Türk tüccarlarının öküzlerinden veya ineklerinden bir tanesi ölür ise Rus
tüccarlar, bulasıcı hastalık var diye ya hiç almıyorlar ve anlasmayı bozuyorlar, ya da birkaç ay süren karantina
uyguluyorlardı. Dolayısıyla karantina müddetince hayvanların bakımı, muhafazası yemi, samanı ve çoban
parası sürü sahibinin üzerine kalıyordu. Bu nedenle Rıza Bey ölen öküzden Ruslar’ın haberinin olmamasını
istemisti.
45 Horasan’a bağlı Azap köyünde kendilerine daha önceden beylik ünvanı verilen kisiler. Azap beyleri, Zanzak
beyleri, hâlen yöredeki halk arasında konusulmaktadır.
46 Rıza Bey’in bu davranısı Tasavvuf Kültürü’nde “Tevellâ,Teberrâ” yani mürid mürsidinin dostuna dost,
düsmanına düsman olmak ifadeleri ile açıklanır.
Gönül Sultanlarımız
29
Seyyid Hacı Ahmed Baba’yı dergâhın kapısı önünde beklerken bulur. Seyyid Hacı Ahmed Baba uzaktan gecenin
karanlığında bir silüet seklinde görünen Rıza Bey’e sert bir ses tonu ile seslenerek.
-Rıza! Orda dur gelme. Sen benim dostum musun yoksa düsmanım mısın? Der. Rıza Bey:
-Kurban olayım Hacı Baba! Ben sana nasıl düsman olurum. Ben senin kapında bir kıtmirim.
-Öyle ise Azap Beyleri bana o sözü söylediklerinde neden sabretmedin? Bana bir “vilayet” daha
verilecekti.(Tasavvufta vilayeti, manevî makam demektir.)
-Kurban olayım Hacı Baba! Senin çok vilayetlerin var. Bir vilayetin de eksik olsun. Bilsem ki yüz tane
vilayet kaybedeceksin, ben seni müdafaa etmeden duramam. Benim yanımda vermesinler de kimin yanında
verirse versinler, diyerek seyhine canı gönülden bağlılığını ortaya koymus olur.
Ahmed Bizim Yavrumuzdur:
O dönemlerde Hasankale ilçemizde Cafer Hoca isimli müftü, Seyyid Hacı Ahmed Baba’ya karsı saygıda
ketum davranır. Bir gece rüyâsında Hz. Ali (k.v.)’yi görür. Hz. Ali Efendimiz müftüye bir kedinin yavrusunu
ağzında tasıdığını gösterir ve der ki:
“Kedi, kedi iken küçük yavrusuna sahip çıkıyor ve ağzında tasıyor. Ahmed Baba da bizim yavrumuzdur.
Biz de ona sahip çıkarız”.
Cafer Hoca, Solak-zâde Hazretlerinin evinde yapılan zikir meclisinde Seyyid Hacı Ahmed Baba’yı
gördüğünde, orada bulunanlara gördüğü rüyâyı anlatmıs ve Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın elini öperek ondan
özür dilemistir.
Bir Avuç Toprak:
Seyyid Hacı Ahmed Baba, 93 harbi olarak bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus Savası’na dervîsleri ile birlikte
katılarak, Horum tabyaları denilen mevkide düsmanla çarpısmıstır47. Bu savasta söyle bir kerâmeti anlatılır:
Erzurum Horasan Horum Köyünden Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın halifelerinden Molla Bahri’nin
torunlarından Zeki ve Abdurrezzak (Erdoğan) isimli beyler büyük annelerinden naklen söyle anlatırlar;
“Horum Düzü diye tabir edilen mevkide yapılan Osmanlı Rus savasında Osmanlı Ordularımız’ın Rus
orduları karsısında basarı elde edememesinden dolayı kumandanlardan bazıları Seyyid Hacı Ahmed Baba’dan
dua talep etmek üzere Sanamer Köyü’ne giderler. Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın halifelerinden Molla Bahri bir
gün önce rüyasında;
“Alnına ve koluna birer madalya takıldığını, seyhi Seyyid Hacı Ahmed Baba’ya anlatır. Seyyid Hacı
Ahmed Baba anlatılan rüyayı dinlediğinde hüzünlenir ancak yorumlamadan sadece Allah hayırlara tebdil etsin
der.
Seyyid Hacı Ahmed Baba, Molla Bahri’nin de içinde bulunduğu halife ve dervislerle birlikte muharabe
yeri olan Horum Düzü’ne giderler. Kendilerinden dua talep eden kumandanlara dönerek;
-’Kumandanım! Asker evlatlarımıza söyleyiniz. Benden ileriye geçmesinler’ der. Kendi halife ve
dervislerine arkamdan geliniz diyerek beline bir pestamal bağlar. Đçine koyduğu bir avuç toprağı Hazreti
Rasûlullah’ın (sav) Uhud Harbi’nde müsriklerin yüzüne toprak savururken okuduğu;
47 1877-78 Osmanlı Rus harbinde Gazi Ahmed Muhtar Pasa’nın yanında görevli olan Mehmed Arif Bey, o gün
için “Horum (Zivin) Muharebesi: 25 Haziran 1877” baslığı altında sunları anlatır:
“Bizim süvari ile düsman süvarisi, bizim metrisli ordugâhın ilerisinde çarpısmağa basladılar. Bizim
süvariler ayak ayak geriye geliyorlardı. Düsman fırkası bataryaları ile beraber tam karsımıza gelip toplarını
ta’biye etti. Gerçi düsman her ne kadar top menziline geldi ise de, mesafe tayin ettirmemek için bizim toplar
ates etmediler. Evvela düsmanın bir batarya topunun birden dumanı kalktı. Gülleleri bize gelmediği gibi,
önümüzde arızalı bir zemin olduğundan nereye düstüğünü de göremedik. Sonra teker teker birkaç toptan,
birkaç defa duman çıktı. Hiç birisinin güllesi görülemedi. Meğer gülleler önümüzdeki derelerin içine kısa
menzile düsermis…” Ayrıntı için bkz: Arif, Mehmet, Basımıza Gelenler, Tercüman 1001 Temel Eser, I, 291.
Gönül Sultanlarımız
30
}lٰ^ َ رَ e ا fgh ٰ ِ k َ وَ []ْ ^ َ اِذْ رَ َ []ْ ^ رَ َ `^ { وَ َ
“Vemâ rameyte iz rameyte velâkinnellâhe ramâ” (Attığın zaman da (Resûlüm) sen atmadın. Lâkin Allah
attı)48 ayetini okuyarak tarlaya tohum serper gibi Rus ve Ermeniler üzerine yürür. Düsman siperlerine
yaklasırken düsmanlar tarafından atılan mermiler Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın cübbesine isabet eder ve yere
düserler. Bu harikulade hal karsısında askerlerimizin sevki artar. Tam o esnada seyhinin biraz ardında bulunan
Molla Bahri cezbelenerek Allah Allah nidası ile Seyyid Hacı Ahmed Baba’yı biraz ileri geçmesi ile düsman
kursunlarının bas ve koluna isabeti ile sahadet serbetini hemen oracıkta içer.
Seyyid Hacı Ahmed Baba, halife ve dervislerine dönerek;
“Deginan oğul! Molla Bahri’nin gördüğü rüyanın yorumu iste bu idi” der.
Düsman siperlerine iyice yaklasıp, süngü harbi mesafesine girildiğinde kumandanlara dönerek “bizim
vazifemiz buraya kadar, buradan sonrası size ait” der ve böylece askerlerimiz düsman mevzilerini zaiyat
vermeden ele geçirirler. Daha sonra esir edilen Rus ve Ermeni askerleri savas durumunu söyle izah etmislerdir:
“Siyah sarıklı ve cübbeli zatın atmıs olduğu topraktan gözlerimiz görmez oldu, savasmaya mecal bulamadık.”
Bu savas sonrasında ordumuz kumandanlarından Eyüp Pasa, Seyyid Hacı Ahmed Baba’ya “fedai”
adında bir at hediye etmistir. Seyyid Hacı Mevlüd Baba atı söyle anlatırdı:
“Fedai, oldukça iri kıyım, demirkır (gri ve çil desenli) bir attı. Ruslar’dan Osmanlılar’ın eline geçen
ganimetlerdenmis. Babam binerken, fedai âdetâ iç geçirirdi. Derlerdi ki, Rus olan önceki sahibine çok alısık
olduğundan bizim binmemizden rahatsız oluyordu”. Horum Köyü’nde Molla Bahri’nin defin islerinden sonra
Seyyid Hacı Ahmed Baba ihvanlarına “Deginan oğul sırtımdaki cübbe çok ağırlastı, bunu bir alın” der. Zeki
Erdoğan büyük annesinin cübbenin astarı ile kuması arasından bir tenekeye yakın mermi çıkardığını anlatır.
