KARIŞIK

19 Şubat 2016 Cuma

EYÜPTE  BİR  PADİŞAH  TÜRBESİ
İLBER  ORTAYLI
İkinci Meşrutiyet, en tecrübeli devlet adamlarıyla en yeteneksiz ve bihaber adamların bir masa etrafında çalıştığı değil, çatıştığı devirdir.Devrin sadrazamlarından Hakkı Paşa idare hukuku profesörüdür. 3 Temmuz 1910 tarihli "Kiliseler Kanunu"' ile  adeta ittifakı mümkün olmayan Balkan halklarının İlk ve son defa bir araya gelmelerine sebep oldu denebilir. II. Abdülhamit’in "divide et impere" İle hep birbirlerine düşürdüğü Balkan devletçikleri karşı karşıya değil bir araya geldiler. Trablusgarb'da olduğu gibi burada da aymazlık vardı. Balkanlar'dan tecrübeli birlikler çekilmişti. Hariciye nazırının Balkanlılardan haberi yoktu. Bütün bu işlemleri V. Mehmet Reşat önlemek, itiraz etmek durumunda değildi. 1909'un feci hal olayı onu ihtiyata sevk ediyordu. Balkan Savaşı'nda Mahmut Şevket Pasa, komuta etmesi gereken mevkii beğenmedi reddetti, Selanik Kolordu Komutanı Tahsin Paşa şehri silah atmadan teslim etti. Orduda halaskaran ve ittihatçı kavgası vardı. Bununla beraber İşkodra Komutanı Rıza Pasa, Yanya Komutanı ve Edirne Komutanı Şükrü Paşa gibileri, eski bir ordunun kahraman ve bilgili komutanları olduklarını göstererek bu faciada yüz ağarttılar. Balkan bozgunu altı ay içinde Rumeli'deki anavatanın kaybı demektir; etkileri şu ana kadar bu bölgede devam ermektedir. Rumeli'nin kaybı, etkisini azınlık Türk sorunu ile baş başa kalan ve bunu çözemeyen  Balkan  Devletleri  sayesinde  sürdürüyor.Rumeli'deki vatanın kaybı Türkçülük, İslamcılık yanında, kabahati İslami gericilikte (!) arayan ideoloji ve görüşleri de ortaya çıkardı. Millet tarihine ve kendine güvenini kaybetti ve kimlik bunalımı başladı. Balkan Savaşı'nda eski imparatorluk, yeni acemi bir devlet gibi sendeledi, garip politikalar izleniyordu. Babıali baskınıyla diktatorya dönemi de başladı, daha doğrusu yoğunlaştı.
Mahmut Şevket Paşa yeni dönemin sadrazamı ve harbiye nazırıydı. Hatıratı Yılmaz Öztuna tarafından yayımlanmıştır. Açıkça görülüyor ki, İttihad ve Terakki’nin entirakalarından o da şikayet ediyordu. Daha feci, paşaya yapılacak suikastı, İstanbul muhafızı (Cemal Paşa) duymuştu, biliyordu, ses çıkarmadı. Sokollu Mehmet Paşa'dan sonra bir sadrazam suikastla siyasi arenadan kaldırıldı. Bu suikast, ittihatçılara yeni idam ve masumların cezalandırılması ve sürgünü için vesile oldu. Meşum Cihan Savaşı'na girildi, meleksima padişahın bundan haberi olmadı. Sultan Reşat adı, yapılan istikraz ve mevcut altın stokunun meskukata çevrilmesinden dolayı bugüne kadar en çok yaşayan isimdir. Her okul, alınan zırhlı, Balkan göçmenlerinin yerleştiği köyler Reşadiye adını taşıyordu. Vekarını zedeledikleri sevimli padişahın adını bu şekilde şereflendiriyorlardı. Klasik devirde Osmanlı sadrazamının yalan söylemesi siyaset cezasının gereğiydi. Oysa meşruti devlette dahi olmayacak bir işlemi, padişahtan bazı umuru gizleme emrini bizzat Mahmut Şevket Paşa vermiştir. Bu bir skandaldı. Ama 11 Haziran 1913 suikastının arkasında İngiltere olduğu anlaşılmıştır: "itiraf etmeli ki Mahmut Şevket Paşa sadarette kalsa I. Cihan Savaşı'na bir gecelik kararla girmezdik ve Araplarla da daha çatışmasız bir politika güdülebilirdi" hükmüne katılıyoruz. (Öztuna cilt l, sh. 646). Bu dönemde bürokrasi modernleştirildi. Eğitim yaygınlaştı  bunlar da olumlu gelişmelerdir.
