KARIŞIK

evliya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
evliya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Mart 2016 Cumartesi

Yuşa Peygamber Türbesi..gaziantep

Yuşa Peygamber Türbesi..gaziantep
Bilindiği üzere Yuşa Peygamber (A.S.) İsrail oğullarından olup, Hz. Musa’nın yeğenidir. İsrailoğullarını göçebelikten kurtarır ve Arz-ı Kenana yerleştirir.
Gaziantepte Boyacı Mahallesinde Boyacı Camiinden Kavaflar Çarşısına doğru uzanan sokakta Pir sefa denilen mevkide tek katlı bir bina vardır. Bu binada iki oda içinde iki türbe bulunmaktadır. Bunlardan birisi rivayete göre Yuşa Peygambere ait olup, diğeri ise Pir sefa Hazretlerine aittir.
Yuşa Peygamber, Yusuf (a..s) neslinden olup, Hz. Musa’nın çağdaşıdır. Hz. Musa’nın Genç Yuşa ile “iki denizin birleştiği yere” kadar yaptıkları tarihi ve gizemli yolculukları ve burada Hızır (a.s) ile buluşmaları Kuran-ı Kerim’de Kehf Suresi’nin 60-65. ayetlerinde anlatılır. Burada, Hz. Musa’nın yanındaki genç adamın Hz. Yuşa olduğu rivayetlerden anlaşılmaktadır.

Nesimi Hazretlerinin Türbesi..gaziantep

Nesimi Hazretlerinin Türbesi..gaziantep
Gaziantepin merkez Şehitkamil ilçesi Aktoprak beldesindedir. Nesimi Hz. Bağdat’ta kendisini çekemeyenlerin iftirasına uğramıştır. Rivayete göre Kuran-ı Kerimi ayak altına aldığı iddia edilmiş ve bunun üzerine derisi yüzülerek öldürülmek istenmiştir. Bu ceza uygulanırken Nesimi Hazretleri hiçbir acı duymamıştır. Fakat camide ezan okuyan müezzinin parmağına kan bulaşmış, bu kanın Nesimi Hazretlerinin murdar kanı olduğu iddia edilerek müezzinin parmakları sırayla kesilmiştir. Nesimi Hazretleri bunun üzerine, silkinerek kalkmış, boğazına kadar yüzülen deri vücuda geri yapışmış ve başını alıp yollara düşerek Aktoprak beldesine gelmiştir. Halk Nesimi Hazretlerini selamlamış ve yakınlık göstermiş, Nesimi Hazretleri de onların selamını alıp karşılık verdikten sonra oracıkta gözden kaybolmuştur. Türbesi kaybolduğu yerde bulunmaktadır.

Şeyh Aslan Türbesi..kayseri

Şeyh Aslan Türbesi..kayseri






Peygamberimiz (sav), ashabına bir gün, İsrâiloğulları’ndan bir kişiyi anlatmıştı. Bu zât (ki o Şem’ûn e’l-Gâzî’dir), bin ay müddetince Allah yolunda silâh kuşanarak cihâd etmiş, gecelerini de ibadetle geçirmişti. Müslümanlar hayretler içinde kalarak ona gıpta ettiler/imrendiler. ‘Keşke bizim ömrümüz de onunki gibi uzun olsaydı da, biz de din uğruna, Allah için cihad etseydik’ dediler. Bunun üzerine Allahü teâlâ, Ümmet-i Muhammed’e olan lûtuf ve merhametini beyan etmek üzere Kadir Sûresi’ni inzal edip; "(Size Kur’an’ın indirildiği) Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır" buyurdu.


Bir başka kaynakta ise, şöyle denilmektedir:


Rum beldelerinden bir beldede ismine Şem’ûn bin Mesih denilen bir zat vardı. Bu zat, İncil ehlindendi. Annesi onu Allah yolunda hizmet etmesi için nezretmişti. Kavmi putlara tapıyordu. Şem’ûn’un evi, şehrinden uzak bir yerdeydi. Şem’ûn, Allahü Teâlâyı inkâr eden, putlara tapan, sapık kavmi ile cihad edip, onları Allah’a imana çağırıyordu. Tek başına yaptığı mücadelelerde - savaşlarda çok ganimet elde ediyordu. Savaşırken susadığı zaman Allah onun için bir taştan gayet leziz bir su akıtırdı. Bu su, o içip kanana kadar akardı. Kendisine büyük bir güç ve kuvvet verilmişti.

Ana hatlarıyla vasıflarından söz ettiğimiz bu mübârek zatın Erciyes‘in batısında bulunan ve bugün adı “Evliya Dağı” diye anılan bir dağda yaşadığı rivayeti yaygındı. Çevre halkın arasındaki adı, “Şem’ûn el-Gâzi”dir. Hatta 12. asırda Anadolu’ya gelen Selçuklular onun mezarının üzerine güzel bir türbe yaptırmışlardır. Çevreden derlenen hayat hikâyesindeki benzerlik, peygamberler tarihinde zikredilenlerle aynıdır. Hikâye şöyledir:

Şem’ûn el-Gâzi, benzeri görülmemiş bir kahraman-yiğit olup kendisini hangi bağ ile bağlasalar o bağı kırıp kurtulurdu. İman etmeyenlere karşı Allah yolunda cihad ederdi. İnanmayanlar onun karşısında aciz ve çaresiz kalmışlardı. Bu halden kurtulmak için bir hile ile çare arıyorlardı.

Yaşadıkları beldenin hâkimi, Şem’ûn’un hanımına haber gönderip, “eğer kocanı öldürmede bize yardımcı olursan, seni kendime alıp istediğin her şeye kavuştururum” dedi. Kadın buna aldandı ve “size nasıl yardımcı olurum?” diye sordu. O da “gece uyurken onu iple iyice bağla ve bize haber ver” dedi. Kadın bu teklifi kabul etti.

Bir gece Şem’ûn uyurken onu sağlam bir iple sıkıca bağladı. Şem’ûn sabahleyin uyanıp kendisinin bağlandığını görünce, hanıma bunu niye yaptığını sordu. O da “senin çok kuvvetli olduğunu, seni bağlayan her ipi koparacağını söylerdin. Kuvvetini denemek için yaptım bunu” dedi.





Şem’ûn ses çıkarmadı. Gerildi ve bütün ipleri kırdı. Kadın yaptığı işte başarısız kaldığını şehrin hâkimine bildirdi. Onlar bu defa zincir gönderdiler. Onunla bağlamasını tembihlediler. Kadın, Şem’ûn’u bu defa zincirle bağladı. Şem’ûn uyanınca bu defa zincirleri bir hamlede dağıttı. Karısına bunu niçin yaptığını sorunca, "Şem’ûn neyle bağlanırsa bağlansın hepsini kırar diye duymuştum. Onun için denedim” dedi.

Şem’ûn “doğrudur” diye cevap verdi ve ilave etti “Ben ancak kendi saçımın teliyle bağlanırsam onu kıramam” dedi. Kadın bunu öğrenince, bir gece de onun ellerini ve ayaklarını saçından aldığı kıllarla bağladı. Sabahleyin uyanınca, Şem’ûn bunları kıramadı.

Kadın, durumu şehrin hâkimine bildirdi. Askerleri gelip onu şehrin hâkiminin huzuruna götürdüler. Şehrin Kralı, dört sütun üzerine inşaa edilmiş bir köşkte oturuyordu. Halkı sarayının önüne topladı.

Şem’ûn Hazretlerinin asılması için darağacı kurdurdu. Askerler onu, elleri kendi saçının kıllarıyla bağlı olarak darağacının önüne getirdiler. Büyük bir kalabalık taş kesilmiş, bu ezeli düşmanlarının asılacağını sabırsızlıkla bekliyorlardı. Şem’ûn Hazretleri, yağlı ip boğazına geçirilmeden, darağacına baktı ve hafif tebessüm ederek, gözlerini yumup, sessiz bir şekilde Allahü Teâlâya şu duada bulundu:




“Ya Rabbi! Dünyada yaşamayı, senin yolunda kâfirler ile cihad etmek için isterim. Eğer bu isteğimkalpten ve samimi ise, duamı kabul buyur ve beni kurtar. Senin yolunda cengime-cihadıma devam edeyim. Değilse zaten sana geliyorum bundan sürûr ve mutluluk duyarım.”



Şem’ûn Hazretlerinin bu duasından sonra bir melek geldi, ellerini ve ayaklarını çözdü. Bunun üzerine Şem’ûn Hazretleri, şehrin hâkiminin sarayını avuçladığı gibi kendisinin asılmasını seyre gelen halkın üzerine savurdu. Böylece hem azılı düşmanı Kral, hem de halkı ortadan kaldırdı. Evine dönünce de kendisine ihanet eden kadını cezalandırdı. Bundan sonra da yine gâzâlarına devam etti. Vâdesi gelince de her fâni gibi vefât etti.
Ona inananlar bu defa, onu götürüp Erciyes’in zirvesine yakın bir yerde toprağa verdiler. Bu küçük tepede kendisinin zaten kuyusu vardı. Bugün halk tarafından “Evliya Dağı” diye adlandırılan bu yerde, pâk ecdadımız Selçukluların, kabri üzerine yaptırdığı güzel bir türbenin altında yatmaktadır. Kabrinin boyu 4 metredir. Üzeri kemerle örtülmüştür. Başucunda ise iki çocuğuna ait mezarlar vardır. Türbenin batısında "Gâvur Kızı Mezarı" adı verilen bir mezar vardır ki, türbeyi ziyarete gelenler bu mezara hoş bakmazlar.



Turan Yalçın ise Şem’un el Gazi ve türbesi ile ilgili şu bilgileri verir: “Türbenin kapısında Hicrî 711 tarihi yazılıdır. Miladî 1286 tarihine tesadüf eder. Türbenin taşları o muhitin taşları değildir. İncesu’nun kırmızı taşlarıdır. İçinde iki büyük, bir küçük mezar olup, her üçünün üzerinde de mermer kitabeler vardır. Köy imamı Hacı Ömer Efendi ile türbeye çıktık. Beyaz bir kâğıdı mermerin üzerine kapattık, kurşun kaleminin ucunu bıçakla kazıdık, kâğıdın üzerine dökülen kömürleri parmakla kâğıdın üzerine ovuşturduk. Yazı kâğıda çıktı. Biz ancak Şem’un kelimesini okuyabildik. Başka bir iz elde edemedik. Türbenin önünde büyük bir sarnıç vardır. Binanın gayet muntazam kemerleri mevcuttur."


Türbe, dağın tam zirvesine bina edilmiştir. Dağın alt taraflarında harçlarla yapılmış siperler olduğunu kale surları gibi surlar bulunduğunu, Hz. Şem’unun Anadolu’yu zapta gelen bir Arap ordusunun kumandanı olduğunu, karısı, oğlu ve kendi bir arada iken yıldırım düşerek öldüklerini ve buraya gömüldüklerini, İmam Merhum Hacı Ömer Efendi’den işittim. Evliya Dağı’nda daha pek çok kişinin türbesinden söz edilir. Şeyh Aslan da bunlardan biridir.


Gezgin Dergisi Erciyes'in Evliyalarını anlatır

Omuzu Görzlü (Omuzu Güçlü)..kayseri


Omuzu Görzlü (Omuzu Güçlü)





Kayseri’nin İncesu İlçesi, Sırtma Köyü sınırları içinde Evliya Dağı’nın yakınlarında, Bozdağ’ın eteklerindedir. Eren’in Horasan Eri akıncılarından olduğu, Haçlı Seferlerine katıldığı ifade edilmektedir. Burası değişik niyet ve maksatlarla ziyaret edilir. Diğer ismi Omuzu Güçlü olan evliyanın çok iyi sapan attığı ve türbesi ile alay edenleri çarptığına inanılmaktadır.


Adının halk arasında Omuzu Güçlü diye bilinmesine rağmen, gerçekte ise savaşlarda gürz kullandığı için “Omuzu Gürzlü” olduğu düşünülüyor. Tahminen zamanımızdan 900 yıl önce yaşamıştır. Kendisi Selçukluların Anadolu’yu fethedip Müslümanlaştırdığı Türk fetihleri esnasında Orta Asya’dan büyük göçle gelen, binlerce erenlerden biri olmalıdır. Hem Velihem de Akıncıbaşı olarak kabul edilen Omuzu Gürzlü, 1. Haçlı seferi sırasındaki savaşlara katılmıştır. Bundan dolayı da Selçuklular tarafından vefat ettiği yere türbesi yapılmıştır.


Onunla ilgili bir başka rivayet ise Erciyes’in İncesu tarafındaki Tekke dağında yatan Turasan Hazretlerinin kardeşlerinden biri olduğuyla ilgilidir.


Rivayete göre Turasan hazretlerinin 7 kardeşi vardır ve bunlardan ikisi Omuzu Gürzlü ve Şeyh Şaban’dır. Onun hakkında anlatılan menkıbelerden bazıları şunlardır: Rivayete göre Hazret, kâfirlerle sürekli harp halindedir. Bu savaşlar sürerken bir ara savaş dönemi sona erer ve şeyh düşman kralının kızı ile evlenir. Müslüman olmuş görünen bu kadın esasında hâlâ kâfirdir ve ona tuzak kurma maksadıyla gönderilmiştir.


Kadın, Şeyh Hazretlerini birkaç kez namaz kılarken urganla, zincirle bağladığı olur fakat hazret namazdan sonra kollarını açtığı zaman zinciri, urganı velhâsıl tüm bağları bir çırpıda kırar. Bu duruma bir anlam veremeyen kadın:


- Ey Şeyh sendeki güce hayran olduğum için bunları yapıyorum acaba senin kıramadığın, gücünün yetmediği bir nesne var mıdır? diye sorar.


Omuzu Güçlü Hazretleri de:


- Ben yalnızca saçımın teli ile bağlanırsam onu kıramam, der.


Eşi onu bir gün namaz kılarken saçının teli ile bağlar ve akrabası olan düşmanlara haber salar. Zaten sû uyur, düşman uyumaz misâli tetikte olan düşman, gelip elleri bağlı olan Omuzu Gürzlü Hazretlerine saldırır. Elleri bağlı olduğu halde uzun süre küffâr ile savaşan eren, o zamanlar dik ve yüksek bir dağ olan Bozdağ’a doğru kaçmaya başlar. Kaçarken düşmanın iyice yaklaştığını görünce “Yetiş Bozdağ!” diye gürler. Allah'ın izni ile keramet gösterir ve o zamanlar dikine ve yüksek bir dağ olan Bozdağ düşmanların üzerine doğru yıkılır, böylece bir kısmı ölür. O yüzden bu gün Bozdağ’ın, yakınlardaki diğer dağlar gibi dikine bir dağ olmayıp yayvan bir dağ olduğuna inanılır. Neyse Şeyhin kerameti ile o gün birçok kâfir ölür, büyük veli de kurtulur.


Pek çok kerametinden söz edilen Omuzu Gürzlü (aynı hikâye benzer biçimde Şem’un el Gazi için de anlatılır) ile ilgili bir hikâyeyi de yöre insanlarından dinledik. Bozdağ’ın aşağısında bulunan Yavaş köyünün ismini merak ettiğimizde bir köylü bize bu hikâyeyi anlattı.


Rivayete göre o bölgede kötülükler, hırsızlık, zina vb. gayr-ı ahlâkî davranışlar çoğalmış ve buna öfkelenen Omuzu Gürzlü orada bulunan bir oda büyüklüğündeki kayayı kaldırıp ileriye doğru fırlatmış. Öğrencilerinden biri, "eyvah bu kaya oradaki tüm insanları helak eder, masum insanlar, çocuklar da ölür" deyince, bunu duyan Omuzu Gürzlü kayaya “yavaş” demiş ve kaya olduğu yere düşmüş. İşte bundan dolayı o bölgeye Yavaş adı verilmiş.


Onunla ilgili bir başka hikâye de şöyledir: Seferberlik sırasında oraya birkaç eşkiya gelerek türbeye sığınır. Aralarından biri velinin uzun sandukasını görünce (çok uzundur ve yaklaşık 4 metredir) elini üzerinde gezdirerek “bu kadar boyun varsa vebalim boynuna mı” der ve adeta onunla alay eder. Çok geçmeden bu sözleri söyleyen eşkıyanın sandukaya dokunan eli diğer bir eşkiya tarafından kesilir.


Türbenin kapısının hemen önünde tek parça halindeki düz ve uzun taşlar mevcuttur. Bu taşların aşınan yerlerinin Şeyh’in secde izleri olduğuna inanılır. Yine burada bugün halk arasında "Günah Deliği" diye bilinen bir bölme daha vardır ki, içeri girebilmek için iyice eğilip girmek gerekiyor. Halk buradan eğilip girenlerin günahlarının bağışlandığına inanır. Pek çok sebep için ziyaret edilen türbede her yıl Kadirîler tarafından Omuzu Gürzlü hatırlanır ve zikirler yapılır. Şeyh’in Kadirî olduğuna inanılır.

HASAN GAZİ TÜRBESİ...samsun

HASAN GAZİ  TÜRBESİ

SALIPAZARI  MERKEZ ALBAK MAHALLESİ 



YERİ:Türbe, Salıpazarı ilçesi merkez mahallelerinden Albak Mahallesi’nde tepenin tam zirvesin üzerinde bulunmaktadır.
TARİHÇE :Halk arasında “Hasan Gazi Türbesi” şeklinde anılan türbenin, kitabesi bulunmadığından türbenin tarihi hakkında kesin bilgi edinilememektedir.
MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Tarihi ve mimari özelliği olmamakla birlikte Türbe;  yarı açık şekilde biriket ile çevrilmiştir. Türbenin içerisinde kabir ve ağaç bulunmaktadır.
RİVAYET :Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Hasan Gazi Türbesi hakkında çok fazla rivayet bulunmamaktadır. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak hasta olanlar içinde Allah’ın (c.c) izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir.Sabah namazlarında tekke yakınındaki çimenliklerde bir grup askerin namaz kıldığını görenlerin olduğu rivayet edilmektedir.  Şehir merkezini tepeden gören bu tekke kurtuluş savaşında bu alanda şehit düştüğüne inanılan Hasan adındaki bir zata aittir. Kıbrıs çıkarması sırasında buradan kırmızı bir ışığın çıkıp Kıbrıs tarafına gittiği söylentisi vardır. Mezarın bulunduğu tepeye Hasan tekke adı verilmiştir.