Seyyid Hacı Ahmed Baba, halifesi Molla Bahri Efendi’nin vefatına çok üzülür ve: “Bahri! Bahri! Kollarım
omuzlarından kırıldı. Dergâhı gece iki saat sana teslim edip te biraz uyuyordum” der.
Allah Dostları’nın kendilerine gönül bağı ile bağlı manevî evlatlarını ne kadar sevdiklerinin bir delilidir.
Balkan Savası ve Yerleri Değisen Düsman Gülleleri:
Osmanlı toprakları içerisindeki Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağlılar Ruslar’ın kıskırtması ile
ayaklanırlar aralarında ittifak yaparak Osmanlı topraklarına saldırılar.
Seyyid Hacı Ahmed Baba, Balkan savasına manen katılmıstır. Trakya’nın Aladağ mevkiinde Yunanlarla
çarpısan Osmanlı askerlerini görür. Osmanlı askerleri çember içerisinde kalmıs, müthis bir sekilde top, gülle ve
mermi yağmaktadır. Görünüste kurtulus ümidi yok gibidir. Tam o sırada orta boylu siyah sarıklı yesil cübbeli bir
zât çıkar ve atılan topları, gülleleri tutar ve Aladağ’ın eteğine yığar. Cübbesini çıkararak ardı sıra sürükler ve
“cübbemin süründüğü izleri takip edin” diyerek çember içinde kalan askerleri kurtarır. O savasta bulunan bir
komutan hayretler içerisinde kalmıstır.
Daha sonra albay rütbesi ile Kars’a Alay komutanı olarak tayin olur. Mevsim kıstır. Hasankale’ye kadar
gelen komutan Hasankale’den sonra at kızağı ile yoluna devam eder. Maiyetindeki kimselerle Sanemer
yakınlarına ulastığında hava kararır. Aksam olur. O günün sartlarında gece yola devam etme imkânı
olmadığından Sanamer Köyü’ne dönerler. Komutan köy sakinlerinden Burhan Sanameroğlu’na misafir olur.
Komutanın yanına gelen köy halkı, aksam yemeğini müteakip komutanın yanından ayrılır. Komutan merak eder
ve hane sahibine, niçin yanından ayrıldıklarını sorar. Hane sahibi:
“Köyümüzde Seyyid Hacı Ahmed Baba isimli bir zât var, Cuma aksamları onun dergâhında toplanıyoruz.
Sohbetler dinliyor ve zikir yapıyoruz” der.
Komutan da hane sahibi ile birlikte dergâha gider. Seyyid Hacı Ahmed Baba’yı görünce sasırır. Zira
Trakya Aladağ Bulgar Muharesi’nde kendilerine mânen yardım ve himmet eden Allah Dostu’na aynen
benzemektedir. Zikir biter, çay ikram edilir. Ancak komutan merak içerisindedir. Đçinden sunları geçirir:
“Acaba Trakya Aladağ cephesindeki gülleleri tutan, bu zât mı? Yoksa sadece bir benzerlik mi söz
48 Sûre-i Enfal, Ayet-17
Gönül Sultanlarımız
31
konusu”.
Herkes dağılmıs, sadece Burhan Sanameroğlu ile albay dergâhta kalmıslardır. Seyyid Hacı Ahmed
Baba:
“Burhan sen git, komutanın benimle biraz isi var” der.
Burhan isimli sahıs gider. Seyyid Hacı Ahmed Baba, komutan ile yalnız kalınca dergâhın kapısını kilitler,
albayın niyetini anladığı için kendi sağ olduğu müddetçe Erzurum ve havalisinde kimseye anlatmaması kaydıyla
yasananları komutana söyle anlatır:
“Dergâhta murakabede iken Allâh tarafından Balkan savasındaki ordumuzun durumu manen bana
gösterildi, ben de Allâh’a yalvardım ve söyle duâ ettim: “Yüce Rabbim! Kuvvet ve kudret senindir. Destur ver
ben günahkârın da bu ordumuza bir faydası olsun”. Allâh nasip etti orada bulundum. Kumandanım, atılan gülle
ve topları tutup Aladağ’ın eteğine yığan ben günahkârdım”.
1930 lu yıllarda komutanımız Erzurum istikametinden Sarıkamıs’a giderken Horasan köyünde “Zoro
Đbrahim” lakaplı sahıs ile karsılasır. Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın sağ olup olmadığını sorar. Vefat ettiğini
öğrenince neden sorduğunu merak eden sahsa Trakya Aladağ cephesinde gördüklerini söyle anlatır:
“Ben Balkan Harbinde Mülazım (Teğmen) rütbesinde komutan idim. Trakya’nın Aladağ cephesinde
Yunanlılarla savasırken cephanemiz azalmıstı. Yunan askerleri bizim birliği çember içine almıs top, gülle ve
mermi yağmuruna tutmuslardı. Orta boylu bir zât belirdi ve mıknatıs, vakum gibi atılan top, gülle ve mermileri
kendi üzerine çekmisti. Olanları sadece benim gördüğümü sanmıstım. Baktım ki askerler de durumun
farkındalar. Çemberden kurtulduktan sonra biz taarruz baslattık ve böylece Yunan askerlerini geri püskürttük.
Albay olunca görev dolayısı ile Sarıkamıs’a geldiğimde o köyde (Sanamer’de) misafir olduğum sahısla birlikte
dergâhına gittim ve kendisini ziyâret ettim”.
Komutan, Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın vefat ettiğini öğrenince hemen orada bir “Fatiha” okur ve
bulunduğu Horasan’dan jipine atlar Sarıkamıs’a gider.
Horum Köyü’nden Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın halifelerinden Molla Bahri Efendi’nin Ankara Balgat 100.
Yıl Mahallesi’nde oturan torunu Zeki ERDOĞAN Efendi anlatıyor:
“Horasan’da terzi çırağı olarak çalısıyor idim. Bir yaz günü ustamla beraber dükkânın önünde ceket
teğelliyordum. Bir yolcu otobüsü geldi. Otobüsten inen yolcular arasında orta yasın biraz üzerinde düzgün
giyimli bir beyefendi ve yanında aynı yaslarda bir hanımefendi bir de torunları yasında bir erkek çocuğu
dikkatimizi çekti. Bize doğru yürüdüler ve beyefendi selam verdi ardından Sanamer Köyü’ne nasıl
gidebileceklerini sordu. Biz de sandalye ikram ettik, çay söyledik: “Biraz bekleyin. Sanamer Köyü’nün minibüsü
simdi gelir. Onunla sizi yollarız” dedik.
O sırada etrafımıza toplanan meraklı insanlar arasında Kore Harbi’ne katılmıs, harb esnasında bir
kolunu kaybetmis biraz da lüzumsuz konusmayı seven bir sahıs: “Ne yapacaksın Sanemer’e gidip de? Gidis-gelis
bir sürü yol parası harcayacaksın. Ben de gaziyim. Maddi durumum da iyi değil. Bana biraz yardımda bulun. O
da ziyaret yerine geçer” dedi.
Misafir sahıs çok siddetli öfkelendi. Biz araya girdik. Yatıstırdık. O lüzumsuz konusan kisiyi de oradan
uzaklastırdık. Misafir sahsın biraz öfkesi geçince sebeb-i ziyaretini sorduk. Ve Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın
Trakya Aladağ’da Bulgar Harbi esnasında kendilerine nasıl manevî yardımda bulunduğunu teferruatıyla bizlere
anlattı ve sonra da: “ Đste ben böyle bir sultanın ziyaretine geldim” dedi.
Daha sonra da Sanamer Köy minibüsüne bindirerek misafirlerimizi Sanemer’e uğurladık. Trakya
Aladağ’daki Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın kerameti yukarıda teferruatıyla anlattığımız için burada Zeki Erdoğan
Bey’in tekrar aynı seyleri anlatımını kısalttık.
Dervîs Bası Dumanlı Gerek:
Nusret isimli bir dervîsi, seyhine sahsî dünyâ sıkıntılarından bahsedince Seyyid Hacı Ahmed Baba:
Gönül Sultanlarımız
32
- “Deginan oğul Nusret! Bu dünyâ imtihan yeridir, dervîs bası dumanlı gerek”, der.
Sıkıntılı dervîs, mesajı yanlıs anlar, sigara içip, dumanlarını tüttürmeye baslar. “Ne bu hal” diye
soranlara da:
-”Seyhim böyle emretti”, der.