Sultan  II. Abdülhamit Türkçü ağırlıklı bir İslamcı politika gütmüştü. Bu politika Cava'da, Hind'de ve Rusya'da olduğundan güçlü görünüyordu. Sultan V. Mehmed Reşat’ın böyle bir politikayı yönetecek gücü yoktu, ittihatçılar onun adına Türkçü bir politika güttüler. Padişahın babacan simam koloni Müslümanlarına huzur ve ümit verdi. Felaketli harpler milletin birlik bilincini, Türklüğü biledi. Dahilde ananeyi yıkan ittihatçılar, hariçte Türklük şuurunu artırdı, padişahın ismi de yüceldi. İttihad ve Terakki'nin Türkçülüğü, beceriksizlikleri ve öngörülen ittihat-ı anasır (çeşitli hakların birliği) politikasının iflası kısmen bizim hatamızdır, kısmen Türkiye'yi bölmek İsteyen güçlerin tezgahladıktan savaşta artmıştır. I. Cihan Savaşı'nda cephelerde şehit düşen ordu herkesin alındığı, asker olduğu bir kurumdur. 1920-22'de ise anavatanını savunan Anadolu ve Rumeli'nin Türkleri olmuştur.
Sultan Reşat gençliğinde sansın, yakışıklı bir şehzadeydi. Yaşlandıkça kilo aldı. Müzmin hastalıkları arttı. Bacakları kısaydı zor yürür oldu. Avrupa'dan hekim getirilerek tedavi ettiriliyordu, İttihad ve Terakki sultasından utanacak şekilde çekindi. O yıl Damat Salih Paşa’yı ittihatçılar Mahmut Şevket Paşa davasında suikast cürmü ile itham ettiler. Kurtarmaya cesaret edemedi. Yeğeninin bedduasını aldı. Doku; yıl iki aylık saltanatında babası Abdülmecit Han hiç idam cezası  tasdik  etmediği  halde
O  idam  cezalarını  tasdik etti. Devrinde harp sıkıntıyla devam ederken, kendisinden biraz önce vefat eden II. Abdülhamit Han'ın cenazesini uğurlayan halk: bilhassa kadınlar "Hepimizi doyurup, gönendiren padişahımız, bizi bırakıp nereye gidiyorsun!" diye feryatlarla uğurladılar, ittihatçılar son zamanlarda hakan-ı sabıkı karalamaktan vazgeçtiler, hatta Beylerbeyi Sarayı'nda dış politik; müşaveresine gittikleri biliniyor. Hiçbiri tahttaki padişaha hiçbir şey sormazdı oysa...
Beş vakit namaz ve İbadetindeydi. Haremde ağalarının saray protokolündeki derecesini düşürdü; saraya ait hatırattan anlaşılan o ki harem halkının eğitimine de önem veriyordu. Tasarrufa riayet ederdi. Rumeli gezisinden önce veliaht dairesinin tefriş ve tamirat talebini, "paramız yok şimdi" diye, reddetmişti. Harp içinde saraylı bulgur pilavıyla doyardı; şikayet etse de buna riayet ederdi. Ama; ülkede harp zenginlerinin vurgunu bu görünümle tezat teşkil ediyordu. Ananeye riayet ederdi. Ali Fuat Bey (Türkgeldi), Damat Enver Paşa ile yediği yemekten sonra, "Şu Enver Pas. dediklerine bakın, bamya ile su İçti" diye İstihza ettiğini kaydede
Sultan Mehmet Reşat Han'ı cahil olduğu propagandası yayılmıştır. Değildir. Güzel hattı vardı. Bohepal maharanası kendisini ziyaret ettiğinde Farsça konuşmuştur. Ömür boyu Farsça; metinleri okumuş, Mesnevi üstatlarını dinlemiş, güzel dili ilk defa bu şekilde kullanmak nasip olmuştu. 4 Temmuz 1917'de bozgunu görüyordu. Ama feci sonuç henüz ortada yoktu, görmeden bu dünyadan ayrıldı. Eyüp'te (bu beldede tek padişah türbesidir) daha önce türbesi yapılmıştı. Vasiyeti gereği yanın; bir ilkokul yapıldı ve Zenbilli Ali Efendi'nin Zeyrek'teki türbesi gibi  o da çocuk sesleri arasında son uykusunu uyuyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.