KARIŞIK

26 Mart 2016 Cumartesi

Sultan Suc'a Türbesi..diyarbakır

Sultan Suc'a Türbesi..diyarbakır





Çoğunlukla türbeler,“Ziyaret” olarak tanımlanır, Şeyh Yusufî Hemedanî, Sarı Sadık Türbesi gibi. Halk arasında kabul görmüş olan büyüklerin türbeleri, genelde ziyaret olarak isimlendirilir. (4)
Halkın dua etmek, geçmişe duyulan saygı, dileklerin kabulü sebebiyle gittiği türbeler, son zamanlarda sadece bilenlerin uğrak yeri haline gelmiştir. Diyarbakır’da en çok bilinen Hazreti Süleyman ve diğer Sahabî’nin bir arada defnedildiği Meşhed, bu türbelerden farklıdır. (5)
Burada defnedilenler, tekildir, bilinen isimlerdir, belli bir tarikatın temsilcileridir. Fakat Meşhed, Hz. Muhammed(a)’i dünya gözüyle görenlerin şehrin alınışında şehit düşmeleriyle başka bir mana kazanmaktadır. Şehrin diğer yerlerinde kimi sahabe türbesi bulunmaktaysa da zaman içinde korunmadığı için ya yıkılmış, ya da yıktırılmıştır, şehrin ilk valisi Sultan Sa’sa’a Kabri gibi. (6)
Sultan Suc’a  Türbesi’nin mimarî yapısının benzer olduğu Şeyh Yusufî Hemedanî, Sarı Sadık, Malikî Ejder Türbesi aynılık taşır, farklı zamanlarda yapılmasına rağmen. (7)
Sultan Suc’a hakkında kimi kaynaklarda yer alan bilgilere geçişte Diyarbakır’da mevcut diğer türbelerden bahsedilmemiştir. Sadece bilinmesinde fayda görülen kimi isimler hakkında bilgi verilmiştir. (8)
Sultan Suc’a’dan bahseden kaynaklardan seçtiğimiz bölümler:
“Mardin Kapısı’ndadır. Eski kayıtlara göre türbenin yanında aynı zata ait Medrese ve Çeşme mevcut idi. Çeşmesi halen durmaktadır. Çeşme üzerindeki kitabe H. 605 (M. 1208) tarihlidir. Medreseden hiçbir iz kalmamıştır. Türbe üzerinde kitabe bulunmamaktadır. Ancak çeşmedeki kitabeden türbenin aynı tarihlerde ya da XIII. YY’ın ilk çeyreğinde yapıldığı söylenebilir. Bu tarihlendirme yapının mimarisi ile de uyuşmaktadır. Bu durumda türbe, 1183-1231 tarihleri arasında Diyarbakır’da egemen olmuş Hısnıkeyfa Artuklular dönemine aittir.
Yapı siyah-beyaz yontma taş örgülü, kara planlı, konik biçimli üst örgüye sahiptir.” (9)
Her ne kadar bilgiye ulaşacağımız kaynakları vermiş olmamıza rağmen, bu kaynaklara ulaşmak araştırmacı olmayanlar için oldukça zordur. (9) Nolu dipnotta verdiğimiz kaynaklardan seçtiğimiz bölümler:
Metin Sözen:” Kesme ve moloz taşlardan yapılmış olan Sultan Şüca Türbesi, yüksek bir kare gövde üzerine pramidal çatıyla örtülüdür. Bugün pramidal çatı, oluklu kiremitlerle kaplıdır. Bu görünüşü, ilk şekli konusunda pek bir fikir vermemektedir. Ayrıca dış yüzeylerdeki onarım izleri de yapının bazı ufak değişiklikler geçirdiğini göstermektedir. Orijinal yapının kesme taşlardan özenle yapılmış olduğu, türbenin içine girilince daha belli olmaktadır.” Diyerek, gözlemlerini aktarır: “Dışarıya pencere açıklığı bulunmayan türbenin içi, tamamen kesme taşlardan yapılmıştır. Bu durum kubbede de kendini göstermektedir. Bu şekil bazı Diyarbakır türbelerinde sık tekrarlanan bir durumdur. Kubbeye (geçiş tromplarla sağlanmış bu trompların bazıları mukarnaslarla bezenmiştir. Düz duvar yüzeylerine, iki yerde niş yerleştirilmiştir. Bunlardan kuzey – batı köşesindeki, yere kadar inmektedir. Türbenin iç görünüşü, yapının özenle ele alındığını göstermektedir. Bu durum, belki dışarıda da tekrarlanmıştı. Fakat geçirdiği onarımlar, bu izleri silmiş bulunmaktadır. Ayrıca türbenin içinde bu gün sanduka izine rastlanmayışı ilginçtir. Çünkü Şeyh Şüca veya Şeyh Çoban, halk arasında ünlü bir kişiydi. Belki türbede eskiden sanduka bulunmaktaydı, zamanla kayboldu. Bu durumu açıklayıcı belgelerden yoksunuz.”
1970 Yılında hazırlanan Diyarbakır’da Türk Mimarisi adlı eserinde bu görüşleri ortaya koymuştur. Kimi türbelerde sandukanın bulunmayışına Lala Beg Türbesi’nde de karşılaşıyoruz.  Aynı şekilde Eğil’deki çift kümbette de türbeler bulunmamaktadır. Fakat, büyük ihtimalle mezarlar, kümbet altında zaman içinde düzleşmiş ve sandukaları kaldırılmıştır. Eğil’deki çift kümbetten birinde kümbetin kaçak kazısına tanıklık ettik. 2004 Senesinde uğradığımız Kalkan Köyü’nde kaçak kazı yapılan kümbetin altında mezar için bir bölümün taşlarla oluşturulduğu izlenimini veren yapının olduğunu gördük. Muhtemelen Lala Beğ ve Sultan Şüc’a Türbesi de aynı biçimdedir. Kimi kaynaklarda mumyalık olarak tarif edilen bölümün olup olmadığını bilmekten uzağız. Ki mumyalama işleminin o dönemde Diyarbekir’de olduğuna da ihtimal veremiyoruz.
Karacadağ Dergisi’nde konuyu irdeleyen Süleyman Savcı, “Kapıların şimaline düşen ve Polis karakolu bitişiğinde bulunan çeşme cephesindeki kitabe, tarihi kıymeti haiz, çok mühim bir vesikadır. Kitabede şu kelime ve rakamlar yazılıdır:
el-Fatiha el-sultan el-Şucâ sene hamset ve sittemiye(605)
Bu çeşmenin az şimalinde bulunan türbe ise, salnamelerde , halk arasında (Sultan Şuca) adiyle anılmaktadır. “
Savcı, türbe hakkında araştırmalarda bulunmuş, kendi kanaatine göre Sultan Şüc’a’nın Melik Şah ahfadından olduğudur:
“Diyarbakır’ı alakadar eden tarih kitaplarında (Sultan Şüca) hakkında kayd değer tesadüf edilmiyorsa da Ulu Camideki (garp maksuresi)nin alt kısmında (Melek Şah)’ın oğlu olan Sultan (Mehmed)’e ait bir kitabede (Ebu Şuca Mehmed) kelimesinin yazılışına göre bu zatın (Melek Şah) ahfadından olduğuna artık şüphe kalmıyor demektir. Bu adı taşıyan kitabenin tarihi ise (h.511)’dir.
511 ile 605 seneleri arasında yaşamış olan Sultan Şuca’nın İnal Nisan Oğulları zamanında Diyarbakır’da bulunup mevki-i hükümdariyi işgal etmiş olduğu anlaşılıyor.”
Şevket Beysanoğlu, yukarıda verilen bilgiye karşılık, “Süleyman Savcı’nın bu görüşü, diğer tarihî belgelerle teyid edilmiş değildir. Sultan Şuca’nın kimliği henüz gün ışığına çıkarılmamıştır.” der, bir çalışmasında. (10)
Diyarbakır’da 1518 Tarihli Osmanlı Evkaf Tahrir Defteri’nde Mesudiye ve Ziyâiyye Medresesi beraberinde Şucaiyye Medresesi geçer. (11) Sucaiyye Medresesi, kimi kaynaklarda Sucaeddin Medresesi olarak da geçer. “Diyarbakır Medreseleri ve Osmanlı Eğitim Sistemi İçerisindek Yerleri” başlıklı bildirisinde Prof. Dr.Abdurrahman Acar, bu medrese hakkında şu bilgileri verir:”Mardin Kapısı’na yakın ve Deliller Hanı’nın karşısında bulunuyordu. Bir yapılar toluluğu (külliye) bünyesinde bulunan bu medresenin Artuklular devrinde inşa edildiğine dair görüşler bulunmaktadır. Abdulgani (Fahri) Bulduk, aynı mevkiîde yer alan çeşmenin 605/1208-9 tarihli kitâbesine dayanarak Şucâiyye medrese, türbe ve çeşmesinin, Ulu Cami’nin 511/117-18 tarihli kitâbesinde adı geçen Melikşah’ın oğlu Sultan Ebu Şuca Muhammed Tapar (Ö.1118) ‘ın oğlu Şucâ’a ait olabileceğini söylemektedir. Ancak biz Şucâiyye’nin, adı Mesudiye Medresesi’nin 620/1223 tarihli bir onarım kitâbesinde yapının planını çizen üstad olarak geçen ve yine Melik Salih Necmeddin zamanında Dağ Kapı’da tamir edilen iki burcun 634/1236-37 tarihli kitâbelerinde bunların planlarını çizen kişi olarak  gösterilen Halepli Şucaeddin Cafer b. Mahmud ile irtibatlı olabileceğini tahmin etmekteyiz. 1518 tarihli Evkaf Tahrir Defteri’nde Şucaiyye  Medresesi Vâkıfı’nın isminin Cafer olarak kayıtlı olması da bunun bir delili olarak kabul edilmelidir.” der.(12)
Vakfın günlük gelirinin 23 akçe olduğu,1518 Tarihli Evkaf Tahrir Defteri’nde yer almaktadır. Medrese’nin muhtemelen yol genişletme çalışmaları esnasında yıktırılması söz konusudur. Çeşmenin de yerinden alınarak, bu günkü yere nakledildiği bilinmektedir. (13)
Salname-i Diyarbekir’in 1316/1801-1802 tarihli 15. Sayısında “Sultan Şuc’â, Sahabe-i Kirâmdan Sultan Şecaaddin Hazretleri” olarak geçer ve varidat-ı seneviyesi 2400, Türbe ve Merâkıd-i Şerifeleri Mevkiî, “Diyarbekir’de Hazret-i Ömer Cami-i Şerif civarında bulunmaktadır.” şeklinde tarif edilerek, “ Türbe-i Şerifesi ma’mur. İki değirmen mevkûftur.” şeklinde bir açıklamayla geliratının kaynağı belirtilmiştir. (14)
Şeyh Çoban Türbesi, Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun “Sultan Şüca Türbesi” ismiyle 19.Ocak.1980 tarih ve A/2082 sayılı  kararla tescili yapılmış olup, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün veritabanında 21.00.01/106 numaralı envanter sayısıyla “Türkiye Kültür Mirasları” arasında kaydı yapılmıştır.(15)
Konuyla ilgili derlemede bulunan Prof. Dr. Kenan Haspolat, Sultan Şuc’â hakkında öne sürülen iddiaları bir araya getirmiştir ve karşılaştırmalarda bulunmuştur.(16) Yine aynı sitede yazar,  Sultan Suc’â’nın yanı başında(çevrede) iki sahabî mezarından bahsederek, çevrede bunu söyleyenlerin tanıklıklarına başvurur. Osmanlı Sal-nâmeleri’nde yer alan bilgiyi kabul ettiğimizde Diyarbakır’daki bilinen sahabî sayısında elbette bir artış daha olur.
Niçin Şeyh Çoban Deniliyor?
Acaba, Sultan Suc’â’ya halkın “Şeyh Çoban” demesi, Zatın ehl-i tasavvuf olması sebebiyle midir? “Şeyh” denilmesi, ilk etapta bu hususu akla getirir. Yine de temkinli olmada fayda vardır. Şayet bu Zat, “Şeyh” ünvanını taşısaydı, mutlaka kaynaklarda bağlı bulunduğu tarikat söz konusu olurdu. Şayet Sücaiyye Medresesi, kendisi tarafından kurulmuş ise ya da kendisi bu medresede ders vermiş, müderrislik yapmış ise “Şeyh” olarak anılması, kendisinin ilim ehli olduğunu gösteriri. Medresenin yıkılmış olması, çeşmenin yerinin değiştirilmesi, muhtemelen 20. yüzyılın ilk çeyreğinde olmuştur. Muallak Minarenin de yıkılması, Enver Paşa’nın Diyarbakır’a otomobiliyle gelmesine bağlanır.(17) Muallak Minarenin bilinen iki karesi vardır . Maalesef korunmamış olan bu deha ürünü yapı gibi Kara Camiî olmak üzere bir çok eser yıktırılmıştır, surlarla burçlarla beraber.( 18) Çünkü bu dönemde Sultan Sa’s’a Kabri ve Mescidi yıktırılıyor, yol genişletme amaçlı(!) çalışmalar öne sürülüyordu.(19)
Sonuç:Şeyh Çoban hakkında genel kaynaklarda yer alan bilgiler, zaman içinde değişecek mi? Bunu şimdilik bilmekten uzağız. Fakat, genelde anlatılanlar, kaynaklarda yer alan bilgiler bu şekildedir. İleride ulaşabildiğimiz bilgiler olursa, elbette bu araştırmamıza yansıtılacaktır.
Dipnotlar:
1-Yapı, klasik Selçuklu tarzında bir mimariye sahiptir. -
2-Bu türbeye “Şeyh Çoban”denilmesinin başlıca sebebi, halkın Sultan Suc’a ismini tellafuzdaki zorluğundandır.
3-Genelde Çobanlık, peygamberiî bir meslek olarak bilinir. Ehlî  tasavvuf, tefekkür ve yalnız kalmak, nefsin terbiyesi için  çobanlık yapmıştır. Kulp ilçesinde gazal (ceylan) besleyen, hayvanlarla haşır neşir olan bir zat, “İmamı Gazal” olarak anılır. Kimi kaynaklarda bu İmam-ı Gazalî olarak yanlış geçmiştir. İhya-ı Ulumu’d-din  Sahibi İmam Gazalî’nin  Kulp ile bir ilişkisi yoktur.
4-Misalen Çınar’da Altunakar Köyü’ndeki Şeyh Kasım Türbesi, “Kubb” olarak isimlendirilir. Bu isim, türbenin üzerindeki kubbeli yapıdan mıdır yoksa Kabe’den mülhem olarak mı kullanılır? Bu bilinmez. Hani’de, Hazro’da türbelere saygı, diğer ilçelerimizden daha fazladır. Şeyh Hasan” Ezrakî Türbesi, Diyarbakır’da ziyaret edilen türbelerden biridir. Yine Hani’deki Şeyh Bedreddin Türbesi, bunlardan biridir.
5- Meşhed Camiî, halk arasında “Hz. Süleyman” olarak bilinir. Kimi kaynaklarda Nasırriye ve Murtaza Paşa Camiî olarak geçer. Diyarbekir’in alınışı sırasında gizli su yolu geçidinden İç Kale’ye geçen sahabî’den 27 isim şehid düşmüş, bu isimler, sonradan yapılan mekânın alt katındadır. Mekân’da görülen sembolik mezar-sanduka’nın ön kısmındaki merdivenden alta inilir. Bu merdiven kapatılmış durumdadır. Gönül arzu eder ki meşhed ehli’nin bulunduğu ve toprakla (!) dolmuş denilen kısmı boşaltırılarak, herkesin bu kabirleri görmesi sağlanır. Dışarıdan yapılacak birkaç pencere ile aydınlatılan alan, ziyaretçiler tarafından görülsün. Maalesef, bu çalışma bu güne kadar yapılmamıştır.
6-Sultan Sa’sa’a’nın kabri daha önce Eski Belediye Binası ile Mescid arasında bulunmaktaydı. Bu konu hakkında yaptığımız çalışmaların bir bölümü Yeni Yurt Gazetesi2nde yayınlanmıştı. Aynı konuda Mevlüt Mergen imzalı bir makale de yayınlanmıştı. Araştırmamıza, www.bilinmeyendiyarbekir.com sitesinde yer alan Sultan Sa’sa’a bölümünden ulaşılabilir.
7-Şeyh Yusufî Hemedanî hakkında değişik rivayet mevcuttur. Adına inşâ elden Camiî-Mescid, Melik Ahmed Camiî yakınında, Yeni İlkokul(Tevfik Fikret İ. Ö. O) sırasındadır. Türbe, mekânın girişinde solda yer almaktadır. Malikî Ejder(Eşter)’in savaşta vucudundan kopan bir uzvunun (parmak?) defnedildiği söylenmektedir. Malikî Ejder'e Maraş'ta da türbe izafe edilmektedir. Malikî Ejder'in vefat ettiği  yer bişlinmesine rağmen.Diyarbakır'daki mekân, Aşefçiler ‘dedir. Sarı Sadık Türbesi, Gülşenî Tekkesi’nin yanındadır. Tekke, yol genişletme amaçlı (!) çalışmalar bahane edilerek yıktırılmıştır. Urfa Kapı’dan aşağı inilirken sağdadır. Melik Ahmed Lisesi üstünde bulunan bu Türbe, kimilerince Sarı Saltuk’a nisbet edilmekteyse de  bu türbenin Sarı Saltuk’a ait olduğuna dair rivayetler oldukça zayıftır.
8- Konu hakkında bilgi edinmek isteyenler, Şevket Beysanoğlu’nun sonradan kitaplaşan “Diyarbakır’da Meşhur Gömülü Adamlar”  için 10 Numaralı dipnota bakınız.
(9)Kaynak: Dr. Adil TEKİN, Diyarbakır Anadolu Tarihinin Taşlara Yazıldığı Kent D. Ü. Basımevi İşletme Müd. Diyarbakır 1997 /Dr. Tekin’den aldığımız bilgiler, 1973 Diyarbakır İl Yıllığı’nda yer almaktadır: Sayfa: 357-358/ Süleyman Savcı  Sultan Süca Türbesi ve Mardinkapı’daki İzler Karacadağ  Dergisi Halk evi Yayın Organı Diyarbakır1943 Sayı:60-61 Sayfa: 748-750/Metin Sözen Diyarbakır’da Türk Mimarisi Sayfa:160-161/Orhan Cezmi Tuncer Diyarbakır Sultan Şücaeddin Türbesi Önasya Degisi sayı:76 Sayfa: 8-9
10-Şevket Beysanoğlu Diyarbakır’da Gömülü Meşhur Adamlar Ziya Gökalp Dergisi Cilt 7 Sayı:39 Temmuz Eylül 1985 Sayfa:85   (Bu araştırma, sonradan kitaplaşmıştır. M. Ali Abakay)
11-Alpay Bizbirlik “1518 Tarihi Diyarbekir Eyaleti Evkaf Tahrir Defteri Üzerine” 1. Bütün Yönleri İle Diyarbakır Sempozyumu Ankara 2000 Sayfa 49-102 Sayfa 51
12- agb. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Diyarbakır Cilt 1 Sayfa 133 TC Diyarbakır Valiliği Ankara 2008 Sayın Acar’ın Merhum Abdulgani Fahri Bulduk’a katılmaması, Vâkıf’ın kayda geçerken “Cafer “ ismini taşımasıdır. Bizce bu mekân, Merhum Savcı ile Merhum Bulduk’un ifade ettiği Melikşah’ın ahfadına aittir. Çünkü bu güne kadar kale-sur-burç mimarisinde çalışan hiçbir usta adına yapılmış bir kabir-türbe ya da vakıf söz konusu değildir. Ki Sayın Acar’ın belirttiği Şucaeddin Cafer bin Mahmud el-Halebî,  Memleket olarak Halepli’dir. Devegeçidi/Cümek Köprüsü (Hicri 615/1218 kendisi tarafından Emir adına yaptırılmıştır. Sayın Acar’ın belirttiği kitabede sanatçı ifadesi “Mahmud el-Halebî ve zalike fi senet ‘işrine ve sittemae” şeklindedir. Melikşâh’ın vefatı 1091-1092 olduğuna göre çeşme kitabesindeki tarih, bu türbede medfun bulunan zatın Melikşah’ın ahfadından olması ağır basan bir görüştür. Bu görüş de  Sal-nâme’de Sultan Suc’â’nın Sahabe-i Kirâm’dan gösterilmesi doğru ise yaygın olan kanaat yanlış olur.  “Sultan” ünvanı, genelde Diyarbakır ve çevresinde sadece yöneticiye verilen paye değildir. Sahabî Sa’s’a’ya “bu ünvanın verilmesi valilik makamında olmaktan ziyade “Sahabî” oluşundan dolayıdır. Aynı biçimde tasavvuf ehline de “Sultan” ismi verilir: Sultan Şeyhmus /Şeyh Musa” el-Zillî. Sultan Şeyhmus, Şeyh Abdulkadir-i Geylanî ile aynı dönemde yaşamıştır. Kabri ve ahvadıyla beraber aynı ismi taşıyan Mazıdağı’na bağlı Sultanköy’dedir. Kız çocukları doğunca “Sultan”, erkek çocukları doğunca “Şeyhmus” ismini alması, Güneydoğu’da Sultan Şeyhmus sebebiyledir. Çocuğu olmayanların türbeye giderek, adak adar, dua eder. Çocukları olunca kız ise “Sultan”, erkek ise “Şeyhmus” ismini kor. Aynı durum Diyarbakır’da Hz. Süleyman’a ziyarete gelenlerde de görülür. Hz. Süleyman’da çocuk erkek doğarsa “Süleyman” ismi verilir.  (Mehmet Ali Abakay)
13-Konu hakkında Dr. Abdüssettar Hayati Avşar, çeşmenin daha önce türbe yanında olduğunu, yol genişletme amaçlı çalışmalarda çeşmenin şimdiki alana nakledildiğini bir görüşmemizde belirtmiştir. Yol genişletme çalışmalarında çeşme yerinden kaldırıldığına göre medrese yıktırılmıştır. (Görüşme Tarihi 21/10/1993 Bağlar’daki Ev Görüşmesinde)
14-Diyarbakır Salnâmleri Cilt 4 XV Sayfa: 209 DBB Yayınları İstanbul 1999
15-Diyarbakır İl Müftülüğü Resmî Sitesi’nden alınan bilgi
16-www.bilinmeyendiyarbekir.com’da Sahabe Sultan Sücaeddin Türbesi bölümüne bakınız.
17-Dr. Abdüssettar Hayati Avşar ile bir görüşmemizden..
18-Konu hakkında Kara Amid Dergisi’nin yayınlanan 2. sayısında Mustafa Akif Tütenk’in el yazmasından aktarılan bilgilere bakınız.
19-Sultan Sa’sa’a hakkında yapmış olduğumuz araştırmanın bir bölümü için www.bilinmeyendiyarbekir.com’a bakınız.

Not : Türkiye Yazarlar Birliği’nden alıntılandı

CEMDE ONİKİ HİZMETİN SAHİPLERİ

CEMDE ONİKİ HİZMETİN SAHİPLERİ 

1- Dede (Sercem’ de denir Cemi yönetir.)

2-Rehber (Görgüsü yapılanlara ve ceme katılanlara yardımcı olur.)

3- Gözcü (Cemde düzeni ve sükûneti sağlar.)

4- Çerağcı (Çerağın yakılması, meydanın aydınlatılması ile görevlidir.)

5- Zakir-“sazandar” (Deyiş, düvaz, miraçlama söyler. Genellikle üç kişidir. Saz çalarlar.) 

6-Ferraş –“ süpürgeci” (Car – süpürge – çalar. Gerekirse rehbere yardım eder.)

7-Sakka - “ibriktar” (Saka suyu dağıtır.)

8-Sofracı-“kurbancı” (Kurban ve yemek işlerine bakar.)

9-Pervane-“Semahcı” (Cemde semah dönerler.)

10- Peyik ( Cemi komşulara haber verir.)

11-İznikçi (Cem evinin temizliğine bakar.)

12- Bekçi (Cemin ve Ceme gelenlerin evlerinin güvenliğini sağlarlar.)

kızılbaş rumlu aşireti

kızılbaş  rumlu  aşireti

Rumluasireti , Sivas, Tokat ve Amasya bölgelerindeki Kızılbaşların meydana getirdiği büyük oymaklardandır. Nur Ali Halife, Piri Bey ve Div Sultan tanınmış kişilerdir.

Rumlular'ın çoğu Aras Han ile birlikte Şirvan'da yaşıyorlardı70. Osmanlı fethi üzerine Şirvan' daki Rumlular, gerek insanca gerek malca ağır kayıplar verip perişan bir duruma düşmüşler ve Aras Baran taraflarında tutunmaya çalışmışlardır. Osmanlı fethi başladığı zaman yine Rumlular'dan bir bölüğün Mahmud Sultan idaresinde Hoy'da oturduklarını biliyoruz. Rumlular'dan bir bölüğün de Derviş Muhammed Han ile birlikte Horasan'ın Nişabur şehrinde yaşadıklarını görmüştük.

II. İsmail ve Sultan Muhammed zamanlarında halifetü'l-hulefalık mevkiinin çok defa Rumlular'm elinde olduğunu biliyoruz. İsmail, Hüseyin Kulu'dan sonra bu mevkiti Bulgar Halife'ye vermişti ki, onun da Rumlu'dan olması muhtemeldir. Adı geçen hükümdar, Bulgar Halif e'nin oğlu Nur Ali Halife'ye de emirlik tevcihinde bulunmuştu. Anlatıldığı gibi, İsmail, teberra meselesinde yalan söylediğine kani olup onu (yani Bulgar Halife'yi) azletmiş ve Ustacalu'dan Dede Halife'yi halifetül-hulefa yapmıştı. Anlaşıldığına göre, Sultan Muhammed tahta geçirilince, bu mevkiye yine Rumlu' dan Şah Kulu Sultan getirilmiştir. Şah Kulu Sultan'ı 995 (1587) de halifetül-hulefalık mevkiinde görüyoruz. Abbas hükümdar olunca bu mevkiyi yine Rumlu'dan Deli Budak'ın oğlu Korhmaz (Korkmaz) 'a tevcih etti ise de Mürşid Kulu Han'ın tahakkümüne karşı gelen emirler arasında bulunduğundan onlar ile birlikte öldürüldü. (996 = 1588).

Bunun üzerine eski halifetü'l-hulefa Şah Kulu Sultan bu memuriyete getirildi.
Rumlu' dan bahsedilmesi lazım gelen bir emir de Şah Kulu Beğ'dir ki bu beğ devrinin en ünlü Türkçe şiir söyleyenlerinden biri idi. Hamza Mirza'nın Şeytan lakablı mahbubu hakkında okuduğu şiir, İskender Beğ'den naklen yukarıda zikredilmişti. Sadıki77 onun büyük bir şair olduğunu bilhassa kaydeder

kızılbaş afşarlar..

kızılbaş afşarlar..

Sevindik Han ve Avşar Beyliği (1482 ?-1534)

Akkoyunlu Devleti?nin, Osmanlılardan aldığı darbeler sonucu zayıfladığı ve Şeyh Cüneyd?in haleflerinin devlet kurmak için faaliyete giriştiği dönemlerde iki ülke arasında bulunan topraklarda kontrol kaybedilmişti. Bu esnada ortaya çıkan Afşar Boyu?na mensup Sevindik Han, bu mücadelelerden istifade etmesini bilmiş ve ana kitlesi Afşarlara dayanan göçebe bir beylik kurmaya muvaffak olmuştur.

Doğuda Elegez Dağı?ndan batıda Kop Dağı?na varıncaya kadar yayılan beylik, Erzurum merkez olmak üzere Çobanköprüsü, Bayburt, Kars ve Şüregel (Gümrü ile Arpaçay?ın Kızılçakçak ve Başgedikler Bucağı) bölgelerini içine alıyordu.[1] Beyliğin kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte; evvelce Safevi nüfuzuna tabi iken Yavuz Selim?in Trabzon valiliği sırasına tesadüf eden 1508-10 tarihinde Osmanlı nüfuzuna girdiğini düşünürsek (Yavuz 1508?de Gürcistan Seferi dönüşü İran topraklarına girerek Safeviler?i yenmişti. Afşarlar, bu savaşta Safevi ordusunda çarpıştılar[2]), beyliğin henüz II. Beyazıt?ın ilk devirlerinde kurulduğunu tahmin edebiliriz.

Sevindik Han, Kızılbaş olduğu için gerçekte bir Safevi taraftarıydı. Henüz Şah İsmail devletini kurmadan önce Gilan?da iken onun yanındaydı. Bu sebeple Gilan sofularından kabul edilirdi.[3] Yavuz, Şah İsmail?i yendiği Çaldıran Savaşı sonrası (1514) Sevindik Han?a bir mektup göndererek ırsen (atadan) ve iktisaben (kendi gayretiyle) Osmanlı?ya bağlı olduğunu hatırlatmış ve Tebriz dönüşü Afşar topraklarından geçerken (Şüregel, Çobanköprüsü ve Erzurum üzerinden) ordusu için satılık erzak istemiştir. Sevindik Han ise bu mektuba politik bir cevap göndererek Osmanlı?ya bağlı olduğunu bildirmiş ancak hiçbir yardımda bulunmamıştır. Buna rağmen Yavuz Çaldıran Zaferi sonrası Safevi ve Atabek (Ortodoks-Kıpçak Türk?ü) Devletinden bir çok yeri aldığı halde Sevindik?in topraklarına dokunmadı.[4] Bu bize Sevindik Han?ın bölgedeki gücünü göstermektedir. Ertesi yıl (1515) Kemah?ı alan Osmanlılar, Kemah Sancağını kurdular ve Afşar Beyliğiyle komşu oldular.[5]

Sevindik Han, Yavuz?un ölümüyle birlikte tekrar Safeviler?e yönelmiştir. 1521?de Horasan?da Serahs hakimi idi. Kanuni?nin İran üzerine yürüdüğü Irakeyn Seferi?nde, veziriazam Maktul İbrahim Paşa Erzurum?a gelmiş ve burasını fethederek bu Afşar Beyliği?ni ortadan kaldırmıştır (1534). [6] Burada bir Erzurum Beylerbeyliği oluşturularak, Dulkadır-oğlu Mehmet Bey, Beylerbeyi tayin edildi.

Beyliğin ortadan kalkması üzerine Sevindik Han?ı Safevi emirleri arasında görüyoruz. Safevi ordusunda ve idari kadrosunda çok özel bir yeri olan Sevindik Han Korucubaşılık (Ordu kumandanı) görevine kadar yükselmiş, ölene kadar önemli bir çok olaya girmiştir. Güçlü bir emir olan Sevindik Han, 1562?de 90 yaşında ölmüştür. Oğlu Hüseyin Bey de Horasan?da Afşar emirlerindendi.

Şah İsmail Devri (1501-24) : Safevi devletinin kurucusu İsmail, İran Erdebil?de bulunan Safevi Ocağı şeyhi Cüneyd?in torunudur. Şah İsmail, Safevi Devletini kurarken yanında Ustacalu, Şamlu, Rumlu, Tekelü, Dulkadır, Afşar (Urmiye-Van gölleri arasından gelen), Kaçar, Varsak Türkmenleri ile Karacadağ sofuları bulunuyordu. İsmail?in yanında bulunan bu Afşarlar, müfrit Şia akidesini benimsemişlerdi. Fakat diğer Afşar oymakları henüz Sünni inançlarını koruyorlardı. Bunlar ancak şah İsmail ve haleflerinin İmamiye Şiiliğini resmi din olarak kabul etmelerinden sonra Şiileşmişlerdir.

Safevi Devleti?nin kuruluşundan sonra İran?a yeni Afşar oymakları gelmiştir. İran?daki büyük Afşar varlığını da Anadolu?dan gelen bu Afşar oymakları meydana getirmiştir.
Şah İsmail, 1501?de Şirvanlıları ve akabinde Akkoyunluları yendi ve devletini kurdu. 1503?te Akkoyunluları tekrar yenerek ortadan kaldırdı ve Irak, Fars, Kirman?ı ele geçirdi. Uzun Hasan?ın en yakın adamlarından olan ve Akkoyunluların kuruluş, yükseliş ve yıkılışına şahit olan Mansur Bey, diğer bazı Akkoyunlu beyleri gibi Şah İsmail?e itaatini arz ederek Kızılbaş tacını giydi ve Şiraz valiliğine getirildi. Bir müddet sonra Fars valisi (1505) oldu. Mansur Bey ailesi Şah Abbas devrine kadar Kuh-Giluye vilayetini idare etmişlerdir. Ferah valisi Ahmet Beğ Sultan, Özbek hükümdarı Şeybek Han üzerine yapılan Horasan Seferine (1511) katılan Dana Muhammet Beğ (savaşta öldü), 1513?teki ikinci Horasan Seferinde adı geçen Şahruh ve Osmanlı ile yapılan Çaldıran Savaşında (1514) ?şah benim? diyerek kendisini feda eden ve Şah İsmail?in öldürülmesini önleyen Sultan Ali Mirza, Şah İsmail devrindeki diğer Afşar emirleridir.
Tahmasb Devri (1524-76) : İsmail?in ölümünden sonra oğlu Tahmasb başa geçti. Tahmasb devrinde Avşarlar, Kuh-Giluye ve Huzistan?da yaşıyorlardı. Bu dönemde boylar arasında kıyasıya iktidar kavgası yaşanıyordu. Mücadelelerden Tekelilere karşı birleşen ve Şah?ın desteğini alan Ustacalu, Dulkadırlı, Rumlu ve Afşarlar galip çıktılar. Tekelü ve Şamlılar gözden düşerken, Kaçar ve Afşarların itibarı arttı ve yükselerek en önemli boylar arasına girdiler. Avşarların Kuh-Giluye ve Huzistan gibi merkezden uzak yerlerde yaşamaları daha mühim rol oynamalarını engellemişse de çabuk yıpranmalarını de önledi.

Bu devir Afşar emirlerine gelince ; en önemli emir, Tahmasb?ın en muteber merkez emiri olan Sevindik Han?dır. Sevindik Han, henüz Şah İsmail devletini kurmaya çalışırken onun yanındaydı. 1538?de Tahmasb?ın Şirvan Fethi?ne katıldı. Şirvan?ın başına Tahmasb, kardeşi Alkas Mirza?yı getirmişti. Ancak Alkas Mirza bağımsızlık için başkaldırdığında (1546) onu iknaya giden Sevindük Han?dı. (Alkas Mirza daha sonra Osmanlı?ya sığındı ve Safevilere karşı savaştı. 1548?de Şirvan?ı ele geçirerek Afşar Mehmet Beyi yenmiş ve Kum şehrini zaptetmişti. Alkas Mirza?nın yakın adamı Muhammet Beğ de Avşar idi. Bugün Malatya?da Alkasoğlu adında bir köy vardır.) 1548?de Sevindük?ün Şeki üzerine yürüdüğünü görüyoruz. 1551?de Kiş kalesini fethe gönderildi. 1552-3?te Sevindük Han, idaresindeki ordu ile Erciş?i aldıktan sonra Gevar bölgesini yağmaladı. Osmanlı ile Safeviler arasında Amasya Barışı (1555) yapılacağı sırada Osmanlı veziriazamının mektup yazdığı Tahmasb?ın önde gelen 4 kişisinden birisiydi.
Safevilerin Horasan emirlerinden Mustafa Sultan, Firuz-Kuh?ta Öz-bekler tarafından öldürüldü (1527-8). Sincap Sultan (1550) ile Dana Beğ oğlu Allah Kulu Beğ?de (1556) Horasan?da dirliklere sahiptiler. Sevindik Beyin oğlu Hüseyin Bey, Horasan?ın muhtelif sancaklarında valiliklerde bulunuyordu (1562?den sonra). 1532-3?te Mansur Beğin soyundan Halil Han?ın kardeşi Gazi Han, Şiraz valisi idi (1539-40?da öldü). Kuh-Giluye valisi Mansur Beğ oğlu Elvend Han, Osmanlıların Irakeyn Seferinde (1534) Tebriz?i almaları üzerine şehri kurtarmaya geldiyse de yenildi. Ertesi yıl itaatsizlik gösterdiği için öldürüldü (1535) ve yerine Şahruh unvanı ile Mansur Beğin torunu ve Hasan Sultan?ın oğlu Muhammedi Beğ getirildi. Şahruh Sultan (1542) ve Mahmut Han?dan (1548) sonra Kuh-Giluye valisi Mansur Beğ ailesinden Mehmet Han idi (1548-9). 1550 olaylarında adı geçen Rüstem Beğ?de 1557?de Kuh-Giluye valisidir (1558?de Aba üzerine gönderildi ve savaşta öldürüldü).

1536-7?de Kirman valiliğinde Şahkulu Sultan?ı görüyoruz (1564-5?te hala görevde). 1548?de Osmanlı sınırına saldırılar düzenlenmiş, Şahkulu da Van Gölü kuzeyi ve Murat nehri boyuna (Boz-Ulus ve Kara-Ulus üzerine) yağmaya gönderilmişti. Bunlar Ahlat?ı yağmalayıp 5 bin at, 100 bin koyun, 50 bin sığır getirdiler. Şahkulu, 1552?de Osmanlı?ya karşı yapılan harekatta Irak bölgesini yağmalamış, 1553-4?te Van, Vastan, Erciş ve Adilcevaz?ı yağmaladı. 1554?te ise Dav-Eli?ni yağmaya gönderilmişti. 1569-70?te Kirman valisi Yakup Beğ?dir.
1539-40?ta Huzistan?da Avşarların başı olan Kan Kara lakaplı Çulu Beğ oğlu Mehdi Kulu Sultan, Şuşter hakimi idi Aynı yıl itaatsizlik ettiği için üzerine Afşar Haydar Kulu Sultan gönderilmiş, Şah?ın emri ile kardeşi Se-vindik Beğ tarafından öldürülmüştür. Sevindik Beğ Şuşter?e hakim olduysa da 1541-2?de Huzistan valiliği Haydar Kulu Sultan?a verildi. Daha sonra Şuşter ve Dizful valiliği Ebu?l-Feth Sultan?a verildi. Ebu?l-Feth Sultan, 1554?te Osmanlı?nın Nahçıvan?ı yakıp yıktıktan sonra, Tebriz?i vurması üzerine Osmanlı?ya saldırdı ancak yenilerek geri çekildi. Şuşter?deki diğer Afşar hakimleri ise Keçel Afşar, Hasan Bey, Seyyid Bey, Rüstem Sultan Araşlu, Seyf Bey, Muhammet Sultan, Şahverdi Sultan, Ali Sultan, Ahmet Sultan, Hüsrev Sultan, Şahverdi Han Gündüzlü?dür.

1546?da merkezde bulunan Dulkadırlılar ile Afşarlar arasında çatış-ma çıkmış ve Afşarlardan Sevindik Beğ, Şahkulu Sultan, Mahmut Han olayı yatıştırmıştı. 1550 olaylarında Pir Kulu Beğ (şairdi) ve Muhammet Beğ?in adı geçiyor. Araşlu Avşarının başı olan Aslan Beğ, 1567-8?de Lala Sultan Ahmet Mirza ile Gilan Seferine katıldı. Aynı sefere katılan İskender Beğ?e Gilan?da dirlik verildi. Tahmasb öldüğü sırada Afşar emirleri şunlardı : Aslan Sultan Araşlu, Kuh-Giluye?de 10.000 çadır Avşarın başı Mansur Beğ ailesinden Halil Han, Save valisi Mahmut Sultan, Kirman valisi Yakup?un kardeşi Yusuf, Hezarcerib valisi İskender Beğ (Mansur Beğ ailesinden olup sonradan Kuh-Giluye valisi oldu), Horasan?daki Ferah ve Esfuzar valisi Yeğen Sultan ile yine Horasan?da bir yerin valisi Hüsrev Sultan Köroğlu.
İsmail II. (1576-77) ve Muhammet Devri (1577-87) : Tahmasb ölünce, Türkmen, Rumlu ve Afşarlar İsmail Mirza?yı desteklediler. Haydar ile yaptığı taht kavgasını Aslan Sultan Araşlu?nun da desteklediği İsmail (1576-77) kazandı. Bunun üzerine Haydar?ı desteklemiş olan Ustacalulara karşı kıyım başladı. Ferah valisi Sevindik Beğ oğlu Hüseyin Sultan'da Ustacalu Şahkulu?yu öldürdü. Bu dönemde Avşarların büyük emiri Halil Han da merkezde bulunuyordu.
İsmail?in ölümü üzerine bacısı Perihan Begüm, Afşar Kulu Beğ?in de bulunduğu 8 kişilik bir heyetin yardımıyla ülkeyi 2,5 ay idare etti. Sonunda büyük emirler toplanarak Muhammet?i (1577) şah ilan ettiler. Halil Han?ın teklifi ile boylar arasındaki rekabetin önlenmesi kararlaştırıldı. Boylar liderlerini seçip açıkladılar. Afşar?ın başı Korucubaşı Kulu Beğ seçildi. Veli Han, Kirman; Halil Han?da Kuh-Giluye valisi oldu. Osmanlı?nın Şirvan?a saldırması üzerine yapılan başarısız savaşlarda (1578) Kulu Beğ de vardı. Bu sırada tekrar hortlayan boy ihtilafı Kulu Beğ tarafından yatıştırıldı.

1580?de Kuh-Giluye?de Kalender adlı bir kişi, kendisinin Şah II. İs-mail olduğunu ileri sürüp Lurlardan kalabalık bir kitle topladı ve bölgenin hakimi Afşarlar üzerine yürüdü. Halil Han?ın oğlu Rüstem Beğ?i öldürerek Afşar?ı perişan ettiler. Merkezde bulunan Halil Han, hemen bölgeye geldiyse de öldürüldü ve Afşarlar çok zor duruma düştü. Halil Han?ın yeğeni İskender Beğ, bölgeye vali atandı ve Dulkadırlıların yardımıyla Düzmece İsmail yakalanıp öldürüldü. Bu olaydan sonra Avşarın bir kısmı Halil Han?ın oğlu Şah Kulu?nun etrafında toplandı. Şah Kulu, İskender Beğ?i öldürdü ve bölgeye hakim olduysa da karşısına akrabası Abdullatif Beğ oğlu Hasan Beğ çıktı. Uzun süre mücadele ettiler.
Düzmece İsmail?in dördüncüsü Gurlular arasında çıktı ve Ferah valisi Hüseyin Sultan ile kardeşi Ali Han Sultan?ı öldürerek Horasan Avşarını perişan ettiler. Ferah valiliğine atanan Yeğen Sultan, sefere hazırlanırken Düzmece kendi adamları tarafından öldürüldü.

Şah?a karşı taht kavgasına girişen Abbas Mirza?yı destekleyenlere karşı Horasan seferine Kirman valisi Veli Han memur edildi (1583). Ancak, Şah?a isyan edenler Kulu Beğ sayesinde ceza almadılar. Üstelik cezalandırılmalarını isteyen vezir Selman, Kulu Beğ tarafından öldürüldü. İsyancılara arka çıktığı için Kulu Beğ, Sebzevar valiliğinden azledildi. 1585?te Osmanlı?nın Tebriz?e girmesi üzerine yapılan savaş esnasında öldürüleceğini anlayan Kulu Beğ, kardeşi Cabbar Kulu ile Osmanlı?ya sığındı.
Hamza Mirza ile Tahmasb Mirza arasındaki taht mücadelesinde Keçel Mustafa, Hamza?ya isyan etti. Kazvin?de oturan Usalu ve Eberlü Afşarları Tahmasb?a karşı geldilerse de üzerlerine ordu gönderilip tedip edildiler. Hamza Mirza öldürülünce Kirman valisi Veli Han, oğlu Yezd hakimi Bektaş Han, Isfahan?daki Araşlu Avşarı, Türkmen ve Dulkadırlıların da desteği ile Abbas Mirza?yı hükümdar ilan ettiler. Daha sonra aralarında Alplu Avşarının lideri İsmail Han?ın da bulunduğu emirler Abbas?ı tahta çıkardılar. Bu dönemde Avşarların yurtları İran?ın güneyi idi ve batıdan doğuya doğru bir şerit gibi uzanıyordu (Kuh-Giluye, Isfahan, Kirman, Ferah, Esfuzar). Şah Muhammet öldüğünde Araşlu?nun bir kısmı ile Usalular Kazvin civarında oturuyordu. Kirman, Veli Han?ın, Yezd, Bektaş Han?ın, Eberkuh (Yezd?in güneyindedir), Kulu Beğ oğlu Yusuf Han?ın idaresindeydi. Kuh-Giluye?de ise Şahkulu ile Hasan Han arasındaki rekabet devam ediyordu. Yine Kuh-Giluye?de Araşluların başı Aslan Sultan?ın oğlu Tahmasb Kulu Han vardı.

Abbas Devri (1587-1628) : Şah Abbas Türkmen boyları arasın-daki rekabet ve devletteki etkinlikleri yüzünden bu unsuru itaat altına almak zaruretini gördü. Bu yüzden tahta çıkmasının hemen sonrası Afşar Korucubaşı Yusuf Han?da dahil Türkmen beylerin çoğunu öldürttü. Daha sonra Afşar, Dulkadır, Kaçar, Bayat ve diğer boylarının eski yerlerinde kalabalık yaşamalarına son verip onları İran içinde dağıttı. Böylece Kuh-Giluye bir Afşar yurdu olma özelliğini kaybetti. Ardından Osmanlı gibi dev-şirme sistemi kurup Türk olmayanları devletin üst kademelerine ve hatta bir kısmını Türk boylarının başına getirtti (Mesela Gürcü Cemşit Sultan, Abiverd?deki Eberlü Avşarı?nın; Nevruz Sultan, Karabağ?daki Cevanşirler?in başı idi).
Bu dönemde Afşar emirlerine gelince; Yusuf Han, Abbas tarafından Korucubaşılığa getirildi. Ancak Mürşid Sultan?a suikast düzenleyince hapse atıldı. Korucubaşılık ise İskender Beğ?in kardeşi Bedir Han?a verildi. Bedir Han, Esterabat valisi oldu (1589) ve korucubaşılık Veli Han?a verildi. Veli Han?dan boşalan Kirman valiliği de oğlu Yezd hakimi Bektaş Han?a verildi. Veli Han?ın çabaları sonucu Yusuf Han hapisten kurtulup tekrar Eberkuh valiliğine gönderildi. 1590?da Araşluların başı Aslan Sultan oğlu Tahmasb Kulu, Hemedan valisi oldu ve Nihavend?i Osmanlılardan geri almak için sefer yaptıysa da başarı elde edemedi. 1591?de itaatsizlik ettiği için öldürüldü. Bir müddet sonra oğlu güçlü emirlerden Zehr-i Mar Sultan?da öldürüldü. Bektaş Han büyük hayaller peşinde koşunca bertaraf edilip Kirman önce Yusuf Han?a sonra tekrar Veli Han?a verildi. Bu civardaki bir kasaba da Alplu?dan İsmail Sultan?a verildi. Bu ikisi 1593?te Özbeklerle yapılan savaşa katıldılar. İsmail Sultan, Kazerun valisi Emir Han Kuh-Giluye?ye atanınca (1595) onun yerine Kazerun valisi oldu. Bundan sonra 1835 yılına kadar Kazerun hanı olan Avşarların Alplu obasından olduğu söyleyelim. Kuh-Giluye?de hakimiyet kavgası veren Abdullatif Beğ oğlu Hasan Han ile Halil Han oğlu Şah Kulu, Şah Abbas?ın huzuruna geldiler. Abbas?ın tahriki ile Hasan Han, Şah Kulu?yu öldürdü ise de 1595?te kendisi de öldürüldü. Kazerun hakimi Emir Han, Kuh-Giluye valisi atandı. Bunun üzerine Gündüzlü ve Araşlular Ramhurmuz?da toplanarak Ebu?l-Feth Beği kendilerine han seçtiler ve Lurlar ile Huvayza Araplarının katılımıyla isyan ettiler (1597) ancak Fars valisi Allahverdi tarafından şiddetle bastırıldı. Başlarına devşir-me biri atandı. Avşarların buradaki hakimiyetlerine son verilip bir müddet sonra yurtlarından çıkarıldılar. Bir bölümü Horasan?a, bir bölümü de Urmiye?ye gitti. Yerlerinde kalanlar ise Arapların devamlı baskıları sonucu başka yerlere dağıldılar. 1840 yılında geriye kalanlar Doruk?tan çıkarılarak Kengaver, Esed-abat, Urmiye taraflarına gittiler. Bunlardan küçük bir kısım Şuşter ve Dizful?da kaldı. Bugün Şuşter civarında yaşayan Gündüzlü Afşarları, bu Kuh-Giluye Afşarlarının torunlarıdır.
Bu devirde Luristan, Kuh-Giluye?de Araşlu, Şuşter?de Gündüzlü, Yezd, Kirmanşah, Musul, Urmiye?de İnallu (İmanlu), Horasan?da Alplu, Köse Ahmetlü, Kırklu?lar yaşıyordu. Şah Abbas devrine kadar kuvvetli Afşar kabileleri en çok Huzistan, Fars, Luristan, Kuh-Giluye, Kazerun, Kirman, İsfahan, Yezd, Save ve Horasan taraflarında yaşıyor; Afşar reisleri Safevi Devleti tarafından çok defa mahalli idarelerin başına geçiriliyor, Özbek ve Osmanlılara karşı da Safevilerin başlıca kuvvet kaynağını teşkil ediyorlardı. Abbas, Afşar kuvvetlerini kırıp, merkezi idareyi kuvvetlendirdikten sonra Afşar emirlerinin ehemmiyeti de azalmıştır.
Nitekim Abbas öldüğünde Afşar?dan sadece üç emir vardı. Bunlar, Urmiye hakimi Kasım Sultan oğlu Kelb-i Ali Sultan (İmanlı?dan), Ferah ve Esfuzar hakimi Er-Doğdu Han (Alplu?dan), Kaverud hakimi İmam Kulu Sultan (Usalu?dan) idi.
Abbas devrinde Afşar oymakları şunlardı :
a. Gündüzlü : Bunlar Halep Türkmenleri arasındaki Gündüzlü Avşarının koludur. Kuh-Giluye ve Huzistan?da yaşıyorlar. Mansur Beğ ile gelenler bunlardır. Mansur Beğ de Gündüzlü Avşarından idi. Bir kısmı Horasan?da Abiverd tarafına, bir kısmı da Araşludan bir bölük ile beraber Urmiye?ye gönderildi.
b. Araşlu : Araşlu?nun bir yer adıyla ilgili olduğu görülüyor. Nite-kim Şirvan?da Araş adlı bir kasaba vardır. Kuh-Giluye?de yaşayan Araşlılar, Mansur Beğ Avşarlarındandır. 1584-87?de Usalular ile birlikte Isfahan?da yaşıyordu. Başları önce Aslan Sultan sonra oğlu Tahmasb Kulu idi. Bir ara Hacı Mehdi Kulu Araşlu?nun başına geçtiyse de Tahmasb Ku-lu?nun oğlu Zehr-i Mar Sultan başa geçti. Abbas bu kişiyi öldürüp, Araşluları Huwar, Rey, Simnan taraflarına sürdü. Bir kısmı da Gündüzlü ile beraber Urmiye?ye gitti.
c. Usalu : Isfahan?da yaşıyorlardı. Daha sonra Kaverud?a geldiler. Kaverud hakimi İmam Kulu Sultan bu obadan idi.
ç. Eberlü : Kazvin?de oturuyorlardı. Sonra Abiverd?e gönderildi-ler ve başlarına devşirme Gürcü Cemşid atandı. Nadir Şah Abiverd?e gön-derilen bu Eberlilerdendi. 18.yy?da Eberlüler?in bir kısmı Tarum ve Halhal?da yaşıyorlardı. Bu Afşarların Tarumi ve Halhali nispetini taşıdıkları anlaşılıyor. Nadir Şahın ölümü sırasındaki beylerden Musa Beğ de bu oba-dandı.
d. Alplu : Halep Türkmenleri arasındaki Köpekli Avşarı?nın obala-rından olan Alplu Avşarının bir kolu. Alplu?nun Gündüzlü ve İmanlı Avşarı kadar kalabalık olmadığı anlaşılıyor. Bu obadan İsmail Han, 1590?da Kir-man?da bir kasabanın hakimi 1594-5?te Kazerun valisi idi. Şah Abbas?ın ölümü sırasında görevde olan üç Afşar beyinden biri ve Sistan?daki Ferah ve Esfuzar hakimi yine Alplu?dan Er-Doğdu Han idi. Sonradan İsmail Han, Er-Doğdu Han yerine Ferah valiliğine atandı (1602-05).
e. İmanlu : Maraş?taki Dulkadırlı Eli?nin oymaklarından İmanlu Avşarının bir kolu. İran?a Abbas devrinde geldiler. Bilinen ilk emirleri Kasım Sultan?ın adı 1593-4?te geçiyor. Bu sırada Hemedan valisi idi. Kasım Sultan, Kirmanşah?ta Osmanlı?lara karşı emrindeki İmanlılarla beraber sınırları korumuş ve yapılan savaşta Uzun Ahmet Paşa?yı Lurların hakimi ile beraber esir almıştı (1603-4). 1623?te Musul?un fethine katılmış ve şehrin valiliğine getirilmişti. Ertesi yıl şehir veba salgını dolayısı ile boşaltılmış ve tekrar Osmanlı?ya geçmişti. Kasım Sultan?ın buradan gelip Urmiye, Sayınkale ve Sulduz?a yerleştiğini görüyoruz. 1625?te şehri yeniden almak için gönderilen emirler arasında Kasım Sultan?ın oğlu Kelb-i Ali Sultan vardı. Bundan Musul?u terk ettiği için Kasım Sultan?ın azledildiği veya öldürüldüğünü anlıyoruz. Kelb-i Ali Sultan 1627?de Urmiye valisi oldu. Bundan sonra Urmiye?de gördüğümüz Avşarların önemli bir kısmı İmanlu?dan, valileri ise bu Kasım Sultan?ın soyundandır. Bunlardan Hudadad Beğ Kasımlı ilk kez Beylerbeyi unvanını aldı. Bunlar o civardaki Kürt aşiretleri ile daima mücadele etmiş ve Sünni Osmanlılara karşı, Şii Safevilerin sınır bekçiliğini yapmışlardır.
f. Çoban-Oğlu ve Kör-Oğlu : Bunlardan başka Avşarların Çoban-Oğlu ve Kör-Oğlu obalarının da varlığını görüyoruz. Ancak bunlarla ilgili bilgiler oldukça azdır. Kör-Oğlu obasından Horasan?da bir yerin valisi olan Hüsrev Sultan?ı tanıyoruz. Hüsrev Sultan, Herat?ta bulunan Afşar Hüseyin Sultan ile birleşerek Şah?a isyan etmiş olan Horasan Beğler-beğisi Ustacalu Şah Kulu Sultan?ı öldürmüştü. Çoban-Oğlu obasından ise 1588-89?da Horasan Seferine katılması emredilen Mehdi Kulu Han?ın adı geçiyor.
Nadir Şah ?ın siyasi sahnede görünmek olduğu sırada (18. Yy ?ın ilk yarısı) İran?da Afşarların dağılışı şöyleydi :
Urmiye Afşarları : Urmiye Gölü batısı Selmas ve Uşniye arası, Urmiye şehri ve bölgesi ; İmanlu Afşarları, Kasımlı (İmanlu?nun kolu, İmanlu Afşarlarının beyi Kasım Sultan?dan), Gündüzlü ve Araşlu (Kuh-Giluye?den gelme) oymakları, Mahmutlu Oymağı (Araşlu?nun kolu).
Hamse Afşarları : Kazvin ile Zencan arası, Zencan şehri merkez-dir. Kazvin?in güneybatısından başlar (Bura hala Afşar adını taşır) Afşar Sayınkale ve Sultaniye?ye kadar. Kuzeyde Aşağı ve Yukarı Tarum ile Halhal ?da yaşarlar. Buradaki Afşar beyleri Hamseli, Tarumi, Halhali nispetiyle anılırlardı (18. Yy kaynakları). Çoğu Eberlü oymağı, Kutulu Afşarı (Eberlü?den).
Kirman Afşarları : Kirman şehri ve bölgesi. Şah Tahmasb (16. Yy) devrinden beri yaşamaktadırlar, fakat hangi obaları olduğu bilinmemektedir.
Horasan Afşarları : Herat?ın güneyinde Esfuzar bölgesi ve Siistan?ın Ferah bölgesi (Bugün bu bölgeler Afganistan toprakları içinde). Bazı obaları bilinmiyor. Gündüzlü ve Araşlu oymakları (Şah Abbas?ın Kuh-Giluye?den Abiverd?e sürdüğü Afşarlar).
Bunun yanında Afşarlar, Huzistan (Gündüzlü), Kuh-Giluye (Gündüzlü ve Araşlu), Fars ve Kazerun ?da da yaşıyorlardı.
NADER SHAH

İran’daki Afşarlılar Hânedanının kurucusu. 22 Ekim 1688’de Kübhân’da doğdu. İmâm Kulu bin Nezr Kulu’nun oğludur. Türklerin Afşar boyundandır. Cesâreti ve yiğitliği dikkati çekerek, etrâfında toplanıldı. 1726’da beş bin kadar askeriyle Sâfevî tahtını ele geçirme mücâdelesi veren İkinci Tahmasb’ın hizmetine girdi. Tahmasb Kulu Han unvânını aldı. Afganlıları, 1727’de İran’dan uzaklaştırdı. Aynı yıl Horasan, Kirman, Sîstân ve Mâzenderân bölgelerinin vâliliğiyle mükâfâtlandırıldı. Vâliliğinde bağımsız bir hükümdâr gibi hareket etti. Adına para bastırdı. İç isyânları bastırdı. 1730’da Âzerbaycan ve Hemedan hareketine katıldı. Osmanlıların Patrona Halil İsyânı ile meşgul bulundukları sırada fırsattan istifâde ile bu devletin hudûdunda bâzı muvaffakiyetler kazandı.
Birinci Mahmûd Hanın Osmanlı Sultanı olmasıyla, İran hudûdu emniyete alındı. 1732’de, Osmanlı-Safevî Antlaşmasıyla Nâdir Han, İran’ın batısından çekildi. Sâfevî İkinci Tahmâsb’ı tahttan indirip, Üçüncü Abbâs’ı geçirdi. 1732’de Şahvekili olunca, Osmanlı-Safevî Antlaşmasını bozdu. Irak’a girdi. 1733’te Osmanlılara yenildi. Bağdat kuşatmasını kaldırdı ve İran’a çekildi. 1734’te Kafkasya Seferine çıktı. Gence’yi kuşattı. Muvaffak olamayıp, Kars’a geldi. Osmanlıların Doğu Seferindeki başkumandanı Köprülüzâde Abdullah Paşaya yenildiyse de, 1735’te Arpaçay Savaşında Türk ordusunu yenerek Gence, Tiflis ve Revan kalelerini ele geçirdi. Osmanlıların Gence Muhâfızı Genç Ali Paşa vâsıtasıyla anlaşma istedi. Bu sırada Rusya Seferine hazırlanan Osmanlılar, anlaşma isteğini kabul etti. Osmanlı Devletiyle anlaşma yaptıktan sonra, İran’da siyâsî nüfûzu daha da artan Nâdir Han, Üçüncü Abbâs’ı tahttan indirerek kendisini şâh îlân ett



Nâdir Şâh, Afşarlılar Hânedânının hâkimiyetini genişletmek için 1737’de Afganistan’ın Kandehar bölgesine gitti. Kandehar’da Nâdirâbâd şehrini kurdu. 1738’de Hindistan Seferine çıktı. Gazne, Kâbil, Celâlâbâd şehirlerini zabtederek, Peşaver’den Lahor’a girdi. 1739’da Gürgâniyye Devletinin başşehri Dehli’yi aldı. Gürgâniyye Devleti Sultanlığına Muhammed Şâhı getirtti. Hindistan’ın İndüs Nehri kuzeyindeki eyâletler Afşarlılar Hânedanlığına ilhak edilip, hazînesini doldurdu. İran halkı üç yıl vergi dışı bırakıldı. Afşar askerine fazlasıyla ihsânlar dağıtıldı. 1739 yılı sonunda Kabil’e geldi. Âniden Hindistan Seferine geri dönüp, Hind Hükümdârı Hudâ Yar Han Abbâsî’yi esir alıp, 1740 baharında Kâbil’e döndü. 1740 yazında Türkistan’a girdi. Buhara Hanlığı ile Ceyhun Nehri hudut kesildi.

Karışıklıklar üzerine 1741’de Kafkasya Seferine çıktı. Yolda, Mazenderân yakınlarında suikasta uğrayarak, yaralandı. Suikastla alâkalı görülen, Veliahd Rızâ Kulu cezâlandırıldı. Dağıstan’a girdi. Ruslarla münâsebeti gerginleşti. İran’da Afşarlı Hânedânına karşı cephe alındı. İsyanlar başladı. 1743’te Osmanlı hâkimiyetindeki Musul’dan Irak’a girdi. Bağdat’a kadar geldi. Bağdat Vâlisi Eyyûbî Ahmed Paşayla dostça münâsebetler kurup, geri çekildi. 1743’te Kars’a geldi. Kars başkumandanı Yeğen Mehmed Paşanın hastalanıp vefâtıyla, Nâdir Şâh, Kâğâverd’de muvaffakiyet kazandı ise de Osmanlılardan anlaşma istedi. 4 Eylül 1746’da Osmanlı - Afşar Antlaşması imzâlandı. Hudut değişikliği olmadı.

Temmuz 1747’de, Sîstân İsyanını bastırmak üzere sefere çıktığında, Fethâbâd civârında âsîler tarafından şehit edildi. Âilesi ve yakınları kılıçtan geçirildi. Hazînesi yağma edildi. Nâdir Şâhın şehit edilmesiyle, İran’da başlattığı ıslahatlar durdu. Çok kan döküldü. Kurduğu Afşarlılar Hânedânı 1795 yılına kadar İran’a hâkim oldu.





KIZILBAŞ ( kaçarlar ) karabağ

KIZILBAŞ ( kaçarlar ) karabağ

Kaçarlar yine Karabağ bölgesindeki yurtlarında oturuyorlardı. Bu esnada başları olan Karabağ beğlerbeğisi İmam Kulu Han, Osmanlı kuvvetleri ile çarpışarak yurdunu korumuş, Ferhat Paşa ordusunun Karabağ'ı fethi üzerine oymağının mühim bir kısmı ile Arasbaran'a çekilmişti. Kendisi Kaçar'ın Yıva yahut belki de Yuva) obasından idi. 996 (1588) yılında adı geçen yerde öldü ve memuriyeti Ziyad Oğulları'ndan Şah Verdi Sultan'ın torunu ve Halil Han'ın oğlu Muhammed Han'a verildi.

Kaçarlar. İran’da yaşamakta olan bir Türkmen kabilesi. 1970 yılında sayıları 25 bin civarındaydı.
Moğollar zamanında İran ve Suriye arasındaki yerleri kendilerine yurt eden Kaçarlar, sonraları Azerbaycan ve Türkmenistan'a göçmüşlerdi. Azeri Türklerinin etnik yapısının oluşumunda Kaçarlar da payı vardır.[1]
İran'ın siyasi hayatında önemli yere sahip olmuşlardır. Kızılbaş kabilesinden olan Kaçarlar Ustaclu, Şamlu, Baharlu ve Afşar gibi diğer 7 kabile ile beraber Safevi Devleti'nin kurulmasına yardım etmişler. Safevi Hanedanı zamanında Karabağ ve Revan'da Kaçarlar egemen idi. I. Abbas (1587-1628) Kaçarları Azerbaycan’dan çıkarıp, Esterabad’a götürdü ve bunların bir kısmını orada yerleştirdi. Bir kısmını da Türkistan’ın Merv taraflarında yerleştirdi.[2]
Kaçar Hanedanı'nın asıl kurucusu olan Ağa Muhammed Han, 1779’da Esterabad’da şahlığını ilan etti. Ağa Muhammed Han, Şah İsmail gibi, başta Kaçarlar olmak üzere, yalnız Türk unsuruna dayanarak İran’da 1779’dan 1925 yılına kadar hüküm sürmüş yeni bir Türk hanedanının hakimiyetini tesis etti

Âzerbaycan, İran ve Anadolu’da yaşayan Türkmen kabîlesi ve İran’da (1796-1925) târihlerinde iktidar olmuş hânedân. Kaçar adı, Türkçe kaçmak kelimesinden türetilmiştir. Moğollar (1206-1320) devrinden beri Hazar Denizi kıyılarında otururlardı. İlhanlılardan Hülâgu Hanın (1256-1264), Alamut Bâtınîlerine ve Sûriye’ye karşı giriştiği seferlere katılan Kaçarlar; Irak, Sûriye ve Anadolu’ya kadar yayıldılar. İlhanlı Devleti yıkıldığı zaman, Sûriye hudûduna yerleştiler. Tîmûr Han Sûriye’yi ele geçirince, onları esas vatanları olan Türkistan’a yolladı. On altıncı yüzyılın başında kurulan Safevî Devleti (1502-1732) kurucusu Şâh İsmâil’i (1502-1524) destekleyen Kaçarlar; bu devirde vezirlik, başkumandanlık, beylerbeylik dâhil devlet kademelerinde vazîfe aldılar. Safevîlerin yıkılmasıyla, 18. yüzyılda Afşarlar (1736-1749) ile mücâdele ettiler. Afşarlı Nâdir Şaha (1736-1747) düşmanca davranan Kaçarlar, Kuzey İran üzerinden Âzerbaycan’a yayıldılar. Kaçarlı Mehmed Ağanın Âzerbaycan vâliliği sırasında İran’daki hâkimiyetleri kuvvetlendi. Zendlere (1749-1796) karşı 1779’da Şiraz’da zafer kazanan Mehmed Ağa, İsfehan bölgesini alarak, şahlığını îlân etti. 1796’da Zendlerin hâkimiyetine son veren Mehmed Ağa, İran’ı bütünüyle zaptetti. Böylece 1796’da kurulan Kaçar Devleti, Ruslarla mücâdele edip, 19. yüzyılda Avrupa devletleriyle diplomatik münâsebetler kurdu. Feth Ali Şah (1797-1834) devrinde Fransa ve İngiltere’ninn yanına çekilmek istenen İran’daki Kaçar Devleti, Çarlık Rusyasının Rint Okyanusuna inme politikasına karşı ordusunu kuvvetlendirerek, Avrupa’dan teknik eleman, silâh ve malzeme getirtti. Feth Ali Şah İran-Rus Harbi (1826-1828) sonunda imzâlanan Türkmençay Antlaşması ileİran, Kafkaslar havâlisindeki haklarını Rusya’ya vererek, Hazar Denizindeki Rus hâkimiyetini kabul etti. Muhammed Şâh (1834-1848) devrinde, Kuzey İran’da Acem asıllı Elbab Ali Muhammed’in talebesi İslâm düşmanı Behâullah’ın kurduğu“Behâîlik” ortaya çıktı. Behâîler Kaçarlı iktidârını tehdid edip, isyanlar çıkardı. Nâsireddîn Şah (1848-1896) Behâîleri kılıçtan geçirdi ise de bir fedâî tarafından öldürüldü. Doğu’nun fethedilmesi için Afganistan ve Herat’taki mücâdeleler, Hindistan’daki Gürganiyye Devleti (1526-1858)nin İngilizler tarafından yıkılmasına kadar devâm etti. Rusya, İngiltere ve Fransa’nın İran bölgesindeki rekâbeti, Kaçarlar Devleti üzerinde Avrupa devletlerinin iktisâdî hâkimiyetini arttırdı. Muzaffereddîn Şâh (1896-1907) devrinde liberalizm ve meşrûtiyet verilmesini isteyenlerin hareketleri karşısında, 1 Ocak 1907’de Meclis-i Şûrâ-yi Millî açıldı. Muzaffereddîn Şahtan sonra tahta geçen Muhammed Ali Şah (1907-1909) Meşrûtiyet Anayasasını îlân etmesine rağmen, tatbik ettirmemesi üzerine, Âzerbaycan ve diğer eyâletlerde Kaçarlı Hânedânına karşı, silâhlı mücâdeleler ile isyânlar başladı. Muhammed Ali Şahın Rus ve İngiliz kontrolündeki iktidârına ihtilâlciler son verince, yerine oğlu Ahmed Şah (1909-1925) geçti. Birinci Dünyâ Harbinde tarafsız kalan Kaçarlar Hânedanının ülkesi, Ruslar ve İngilizler tarafından muhârebe alanı olarak kullanılıp, buradan Osmanlı Devletine saldırılar tertiplendi. Harp sonrasında İran’da mahallî isyânlar ve ayrılma taraftarı hareketler gelişti. Bolşevik Rus orduları Kuzey İran’a girdi. İngilizler Ahmed Şahı 1923’te Londra’ya götürünce yerine saltanat nâibi ve ordu başkumandanı Ali Rızâ Han vekâlet etti. 1924’te İran Millî Meclisini elde eden Ali Rızâ Han, 1925’te kanlı bir darbe yaparak Kaçarlar Hânedânına son verip, Pehlevî hükûmetini (1925-1979) kurdu. Pehlevî hükûmeti devrinde Kaçarlar Hânedânından ve kabîlesinden birçok devlet adamına vazîfe verildi. Kaçarlar bugün Türkistan, Âzerbaycan ve kalabalık bir şekilde Esterâbat dâhil İran’da yaşamaktadır.

ON YEDİ HİZMET

ON YEDİ HİZMET SIRASIYLA ŞÖYLEDİR.



1, Hizmet MÜRŞİT Hizmeti

2, Hizmet PİR Hizmeti

3, Hizmet REHBER Hizmeti

4, Hizmet ZAKİR Hizmeti

5, Hizmet GÖZCÜ Hizmeti

6, Hizmet DELİLCİ Hizmeti

7, Hizmet SÜPÜRGECİ Hizmeti

8, Hizmet PEYİKÇİ Hizmeti

9, Hizmet SAKACI Hizmeti

10, Hizmet KURBANCI Hizmeti

11, Hizmet ERKANCI Hizmeti

12, Hizmet YÜREKÇİ Hizmeti

13, Hizmet KAPICI Hizmeti

14, Hizmet PAZVANTCI Hizmeti

15, Hizmet KARA KAZANCI Hizmeti

16, Hizmet KADINCIK ANA Hizmeti (Çömçeci-niyazcı)

17, Hizmet İZNİKÇİ Hizmeti

12 ERKAN

12 ERKAN

İmam Cafer yoluna uyanların yerine getirmesi gereken erkânlar (kurallar) şöyle sıralanır:

Birinci Erkan : Kanaat sahibi olmaktır.

İkinci Erkan : Sabır sahibi (sabır ehli) olmaktır.

Üçüncü Erkan : İyi huylu, yumuşak huylu (mülayim ) olmaktır. 

Dördüncü Erkan : Cömert olmaktır.

Beşinci Erkan : Gördüğünü örtmek,görmedim demektir.

Altıncı Erkan : Pirin rızalığı dışında iş istememektir.

Yedinci Erkan : Dövene ,sövene kul olmaktır.

Sekizinci Erkan : Küfrü iman saymaktır.

Dokuzuncu Erkan : Sağ mürebbidir.

Onuncu Erkan : Sağ musahiptir.

Onbirinci Erkan : Sağ sohbettir.

Onikinci Erkan : Sağ aşinadır.

İmam Cafer’e göre “Selamün Aleyküm” (Tanrının selameti üzerine olsun) cümlesi
şeriat ehline gelmiştir. “Aşk olsun” tarikat ehlidir. “Hu !” demek ise hakikat ehlinin işidir.
(Tahtacılardaki buyruktan alınmıştır.)

ALEVİLİK TE VE BEKTAŞİLİKTE KIBLE

BEKTAŞİLİKTE KIBLE

Alevilikte ve Bektaşilikte kıble 5 çeşittir. Bunlar sırasıyla şöyledir:

1- Mekke’deki kıble : Maddi kıble,Bektaşi deyimi ile Ten Kıblesi’dir. Bunun Bekta
şilikteki diğer bir adı Meydan Taşı’dır. Meydan odasının giriş kapısının solunda bulunur.
Bu taşa “Kızıl eşik taşı – Mürvet Taşı” da denir. Burası “Kolu Açık Hacım Sultan”
makamıdır.
Suçluların yargılanması burada yapılır, cezaları da burada verilir.


2- Kalb Kıblesi : “Beyt-ül Mamur” dur. Gökte bulunduğuna ve meleklerin 
(gök ehlinin)
kıblesi olduğuna inanılan tapınaktır.


3- Akıl Kıblesi : Arş yani göğün en üstün yeridir. İnsanın beynidir, üretilen 
düşüncelerdir (tefekkürdür).Bektaşilikte Çerağdır, posttur, mürşittir.


4- Fehim Kıblesi : Kürsidir ,inandır, Bektaşilikte Çerağ Tahtıdır.

5- Can Kıblesi : Diğer bir deyişle “Zat-ı Bari” yani tanrısal kimlik ,Tanrı kişiliği ,
insanın yüzüdür (Cemalullahtır.) 

ALEVİLİKTE İKRAR


ALEVİLİKTE İKRAR



Malım ile Canım ile Bu Yoldayım Malım Kurban, Canım Tercüman



Alevi toplumsallığı ikrar yani söz üzerine kurulur.Her bir Alevi can ancak ikrarı ile 
toplumun bir parçası olur.Alevi hukukunun yaptırımları da gücünü canın topluma verdiği 
ikrardan alır.Yola giren cana yolun emir ve yasaları , toplumsal kurallar bütün incelikleri ile 
ifade edilir, anlatılır. Yolun zorluğu dile getirilir.Can bunları bilerek isteyerek yola katılma 
iradesini tüm canların önünde beyan eder. Bu irade açıklamasıyla birlikte alevi hukukunun 
yaptırımlarının da kendi şahsında işlemesineolur vermiş olur.Alevi hukuku bağlayıcılığını
ikrardan alır.



ALEVİLİKTE FARZLAR VAR MIDIR?

Alevilikte olsun Bektaşilikte olsun farzlar kişinin hangi makamda olduğuna göre 
değişir.Fakat yaşamla özdeş olan Alevi ibadetinde, bütün yaşam boyunca uyulması 
gereken Oniki Farzda konulmuştur.Bunlar şöyledir :

1- Allah’ı sevmektir. Başkasının hakkına zarar getirmekten korkmaktır.

2- Kimseye haksız söz söylememek,cümle insanlara aynı gözle bakarak bencillik
etmemektir.


3- Yola ,erkana, edep ile bağlı olmak, tüm varlıklara şefkatli ve öğütçü olmaktır.

4- İnsanın yüceliğini tanımak ve ona saygı göstermektir.

5- Tanrı’dan gelene razı olmak ve belalara sabırlı olmaktır.

6- Dünya işlerinin içinde kaybolmamaktır.

7- Her şeye tahammüllü olmaktır. 

8- Halktan sakınmaktır.

9- Kanaat ehli olmaktır.Aza kanaat çoğu getirir.

10- Haktan gelen rızk için gam tutmamaktır.

11- Yalnızlık.Halka karışmamak gerekir.

12- Hakka ulaşmaya, O’nunla birleşmeye istekli olmaktır.

Görüldüğü gibi tüm bu farzlar biçime ilişkin değil,öze ilişkindir.Saygı yada 
sevginin biçimi anlatılmamış,özde olması gereken varlıkları övülmüş ve farz kılınmıştır.
















Halkalı Dede Türbesi..amasya

Halkalı Dede Türbesi..amasya
























Amasya’da Çeribaşı (Sarıbaş) Mahallesi sınırında Halkalı Sokakta bir teras üstünde yer alan türbenin Şadgeldi Paşanın torunlarından 1475 yılında vefat eden Burak Beyin kızı Sâru (Şahruz) Hatun’a ait olduğu kabul edilir. Sadece güney tarafı duvarla örtülü olan yapı baldaken tarzı türbelere girer. Ayaklar, konsollara oturan sivri kemerlerle birleştirilmiş, üzeri bir kubbe ile örtülmüştür. Geniş bir kare kasnağa oturan bu kubbe beton mozaik kaplıdır. Kubbeye içte tromplarla geçilmiştir. İçinde bulunan yere gömülü tek parça mermer sandukanın üzeri yazılıdır. Mezarın baş ve ayak taşlarında da yazılar vardır. Kenarları dört metreye yaklaşan kare planlı yapının orta yerinde bulunan sandukanın kuzeyinde dikdörtgen şeklinde siyaha yakın birbiriyle karşı karşıya duran iki taş üzerinde bulunan halkalar sebebiyle burası Halkalı Evliya diye meşhur olmuştur. Halk arasında Halkalı Dede Türbesi olarak da tanınantürbede sandukanın altındaki mahzende bulunan tabuttaki naaşınbozulmamış olup hafifçe sararmış olduğundan söz edilir. Halk arasında yürümeyen çocukların ayaklarının üç hafta cumartesi günleri taşlar üzerindeki halkalara geçirilmesi durumunda Allah’ın izniyle yürüdükleri inancı hakimdir.
-Evliyalar Şehri Amasya'dan-