Seyyid Hacı Ahmed Baba, dervîsin sahsında tüm ihvânlarına hitaben asağıdaki kıtayı söyler:
Tömbekiye49 tütün deme,
Tütün duyar ar eder.
Tütünü necise katma,
Onu da murdar eder.
Bundan sonra hem adı geçen dervîs, hem de diğer birçok dervîs, sigara alıskanlıklarına son verirler.
Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın Siirleri:
Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın kendine ait siirlerinin olduğu da bilinmektedir. Ancak bunlar, bir kaçı
hâriç, elimizde mevcut değildir.
MÜDEBBĐR OL
Muhammed mefhâr-i âlem
Çerağ-ı çesm-i ve’l-âdem
Cihânı sevmedi bir dem
Kabul eyle bu bürhânı
Bu dünyâya meyil verme
Bu dünyâ fânîdir fânî
Göçürdü Âdem’i Nuh’i
Ve Dâvûd’i Süleymân’i
Onlar gitti bu dünyâdan
Halâs oldu bu rüsvâdan
Çıkar basın bu kavgadan
Gel eyle zikr-i Sübhâni
Nefsin sana itâb eyler
Gelir seytân sitab eyler
Yıkar hanı harab eyler
Aparır dîni îmânı
Giderse dîn ile îmân
Olursun hemrâh-i seytân
Mukallid ates-i nîrân
Ebedî dâr-ı zindanı
Müdebbir ol Arabzâde
Ömrünü verme girdâbe
49 Tömbeki: Nargile tütünü
Gönül Sultanlarımız
33
Değilsin kör bu dünyâda
Resûlü, Rabbini tanı
Nefse “Host” Demek:
Yine bir defasında Seyyid Hacı Ahmed Baba, camiye giderken yol üzerinde yatmakta olan köpeğe
“host” diye seslenir. Köpek hırlayınca mahlûkata merhamet nazarıyla bakan Seyyid Hacı Ahmed Baba, kendi
nefsine hitâben söyle der:
Köpek sen benden âlâsın,
Hiç eskimez kürkün senin.
Nohut, dâne ne verseler
Yemem demez miden senin.
Doğu Cephesi Komutanı Hacı Ahmed Baba’dır:
1897 Osmanlı Yunan Savası sıralarında Ruslar Yunanlılar’ı desteklemektedir. Yörede çıkan “Urus
gelecek” sözleri üzerine Hacı Hasıl Hazretleri: “Endise edilecek bir sey yoktur. Doğu Cephesi Komutanı Hacı
Ahmed Baba’dır. O vefat etmeden buralara Urus gelemez”50 diyerek bu toprakların zâhiren olduğu kadar manen
de sahipli olduğunu anlatırlar.
Gelme Dervîs Gelme Candan Olursun:
Hacı Ömer Sarıkaya Efendi, Seyyid Hacı Mevlüd Baba’dan bizzat söyle nakleder:
Erzurum’un merkez köylerinden, büyükbas hayvan ticareti ile meshur ve maruf (tanınmıs ve bilinen)
olan Yusuf Ağa isimli bir zat, ticârî seyahatleri esnâsında tanımıs olduğu Sanamerli Seyyid Hacı Ahmed Baba’ya
intisap etmek ister. Bu arzu ile Sanamer’e gelir ve dergâhın kapısı önünde bulunan dervîslere:
“Hacıma haber verin kabul ederse intisap etmeye geldim” der.
Bu konusmalar yapılırken dergâhın kapısı açıktır. Konusmaları duyan Seyyid Hacı Ahmed Baba:
“Yusuf Ağa! Senin kürkünün yakaları bizim kapımızdan içeri sığmaz, bizim ahır kapıları alçaktır, senin
kır küheylân giremez. Git malını vârislerine dağıt, eski bir hırka giyin öyle gel” der.
Bu nasîhatı kabul eden Yusuf Ağa, çocuklarını toplar, mirâsını paylastırır. Çocuklarının, babalarının
Sanamer’e gitmemesi için, tüm ısrarlarına rağmen, Yusuf Ağa Sanamer’e gider ve Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın
dergâhının dervîslerinden biri olur.
Seyyid Hacı Ahmed Baba, Yusuf Ağa’nın ağalık kibrini ve gururunu terbiye etmek için bir merkebe binip
köylerden un toplamasını ister. Yusuf Ağa, uzun bir müddet kendisine verilen bu görevi yerine getirir.
Birgün dağdan odun getirirken Yusuf Ağa eski zengin tüccar arkadaslarından bazılarına rastlar. Onlar
Yusuf Ağa’ya hitaben: “Sen deli mi oldun? Bırak bu isleri. Gel tekrar tüccarlığa basla. Sana sermaye verelim.
Mera kiralayalım. Su haline bak! Rezil olmussun!” gibi sözlerle henüz nefsi tam ıslah olmamıs Yusuf Ağa’yı
kandırırlar.
Ehl-i Tasavvuf tam kemâle erip nefs-i emâre tamamıyla ıslah olmadan, gönülleri dünyanın fânî sevgileri
ile dolu Allah’ın (cc) zikrini unutmus kimselerle oturup kalkmayı arkadaslık yapmayı hos görmemislerdir. Bu,
toplumdan kopup bir köseye çekilip Hristiyan Ruhbanları gibi bir hayat sürmek için değil, bilakis kisinin
kendisinin manevî sıhhate kavusup yani nefs-i emârenin tüm kötü huylarından kurtulup kâmil bir insan olarak
50 Aras, M. Sıtkı, Erzurum’un Manevi Mimarları, Đstanbul 1996, s. 37.
Gönül Sultanlarımız
34
etrafına daha faydalı olabilmesi içindir.
Zira mânâ yoluna yolcu olan her kisinin bu yolda iki durumu vardır: Ya baskalarından etkilenen ya da
baskalarını etkileyen bir durumdadır. Eğer manevî yolculuğun nihayetine henüz erememis (müntehî) yolun
basında ve ortasında (mübtedî - mutavassıt) ise mutlaka irtibatı olduğu kimselerden etkilenecektir. Etkilendiği
bu kimseler Allah’tan uzak, ibadet ve taatta bulunmayan kimseler ise veya gaflet ile ibadet edip Allah’ın emir ve
yasaklarına cân u gönülden riayet etmeyip savsaklayan kimseler ise takdir edileceği üzere bu etkilenme menfî
yani olumsuz olacaktır. Đste bunu içindir ki Ehl-i Tarîkat yolun basında veya ortasında olan müridleri bu tür
insanlarla beraber olmaktan men etmistir. Bu hakîkat Kur’an-ı Kerîm’de Necm Sûresi 29. ayette söylece bizlere
bildirilmistir:
“Öyle ise bizim zikrimizden (Kur’an’dan) yüz çeviren ve dünya hayatından baska bir sey istemeyen
kimselerden yüz çevir.”
O, arkadaslarının sözüne aldanan Yusuf Ağa onların faytonlarına binerek oradan uzaklasırlar. Biraz yol
aldıktan sonra aniden nereden geldiği belli olmayan bir tas Yusuf Ağa’yı yolundan eden o sahsın basına isabet
eder. Yusuf Ağa hemen kendine gelir. Bu tasın hikmet ve mânâsını anlar. Binmis olduğu faytonu durdurur ve
Sanamer’e yönelir. Dergâha gelip seyhinden özür diler ve af talep eder. Durumdan haberdar olan Seyyid Hacı
Ahmed Baba da yanında bulunan dervislere Allah huzurunda ders alıp devam etmemenin sorumluluğunu;
“Gelme dervîs gelme candan olursun,
Dönme dervîs dönme dinden olursun”
Mısraları ile dile getirir.
Dergâhta kendisine verilen vazifeyi canla basla yerine getiren Yusuf Ağa soğuk bir kıs günü dergâha
geldiğinde seyhini sıcak sobanın basında diğer dervîslerle çay sohbetinde görür. Soğuktan çok üsümüs olan
dervîs Yusuf, gördükleri karsısında nefs-i emaresine mağlub olarak aklından söyle geçirir:
“Oh ne âlâ! Yusuf Ağa kapı kapı dolassın un, odun toplasın. Hacı Ahmed de ayaklarını uzatsın seyhlik
yapsın. Üç gün boyunca bu düsünce dervîs Yusuf’un zihnini mesgul eder. Nihâyet üçüncü günün sonunda Cuma
gecesi zikir yapıldıktan sonra diğer dervîsler evlerine gider. Seyyid Hacı Ahmed Baba, dervîs Yusuf’a dönerek:
“Deginan oğul Yusuf! Bu gece sen benimle kal” der.
