KARIŞIK

4 Nisan 2016 Pazartesi

DERVİŞ BABA.. K.MARAŞ

DERVİŞ BABA..
K.MARAŞ






Derviş Babanın Kısaca Hayatı Seyyid Hacı Kureyş evladından Seyyid Hüseyin nam-ı diğer Derviş Baba Mekanı ; Kahramanmaraş/Türkoğlu/Kumçatı Köyü - ( Hamuklu - Köprüağzı ) Anadolunun Erenleri Evliyaları Pirlerinden Olan Pir Seyyid Hüseyin Zeykiroğlu Halk Tarafından Bilinen İsmi " DERVİŞ BABA " Dır Horasandan 5 - 6 Kişi ( Yakını ) ile birlikte ANADOLU TOPRAKLARINA İnançları Olan ALEVİLİĞİ Yaymak için Halka İzah Ederek Gerçek Dünyevi Görevlerini Tamamlamışlardır. Derviş Baba (Şeyh Hüseyin) kimdir? Başta Derviş Baba’nın torunu merhum Musa DELİCE Ve Hasan Hüseyin SOĞUKSU Yanı Sıra köy sakinlerinden alınan bilgilere göre Derviş Baba denen zat Horasan'dan Elbistan'a, oradan Kayseri'nin Sarız İlçesine gelmiştir. Daha sonrada Kahramanmaraş'a bağlı Kumçatı Köyü’ne ailesi ile beraber geldiği söylenmektedir. Yine Derviş Baba torunlarının ve köy sakinlerinin anlattığına Derviş Baba soy olarak Alevi Ocakları içerisinde çok büyük bir yere sahip ve değeri çok büyük olan Kureyşan Ocağı mensuplarından olup Seyyid Hacı Kureyş neslinden ve Ehl-i Beyt sülalesindendir Derviş Baba olarak bilinen zatın asıl adının Zeykirzade Hüseyin olduğu, 1860 yılında doğduğu ve 1944 yılında fani alemden baki aleme intikal ettiği bilinmektedir. Derviş Baba Horasan'dan çıkarken beş veya altı kişiyle beraber çıktığı söylenmiştir. Çıkış sebebi ise gittiği yerlere Bektaşîlik ve Alevilik anlayışını yaymak olduğu; çevresine dini ve ahlaki bilgileri aktaran bir Alim olduğu, Kur'an-ı Kerim’i okuyup halka izah ettiği, insanları kötü ahlak ve huydan uzaklaştırdığı, sevgi ve hoşgörüyü temel aldığı ifade edilmektedir. Kerametleri ; Yaşadığı dönemde bazı insanların gücünün yetmediği ağırlıkları kaldırdığı, gayba dair haberler verdiği ile halkın sevgisini kazandığı gibi bir takım kerametler gösterdiği yaşayanlar tarafından anlatılıp dile getirilmektedir. Derviş Baba Türbesi’ne değişik illerden ve özellikle yakın köy ve kasabalardan ziyaretçiler sık sık dua için gelip gitmektedir… # Köylünün Atı Kaybolur Ve Derviş Baba Atı Adamın Geldiği Yerde Otladığını Söylemesi Kerameti (fakat adam aynı yol üzerinden 2 dakika önce geçmiştir ve orada at falan yoktur.) # Hakka Yürüdükten Sonra Mezardan Toprak Alması VE Gece Türbede Yatması sonucu Felçli Kadının Gelip Şifa Bulması Derviş Babanın Kerametlerinden # Derviş Baba Hayattayken Bir Kadının Gelip Çocuğunun Olmadığını Söyler Ve Daha Sonra Çocuk Sahibi olması Derviş Babanın Yine bir kerameti daha # Derviş Babanın Yaşadığı Dönemde İnsanların Güçlerinin Yetmediği Şeyleri Kendisinin Hiç Zorlanmadan Kaldırdığı Görülmüştür # Bazı Cumaları (PERŞEMBEYİ CUMAYA BAĞLAYAN GECE ) Yada Ertesi Gün Türbeden Göğe Doğru Işık Yükseldiğini Tüm Köy Görmüş.Halada Arada görenler oluyormuş. # Derviş Babanın 2 Tane Yılanı Olduğu Hayattayken O Yılanla İlgili Bir Çok Hikaye Anlatılmaktadır. # Yine Derviş Babanın ASKERİ denilen Bazı şeyleri Olduğunu Köylüler Anlatmaktadır. # Tüm Hamuklu Köyü Derviş Babanın Keramet Sahibi Olduğunu Biliyorlar. # Türbede Çalışmalar olurken Akşam Saatinde Çalışanlara Göründüğü Anlatılır. # Türbenin İçinde Musluklardan Su Aktığı Ve Tahminen Yıkandığını Gören Tarla sahipleri Arkalarına Döndüklerinde Ayak İzlerinin Türbeye Doğru Gittiğini Görürler # Yine Farklı Bir İlden Gelen Vatandaş Rüyasında Derviş Baba Türbesini Görmüş Ve Adam Türbede O Gece Türbede Yatar Kerametini Anlar Kurban Keser Dağıtır. # Yaşadığı Dönemden Beri Anlatılan Bazı Olayları var ki Çok Şaşırtıcı , Hala Günümüzde Türbe Olan Kişileri Yaptığı Yanlışlarından Dolayı Köylerine Kadar Kovaladığı Anlatılmaktadır. # Derviş Babanın Hanımına misafir Gelecek Olan kişi Evlerine Varır Ve Kapıda İki tane Yılan Bekler Kafalarını Dikip, Daha Sonra Derviş babanın hanımına Seslenerek " Şunlara Söylede Çekilsinler" geleyim diye. Derviş babanın hanımı yıların ikisinede derki Hadi uzaklaşın burdan .. İki yılanda Başını Eğerek Ötedeki Çuvalların üzerine Çıkıp Kıvrılırlar.. # Cenâb-ı Hakk'ın kendisine bahşettiği bir çok keramet var ki bence en harikası imân-ı kemâl ile olan ölümüdür. Çünkü son nefesi güzel olan zâtlar makbul olan zâtlardır. Hamuklu Köyü'nde yaşayan Hüseyin Efendi şöyle aktarıyor: - "Rahmetli babam çok güzel Kur'ân okurdu. Sesi pek güzeldi. Rahmetli Derviş Baba şimdiki türbesinin bulunduğu yere geldi ve etrafında bir çok insan ile babam da vardı. Derviş Baba babama hitaben: "Ey Hasan! Kur'ân oku. Ben gidiyorum." diye buyurdu. Rahmetli babamda Kur'ân okumaya başladı. Derviş Baba'da üzerine örtüyü örttü ve belli bir süre sonra mubarek cesedi cansızlaştı, bütün sevenleri ve talipleri ağlaşmaya başladı. Aradan bir kaç saat sonra üzerindeki örtüyü açtı ve "Evlâdım! Bu yerin sahibi kimdir? Bunun için geri döndüm. Kimse gelsin hakkını benden alsın." dedi. Herkes şaşırdı ve toprak sahibi ne kadar hayır dedi ise de parasını zorla verdi. Tekrar babama "Oku Hasan" diyerek Kur'ân-ı Kerîm ile Cenâb-ı Hakk'a kavuştu." Cenâb-ı Sânî Zûl Celâl Hazretleri Derviş Baba Hazretleri ile Ecdâd-ı Kİrâmına selâm ve rahmet eylesin... Daha Nice Kerametleri Var Bilmediğimiz Yaşlılarımız Az Kaldı Ama Bunlar En Yaygın Bilinen Kerametleridir. Köyümüzün Yaşlı İnsanlarıyla Bir BELGESEL Tadında çekimlerimiz olacak 2015 Yaz Aylarında Derviş babayı anlatacak kerametlerinden bahsedecek.. Allah nasip ederse.. Yazıklarımızı Okuduğunuz İçin Allah Cümlenizin Yardımcısı Olsun Hızır haldaşınız Ali Yoldaşınız Ola. Dilde Dileklerinizi Gönülde Muratlarınızı Vere.. ALLAH ALLAH 

Bostancı Dede.. denizli..tavas

Bostancı Dede..


