KARIŞIK

17 Mart 2016 Perşembe

Haci Tapdig ve Şeyh Yunus İmre magberesi

Haci Tapdig ve Şeyh Yunus İmre magberesi

azerbaycan..gah şehri



Bu abideler Gah ilinin Oncallı köyünde, ormanın içerisinde bulunan kabiristan, ünlü şahsiyetlerin mezarları üstünde inşası yapılmıştır. Kabiristan yerli lhalkı arasında Oğuz adı ile tanınıyor. Mezarların ikisi de yerden bir metre yükseklikte çay taşından yapılmış örgü ile çevrelenmiştir. Şeyh Yunisin mezarının üstü yaklaşık 1400 yılında Mirza Çelebi Sultan bin Muhammed bin Muhammed Zaman bin İmam Ali adlı şahıs tarafından, Hacı Tapdığın mezarının üstü ise 1786 yılında Şeyh Mirza Çelebi ve Şeyh Salman bin Salih adlı kişi tarafından yapılmıştır. Taptık Baba ve Şeyh Yunus xanegahı bir zamanlar uluslararası kervan-ticaret yolu üzerinde büyük faaliyet göstermiş siyasi ideolojik merkezlerden biri olmuştur.

İmamzade türbesi.azerbaycan

İmamzade türbesi.azerbaycan



Gence şehrinin en değişik mimari yapılarından biri halk arasında Gök kubbe ve Gök mescid (Gök İmam) olarak bilinen İmamzade mimarisidir. Anıtın halk arasında bu tür adlandırılması oraya dahil olan binalar içerisinde önemli yer tutan türbe binasının üst kısmının gök yüzüne karşı bir nevi örtü işlevi görmesiyle alakadardır. Türbenin kitabesinde şöyle yazıyor: "O'dur sonsuzluk. Bu onurlu cennet bahçesi 120 yıl babasının - ona selam olsun - hicretinden sonra vefat etmiş imam Muhammed Bağırın - ona selam olsun - oğlu Mevlana İbrahim'in türbesidir"