Dervîs Yusuf:
“Kurban olayım Hacım! Sizin huzurunuzda ben nasıl ayaklarımı uzâtır da yatarım” der.
Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın emri üzere dervîs Yusuf, basını Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın ayak
istikâmetine koyar ve yatar. Rüyâsında Horum Düzü mevkiinde kocaman bir nûrun etrafı aydınlattığını görür.
Yanındaki kisiye aydınlığın ne olduğunu sorar. O kisi de: “Rasûlullah (s.a.v) oraya tesrîf ettiler’ der. Dervîs
Yusuf, büyük bir heyacan ve sevkle o istikâmete kosmaya baslar. Görür ki Rasûlullah (s.a.v) büyük bir kürsü
üzerine oturmus, yanında dört halîfesi, tarikat pîrleri ve zamanın büyük mürsidlerinin bulunduğu bir dîvân teskîl
edilmis. Seyyid Hacı Ahmed Baba da oradadır. Rasûlullah (s.a.v), Hz. Ali (k.v)’ye dönerek:
“Yâ Ali! Ahmed’i getirdin mi?” diye sorar.
Hz. Ali (k.v), Seyyid Hacı Ahmed Baba’yı Hz Rasûlullah’ın (s.a.v) bulunduğu kürsünün önüne getirir.
Rasûlullah (s.a.v), Hz. Ali’ye:
“Ahmed’e bir tâc ve hil’at51 giydir” der.
Seyyid Hacı Ahmed Baba:
“Yâ Rasûlallah (s.a.v)! Muhammed Küfrevî âlimdir ve benden daha lâyıktır” der.
Rasûlullah (s.a.v):
“Bana itiraz mı ediyorsun yâ Ahmed!” dediğinde Seyyid Hacı Ahmed Baba, edepli bir sekilde basını
51 Bir tür elbisedir. Tasavvufta ilâhî lütûf veya Allâh’ın sâlike olan bağısını ifade eder.
Gönül Sultanlarımız
35
önüne eğerek susar.
Hz. Ali (k.v), Seyyid Hacı Ahmed Baba’ya tâc ve hil’at giydirir ve beyâz bir ata bindirir. Atı bulutlara
doğru sahlanır. Tam bu sırada dervîs Yusuf:
“Hacım! Beni bıraktın nereye gidiyorsun” diye bağırır. Kendi sesi ile uyanan dervîs Yusuf, seyhi Seyyid
Hacı Ahmed Baba’yı basucunda bağdas kurmus oturur bir sekilde bulur. Seyyid Hacı Ahmed Baba:
“Deginan oğul Yusuf! Deme deme, ben un toplayayım, Hacı Ahmed de seyhlik yapsın deme. Bu görevi
ben istemedim, sen de gördün, Rasûlullah (s.a.v)’ın emridir” der.
Daha sonra dervîs Yusuf, Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın halifeleri arasına katılır, önceki hayâtından
kalma canlı hayvan ticâretine atıf yapılarak “Danacı Yusuf Baba” ismiyle meshûr olur.
Kop Dağı Zirvelerinde
Seyyid Hacı Ahmed Baba, cezbe sahibi Dervîslerinden Divâne52 Mevlüd Baba’yı Bayburt’taki halîfesi
Kaleardılı diye bilinen Ahmed Baba’ya bir is için yollar. Kop dağı53nın zirvesine ulastığında, eskiyâlar Divâne
Mevlüd Baba’nın yolunu keserler. Eskiyâlar Divâne Mevlüd Baba’ya:
“Paraları sökül” derler.
Divâne Mevlüd Baba:
“Ben dervîsim bende para ne gezer” der.
Eskiyâlardan birisi:
“Sen kimin dervîsisin” diye sorar.
Divâne Mevlüd Baba:
“Sanamerli Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın dervîsiyim” diye cevap verir.
Böylece eskiyâların reîsi kendi adamlarına:
“Bu dervîsi bırakalım gitsin. Bunun seyhini isittim büyük bir zât imis. Sonra zaptiyelere yakalanırız”
dedikten sonra Divâne Mevlüd Baba’ya:
“Dervîs Baba seni bıraktık, haydi git” der.
Divâne Mevlüd Baba:
“Hayır, böyle gitmem. Simdi sizler bana adam bası ikiser mecidiye vereceksiniz” der. Allâh’ın hikmeti
altı kisi olan eskiyâlar sırayla ikiser mecidiyeyi Divâne Mevlüd Baba’ya verirler.
Tam o sırada 200 km uzaktaki dergâhında dervîsleri ile sohbette bulunan Seyyid Hacı Ahmed Baba
gülümser. Nedenini soran dervîslere “Su anda Kop dağının zirvesinde bizim Divâne Mevlüd Baba, kendini
soymak isteyen eskiyâları soyuyor da ona güldüm” der.
Đslerini bitirdikten sonra Bayburt’tan dönen Divâne Mevlüd Baba, seyhi Seyyid Hacı Ahmed Baba’yı
ziyâret ettikten sonra cebinden çıkardığı on mecidiyeyi Seyyid Hacı Ahmed Baba’ya takdîm eder. Seyyid Hacı
Ahmed Baba, gülümseyerek, saka yollu:
“Divâne tamamı on iki mecidiye olması lazımdı, iki mecidiyesi nerede?” diye sorduğunda Divâne
Mevlüd Baba, naz makamındaki bir ifade ile “Đki mecidiyesini de kendime sakladım. Benimle mi kazandın” der.
Bunun üzerine dergâhta hazır bulunan tüm dervîsler ve Seyyid Hacı Ahmed Baba gülüsürler. Seyyid Hacı Ahmed
Baba, Divâne Mevlüd Baba’ya:
“Divâne! Bunlar haram paradır, al bunları götür ve lâyık oldukları yere ver” diyerek tamamını geri iâde
eder.
52 Divâne: Ortadoğu tasavvuf kültüründe cezbe sahibi dervis demektir. Divâne Mevlüd Baba, Hacı Ahmed
Baba’nın müridi olup torunu ile karıstırılmamalıdır.
53 Kop dağı, Bayburt il sınırlarına dâhil yüksek rakımlı bir dağ olup, Erzurum Bayburt karayolu bahse konu
olan dağdan geçmektedir.
Gönül Sultanlarımız
36
Kul Hakkı:
Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın Bayburt’taki halîfesi Kaleardılı Ahmed Baba, zaman zaman Bayburt’tan
Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın köyü olan Sanamer’e seyhini ziyârete gelir. Bu ziyâretlerinde, seyhine olan
saygıdan dolayı bineğe binmez yürümeyi tercîh eder. Adı geçen ziyâretlerin birinde, kendi bağ’ından topladığı bir
heybe dolusu armudu hediye amacıyla omzuna alır ve yola çıkar. Yolda bir çesme basında namaz kılar ve biraz
dinlenir. Heybedeki armutlardan iki tanesini yer. Sanamer’e gelip seyhini ziyâret ettiktin sonra hediye olarak
getirmis olduğu armutları takdîm eder. Seyyid Hacı Ahmed Baba de:
“Deginan Ahmed! Getir o armutları taksîm edelim” der
Seyyid Hacı Ahmed Baba, heybedeki armutları üçer üçer Kaleardılı Ahmed Baba’ya verir. O da o esnâda
dergâhda bulunan dervîslere dağıtır. En sonunda heybede bir tek armut kalmıstır. Seyyid Hacı Ahmed Baba, o
bir armudu halîfesi Kaleardılı Ahmed Baba’ya uzâtarak:
“Deginan Ahmed! Yolda çesmenin basında iki tane armut yemistin al bu bir armudu senin hakkında üç
tane oldu ve tamamlandı” der.
Onların Canları, Malları Bize Emânettir:
Ünal Arslan kardesimiz anlatıyor;
“Dedem Đdris Bey genç yaslarda Seyyid Hacı Ahmed Baba’dan ders alır. Ancak nefsine uyar göz
koyduğu bir ermeni kızını kaçırmak ister. Kızın evinden içeri girer. Karsısında duran seyhi Seyyid Hacı Ahmed
Baba Hazretleri’dir. Dısarıya çıkar kendisini bekleyen arkadaslarına durumu anlatır. Arkadasları: “Sen hayal
görmüs olman lazım. Seyyid Hacı Ahmed Baba Sanamer’de biz ise Molla Melik köyündeyiz”54 derler. Bir daha
içeri girer. Görüntü yine aynıdır. Seyyid Hacı Ahmed Baba, yüzüne sert bir tokat indirir. Đdris Beyin ağzı eğilir.