denizli..tavas


BOSTANCI BABA / BOSTANCI DEDE /
KARAKESİCİ ŞEMSETTİN SULTAN TÜRBESİ /TAVAS
1. BULUNDUĞU YER:
Tavas İlçesine bağlı Bahçe köyü mezarlığı içindedir.
2. BİNA YAPISI:
Bakımlı, ahşap çatılı, çatısı kiremitle örtülü, tek gözlü, dört köşe taş yapılı, sergili bir yapı niteliğindedir. Mimari ve teknik her hangi bir özelliği bulunmayan yapının duvarları toprak sıvalı, süsleme sanatı olmayan binanın içinde iki adet kabir yan yana görülmektedir. İki metre uzunluktaki kabirlerin birinin Bostancı dedeye, diğerinin de ikinci eşine ait olduğu söylene gelen anlatımların mahsulüdür. Türbe yanında ve yine mezarlık içinde hayır işlerinin yapılmasına mahsus eve eski yıllarda mezarlık bekçilerinin kaldığı bir yapı daha vardır. Tek gözlü türbe binasında kitabeye rastlanılamamıştır.
3. HAKKINDA BİLGİLER:
Asıl adı Şemsettin Sultan olan ve Bostan yetiştirmesi nedeniyle “Bostancı Baba” olarak anılan Denizli ve Aydın Bölgelerinde eşkıyalık, Ege Deniz’ inde korsanlık yapması nedeniyle de “Karakesici” adı ile bilinen Bostancı Baba, Ahmet Yesevi soyundan olup, Hacıbektaş’ı veli’nin verdiği köseviyi (Ense yarısı yanmış odun parçası) bostan ekip yeşertmesi ile tanınır. Torunlarından Av. İsmail Metin ‘in yayınladığı “Çamşık Tarihi ve Hüseyin Abdal” adlı eserinde Bostancı Baba ile ilgili geniş bilgi ve tarihsel gelişimler yer almaktadır. Bu esere göre “Aydın – Denizli Bölgesinin en meşhur eşkıyalarından biriydi. Kütülüklerle mücadele ettiği, yoksulluk, mazlumun, haklının yanında yer aldığı için yöre insanları ona “kütülerin kesicisi, karaları kesici” anlamında “kara kesici” adını koydular. Zamanla kendisi gibi, zalimlerden mazlumların öcünü almak isteyen kişilerin de yanına katılması ile eşkıya gurubu kurdu. Dağlarda yaşadı. Çevresinde yaşayanlar bir haksızlık olduğu zaman Karakesici’ nin yanına gelirler, o da ezilenin hakkını ezenden alır, ona geri verirdi. Ege denizinde korsanlıkta yapan Karakesici eşkıyalık döneminde çok canlar yakmış, daha sonra Allah’tan günahlarının arınması için nasıl hareket edeceğini,ne yapması gerektiğini sormak,Allah yoluna girmek için Hacıbektaş-ı Veli ile görüşmek üzere o zaman ki adı ile Suluca Karahöyük’e gitti. Hacı Bektaş-ı Veli ile görüşmesinde; Aydın-Denizli elinden geldiğini, adının Karakesici olduğunu, Hoca Ahmet Yesevi soyundan, Avşar boyundan olduğunu, eşkıyalık yaptığını,dedesinin,babasının Ege denizinde korsanlık yaptığını, kötülere karşı savaştığını, halkı koruduğunu,yoksulun güçsüzün öcünü aldığını, tam doksan dokuz kişiyi öldürdüğünü anlatarak artık tövbe ettiğini, bir daha adam öldürmeyeceğini, eşkıyalığı ve dağları bıraktığını bildirmiştir. Bunun üzerine Hacı Bektaş-ı Veli “Bu yanmış çam kösevisi. Sen insanlara kötülük için adam öldürmedin. İnsanlara iyilik için insan öldürdün. Bu köseviyi al götür, yedi yolun üstüne bir bostan kur. Köseviyi bostana dik. Gelene gidene iyilik et. Ne zaman yaptığın sevaplar günahlarından fazla gelirse bu kösevi yeşerir. Bu kösevi yeşerdiği zaman bil ki senin de günahların af olacak” dedi. Karakesici Hacı Bektaş-ı Veli’den izin aldıktan sonra bir elinde teberi (silah), bir elinde yanmış çam kösevisi yola düşerek tekrar Aydın-Denizli toprağında yolların birleştiği ve eşkıyalık yaptığı bu günkü Bahçeköy’e geldi. Bahçeköy de günlerce çalıştı, bostan ekti,gözedeki suyu bostana taşıdı,kendisinin kalacağı bir kulübe yaptı,yanmış çam kösevisini de bostanın bir kenarına dikti. Hem bostanı hem de köseliyi sulamayı ihmal etmedi. Yoldan geçenlere ve yanına gelenlere devamlı bostan yediriyor, iyilik yapıyor, halk onu, o halkı çok seviyordu. Yıllar geçmesine rağmen kösevi hala yeşermemişti. Günün birinde; işinin çok acele olduğunu, köyden şehre gideceğini söyleyen, önemli bir işinin olduğunda ısrar eden, Bostancı babanın bostanından ısrarlarına rağmen yemeyen üstelik onu kolundan tutup iterek yere yuvarlayan ve köye gelip giden alim ve evliya bilinen kişileri devlet adamlarına ispiyon eden kişinin halinden iyi birisi olmadığını anlayınca “Doksan dokuz oldu, senide öldüreyim yüz olsun” diyerek öldürdü. Bu son öldürdüğü kişi ile pişmanlık duyarak sağa sola perişan halde koşan, ağlayıp sızlayan Bostancı bir de bakar ki kösevi diktiği yerde yeşermiş,dal,yaprak vermiş. Bu sevinçle köseviyi yerinden söküp, bostanı bıraktı. Bir eline yeşil köseviyi, bir eline teberiyi alarak tekrar Hacı Bektaş-ı Veli’ye geldi. Hacı Bektaş-ı Veli “Dile benden, gönül erenlerden ola, gittiğin yol Ali yolu ola. Sen artık erenlerden birisin sende bu yolun göstericisisin. Bu köseviyi atıyorum, Bunu ara bul, gittiğin yere mekanı kur, hak yardımcın ola.” Dedikten sonra tekrar Aydın – Denizli toprağına gelerek bostanının olduğu yere gelerek mekanını kurdu. Dergahını açtı. Hacıbektaş yolunda halka hizmet etti. Doğru olmayı öğretti. Burada kökleşti, dal budak saldı. Bostanının olduğu yere köylülerle beraber bir yaptılar. Aş kaynattılar. Yoksullara yemek dağıttılar. Bostancı Babanın dergahı o civarda uğrak yeri oldu. “
Asıl adı Şemsettin Sultan olan bostancı babanın yaşadığı dönem XIV. Y. Yıl sonları ile XV. Y. Yılın ortalarıdır. Ölümünden sonra soyundan gelenlere Çamşehler, Çamşehliler, Çamşehlioğulları denilir. Seceresi: Bostancı Baba – Şemsettin Sultan – Karakesici oğlu Kara Halil Baba ölümü : 1632 – oğlu Hüseyin Abdal, - oğlu Ali (Budala Ali Baba) – oğlu Süleyman (oğlu Hüseyin), Mehmet, Kamber, Mahmut (Göğ Mahmut), kızı Elif, oğlu İbrahim, - oğlu çakır, Esef (oğulları Mehmet, Mahmut, Hasan Ali, Balo), Haydar – oğlu Hasan (Kara Ali Ağa), M. Ali Ağa, Hacı Ağa (oğlu Hasan, Ali Ağa), Mahmut Ağa, Haydar Ağa (oğlu Ali Ağa), Ali oğlu Mahmut Ağa, Kasım Ağa’ dır.
Bostancı Baba Hakka yürüdükten sonra, yerine çocukları geçti. Orada soyu devam etti. Aradan yıllar, Yüzyıllar geçti. Evlatları Aydın - Denizli bölgesinde egemen oldular. Alevi toplumu üzerinde büyük bir nüfuza sahip oldular. Orada halkın önderi oldular.
Bostancı Baba ile ilgili yazılan hayat hikayesinin anlatıldığı bir şiir aşağıda yer verilmiştir.
Bir Zaman dünyaya eşkıya geldim
Yolsuz olanların boynunu vurdum
Gövertim köseviyi kereme erdim
         Aslım Karakesici Hüseyin Abdal
         Aslım Karakesici Şemsettin Sultan
Denizli’den gelir bizim aslımız
Bektaşı Veli’ye çıkar neslimiz
Dördüncü Makamdır bizim postumuz.
         Aslım Karakesici Hüseyin Abdal
         Aslım Karakesici Şemsettin Sultan
Denizli’ den geldim Tekke Köyüne
Talip Mürşit İrşat olup sevine
Evlatlarım Hırka giyip övüne
         Aslım Karakesici Hüseyin Abdal
         Aslım Karakesici Şemsettin Sultan
Tekkem gayet ulu Erkaf aldırdım
Yemedi Bostandan Münkir öldürdüm
Doksan dokuz oldu yüz olsun dedim
         Aslım Karakesici Hüseyin Abdal
         Aslım Karakesici Şemsettin Sultan
Abdal oldum hırka giydim dalıma
Kemerbest bağladım ince belime
Gece gündüz yalvarırım pirime
         Aslım Karakesici Hüseyin Abdal
         Aslım Karakesici Şemsettin Sultan
Haydar Hüseyin’im içtim bir dolu
Pirini sevenler sürsün bu yolu
Pirim Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli
         Aslım Karakesici Hüseyin Abdal
         Aslım Karakesici Şemsettin Sultan
4. ZİYARET AMAÇLARI
Geceleri ışık yakılan türbesinde metfun bulunan “Bostancı Baba – Şemsettin Sultan” yakın çevre halkı tarafından:
- “Çocuğu olmayan ailelerce mutluluk aramak,
- Dilekler dilemek,
- Dua ve niyazlarda bulunmak,
- Hayır ve hasenat işlerini ifa etmek.
- Adanılan adakları yerine getirmek,
- Namaz kılmak,
- İbadet etmek” gibi nedenlerle ziyaret edilir.
Şükrü Tekin KAPTAN
Araştırmacı Yazar
Gönül Sultanları Denizli’de (Türbeler ve Yatırlar) Kitabından alınmıştır.

3 Nisan 2016 Pazar

Hızır, Ak Sakallı İhtiyar, Boz Atlı İhtiyar


Hızır, Ak Sakallı İhtiyar, Boz Atlı İhtiyar
Hızır, Ak Sakallı İhtiyar, Boz Atlı İhtiyar
(Mitolojien Efsaneye – Muharrem KAYA, sayfa: 75-81)
Türkiye’de, İslami kültürde, Hızır, Allah’ın insanların hayatını düzene sokmak, kolaylaştırmak, tabiatı yönetmek için gönderdiği kutsal bir ruh, nebi, veli, hatta melek olarak görülür. Bu düşün­cenin kaynağı da hem Kur’an-ı Kerim’e hem de hadis ve tefsir kitaplarına dayanmaktadır. Kur’an’da, Hz. Musa’ya ilim öğretmek için Allah tarafından görevlendirilen bir kuldan bahsedilir. Hadis ve tefsir kitaplarında bu kulun adının Hızır olduğu, onun Batıni ilimlere vakıf bulunduğu, ölümsüzlük suyu içtiği belirtilir. A. J. Wensinck adlı müsteşrik, Kur’an’daki Hızır’la ilgili olan âyetlerin kaynağının Gılgamış, İskender ve bir Yahudi anlatısı olduğunu ileri sürmüştür. Fakat kaynak her ne olursa olsun gerek tasav­vufta gerekse halk inanışlarında Hızır, zor durumda ve felaket­lerde yardımcı, iyileri ödüllendirip kötüleri cezalandıran, bereket ve bolluğa kavuşturan, savaşlara katılan bir kutsal şahıstır. Hı­zır’ın dış görünüşü de şöyledir: Yeşil bazen beyaz elbiseli, boz veya kır atlı, elinde mızrak veya kamçı taşıyan bir süvari olabil­diği gibi her kılığa, her yaşa girebilen, en çok da ak saçlı, ak sakallı, ihtiyar bir derviş olarak görünür.
Hızır, “karanlık dünyadaki “Dirilik Suyu”ndan içip daimi yaşa­yan ve ölüp dirilebilen doğayı sembolize ederek ebediyetin gös­tergesiyle çevrilen mitolojik varlıktır. Hızır, ebediyet ve ölümsüzlüğü simgeleyen su ile bağlantılıdır; koruyucu ruhtur. Hızır’ın mitolojik yönü, tabiata, dağa, hayvana, bitkiye hükmetmesi, ölüleri diriltmesi, herşeyi bilip görmesi, insanlar için yol gösterici dinî, ahlakî değerleri hatırlatmasıdır. Hızır, Altayların Ülgen, Yakutların Ürün Aar Toyon başta olmak üzere pek  çok  tanrı ve kutsal ruhları gibi tabiatı yönetir, yeryüzüne, hayvanlara, bitkilere, suya, ateşe hükmeder. Hızır, adeta bir tabiat tanrısıdır.
“Herhalde Hızır, âb-i hayat efsânesinden başlayarak, sular, kaynaklar, nehirler veya denizlere sıkı sıkıya bağlı bir “tanrı hüvviyeti ile, şark mitolojisinde yer almış ve bu vasfı ile gelişe bir varlıktır; onunla ilgili rivâyetlerin daha sonraki şekillerini ise, rivâyetleri doğuran şartlara ve muhitlere göre, karayı veya denizi himâyesine almış ve İlyas daima ikinci planda kaldığı Hızır’ın almadığı unsur ona bırakılmış olmalıdır. Denizcilerin Hı­zır’ı hâmileri olarak kabul ettikleri muhakkaktır; bununla bera­ber, çiftçi köylüler ile göçebeler, dağ ve ova sâkinleri ve şehir halkınca, o uzak kara yollarında yolcuların koruyucusu olduğu gibi, sıkıntıda kalanların yardımcısı, baharda tabiata yeniden ruh veren, toprağa ve kaynaklara hâkim bir bereket tanrısı şahsiye­tini kazanmıştır.
Efsanelerde konumuzla ilgili pek çok örnek buluruz: “Hızır-İlyas ve İskender” başlıklı bir Elazığ efsanesinde, bu üç şahısla ilgili dinî kaynaklarda da belirtilen unsurları görürüz. Üçü, ölümsüzlük suyunu aramaya, denizin üzerinde batmadan giden bir taşın üzerinde başlarlar. Karanlık bir yere gelince, İskender onlardan ayrılır, başka bir yola girer. Hızır’la İlyas, yanlarında taşıdıkları fanustaki balığın canlanmasından, fanustaki suda âb-ı hayat olduğunu anlayıp içerler, ölümsüz olurlar. İskender ise dünyayı fetheder fakat bu suyu bulamaz. Ölmeden evvel, anne­sinin askerlerine kızmasını engellemek için hocaların, askerlerin, cenazesinin önünden gitmelerini, elini de tabuttan dışarı sarkıtmalarını ister. Askerler, İskender’in cenazesini, memleketi Konya’ya onun istediği gibi götürürler. Annesi, hocaları, askerleri olmasına rağmen öldüğünü, eliyle herşeyin gelip geçici olduğunu anlatmaya çalışan İskender’e gülerek bakar. Bu efsanenin başlangıcındaki denizde batmayan bir kayanın üzerinde yolculuk etmek, Altay yaratılış mitinde de karşımıza çıkan Ülgen’le Kişi’nin denizin üze­rinde uçmayı bırakıp dinlendikleri kayayı hatırlatmaktadır.
Hızır ve İlyas birlikte dua ediyor.
Başka bir “Hızır” efsanesinde, Hz. Musa ile Hızır’ın yolculuk et­mesi, yine dinî metinlerde geçen çocuk, gemi ve duvarla ilgili olay­ların gerçekleşmesi ve bunların sebebini soran Hz. Musa’nın sabır sınavını geçemeyişi, Hızır’ın bunları anlatıp yok olması anlatılır.Aynı efsane, Harput’ta da çok ufak farklılıklarla anlatılmaktadır.
Bir başka “Hızır” efsanesinde, dul bir kadından sadaka iste­yen dervişin, aldığı sadaka sonrasında evin daima bereketli ol­ması duasını etmesiyle, ineğin yağının hiç bitmemesi, oğlanın büyüyüp annesinden bunun sebebini ısrarla sorması üzerine, an­nesinin bu durumu anlatınca yağın eski hâline dönmesi anlatılır.Hızır’ın zor durumda olanların yardımına farklı kılıklarda koş­masının bir örneği Adana’da derlenen “Hoca-yı Hızır Efsanesi”nde görülür. Birecik’ten Nizip’e gitmek zorunda kalan çocuklu bir kadının yanına komşusunun oğlu gelir. Çocuğu atına alır ve onla­rı gece olmadan Nizip’e yetiştirir. Kadın, daha sonra çocuğunun hırkasını almak için komşuya gittiğinde, komşusunun oğlunun Birecik’e gitmediğini öğrenir. O zaman komşusunun oğlu kılığına girip kendisine yardım edenin Hızır olduğunu anlar.
Bir Çorum efsanesinde Hızır, bir karı kocayı sınavdan geçirir. Uzun süre çocukları olmayan çift, yeni bir bebek sahibi olunca, Hızır, onlara yaralı bir misafir olarak görünür. Adam, iyileşebilmesi için kırklı bebeğin kanının derman olacağını söyler. Karı koca bebeği kesip kanını misafirin yaralarına sürerler. O zaman âdâm (yani Hızır), bebeğin başını aynı şekilde yerine koymalarım söyler, uykuya dalar. Karı koca yine denileni yapar, sabah bebeğin sesiyle uyanırlar. Bebek canlıdır, misafir ise kaybolmuştur.Burada tanrı misafiri olan Hızır’a kayıtsız şartsız itaat önemlidir. Efsanelerde sadece Hızır’a değil, evliyalara da aynı şekilde bağlı kalınması gerektiği vurgulanır. Bu durum, hem Kur’an’da, Kehf sûresinde, Allah’ın ilim verdiği kulun yaptıklarını sorgulayan Hz. Musa’nın itaatsizliğini tekrarlamamak şeklindeki dinî bilgiyle hem de olağanüstü varlıkların dünyasına her zaman saygı gösterip itaat etmek şeklindeki mitolojik düşünceyle de bağlantılıdır. Hı­zır’ın gücüyle ilgili bu efsanedeki en önemli unsur ise ölüyü diril­tip tekrar eski hâline getirmesidir. Bunu da ancak yaratıcı tanrı veya tanrının yaratıcılık gücüne sahip kutsal ruhlar yapabilir.
Bir başka Çorum efsanesinde, kocası ölüp çocuklarıyla birlikte aç kalan kadının imdadına Allah’ın görevlendirmesiyle Hızır yeti­şir, yiyecek malzemeleri getirir. Kadın bu adamın kim olduğunu görmek için evin kapısını açtığında, o adamın atıyla göğe yükse­lip uçup gittiğini görür. Hızır, bu efsanede Allah’ın aracı yaptığı bir melek gibi işlev üstlenmiştir. Bir başka açıdan bakacak olursak o, bir Şaman gibi atıyla göğe yükselmektedir.
Yalova’daki Taşköprü beldesindeki köprünün kurulması ise Hızır gibi bir dedeye bağlı olarak anlatılır. Hamile bir kadın şehre götürüleceği sırada, sel suyu köprüyü çökertir. Kadın dualar edince de derenin bir ucunda beliren yaşlı bir adam, bastonunu tepelere doğrultur, oradaki taşlar yuvarlanarak gelir, sıraya girer, köprüyü örerler. Tepeye, kayaya hükmetmek ancak bir tabiat tanrısının, Hızır gibi güçlü ruha sahip bir kişinin işi olabilir.
“Kocadere Köyü ve Hızır Aleyhisselam” başlıklı Yalova efsanesinde, Hızır’ın aç ve yorgun bir hâlde köylülerden ekmek istemesi, bunun üzerine köylülerin ne yiyecek ne su vermesi, hatta köylülerden birisinin “burası Kocadere, yiyecek istersen Allah vere, su istersen işte dere, yatacak yer istersen geldiğin yere” dediği rivayet edilir. Bu efsane aslında yarım kalmış bir anlatı­dır. Çünkü böyle bir cevap cezayı gerektirir. Fakat kitapta, ya yazardan ya yayıncıdan ya da kaynak kişinin unutmasından kaynaklanan bir eksiklikle bu cezalandırma bölümü, yer almaz.
Yalova’da, Marmara Denizi’nden her akşamüstü hafif karanlıkta sesler geldiği, bu seslerin Marmara’nın altında kalan Ab-ı Hayat’ı arayan İskender’in mücadelesinin sesleri olduğu anlatılır. Hızır’a kısmet olan ölümsüzlük suyu, İskender’e, Lokman Hekim’e pek çok zorlu macera yaşatmıştır. Bu da onunla ilgilidir. Bu anlatı, aslında yazılı kültürün sözlü kültüre etkisi olarak düşü­nülmelidir. Çünkü İskender, Lokman Hekim sözlü kaynaklardan çok yazılı kaynaklarda yer alır.
“Hz. Hızır” adıyla yayınlanan Elazığ’ın Keban ilçesinde anlatı­lan bir efsanede, Hızır’ın elinde bir deste otu bulunan ak sakallı bir ihtiyar olarak Fehmi isminde bir adamın karısının karşısına çıkıp ondan eteğindeki salatalıklardan bir tanesini istediği, kadı­nın vermemesi üzerine üç gün üç gece can çekişesin yatağının üç köşesinde üç adam otursun, figanından durulmasın diye bed­dua edip gitmesi anlatılır. Bu ihtiyara, konuşmalara şahit olan bir komşu çocuğu salatalık verir, ihtiyar ona da salatalıkların hiç eksilmesin diye dua eder. Bu olaydan sonra kadın bedduada belirtildiği gibi ölür. Çocuğun da salatalık bahçesi bereketli olur. Yaz kış sürekli bahçede salatalık bulunması komşularının dikkati­ni çeker, onların ısrarı üzerine bahçenin sahibi yaşadığı olayı anlatır. Fakat bundan sonra bahçe yavaş yavaş kurur. Zira sır ifşa edilmiştir.
“Hızır Aleyhisselâm-I” başlıklı Harput efsanesinde, bir padişa­hın kendisine Hızır’ı getirene kırk kese altın vereceğini duyurma­kla başlayan olaylar anlatılır. Yoksul bir adam, padişaha Hızır’ı bulacağını vaat eder fakat kırk gün sonra gelip bulamadığını söyler. Üç vezirin ikisi, adamı dibeğe koyup dövmek ve etlerini Engele asmak suretiyle cezalandırmayı, üçüncüsü ise adamı bırakmayı önerir. Bu olayın başlangıcından beri yoksul adamın yanından ayrılmayan çocuğa ne dediğini soran padişah, onun iki vezirinin babasının dabak ve kasap olduğu için cezalandırmayı, asaletli olan üçüncüsünün babasının ise vezir olduğu için zaten zavallı olan adamı cezalandırmayı gereksiz gördüğünü açıklar. Padişahın, sen kimsin şeklindeki ikinci sorusuna, Hızır Aleyhisselâm diyerek ortadan kaybolur. Burada Hızır’ın insanların hem geçmişlerini hem de ruhlarını bilen bir kişi olduğu vur­gulanmış olur. Bu efsanenin Hızır’ı sahneye sokmadan, insanlar arasında geçen şekli, Trabzon’da tespit edilmiştir. Burada padi­şah, üçüncü vezirin iyi bir yönetici olduğunu görür, kendi çıkarla­rını gözetip halkı kötü yöneten diğer vezirlerini azleder, fakir adamı da üçüncü vezirin yanında çalışmakla görevlendirir.
“Bozatlı Hızır” başlıklı bir başka Elazığ efsanesinde, yardım isteyene, darda kalana yetişen Hızır anlatılır. Köylülerden biri, sürekli Hızır’ın gelmesini isteyip durur. Bir gün tarlasında çalışır­ken yine Hızır’ın adını anınca, karşısına Hızır çıkar, dileğini sorar, şaşkınlığını atıp yerdeki beli kürek yaparsa ona inanacağını söy­ler. Yerdeki bel kürek olur fakat Hızır da ortadan kaybolur. Anla­tıcı fazla umut bağlanan bir şeyden beklenen sonuç elde edile­mezse bu efsanenin hatırlandığını, Hızır’ın beli kürek yapmasının yıllarca anlatıldığını belirtir.
Bir Giresun efsanesinde, Hızır, ihtiyar bir adam şeklinde ço­bandan yiyecek ister. Çoban onu doyurup yolcu eder. Çobanın koyunları Hızır tarafından akşamdan sabaha kadar otlatılır, sa­bah eski yerine getirilir. Çobanın bir arkadaşı bu durumu görüp telaşlanınca, çoban durumu anlatır, fakat sır ortaya çıktığı için Hızır, bir daha koyunları yaymaz. Hızır, burada çobanı ve kü­çükbaş hayvanları koruyan kutsal bir ruh rolünü üstlenmiştir.
Göllerin oluşumuyla ilgili anlatılan efsanelerde de Hızır’ın beddua ederek bir işlev üstlendiği görülür. Hızır, üstü başı peri­şan fakir, yaşlı bir derviş, dişi bir köpek, hamile bir kadın, yaşlı bir dede kılığında bir köye gelir, köylülerden ev ev dolaşıp yiye­cek içecek ister, kimse vermez. Sadece İki çocuğundan başkası olmayan, kıt kanaat geçinen genç bir gelin, bir çoban veya bir sabancı durumu ihtiyara anlatır, ya da evinde az olan yiyeceğini onunla paylaşır. Hızır, bu şahsa arkasına bakmamasını söyleyerek peşinden gelmesini ister. Şahıs denileni yapar fakat yolun bir bö­lümünde merakına engel olamaz, arkasına bakar ve köyün sel altında kalıp göle dönüştüğünü görür. Hızır, ya beddua eder ya da hiçbir şey söylemeden kaybolur, şahıs ve yanındakiler taşlaşır.
(Mitolojien Efsaneye – Muharrem KAYA, sayfa: 75-81)

Haydar Dede ve tekkesi

Haydarhâne

Haydar Dede ve tekkesi

Şeyh Aliyyü’l-Haydarî, diğer adıyla Haydar Dede, Fâtih Sultan Mehmed’in sancakdarlarından biriydi. Saraçhâne yakınlarında şimdiki Horhor Caddesi, Kavalalı Sokağı’nda bir mescid yaptırmış, sonra meşîhat koydurarak mescid-tekke hâline getirmiştir. ‘Haydarhâne’ olarak bilinen bu tekkenin tevhidhânesi içinde, zamânında ziyâretgâh olmuş ahşap türbesi varmış. Bitişiğinde oğlu Hüseyin Haydarî’nin sandukası varmış. Tekke yangın geçirmiş, sandukalar yok olmuştur.
Yangından sonra 1312/1894-95 yılında tekke tekrar inşâ edilmiştir. Nâzımü’l-hikem Hamdi Bey şu mısrâlarla bu işe târih düşmüş:
Feyz-i lütfu Hazret-i Abdülhamîd-i ekremin
Eyledi âbâd pek çok hâne vü kâşâneyi

Etdi ihyâ-yı tekâyâ kıldı mescidler binâ
Seyredin âsâr-ı lütf-ı hüsrev-i ferzâneyi

Yaptı ezcümle Hüseyn-i Haydarî’nin tekkesin
Neşr için feyz-i ulüvv-i himmet-i şâhâneyi

Şâd edüb rûh-i alemdâr-ı cenâb-ı Fâtih’i
Vakf-ı şükrân etdi merdân-ı riya-bîgâneyi

Yâd-ı lütfun zamm-ı evrâd eyliyor her Kādirî
Zîb-i dest ettikçe her gün sübha-i sad-dâneyi

Eylemez nisyân-ı ihsân mest ü hayrân olsa da
Gavs-ı Geylânî elinden nûş eden peymâneyi

Gördüm itmâmın dedim Hamdî güher târîhini
Eylemiş Abdülhamîd ihyâ şu Haydarhâne’yi

                             sene 1312
Bu şiir tekkenin cümle kapısının üstündeki tâlik kitâbede yazılı idi.
Tekkenin ihyâ kitâbesi
Haydarhâne, âyin günü pazar olan bir Kādirî tekkesi idi. Zamanla çatısı çökmüş, sonra tamamiyle yıkılmıştır. Yerine apartmanlar yapılmış, sonra onlar da yıkılıp yerlerine İstanbul Üniversitesi’nin hizmet binâları konmuştur.

Haydarhâne şeyhleri

Haydarhâne postnişînleri hakkında bilgimiz çok eksiktir. Bildiklerimizi yazalım. Şeyhler zincirinde çok kopukluklar olduğu bârizdir.

Aliyyü’l-Haydarî

Tekke’nin kurucusu olan Haydar Dede. Fâtih döneminde yaşamış, onun alemdarlığını yapmıştır.

Hüseynü’l-Haydarî

Haydar Dede’nin tekkeyi nâm bırakan oğlu.

el-Hâc Mehmed Efendi

Sâliha Hâtun’un düğünü sırasında, yâni 1250/1834 yılında tekkenin şeyhi es-Seyyid el-Hâc Mehmed Efendi idi.

Mehmed Keşfî Efendi

Havuç Şeyh Mehmed Keşfi Efendi (r. 1267/1850-51), Süleyman Sâfî Hazretleri’nin oğlu veyâ dâmâdıdır, aynı zamanda onun halîfesidir. Mehmed Keşfî Efendi döneminde Haydarhâne Resmiyye’ye bağlandı. Bu Mehmed Keşfî Efendi’nin yukarıdaki el-Hâc Mehmed Efendi ile aynı kişi olup olmadığını bilemiyoruz.

Süleyman Sâfî Efendi

Haydarhâne’nin Mehmed Keşfî Efendi’den sonraki şeyhi onun 1255/1839-40 İstanbul doğumlu olan oğlu Süleyman Efendi’dir. Büyükbabası ile adaş olup, tam adı ‘Havuçzâde Süleyman Sâfî’dir.
Haydarhâne şeyhi Süleyman Sâfî Efendi, Ayaspaşa’daki Ali Baba Tekkesi şeyhi Hasan Tahsin Efendi’nin icâzet töreninde icâzetini tasdik etmiştir. Halîfelerinden Şeyh Mehmed Efendi de Ali Baba Tekkesi’nde vekil şeyh olmuştur.

Mustafa Hüsâmeddin Efendi

Süleyman Efendi’nin 1283/1866-87 yılında doğmuş olan ‘Mustafa Hüsâmeddin’ adında bir oğlu vardır. Süleyman Efendi’den sonra post makāmına oturup oturmadığını bilmiyoruz.

Hakkı Efendi

Haydarhâne’de ‘Hakkı Efendi’ adında bir zât-ı şerîfin şeyhlik yaptığını ve bu kişinin en ileri gelen reislerden olduğunu biliyoruz, ama kendisi hakkında başka bilgimiz yoktur.

Hâfız Ahmed Efendi

Hakkı Efendi’den sonra tekkenin postnişîni, oğlu Kādirî Hâfız el-Hâc Ahmed Efendi oldu. Bu zât da kıyâmî ve devrânî zâkirbaşılarındandır. İdâresi mükemmeldi. Kırımlı Hâfız Şeyh İsmâil Hakkı Efendi (r. 1911) tarafından yetiştirilmişti. Kâğıthâne’deki Şâzelî Tekkesi şeyhi Tahsin Efendi’den Şâzelî şugulleri meşk etmiştir. 1918 yılında Haydarhâne’nin postnişînlik makāmında bulunuyordu. 1334/1915 yılında âhirete göçtü ve tekkesine sırlandı.

Receb İrfan Efendi

Receb İrfan Efendi, Hâfız Ahmed Efendi’nin oğludur. 1314/1896-97 yılında İstanbul’da doğmuştu. Hâfız Ahmed Efendi’den sonra bir müddet için Gümüş Baba Dergâhı şeyhi Mehmed İzzet Efendi vekâleten şeyhlik yapmış, 6 Rebîülevvel 1340 Pazartesi günü - Salı gecesi (7-8 Kasım 1921), Receb İrfan Efendi, Mehmed İzzet Efendi tarafından istihlâf edilmiş, tâc ve hırka giymiştir.
Sefîne’den öğrendiğimize göre 1343/1924-25 yılında Haydarhâne’nin postnişîni Şeyh İrfan Efendi idi.

Peyk Dede Tekkesi

Peyk Dede Tekkesi

Peyk Dede Tekkesi’nin yeri

Peyk Dede Tekkesi, Fâtih’in Veled-i Karabaş Mahallesi’nde, Karagöz Câmii yakınlarında, eski adı ‘Karabaşçeşmesi’ olan Peyk Dede Sokağı’nda idi. Kurucusu, Gülşenî şeyhi Hasan Sezâî (r. 17 Ramazan 1151/29 Aralık 1738) Hazretleri’nin halîfelerinden olan ve ‘Peyk Dede’ diye tanınan Ahmed Remzi Efendi’dir. Tekkede Gülşeniyye’den, Kādiriyye’den ve Sünbüliyye’den şeyhler, irşad postuna oturmuşlardır. Tekke bir dönem Resmiyye’ye bağlı olmuştur.

Peyk Dede Tekkesi şeyhleri

Peyk Dede

Tekke’nin bânisi Ahmed Remzi Efendi (Peyk Dede), Edirne’de Hasan Sezâî Hazretleri’ne intisâb etmiş, onun tarafından halvete konmuş, kemâle erince İstanbul’a gönderilmiş ve Silivrikapı yakınlarındaki tekkesini kurmuştur. Ahmed Remzi Dede’nin Etvâr-ı Seb‘ası vardır. Süleymâniye Câmii vâizi Âşık İsmâîl Efendi, onun halîfesidir. Bir diğer halîfesi de oğlu Mustafa Efendi’dir.

Şeyh Mustafa Efendi

Ahmed Remzi Efendi’nin irtihâlinden sonra posta onun oğlu Peykzâde Şeyh Mustafa Yeksân Efendi geçti.

Hilâci Şeyh İbrâhim Efendi

Şeyh Mustafa Efendi’den sonra şeyhlik, Kādiriyye’den Şeyh İbrâhim Efendi’ye verildi. Bu zât-ı şerîf 1238/1822-23 te göçtü.

Şeyh Ahmed Sırrî Efendi

Bu zât-ı şerîf de Kādiriyye’dendir. 1254/1838 te göçtü. Kitâbesi şöyledir:
Yâ Hazret-i Sultan Abdülkādir Geylânî

Tarîk-i Kādiriyyeden
bu makamda
seccâdenişîn eş-Şeyh
es-Seyyid Mehmed Saîd
Efendi’nin birâderi
merhûm eş-Şeyh es-Seyyid
Ahmed Sırrî Efendi’nin
rûhiyçün el-fâtiha
sene 1254 h
fî 29 Safer[?]

Mehmed Saîd Aşkî

Şeyh Ahmed Sırrî Efendi’den sonra posta, onun kardeşi Tiryâkî Şeyh Saîd Aşkî Efendi oturdu. Şeyh Saîd Efendi, Kabakulak postnişîni Süleyman Sâfî Efendi’nin halîfelerindendir. Onunla birlikte tekke Resmiyye’ye geçmiş oldu.
Şeyh Saîd Aşkî Efendi hoşsohbet bir zât imiş. Hekimoğlu Ali Paşa (Abdal Yâkub) şeyhi Mehmed Nasreddin Efendi’den de hilâfeti vardır; ayrıca 1245/1829-30 yılında Seyyid Baba Tekkesi şeyhi Hâfız Ali Efendi’den Nakşibendiyye icâzetnâmesi almıştır. Hekimoğlu Ali Paşa Tekkesi ile Kādirîhâne şeyhi Mehmed Emin Efendi’nin meclislerinden ayrılmazmış.
Mehmed Saîd Efendi Hazretleri 10 Rebîülevvel 1271/1 Aralık 1854 târihinde göçmüş, tekkesinin hazîresine sırlanmışdır. Şâhidesinde şunlar yazılıdır:
Yâ Hû
Tarîk-i Âliyye-i Kādiriyye’den
bu dergâh-ı şerîfde seccâde
nişîn olan merhûm ve mağfûr
eş-Şeyh es-Seyyid Saîd
Efendi’nin rûhçün
el-Fâtiha
sene 1271
fî 10 Ra
Mehmed Saîd Aşkî Efendi’nin mezar taşı
Mehmed Saîd Aşkî Efendi’nin mezar taşı

Şeyh Saîd Aşkî Efendi Hazretleri’nin halîfeleri

Mehmed İzzet Efendi
Zâkirbaşı Mehmed İzzet Efendi, mükemmel bir zâkirdi. Kendisi de, oğlu Hayri Efendi de, torunu İbrâhim Halil Efendi de, Merkez Efendi Tekkesi’nde ve diğer kıyâmî devrân tekkelerinde zâkirbaşılık etmişler ve meşhur olmuşlardır.
Mehmed İzzet Efendi’nin bir tekkede postnişîn değildir. Tâc ve gül işlerdi. Bunları Kabakulak Âsitânesi şeyhi İsmâil Hakkı Efendi’ye de öğretmişti.
Hazret 25 Muharrem 1290/25 Mart 1873 Pazartesi günü irtihâl etdi. Kocamustafapaşa’da, Ağaçkakan Bedevî Tekkesi hazîresinde gömülüdür. Mezar taşı yoktur.
Şeyh Attar İbrâhim Efendi
Attar İbrâhim Efendi, Eyüp’te bulunan Molla Çelebi Tekkesi şeyhi idi.
Şeyh Ahmed Sıdkî Efendi
Şeyh Abdülhalîm Zikrî Efendi
Mehmed Saîd Aşkî Efendi’nin halîfelerinden biri de Bülbülcüzâde Tekkesi şeyhi Hacı Abdülhalîm Zikrî Efendi’dir. Bülbülcüzâde Tekkesi’ni Resmiyye’ye geçiren bu şeyh 3 Zilhicce 1320/3 Mart 1903’de göçdü, tekkesinde sırlandı.

Şeyh Abdülkādir Efendi

Tiryâkî Şeyh Saîd Efendi’den sonra posta onun oğlu ve Kādirîhâne şeyhi Mehmed Şerâfeddin Efendi’nin halîfesi olan Şeyh Abdülkādir Efendi geçti (doğumu 1262/1845-46, rıhleti 28 Ramazan 1298/24 Ağustos 1881). Çocuğu yoktur. Tekkenin hazîresinde yatıyor.

Şeyh Hacı Hasan Efendi el-Kādirî

Tekkenin bir sonraki şeyhi, iç bostan dellallarından Şeyh Hacı Hasan el-Kādirî Efendi olup, bu zât-ı şerîfin zamânında tekke yenilenmiştir. Bu yüzden Şeyh Hasan Efendi, tekkenin üçüncü bânisi sayılır. Tertemiz kalpli bir insan olan Hacı Hasan Efendi, 6 Zilkāde 1307/23 Haziran 1890 Pazartesi günü fânî âlemi terk etti. Mezar taşında şöyle yazılıdır:
Yâ Hû

Bu dâr-ı mihneti zannetme câ-yı istirâhatdır
Cihân içre saâdet âkil isen terk-i râhatdır
Deni dünyânın âhir mülkü fânî hükmü zâildir
Sürûru gam, san‘atı bâis-i renc ü meşakkatdir
Bu hânkâh-ı şerîfde postnişîn
iken irtihâl-i dâr-ı bekā eyleyen Tarîkat-i
Âliyye-i Kādiriyyeden bânî-i sâlis
eş-Şeyh Hacı Hasan Efendi’nin rûh-i
şerîfine el-fâtiha
1307 sene
fî 6 Zilkāde yevm-i isneyn

Şeyh Mehmed Gâlib Efendi

Şeyh Hacı Hasan Efendi’den sonra irşad görevini onun üvey oğlu ve halîfesi, gümrük ketebesinden Şeyh Mehmed Gâlib Efendi aldı. Aksaray’da Kara Mehmed Paşa Câmi-i şerîfinin imamı olan bu zât da 1327 Zilkādesi’nde/1909 Kasım-Aralığı’nda göçtü.

Şeyh Abdünnebi Efendi

Gâlib Efendi’den sonra Merkez Efendi tekkesi şeyhi Ahmed Mesud Efendi’nin (r. 6 Rebîülevvel 1332/2 Şubat 1914) küçük kardeşi Abdünnebi Efendi posta geçdi. ‘Nebi Efendi’ diye de anılan bu zât-ı şerîf 8 Receb 1330/23 Haziran 1912 günü rıhlet etti. Merkez Efendi hazîresinde yatmaktadır.

Şeyh Mesud Efendi

Abdünnebi Efendi’nin irtihâlinden sonra posta onun oğlu Mesud Efendi geldi. Tekkelerin sırlanmasına kadar irşad görevinde bulundu. Mesud Efendi de 1930 yılında göçdü.

Hâkî Baba Tekkesi

Hâkî Baba Tekkesi

Hâkî Baba Tekkesi, Eyüp ilçesinde, Bülbül Yuvası Sokağı’nın devâmında Evlice Baba Tekkesi Sokağı’nda, Evlice Baba Câmii’nin karşısında yer alır. İnşâ târihi 1216/1801-02 dir. Bugün Nazmi Geylânî Hazretleri’nin türbesinin kapısının üstünde bulunan kitâbesinde şöyle yazılıdır:
el-Kutbü’r-Rabbânî ve’l-Gavsü’s-Samedânî
Kandil-i nûrânî mahbûb-i Sultânî
Hazret-i Şeyh Sultân Abdülkādir Geylânî
Hâzâ zâviye-i Ebû Mârûf el-Kādirî el-Hâkî alâ bâbillah
Sene 1216
Tekke zamanla harâb olup, arsa hâline gelmiştir. Uzun zamandan beri boş arsa olarak kalmış olan tekkeyi Eyüplü Sarac İsmâil Efendi tekrar ihyâ etti. İsmâil Efendi’nin Haliç kıyısında,Molla Çelebi Tekkesi karşısında bir tabakhânesi vardı. Aslında Silivrikapı’daki Körükçü Tekkesi şeyhi Sıdkî Efendi’den hilâfet almış olan İsmâil Efendi’ye, komşusu ve yakın dostu, Molla Çelebi Tekkesi postnişîni Mehmed Eşref Sabri Hazretleri de teberrüken hilâfet vermişti. Tokmaktepe’nin alt taraflarında, Defterdar’da bulunan bir evi zâviye hâline getirmek isteyen Sarac İsmâil Efendi, bu arzusuna erişememiştir. Hâkî Baba tekkesinin boş arâzisini satın alıp, pîrdâşı Şeyh Sâdeddin Efendi’ye vakf etti. Sâdeddin Efendi bir hücre ile tevhidhâne yaptırıp tekkeyi yeniden binâ etmiştir. Oğlu bulunmayan Sarac İsmâil Efendi 1333 Ramazân-ı şerîfinde (Temmuz-Ağustos 1915’de) âhirete göçtü ve tevhidhâne dâhilindeki türbeye gömüldü.
Yine Şeyh Sâdeddin Efendi’nin zamanında bahriye kolağalası Eyüplü Fethi Bey tarafından dergâh-ı şerîf tâmir gördü.

Hâkî Baba Tekkesi postnişînleri

Şimdi tekkenin postnişînlerini tanıyalım.

Hâkî Baba Hazretleri

Tekkenin kurucusu Hâkî Efendi, başka bir deyişle Hâkî Baba, Kādirî şeyhi idi. Nazmi Geylânî Hazretleri’nin türbesinde yatmaktadır. Tekkenin vakfiyenâmesi 1225 Haziranı’nda (Haziran-Temmuz 1810) yazdırılmışdır.
Bir ünvanı da “Ebû Mârûf” olan Hâkî Baba, tekkeyi inşâ etmeden önce, Evlice Baba Câmii’nde bir müddet mukābelede bulunmuşdur.
Hâkî Baba’nın iki şiirini biliyoruz.
Pâk aşka er gönül dildâra sor sorma bana
Nûr-ı zâtı Ahmed-i Muhtâr’a sor sorma bana

Vâkıf-ı esrâr-ı rumûz-i evliyâdır ehl-i dil
Bu rumûzu vâkıf-ı esrâra sor sorma bana

Yaz bismillah ile hâzâ sıratun müstakîm
Rehberin bul Haydar-ı Kerrâr’a sor sorma bana

Çünki ağyârda iken dil-i teşneyi ihyâ eden
Kerbelâ’da sâkin ebrâra sor sorma bana

Bir tecellîden müsemmâdır yalnız Hâkî
Kevn ü âlem sırrını Gaffâr’a sor sorma bana
Yukarıdaki şiir bestelenmiş ve Kādirî dergâhlarında, bilhassa Hâkî Baba Dergâhı’nda kıyam zikrine kalkılırken okunagelmiştir. Ne yazık ki bestesi kayıptır.
Ne gam bana şimdi ne keder
Abdülkādir derler şeyhimiz var
Ne elem edem gayri
Abdülkādir derler şeyhimiz var

Sülûkuna giren derviş
Olur aşkı ile cûşîş
Şarâb-ı tahûr eyler nûş
Abdülkādir derler şeyhimiz var

Eser çün cezbe yelleri
Kerâmetdir hem gülleri
Nûr-ı envâr gönülleri
Abdülkādir derler şeyhimiz var

Bağdad’da türbesi yeşil
Ceddi resûlallah asil
Hamdülillah olduk vâsıl
Abdülkādir derler şeyhimiz var

Şeyh Hâkî bildim o
Sûî diller olur er yâ Hû
Velîler içine ulu o
Abdülkādir derler şeyhimiz var

Seyyid Hüseyin Mâruf Efendi

Hâkî Baba’nın büyük oğlu Seyyid Hüseyin Mâruf Efendi, kendisinden sonra posta geçmiştir. Mevlevî Mehmed Abdülbâki Efendi’nin — yazılış târihi belirtilmemiş olan, ancak içindeki şeyhlerin adları ile rıhlet târihlerinin karşılaştırılmasıyla 15 Ocak 1823 ile 30 Haziran 1823 günleri arasındaki dönemin durumu yansıttığı anlaşılan — meşâyih defterinde “Eyüp’te Bülbülderesi kurbünde Şeyh Süleyman Efendi hülefâsından Mâruf Efendi dâileri” olarak geçen Mâruf Efendi, Seyyid Hüseyin Mâruf Efendi’dir. Sâliha Sultan’ın 1834 yılındaki düğünü anlatan surnâmenin 20a varağında “Eyyûb’de Bülbülderesi Hâkî Baba Tekyesi şeyhi Mârûf Efendi” diye geçen kişi de Seyyid Hüseyin Mâruf Efendi’dir. O hâlde Mâruf Efendi’nin postnişîn olması 1823’den önce, rıhleti ise 1834’den sonradır.

Şeyh Ahmed Eyyûbî

Eyüplü Hacı Ahmed Hulûsî Efendi, Koska’da ki Sâdiye Âsitânesi’nin yâni Abdüsselâm Tekkesi’nin şeyhlerinden Mustafa Haydar Efendi’nin halîfesidir. Önceleri Hâkî Baba Dergâhı’nda âyin icrâ ederdi, sonra Sâdiyye’den Taşlıburun Tekkesi’ne nakl olunmuş ve o tekkenin şeyhi olmuştur. Hacca gitmiş, memleketine dönerken Şam’da âhirete intikāl etmiştir (1231/1815-16). Şam’da Bilâl-i Habeşî Hazretleri’nin ayak ucunda yatıyor. Taşlıburun Tekkesi’nde de adına teberrüken bir sanduka konmuştur.

Şeyh Mehmed Emin Efendi

Bu kişi hakkında bilgimiz yoktur.

İsmâil Hakkı Mârûfî Hazretleri

Sâdeddin Geylânî Hazretleri’nin babası olan İsmâil Hakkı Mârûfî Hazretleri, mübârek, ehl-i hâl bir zât imiş. Sâdiyye’ye intisâb etmiş, Taşlıburun Tekkesi şeyhi Süleyman Sıdkî Efendi’den hilâfet almıştır (Süleyman Sıdkî Efendi, Şeyh Ahmed Eyyûbî’nin oğludur).
İsmâil Hakkı Hazretleri’nin mezar taşının yerini ve kitâbesini Cemâleddin Revnakoğlu kaydetmiştir. Mezarı Yusuf Muhlis Paşa Caddesi üzerinde, sonradan Birlik Pasajı olmuş bulunan Yeni Sinema bahçesinin biraz karşı yukarısında, sağda, ikinci sed üstünde imiş. Mezar taşı beyaz mermerden ve mıstarlı olup, başında püsküllü mahmudiye fesi varmış. Sülüs yazılı kitâbesi şöyle imiş:
Hüve’l-hayyü lâyemût

Tarîk-i Âliyye-i Kādiriyye
muhibbânından merhûm Mûsâ
Safvetî Paşa kethüdâsı merhûm
ve mağfûr el-muhtâcu ilâ rahmeti rabbi
’l-gafûr el-Hâc İsmâil Hakkı
Efendi’nin rûhuna el-Fâtihâ
Sene 1297
fî 11 Ca
Buna göre Hazret 11 Cemâzeyilevvel 1297 (hicrî), yâni 21 Nisan 1880 (mîlâdî) gününde göçmüş oluyor.

Şeyh Mehmed Nûri Efendi

Şeyh Mehmed Nûri Efendi, İsmâil Hakkı Efendi’nin oğludur. ‘Halebi Efendi’ diye tanınır. Zamânında dergâh arsa halinde idi. Bâzen dergâhın bahçesinde, bâzen de Evlice Baba Câmii’nin yanındaki evinde usûl icrâ ederdi. 18 Mart 1318 rûmî, 31 Mart 1902 mîlâdî târihinde göçtü. Tekkenin türbesinde yatıyor.
Daha sonra Mehmed Sâdeddin Geylânî Hazretleri ve sonra onun da yerine Hüseyin Nazmi Geylânî Hazretleri posta geçtiler; onları ayrı sayfalarda anlatmaya çalışacağız.

Hâkî Baba Tekkesi zâkirleri

Âmâ Osman Efendi

Sâdeddin Geylânî Hazretleri’nin pirdaşı, Molla Çelebi Tekkesi şeyhi Mehmed Eşref Sabri Efendi’nin halîfelerinden olan Hasköylü zâkir âmâ Osman Efendi, Hâkî Baba Tekkesi’nin zâkirlerindendi. Hasköy’de Humbarahâne Câmii müezzini, kıyâmî ve devrânî zâkirbaşı idi. Güzel nef üflerdi. 1326/1908-09’da rıhlet etti. Hasköy Mezarlığı’nda medfundur.

İzzet Ahmed Efendi

Mevlânâkapılı İzzet Ahmed Efendi, Mehmed Şemseddin Tekkesi halîfelerindendir.

Yaşar Baba

Meşhur Yaşar Baba da Hâkî Baba Tekkesi’ne gelir, zâkirlik yapardı.

Hacı Şeref Efendi

Hâkî Baba Tekkesi’nde zâkirlik yapanlardan biri de Yaşar Baba’nın öğrencilerinden Hacı Şeref Efendi idi.

Terlikçi Mehmed Efendi

‘Gümrükcü Mehmed’, ‘Kuru Mehmed’, ‘Karagözcü Mehmed’ isimleriyle de yâd edildiği gibi sâdece ‘Terlikci’ de denilen Terlikçi Mehmed Efendi, Balat imamının çıraklarından ve Şerbetdâr Tekkesi şeyhi Mehmed Efendi’nin dervişlerindendir. Sonradan Yaşar Baba’dan Bektâşî nasîbi almışdır. Son derece nüktedân, latîfeci bir kişiymiş. Kıyam zikirleri, tanıyanlarını sanki kıyâm zâkirliği için yaratılmış olduğu fikrine kaptırtacak kadar güzel ve başarılıymış. Şeyh Murâd Buhârî Tekkesi’nde de zâkirlik ederdi.
Hepsinin rûhu şâd ola.

