KARIŞIK

21 Şubat 2016 Pazar

Seyit Battal Gazi Torunları Türbesi

Seyit Battal Gazi Torunları Türbesi - Bornova








İzmir Bornova ilçesinde Büyük Caminin kuzeybatısında bulunan bu türbenin yapım yılını ve kime ait olduğunu belirten bir kitabe bulunmamaktadır. Yapı üslubundan Aydınoğulları döneminden, XIV. yüzyıldan kaldığı sanılmaktadır. Değişik zamanlarda yapılan onarımlarla özelliğinden kısmen de olsa uzaklaşmıştır.

Türbe kesme taş ve tuğlanın almaşık biçimde sıralanmasından meydana gelmiş olup, sekizgen bir plan düzeni göstermektedir. Üzeri kasnaklı ve kiremitli bir kubbe ile örtülmüştür. Türbenin batı cephesindeki giriş kapısı ana yapıdan bir metre öne doğru taşırılmış, sivri tuğla kemerli dikdörtgen bir bütün halindedir. Girişin iki yanına birer mukarnaslı mihrapçık yerleştirilmiştir. Buradan basık kemerli bir kapı ile girilen türbede üç taş sanduka bulunmaktadır. Burada gömülü olan kişilerin kim oldukları da bilinmemekle beraber SEYİT BATTAL GAZİ nin torunları olan ALİŞİR - BEŞİR - ve NEZİR HAZRETLERİ nin olduğu söylenmektedir. Türbenin içerisi birer duvar atlayarak üç pencere ile aydınlatılmıştı

Yedi Kardeşler (Sır Hatunlar)Türbesi

Yedi Kardeşler (Sır Hatunlar)Türbesi ..Tire






İzmir ili Tire ilçesinde, Kavakdibi Caddesinde, eğimli bir arazide bulunan bu türbenin yapım tarihi ve kime ait olduğu konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Türbenin kitabesi olmadığı gibi, içerisindeki yedi mezarın da kime ait olduğu mezar taşlarında belirtilmemiştir. Yapı üslubundan XIV. yüzyılın ikinci yarısında yapıldığı sanılmaktadır. Değişik zamanlarda yapılan onarımlarla özelliğini büyük ölçüde yitirmiştir.

Bu türbede gömülü olan yedi kız kardeşin Buğday Dedenin torunları olduğuna inanılmıştır. Bu kız kardeşler yaşamları boyunca hiç kimse ile konuşmamışlar bu yüzden de Sır Hatunlar ismi ile tanınmışlardır. Kardeşlerin hepsi birden 1473 yılında ölmüş ve bu türbeye gömülmüşlerdir. Sır Hatunların mezar taşlarında:

Dünyanın esasını koyan,
Aleme budur hitab...
Garibin yok medhali,
Vallah-ü alem bissevab...
Ayasuluğu Tahtına imdat,
İnayet eden Sır Hatun,
Budur eyleyene, dua-yı hesab...

Halk arasındaki yaygın bir söylentiye göre, bu yedi kız kardeşin keramet sahibi oldukları ve kerametlerinin ortaya çıktığı anda da öldüklerine inanılmıştır. İnanışa göre Arap Yarımadasında kıtlık baş göstermiş ve oradan gelen bir Arap tohumluk buğday alabilmek için Buğday Dedenin huzuruna çıkmıştır. Buğday Dedeye geliş sebebini anlattıktan sonra tohumluk buğdayının olmadığını ancak, torunları Sır Hatunların kendisine yardım edeceğini söylemiştir. Bunun üzerine Arap Sır Hatunların yanına gitmiş, isteğini iletmiş. Sır Hatunlar ise ellerinde yalnızca iki tas buğday kaldığını bu iki tas buğdayı verebileceklerini söylemişlerdir. Sır Hatunlar kendilerinden geçmiş iki tas buğdaydan kırk çuval buğday çıkarmışlar ve Arapa vermişler. Ancak kerametlerinin ortaya çıktığını Arap gittikten sonra anlamışlar; (Eyvah biz ne yaptık, sırrımızı birisine gösterdik) diyerek dövünmeye başlamışlar. Bu olaydan sonra da hep birlikte karar vererek öbür dünyaya göçmüşlerdir.

Bu olayın duyulmasından sonra Tire halkı bu kız kardeşler için bir türbe yaptırmışlardır. Bundan sonra da yüzyıllar boyunca bu türbeyi Cuma günleri ziyaret etmek gelenek haline gelmiştir.

Türbe kesme ve moloz taştan 3.62x365 m. ölçüsünde kare planlı ve iki katlı olarak yapılmıştır. Alt katta mumyalık üst katta da sandukaların bulunduğu bölüme yer verilmiştir. Mumyalık kısmı 3.53x3.57 m. ölçüsündedir. Türbenin üzeri kubbe ile örtülmüş, alt kattaki mumyalık da beşik tonoz ile örtülmüştür. Türbenin önünde dikdörtgen şekilde bir teras bulunmaktadır.

Kaplan Paşa Türbesi . Tire

Kaplan Paşa Türbesi – Kaplan Köyü – Tire 





Tire İlçe merkezine beş km. mesafede bulunan Kaplan köyünün batı yakasında dere kenarındaki türbede iki mezar bulunmaktadır. Bugün türbe tamamen yıkılmış olup sadece temel kalıntıları görülmektedir. Türbe, belgelerde çatılı olarak verilmektedir. Türbe alanı içinde, Girit fatihi vezir kaptan-ı derya Kaplan Ahmet Paşa ile Üsküdar Mevlevi şeyhi Mahmut Sadık Dede'nin mezarları bulunmaktadır. Yola yakın bölümdeki mezarda Kaplan Ahmet Paşa yatmaktadır.
Mezar taşında ; " Hü Dost kutbül arifin sultan el kilici eşşeyhü Kaplan Baba ruhu için el fatiha", ifadeleri kullanılmıştır.
Kitabede tarih yoktur. Ancak, Kaplan Ahmet Paşa'nın 17.yüzyılın ikinci yarısında vefat ettiği bilinmektedir. Evliya Çelebi, Girit'in fethine gidilirken kadırgaya onun bindirdiğini yazmaktadır.

KAPLAN AHMET PAŞA sadrazam Köprülü Fazıl Ahmet Paşa'nın eniştesi olup Tire'ye sürüldükten sonra Arpacılar (Kaplan) köyünde oturmaya zorlanır. Bu ünlü daha sonra, hem köye adını verecek hem de Tire'ye inen su yolları ve çeşmeleriyle gözde bir ad olacaktır. Özellikle Tire'nin Ertuğrul, Dumlupınar, Ketenci, Turan ve Cumhuriyet Mahallelerinin su şebekeleri önemli ölçüde Kaplan Ahmet Paşa tarafından sağlanmıştır. Ve bu su hizmetlerinin yerine getirilebilmesi için de önemli vakıflar bırakmıştır. Yaşamını daha sonra kendi adı verilecek olan Arpacılar'da sürdürmüş ve burada ölmüştür.

Diğer kitabe Mahmut Sadık Dede'ye aittir ve kitabede tarih vardır.
Kitabesinde :
"Sabıkan Galata Mevlevihanesinde şeyh olan Yeğen Ali Paşazade eş-Şeyh Numan Bey’in halifesi merhum ve Mağfur eş-Şeyh Muhammed Sadık Dede. 1207" yazılıdır.
Sadık Dede Üsküdar Mevlevihanesinde kendisine verilen görev gereği Mevlevihanenin vakfiyesinde bulunan Mahmutlar Çiftliğinin bulunduğu esnada vefat eder ve Kaplan Dede namıyla anılan kabrin yanına defnedilir.

Dilek Dede Türbesi ..Tire

Dilek Dede Türbesi ..Tire




Tirenin Gökçen ilçesi Dibek sokak ta bulunur. Dilek Dedenin kimliği hakkında ve türbenin ne zaman yapıldığı hakkında somut bilgi bulunamadı. Anonim bilgiler ışığında türbe 3-4 nesillik varlığı sürdürdüğü, başı darda olanların her türlü sıkıntısı için dededen yardım istendiği, Türbe yanındaki evdeki yaşlı teyzeden öğrenilmiştir.
Türbe içindeki kapalı boş mekanda hayır dağıtımlarından faydalanıldığı söylenmiştir.

Hıdır İlyas Dede Türbesi



 Hıdır İlyas Dede Türbesi ..Menemen 







İzmir ili, Menemen ilçesi Kazımpaşa Mahallesi Yıldız Tepe mevkii batısında yol üzerinde bulunan Hıdır Dede Türbesi Kubilay anıtı giriş kapısı ilerisindedir.
Şehre hakim Hıdır Tepe mevkiinde halk arasında Hıdır Dede olarak bilinen yatırın bulunduğu yerde, iki ayrı mezar bulunmaktadır. Anlatılır ki, İzmir-Manisa-Menemen üzerinden kervanlarla iki günde kat edildiğinden iki günlük yolculuğun yarısı Menemen'e denk gelmektedir. Bu sebeble Saruhan Beyi bir günlük yolculuğun gece molası için konaklama yeri olarak Menemen'i uygun görür. Bir bedesten ile han inşa edilmesi için Kamil Dedeyi görevlendirir. Han ve bedesten inşaatını halen mezarları Hıdırlık Tepesinde bulunan iki usta yapar. Bu arada Kamil Dede Taşhan'ın yanındaki türbeyi kendisi için yaptırır. Nitekim ölümünden sonra bu türbeye gömülür. Taşhan, Bedesten ve Kamil Baba Türbesinin inşaatı için gereken su, ilginç bir yöntemle Hıdırlık Tepesindeki kuyudan sağlanır. Kuyunun suyu diğer kuyulardaki gibi alttan veya yanlardan gelmemektedir. Su üst taraflardan gelmekte olduğundan, iki usta tarafından V seklinde oyularak kuyuya daha çok su gelmesi sağlanılmıştır. Kuyunun tabanında toplanan sular borularla, az aşağıda, bugünkü çeşmenin bulunduğu yere akıtılır. Suyun bir bölümü künk borularla Taşhan yakınına getirilir. Buldukları suyun kesintisiz aktığını gören ustalar, inşa ettikleri çeşmenin yanı başına da öldüklerinde gömülmeleri için bir yer ayırırlar. Nitekim öldüklerinde vasiyetleri üzerine çeşmenin yanına gömülürler. Halen Hıdır Tepede bulunan iki mezar bu ustalara ait mezarlardır. Halk arasında yaygın adı ise Hıdır Dede Yatırı'dır. Ustaların adları ise bilinmemektedir. Halk burada dertlerine çare bulmak maksadıyla mum yakmakta, yakınlardaki ağaçlara bez bağlamakta, bir kısmı da çeşitli adaklar adamaktadır.

Türbe İlyas isminden dolayı hıdrellez zamanı olan 5-6 mayıs da aşırı kalabalık olmaktadır.
İnançlara göre iyileri mükafatlandırıp, kötüleri cezalandıran, zorluklarda yardımcı olan ve bolluğa kavuşturan Hızır’ın İlyas Peygamberle buluştuğu 5-6 Mayıs Dilek Bayramı olarak kutlanıyor.Halk arasında kabul edilen bu inanca göre o gece Hıdrellez Ateşi yakılacak. Ateş üzerinden atlayan vatandaşlar dilek tutacak. Yıldız Tepe mevkiinde yol kenarında bulunan Hıdır Dede Türbesi Hıdırellez Bayramı dolayısıyla Menemen ve çevre ilçelerden gelen vatandaşların akınına uğramaktadır.

BİLÂL-İ HABEŞÎ

BİLÂL-İ HABEŞÎ 
Peygamber efendimizin ( aleyhisselâm ) müezzini. Eshâb-ı kiramın meşhûrlarından ve ilk müslüman olanlardandır. İsmi, Bilâl bin Rebah Habeşî, künyesi Ebû Abdullah’tır. Habeşistanlı bir aileye mensûb olup, babasının ismi Rebah, annesinin ismi Hamâme’dir. Mekke-i Mükerreme’de Beni Cumha kabilesine intisap etmişlerdir. Bilâl-i Habeşî (m. 581) senesinde Mekke-i Mükerreme’de doğdu. 20 (m. 641)’de Şam’da vefât etti. Kabri Şam’da, Babüssagîr’dedir.
Bilâl-i Habeşî ilk îmân edenlerden olup, müşriklere karşı müslüman olduğunu açıkça bildiren yedi Sahâbîden biridir. Müslüman olmadan önce Mekke-i Mükerreme’de müşriklerin ileri gelenlerinden Ümeyye bin Halefin kölesi idi. O zaman her yerde olduğu gibi Arabistan’da da korkunç bir cehâlet devri yaşanıyordu. İçki, kumar, zinâ, hırsızlık, zayıfları ezmek gibi zulüm ve ahlâksızlık namına ne varsa işleniyordu. Zorbalık, güçlülerin zayıflara karşı başvurduğu bir tahakküm vasıtası olmuştu. Güçlülerin köle olarak kullandıkları nice zayıf ve garip kimselerden biri de Bilâl-i Habeşî hazretleri idi. Annesi de köle yapılmıştı. Bilâl-i Habeşî’nin diğer kölelerden çok farklı bir hâli vardı. Son derece mert ve dürüst idi. Kölesi olduğu Ümeyye bin Halefin mallarını satmak üzere onun temsilcisi olarak kervanlara katılır, bol kazanç getirirdi. Diğer bir vasfı da sesinin çok güzel olmasıydı. Sahibi Ümeyye bin Halef, Onu sesinin şaşırtacak derecede güzel olması sebebiyle düğün ve şenliklerde bulundururdu. Bundan dolayı şenlik ve şölenlerde aranan kimse olmuştu. Ticâret için uzun yollar kat ederken yorgunluktan ve sıcaktan yürüyemez hâle gelen kervan onun nâmeleri ile canlanır, develer onun sesini işitince coşup çatlarcasına yol alırdı. Ümeyye bin Halef bütün bu vasıflarıyla Bilâl-i Habeşî’ye diğer kölelerden farklı muâmele yapardı.
Bilâl-i Habeşî yine bir kervanla Ümeyye bin Halefin mallarını satmak üzere Şam’a gitmişti. Bu kervanda Hazreti Ebû Bekir de vardı. Bu ticâret seferi, Hazreti Ebû Bekir ile Bilâl-i Habeşî arasında dostluk kurulmasına sebep oldu. Bu sırada Mekkelilerin tek geçim vasıtası ticâret idi. Diğer taraftan cahiliyye devrini yaşamakta olan Araplar vahşette ve zulümde o dereceye varmıştı ki, küçük kız çocuklarını diri diri toprağa gömüyorlar ve en ufak bir vicdan azâbı çekmiyorlardı. Bir çok batıl inançlarının yanında kız çocuklarına sahib olmayı da bir yüz karası sayıyorlardı. İnsanların böylesine bunaldığı, çaresiz kaldığı bu sıralarda artık İslâm güneşinin doğmasına ve âlemi aydınlatmasına çok az bir zaman, hatta sayılı günler kalmıştı. Bunun ilk işâretlerinden biri de Hazreti Ebû Bekir’in Hazreti Bilâl-i Habeşî ile ticârete çıkışlarında belirmişti.
Hazreti Ebû Bekir, Şam’da bulunduğu sırada bir rüya görmüştü. Bu rüyasını tâbir ettirmek üzere bir rahibe gitti. Giderken yanında Bilâl-i Habeşî’yi de götürmüştü. Rahibin yanına vardıklarında Hazreti Ebû Bekir rüyasını anlattı. Rahib Hazreti Ebû Bekir’e senin rüyan sadık bir rüyadır. Bir peygamber gönderilecek sen onun hayatında yardımcısı, vefâtından sonra da halifesi olacaksın dedi. Bilâl-i Habeşî, rahibin sözlerini ibret ve hayretle dinledikten sonra, putlar mı gönderecek dedi. Rahib hayır, semâvâtı, arzı ve her şeyi yaratan Allah gönderecektir. O peygamber, eşi ve benzeri olmayan Allaha ibadet etmeyi ve putların kırılmasını emredecek dedi. Bilâl-i Habeşî derin derin düşündükten sonra putların kırılacağı gün diye mırıldandı. Rahib evet onların hepsini kıracak dedi. Bu kervan Şam’dan Mekke-i Mükerremeye döndüğünde artık İslâmın nûru âlemi aydınlatmıştı. İnsanlar birer ikişer müslüman oluyordu.
Bilâl-i Habeşî bir gece yarısından sonra kaldığı evin kapısının yavaş yavaş çalındığını ve Bilâl! Bilâl’ diye fısıldayan bir ses duydu. Gecenin bu saatinde nedir bu ses diye doğruldu. Yine Bilâl! Bilâl! diye fısıldayan sesi işitti. Karanlıkta ürpererek sesin geldiği yere yaklaştı. Kimsin? dedi. Ben Ebû Bekir deyince, bu saatte ne istiyorsun? Ne söyleyeceksen sabah söyleyemez miydin dedi. Hazreti Ebû Bekir hayır ya Bilâl! Söyleyeceğimi, sahibinin yanında sana açamam, dedi. Bilâl-i Habeşî nedir öyleyse o haber? dedi. Bu ümmetin Peygamberi (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi. Bilâl-i Habeşî bu ümmetin Peygamberi mi? diye tekrar edince evet Yâ Bilâl dedi kimdir o? deyince Hazreti Ebû Bekir, Muhammed bin Abdullah’dır dedi. Bilâl-i Habeşî nasıl bildin dedi. Hazreti Ebû Bekir o peygamber olduğunu söylüyor ve gizlice insanları Allahü teâlâya imân etmeye çağırıyor. Ben kendisine Yâ Ebel Kâsım bir haber duydum, dedim. Ne duydun dedi. Ben de, insanları Allahü teâlâya îmân etmeye davet ettiğini ve Onun Resûlü olduğunu söylediğini duydum deyince Evet Yâ Ebâ Bekir! Rabbim beni, insanlara müjdeleyici ve korkutucu olarak, Hazreti İbrâhîm’i gönderdiği gibi beni de bütün insanlara peygamber olarak gönderdi, dedi. Ben de, sen yüksek bir ahlâka sahipsin yalan söylemezsin dedim. Elini uzattı ben de elini tuttum ona tabi olup, müslüman oldum. Bilâl-i Habeşî hemen mi kabûl ettin? Yoksa bundan bir menfaat mi bekliyor? dedi. Hazreti Ebû Bekir, hayır Yâ Bilâl onun mala mülke ihtiyâcı yok. O, Hatice’nin ( radıyallahü anha ) ticâret kervanını yönetiyor ve kazancı yerinde dedi. Bilâl-i Habeşî O, neye davet ediyor deyince Hazreti Ebû Bekir O, her şeyin yaratıcısı olan Allaha ibadet etmeye davet ediyor. Onun davet ettiği dinde üstünlük ancak imân ve kulluk iledir dedi. Bilâl-i Habeşî başını eğip, bir müddet sessizce bekledi. Sonra da Hazreti Ebû Bekir’in bildirdiği gibi kelime-yi şehâdet getirerek müslüman oldu.
Bilâl-i Habeşî müslüman olduktan sonra hayatında bambaşka bir safha başladı. Artık o hak ile batıl arasında vukû’ bulmak üzere olan çetin bir mücadelenin azîmli bir kahramanı, yalnız bir mücâhidi olmuştu. Bilâl-i Habeşî’nin sahibi Ümeyye bin Halef onun müslüman olduğunu öğrenir öğrenmez büyük bir dehşete kapılıp, ne yapacağını şaşırmıştı. Onu dininden döndürmek için en ağır işkenceleri yapmaya başladı. Yoruluncaya kadar döverdi. Öğle vaktinde Arabistanın yakıcı sıcağı altında elbiselerini soyup bazen yüzüstü, bazen sırtüstü sıcak kumlara yatırır, üzerine ağır taşlar kordu. Bilâl-i Habeşî’nin vücudu sıcak kumlardan yanar, ağır taş altında nefesi kesilirdi. Görenler onun bu acıklı halinden ürperirdi. Fakat Bilâl-i Habeşî bütün ağır işkencelerin altında hep bir şey fısıldardı. (Ehadün! Ehadün!) Allah birdir, Allah birdir derdi. Bütün bu işkencelerle hıncını alamayan Ümeyye bin Halef onu böylece bîtâb, halsiz düşürdükten sonra da boynuna bir ip takıp, çocukların eline verirdi. Çocuklar Mekke sokaklarında dolaştırırdı. Müşrikler onunla alay ederlerdi. Bilâl-i Habeşî garip ve kimsesiz olduğu için diğer müşriklerden de işkence görürdü. Ona ağır işkence yapanlardan biri de Ebû Cehil’dir. Bilâl-i Habeşî onun ağır işkenceleri karşısında da Allah birdir, Allah birdir diyerek, dinindeki sebatını gösterirdi. Ümeyye bin Halef yine bir gün Bilâl-i Habeşî’ye işkence yapmak için dışarı çıkarmıştı. Üzerindeki elbiselerini çıkarıp sadece bir don ile yakıcı sıcakta kızgın kumlar üzerine yatırıp, üzerine taşlar yığmıştı. Müşrikler toplanıp ağır işkenceler yapıyorlardı. Ya dininden dönersin veya seni öldüreceğiz diyorlardı. Bilâl-i Habeşî bu tahammülü zor işkenceler altında (Allah birdir, Allah birdir) diyordu. Bu sırada Sevgili Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) oradan geçiyordu. Bilâl-i Habeşî’nin halini görerek üzüldü. “Allahü teâlânın ismini söylemek seni kurtarır” buyurdu. Evine döndükten biraz sonra da Hazreti Ebû Bekir yanına geldi. Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) Bilâl-i Habeşî’nin çektiği işkenceyi Hazreti Ebû Bekir’e söyleyip “Çok üzüldüm” buyurdu. Hazreti Ebû Bekir hemen Bilâli Habeşî’ye işkence yapılan yere gitti. Müşriklere (Bilâl’e böyle yapmakla elinize ne geçer? Bunu bana satınız) dedi. Dünya dolusu altın versen satmayız. Fakat, senin kölen Âmir ile değişiriz dediler. Hazreti Ebû Bekir’in kölesi Âmir onun ticâret işlerini yapardı. Çok para kazanırdı. Yanında şahsî malından başka, onbin altını vardı. Hazreti Ebû Bekir’in önemli bir yardımcısı olup, her işini yürütürdü. Fakat, kâfir idi. İmân etmiyordu. Hazreti Ebû Bekir Âmiri bütün malı ve paraları ile Bilâl için size verdim, buyurdu. Ümeyye bin Halef ve diğer müşrikler çok sevinip, Ebû Bekir’i aldattık dediler. Hazreti Ebû Bekir hemen Bilâl-i Habeşî’nin üzerine koydukları ağır taşları üzerinden alıp ayağa kaldırdı. Bilâl-i Habeşî ağır işkenceler sebebiyle çok halsizleşmişti. Elinden tutup doğruca Sevgili Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) huzûruna getirdi. (Yâ Resûlallah! Bilâli bugün Allah rızası için âzâd ettim) dedi. Resûlullah ( aleyhisselâm ) çok sevindi. Hazreti Ebû Bekir’e çok duâ buyurdu. O sırada Cebrâil aleyhisselâm gelip, (Velleyl) sûresinin onyedinci âyetini getirdi. O sırada nâzil olan bu âyet-i kerîmede Allahü teâlâ Hazreti Ebû Bekir’in Cehennemden uzak olduğunu müjdeledi.
Bilâl-i Habeşî âzad edildikten sonra, hicrete kadar Peygamberimizin yanından ayrılmadı. Medine-i Münevvere’ye hicret edince bir müddet Sa’d bin Haysumenin evinde misâfir oldu. Mekke’den Medine’ye hicret eden Eshâb-ı kiram ile (muhacirler) Medine’de bulunan Eshâb-ı kiram (ensâr) arasında kardeşlik kurulmuştu. Mallarını, servetlerini paylaşmak ve her husûsta yardımlaşmak üzere kurulan İslâm kardeşliğinde Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) Bilâl-i Habeşî’yi de ensârdan Ebû Rüveyha Abdullah bin Abdurrahmân ile kardeş yaptı. Bu kardeşlik ömürleri boyunca büyük bir fedâkârlık ve sadakatle devam etmiştir. Bilâl-i Habeşî’nin evlenmesi de hicretten sonra olmuştur.
Hicretten sonra da İslâmiyet yeni hâdiselerle her gün biraz daha yayılıyor, küfür karanlıkları günden güne siliniyordu. Bilâl-i Habeşî de diğer müslümanlar gibi mühim hizmetler yapıyordu. En mühim hizmetlerinden biri Peygamber efendimize ( aleyhisselâm ) müezzinlik yapması olmuştur. Resûlullah’dan ayrılmaz, yolculuklarda da bu hizmeti yapardı. Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) için lâzım olan şeyleri dışarıdan alıp getirirdi. Gerektiğinde bu işleri görmek için borç alır sonra da öderdi. Hâne-i se’âdetin işlerini görür, ihtiyâçlarını giderirdi.
Medine-i Münevvereye hicret yapıldıktan bir müddet sonra Mescid-i Nebî yapıldı. Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) Eshâb-ı kirama beş vakit namazı cemaatle bu mescidde kıldırıyordu. Namaz vakti gelince “Es-salâtü câmi’a” denilerek namaz vaktinin girdiği bildiriliyordu. Daha sonra Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) Eshâb-ı kiramla istişâre edip, namaz vaktinin bildirilmesi için bir alâmet tesbitini arzu buyurdu. Bir kısmı çan, bir kısmı boru çalalım, bir kısmı da ateş yakıp yukarı kaldıralım, dedi. Peygamberimiz çanın Hıristiyanlara, borunun Yahudilere, ateşin Mecûsîlere mahsûs olduğunu söyleyerek bunları kabûl etmedi. Abdullah bin Zeyd bin Sa’lebe ve hazret-i Ömer rü’yâda ezan okumasını görüp söylediler. Resûlullah ( aleyhisselâm ) bunu beğenip, namaz vakitlerinde ezan okunmasını emr buyurdu. Bilâl-i Habeşî’yi çağırdı. Ezanın ona öğretilmesi ve onun okumasını emretti. Bilâl-i Habeşî yüksek bir yere çıkıp, beş vakit namaz için ezan okumaya başladı. Ve böylece ezan okumak sünnet oldu. İslâmda ilk ezan okuyan O’dur. Bilâl-i Habeşî bir gün sabah namazı vaktinde, Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) kapısı önünde (Es-salâtü hayrün minennevm) diye iki defa seslenmişti. Bunu Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ) beğendi. “Bilâl, bu ne güzel söz! Sabah ezanını okurken bunu da söyle” buyurdu.
Hazreti Bilâl-i Habeşî’nin sesi gür çok güzel ve pek tesirliydi. O, ezan okumaya başlayınca, herkes büyük bir aşk ve vecd içinde dinler kendinden geçerdi. Ezan okurken herkesi ağlatırdı. Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) vefâtına kadar müezzinlik, yapmıştır. Bilâl-i Habeşî Medine’de bulunmadığı zaman Ebû Mahzûre ( radıyallahü anh ), O da bulunmazsa Abdullah bin Ümmî Mektûm ( radıyallahü anh ) müezzinlik yapardı. Bilâl-i Habeşî’nin müezzinlikten başka bir vazîfesi daha vardı. O da bayram namazlarında “Anaze” denilen mızrağı taşırdı. Bu asayı Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) namaza veya duâya durunca önüne dikerdi.
Bilâl-i Habeşî Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) yaptığı bütün savaşlara katılıp cihad etmiştir. Bedir savaşında, daha önce kendisine müslüman olduğu için işkence yapan Ümeyye bin Halefin üzerine hücum etmiş onun öldürülmesini sağlamıştır. Diğer savaşlarda da Peygamberimizin yanında bulunmuştur. Mekke’nin feth edildiği günde Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) has müezzini Bilâl-i Habeşî’yi yanında bulundurmuştur. Mekke-i Mükerreme feth edilip, Kâ’be putlardan temizlenince Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) Bilâl-i Habeşî’ye, Kâ’be’de ilk ezanı okutturdu. Onun tatlı ve gür sesiyle tevhîd sedaları dalga dalga Mekke semâlarında yayıldı. Bunu işiten Eshâb-ı kiram artık küfrün ortadan kaldırıldığını, hakkın gelip bâtılın silindiğini görerek sevinç gözyaşları döktüler.
Peygamberimizin vefâtından sonra Bilâl-i Habeşî ayrılık acısına tahammül edemez olmuş, artık bir daha ezan okumamıştır. Resûlullah’a ( aleyhisselâm ) olan muhabbetiyle her gün yanıp, tütüyor gözyaşı döküyordu. Sonra da Medine’de kalmaya tahammül edemediği için Şam’a gitmeye karar verdi. Hazreti Ebû Bekir kalmasını arzu edince (Yâ Ebâ Bekir sen beni âzad etmemiş miydin, eğer kendin için âzad etmişsen kalayım, Allah için âzad etmişsen müsaade et gideyim) dedi. Hazreti Ebû Bekir (istediğin yere gidebilirsin) diyerek müsâade etti. Böylece Şam’a gidip orada yerleşti. Hazreti Ebû Bekir devrinde orada yapılan savaşlara katılıp cihad etti. Hazreti Ebû Bekir’in vefâtından sonra da Şam’da kalıp, Hazreti Ömer’in Şam taraflarında yaptığı savaşlara katıldı. Hicretin onaltıncı senesinde Hazreti Ömer ordusuyla Şam’a gelmişti. Bilâl-i Habeşî de orduya katılıp Kudüs’e gitmişti. Burada Hazreti Ömer, Peygamberimizin vefâtından beri ezan okumayan Bilâl-i Habeşî’ye ezan okumasını rica etmişti. Hazreti Ömer’in ısrarına dayanamayıp ezan okumaya başlamıştı. O ezan okumaya başlar başlamaz. Hazreti Ömer ve orada bulunan Eshâb-ı kiram, Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) zamanını hatırladılar. Hepsi kendinden geçmiş gözyaşı döküp ağlamışlardır.
Bilâl-i Habeşî Şam’da bir müddet kaldıktan sonra bir gece rüyasında Peygamber efendimizi ( aleyhisselâm ) görmüştü. Peygamberimiz “Beni ziyâret etmeyecek misin Yâ Bilâl” buyurmuştur. Bunun üzerine hemen Medine yoluna düştü. Medine-i münevvere’ye; gelince doğruca Peygamberimizin kabr-i şerîfine gidip, Ravda-i mutahharaya yüzünü, gözünü sürerek ziyâret etti. Resûlullah ( aleyhisselâm ) ile geçirdiği günleri hatırlayıp, hasret ve muhabbet gözyaşları dökerek uzun müddet ağladı. Bu sırada Peygamber efendimizin torunları Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin onu görüp boynuna sarılmışlardı. Bilâl-i Habeşî’nin Medine’ye bu gelişinde Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin bir ezan okuması için çok ısrar etmişlerdi. Bilâl-i Habeşî bu ısrara dayanamayarak bir gün sabah namazı vaktinde ezan okumaya başlamıştı. Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) mescidinden Bilâl-i Habeşî’nin sesiyle yükselen ezanı duyan Eshâb-ı kiram yerlerinden fırlayıp, kadın, erkek, çoluk, çocuk hep sokaklara dökülmüşlerdi. Hepsi Resûlullah ( aleyhisselâm ) ile yaşadıkları se’âdetli günleri, Bilâl-i Habeşî’nin okuduğu ezan sedalarıyla hatırlayıp ağlaşmışlardı. Fakat Bilâl-i Habeşî ezanda (Eşhedü enne Muhammeden resûlullah) derken, Peygamber efendimizin ( aleyhisselâm ) mübârek ismi geçince hüngür hüngür ağlamaya başladı. Ezanı tamamlamak için kendini zorladı, gene gözyaşlarını tutamadı. Böylece ağlaya ağlaya ezanı bitirdi. O gün Eshâb-ı kiram sanki Resûlullahın ( aleyhisselâm ) bulunduğu günlerden bir gün yaşadı. Peygamberimize ( aleyhisselâm ) olan hasretleri ve derin muhabbetleriyle ağlaşarak, o günleri yâd ettiler. Bu ezan Bilâl-i Habeşî’nin okuduğu son ezan oldu. Birkaç gün Medine’de kaldıktan sonra Şam’a döndü. Fakat yolda çok hastalanıp evine güçlükle varabildi. Bu hastalıkla ömrünün son günlerini geçirdi ve vefât etti.
Vefât edeceği sırada büyük bir sevinç içinde (Oh ne tatlı artık Resûlullah ( aleyhisselâm ) ve arkadaşları ile buluşacağım) demiştir.
O, imânında gösterdiği sebat ile ve Resûlullahın ( aleyhisselâm ) hayatında yanından ayrılmayıp hizmet etmesiyle hep sevilip ve rahmetle yâd edilmektedir. Hazreti Ebû Bekir O’nu kölelikten âzad edince Hazreti Ömer; (Seyyidimiz efendimiz Ebû Bekir, Seyyidimiz Bilâli âzad etti) buyurmuştur. Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) “Bilâl ne iyi kimsedir. O müezzinlerin efendisidir.” ve “Bilâl Habeşlilerden ilk müslümandır.”, “Ey Bilâl, zengin olarak değil fakîr olarak öl” buyurdu.
Bilâl-i Habeşî bir gün Mescid-i Nebîde iken büyük bir neş’e ile coşuyor, yerinde duramıyordu. Hazreti Ömer bu halini görüp ne yapıyorsun Yâ Bilâl, Mescidde böyle yapılır mı? dedi. Bu sırada Peygamberimiz de ( aleyhisselâm ) Mescidde oturuyordu. Bilâl-i Habeşî Resûlullaha ( aleyhisselâm ) soralım Yâ Ömer, dedi. İkisi birlikte Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) yanına varıp oturdular. Durumu arz ettikten sonra Peygamberimiz Bilâl-i Habeşî’ye bu halinin sebebini sordu. Bilâl-i Habeşî nasıl sevinip, neşelenmeyeyim Yâ Resûlallah ( aleyhisselâm ) Allahü teâlâ bana hidâyet nasîb etti. Halbuki Kureyşin ileri gelenlerinden niceleri inadları sebebiyle bu hidâyetten ve ebedî se’âdetten mahrûm kaldılar. Onlara da hidâyet nasîb olmadı, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz ona dokunulmamasını ve sevinip neşelenmesinde serbest olduğunu tasdîk buyurdu.
Bilâl-i Habeşî Peygamber efendimize ( aleyhisselâm ) müezzin olduktan sonra, öyle güzel ezan okuyordu ki, işiten her insan dinliyordu. Bu durum müslüman olmayanları kahrediyor, müslümanları ise çok sevindiriyordu. Medine’deki zengin Yahudilerden biri Bilâl-i Habeşî ne zaman ezan okusa durup dinlerdi. Dinlememek için kendini zorlar fakat kendini alamazdı. Dinledikçe de kahrolurdu. Buna engel olmak için çareler arardı. Bir gün Bilâl-i Habeşî’nin son derece maddî sıkıntı içinde olduğunu görerek sana istediğin kadar borç vereyim dedi. Bilâl-i Habeşî de kabûl etti. Yahudi borç parayı verirken de eğer bunu ödeyemezsen seni borca karşılık köle olarak tutarım dedi. Aradan bir müddet geçmişti. Bilâl-i Habeşî Yahudinin borcunu ödemek için ne kadar uğraştı ise de ödeyecek parayı bir türlü temin edememişti. Bir gün Yahudi gelip eğer bir ay sonra borcunu ödeyemezsen kölem olacaksın dedi. Yahudinin verdiği müddetin dolmasına çok az bir zaman kalmıştı. Yahudi borcunu ödeyemediğini görerek, onu köle yapacağım, deyip kendi kendine seviniyordu. Bilâl-i Habeşî’yi de gördükçe unutma ödeyemezsen kölem olacaksın diyordu. Zamanın bitmesine dört gün kalmıştı ve Yahudi yine gelmişti. Bilâl-i Habeşî çaresizlik içinde Peygamberimize ( aleyhisselâm ) gidip, durumu arz etti. Peygamberimiz başını eğip, biraz düşündü ve bir şey buyurmadı. Bilâl-i Habeşî bir müddet sonra kalkıp evine gitti. O gece uyuyamadı. Kölelik bana geri mi dönecek, artık ezan okuyamayacak mıyım diye derin derin düşünüyordu. Bu düşüncelere daldığı sırada kapısı çalındı. Heyecanla koşup, kapıyı açtı. Gelen kimse, seni Resûlullah ( aleyhisselâm ) çağırıyor dedi. Hemen toparlanıp, Resûlullah’ın huzûruna koştu. Yanına varınca edeble beklemeye başladı. Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) “Yâ Bilâl ticâretten dönen bir kervan var, kervana git onların arasında üzerindeki yükleriyle birlikte bana hediye edilmiş olan üç deve var, onları al senin olsun. Borcunu öde!” buyurdu. Bilâl-i Habeşî hemen gidip onları teslim aldı. Yükleri indirdi. Develere yem verip, sabah ezanını okumak üzere mescide gitti. Yine o tatlı sesiyle ezanı okudu. Namazı kıldıktan sonra da dışarı çıkıp, bende borcu olan gelsin alsın diye bağırdı. Yahudi gelince o mallardan bütün borcunu ödedi. Yahudi şaşkın şaşkın dönüp gitti. O yine hoş sesiyle ezan okuyarak Medine semâlarını çınlatmaya devam etti.
Hazreti Bilâl-i Habeşî bizzat Peygamberimizden, ( aleyhisselâm ) işiterek hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Rivâyet ettiği bu hadîs-i şerîflerden 44 tanesi Sahih-i Buhârî’de ve Sahih-i Müslim’de ve dört Sünen kitabında yer almıştır. Eshâb-ı kiramdan Hazreti Ebû Bekir, Hazreti Ömer, Hazreti Ali, Abdullah İbn-i Mes’ûd, İbn-i Amr, Üsâme bin Zeyd, Ka’b bin Ucre, Câbir bin Abdullah, Bera bin Âzib (r.anhüm) ve diğer eshâb, ayrıca tabiînin büyük hadîs âlimleri Bilâl-i Habeşî’den hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir.
Hazreti Bilâl-i Habeşî’nin Peygamber efendimizden bizzat işiterek rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bir kısmı şunlardır:
“Ezan ve gözümün nûru olan namaz ile bizi ferahlandır Yâ Bilâl”
“Cennette Bilâli gördüm. (O’na cennete ne ile girdin!) diye sordum. Sebebini bilemiyorum, ancak her abdest tazeledikçe iki rekât namaz kılardım diye cevap verdi”
“Gece kıyamına (ibadetine) devam edin; zira bu, sizden önceki sâlihlerin ibadetidir. Çünkü, gece ibadeti, Allah’a yakınlık ve günahlara keffaret olup, insanın bedenini hastalıklardan korur ve günahlardan uzaklaştırır.”

Yusuf Baba Türbesi

Yusuf Baba Türbesi 

ANKARA / Tatlıkuyu Köyü


Yusuf Baba Türbesi
Yusuf Baba Türbesi, Ankara İli, Polatlı İlçesi, Tatlıkuyu Köyü Tekke Mevkiindedir.
Yusuf Baba’nın kim olduğu konusunda herhangi bir bilgi yoktur. Bölgeye yerleşip burada Tekkesini açıp irşad görevine başlayan Kolonizatör Dervişlerinden biri olduğu düşünülmektedir.
Türbenin bulunduğu alan Tekke ve Kemikliye Mevkii olarak anılmaktadır. Sakarya Savaşında Sakarya Nehrinin üzerindeki köprü Yunan Birlikleri tarafından yıkılınca Türk Ordusu bayağı zayiat vermiştir. Bu alanda bol miktarda şehit kemikleri görüldüğü için Kemikliye olarak anılmaktadır.           

Türbe betonarmeden yakın zamanda yenilenmiş olduğunu düşünüyoruz. Türbe etrafında antik dönem devşirme malzeme bulunmaktadır. Türbe Sakarya Nehrine hakim bir yamaç üzerinde olup hem eski bir yerleşim yeri üzerindedir, hem de yanında Müslüman Mezarlığı bulunmaktadır.

Yusuf Baba özellikle hayır duası ve değişik dilekler için ziyaret edilmektedir.


http://sosyodenemeler.blogspot.com.tr/

Efe Sultan Türbesi

Efe Sultan Türbesi


Efe Sultan Türbesi 

AFYONKARAHİSAR –Efe Beldesi

Afyonkarahisar İli Şuhut İlçesine bağlı Efe Beldesinde türbesi vardır.
Türbede bulunan medfunun asıl ismi Efe Hamza’dır. Şeyh Efe Hamzaolarak da anılmaktadır. Germiyan Beyliğinin sultanı II.Yakup Çelebi Efe Sultan’a bu köyün gelirini vakfetmiştir. Bu yüzden günümüzde kasaba Efe Kasabası olarak anılmaktadır. Efe Sultan’ın Mahmut Sultan ve Karlık Sultan’ın kardeşi olduğu kabul edilmektedir.
Efe Sultan, Hamitoğullarından Antalya Beyi Yunus'un kölesi Zekeriya'nın oğludur. Zekeriya, efendisi Yunus'un Eğirdir Beyi Feliküttin Dündar'ın ölümü üzerine Antalya ilinin bir kısmını ele geçirerek küçük, egemen bir devlet kurmuştur. Şarki Karaağaç ilçesine 1358 yıllarında hakim olduğu anlaşılan Yusuf oğlu Nükrettin Zekeriya'nın yerine geçen oğlu Efe Hamza da Tekke Karahisarı'nda oturmuştur.
Yıldırım Beyazıt tarafından toprakları zapt edilen Karamanoğlu Mehmet'e, Timurlenk tarafından toprakları 1414 yılında geri iade ediliyor. Daha sonra Karamanoğlu Mehmet, Efe Hamza'nın topraklarını istila etmek için uğraşır ama buna Efe Hamza izin vermez. Efe Hamza'nın bu başarısından esenlik bulan Yakup Çelebi, Efe Kasabasını ona vakfeder. Bunun üzerine Efe Hamza 1414 yılında buraya yerleşir ve kasabanın adı "Efe" olur.
Türbe eski camiye bitişik, mezarlığın içinde, herhangi bir mimari özelliği olmayan bir türbedir. Türbede Efe Sultan'ın sandukasının haricinde beş tane daha kime ait olduğu bilinmeyen sanduka vardır.

Efe halkı tarafından ziyaret edilen ve saygı duyulan Efe Sultan türbesinin etrafında, romatizmalı hastalar, ayakları tutmayanlar ve çocuğu olmayanlar dolaştırılır. Daha sonra mezarın altındaki deliğe rahatsız olan uzuv sokulur ve mezardan toprak alınarak şifa aranır.

Kaynakça: Abdulhalim Durma – Evliyalar Şehri Afyonkarahisar – Amasya –2009 /www.efe.bel.tr / www.efemhaber.blogspot.com / Yusuf Ilgar -Şuhut Köylerine Bir Ziyaret -Taşpınar Dergisi Sayı:7 -2012.

sultan murad türbesi .kosova

sultan murad türbesi .kosova






Osmanlı Devleti Balkanlara ilk olarak 1387 yılında gelmiş. 1389 yılında ise I. Kosova Savaşı Koca Sultan bir Sırp tarafından şehit edildikten sonra iç organları türbenin bulunduğu alana defnediliyor bedeni ise Bursa şehrimizde misafir
Sultan Reşad 1911 yılında Sultan I. Murat Han türbesini ziyarete geldiğinde sanki tüm Balkanlar Kosova’da toplanmış. Kılmış olduğu Cuma namazında yaklaşık 500 yüz bin kişinin namaza iştirak ettiği söylenmekte. Bu fotoğraf o gün çekilmiş

Hz.Eyyüp Sultan'ın Türbesi

Hz.Eyyüp Sultan'ın Türbesi




Hz. Muhammed’i Medine’ye ilk geldiginde evinde misafir eden Hz. Ebu Eyüb el-Ensari ülkemizde Eyüp Sultan olarak bilinir.668-669′daki istanbul kusatmasina katilarak bu savasta sehit olmustur. Mezarinin bulundugu yeri istanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmed’in hocasi Aksemseddin rüyasinda görmüs ve buraya türbesi yaptirilmistir. 1459 yilinda ise yine Fatih Sultan Mehmed tarafindan türbenin yanina camii, medrese, imaret ve hamam yaptirilmis böylece burasi külliye olumutur.


EYÜP SULTAN’IN KEŞFEDİLMESİ


İbretlik Derslerİstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet Akşemseddin Hazretleri’nden, Eyüb Sultan (Ebu Eyyûb Halid el-Ensarî) Hazretleri’nin mezar yerinin bulunmasını rica etti. Ebu Eyyûb Hazretleri, Emevîler döneminde İstanbul kuşatmasına katılmış ve hastalanarak vefat edince, surlar dışındaki bugünkü yerine gömülmüştü. Ancak zamanla mezarın yeri kaybolmuştu. Akşemseddin, Padişah’ı keşfettiği mezar yerine götürdü. İki ağaç dalını alıp işaret ederek kabrin baş ve ayak hizasına dikti. “Yeri burasıdır!” diyerek oradan ayrıldılar.

Ancak Fatih bir adam göndererek, dalları yirmişer adım güney tarafa çektirdi ve kendi mührünü de ilk işaret dallarının orta yerine gömdürdü.

Sabah olunca, Fatih kabrin tekrar bulunmasını rica etti ve Akşemseddin’le aynı yere geldiler. Akşemseddin doğruca ilk işaret yerine gidip; “Dalların yeri değişmiş!” dedi. Sonra da: “Sultan Hazretlerinin mührünü çıkarıp teslim edin!” dedi. Kabrin başından biraz kazılınca “Bu Halid b. Zeyd’in kabridir.” manasında yazılı bir taş çıkacağını haber verdi. Orası kazıldı, aynen dediği gibi çıktı. Bunun üzerine Fatih: “Zamanımda Akşemseddin gibi bir zatın bulunmasından duyduğum sevinç, İstanbul’un fethinden dolayı duyduğum sevinçten az değildir.” diyerek Allah’a şükretti. Mezar üzerine bir türbe ve yanına cami yaptırdı.

Fatih, Akşemseddin Hazretleri’nden kendini tarikatına kabul buyurmasını rica etmişti. O ise padişaha şöyle bir cevap verdi: “Sultanım, sen tasavvufta bizim tattığımız lezzeti tadarsan saltanatı bırakırsın. Müslümanların rahat ve huzuru için devletin varlığı gereklidir. Adalet eylemek padişah için keramet sayılır. Seni dervişliğe kabul edersem devletin düzeni bozulabilir. Bunun da vebali büyük olur.”

Fatih, arzusunda ısrar ettiği ve hocası Akşemseddin’in İstanbul’da kalmasını istediği halde, o bu teklifi kabul etmedi; daha önce yerleştiği mekânı olan Göynük ilçesine döndü. Mart 1459’da orada vefat etti. Türbesi Göynük’te, Süleyman Paşa Camii yanındadır.

Onun bir sözü şöyledir: “Veli, insanlardan gelen sıkıntılara tahammül eden kimsedir. O toprak gibidir. Üstüne kötü şeyler atılsa da, topraktan hep güzel şeyler biter.”

Sahabeden Günümüze Allah Dostları, 7/397-401; Akşemseddin, s.136.

Türbe’nin yeri nasıl kaybolmuştur?


Eyüp Sultan Hazretleri şehit olunca, mezarını şu an bulunduğu yere defnederler. Surlardan cenaze törenini seyreden imparator güler: ‘Bunlar da amma akılsız’ der, ‘Onlar gidince bizim o mezarı yok edeceğimizi bilmiyorlar mı?’ Bunun üzerine Halife El Mehdi sert bir mektup yazar ve öyle bir şey olduğu taktirde İstanbul’da taş üstünde taş bırakmayacağını sert bir dille bildirir. Bu sert mektup üzerine İmparator bizzat gelerek şu anki yeri koruma altına alır. Kuşatma kaldırıldıktan sonra Rumlar ve Bizans İmparatoru da burayı sık sık ziyaret ederlerdi, ta ki LATİN İŞGALİ olana kadar. Latinler İstanbul’un her yerini olduğu gibi burayı da talan eder ve TÜRBEYİ ORTADAN KALDIRIRLAR.

Türbenin şimdiki yeri nasıl bulundu?


Akşemsettin hazretleri manevi keşif üzerine mezar yerini tespit eder ve mezarın biri başına biri de ayak ucuna olmak üzere iki fidan dikip ertesi gün tekrar gelmek üzere ayrılır. Fatih Sultan Mehmet Han, kalbinin mutmain olması için o iki fidanı gece vakti söktürüp şu anki girişte çeşmelerin bulunduğu yere diktirir. Yüzüğünü ise Akşemsettin Hazretlerinin tespit ettiği yere gömer. Ertesi gün sabahın erken saatlerinde Akşemsettin Hz. gelir ve doğruca ağacın olduğu yere değil birgün önce tespit ettiği yere gider. Ve yüzüğünü padişaha iade eder. Gerçekten o bölge kazılır ve Eyüp Sultan Hazretlerinin hiç bozulmamış cesedine ulaşılır. Kendisine sorarlar: ‘Efendim o ağaçlarla ilgili neler söyleyeceksiniz?’ Gülerek ‘İyi yapmışsınız o bölge de Eyüp Sultan Hazretlerinin yıkandığı yerdir’ der. Bunun üzerine Fatih Sultan Mehmet Hazretleri o bölgenin çevrilmesini ve her bölgeye bir çeşme yapılmasını emreder. İşte bugün gördüğümüz çeşmeler o çeşmelerdir.

İlk kılıç kuşanma töreni ne zaman ve nasıl yapıldı?

İlk kılıç kuşanma töreni İkinci Beyazıt Han zamanında başlamıştır. Bir padişah hariç son padişah Vahdettin Han dahil olmak üzere tüm padişahların kılıç kuşanmaları burada olmuştur. Kim midir o padişah? Sadece V. Murat Han’ın tahta çıkış ve kılıç kuşanma merasimi burada olmamıştır. Kılıç kuşanma töreninde önceleri Unkapanı-Fatih Fevzi Paşa Caddesi yoluyla Edirnekapı güzergahı takip edilirdi. Ve iki adet ayrı ayrı tebrik kabulü için çadır kurulurdu. Bunlardan bir tanesi EDİRNEKAPI surun içerisi diğeri ise şu anda FESHANE’nin olduğu yerdi. Edirnekapı’da OTAĞ’da sadece gayrimüslimlerin tebriki kabul edilirdi. Yani Müslüman olmayanların Eyup Sultan Bölgesine girmeleri YASAKTI.
http://bookinturkey.blogcu.com/ alıntı..

Yavaşça Sultan Türbesi (Taşköprü)

Yavaşça Sultan Türbesi (Taşköprü) 

Kastamonu Taşköprü ilçesi, Akdoğan Tekkesi Köyü’nde bulunan bu türbenin, Horasan erenlerinden İsa Bey Zâde’ye (Yavaşça Sultan) ait olduğu kitabesinden öğrenilmektedir. Yavaşça Sultan 1484 yılında ölmüştür. Türbenin de aynı tarihte yapıldığı sanılmaktadır. 

Türbe moloz taştan yapılmış, üzeri ahşap bir çatı ile örtülmüştür. Mimari yönden son derece basit bir yapıdır. Türbe içerisinde Yavaşça Sultan’ın mezarından başka bir sanduka daha bulunmakta olup, bunun kime ait olduğu bilinmemektedir

Balım Sultan Türbesi

Balım Sultan Türbesi



Hacı Bektaş Velî Dergâhı’nda, Hazret Avlusu’nun sağında Balım Sultan Türbesi bulunmaktadır. Türbe önünde Hacı Bektaşî Velî ile çağdaş olduğuna inanılmış kara dut ağacı bulunmaktadır.
Bektaşî inanışında ikinci bir pir olarak tanınan Balım Sultan’ın Bektaşîliğin kurulup genişletilmesinde büyük payı olmuştur. Dimetoka’da 1462’de doğan ve 1516’da ölen (Hakk’a yürüyen) Balım Sultan’ın türbesini Yavuz Sultan Selim’in kumandanlarından Şehsuvaroğlu Ali Bey 1519’da yaptırmıştır.
Türbe kesme taştan, içerisi kare planlı, dışı sekizgen gövdeli olup, üzeri sekizgen taş bir külah ile örtülmüştür. Külahın ucundaki alem gökyüzüne doğru uçan bir güvercin şeklindedir.
Türbenin giriş kapısı üzerine “İnna Fetahnaleke fethan mübina” ayeti işlenmiş, türbenin girişinde bulunan bir sütun parçası üzerinde de şunlar yazılmıştır:“Bir nokta-i nahd etdi hıynı veruben bade Hakk oldu ayaklarda çok sal-u felek-i rifad.”
Türbe kapısının üst duvarında; “Bina hazihi kubbetü’ş-şerifetü’l-emirü’l-Ali Ali Bey b. Şehsuvar Bey li kutbi’l-evliya ve hulasetü’l-budala Hızır Bali b.Resul Bali b.Hacı Bektaşî’l Horasani Nurullah-i mergadi fihim sene hamse ve ışrin tis’a mie. 1519” ibareleri kayıtlıdır.
Balım Sultan Türbesi’nin ön tarafında demir parmaklıklarla çevrili muhafazanın içinde biri erkek diğeri de kadına ait olduğu anlaşılan iki adet mezar bulunmaktadır. Bu mezarların çelebiler tarafından onarıldığı söylenmektedir. Erkek mezarının kitabesinde; “Mazhar sırr-ı velayet memba feyz-i hüda bima ak gülşeninde bülbülüdür güya nokta-i tevhid-i vahdet hem kim besde-i şah bir tuy-ı hidayet bir tarik-i mürteza hafız-ı erkân sırdır hem selavat-ı vasatı ile nice defa irşad senindir Seyyid Hacı Ali Baba zümre-i abdala mürşid-i hakikat hem çu pir ruh şad olsun zayıflar Hacı Ali Baba sene 1205 (1790.)”yazılıdır.
Kadın mezar kitabesinde ise; “Suiale-i tahire Hazret-i Hünkar Hacı Bektaş Velîden Feyzullah Efendi zevcesi merhume ve meğfure Fatıma Samut Ana ruhu için Fariha 1267 (1850)” yazılıdır.
Türbenin girişinde kalın taş duvarlar arasına iki sütunlu, yuvarlak kemerli bir giriş eklenmiştir. Türbenin içerisinde kanatlarında ejder ve buket taşıyan güvercin heykellerinin bulunduğu büyük bir şamdan ile küçük şamdanlar ve levhalar bulunmaktadır. Ayrıca türbenin kuzeyindeki bir niş içerisinde de Balım Sultan’ın kardeşi Şah Kalender’in mezarı vardır.
Balım Sultan Türbesi ile cami arasındaki hazirede dergâha hizmet etmiş Bektaşî babalarının 40’a yakın mezarı bulunmaktadır.

Baba Sultan Türbesi..ısparta ..egridir

Baba Sultan Türbesi..ısparta  ..egridir





Isparta Eğirdir ilçesi Yazla Mahallesi’nde bulunan Baba Sultan Türbesi’nin beyaz mermerden sülüs kitabesinden türbenin, Hamidoğlu İlyas Bey tarafından İsa bin Musa adına 1358’de yaptırıldığı öğrenilmektedir. 
 
Eğirdir Caddesi’nin üzerinde bulunan türbe sekizgen planlı olup, üzeri konik bir çatı ile örtülmüştür. Selçuklu mimari üslubundaki köfeki taşından yapılan türbenin her yüzünde yuvarlak kemerler ve bunların içerisinde de birer pencere bulunmaktadır. Türbenin girişi güney yönündedir. İçerisinde bezeme izlerine rastlanmamaktadır. 
 
Türbe içerisinde Baba Sultan’dan başka Zorti Baba (Sureti Baba) ve Palaz Baba isimli kişiler de gömülüdür. Türbede gömülü bulunan Zorti Baba ile ilgili bir de öykü bulunmaktadır. Bu öyküye göre; Timur’un Eğirdir’i zapt ettiğinde adaya kaçan halkı öldürülmekten Zorti Baba’nın kurtardığı söylenir. Timur Eğirdir’e gelip halka işkenceye başlayınca bu kişi halka eziyet etmemesi için Timur’a ricada bulunmuştur. Timur bu ricayı kabul etmeyince “Senin gibi Emir’e zort” demiş, o da öfkelenip Zorti Baba’nın boynuna taş bağlatarak göle atmıştır. Ancak Zorti Baba gölde batmamış ve askerler de boynuna taş bağlı şeyhi gölden çıkarmışlardır. Bundan sonra şeyh taş atan şeyh her rastladığı yerde Timur’a “Zorttt” demeye devam etmiştir. Bu nedenle adı Zorti Baba olarak kalmıştır. 

Türbe çeşitli dönemlerde birkaç kez onarım geçirmesine rağmen özgünlüğünü korumuştur.

http://www.egirdirmuftulugu.gov.tr/  alıntıdır.  resimler derlenmiştir .