Hemen atkısı ile sarar ve doğruca Sanamer’e gider. Seyyid Hacı Ahmed Baba “Onların canları, malları bizlere
emânettir” diyerek dervîsini uyarır. Böylece eğilen ağzını düzeltmis olur.
Verilen Geri Alındı
Erzurum’un Merkez Serçeme Köyünden, Veli Velioğlu Hocamız anlatıyor:
Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın sağlığında Horasan’da demircilikle uğrasan Ermeni bir usta vardır.
Müslümanların islerini yaparken kızgın demirlerden elleri yanmaktadır. Seyyid Hacı Ahmed Baba’ya gelerek;
“Ben de Müslümanların islerini yapıyorum, duâ edin Rufâîler gibi ates benim de elimi yakmasın” der. Seyyid Hacı
Ahmed Baba de; “madem Müslümanların islerini yapıyorsun tamam” der ve demirci ustası Ermeni vatandasın
islerini yaparken atesin ellerini yakmaması için duâ eder.” Allâh’ın hikmeti o günden sonra çalısırken kızgın
demirler elini yakmaz. Zamanla Müslümanlara karsı kerâmetin kendinden olduğunu iddia eden Ermeni usta
kibirlenmeye baslar. Ve “benim dinim de hak din, ates benim elimi yakmıyor” diyerek böbürlenir. Bunu duyan
Seyyid Hacı Ahmed Baba dervîslerinden birini göndererek der ki:
“Git Ermeni ustanın dükkânına gir ve Seyyid Hacı Ahmed Baba dedi ki verilen geri alındı de ve çık gel”.
O mesajdan sonra Ermeni usta, sıcak demiri tutarken ates elini yakar.
Sümmânî Baba’nın Ders Alısı:
Erzurum-Narman-Samıkale’li Sümmânî Baba’ya âsıklık verilince kendisine bir seyh arar. O zaman
Narman’da Ethem Baba, Asağı Pasin’in Sanamer Köyü’nde ise Seyyid Hacı Ahmed Baba o yörede tanınan
mürsid-i kâmillerdir. Sümmânî Baba kendi kendine;
- “Hangisi benim bu halimden haberdar olur da beni çağırırsa ona mürid olurum.”
54 Molla Melik köyü Horasan ilçemizin köylerindendir.
Gönül Sultanlarımız
37
Sümmânî Baba böyle düsünürken Seyyid Hacı Ahmed Baba, Zivinli Aziz Baba’yı Narman-Samıkale’ye
gönderir ve;
- “Deginan oğul Aziz Baba! Sümmânî kendine seyh arıyor. O bizim defterimize kayıtlıdır. Onun elinden
tut, Sanamer’e getir.” der.
Seyyid Hacı Ahmed Baba, Sümmânî Baba dervis olduktan sonra tasavvufî beyitlerları saz çalmadan
söylettirir ve böyle beyitler okuyacağı zaman ona; “O sazını duvardaki askıya as öyle söyle!.” der, tasavvufî
olmayan ebyatları okutturacağı zaman ise; “Deginan oğul Sümmânî, sazını al da ‘Yabanî’ söyle” dermis.
Alaca Karpuz:
Allah’ın velileri Cenâb-ı Hakk’a ihlas ve sadakatle ibadet etmeleri neticesinde Cenâb-ı Hak onlara, diğer
insanlara ihsan etmediği birtakım harikulade lütufta bulunur. Đslam istılâhâtında ve tasavvuf literatüründe (dil
biliminde) buna ‘Keramet’ ismi verilir.
Đslam’dan ayrılmıs Vehhâbilik ve Mu’tezile fırkaları haricinde velilerin kerametlerinin hak olduğunu inkâr
eden kimse olmamıstır. Bu gerçek Yunus Suresi’nin 62. ayet-i celilesinde söyle ifade edilmektedir:
“Agâh olunuz, dikkat ediniz Allah Dostları’na korku yoktur. Onlar mahzun da olmazlar.
Veliler o kimselerdir ki Allah’a iman edip aykırı hareketlerden sakınırlar. Onlara dünya hayatında
da ahiret hayatında da müjdeler vardır.”
Đste bu ayette geçen “müjde” lafzına Đslam Âlimleri keramet olarak mânâ vermislerdir. Tabi ki bu
müjde lafzı o velilerin dualarının makbul olduğu anlamına geldiği gibi ahirette de sefaat sahipleri olduklarını
ifade etmektedir.
Bir kutsî hadiste Cenâb-ı Hak söyle buyurmaktadır: “Kulum nafile ibadetler ile bana yaklasır. Ta
ki ben onun gören gözü olurum, kulum benimle görür. Đsiten kulağı olurum, kulum benimle isitir.
Söyleyen lisanı olurum, benimle konusur. Tutan eli olurum, benimle tutar. Yürüyen ayağı olurum,
benimle yürür.”
Đste bu hadisten de anlasıldığı gibi Allah’ın o veli kulları diğer insanların göremediği uzaklıktaki seyleri
görür, isitir ve kendilerine lütfedilen dest-i velâyetle yani velayet eliyle Allah’ın izni ile ihtiyaç sahiplerine
yardımda bulunur. Seyyid Hacı Ahmed Baba da Cenâb-ı Hakk’ın o sevgili kullarının büyüklerinden biridir.
Birgün dergâh-ı serifinde halifelerinden Ağverenli Kerim Baba, Sümmânî Baba ve bazı dervisleri ile
sohbet ederken halifesi Kerim Baba: “Sultanım! Birkaç gündür huzur-u serifinizdeyim. Eğer müsadeniz olursa
bugün köyüme dönmek istiyorum” der.
Seyyid Hacı Ahmed Baba: “Kerim! Az sabret, dergâha bizleri ziyarete bir kisi geliyor. Su anda Zanzak
Köyü’ne ulastı. Heybesinde alaca bir karpuz var. Karpuzun içi de kan gibi kırmızı. Hele gelsin, keselim. Sen de
ye, sonra gidersin.” der.
Gerçekten de biraz sonra dergâha bir misafir gelir. Heybesinden alaca bir karpuz çıkarır. Karpuz kesilir.
Đçerisi kan gibi kıpkırmızıdır. Bu harikulade kerameti gören Sümmâni Baba asağıdaki beyitleri söyler:
(Beyitlerda geçen “elçisi bâd-ı sabâdır mihmânı Hacı Baba’nın” mısraında Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın,
gelen misafirin habercisi bâd-ı sabâ-yani meltem rüzgârı olduğu ifade edilerek: “Ben onun gören gözü olurum,
benimle görür” ilahi müjdesine isaret edilmektedir.)
HACI BABA
Medeni âl-i âbadır,
Erkânı Hacı Baba’nın
Elçisi bâd-ı sabâdır,
Mihmânı Hacı Baba’nın
Tarikatta cemal-i mâh
Ona ilham etmis ilâh
Enel hak sırrına agâh
Gönül Sultanlarımız
38
Lisanı Hacı Baba’nın
Bütün mü’minler gülüdür,
Feyzi ile bağtüllüdür
Er bağının bülbülüdür,
Gülseni Hacı Baba’nın
Cümle ussağın gülüdür,
Tûr-i Sina sümbülüdür
Kapında zaîf kuludur
Sümmânî, Hacı Baba’nın
Geri Gelen Yitik:
Annem Pakize Hatun, gelin olarak geldiği 1964 yılından itibaren Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın türbesine
hizmeti gâye edinmis. Her gün türbeyi temizler örtülerini yıkar ve her gece ibrikle su koyar. Sabahleyin ibriğin
bos olduğunu görür. Bir gün ev esyalarından önemli bir âletini kaybeder, komsular bulurlar. Ancak yitiği bulan
komsu getirip anneme iâde etmez. Annem, gece rüyâsında Seyyid Hacı Ahmed Baba’yı görür. O esyanın kim
tarafından bulunduğu ve nerede saklandığı kendisine bildirilir. Annem gördüğü rüyâyı, esyasını bulup kendisine
iâde etmeyen komsusuna anlatınca, bahse konu komsu, sakladığı âleti getirir ve anneme teslim eder.
Abdulganî Seni Sanamer’de Bekliyorum:
Đsmail Hakkı Hocamız anlatıyor:
“Seyyid Hacı Ahmed Baba, vefat ettiği 1912 senesinde Abdulgani Efendi Hasankale Ketvan (Uzunark)
köyünde imam olarak görev yapmaktadır. Mevsim kıstır. Gecenin bir saatinde Hoca Efendi, seyhinin cemalini
yattığı evin penceresi önünde görür. Kendisine: “Abdulganî seni Sanamer’de bekliyorum” demistir. Abdulgani
Efendi, gecenin o vaktinde hemen yatağından kalkar, elbiselerini giyinir ve Sanamer’e doğru yola koyulur.
Meğer Seyyid Hacı Ahmed Baba, Efe’ye gel dediği o vakitte dünyâsını değismistir.
Sabah olunca dergâhın önünde cenâzeyi gasil için atesler yakılır, sular ısıtılmaya konulur. Abdulgani
Efendi, Sanamer’in görünen yamacına gelince ikindi vakti olmustur. Abdulgani Efendi’nin gelmesini bekleyen
sular da artık istenilen sıcaklığa ulasmıstır. Đkindi namazını müteakip vasiyeti üzere Abdulgani Efendi tarafından
gasil, teçhiz ve tekfin isleri bitirilmis, Baba’nın naası, köyün etrafında tekbir ve tehlillerle dolastırılmıs ve evi olan
dergâhın bir bölümüne defnedilmistir. Böylece Abdulgani Efendim tam üç gün Sanamer’de kaldıktan sonra görev
yaptığı Ketvan Köyü’ne geri dönmüstür”.
Mübârek Cesedin Cevabı:
Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın cenâzesi yıkanırken sırtındaki üç kursun yarasının açılıp kan sızdığı Halifesi
Abdulganî Hoca tarafından görülmüs ve anlatılmıstır. Manen katıldığı Balkan Harbinin yaraları olarak
anlatılmaktadır. Gelini Zekiye Ana, der ki: “Balkan Harbi’nin yapıldığı sıralarda Seyyid Hacı Ahmed Baba iyice
yaslanmıstı. Aksam yatağa girerken herkes elbiselerini çıkarırken, o var olan elbiselerini üzerine bir tane daha
giyinir ve yatmazdı. Merak ederdik. Bize Balkan Harbi’ne katıldığını ve üç kursun yarası aldığını söylerdi. Zaman
zaman: “Yaralıyım dalımdan, Kimse bilmez halimden” seklinde baslayan beyitler okur, merak edenlere de
“ben vefat edince cesedim bu sorunun cevabını size söyler” derdi.
Bir keresinde Sümmani Baba Seyyid Hacı Ahmed Baba’yı ziyarete gelir. Seyyid Hacı Ahmed Baba
Erzurum yöresinde Mak’at denilen sedirde bir o basa bir bu basa gidip geliyor “Aman Allah, aman Allah,
Yaralıyam dalımdan, kimse bilmez halimden” diyordu. Bunu duyan Sümmani Baba Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın
gerçekten zahiri bir hastalığı olduğunu zannederek asağıdaki ebyatı söylemistir:
Gönül Sultanlarımız
39
Bugün girdim dost bağına
Ne hos gelir sedan bülbül
Açılmıs güller müzeyyen
Ya nedir telasın bülbül
Sen bülbülsün doğru rah’ta
Artar feyzin sehergahta
Arzun var cemâlullahta
Dumanlıdır basın bülbül
Bülbüller hayal hâbında
Nûsun var askın âbında
Kadimsin rıza babında
Ya nedir telasın bülbül
Hakkın binbir ismi vardır
Bülbülün ne fikri vardır
Daim Hakkı zikri vardır
Sümman olsun esin bülbül
Evliyaların hayatları mensup olduğu dinin peygamberinin hayatından cüzler ihtiva ederler. Hz.
Peygamberimiz (sav) Mekke’de dünyaya gelmis, mübarek cesed-i serifleri Medine-i Münevvere de Ravza-ı
Mutahhara da toprağa konulmustur. Evliyalarında doğduğu topraklar ve kabre konduğu topraklar hep farklı
olmustur. Đstisnalar kaideyi bozmazlar. Seyyid Hacı Ahmed Baba da Van’da dünya ya gelmis, Erzurum Horasan
Sanamer Köyünde kendi yasadığı, dervislerini irsâd ettiği dergâhına defnedilmistir.
Bu topraklar evliya embiya yurdudur.
Anadolu onların türbeleriyle mühürlüdür. Mehmet Akif ERSOY
Seccâdesi (Ondan Kalan Bir Hediye):
Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın kendisine hediye edildiğini zannettiğim55 ceylan derisinden bir seccâdeyi
Hacı Sabit Hoca’nın torunlarından A.Vahit Bingöl’ün evinde gördüm, ellerine nasıl geçtiğini sorduğumda su olayı
anlattı:
—Dedem Hacı Sabit Hoca, Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın müridlerindendir. 1949 yılında Horasan Geçik
(Yıldıran) köyünde imamlık yapmaktadır. Narman’a gitmek üzere yola çıkar Alakilise köyüne gelince yorulan atını
dinlendirmek ve öğle namazını kılmak üzere yolculuğa ara verir. Namazı müteakip aklından söyle bir düsünce
geçer:
“40 yıldır gönül bağı kurduğum o haneden Seyyid Hacı Ahmed Baba’dan bana hiçbir sey kalmadı” ve
öylece yorgunlukla uykuya dalar. Rüyâsında Büyük Baba Hazretlerini görür. Seyyid Hacı Ahmed Baba ona der
ki:
“Sanamer’e uğra ben Mevlüd Baba’ya tembih edeceğim, üzerinde namaz kıldığım ceylan derisi
seccâdemi sana versinler”.
Uyandığında sevinç içindedir. Hemen Sanamer’e gider. Bu arada Seyyid Ahmed Baba, Mevlüd Baba’nın
de rüyâsına gelip, tembihini yapmıstır.
Hacı Sabit Hoca’ya hatıra olarak verilen seccâde bugün de torunu A. Vahit Bingöl’ün evinde en güzel
sekli ile korunmaktadır.
55 Çünkü Sanamer ve civarında ceylan yasamamaktadır.
Gönül Sultanlarımız
40
(Seccâdesi (Ondan Kalan Bir Hediye)) (Hacı Ahmed Baba Hz.lerinin yeleği)
Adına Yapılan Câmi:
Evlâtları, bağlıları ve Erzurum halkı tarafından Seyyid Hacı Ahmed Baba adına Erzurum’da Yunus Emre
Mahallesi’nde bir câmii yaptırılmak istenir. Fakat Yenisehir semtinin yeni kurulmakta olması nedeniyle caminin
buraya yapılmasının daha uygun olacağı kararlastırılır. Yunus Emre Mahallesi’nde yaptırılmakta olan câmiye
Seyyid Hacı Ahmed Baba’nın ismi verilmekten vazgeçilip56, Yenisehir’de yapılacak olan camiye bu ismin verilmesi
düsünülür. Câmii yeri tespit edilir. Đstanbul’daki Bayrampasa Câmii’nin projesi uygulanmak istenir. Av. Turan
ÇINAR57 projeyi istemek için Đstanbul’daki Bayram Pasa Câmii’ni projelendiren ve Türkiye’nin muhtelif yerlerinde
eserleri olan Mimâr Fazıl KONUKSEVER Bey telefon aracılığı ile irtibât kurar. Ancak Fazıl KONUKSEVER Bey,
projesinin bu camiyi aynen yapmak isteyenlerce satın alındığını, ayrıca da tamamını değil parçalar halinde
verebileceğini söyler. Đstanbul’daki Bayram Pasa Câmii ve Türkiye’nin muhtelif yerlerinde eserleri olan Mimâr
Fazıl Bey, Seyyid Hacı Ahmed Baba’yı rüyâsında görür. Seyyid Hacı Ahmed Baba derki; “Elindeki projeyi Turan’a
ver. Senin hayrın buradadır”.
Böylece Mimâr Fazıl Bey, câminin projesi ile birlikte Erzurum’a gelir. Av. Turan ÇINAR’la birlikte câmii
yeri gezilir. Mimâr Fazıl Bey, rüyâsında gördüğü, Seyyid Hacı Ahmed Baba hakkında bilgi edinmek ister. Turan
Bey, Mimâr Fazıl Bey’i tanıstırmak için Seyyid Hacı Mevlüd Baba’nın yanına getirmisti. Biz de oradaydık. Fazıl
Bey, Seyyid Hacı Ahmed Baba hakkında bilgiler sordu. Hacı Baba da cevaplandırdı. Fazıl Bey, dinledikçe böyle
hayırlı bir is için projesinin kullanılmasından çok memnun olmustu. Hatta verdiği proje karsılığında para
almamıs, sadece Đstanbul dönüsü uçak biletinin alınmasına müsaade etmisti. Mimâr Fazıl Bey, câmii planını
Đstanbul’dan Abbas ÇINAR ile Revâk kalıplarını ise Mehmet Sait ÇINAR’la göndermisti.
Neticede 1990 yılından baslamak üzere; Sanamerli Hacı Ahmed Baba Camii Yaptırma ve Yasatma
Derneği baskanlarından;
1- Selahattin KOÇ
2- Fevzi BAYRAM
3- Rasit SĐMSEK
56 Yapılmakta olan bu camiye ise Erzurum’un Çat ilçesi âlimlerinden Babadereli Ahmed Baba ismi konuldu.
57 Hacı Ahmed Baba’nın torununun torunudur. Hacı Ahmed Baba’nın oğlu Sehit Yakup Baba’nın oğlu Hacı
Mevlüd Baba’nın oğlu Mustafa Baba’nın oğludur.
Gönül Sultanlarımız
41
4- Doğan TOZAN Beyler ve Yönetim Kurulu üyelerinin büyük gayretleri öncülüğünde, evlâtları,
bağlıları ve Erzurum halkı tarafından Yenisehir Belediyesi hudutları içerisinde adına 1115 m2 ibâdet
alanına sahip cami yaptırılmıs ve mahalleye “Hacı Ahmed Baba mahallesi” adı verilmistir58.
Erzurum Hacı Ahmed Baba Mahallesi’nde
Sanamerli Hacı Ahmed Baba Camii
SEYYĐD HACI AHMET BABA’NIN SĐĐRĐ’NĐN TASAVVUFU YORUMU
58 Hacı Ahmed Baba hakkında daha fazla bilgi için bakınız: Basar, Zeki, Erzurum’da Tıbbî ve Mistik Folklor,
Erzurum 1972, Aras, Mehmet Sıtkı, Erzurum’un Manevî Mimârları, Erzurum, Đstanbul Subat 1996, s. 28-38;
Bulut, Sebahattin, Damla Damla Erzurum, Ankara 1989, s. 162; Horasanlılar yardımlasma, dayanısma ve
kültür derneğinin yayınlamıs olduğu “Horasan” isimli gazetede 16 Mart 1997 ve 16 Mart 1998 tarihli
yayınları.
Gönül Sultanlarımız
42
Mazi milletlerin köküdür. Mazisi olmayanların ati’leri yoktur. Kökü toprağın altında dal budak salmıs
ağaçlara ulu çınar denir. Köksüz ağaç olmaz. Kökler, dallar ile toprağın altındaki sırları söyler. Köksüz olan otlar
iki parmak ile sökülüp atılanlardır. Đlahi emirle Sanamer’de kök salan Hacı Ahmet Baba maddi ve manevi
evlatları için ulu bir çınardır.
O çınar’ı sadece türbesi ile tanımak yeterli değildir. Çünkü onun gönlünden dökülenleri okuyup ve
manasını anlayarak tanımak daha doğru olur. Siir sahibinin ağzından doğup sevenlerinin gönlünde yasayan
sırlar hazinesidir. Asağıdaki siirin satırları onun dünya görüsünü, tasavvufu anlayısının sırlarını bize ifsa eder.
Zaman içinde mekân, mekân içinde ilham, asığın masuku ile bulustuğu yerdir. Uzletin gayesi halvet, meyvesi ise
hikmettir.59 Dergâh kapılarından ancak boyun eğilerek girilir. O kapıların boyunun kısa tutulmasının özel bir
nedeni vardır. Nefse haddini bildirip kibri gururu yerlere serip tevazu sahibi olmak içindir…
Hacı Ahmet Baba çocukluğu ile baslayıp gençliğinin en güzel çağlarını seyahat ile geçirmistir. Bedeni ile
bir diyardan baska diyara yolculuklar yapmakla beraber onun için asıl olan manevi yolculuktur. Çünkü
kendinden kendine yaptığı yolculukta (seyr-i süluk) bir âlemden baska bir âleme ve bir sıfattan diğer bir sıfata
yükselmek seklinde gerçeklesir. Bu dünya sevgisinden ahiret sevgisine, ölüm korkusundan ölümsüzlük
coskusuna, geçici asktan gerçek aska, kesretten vahdete, ikilikten birliğe, ilimden irfana, seriattan tarikata,
hakikatten marifete seklinde kendini gösterir. Dünya onlar için gurbet, ahiret ise asıl vatandır. Can tende her
nefes alıp verisinde asıl vatanına kavusmanın hasreti içinde yanıp tutusur. Bu hal onu kimi zaman, il’den il’e
dil’den (gönülden) zamanın ve mekânın olmadığı yerlere götürür. O yüzden yol, yolculuk, hasret, gurbet onda
bilinenden öte manalar ihtiva eder.
Hacı Ahmet Baba’nın yasadığı Osmanlı Devletinin buhranlı dönemlerini göz önüne alırsak, irsat amaçlı
geziler yaptığını anlamıs oluruz. Tasavvuf edebinde anlatılan ilim ve irfan ehlini ziyaret maksatlı geziler yaptığı
muhakkaktır. Öte yandan esma-i hüsna’nın tabiatta ki tecellilerine mazhar gezileri de olmustur. Çünkü inziva,
tefekkür ve murakabe için sünnetullahın60 yasayan ayetleri olan tabiata ibadet nazarı ile bakmaktır. O sahih
rüya ile kendine verilen mesajı almıs. O askla menziline erinceye kadar hep hareket halinde olmus. Muhakkak ki
kalbi dünyasında ermek istediği menzil Allah askı olmustur. Ağaç, kus, çiçek de varlığı hissedilse de asıl varlık
kalpte hissedilen yerdedir. Manevi yolculukta gidilen yol kalbin merhaleleridir. Yani içine döner, kendi varlığının
sırlarını kurcalar. Vücut sehrinin tüm inis çıkısları asılır, dostun cemaline varılır. Hacı Ahmet Baba’nın siiri Allah’a
ulasma makamları arasındaki yolculuğun sırlı bir destanıdır.
MÜDEBBĐR OL
Muhammed mefhâr-i âlem61
Çerağ-ı çesm-i ve’l-âdem62
Cihânı sevmedi bir dem
Kabul eyle bu bürhânı
Kâinatın yaratılıs sebebi ve âlemin iftiharı olan Hz. Peygamber efendimiz (sav), Âdemin (insanların)
gözünün ısığıdır. Onun ısığı ile bakılınca ancak Allah görülür. Đdrak edilir. O “ben bu dünyada bir ağacın gölgesi
altında dinlenen yolcu misaliyim” buyurdular. Dünyanın fani ve her canlının da fena olacağını bildiklerinden bu
dünyaya gönül bağlayıp sevmediler. Hacı Ahmet Baba kendi nefsi ve onun yolundan irsat olmayı arzulayan
insanlar için bu bir (delildir) burhandır. Nefis bu kabul ile aklın önünde diz çökerse ancak o zaman kisi beserden
insan olmaya ve oradan Đnsanı-kâmil yolunda ilerlemeye muvaffak olacağını anlatmaktadır.
59 Allah hikmeti dilediğine verir.
60 Allahın tabiata hakim kıldığı kanunlar.
61 Mefhar-i âlem:Alemin övünç kaynağı
62 Çerağ-ı çesm-i ve’l-âdem:Ademin gözünün ısığı
Gönül Sultanlarımız
43
Bu dünyâya meyil verme
Bu dünyâ fânîdir fânî
Göçürdü Âdem’i Nuh’i
Ve Dâvûd’i Süleymân’i
Tasavvuf erbapları hakikatin Allah’a vasıl olduğunu bildiklerinden, bu dünya diye kast ettikleri kisiyi
Allah’a giden yoldan alıkoyan (masiva)olarak görmüslerdir. Meylin ilgi ve alakanın yönünün ukba olması
gerektiğini anlatmaktadır. Bu dünya öyle bir fani (geçici) yerdir ki, Đnsanlığın atası ilk peygamber Hz. Âdemi,
tüm canlıları yok eden tufana karsı gemisi ile gark olmaktan kurtulan Hz. Nuh Peygamberi, elinde demir
yumusak bir hamur gibi sekil alan Hz. Davut Peygamberi ve kusların, dağların tasların, rüzgârların dilinden
anlayan onlara Allahın izni ile mucize olarak hükmeden Süleyman Peygamberi dahi ölüm ile ahirete
göçürdüğünü anlatmaktadır.
Onlar gitti bu dünyâdan
Halâs oldu bu rüsvâdan
Çıkar basın bu kavgadan
Gel eyle zikr-i Sübhâni
Tüm peygamberler iki kapılı bir han olan bu dünyanın giris kapısından girdikleri gibi bir günde çıkıp
gittiler. Bu dünya mücadele yeridir. Mücadele ise bir nevi kavgadır. Dünya kendi pesine düsenlerin enerjilerini
sömürdükten sonra kendine gönül bağlayanları sonuç itibarı ile rüsva eder. Rüsva olmaktan kurtulmanın yolu
dünyanın cazibedar güzelliklerine aldanmayıp hayatını zikir üzerine tanzim etmekten geçer. Kaynağında Allah
olan sünnetullah üzere her gayret bir zikirdir. Kendini ve bakmakla mükellef olduklarını bir baskasına muhtaç
etmemek üzere çalısmak, yorulunca dinlenmek, mesru dairede eğlenmek, aramak, öğrenmek hülasa her hayırlı
is bir zikirdir.
Nefsin sana itâb63 eyler
Gelir seytân sitab64 eyler
Yıkar hanı harab eyler
Aparır dîni îmânı
Allah insanı bu dünyaya gönderince içine nefis ekmistir. O nefis ile mücadele sarttır. Peygamberler dahi
ümmetlerinin emredici nefis ve seytan karsısında yenik düsmemeleri için Rabbimize dua etmislerdir. Zira nefis
kabarınca aklı baskı altına alır ve ruha ıstırap yasatır. Bu durumda derhal seytan nefsin imdadına kosar ve ikisi
birlikte hileli hücumlar yaparak Allah korusun insanın dünyasını da ukbasını da ziyan ederler. Peygamberler dahi
nefislerine güvenmemisler. Zira nefis; Kur’an’ın ibret vesikası olarak akıl sahibi insanlara takdim ettiği Harut ve
Marut isimli iki meleği dahi yoldan çıkarmıstır.
Đnsan vücudunun merkezinde (iki göğüs kemiği arasında) gönül vardır. Orası öyle bir ummandır ki, yeri
göğü ve arasındaki her seyi yoktan var eden Hz. Allah hiçbir yere sığmamıs, ancak müminlerin gönlü Allah’ı
kusatmıstır. Orası bir saraydır. Saray layık olduğu sekilde korunursa, sulatan tesrif eder. Aksi takdirde Sultanın
terki ile seytan ve nefis o kaleyi kusatınca mamur olan vücut hanesini harap ederler. Artık din ve iman o
harabede kendine yer bulamaz. Seyyit Hacı Ahmet Babanın son dörtlükte Azerbaycan Türkçesini kullandığını
görmekteyiz. Bu aynı zamanda yasadığı Sanamer Köyünün Đran ve Azerbaycan’a yakın olduğunu ve halkın
günlük konusma dilinde kullandığının da bir göstergesidir.
Giderse dîn ile îmân
Olursun hemrâh-i seytân65
63 Îtab:Azarlamak:baskı yapmak
64 Sitab:Hileli hucum
Gönül Sultanlarımız
44
Mukallid66 ates-i nîrân
Ebedî dâr-ı zindanı
Hz. Allah insanlığın babası (ebu’l beser) Hz. Âdem’i yaratınca onu sağ tarafına döndürüp üç muazzez
nur ile tanıstırmıstır. Akıl, hayâ ve iman… Sol tarafına döndürüp üç zulmet kir ile de tanıstırmıstır. Kibir, tamah
ve haset… Bahse konu üç muazzez nur ve üç zulmet kir ile Hz. Âdem konusmustur. Muazzez nurlar için “Ne
kadar güzel yaratılmıssınız? Adınız nedir, makamınız neresi, göreviniz nedir ?” diye sormus cevap olarak
öğrenmis ki; Aklın mekânı bas, hayânın göz ve imanında yeri kalptir.
Zulmet kirlere de aynı soruyu sormus ve aynı mekânların olumsuz talipleri olduğunu öğrenmistir. Aklın
terk ettiği yere kibir, hayânın terk ettiği yere tamah ve imanın terk ettiği yere de haset girer. Hacı Ahmet Baba
bahse konu yaradılısa atıf yapmıstır. Evet din ile imanın terk ettiği gönül’e seytan girer. Böylece gönlün
sahibini kendisine yoldas edinir. Tasavvuf erbapları için yegâne düsman peygamberimizin ifadesi ile “Đnsanın iki
göğüs kemiği arasında olan nefistir.” Onunla yapılan savasın asla sulhu yoktur. Onun aldatmasına kanıp ta barıs
imzaladığını sanan bu dünyada tahammül edemediği cehennem atesinin taklidi olan atesin ahiretteki membaı
olan cehenneme gider. Cennetin aydınlığına rağmen cehennemin karanlık ve derin gayya çukurlarında ebedi
kalmak vardır. Allah korusun.
Müdebbir ol arabzade
Ömrünü verme girdâbe67
Değilsin kör bu dünyâda
Resûlü, Rabbini tanı
Son kıtada Arabzade mahlası ile Seyyid Hacı Ahmet Baba: kendi nefsi olmak üzere onun yolunu kabul edenlere
tedbir içinde olmayı, ömür suyunu girdap çukuruna akıtmamayı tembihlemektedir. Çünkü Allah bu dünyada
tehlikeleri gösteren göz verdiği gibi ahirete giden manevi yolun tehlikelerini gösteren basireti ve feraseti de
müminlere ihsan buyurmustur. Onun yolu Peygamberimizin tanıttığı Allah’ı (cc) bilip emirlerini yerine getirmek
yasakladığı seylerden uzak durmakla mümkün olur.
HACI MEVLÜT BABAYA GÖRE HACI AHMET BABA’NIN MÜRSĐTLĐK VASIFLARI:
1- O sadece zahiri âlim olmakla kalmayıp aynı zamanda hâl ehli bir zattı. Tasavvuf anlayısı ehl-i sünnet ve’l
cemaat üzere bir anlayısa sahipti.
2- Đbadet ve amellerinin yanı sıra Đslam akaidi ve ahlakı sünnet-i seniyyeye uygun idi.
3- Dünya malına asla değer vermeyip, Hz.Pir (Ahmed er Rufai)’in buyurduğu üzere “istemedi, hediyeyi
reddetmedi ve asla mal biriktirmedi”. Padisah Abdülhamit Han’ın dergâhlara verdiği yardımları dahi kabul
etmedi.
4- Yasadığı asrın ve sonraki asrın tasavvuf erbapları onun Gavs-ı Azamlığı hakkında hep ittifak ettiler.
65 hemrâh-i seytân:Seytanın yoldası
66 Mukallid:Taklitte kalmıs, hakikate ulasamamıs
67 Girdab:Suyun anfor yaptığı tehlikeli yer
Gönül Sultanlarımız
45
5- Rical-i Gayp erenleri ve cinlilerden ziyaretine gelenler olurdu. Hatta Müslüman cinlilerden müntesipleri dahi
vardı.
6- Hangi tarafa yönelirse varlığı rahmet ve bereket olarak bilinir, insanlar tarafından yüce bir muhabbet ile
sevilir sayılırdı. Kalp gözü açıktı, ziyaretlerine gelecekleri, daha gelmeden bilir onlardan bahsederdi, bu esrara
sahit olan Sümmanî Baba “Babı Ali sandır arifi billâh” beyitini söylemistir.
7- Dervislerini her an kontrol altında bulundurup, Allahın rızası dısında hiçbir tavrı uygun bulmazdı. Dervislerine
sathiyeli hallerden uzak durmalarını, daha mütevazı ve nazik olmalarını öğütlerdi(Garip baba hikâyesi…)
8- Rufai yolunun âdap ve erkânını taliplerine öğretir, bidatleri reddeder, ziyaretine değisik kültür ve yörelerden
gelenlere hos muamele ederdi.
9- Sohbetlerinde hikmetler barınır ve sözlerinden nur damlardı. Tasavvuf ilmi üzere hal yasamak isteyenlere
“Gelme dervis gelme candan olursan/ Dönme dervis dönme dinden olursan” beyti ile ciddi karar almalarını ve
bu ahd-i misaklarının ardında durmalarını öğütlerdi. Kalp ve ruh huzuru ile muhiplerine nazar ederdi.
10- La maksude illellah esması ile müsemma kalb-i selim dervisler yetistirirdi.
11- Kendine intisap edinen her müntesibinin hacetine çare olup, dergâhının kapısı gönlü gibi herkese açıktı her
yastan herkes, herhangi bir randevuya gerek kalmadan istedikleri zaman ziyaret edebilirlerdi. Bağlılarına
Himmeti hazırdı ve konusmaları delil niteliğindeydi
12- Nafiz nazarları ve hikmetli sohbetleri ile terbiyesinde yetisen ermis müritlerini (halife) irsat makamına erdirip
görevlendirmistir.
hoş geldiniz .sefalar getirdiniz..
dost ol dost bil. dost kal
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)