9 Ocak 2016 Cumartesi

SİVAS’TA YATIRLAR Doğan KAYA


SİVAS’TA YATIRLAR
Doğan KAYA
Manevî üstünlüklere sahip bu kişilere ait yatırlar Anadolu'nun dört bir tarafına
yayılmış durumdadır. Sivas da yatırların fazla olduğu yörelerimizden biridir. Yüzölçümü
itibariyle Türkiye’nin ikinci büyük ili olan Sivas’ın ilçe ve köylerinde araştırılmayı
bekleyen onlarca türbe ve makam bulunmaktadır. doğudan batıya, kuzeyden güneye
uzanan istikametlerin güzergâhında bulunmasından, buna bağlı olarak, üzerinde tarih
boyu birçok hadise ve faaliyetlerin yer almasından dolayı bu sonucu tabii karşılamamız
gerekir.
Bugünkü tespitlerimize göre, sadece Sivas merkez ilçedeki yatır sayısı 35’tir.
Bunlardan bazıları hakkında bildiklerimiz efsane şeklindedir. Bazılarını ise tarihi
bilgilerle ortaya koyabiliyoruz.
İnsanlar, yatırları yalnız hacet ve dileklerinin Allah tarafından kabul edilmesi için
değil, aynı zamanda çeşitli hastalıklardan kurtulmak maksadıyla da ziyaret ederler.
Türbede yatan zatın özelliğini kerametleri, yaşayışı, yaşadığı devir, tarikati
belirtmekle beraber halkın ziyaret amacı da onun diğer ulu kişilerden farklı yönünü
ortaya koyar. Biz de Sivas’taki yatırları bu çerçevede gruplandırmaya çalışacağız.
Tespit ettiğimiz yatırların başlıcaları şunlardır:
1. Abdülvahhab Gazi
Kimliği : VIII. yüzyılda yaşamıştır. Asıl adı Abdülvehhab bin Buht-üs-Sünevî
olan Arap’tır. Peygamberimizin sancaktarı ve Battal Gazi’nin silah arkadaşıdır. Ahmet
Turan Gazi ile birlikte şehit olduğu, akarsuyun cesetini şimdiki mevkie getirdiği, bir rüya
sonrası yerinin tespit edildiği anlatılır. Türbesi Yukarıtekke mevkiindedir. Sivas’tan
başka İznik, Elazığ’ın Kale köyü, Bayburt, Akşehir gibi beldelerde kabir veya makamları
vardır.
Kerametleri : 1939 Erzincan depreminde türbesinden çıkıp gökyüzündeki kırmızı
bulutları eliyle uzaklaştırarak, Sivas’ı zelzeleden korur.
93 Harbinde (1877/1878) diğer erenlerle birlikte uzun cübbesi ve yeşil sarığıyla,
Anadolu’nun içlerine doğru ilerleyen Rusların karşısına çıkarak onları durdurur.
Cami imamının rüyasına girerek, camiden eşya çalan hırsızı ihbar eder ve
yakalanmasını sağlar.
Ziyaret edenler ve ziyaret sebepleri : Her türlü dileği olanlar, ev sahibi olmak
isteyenler, sünnet olacak çocuklar.
2. Ahi Emir Ahmet
Kimliği : XIII. yüzyılın ikinci yarısı ile XIV. yüzyılın ilk yarısında yaşamıştır.
Ailesi, Horasan’dan gelip Bayburt’a yerleşmiştir. Sivas’ta Ahi teşkilatının en önemli
temsilcilerindendir. Mevlevî’dir. Türbesi Paşabey Mahallesindedir.
Kerametleri : -
Ziyaret edenler ve ziyaret sebepleri : İşlerinin iyi gitmesini isteyen esnaf, çeşitli
dileği olanlar, hasta ve huysuz çocuğunu yedi tekke dolaştıranlar.
2
3. Ahmet Turan Gazi
Kimliği : Asıl adı Ahmeri Terran’dır. Kabri, Soğuk Çermik’in tepesindedir. Bir
çarpışma sırasında bu mevkide şehit olduğu için, buraya defnedilmiştir. Battal Gazi’ye
yenilince, Müslüman olmuş ve onun silah arkadaşlığını yapmıştır.
Kerametleri: Çarpışma sırasında atı, karşıki tepeden yaklaşık 350-400 metrelik
mesafeye sıçrar ve nal izleri hâlâ durmaktadır.
Şehit düşerken kayalardan sular fışkırır ve bugünkü ılıca suyu ortaya çıkar. Ilıca
suyunun şifalı oluşunun sebebi bundandır.
Yukarıdaki tepeden aşağıdaki çermiğe (ılıcaya) kolunu uzatarak abdest alır.
Ziyaret edenler ve ziyaret sebepleri : Çocuğu olmayanlar veya olup da
yaşamayanlar (Çocuk olursa adı Ahmet Turan / Ahmet Duran konulur.), ev sahibi olmak
isteyenler.
4. Akarcullah Baba
Kimliği : Ne zaman yaşadığı ve hayatı hakkında kesin bilgi yoktur. Mezarı
Sabahattin Öztürk Spor Salonunun kuzey batısında idi. Şimdi arazi düzenlemesi
sebebiyle ortadan kaldırılmıştır.
Kerametleri : -
Ziyaret edenler ve ziyaret sebepleri : Akarcası (sulu yarası) veya kapanmayan
yarası olan hastalar.
5. Ali Baba
Kimliği : XVI. yüzyılda yaşamıştır. Mezarı, Ali Baba Mahallesindeki kendi
adıyla bilinen camidedir. Soyca, Horasan erenlerinden olduğu söylenir. Ali Baba-i Kebir
olarak bilinir.
Kerametleri : Padişahın “Dünyanın en iyi üç nesnesi nedir ?” sorusuna Ali Baba;
“Yemek, içmek, yellenmek” der. Öfkelenen padişah önce onu hapse attırır ancak ilerleyen
birkaç gün içinde ona haklı bulur ve birkaç köyü kendisine bağışlar.
Ziyaret edenler ve ziyaret sebepleri : Başı ağrıyanlar, ağzı çarpılanlar, korkanlar,
yedi tekke dolaşanlar.
6. Arap Evliyası /Uyku Evliyası
Kimliği : Türbesi Ece mahallesindedir. Hayatı hakkında bilgi yoktur. Bağdatlı
olduğu, Abdülkadir Geylanî’nin soyundan olduğu söylenir.
Kerametleri : Cesetinin toprak altında kaldığı yer, zamanla çöplük olarak
kullanılmış, mahalleli bir miralayın rüyasına girerek kendisini oradan çıkarttırmıştır.
Türbesinden çıkarak zaman zaman mahalle sakinlerinin gözüne görünüp hayır dualar
etmiştir.
Ziyaret edenler ve ziyaret sebepleri : Uyuyamayanlar, ağlaması durmayan
çocuklar, yedi tekke gezenler,
7. Arap Evliyası
Kimliği : Hakkında bilinenler azdır. Bir savaş sırasında şehit düştüğü, Sivas’taki
diğer Arap Evliyası ile akraba olduğu söylenir. Türbesi, Gürsel Paşa Caddesindedir.
Kerametleri : Dilek dilemeye gelenler, mezarın yanında yeni pişmiş ekmek bulur.
3
Ziyaret edenler ve ziyaret sebepleri : Çeşitli dileği olanlar.
8. Arap Şeyhi
Kimliği : Mezarı Paşabey Mahallesindedir. Asıl adı Şeyh Abdullah el-Haşimî el-
Mekkî’dir. Hz. Muhammed soyundan olup rifaî şeyhidir. Sivas Kongresine katılmıştır.
1922’de öldüğünde 100 yaşından fazladır.
Kerametleri : -
Ziyaret edenler ve ziyaret sebepleri : Aile geçimsizliği olanlar, felçliler, diğer
hastalar ve yedi tekke gezenler.
9. Aziz Baba
Kimliği : Geçemini çubukçulukla sürdürdüğü için çevrede; “Çubukçu Aziz
Baba” olarak tanınmıştır. Evlenmemiştir. 1944’te ölmüştür. Mezarı Halifelik
Mezarlığındadır.
Kerametleri : Hazine bulunduğu yere gidenler, orada Aziz Baba’nın bastonunun
ucuyla altınları tek tek çıkarttığını görür.
Ziyaret edenler ve ziyaret sebepleri :-
10. Bun Baba
Kimliği : Türbesi Sosyal Sigortalar Kurumu Hastanesinin bahçesindedir. Mezarın
baş ve ayak kısmında XIII-XIV. yüzyıla ait iki şahide bulunmaktadır. Kim olduğu
hakkında bilgimiz yoktur. Halk, Bun Baba söyleyişinin yanında Mum Baba, Bum Baba
Bön Baba ve Dön Baba da demektedir.
Kerametleri : -
Ziyaret edenler ve ziyaret sebepleri : Sıkıntısı ve dilekleri olanlar.
11. Çeltek Baba’nın Kardeşi
Kimliği : Türbesi Eski Paşa Hamamının yanındadır. Halkın ifadesine göre Çeltek
köyündeki Çeltek babanın ağabeyidir. Burada şehit düşmüştür.
Kerametleri : Komşuların rüyasına girerek, türbenin temiz tutulmasını istemiştir.
Ziyaret edenler ve ziyaret sebepleri : Felç ve sara hasatları, başı ağrıyanlar.
12. Fettah Dede
Kimliği : Akdeğirmen Mahallesinde yatmaktadır. Yanında dört mezar daha vardır
ve bunlara “Fettahlar” denilmektedir. Nakşibendî tarikatinin önde gelenlerindendir.
1863’te vefat etmiştir. Sabırlı ve sakin yaradılışlıdır. Silsilename adlı bir manzum eseri
vardır.
Kerametleri : Şeyh İsmail Hakkı Toprak’ın rüyasına girerek, oldukça hor
kullanılan türbesini mezbelelikten kurtarmasını istemiştir.
Ziyaret edenler ve ziyaret sebepleri :Sivas’tan Hacc’a gidenler.
13. Göz Evliyası
Kimliği : Hakkında bilgi yoktur. Mezarı, Küçükminare Mahallesindeyken ev
yapımı sırasında kaldırılmıştır. Şimdi yeri belli değildir.
Kerametleri : -
4
Ziyaret edenler ve ziyaret sebepleri : Göz hastaları.
14. Güdük Minare
Kimliği : Türbe Küçükminare Mahallesindedir. İçinde, genç yaşta ölen Eratna
Devletinin kurucusu Alaaddin Eratna’nın oğlu Hasan Bey yatmaktadır (XIV. yüzyıl).
Hasan Bey zeki ve yakışıklı biridir. Sivas Valiliği yapmıştır. Mardin Artuklu beyi Melik
salih Şemseddin’in kızı ile evleneceği sıra Dabaz (Ürtiker / kaşıntı) hastalığından
ölmüştür.
Kerametleri : -
Ziyaret edenler ve ziyaret sebepleri : Vücudunda ürtiker / kaşıntı / dabaz olan
kimseler.
15. İhramcızade İsmail Hakkı Toprak
Kimliği : Nakşibendi şeyhidir. 1881-1969 yıllarında yaşamıştır. Mezarı Ulucami
avlusundadır. Yare Yadıgâr adlı bir mevlit kitabı vardır.
Kerametleri : Sivas’ta iken Tokat-Amasya yolunda olan trafik kazasını bilmiştir.
Ziyaret edenler ve ziyaret sebepleri :-
16. İncili Hanım
Kimliği : Türbesi Atatürk Sağlık Meslek Lisesi içindedir. XVII.-XVIII. yüzyılda
yaşadığı tahmin edilmektedir. söylentiye göre Sokullu Mehmet Paşa’nın kızıdır. Sivas’a
Sarıhatipler (Sarısözen)’e gelin gelirken, cehizinde inci ile işlenmiş yorgan da getirdiği
için İncili Hanım olarak anılmıştır.
Kerametleri : -
Ziyaret edenler ve ziyaret sebepleri : Dilek sahipleri.
17. I. İzzettin Keykavus
Kimliği : Sultan I. Gıyaseddin Keyhusrev’in büyük oğludur. 1219’da akciğer
vereminden vefat etmiştir. Türbesi Sivas Darüşşifası içindedir.
Kerametleri : -
Ziyaret edenler ve ziyaret sebepleri : Dilek sahipleri.
18. Kadı Burhaneddin
Kimliği : Kadı burhaneddin devletinin kurucusudur. 1345-1398 yıllarında
yaşamıştır. On iki yaşındayken sarf, nahiv, lügat, mantık, hesap, aruz ve hat dersleri
almış, bu alanlarda önemli mesafeler katetmiştir. Bunların dışında ok atma, kılıç
kullanma ve ata binmede hünerini sergilemiştir. On dokuz yaşında Hacc’a gitmiş, yirmi
bir yaşında kadı olmuştur.
Kerametleri : -
Ziyaret edenler ve ziyaret sebepleri : Hastalar, dilek sahipleri, geçimsiz eşler
19. Karakaş Baba
Kimliği : Gülyurt Mahallesindedir. Yanında dört mezar daha bulunmaktadır.
Hakkında bilgi yoktur. “Uyku Tekkesi” veya “Çat Baba” adıyla da bilinir.
Kerametleri : -
5
Ziyaret edenler ve ziyaret sebepleri : Sinir hastaları, dilek sahipleri, korkan
çocuklar.
20. Kılavuz Baba
Kimliği : Mezarı Kılavuz Camii girişinde soldadır. Yanında birkaç mezar daha
vardır. Abdülvahhabi Gazi’nin yanında yer aldığı, birliklere kılavuzluk ettiği, yapılan
savaşta şehit düştüğü söylenir.
Kerametleri : -
Ziyaret edenler ve ziyaret sebepleri : Dilek sahipleri.
21. Kırkkızlar
Kimliği : Türbe, Abdülvahhabi Gazi türbesinin güney batısındadır. XVIII.
yüzyılda inşa edilmiştir. Türbede yatanın kim olduğu hakkında bilgi yoktur.
Kerametleri : -
Ziyaret edenler ve ziyaret sebepleri : Evde kalmış kızlar, çeşitli dilekleri olanlar
22. Kırklar
Kimliği : Eskiden Çayırağzı Mahallesinde olduğu söylenir. İnanca göre, “kırk
papaz”ın burada bataklığa gömülüp ölmüş yahut “kırk kız”ın burada taş kesilmiştir.
Kırklar adı da buradan gelmektedir.
Kerametleri : -
Ziyaret edenler ve ziyaret sebepleri : Başında yedi cin dolaşan gelinler.
23. Mur Ali Baba
Kimliği : 1805-1882 yılları arasında yaşamıştır. Asıl Adı Mehmet’tir ve
Kerkük’te doğmuştur. Kadirî şeyhlerinden Şeyh Halis’in yanında yetişmiştir.
Çalışkanlığından dolayı “Mur” (karınca) lakabıyla anılmıştır. Bu söz halk arasında
“Mor” olarak telaffuz edilir. Şeyhinin emri üzerine Sivas’a gelmiş ve buraya yerleşmiştir,
burada vefat etmiştir. Türbesi Kızılırmak Sağlık Ocağının karşısındadır. Tenbihü’s-
Salikin adlı bir eseri olan Mur Ali Baba aynı zamanda şairdir.
Kerametleri : Hastalığına şifa bulamayan Amasya Mutasarrıfı Ziya Paşa’ya
mektup gönderir ve mektup eline geçince iyileşeğini yazar ve dediği gerçekleşir.
Türbedeki ona ait tesbihi çalanın eli-kolu tutulmuş, tesbih kendiliğinden tekrar
tekkede görülmüş.
Ziyaret edenler ve ziyaret sebepleri : Dilek sahipleri.
24. Numan Sabit
Kimliği : 1692’de Sivas’ta doğmuş, 1764 yılında yine burada vefat etmiştir.
Uluanak Mahallesindeki aile kabrinde yatmaktadır. Şeyh Ahmet Efendi’nin oğludur.
Müderrislik yapan Numan Sabit aynı zamanda âlim ve şairdir. Bir divanı vardır.. Buraya
“Yılancık Evliyası” da denir.
Kerametleri : -
Ziyaret edenler ve ziyaret sebepleri : Yılancık hastalığına tutulanlar.
25. Nur Baba
6
Kimliği : Mezarı Selçuk İlköğretim Okulu bahçesindedir. Divane derviş
olduğu,pişmiş ekmeğe rağbet etmeyip karnını fırınlardan aldığı hamurlarla doyurduğu
söylenir. Hakkın bilgi bulunmamaktadır.
Kerametleri : -
Ziyaret edenler ve ziyaret sebepleri : Dilek sahipleri.
26. Sarılık Tekkesi (Emir Arif)
Kimliği : Pulur mahallesindedir. Türbede Ahi Emir Arif yatmaktadır. Bir savaş
sırasında sarılık hastalığına yakalanan Emir Arif ölürken; “Sarılık olanlar mezarımı
ziyaret etsin.” diye vasiyette bulunmuştur. Söylentiye göre Emir Ahmed’in kardeşiymiş.
Kerametleri : Eskiden evin yanında bulunan evdeki tandırdan her sabah sıcak
ekmek çıkarmış ve bu ekmek gelenlere verilirmiş. Birgün hizmetçinin, ekmeklerin o
evden çıktığını söylemesi üzerine, tandır artık ekmek vermez olmuştur.
Tekkeyi ortadan kaldırmak isteyen kişi hemen oracıkta ölmüştür.
Ziyaret edenler ve ziyaret sebepleri : Sarılık hastaları.
27. Sıtma Tekkesi
Kimliği : Tekke, Çayyurt Mahallesindedir. Halk burada yatanı Şahap Dede olarak
bilir. Mevlevî şeyhi olduğu söylenir. Ne zaman yaşadığı bilinmemektedir. Mezarının
yerini kendisi tayin etmiştir.
Kerametleri : Beddua etmesi üzerine Pepe Ahmet adındaki bir çocuğu sıtma
tutmuştur, fakat Şahap Dede’nin okuması üzerine çocuk tekrar sağlığına kavuşmuştur.
Ziyaret edenler ve ziyaret sebepleri : Sıtma hastaları.
28. Süt Evliyası
Kimliği : Demircilerardı Mahallesindedir. Türbede toplam dört sanduka vardır.
Velinin kimliği hakkında bilgimiz yoktur.
Kerametleri : -
Ziyaret edenler ve ziyaret sebepleri : Doğum sonrası göğsüne süt gelmeyen
hanımlar.
29. Şah Hüseyin
Kimliği : Mezar, Atatürk İlköğretim Okulunun bahçesindeyken yol yapımı
dolayısıyla ortadan kaldırılmıştır. Aslında evin sahibi olan kişi, ölünce evinin bahçesine
defnedilmek istemiş. Zamanla halk orada yatan kişiyi erenlerden biri olarak nitelemiş,
mezar yatır haline gelmiştir.
Kerametleri : -
Ziyaret edenler ve ziyaret sebepleri : Hastalar ve dilek sahipleri.
30. Şehitler
Kimliği : Şehitler Camiinin karşısında beş mezar olarak bulunmaktadırlar.
Eskiden on mezar olduğu söylenir. Bir rivayete göre, Timur zamanında burada şehit
düşmüşlerdir.
7
Kerametleri : Kabirlerin bulunduğu yere dükkân yapmak isteyen adam, rüyasında
kendisine defalarca ikaz edilmesine rağmen isteğinden vazgeçmeyince, çalışırken düşüp
ölmüştür.
Ziyaret edenler ve ziyaret sebepleri : Dilek sahipleri.
31. Şemseddin Sivasî
Kimliği : 1520’de Zile’de doğmuş, 1597’de Sivas’ta vefat etmiştir. Asıl adı
Ebü’s-Sena Şeyh Şemseddin Ahmed Es-Sivasî’dir. Sivas’ta “Karaşems” olarak bilinir.
Babası Ebulbereket Mehmet Efendi, Halvetî tarikatindendir. Kendisi de Halvetiye
tarikatinin Şemsiye kolunu kurmuştur. Sivasî, Amasya, Tokat ve İstanbul’da ilim ve
tarikat yolunda mesafeler almış, müderrisliğe kadar yükselmiştir. Manzum ve mensur 30
eseri vardır.Meydan Camii avlusundaki bugünkü türbe 1600’de yapılmıştır. Türbede
diğer aile fertlerine ait yirmi sanduka bulunmaktadır. Sivas’ta yakın zamana kadar,
Hacc’a gidenler Şemseddin Sivasî’nin türbesi önünden uğurlanırdı.
Kerametleri : -
Ziyaret edenler ve ziyaret sebepleri : Hasta çocuklar, dilek sahipleri.
32. Şeyh Akbaş Baba
Kimliği : Türbesi Demircilerardı Mahallesindedir. Türbenin XVIII. yüzyılda
yapıldığı tahmin edilmektedir. Hakkında bilgi yok denecek kadar azdır. Halkın inancına
göre Akbaş Baba , Peygamberimizin sancaktarıdır. Sivas’ta şehit olunca sancağı elinden
Abdülvahhabi Gazi almıştır. Akbaş Baba’ya “Küt Evliyası” da denilir. Türbede
kendisinin haricinde Akbaş Baba’nın yakınlarına ait olduğu tahmin edilen dört mezar
daha vardır.
Kerametleri : Türbenin yanındaki çeşmeden abdest alıp tekrar türbeye girermiş.
Ziyaret edenler ve ziyaret sebepleri : Üç-dört yaşına geldiği halde yürüyemeyen
çocuklar.
33. Şeyh Çoban
Kimliği : Türbesi Şeyh Çoban Mahallesindedir. Türbede Şeyh Çoban’ın
sandukasının haricinde bir sanduka daha vardır. XII. yüzyılda yaşadığı sanılan Şeyh
Çoban’ın asıl adı Şeyh Hüseyin Raî’dir. Babasının çok sayıdaki sığırını güttüğü için raî
“çoban” olarak tanınmıştır. Büyük mutasavvıf Ebü’l-Vefa’nın yedinci halifesidir. İslâmı
yaymak ve gönüller fethetmek için Horasan’dan Sivas’a gelen bir Alperen olduğu
söylenir.
Kerametleri : Mezarının başında bulunan tokmak, bir savaş çıktığından ortadan
kayboluyormuş. Bu tokmak Gökmedrese’ye götürülmüş daha sonra tamamen
kaybolmuştur.
Ziyaret edenler ve ziyaret sebepleri : Hastalar, çocuğu olmayanlar, felçliler,
işinde bereket umanlar.
34. Şeyh Erzurumî
Kimliği : Sivas Otogarının doğusunda bulunan türbenin XIII. yüzyılın sonlarında
inşa edildiği sanılmaktadır. Erzurumî, halkın ifadesine göre, din uğruna çarpışan cengaver
bir yiğittir. Türbenin yanında bulunan kuyu, bugün kapanmıştır.
8
Kerametleri : Erzurumî’nin 40-50 adamı muhtelif zamanlarda türbenin etrafına
çadır kurar ve onu yalnız bırakmazlarmış.
Ziyaret edenler ve ziyaret sebepleri : Gözü şaşı çocuklar, dilek sahipleri.
35. Yüğrük Şah
Kimliği : Türbe şimdiki PTT Başmüdürlüğünün bulunduğu yerde iken bugün
yoktur. Hakkında bilgi yoktur.
Kerametleri : Birgün hanımına helva yaptırıp bir anda, o sırada Hac’da bulunan
efendisine ulaştırır.
Ziyaret edenler ve ziyaret sebepleri : Yürümesi geciken çocuklar.
Bu zatların halkın gönlüne taht kurmalarında, onların hayattayken gösterdikleri
birtakım olağanüstülüklerin yani kerametlerin rolü büyüktür. Ne var ki hepsinin keramet
sahibi olduğunu söylememiz mümkün değildir. Nitekim yukarıda işaret ettiğimiz gibi,
Sivas’ta yatmakta olan zatlar sadece bir din adamı, bir mutasavvıf değil bunların dışında
bey, paşa, kadı, âlim, şair yahut sıradan insanlar da olabilmektedir. VII. yüzyıldan XX.
yüzyıla kadar muhtelif yüzyılllarda yaşamış olan bu kişilerin şöhreti, insani yaşayışı veya
talihsiz hayatı onların sevilmelerinde önemli rol oynamıştır. Bir kısmı hakkında bilgi
bulunmamakla beraber halk onun yattığı yeri kutsal, içinde yatanı aziz ve mübarek
bilmiş, hakkında menkabeler vücuda getirmiştir.
Tekkelerin ziyaret edilmeleri, onların vasıtasıyla Allah’tan şifa ummaları geleneği
Anadolu’da yüzylıllardır sürdürülen bir gelenektir. Ancak önceki yüzyıllara oranlar
günümüzde, tekkelerde yapılan bu ameliyeler pek azalmıştır. Buna rağmen yatırların
toplum üzerindeki etkileri hâlâ sürmektedir. Halk, gerek şehir merkezinde gerekse -
pekçok beldede olduğu gibi- yüksekçe bir tepede mekan tutmuş olan mübarek şahısların
o beldenin koruyucuları olduğuna, inancı tamdır.

Uzun Ali Dede










İzmir – Urla’da Üçdeğirmenler mevkiinde , eski süt pınarının hemen yanında bir duvar dibindedir.
İzmir’in Urla ilçesinde Üçdeğirmenler mevkiinde , eski süt pınarının hemen yanında bir duvar dibindedir.
Uzunali Dede kimliği hakkında bilgi yoktur. Bazı insanların Süt dede diye de andığı dedenin dilekleri yerine getirdiği inancıyla kabir başına mum dikip, adak adadığı görülmektedir.

7 Ocak 2016 Perşembe

Yalınayak Dede – Çandarlı- ( Dikili )

Yalınayak Dede – Çandarlı- ( Dikili )
İzmir ilinin Dikili ilçesinin Çandarlı–Dikili asfaltından doğu istikametinde yaklaşık 4 km. sinde Yalınayak Dede Türbesi tabelasını görürsünüz . Tabeladan bir km. içeride toprak yoldan türbeye ulaşırsınız.. Dede hakkında somut bilgi bulamadık. Yalınayak Dede türbesi geçirdiği yangından sonra Çandarlı belediyesi tarafından onarılmıştır. Asırlık ağaçlar dikkat çekmektedir.










COGİ BABA

COGİ BABA 




COGİ BABA’NIN KİMLİĞİ HAKKINDA BİR ARAŞTIRMA




Aleviler tarihte pek çok acılar çektiler. İnançları nedeniyle pek çok saldırıya uğradılar, sayısız can yitirdiler. Yitirdiklerini yüreklerine gömdüler, geleceğe taşıdılar, ölümsüzleştirdiler. Şeyh Bedrettinleri, Pir Sultanları, Nesimileri ve daha nicelerini böyle taşıdılar geçmişten geleceğe. Bu kayıplarını hep isimleriyle yad ettiler. Zaman geldi, bir büyük acı daha yaşadılar, o acıda kaybettikleri canlarını, türkülerini bu kez isimleriyle değil o tarihle sırtladılar, geleceğe götürüyorlar.




2 Temmuz’da canlar “türkü” oldu, semaya dizildi.




2 Temmuz’larda türkülerin yakıldığı yerde olmadan duramayan aleviler bir süredir oradan bir başka yere “Cogi Baba”ya uğramadan dönemez oldular ocaklarına.




Canlarının anısına “Cogi Baba”nın suyu başında türkü söyler oldular bir süredir.




Mustafa Sarıgül’ün maddi katkılarıyla yükselen “COGİ BABA KÜLTÜR MERKEZİ ve CEMEVİ”nin yanıbaşında 2 Temmuz’un burukluğuyla canlarla bir arada olmanın mutluluğunu festivalleştirip gelenekselleştirdiler.




Bu güzel etkinlik ilk kez 14 Temmuz 2005 tarihli Radikal Gazetesinde Celal Başlangıç’ın “Cogi Baba Can Veriyor” başlıklı yorum haberiyle Cogi Baba’nın ününü Anadolu’ya hatta yurt dışına taşıyıverdi.




Celal Başlangıç bu haberinde “Cogi Baba kimdir” sorusuna da yanıt arıyordu.




Kimi görsek, "Kim bu Cogi Baba? Ne zaman yaşamış? Nereden gelmiş? Ne yapmış?" gibi sorular soruyoruz. Ama doyurucu bir yanıt almak mümkün değil. Hatta biraz yaşlı olanlar, "Ne yapacaksınız kim olduğunu. İnanın yeter" diye kızıyor.




Böyle anlatıyor Celal Başlangıç tanık olduğu olayları. Kalemine, diline sağlık.




Anlatıyor da, omuzlarımıza da bir sorumluluk yükleyiveriyor. Soruyor, önüne gelene, “Cogi Baba kimdir” diye ve sorusu ortada kalıyor. Bu sorunun yanıtını vermek Cogi Baba”lılara düşer. Madem Cogi Baba köyü her yıl 2 Temmuz’da yakılan türkülerini yad eden Alevilere bir günlüğüne ev sahipliği yapacak, ve madem bu misafirlik Cogi Baba’nın hatırınadır, bu sorunun cevabı da verilmeli.




Celal Başlangıç “kimdir Cogi Baba” sorusuna aldığı bazı yanıtlara yer vermiş yazısında.




Bazıları, Cogi Baba Horasan'dan gelen erenlerden biri. Soyu Sülale-i Ehlibeyt'e dayanır. 12 İmamların neslindendir" diyor.




Rıfat Işık'a göre Cogi Baba adını bu yörede yaşayan Rumlar ve Ermeniler vermiş. Çok iyi kılıç kullanan, aynı zamanda filozof olan, adil bir yargıç olarak sorunları çözen, halkın derdine deva olan diye tanınıyor.




Celal Başlangıç’ın yazısına bir internet forumunda şöyle bir itiraz geliyor. “Yazar, Cogi Baba'nın kim olduğunu kimsenin bilmediğini yazıyor. Oysa ...İmranlı ve Köyleri Kültür Dayanışma Derneği yöneticilerine sorsaydı Cogi Baba'nın kim olduğunu öğrenirdi. Cogi Baba’nın asıl adının Kasım Cogi olduğunu, “




Bir gazete haberi ve bir eleştiri yorumda Cogi Baba’nın kimliğine ilişkin üç farklı anlatım çıkıyor karşımıza.




Bazıları, “Cogi Baba Horasan'dan gelen erenlerden biri. Soyu Sülale-i Ehlibeyt'e dayanır. 12 İmamların neslindendir" diyor.




Kimi “Cogi Baba adını bu yörede yaşayan Rumlar ve Ermeniler vermiş. Çok iyi kılıç kullanan, aynı zamanda filozof olan, adil bir yargıç olarak sorunları çözen, halkın derdine deva olan diye tanınıyor,” diyor.




Kimi ise “Cogi Baba’nın asıl adının Kasım Cogi olduğunu, bir özgürlük savaşçısı olduğunu” söylüyor.




Burada “Kasım Cogi” adını aklımızda tutarak irdelemelerimizi sürdürüyoruz.




Her üç anlatım da kendi içlerinde doğruları ve yanlışları barındırıyor.




Cogi Baba’nın kimliği hakkında ilk detaylı inceleme denemesini köyümüzün büyüklerinden Sn. Hüseyin Özten Yünören Köyü İncelemesi adlı kitabında yapmıştır. Özten Kitabında yazılı bir kaynak bulunmadığını, belirtmiş, anlatımlar, varsayımlar ve rivayetlerin ortak noktalarına dayanarak gerçeğe yakın bir sonuca ulaşmanın mümkün olduğu düşüncesiyle hareket etmiş ve rivayet ve anlatımlardan üç tanesini ele alınmaya değer bulmuştur.




Hüseyin Özten’in anlatımları, kitabından naklen internet sayfalarında yaygın olarak yer aldığından burada ayrıntıları üzerinde durmayacağız. Ancak kendilerinin Seyyid el Kirzi hakkındaki bahsi yazımız açısından önem taşımaktadır.




Hüseyin Özten, Cogi Baba’nın Erzincan’ın İliç ilçesinde bulunan Seyyid el Kirzi türbesinde seceresi bulunduğu yönündeki duyumlar üzerine yaptığı araştırmada bunu doğrulayacak belgeye ulaşamadığını anlatmaktadır.




Konuyla ilgili olarak İliç Kaymakamlığının resmi internet sayfasında yer alan şu bilgiler Hüseyin Özten’in açıklamalarıyla önemli ölçüde örtüşmektedir. Bu bilgilerden secerenin varlığının resmi olarak kabul gördüğünü anlıyoruz.




(Burada yer alan tarihlere ilişkin Bilgilerle yukarıda ismi telafuz edilen Kasım Cogi hakkında Fuat Köprülü’nün kitabında karşılaştığımız ve aşağıda ayrıntılı olarak açıklayacağımız tarihlerin aynı döneme denk gelmesi Hüseyin Özten’in anlatımlarının doğruluğunun bir kalemde yadsınamayacağını ortaya koymaktadır.)


Kaymakamlığın internet sayfasında Seyyid Seyh Hasan El Kirzi’nin Hayatı şöyle anlatılmaktadır.


Sultan Alparslan’ın Malazgirt Zaferinden (1071) sonra Anadolu içlerine Doğu ve Güneydoğu İslam Aleminden Anadolumuzu İslamlaştırmak Bizansı buralardan temizlemek için Horasan, İrak, İran,Türkistan ve Buharadan birçok veli Dervişler bir kısım şehir ve uç beylere kadar gelip yerleşip faaliyetlerini buralarda sürdürmüşlerdir.


Bu şeyh ve velilerden biriside Balkaya (Kirzi) köyünde meftum bulunan Seyyid Seyh Hasan El Kirzi dir.Horosan Bölgesinden Kemah’a gelmiştir.Burada yerleştikten bir müddet sonra Kemahın ileri gelenleri ve Devlet Yetkililerinin huzurlarında kendi mezhebini isbat edip Peygamberler sülalesinden (Ehli Beyt’ten) geldiğini ve Hz.Hüseyinin 27’nci torunu olduğunu kanıtlamıştır. Kemahın ileri gelen devlet yetkilileri Şeyh Hasan’ın Elhi Beyt neslinden geldiğini ve Büyük Bir Veli (Allah Dostu) olduğunu anladıktan sonra bu Zatı Kirzi Kariyesi (Balkaya Köyü) ne göndermişlerdir. Ayrıca Seyyit Şeyh Hasan El Kirzi bu topraklara gelirken Kemah’taki devlet yetkilileri tarafından bu toprakların her türlü tasarrufunun kendisine verildiğini 850 yıllık seceresi (Soy Kütüğünden) anlıyoruz.


Bu bilgiler yazımızın ilerleyen bölümlerde başka kaynaklardan aktaracağımız bilgilerin mantıksal olarak bütünleşmesine katkı sağlamaktadır.


Hüseyin Özten Cogi Baba’nın kimliğiyle ilgili iki farklı bakış açısına işaret ettiğini düşündürten, Köyün büyüklerinden Hüseyin Korkmaz’dan naklen şöyle bir olay anlatmaktadır.




“1930’lu yıllarda Mahmut Demir’in evindeyken Karacaören Nahiye Müdürü geldi. Cogi Baba hakkında bilgi istedi. Mahmut Demir, Sabeye bakmakla görevli ailenin Avşar köyünde şıhlar olarak anıldığını, onlardan bilgi alınabileceğini anlattı. Müdür bu ailenin büyüğü olan Şıh Hüseyin’i acele getirtti. Sert ve kırıcı davranan müdür karşısında Şıh Hüseyin’in bocalayarak Cogi Baba’nın 11. imam Hasan ül Askeri’nin torunu olduğunu ve kendilerinin Cogi Baba’nın soyundan olduklarını anlattı. Müdür, soyağacı, şecere gibi birşeyler istedi. Şıh, Hacı Bektaş dergahından onaylı bir belge gösterdi. Belge, Şıh ailesinin Cogi Baba türbesinin hizmet ve korumasını yapmakla görevlendiriliğine ilişkin bir icazetname idi. Müdür bunun Cogi Baba’yı tanıtan bir belge olmadığını, halkı kandırıp sömürmek için uydurulmuş bir belge olduğunu sert ve kırıcı bir üslupla söyleyip hakaret etti. O yıllar tekke, zaviye ve türbelerin kapatıldğı ve ziyaretgahların yasaklandığı yıllardı. “




Gerçekten de Avşar Köyünden Şıh ailesinin elinde böyle bir belge bulunduğu söylentisi yaygın olmakla birlikte bugüne kadar bu belgenin kendisini görmeyi, mahiyetini öğrenmeyi başaramadık.




Hüseyin Özten’in Kitabıyla aynı günlerde Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisinin Haziran 2003 tarihli VII. Cildinin 1. Sayısında Doçent Dr. Ahmet Gökbel İmzalı “İmranlı’nın İnanç Coğrafyası Ve İlçedeki Ziyaret Yerleri İle İlgili İnanç Ve Uygulamalar” başlıklı inceleme yazısı yayınlanmıştır. Bu yazıda Cogi Baba ve Cogi Baba Çeşmesi hakkında şu bilgilere yer verilmektedir.


Cogi Baba: Avşar Köyü sınırları içinde yer alan Cogi BabaTürbesi, konum itibariyle köyün güney batısında bulunur. Türbe içinde Cogi Baba’ya ait olduğu belirtilen bir mezar vardır. Ayrıca türbe içerisinde duvarda asılmış bir Kuran-ı Kerim, On İki İmama ve Hz. Ali'ye ait olduğu söylenen resimler bulunmaktadır.


Edindiğimiz bilgiler ve gözlemlerimiz, türbenin çevrede herkes tarafından bilindiği ve yoğun bir ziyaretçi akınına uğradığını göstermektedir. Cogi Baba'nın hayatı hakkında o çevredeki insanların anlattıklarından başka kesin bir bilgiye ulaşmamız mümkün olmadı. Bölgedeki insanların anlattıklarına göre, Coğ Baba ya da Cuva Baba diye de bilinen Cogi Baba, Horasan erenlerinden aynı zamanda Battal Gazi'nin askerlerinden olan kahraman bir erdir. Burada Ermenilerle yapılan bir savaşta şehit olduğuna ve bugünkü türbenin bulunduğu yere gömüldüğüne inanılmaktadır. Ayrıca Cogi Baba’nın, Abbasiler zamanında yaşanan fetih hareketleri sebebiyle bu bölgeye gelip burada şehit olduğunu söyleyenler de vardır.


Cogi Baba’nın, Zara’nın manevi mimarı ve koruyucusu olarak kabul edilen Şeyh Merzubân Veli hazretleri gibi Sülâle-i Resul’den olduğu şeklinde de rivayetler vardır. Zira Osmanlılar döneminde Seyyid olanlara, sancak verilmesi âdettendi. Bu nedenle Osmanlı Devleti, Cogi Baba’nın torunlarına, ellerindeki şecereye binaen sancak verdiği ancak söz konusu sancağın daha sonra Şarkışla'nın Ağcakışla bucağına bağlı Alaman köyüne götürüldüğü ve şu anda elde mevcut olmadığı anlaşılmaktadır....”


Bu makalede Cogi Baba hakkında yöre insanından sorulmak suretiyle derlenen bilgiler bir araya getirilmiş olup Cogi Baba Türbesi ve Çeşmesi hakkında bilgilerin tamamı yöre insanının görüşleriyle uyuşmaktadır.


Cogi Baba pek çok yazı ve incelemenin konusu olmuştur.




Zara Haber adlı kültür ve haber dergisinin “Zara’da Ziyaret Yerleri” Başlıklı yazısında Cogi Baba başlıklı bölümde şunları okuyoruz.




“Cuva ( Coği ) Baba Ziyareti : Bu türbe, bugün İmranlı ilçesi Karacaören bucağı sınırları içerisinde kalmasına rağmen, mevki itibarıyla Karasırt köylerine, Kömüşlük, Kızılkale, Girit’e çok yakındır. Bu bakımdan Zaralı köylüler tarafından da ziyaret edilir. Cuva Baba, köy muhtarı Halil Şenol’un ifadesiyle Horasan’dan gelmiştir. Şeyh Merzuban Veli gibi Sülale-i Resuldendir. Zira “seyyid” olanlara Osmanlılar döneminde “sancak” verilmesi adettir. Ellerindeki “şecere”den dolayı Cuva Baba’nın bu köyden Şarkışla’nın Alman köyüne yerleşen torunlar olduğu sanılmaktadır.




Türbenin biraz aşağısında şifalı olduğuna inanılan soğuk bir su çıkar. Çevre köylerden türbeye her mevsimde çok sayıda ziyaretçi gelir. Adak kurbanları kesilir, yemek pişirilir, köy halkına ve ziyaretçilere dağıtılır. Köylülerin söylediklerine göre, bir derdi veya hastalığı olanlar, çocuğu olmayanlar, özellikle felçli hastalar, türbeyi ziyaretten sonra Allah’ın, izni Seyyit Cuva Baba’nın himmetiyle şifa bulurlarmış”


Tarafımızdan yapılan araştırmalar sonucunda Cogi Baba adının geçtiği tarihi kıymeti olduğuna kanaat getirdiğimiz başkaca iki adet belgeye daha rastlanmıştır. Bunlar iki önemli Halk Ozanı’nın deyişleridir. Bunlardan birincisi Kul Himmet’tir.


Kul Himmet ve Kul Himmet Üstadım konusunda bugüne kadar en önemli çalışma, Türk folklorunun önde gelen isimlerinden İbrahim Aslanoğlu tarafından gerçekleştirilmiştir. Aslanoğlu, çalışmasında şiirleri mahlaslarına göre ayırmış, gerek şiirlerinden gerekse tarihi vesika ve derlemelere dayanarak bu isimler hakkında yorum ve değerlendirmeler yapmıştır.


Kul Himmet, XVI.-XVII. yüzyıllarda yaşamıştır. Mezarı, doğduğu yer olan Tokat'ın Almus ilçesinin Görümlü köyündedir. Köylüleri onu, Bektaşi tarikatinin Erdebil Tekkesi'ne bağlı Safeviye koluna bağlar. İnancından dolayı çileli bir hayat geçirmiş, zindana atılmıştır. Ölümüyle ilgili kesin bilgiler olmamakla beraber, uzun süre kaçak yaşayıp köyünde vefat ettiği tahmin edilmektedir.




Kul Himmet’in Arif Sağ tarafından ölümsüzleştirilen şu deyişini bilmeyen alevi yoktur.




Pir bugün bize geldi,


Gülleri taze geldi,


Önüsüre Kamber'i,


Ali Mürteza geldi.


La İlahe İllallah,


Hak La İlahe İllallah.



Kul Himmet Üstadım’ın pek çok yatırı ve ziyareti saydığı çok uzun bir şiiri bulunmaktadır. Bu şiirde Cogi Baba hakkında yazılmış bulunan bölümü şöyledir.


Kara Cöğü Gonca gülün harmanı,


Ahmet Dede okur aşkın fermanı,


Pire Dede yetmiş Derdin dermanı,


Karlık Baba peyik salmış erlere.




Onaltıncı, onyedinci yüzyılda yaşadığı sanılan büyük alevi ozanı Kul Himmet’in bu şiirinde Cogi Baba’dan bahsediliyor olması, Cogi Baba’nın günümüzden yaklaşık 400 yıl önce de bugünkü kadar ünlü bir şahsiyet olduğunu ortaya koymaktadır.




Cogi Baba adının deyişlerinde geçtiği ikinci Halk Ozanı Aşık Karaoğlan’dır. Cumhuriyet Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Dç. Dr. Doğan Kaya tarafından kaleme alınan “Aşık Karaoğlan’ın Şiirlerinden Babalar” başlıklı makalesinden Aşık Karaoğlan hakkında şunları öğreniyoruz.


“XVIII. yüzyılın en büyük ozanlarındandır. 1690’de Zara’nın Akören köyünde doğmuştur. 1765 yılında Akören’de vefat etmiştir.


Daha ziyade yaşadığı coğrafyada ün kazanan Karaoğlan’ın anlatımı duru ve sadedir. Şiirlerinde Anadolu Türkçe’sini nakış nakış işlemiştir. Dili o kadar sadedir ki, şiirlerini okuyanlar onu günümüz şairlerinden birisi sayar. Karaoğlan sürgüne gönderilenler arasındadır ve Tokat’ta sürgün edilmiştir. Bu yüzdendir ki, kimi zaman Karacaoğlan’daki sevgi derinliğini, kimi zaman Dadaloğlu’ndaki coşkuyu, Seyranî’deki pervasızlığı, Ruhsatî’deki Anadolu insanının tabiiliğini ve saflığını, kimi zaman da Yunus’taki inancın güzelliğini ve zenginliğini yakalamıştır. Pek çok şiiri tespit edilemediği için kaybolmuştur. Elimizde üç yüz kadar şiiri mevcuttur. Bunların orijinali Eymir köyünden Molla Hasan’da idi. Vefatından sonra çocuklarının eline geçmiş ve onlar da Almanya’ya gitmişler. Şiirleri Molla Hasan, Latin alfabesine aktarmıştır. Mevcut şiirleriyle dahi hak ettiği dereceyi alacağına inanıyoruz. Şiirleri yaşadığı zamanı aktarması yönünden bir bakıma belge hüviyetindedir.“


Yazar Doğan Kaya, şiirlerde adı geçen tüm babalar hakkında tek tek bilgi verirken Cogi Baba hakkında „Karacaören civarında yatmaktadır“ şeklindeki açıklamayı yapmaktadır.




İçinde Cogi Baba (Cuva Baba) adının da geçtiği bu uzun şiirin konumuzla ilgili bölümünü aşağıya alıyoruz.




Erenlerin sözü gerçek


Ab-ı hayat doldur içek

Derdime çare pir köçek

Cuva Baba derman eyle








Şeyh Merzuban, Seyit Cuva pirimiz


Adem Veli, Hasan Baba dürümüz


Pir Köçek’tir esrarımız sırrımız


Gönüller sultanı Bahattin Veli




Aşık Karaoğlan’ın şiirlerinde Cogi Baba’nın adı iki yerde geçmektedir. Bunlardan birinde Cogi Baba’nın adı Zaranın Manevi Kurucusu olan, inanışa göre Sülale-i Resul’den olan Horasan Ereni Şeyh Merzuban’ın adı ile bir arada zikredilmektedir. Bu dörtlükte Cogi Baba’nın “seyit” olduğu da vurgulanmıştır.




İkinci bahiste ise “Erenlerin sözü gerçek, Ab-ı hayat doldur içek” şeklinde bir beyitin devamında Cogi Baba adına yer verilmiştir. Bu beyitte geçen “ab-ı hayat” Cogi Baba çeşmesi akla geldiğinde coğrafi ve tarihi bilgilerimizi çarpıcı bir şekilde teyit etmiş olmaktadır.


Cogi Köyünden Sabit Yılmaz’ın tespit ettiği ve tarafımıza ilettiği bir bilgi de İsmet Miroğlu’nun kaleme almış bulunduğu “Kemah Sancağı Tarihi” adlı kitabın 82. sayfasında karşımıza çıkmaktadır. İmranlı’nın hemen tüm köylerinin Osmanlı kayıtları üzerinden tarihçelerinin özetlendiği bu kitapta adı “Çoğu” şeklinde ifade edilmiş bulunan köyün “Cogi” köyü olduğu anlaşılmaktadır. Yani Cogi köyünün bundan 485 yıl önceki adının da bugün bilinen “Cogi” adıyla aynı olduğu İsmet Miroğlu’nun çok büyük emek sonucunda ortaya koyduğu bu eserinden kuşku götürmez biçimde anlaşılmaktadır. İsmet Miroğlu’nun bu çalışmasında köyün nüfusunun 1530’da üç türbedar, 1568’de 6 hane, 6 evlenmemiş erkek, yine 1591 yılında 6 hane ve 6 evlenmemiş erkek olduğunu öğreniyoruz.


Bu vesikanın işaret ettiği tarihten önceki 400 yılı aşkın dönemde hiçbir kaynakta Cogi adıyla karşılaşmıyoruz. Yukarıda aklımızda tutmak için altını çizdiğimiz “Kasım Cogi” adının izini sürdüğümüzde, bu isimle Fuat Köprülü tarafından kaleme alınan İlk Türk Mutasavvıfları adlı kitabın (Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar – M. Fuad Köprülü – Akçağ Yayınları 2003) Ahmet Yesevi’nin hayatının anlatıldığı bölümde karşılaşıyoruz.


Fuat Köprülü’nün kitabında Kasım Cogi hakkında aşağıda ayrıntılarına yer vereceğimiz bilgilerin var olduğunu eski Diyanet İşleri Başkanı Süleyman Ateş’in Vatan Gazetesinde 2.11.2004 tarihinde yayınlanan “Makam Sahibi Bir İmam” başlıklı makalesinden öğrendik. Bu makalede Cogi adı tıpkı köyümüzün adı gibi C O G İ şeklinde türkçeye çevrilmiştir. Cogi sözcüğünün bu şekilde Süleyman Ateş gibi eski yazı konusundaki bilgisi tartışma götürmez bir bilim adamı tarafından ortaya atılmış olması buradaki görüşleri kaleme alma cesaretimizi artırmıştır.


Ağdalı bir dille kaleme alınan kitaptaki satırlarda Kasım Cogi hakkında şu bilgileri ediniyoruz.




Türk Tasavvufunun kurucusu kabul edilen Ahmed Yesevi Hoca Yusuf Hemedani adlı kişinin üçüncü halifesidir. Ahmed Yesevi gibi Cogi adının geçtiği metni kaleme almış bulunan Abdülhalık Gucduvani de Yusuf Hemedani’nin dördüncü halifesidir.




504 Ramazanının on birinci Çarşamba (25 Mart 1110) günü Sultan Sencer Semerkand’de bulunan Kasım Cogi’ye bir mektup göndererek Şeyh Yusuf Hemedani hakkında bilgi ve duygularını bildirdikten sonra, tekkenin dervişleri için 50.000 altın gönderiyor ve Allah’ın gösterdiği doğru yoldan ayrılmayan bu büyük şeyhin hayat tarzını bildirmelerini ve şeyhten kendisi için Fatiha niyaz etmelerini ilave ediyor.




Şeyh Yusuf bu esnada müridleriyle görüşmek üzere Hoca Abdullah Berki’nin hücresine gelmiştir. Hoca Hasan Endaki, Hoca Ahmet Yesevi, Hoca Abdü’l-Halık Gucduvani ve daha başkaları hep orada hazırdırlar.




(Cogi’nin) Müritleri Sultan Sencer’in arzusunu bildirdiler, o da onun işi için bir Fatiha okumuştur..




Sonra Sultan Sencer’e gönderecek yanılgıdan ve hatadan başka bir fiili olmadığını söylemiştir.




(Kasım Cogi’nin) dervişlerinin ricası üzerine “Şer’i Nebevi’ye uygun bizde ne gördünüzse yazınız” demiştir. Bu müsaadeye dayanarak dervişler onun yaşantısını yazıp Sultan Sencer’e (Büyük Selçuklu Hükümdarı) gönderdiler.




Daha hayatında Abdü’l-Halık Gucduvani ondan halifelerini sormuş, ve şu cevabı almıştı.




“Benim halifem Hoca Abdullah Berki olacak, ondan sonra Hoca Hasan Endaki, ondan sonra da Ahmed Yesevi olacaktır. Hilafet nöbeti Ahmed Yesevi’ye erişince, Türkistan Vilayetine sefer edecek ve halife sen olacaksın.”




Gerçekten de öyle oldu. Vefat edeceği gün, arkasını miraba verdi, ashabına su ısıtmalarını emretti, sonra yüzünü dört halifesine ve orada hazır bulunanlara dönerek “Makamınızda Abdullah Berki’yi bıraktık, ona uyunuz, karşı gelmeyiniz. Sultan Sencer için (Kasım Cogi’nin dervişleri aracılığıyla) yazdığımız adabı müridlere ve ashabınıza söyleyiniz” dedi ve Ahmed Yesevi’ye dönerek Sure’i Fatır’ı, Yasin Suresini, Ve’n-Nazi’at suresini okumasını emretti. Hatm bitince, bir feryattır koptu, ...




Devrinde büyük şöhret kazanan Yusuf Hemedani gözlerini kapadığı zaman, onun geniş şöhretinden bir çok şeyler halifelerine de geçmiş, onlar da az zamanda büyük bir ün kazanmışlardı.r




Anlatımdan çıkan özet sonuca göre, Büyük Selçuklu Hükümdarı Sultan Sencer’in Kasım Cogi’yi,Türk Tasavvufunun Kurucusu Ahmed Yesevi’nin Selefi olan Hoca Yusuf Hemedani hakkında kendisine bilgi getirmek üzere görevlendirecek kadar kendisine güven duyduğu bir kişilik konumunda karşımıza çıkarmaktadır. Çok iyi bilinmektedir ki, Hacı Bektaşı Veli başta olmak üzere Türk tasavvufunun kökleri Ahmet Yesevi’ye uzanmaktadır. Selçuklu Sultanı Sencer Ahmet Yesevi’nin selefi Yusuf Hemedani hakkında güvenilir bilgileri Kasım Cogi’den istemekte, kendisine bu amaçla görev vermekte, bu görevlendirmenin nedeninin Kasım Cogi’nin şahsına duyulan sonsuz saygı ve güven olduğu mektupta vurgulanmaktadır. Kasım Cogi’nin bu saygınlığının ve güvenilirliğinin Yusuf Hemedani nezdinde de geçerli olduğu anlaşılmaktadır.




Yine Sultan Sencer’in Kasım Cogi’ye tekkenin ihtiyaçlarının karşılanması için ellibin altın gönderdiği anlaşılmaktadır. Bunun o günün koşullarında çok büyük parasal destek anlamına geldiği anlaşılmaktadır. Bu da Kasım Cogi’nin büyük maddi destek gerektiren geniş bir müritler topluluğuna sahip olduğunu ortaya koymaktadır.




Kasım Cogi’nin Sultan Sencer’in arzusu doğrultusunda Müritlerini Yusuf Hemedani’nin yaşayışını tespit ederek rapor etmek için görevlendirdiği, bu müritlerin de Yusuf Hemedani ve orada bulunanlar tarafından büyük saygıyla karşılandıkları anlaşılmaktadır.




Fuat Köprülü, kitabının dipnotunda tarihte Cogi adının ilk kez geçtiği Hoca Abdü’l-Halık Gucduvani, Makamat-ı Yusuf Hemedani ünvanlı risalesi adındaki bu eserle ilgili olarak verdiği bilgileri özetleyerek günümüz Türkçesine çevirdiğimizde şu bilgileri ediniyoruz.




Fuat Köprülü’nün anlatımlarına göre, risale, “Tibyan’ı-vesail” adındaki bir kitabın üçüncü cildinin sonunda eklenmiş farsça bir yapıttır. Fuat Köprülü bu yapıtın eski bir nüshasını elde edememiştir. Es’ad Efendi Kütüphanesinde kayıtlı risaleleri görememiştir. Eldeki risalenin hayal mahsulü mü, yoksa tarihi değerde bir belge mi olduğunu anlamak için layıkıyla incelemiştir. Bazı yönlerden risalenin verdiği bilgilerle başka kaynaklar arasında çelişki bulunduğunu belirlemiştir. Örneğin Yusuf Hemedani’nin sülalesinin hayali olarak İmam Azam’a çıkarılmış olduğunu ifade etmektedir. Doğum tarihinin de yanlış olduğunu açıklamaktadır. Bunların yanında otuz iki kere hac ettiği, onbin hatım indirdiği gibi abartmalar da mevcut olmakla birlikte Fuat Köprülü bunları Şeyhine inanan bir mürid için olağan görmektedir. Risalenin varlığından kuşkuya düşüren bu gibi birkaç şeyin asırlar boyunca herhangi bir mürit tarafından eklenmiş olabileceğini belirtmektedir. Fuat Köprülü, Risalede Abdulhalık Gucduvani’nin bizzat kendi hakkındaki anlatımları ve Yusuf Hemedani’nin halife, adet ve tabiatları hakkında verdiği bilgilerin diğer kaynaklarla tamamiyle uyuşmakta olduğunu ve onları harikulade bir şekilde tamamladığını belirtmektedir. Fuat Köprülü Risalenin Abdulhalık Gucduvani tarafından yazıldığına ancak eldeki nüshanın muhtelif müstensiplerin elinden geçe geçe bozulup bazı değişikliklere uğradığına hükmetmekte, bu Risalenin başka pek çok yapıta kaynaklık etmiş olmasını bu görüşünün teyidi olarak ortaya koymaktadır.




Cogi Baba’nın asıl adı olarak makalemizden önce başkalarınca ifade edile “Kasım Cogi” hakkında bulabildiğimiz ve Fuat Köprülü gibi bir büyük tarihçinin imzasını taşıyan bu eser dışında başkaca herhangi bir kaynakta “Cogi” adına (konu hakkında bizden önce araştırma yapan kişiler gibi tarafımızdan da) tesadüf edilmemiştir.




Esasen Cogi Baba hakkında araştırma yapan hemen herkesin hiçbir yazılı belgede “Cogi” adına rastlamamış olması, yukarıda aktarılan metinde adı geçen “Kasım Cogi” ile bu makaleye konu “Cogi Baba”nın aynı kişiler olması ihtimalini son derecede güçlendirmektedir.




Makalemizin yukarıdaki kısımlarında irdelediğimiz bir iki küçük istisna dışında Türkiye’de bugüne kadar yazılmış hiçbir araştırma, inceleme, tarih, edebiyat vb. konulu yapıtta “Cogi” adının geçmemiş olması, bu adın sadece “Cogi Baba” türbesinde, Cogi Baba Çeşmesinde ve de Sadece Fuat Köprülü’nün yukarıda bahsi geçen kitabında “Kasım Cogi” şeklinde ifade edilmiş olması, Cogi Baba ile Kasım Cogi’nin aynı kişiler olması dışındaki ihtimalleri zayıflatmaktadır.




Araştırmamızda buraya kadar aktardığımız kaynaklarda yer alan pek çok bilgi de bu tespiti destekler yöndedir.




Fuat Köprülü’nün kitabından aktardığımız bilgiler, Sultan Sencer tarafından Yusuf Hemedani hakkında bilgi toplamak üzere 1110 yılında görevlendirdiği anlaşılan Kasım Cogi’nin miladi 1050 –1150 yılları arasındaki bir dönemde yaşamış olabileceğini göstermektedir.




Hüseyin Özten’in Yünören Köyü İncelemesi adlı kitabında bahsedilen Şeyh Hasan Kirzi’nin türbedarlarının 850 yıllık soy kütüklerinin bulunduğu yönünde İliç Kaymakamlığının internet sayfasında yer alan bilgi bizi Kasım Cogi’nin yaşamış olabileceği yıllara götürmektedir. Günümüzden 850 yıl öncesine gidildiğinde Kasım Cogi’nin yaşamış olabileceği 1150’li yıllara ulaşılıyor olması yöre insanının Cogi Baba ile Şeyh Hasan Kirzi’nin yakınlıklarına ilişkin inanışlarının da teyidi gibidir.




Yine bütün anlatımlarda Cogi Baba’nın Horasan kökenine işaret edilmesi, bugün İran sınırları içinde bulunan (Kasım Cogi’nin 1110 yılında bulunduğu) Semerkand ile Horasan’ın birbirlerine ne kadar yakın kentler olduğu dikkate alındığında bu bilgilerin doğruluğu daha da güçlenmektedir.




Bu yıllarda Horasan’dan Cogi Baba’nın türbesinin bulunduğu yöreye pek çok mutasavvıfın gidip geldikleri de gerçektir.




Fuat Köprülü’nün kitabına konu risaleyi kaleme almış bulunan Abdülhalık Gucduvani’nin esasen Malatyalı olması (Ahmet Şafak – Bir Veli – Hace Abdulhalık Gucduvani – Beyan Dergisi) da bu tespitimizi güçlendirmektedir. Yani aynı dönemde yaşamış bulunan Abdülhalık Gucduvani nasıl ki Malatya yöresinden Horasan yöresine gitmiştir, aynı şekilde Kasım Cogi de bu bölgeden bugün Cogi Baba türbesinin bulunduğu yere gelmiş olmalıdır.




Yukarıdaki anlatımlarda adı geçen Zara ilçesinin kurucusu sayılan Horasan kökenli olduğuna inanılan Şeyh Merzuban ile Cogi Baba arasında yöre insanınca varlığına inanılan yakınlık da bütün bu ihtimalleri kuvvetlendirecek yöndedir.




Hüseyin Özten Yünören Köyü İncelemesi adlı kitabında Cogi Baba Türbesinin yöre insanı arasındaki diğer adının “sabe” olduğunu, bunun “sahabe” anlamına geldiğini, bunun da Cogi Baba’nın Peygamber’in devrinde yaşamış, Peygamber’i tanımış biri olduğuna işaret ettiğini ifade etmektedir. Kasım Cogi’nin 1100’lü yıllarda yaşadığı anlaşıldığına göre, kendisinin bizzat Sahabe’den olmadığı ancak Sahabe’den olan kimselerin soyundan olabileceği akla gelmektedir.




Yine Ahmet Gökbel, yukarıda aktardığımız makalesinde; Cogi Baba’nın, Zara’nın manevi mimarı ve koruyucusu olarak kabul edilen Şeyh Merzubân Veli hazretleri gibi Sülâle-i Resul’den olduğu şeklinde de rivayetler bulunduğunu ifade etmektedir. Bu bilginin Cogi Baba Köyü Muhtarı Halil Şenol tarafından Zara Haber adlı dergiye ifade edilmiş olması bu inanışın yöre insanı içinde yaygın olduğunu göstermektedir.




Dedelerin en önemli özelliği seyyit olmalarıdır. Yani soylarının mutlaka 12 imamlara ulaşması, buradan ve Ali ve Muhammet’te karar kılmasıdır. (Karaoğlan şiirlerinde Cogi Baba’nın “seyit” olduğu günümüzden yüzlerce yıl önce dile getirilmiş olmaktadır)




Cogi Baba türbesinin bir adının da Sahabe olması ve kendisinin Sülale-i Resul’den olduğu şeklindeki inanış ve bilgiler Alevi Dedelerin Peygamber Soyundan oldukları inanışıyla paralellik göstermektedir.




Peki, Horasan kökenli evliya ve dedelerin Arap Yarımadasında doğan, büyüyen ve orada yaşamı sona eren Hz. Muhammed ile aynı soydan gelmelerini nasıl açıklayacağız? Bu konuda da Alevi inanışının mantığı sağlam olan açıklamaları vardır.




Bilindiği gibi Peygamberin kızı Hz. Fatma Hz. Alinin eşidir. Hz. Ali ve Hz. Fatmanın çocukları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ikinci ve üçüncü imamlardır.




10 Ekim 680 (Hicri 10 Muharrem 61) Hazreti Hüseyin ve yanındakiler Yezid’in kuvvetleri tarafından katledildi. Bu olayda Hz. Hüseyin’in hasta olan oğlu İmam Zeynelabidin de öldürülmek istendiyse de bu başarılamadı.




Bu olayda, Türklerin Peygamber soyuna (ehlibeyt ve onun devamı sayılan seyit-dedeler) gösterdikleri sevgi ve saygının belki de başlangıç nedenlerinden birini oluşturan önemli bir destansı olay Dr. Haluk Nurbaki tarafından şöyle anlatılmaktadır.




Tasavvuf tarihinin özellikle Mevlevi tarihinin üzerinde önemle durduğu bu olayın (Kerbela) kısa öyküsü şudur. Kerbelada savaşın en şiddetli safhasında yedi Türk Savaşçısı gelip Hazreti Hüseyin’e Azerbaycana götürme önerisinde bulunurlar. Hazreti Hüseyin “kumandanınıza teşekkür ederim, ancak yardımınız bana değil, hasta oğlum Abidin’e olacaktır. Ben şehid olduğumda onu alıp götürün” dedi.




Acı olay meydana geldi ve Türkler Abidin Hazretlerini alıp götürdüler. Hazreti Abidin orada sağlığına kavuştu, Zeynel Abidin (ibadet edenlerin ziyneti) oldu. Medineye döndü ve “mana sırrı” ilk kez Türklere böylece Ehlibeyt’ten intikal etti. Bu sır sonradan tüm Horasan’a nüfuz edecek ve binlerce veli, galaksilerin coşkusu gibi islam dünyasına yayılacaktır. ..(Kızılbaş Türkler: Tarihi Oluşum ve Gelişimi Nihat Çetinkaya Kum Saati Yayınları S. 71)




Malazgirt zaferini takip eden yıllarda Anadolu’ya kesif bir göç başlamıştır. Sultan Melikşah, Türkistan, Horasan ve Irak’ı Acem’e yayılarak buralarda sık sık bir Selçuklu şehzadesinin etrafına toplanan ve isyanlara sebep olan Türkmen boylarına ve diğer Türk gruplarına yeni fethedilmiş olan Anadolu’yu yurt olarak vermiştir. Böylece Anadolu’ya büyük bir göç başlıyordu.


Ömer Lütfi Barkan, Kolonizatör Türk Dervişleri adlı makalesinde, Osmanlı İmparatorluğunun kuruluş hadisesinde bu dervişlerin oynadıkları önemli rolü şöyle açıklamaktadır:


“...Osmanlı İmparatorluğu teşekkül edeceği devirlerde Anadoluya doğru yapılmış olduğunu gördüğümüz bu derviş akını ve bu dervişlerin köylerde yerleşerek toprak işleri ve din porpagandası ile meşgul olmaları hareketi ve zamanın beylerinin bu gibi kolonizatör dervişlere bir takım muâfiyetler, haklar ve topraklar bahşetmek suretiyle onların kendi memleketilerine yerleşmelerini temine çalışmaları, Anadolu istilâ ve iskânları kadar eskidir...


Bir çok köylere ismini veren, elinin emeği ve alnının teriyle dağ başlarında yer açıp yerleşen, bağ ve bahçe yetiştiren dervişler ve daima garbe (batıya) doğru Türk akını ile beraber ilerliyen benzerlerini doğuran zâviyeler ve bu zâviyelerin harbe giden, siyasi nüfuzlarını Padişahların hizmetinde kullanan, zâviyelerinde padişahları kabul eden ve onlara nasihat veren şeyhler, bizim alâkamızı celb etmek için bir çok vasıflara haizdirler önemli etkileri vardı."


Onaltıncı, onsekizinci yüzyıllarda belirttiğimiz yazınsal yapıtlarda (Kul Himmet, Karaoğlan şiirleri) karşımıza çıkan Cogi Baba çağdaş yazınsal yapıtlara da konu olmuş ve tarihteki yolculuğuna gelecek yüzyıllarda da devam edeceğini göstermiştir.




XasiorK Öykü Yarışması 2003 adlı yarışmada “İki Mavi Gün” isimli öyküsü birinciliğe değer görülen Cengiz Çatalkaya’nın bu güzel yapıtında masalsı, şiirsel ve destansı bir dille Cogi Baba hakkında yazılanlar gelecek binyıllarda da bu ismin unutulmayacağını gösteriyor.




Sonuç:




Yazınsal ve bilimsel yapıtlarda Cogi Baba’nın izini sürdüğümüzde tesadüf ettiğimiz bilgiler yukarıda açıklanmıştır. Bu anlatımlarda geçen “COGİ” adının köyümüze adını veren “Ulu Ermiş” olduğu kesindir. Cogi Baba 16. ve 17 yüzyıllarda halk ozanlarının deyişlerinde bugünkü ünüyle yer almıştır. Bu ün bir büyük evliyaya aittir. Köyümüzün adı olan Cogi’nin 1500’lü yılların başında da da resmi kayıtlarda mevcut olduğu tartışma götürmez. Cogi adına bundan daha önceki bir dönemde Hoca Ahmet Yesevi ile bir arada zikredilir şekilde bir tarihsel belgede tesadüf edilmektedir. Bu belgede bahsi geçen Kasım Cogi, Hoca Ahmet Yesevi’nin selefi olan Yusuf Hemedani’nin denetlenmesi amacıyla Selçuklu Sultanı Sencer tarafından görevlendirilen ve dervişlerine harcaması için kendisine ellibin altın bağışlanan saygın ve güvenilir bir büyük kişidir. Bugün Cogi Baba türbesinin ve çeşmesinin aleviler arasında neredeyse Hacı Bektaş’ı Veli ile aynı şöhrete kavuşmaya başlaması Cogi Baba adının bu kadar köklü ve tarihsel bir geçmişe sahip olduğuna dair halk arasında sarsılması güç bir inancın varlığı ortaya koymaktadır ki bu olgu bu kişilerin aynı insanlar olması ihtimaline de kuvvet kazandırmaktadır. Ancak elbette mevcut belgeler bu kanaati kesin bir bilimsel gerçek olarak ortaya koymaya yetmemektedir. Dileriz bu makale bu yöndeki araştırmaların sonuca ulaşmasında küçük bir katkı olur.






Kenan IŞIK – 1963 Cogi Doğumlu.
----------------------------------------------------------
Cogi Baba'nın, Zara'nın manevi mimari ve koruyucusu olarak kabul edilen Seyh Merzubân Veli hazretleri gibi Sülâle-i Resul'den oldugu seklinde de rivayetler vardir. Zira Osmanlilar döneminde Seyyid olanlara, sancak verilmesi âdettendi. Bu nedenle Osmanli Devleti, Cogi Baba'nin torunlarina, ellerindeki secereye binaen sancak verdigi ancak söz konusu sancagin daha sonra Sarkisla'nin Agcakisla bucagina bagli Alaman köyüne götürüldügü ve su anda elde mevcut olmadigi anlasilmaktadir. Anlatildigina göre önceleri burasi sadece bir mezar halinde imis. Daha sonra mezarin üzeri insa edilerek türbe haline getirilmis. Türbenin çevresi temiz ve düzenlidir. Buraya gelen ziyaretçilerin kurban kesebilecegi bir alan, onun yaninda da oturup yemek yenebilecek sekilde düzenlenmis üstü kapali bir oturma yeri vardir. 



Cogi Baba'ya bagliligi ile bilinen bir kadinin türbe ile ilgili hizmetleri yürüttügü verilen bilgiler arasindadir. Cogi Baba'yi, Imranlı'ya bağlı köylerin yani sira Zara'ya bagli olup da o bölgeye yakin olan köylerin de ziyaret ettigi anlasilmaktadir. Buraya gelen ziyaretçilerin ziyaret nedenlerini su sekilde siralamamiz mümkündür Çocugu olmayan ya da düsük yapan kadinlar, Cogi Baba'yi ziyaret ederek Allah'tan bir çocuk vermesini dilerler. Bu dileklerinin kabul olmasi için de türbenin duvarina, penceresine veya orada bulunan agaca yanlarinda getirdikleri (bir çocugun elbisesinden alinan) bir parça çaputu baglarlar. Ayrica ziyaretin duvarina tas yapistirmaya çalisanlar da olur. Sayet tas duvara yapisirsa kadinin çocugu olacagina inanilir. Çevre köylerde söyle yaygin bir inancin varligi göze çarpmaktadir: Çocugu olmayan ya da düsük yapan her hangi bir kadin, bu türbeyi ziyaret eder, adak adar ve sonra çocugu olur da adagini yerine getirmezse, dogan çocugu ölür. Bu nedenle bu durumlarda adak hemen yerine getirilir ve fakirlere dagitilir.Sara hastaligi olanlar ile felçli hastalar sifa niyetiyle buraya getirilirler. Köylülerin söyledigine göre, bu sekilde getirilen hastalarin çogu, Allah'in izni, Cogi Baba'nin himmetiyle sifa bulurlar. Evlenemeyenler ve kismetinin kapali olduguna inananlar, Cogi Baba'ya gelerek dua edip adakta bulunurlar. Türbenin demirden yapilmis penceresinin parmakliklari, farkli amaçlarla buraya gelen ziyaretçiler tarafindan bağlanan ip ve çaputlarla doludur. 

Yönören köyünde bulunan güzel bir soğuk suyu vardır. Yıllar önce bu suyun aktığı çeşmenin üstü açıktı. Son yıllarda İstanbul'da kurulan dernek tarafından onarılarak üstü kapatıldı. Cogi Baba Horasan'dan gelen erenlerden biridir.Soyu Sülale'i Ehlibeyte dayanır. 12 imamların neslindendir. 

Türbenin Yönören köyü ile Avşar köyü arasında olup çok güzel kapalı bir binanın içindedir. Cogi Babanın ziyaretçileri İmranlı sınırını çok aşmıştır. Ülkemizin dört bir yanından gelen insanlar tarafından burası ziyaret edilir. İnsanların inançları hakka varma şekilleri sınırsızdır. Ne şekilde ibadet edileceğini nasıl hakka varılacağını hiçbir şekle ve söze bağlı olmadan herkes istediği gibi yapar. 

İmranlı'nın çevre köylerinde yaşayan halk her yıl özellikle yaz mevsimine rastlayan aylarda mutlaka bu türbeyi ziyaret ederler ve kurban keserler. Hatta diğer illerde yaşayan halk da sık sık bu türbeyi ziyaret eder.

Her yıl 7. ayın ilk haftası Sivas İmranlı Derneği cogi baba şenliklerini düzenleyerek halkı bir araya getirir. Şenliklere ünlü sanatçılarımızda katılmaktadır


Aşağıda Cogi Baba Türbesinden bir görünüm... 



COGİ BABA ÇEŞMESİ

Yünören ile Avsar köyleri arasinda bulunan yol üzerindedir. O bölgede yasayan insanlarin inancina göre Cogi Baba bu sudan abdest almistir. Bundan dolayi bu su, Cogi Baba'nin ismiyle anilir. Cogi Baba'nin türbesini ziyaret edenler çogunlukla bu çesmeye de ugrayip sifa amaciyla bu sudan içtikleri ve yanlarinda getirdikleri kaplari doldurup evlerine götürdükleri ve hastalara içirdikleri anlatilmaktadir. Ayrica bu çesmenin suyundan büyük sehirlerde yasayan akraba ve yakinlarina da gönderenlerin de varligindan söz edilmektedir. Bazi köylülere göre, her yil hac mevsimi geldigi zaman haci adaylari niyet edip yola çiktiklarinda bu çesmenin suyu çekilir. Hacilar, hac ibadetlerini tamamlayarak memleketlerine dönmeye basladigi zaman tekrar akmaya baslar. Onlar, Cogi Baba Suyu'nun hacilarla beraber Kabe'ye giderek orada zemzem suyuna karistigina, haccin tamamlanmasiyla da yine hacilarla beraber asil yerine döndügüne inanmaktadirlar.



Baska bir söylentiye göre ise Cogi Baba Suyunun, üç aylarin girmesiyle kizila dönüp kan rengini aldigi seklindedir. Genellikle çocugu olmayan ya da düsük yapan kadinlar, Cogi Baba'yi ziyaret eder ve Allah'tan bir çocugunun olmasini ister. Bu dileginin kabul olmasi için de ziyaretin duvarina, penceresine veya oradaki agaca yaninda getirdigi, bir çocugun elbisesinden alinan bir parça çaputu baglar. Daha sonra Yünören'e gidip, Cogi Baba çesmesinden su doldurur. Bu suyun birazini içer, kalan kismini da banyo yapacagi suya katar. Bu su ile de banyo yaparak varsa hastaliklardan sifa bulacagina, günahlardan temizlenecegine inanir. Ayrica vücudunun her hangi bir yerinde ağri hisseden bir kisinin Cogi Baba çesmesinden alinan suyu agriyan yerine sürdüğünde şifa bulacagi seklinde söylentiler vardir.