PİR SULTAN ABDAL..YILDIZELİ

PİR SULTAN ABDAL..YILDIZELİ



PİR SULTAN Sivas’ın Yıldızeli İlçesinin Çırçır bucağına bağlı Banaz köyünde yaşamıştır. Köy Yıldız Dağı eteklerinde, Çırçır’ 48km, uzakta olup denizden yüksekliği 1700 metredir. Evleri kerpiç, damları toprak, içi dışı ak toprakla sıvanmış, çoklukla tek katlı, soğuğa karşı birkaç metre yere gömülüdür.
İlk olarak köye araştırma yapmak üzere 1939 yılında Pertev Naili Boratav gitmiş, ondan yirmi yıl sonra öğretmen İbrahim Aslanoğlu, daha yakın yıllarda da Hüseyin buluz birer ziyaret yapmışlardır.
Bu kişilerin anlatıklarına göre; Pir Sultan’ın oturduğu ev şimdi de durmaktadır. Evin önünde, Pir Sultan’ın asasının ucuna takarak Horasan’dan getirdiği bir değirmen taşı, bir söğüt ağacı (Buluzun söylediğine göre çem ağacı)vardır. Bu ev, ağaç kutsal sayılır, ziyaret edilir. Pir Sultan yaz aylarında, havaların iyi olduğu günlerde , ağacın altındaki Horasan’dan getirdiği taşın üstüne oturup karısı ile sohbet etmeyi pek severmiş. Evinin yanında (bu günbakımsız bırakılmış) birde bahçesi varmış.
Buluz’un 1969’da yaptığı ziyaretten önce1966’da Akşam Gazetesi muhabiri Cengiz Tuncer de Banaz’a gitmiş, bilinen halk rivayetlerine dayanarak özellikle Hızır Paşa ile ilişkilerini hikaye etmiştir. B u dizi yazıların arasında ilk olarak köyle ilgili resimler çıkmıştır.
MEZARI
SİVAS’TA eskiden adı Keçibulan iken sonradan Pir SULTAN’IN ASILMASIYLA Darağacı denilen yerdir. Şimdi buraya Kepçeli denilmektedir. Bugün Sanayi Çarşısının tam karşısındadır. Şimdi Mal Pazarı olarak kullanılan bu alanın Gazhane bitişiğinde, sıra söğütlerin bitiminde hafif tümsek toprak yığını onun mezarıdır. Üstü moloz taşlarla örtülüdür. Mankıbeye göre taşlar asılma sırasında Hızır Paşa’nın emriyle Pir Sultan’ın taşlanmasında kullanılan taşlardır.
Gerçek mezarırnın burası olaması gerekir. Halk da burasını göstermektedir.. Her halde asaılmadan sonra ailesi ve müritleri hükümet korkusundan alıp köylerine götürmemiş olmalıdır. Eğer götürselerdi, bakımlı bir ziyaret yeri olurdu. Oysa, köyde böyle bir şey yokyur.
Yıllar sonra hakkında söylenenler geliştikçe efsanelere bürünmüş, bunun sonucunda bir söylentiye göre; Pir Sultan, Sivas’ta asılmış fakat darağacından inmiş, Erbil’e gitmiş orada gömülmüştür. Bir de S. Nüzhet’in Bektaşi geleneğine göre, Merzifon’da yattığını vardır ki, her iki rivayetin doğruluğu kabul edilemez.
Ayrıca Kemaliye (Eğin) ve Divriği ilçelerinin ortak yaylası olan Sarı Çiçek yaylasının bir bölgesinin adı <<Koca Haydar>>dır. Burada bir tepenin doruğunda bir kümbet vardır ki burada Koca Haydar adında bir veli yatmaktadır. Koca Haydar’ın sürüp gelen soyu ve oturdukları köy Kemaliye sınırları içindedir. Koca Haydar, Sivas ve Divriği bölgelerinde ünlü bir ocaktır.
Koca Haydar’ın türbesini çevreleyen dağın doğu yönünde bulunan Bizmişen, Ağıl, Dilli köyleri aynı yamaç üzerinde olup halkın hepsi Alevi’dir. Ağıl köyü bu bölgede ocak tanınır. Kemaliye ve çevresinde Alevi bulunmadığına göre, adı geçen köyler halkının XVI. Yüzyılda hükümetin Alevi’leri sıkıştırması üzerine Sivas yöresinden buraya geldikleri düşünüle bilir. Burada yatan Koca Haydar’ın Pir Sultan olduğu söylenmektedir. Bilndiği gibi Pir Sultan’ın adı Koca Haydar’dır. Sarı Çiçek yaylasının, Banaz köyünün bağlı olduğu Yıldızeli ile sınır sınır ortaklığı da vardır. Adı geçen köylerin 918/1512 tarihli Diyarbekir defterinde adları geçmektedir. Bu Koca Haydar mezarı Pir Sultan için yapılmış makam olmalıdır. (Bk. : Mehmet Hilmi Gür, Pir Sultan Abdal’ın Mezarı; Türk Folklor Araştırmaları, sayı 255)
PİR SULTAN’IN SÖYLEDİĞİ
ŞAH İSMAİL, Akkoyunlu Devletini yıkıp Şah olduktan sonra Bağdat şehri de kendisine geçmişti. Ölümünde yerine oğlu Şah Tahmasb geçmiş, Kanuni Sultan Sülayman 1534 yılında doğuya yaptığı seferde Bağdat’ı almıştı. Tahmasb’ın saltanatı sırasına rastlayan bu olay Anadolu Alevilerini çok üzmüş, Pir Sultan bunun üzüerine yanık şiir söylemiştir. Bu şiir aşağıya alınmıştır:
9
Güzel Şah’ım çok yerlerden görünür
Aslı nedir, neye verdin Bağdad’ı
Akıl edemedim senin sırrına
Aslı nedir, neye verdin Bağdad’ı
Yazık değil mi müminle müslüme
Ne getirdin Yezid’i Bağdad üstüne
………………………………………..
Aslın nedir, meyve verdin Bağdad’
Yok mu bunda erenlerin yardımı
Ne çekersin cevrin derdini
Yiğide ar değil mi vermek yurdunu
Ah Hünkar’ım neye verdin Bağdad’
Çeksen de askerini gelsen idi
Hacı Bektaş Hanı’na konsan idi
Kırsan ol yezid’i olmaz mı idi
Ah Hünkar’ım neye verdin Bağdad’ı
Ah gidi yezit hendekler doldurdu
Kırdı Hurmail’i aldı Bağdad’ı
Çağrışıp geliyor yeşil ördeği
Aslı nedir, neye verdin Bağdad’ı
PİR SULTAN’ım der ki, üçler yediler
Kırklar da hazır idiler
Bağdad’ı Basra’yı verdi dediler
Aslı nedir, neye verdin Bağdad’ı
Şiiri S. Nüzhet biraz değişik olarak Hatayi adına yayınlamıştı (Bektaşi şairleri, 1930). Sonradan çıkardığı Hatayi Divanı’nda yanlışlığı kabul etmiştir. (s. 231). Boratav da yanlışlığa tokunmuş, şiirde geçen Şah’ın Tahmasb olacağını bildirmişti (s. 71, not: 2). İlk olarak gerçek sahibini ortaya koyduğumuz bu şiir iki bakımdan önemlidir. Birisi Pir Sultan’ın yaşadığı zamanı bildirmesi, öteki de Şah Tahmasb’la, daha doğrusu İran’la yakın ilgidir. Bu ilgi ve sevgi, yeniçeriler arasında da sürmüştür. Ama, onlar doğrudan eyleme geçmişlerdir. Ancak uzaktan bir sevgi göstermişlerdir. Nitekim doksan yıl sonra, 1623’de Şah Abbas, Bağdat’ı geri aldıktan sonra yeniçeri şairi Kul Mustafa şu şiiri söylemiştir:
10
Pirliğinde düşman sözüne uydun
Şah ne akıl ettin aldın Bağdad’ı
Malum oldu kendi kendine kıydın
Şah ne akıl ettin aldın Bağdad’ı
Tuğlar çıkıp sancağımız çekilir
Bir od düştü cihan yanar yıkılır
Yine ilin vilayetin yıkılır
Şah ne akıl ettin aldın Bağda’ı
Gaziler şemşirin alıp destine
Dökerler kanını Irak çölüne
Ser veririz İmamlar yoluna
Şah ne akıl ettin aldın Bağdad’ı
Askerle doludur dağ ile taşlar
Akar gözlerimden kan ile yaşlar
Al-i Osman serdarı Tebriz’de kışlar
Şah ne akıl ettin aldın Bağdad’ı
Mustafa eydür, gel etme inadın
Nice kere kendi kendin sınadın
Sultan Murat kırar kolun kanadın
Şah ne akıl ettin aldın Bağdad’ı


PİR SULTAN ABDAL’ım destim damanda
İsmim Koca Haydar neslim Yemen’de
Garip başa bir hal gelse zamanda
Orda her kişinin dostu bulunmaz
Diyor. Pir Sultan’ın soyunun Yemen’den olması uzak bir ihtimal olarak da kabul edilemez. Bir çok Türk tarikat ulularının Arabistan’a, Halifelere yakınlığı, onların soyuna bağlanması vardır ki, bu halk üzerindeki nüfuzlarının artması için uydurulmuş olmaktan ileri gidemez. Bu şiirin kendisi tarafından söylendiği de şüphelidir. Çünkü, tamamında ve şu mısralarda
Biz de gel oldu kanlı Sivas’ta
Hızır Paşa bizi astı bulunmaz
Gibi sözler söylediğine göre, ölümünden sonra müritleri tarafından söylendiği düşünülebilir
Bunun yanında. İlk olarak yayınlanan bir nefesinde (Türk Dili, sayı 34—1954):
Benim aslım Horasan’dan Hoy’dandır
Kırklar olduğun Kanber de yandadır
Tanrının aslanı Ali nurdandır
Kırklara serçeşmesin pirim Ali
Cümlemizden ulusun Kızıl Deli (1)
______________
(1) Tamamı bu bölümün sonunda, 28’dedir
Hoy kasabası orta çağda önemli bir kültür merkezi olduğu gibi askeri seferler için de değerli bir üstür. Bu gün İran Azerbaycanı’nda Türklerin çoğunlukla bulunduğu şirin bir ticaret şehridir. Horasan, bilindiği gibi İran’ın doğusundadaki Türk yurdudur. Belki, ilk soyu Horasan’dan Hoy’a göçmüş, oradan da daha sonraları Anadolu’ya gelerek Sıvas’a yerleşmiştir (Horasan ve Hoy için İslam Ansiklopedisi’ne bakınız)
Nefeslerinde arasıra Horasan’dan söz etmesi ve halk söylentileri Pir Sultan’ın buralarla yakın ilgisi olduğunu göstermektedir.
Köyü Banaz yakınında bu gün de mezarı bulunan Pir Sultan evladından Seyit Ali Sultan’ın Horasanlı oluşu, soyunun Horasan-Hoy’lu oluşuna bir delil sayılabilir (Bk. P.N. Boratav, s.34).
Pir Sultan mahlasının yanında bir çok şiirlerinde <<Haydar>>, <<Koca Haydar>> diye kendi adını söyler. Halk söylentileri de bunu doğrular.
AİLESİ, ÇOCUKLARI
HALK söylentileride Pir Sultan’ın üç oğlu ve bir kızı vardır. Oğulları Seyit Ali, kendi köyü Banaz’ın üst yanındaki çam korusunda; Pir Mehmet, Tokat’ın Daduk köyünde, er Gaip de Dersim’de yatmaktadır. Tunceli bölgesindeki aşiretler arasında <<Pir Sultan zadeler>> soyu vardır.
Kızının adı Sanem’dir. Elif adında birde kız kardeşi vardır. Pir Sultan’ın oğlu Pir Mehmed de şairdir. Bir nefesinin son dörtlüğünde şöyle diyor:
Aşık oduyla ciğerciyi dağlıyım
Boş değilim, bir ikrara bağlıyım
Abdal Pir Sultan’ın abdal oğluyum
Adım PİR MEHMET, pirim Ali’dir
Aslanoğlu’nun gönderdiği şiirler arasında Pir Sultan’ın, oğlu Mehmet için söylediği çok duygulu birde ağıt vardır. Bu ağıtta Mehmet2in ölümü ile ilgili kimi olaylara da dokunulmaktadır. Bunlar, atının bağdan boşanması, ak gövdesinin yerlere döşenmesi, kılıcının, kalkanının başkaları tarafından kuşanılması, bey içinde bey olması, divanda bulunması olup, Mehmet’in yetişkin çağda bir delikanlı iken kaza ile öldüğünü düşündürüyor.
Yukarıda şair olduğunu söylediğimiz ve bir dörtlüğünü verdiğimiz şiirin sahibi Mehmet ağıtta adı geçen Mehmet olmalıdır.
13
Sabahın kalktım ezan okunur
Ezan sesi kulağıma dokunur
Duyar düşmanlarım kına yakar
Uyan Mehmmed’im, sinem bülbülü
Mehmmed’in atı tavlada bağlı
Ananın babanın ciğeri dağlı
Mehemmed gideli boynuymuz eğri
Uyan Mehemmed’im, sinem bülbülü
Mehmed’in atı bağdan boşandı
İndi ak göğdeler yer döşendi
Kılıcın kalkanın eller kuşandı
Uyan Mehmed’im, sinem bülbülü
Mehmed’in atın saza koydular
Sine taşlarını düze koydular
Yaza ahd ettiler güze koydular
Uyan Mehmed’im, sinem bülbülü
Babası der, bey içinde bey idi
Başı karamanlı kühi dağ idi
Mehmed’im ol divanda sağ idi
Uyan Mehmed’im, sinem bülbülü
Anası der, ben bu cevre dayanamam
Uyumuştur, uyarmağa kıyamam
Ölüm hakk’ın emri, ölmüş diyemem
Uyan Mehmed’im, sinem bülbülü
PİR SULTAN ABDAL’ım inip gitmeli
Atlar eğerlenmiş, binip gitmeli
Garip bülbül şu cihanda ötmeli
Uyan Mehmed’im, sinem bülbülü
Vahit Dede defterinden alınan başka bir ağıt, belki aynı oğlu için söylenmiştir. Yalnız, bu ikinci ağıtta ad söylenmemiş, <<körpe kuzu>> deyimi kullanılmıştır. Belki de bu başka oğlu için söylenmiştir. Öyle olunca da Pir Sultan’ın iki evlet acısı çektiğini söyleye biliriz. Bu ağıt türkü biçimindedir.
14
Dinleyin aşıklar benim sözümü
Felek yaktı kül eyledi özümü
Elimden aldırdım körpekuzumu
Her gün kıyamet oğlum diye diye
Bir gün kıyamet oğlum diye diye
Felek bana şöyle bir oyun saldı
Dudu dilli kuzucağımı aldı
Neyleyim kardaşlar elim boş kaldı
Her gün kıyamet oğlum diye diye
Bir gün kıyamet oğlum diye diye
Yakarım yakarım ateşim tütmez
Seslerim seslerim bülbülüm ötmez
Oğlumun hayali karşımdan gitmez
Her gün kıyamet oğlum diye diye
Bir gün kıyamet oğlum diye diye
PİR SULTAN’ım dünya fanidir fani
İnsana verdiler emenet canı
Dünyadan ahrete uludur yolu
Bundan gayrı yol yoktur dönesin geri
Her gün kıyamet oğlum diye diye
Bir gün kıyamet oğlum diye diye
Aynı ölüm üzerine söylenmiş aşağıdaki ağıtta ozanın acıları belli oluyor.
15
Bana gül diyorlar neme güleyim
Ağlamak şanıma düştü neyleyim
Elin gülü açmış al ile yeşil
Şu benim güllerim soldu neyleyim
Kolumdan aldırdım nere bazım
Arşa çıkardılar ah-u süzumu
Elimden aldırdım yavru kuzumu
Firkatı bağrımı deldi neyleyim
Haberin alayım seher yelinden
Ördek kalkar mola kendi gölünde
Korkum ayrılıktan, fikrim ölümden
Geldi çattı beni buldu neyleyim
Ulu sular gibi çeşmin çağlayan
Mahrum olmaz özün Hakk’a bağlayan
Yar yitirmiş yana yana ağlayan
Akibet başıma geldi neyleyim
PİR SULTAN ABDAL’IM Kırklar, yediler
Bu yolu erkanı anlar kodular
Allah verdiğini almaz dediler
Bana verdiğini aldı neyleyim
Pir Sultan’ın Mehmed adındaki oğlunun bir nefesi var. Bu Mehmet’in, daha önce ağıtlarını verdiğimiz Mehmed olması düşünüle bilir. Ölen Mehmed’in yetişkin çağında bir kaza ile öldüğü anlaşıldığı da belirtilmiştir. Mehmed’in şiiri deaşağıdadır
16
Pir elinden elifi tac üründüm
Kubbesi duvazde, İmam Ali’dir
Nasibim ol verir, andan iterim
İki cihanda da varım Ali’dir
La deyemez buna her alim hoca
Gözüyle bir olup dip kapı baca
Aleme şavk veren dün, erte, gece
Gören gözlrimde nurum Ali’dir
Tarikat dediler bir yol sürdüler
Getirdiler elimize verdiler
Mervan’ları Zülfikar’la kırdılar
Yezid’i katl eden yarim Ali’dir
Sürdüm ötesin evlada yetirdim
Sohpetimde can terceman getirdim
Anın emri ile oturdum durdum
Gönlümde gayrı yok, varım Ali’dir
Aşk oduna cığerciği dağlıyım
Boş değilim, bir ikrara bağlıyım
Abdal PİR SULTAN’ın abdal oğluyum
Adım PİR MEHEMMED pirim Ali’dir
Bu gün de Banaz köyünde on dördüncü göbekten bir erkek torunu vardır.1939 yılında köye giden Bortay söyle diyor:
<<Banaz köyü Pir Sultan’ın hatıraları ile doludur. Köyda onun neslinden geldiği söylenen bir aile de mevcuttur. Orada geçirdiğimiz günlerde bize melümat verenler arasında bulunanlardan Haydar Efendi adında bir genç adam onun sülalesinden diye kabul olunmakta ve ihtiyarlar tarafından dahi hürmet görmektedir(s. 34)
Aslanoğlu, Sıvas Müzesinde bulunan Şer’iye Sicillerinde h.1266/ m. 1849-50 tarihli defterde <<Divriği’nin Murmana köyünden Hamza bin Pir Sultan>> kaydını bulmuştur. Bu Pir Sultan oğlu Hamza’nın şairimize yakınlığı üzerine şimdilik bir şey söylenemezse de Pir Sultan’ın mezarı bölümnde görülen Eğin ve Divriği arasındaki Çiçek Yaylası’nın Koca Haydar bölgesinde yatan Koca Haydar (Pir Sultan) soyundan olması da düşünülebilir.
Elimizde Pir Gaip Abdal adında bir Bektaşi şairinin bir nefesi var. Bu nefeste Kanuni Sultan Sülayman ile Budin savaşında bulunmuş ve şehit olmuş Bektaşi azizlerinden Gül Baba’nın maneviyatından <<istimdat>> ediliyor. Her bakımdan Pir Sultan’ın feryatlarını andıran bu nefesten bir dötlüğü örnek olarak veriyoruz.
Kan revandır gözümüzde yaşımız
Bir araya gelmez oldu beşimiz
Şimden gerü Hü demektir işimiz
Gel dinim, imanın, nurum Gül Baba
Bu ozanın Pir Sultan’ın yukarıda adı geçen oğlu Er Galip olması düşünülebilir. Zaman şiirin konusunu ve edası da uygunluk göstermektedir. O da Pir Sultan gibi bunalım içindedir. (Bk.: <<Türk Folklor Araştırmaları>>, 1, s. 3. M. Halit Bayrı; Pir Gaip Abdal yazısı.)

OLUKBAŞI TÜRBESİ..AYDIN

 OLUKBAŞI TÜRBESİ..AYDIN



Olukbaşı Köyü Bozdoğan/AYDIN


Aydın ili, Bozdoğan ilçesi, Olukbaşı köyünde bir tepededir. Burası çeşitli istekler bilhassa çocuk dileği için ziyaret edilir. Ayrıca askere gidenler ve çeşitli problemi olanlar da ziyaret ederler. Meryem’in sol göğsünden yaralanarak şehit olmuş bir kadın olduğu anlatılmaktadır. Türbesine zarar verenlerin rüyasına girerek ikaz ettiğine inanılır. Meryem ismi İsa isminde olduğu gibi Hz.İsa ve Hz.Meryem’e hürmeten çok konulan bir isimdir. Ayrıca şahadet şerbeti içebilmek için kadın kişi olmak engel değildir. Türbeye ve etrafına zarar verenlerin, türbede yatanlarca rüyaya girerek uyarıldığı inancı çok yaygındır.
Peygamberlere soy bağlantılı ulu kabirlerde de manevî itibar bakımından mertebe sadece er kişilere mahsus değildir. Bu soydan gelen eş ve kız çocukları da manevî itibar görürler.
(Kaynak: http://www.akademik.adu.edu.tr/myo/bozdogan/idx=313338)

Tayboğa Türbesi (Seyyit Bilal Türbesi) (Merkez)

Tayboğa Türbesi (Seyyit Bilal Türbesi) (Merkez) 


Sinop il merkezinde, yarımadanın en yüksek yeri olan Seyit Bilal (Hıdırlık) Tepesi’nde bulunan türbenin Hazreti Hüseyin’in soyundan, yöreye kadar gelen Arap orduları komutanı Seyit Bilal’in şehit olduğu yerde yapıldığı Salim Tezkiresinde yazılıdır. Ancak bunun doğruluğu kesinlik kazanamamıştır. Türbeye yanlış olarak Bilali Habeşi Türbesi denilmişse de bunun gerçekle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.

Türbeye Kırım Savaş Şehitliği ile Cezayirli Ali Paşa Camisi’nin içerisinden girilmektedir. Bu türbe Selçuklu Komutanı Tayboğa’ya (Tayyubi) aittir. Tayboğa’nın oğlu Beklemiş tarafından 1280 yılında yaptırılmıştır. Değişik zamanlarda onarım görmüş ve özelliğinden kısmen uzaklaşmıştır.

Cezayirli Ali Paşa Camisi’nin sol tarafında bulunan ve camiden içerisine girilen türbe, kesme ve moloz taştan 8.50x10.85. m ölçüsünde yapılmıştır. Türbe içerisinde üç sanduka bulunmaktadır. Bu sandukalardan birisinin Seyyit Bilal’e ait olduğu söylenmektedir. Diğer mermer sandukanın iki yanında kitabeler bulunmaktadır.

Kitabe:

“Ey Tanrım, bu türbenin sahibi Yaş Beyi diye anılan Hoca Ebu Bekir oğlu Oğul Beyoğlu İlbaşmış’ın oğlu Emir Tayboğa’yı mağfiretine mazhar et. Rahmetli Tayboğa’nın oğlu Emir Beygelmiş h.697 (1297) yılı Recep ayı tarihinde bu makamın imarını emretti.”

“Dünyasında insanın artırdığı, eksiklikten başka bir şey değildir: Öz bayırdan gayri, kazancı da hüsraban ibarettir. Elde edilen her sene, kökü olmayan bir taddır. Çünkü manası, hakikatte yokturlar. Ey çabalaya çabalaya dünya yıkıntılığını onaran, Tanrı hakkı için söyle, ömür yıkıntılığı için bayındırlık var mıdır. Dünyadan ve onun süsünden el çek. Önünde sonunda duruluğu bulanıklıktır. Kavuşma ise ayrılmadır.”

Türbedeki diğer sandukaların kime ait oldukları tespit edilememiştir. Büyük olasılıkla bunlar aynı aileye mensup kişilere aittir. 

Ali Çelebi Türbesi (Akdağmadeni)

Ali Çelebi Türbesi (Akdağmadeni)

 
Ali Çelebi Türbesi (Akdağmadeni)
Yozgat ili Akdağmadeni ilçesi, Çalışkan Köyü’ndeki bu türbe içerisinde gömülü olan Ali Çelebi’nin kimliği hakkında bir bilgiye rastlanmamıştır. Yapı üslubundan XV. yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır.

Kesme taştan baldaken tarzında bir türbe olup, kare planlıdır. L şeklindeki ayaklar arasında bulunan sivri kemerler küçük bir kubbeyi taşımaktadır. Türbe içerisinde kırık bir mezar taşı bulunmaktadır. 

HZ.ALİ..ailesi

HZ.ALİ..ailesi
Hz Ali, hicretten 20 yıl önce dünyaya gelmiştir. