Cüneyd-i Bağdadi Türbesi / TERME
Cüneyd-i Bağdadi Türbesi(Cinibadat) - Dibekli köyü, Terme / SAMSUN
Cini Bağdad adı ile de tanınır. Dibekli köyündedir. Biri yukarıda, diğeri aşağı düzlükte iki adet türbe vardır. Yapı olarak basittir. Sanatsal değeri yoktur. Türbe ile ilgili söylenti şöyledir;
İslam ordularıyla Samsun önlerine gelen Cüneyd adlı yiğit, düzlükte savaşırken kolunun yitirir. Savaşa savaşa bir tepede şehit düşer. Kolunun ve bedeninin düştüğü yerlere birer türbe yapılır. Daha sonra kol gövdenin yanına gömülür ama ertesi gün kolun eski yerine döndüğü görülür.
Türbede yatan şahıs hakkında değişik görüşler vardır. Bunlardan önemlisi, Cüneyd-i Bağdadi Hazretleridir ki, bu şahsın mezarının Irak’ta olduğu bilinmektedir. Bir görüş de, Bağdadi Haydar adlı bir emir olduğudur ki, Cüneyd-i Bağdadi’nin kelime anlamının Bağdatlı asker olduğu, askerin adının ise Haydar olduğu diğer ve türbe ve mezarlardaki şahısların Haydar’ın askerleri olduğu bir savaş esnasında şehit oldukları yolundadır.
En uygun görüş ise bu şahsın Canik Emiri Cüneyd Bey olduğudur. Cüneyd Bey Selçuklu soyundan olup, Kubadoğlu sülalesindendir ve dönemin Samsun hakimidir. Şehzade Çelebi Mehmet’in tekrar Osmanlı hükümdarlığını kurduğu sırada Cüneyd Bey’in serbest kalmasına izin vermiş fakat daha sonra Amasya Valisi Hamza Bey üzerine gönderilerek büyük mücadeleler yaşanmış, Cüneyd Bey sığındığı Terme dağlarında öldürülmüş ve oraya gömülmüştür. Diğer mezarlar ise Cüneyd Bey’in askerleridir. Türbede dokuz metre uzunluğunda sanduka vardır.
Türbe bugün bir adak ve ziyaret yeridir. İnanışa göre dileği olanlar türbeyi bir kez daha ziyaret etmek zorundadırlar.
Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri Kimdir?
IX. asırda Bağdat; Bizans, İran ve Hint medeniyetlerinin kaynaştığı bir mozaik görünümündedir. Aynı zamanda, sosyal çalkantıların, isyanların fikir çatışmalarının da beşiğidir. Dönüşüm, her alanda kendini hissettirir.
Bu ortamda, Bağdat Okulu adını alan mistik bir hareket öne geçer ve asırlarca etkisini sürdürecek düşünce sisteminin temelleri atılır. Diğer tasavvuf okullarından çok farklıdır. En belirgin vasfı da, Allah ve insan meselesini ele alırken, delillere değil, tecrübeye ile amellere ağırlık verilmesidir. Ana konu Tevhid 'dir, o yüzden mensuplarına Tevhid Erbabı denir.
Sembolik ifadeler ve sufinin tasavvufi durumu üzerindeki tartışmalarla da yüzlerce yıl devam edecek fikri oluşumun tohumları atılır. İşte, Cüneyd-i Bağdadi, Nuri ve Şibli gibi isimlerin yanında, bu okulun en önemli temsilcisi olarak karşımıza çıkar.
Bağdat 'ta doğup yetişen İbn Muhammed Ebu'l Al- Cüneyd Kasım'ın soyu, İran 'da çok eski bir kasaba olan Nehavend'den gelir. Yakın kuşak dedelerinin Irak'a ticaret nedeniyle gelen tüccarlar olduğu, kendisinin de İpek tüccarı anlamına gelen "hazzaz" lakabıyla anıldığı bilinmektedir. Dayısı, aynı zamanda da yetiştiricisi Seri de baharat ve tuz ticareti yapmaktadır.
Küçük yaşlarından itibaren ilim çevrelerinin içindedir Cüneyd. İmam şafii 'nin öğrencisi olan Ebu Sevr'den fıkıh dersleri alır, Hasan ibn Arefe'den ve başkalarından Hadis dinler, şeri ilimlerde iyice yetiştikten sonra tasavvufa yönelip dayısı Serî as Sakatî 'nin , Haris al- Muhasibî'nin, ve Ebu Hamza al- Muhasibî'nin sohbetlerine katılır. Tasavvufla ilk teması, Seri'nin meclisinde olur. Şükür üzerine sohbet eden topluluğun önünde oyun oynadığı sırada birden bire Seri ona;
- Ey, çocuk, Şükür nedir diye sorar.O da,
- "Allah'ın nimetleriyle Allah 'a isyan etmemektir." diye cevap verince, Seri,
"Korkarım ki, senin Allah 'tan nasibin dilin olacaktır." der.
Bağdat okulunun kurucu sayılan Seri'nin öğretim yöntemi, Sokrat'a benzetilmektedir. O da diyalog yoluyla, tasavvuf üzerine düşüncelerini dile getirmiş, tartışmalar ve soru-cevap yöntemiyle çevresindekilerin gerekli sonucu bulmalarına yardımcı olmuştur. Yeğeni ile arasındaki ilişki de Sokrates ile Eflatun'un ilişkisi gibidir. Herhangi bir yazılı eser bırakmamış, sözlerinin çoğu Cüneyd yoluyla bizlere ulaşmıştır.
Seri as- Sakatî'nin metoduyla yetişip olgunlaşan ve daha yirmi yaşındayken Ebu Sevr'in ders halkasında fetvalar vermeye başlayan Cüneyd-i Bağdadi'nin devrinin otoritelerinden ders almasının yanı sıra, yaşça kendisinden büyüklerde bile görülmeyen bir zekâ ve ilmî sorulara doğru cevaplar verme yeteneği, kısa zamanda ilerlemesine vesile olmuştur.
(…)
Allah'tan başka her şeyin ortadan kalktığı, kendisi dahil bütün eşyanın Kadim varlık karşısında yok olduğu şeklinde açıkladığı Tevhid anlayışını çok derinlere götürmüş, insanın ancak Tevhid hâlinin getirdiği sarhoşluktan (sekr) sonraki sahv (uyanıklık) hâline geçmekle tam kemâline erişeceğini söyleyerek birçok taşkınlığın önüne geçmiştir.".
Bunun tam tersini kabul eden, yani sekri, sahv'dan daha üstün bulan Beyazıd-ı Bistami için:
"Ebu Yezid, hâlinin büyüklüğüne ve işaretinin yüceliğine rağmen, başlangıç hâlinden çıkamamıştır. Ondan kemâle ve nihayete delâlet edecek hiçbir söz işitmedim" der. Ama yine de ruhi yüceliğini takdir ederek "Onun bizim aramızdaki durumu Cebrail'in diğer melekler arasındaki durumu gibidir" ifadesini kullanır.
Halk arasında çok sevilen ve popüler bir zat olan Ebu Yezid, tasavvufi bir teolojik sistem meydana getirmemiş, dini yaşayışı ve sezgisi ona, kendi duyular alemini, Allah'ın Vahdaniyeti şeklinde göstermiştir. Zira "en yüksek hâlinde bu dünya Uluhiyet kazanır; halbuki Cüneyd'in en yüksek hâlinde fâni dünya yok olmaktadır..."
Uyanıklığın cemiyete dönüp irşâd vazifesi için gerekli olduğunu düşünen Cüneyd, kendini öğretime ve eserlerine vermiş, birçok da talebe yetiştirmiştir. Bunların arasında, Curayri, Şibli, Hallac-ı Mansur, Ebû Saîd el Arabi, Ca'fer al-Huldi gibi önemli şahsiyetleri sayabiliriz.
Yazılı öğretimden çok, sözlü olanı tercih ettiğinden yazıları da dağınık risaleler halindedir, aynı zamanda derin fikirlerinin avam arasında yayılmasından hoşlanmadığı için, fazla eser vermekten kaçınmıştır.
Söylediği sözler, yaptığı tasavvufi tefsirler, klasik tasavvuf kitaplarında toplanmıştır. Kendisine atfedilen çok sayıda eserden bugün elimizde kalan, sadece Rasail ( mektuplar) dir. Bu mektuplar, İslam tasavvufu terminolojisinin gelişmesindeki seyri göstermesi bakımından da önemlidir.
Genellikle yazılarında kapalı bir uslup kullanması, fikrinin kelimelerle ifade edilemeyecek bir özellik taşımasındandır. Ayrıca,okuyucunun durumunu da göz önüne aldığı için ihtiyatı elden bırakmaz,
"Lisanını zaptet, zamanının insanlarını iyi bil ve onlara bildiklerini söyle; bilmediklerini,anlamayacakları şeyleri söyleme. Zira bilmediğine düşman olmayan çok azdır" diyerek bunu başkalarına da tavsiye eder.
İtidal ve sadeliği hayatının her alanında sezilebilir. Ne yaşamdan kaçıp koyu bir zühde dalmış, ne de hayli yüklü olan servetinin yoluna engel olmasına izin vermiştir. Bazı sufilerin taşkın hallerine de sıcak bakmamış, ehli olmayanların eline sırların geçmesine razı olmamıştır.
Bütün dikkâtine,ılımlı davranışlarına rağmen,"küfür, dinsizlik ve zındıklık"la suçlanan Bağdat Okulunun diğer mensupları gibi, birçok defa suçlanır, karalanır, iftiralara uğrar, hatta tutuklanır...
Bu da bilmediğine düşman olanların her devirde hiç değişmeden, görevlerini yerine getirdiğini gösteriyor.
Ne var ki, onlar tarihin karanlığına gömülüp unutulurken, fikir semamızın yıldızları kendiliğinden ışık vermeye devam ediyor.
Ne mutlu o ışıktan bir zerre alanlara ...
Ahmet F. Yüksel, Güliz Ok