Şeyh Galip (GALİP DEDE) Türbesi

Şeyh Galip (GALİP DEDE) Türbesi


ŞEYH GALİP
            1757-1799  yılları arasında yaşamış XVlll. asrın bu en ünlü Divan Şairi 1757 yılında İstanbul'da Yenikapı Mevlevihanesi yakınlarında bir evde doğdu.Asıl adı Mehmed Esat'tır.Babası Mustafa Reşid Efendi'dir.Divan Katibi idi.Galib'in dedesi Mehmet Efendi de Mevlevi idi.Mevlevilik ve tasavvuf dededen intikal etti.Annesi Emine Hanım'ın etkisi bilinememekle beraber ,babası Mehmet Esast'a şahidi Lügati'nin eğitimini verdi.
            Bir ara Divan-ı Hümayun Beylikçilik Kalemi'ne devam etti ise de bundan sıkıldı.Molla Gürani'de ki evinde yetenekli gençlere Farsça ve Mesnevi dersleri veren Hoca Neş'et ve intisap etti.Şiirler yazmağa başladı.Hoca Neş'et ona Esat mahlasını verdi.Bu yaşlarda hocasına methiyeler ,arkadaşlarına nazireler,ünlü geçmişlere benzer parçalar yazdı..Esat mahlasını kullandı.Tasavvufu iyice öğrendi.Buharalı Türk şairi Şevket'in Farsça şiirlerini çok sevdi.Esat çok kullanılan mahlas olduğu için Esat çok kullanılan mahlas olduğu için manzumelerinde Galib'i tercih etti.Mahlasını değiştirmesi çağında dedikodularına sebep oldu.Şair Sürüri buna dair bir hiciv kıt'a da yazdı.1780-1781 de bir divan tertip etti.Kaside ,gazel,musammat şekillerinde çok başarılıydı.mesnevi tarzındaki başarısınıda Hüsn-ü aşkta gösterdi.Mesnevi'yi 1783 yılında tamamladı.Aileis sütlüceye taşındı.Bu arada ana babasından habersiz mevlevi erkanınca ,Konya'ya giderek çileye girdi.1784 de İstanbul'a döndü.Yenikapı Mevlevihanesi'nde çileye girdi.Hücre sahibi bir mevlevi dedesi oldu.
            Galip Dede Sütlüce'deki Mevlevi Dedelerinden şair Yusuf Sinecak'ın türbesi civarındaki evinde,Yusuf Sineçak'ın Cezize'i Mesnevi'sine şerh yazdı.Bundan önce Trabzon'lu Kösec Ahmed Dede'nin mevleviliğe ait es sohbetu's Safiye'sine  haşiye yazmıştı.
            Mevleviliği ve musikiyi çok seven lll.Selim (1789-) tahta çıkınca Galip DEde'de onun himayesine girdi.1791 yılında Galata Mevlevihanesi Şeyhliğine getirildi.Onun lll.Selim'e sunduğu kaside üzerine Galata Mevlevihanesi tamir edildi.Hükümdarın ve kadın sultanalrın teveccühleri devrin devlet ilim ve sanat adamlarının Galata Mevlevihanesi'nde toplanmalarına sebep oldu.Şiir ve musiki mahfili oldu.1795 de annesi Emine Hanım'ın iki yıl sonrada dervişlerinden Esar Dede'nin ölümü Galib Dede'yi üzen büyük olaylardan biri olmuştur.Esrar Dede için yazdığı "Mersiye" üzüntüsünü anlatmaya yeterlidir.
            Şeyh Galib ,Receb ayının 26.çarşamba günü (H.1213/ m 1799 ) öldü.Kandile rastlayan perşembe günü , Galata Dergahı'nda Mesnevi Şarihi Ankaralı İsmail Efendi Türbesi'ne gömüldü.
            Galip Dede'nin geniş bir muhayyilesi vardır.Ona göre sanat yeni ve şahsi olmalıdır.Taklit sanat olamazdı.Esat mahlasıyla yazdığı nazirelerde bile şahsilik vardır.Fuzuli ,Baki,Nef'i Nedim gibi şairlerin üstüne çıkmak zordu.Basit Türkçe'yle bile yenilik yapmak için şiir denemesi vardır.
            Yenilikçi olan Galib Dede Esrar Dede'yi,Ayni'yi,Pertev Paşa'yı,Daniş'i,Arif Hikmet'i etkilemiştir.Onun en güçlü takipçisi İzzet Molla'dır.
            Galip Dede aslında sade ve açık şiirle kitle tarafından beğenilmeyi istemez.O eskiyi çekici renklerle canlandırırken yenilik olarak ta kapalılığı getirir.Belirsiz,esrarlı bir dolgunluk gürülür.

ŞEYH GALlP (GALİP DEDE) TÜRBESİ: 
Beyoğlu Şişhane semtinde, Galata Mevlevihanesinin avlusundadı
r.

Laleli Baba..laleli .istanbul

Laleli Baba..laleli .istanbul

istanbul-evliyalari-15-laleli-baba
Laleli semtine ismini veren Laleli Baba, 18. yüzyılda, III. Mustafa döneminde yaşamış ve kerametleriyle ünlenmiş bir derviştir. Rivayete göre, Sultan III. Mustafa, bugün Laleli adı verilen bölgede bir cami yaptırmak ister ve inşaata başlanır. Cami inşaatını denetlemeye geldiği bir gün padişah bölgede Laleli Baba adlı bir evliyanın yaşadığını öğrenir. Laleli Baba ile görüşmek, söz ve sohbetinden yararlanmak ister. Laleli Baba bulunur ve padişah Laleli Baba ile uzun bir sohbete başlar.
Sohbetin bitiminde III.Mustafa; “Efendi hazretleri, bu dünyada en güzel şey nedir acaba?” diye sorar, Laleli Baba; “Bu dünyada en değerli şey yeyip içtikten sonra sıkıntısız bir şekilde def-i hacet (büyük hacet) yapabilmektir” der. Hükümdar bu cevaba kızar ve yanındakilerle sarayına döner.
Ertesi gün hükümdar şiddetli bir kabızlığa yakalanır. Sarayın hekimbaşıları seferber olur, bilinen bütün ilaç ve yöntemler denenir ama fayda etmez bir türlü. Günler geçer, acı ile kıvranan padişahın derdine derman bulunamaz. Sonunda birinin aklına gelir. Laleli Baba’ya haber verilirse belki onun yardımı ile hükümdar bu dertten kurtulabilir, diye. Padişaha danışılır ve Laleli Baba hemen saraya çağrılır. Doğum sancısı çeken bir kadın gibi sancıyla kıvranan hükümdar Laleli Baba’ya “Aman beni kurtar” diye yalvarır.
Laleli Baba: “O kadar kolay değil, karşılık olarak ne vereceksin” diye sorar.
Hükümdar: “Yaptırdığım camiye senin adını veririm” der.
Laleli Baba, padişahın hiçbir teklifini kabul etmez ve en sonunda ağzından baklayı çıkarır. “Sana himmet edeceğim, ama karşılığında padişahlığı isterim” der…
Çaresizlik içinde kıvranan padişah, “Tamam, o da senin olsun” deyiverir sonunda.
Bunun üzerine Laleli Baba duasını yaparak hükümdarın sırtını sıvazlar ve “Hadi git kurtulacaksın” der. Padişah derdinden kurtulduğu için mutludur ama saltanatı elden gittiği için de üzgündür. Laleli Baba, Sultan’ın haline bakar uzun uzun ve “Bir saltanat ki bir def-i hacete değişiliyor, öylesine ucuz bir saltanat bize gerek değildir, al yine senin olsun” diyerek evine geri döner.

Helvacı Baba Türbesi

Helvacı Baba Türbesi..vefa

istanbul-evliyalari-09-helvaci-baba
Halk arasında helvacılık da yaptığı için “Helvalı Baba” ya da “Helvacı Baba” gibi isimlerle bilinen bir tasavvuf ehline ait olan bu türbe Vefa’dan Veznecilere giden yol üzerindedir. Ziyaretçisi hiç eksik olmayan bu türbede özellikle Cuma günleri dilek sahipleri helva dağıtarak dileklerinin kabulü için dua ederler.

Selami Dede..kısıklı

Selami Dede..kısıklı

istanbul-evliyalari-10-selami-dede
Kısıklı’dan Çamlıca Tepesi’ne doğru çıkılırken yolun solunda bulunan küçücük bir türbedir Selami Dede’nin türbesi. Bu türbe Selami Dede’ye gönülden bağlanmış pek çok kişi tarafından ziyaret edilir, dilekleri kabul olanlar buraya tekrar geldiklerinde mutlaka bir kutu kesme şekerle gelir ve kutuyu oraya bırakırlar ki dileğinin kabul olmasını isteyenler alsın.

Yürüyen Dede Türbesi

Yürüyen Dede Türbesi 

ANKARA / ALTINDAĞ –Sakarya Mahallesi


Yürüyen Dede Türbesi -Eski
Yürüyen Dede Türbesi -Yeni
Yürüyen Dede Türbesi, Ankara İli, Altındağ İlçesi, Sakarya Mahallesi, Öksüzler Sokaktadır.

 Yörük Dede ve Doğan Bey adlarıyla da tanınmaktadır. Türbenin Vakıf Kayıtlarında adı zikredilen Doğan Bey Zaviyesinin bir parçası olduğu düşünülmektedir..

Türbe uzun yıllar evlerin arasında sadece dış kapısı açık, etrafı ise evlerle çevrelenmiş olarak durmaktaydı. Belediye ve vakıfların gayretiyle etrafı açılmış ve restore edilmiştir. kümbetin cenazeliği yoktur. Tek sanduka vardır. Kesme ve kiremitten inşa edilen türbe Selçuklu Dönemi 14. yüzyıl yapısıdır. Türbe Koruma Kurulu kararıyla 1972 yılında Anıt Eser olarak tescillenmiştir.  

Seyit Halil Dede Türbesi

Seyit Halil Dede Türbesi 

Amasya –Uygur Beldesi


Seyit Halil Dede Türbesi
Seyit Halil Dede’nin kim olduğunu bilmiyoruz. 
Uygur Evliyaları toplu olarak ziyaret edilirken, bu evliya da toplu olarak ziyaret edilmektedir.    
Türbe mezarlığın için etrafı taşlarla sınırlandırılmış özensiz bir mezardır.
Seyit Halil Dede Türbesi, Amasya İli merkez ilçesi Amasya’ya bağlı Uygur Kasabasının büyük mezarlığındadır.
Türbe özellikle Uygur halkı tarafından toplu olarak ziyaret edilmektedir. Türbe üç kez ziyaret edilir. Adak haricinde Cafer Dede ziyaretinde yapılan uygulamalar bu türbede de uygulanmaktadır.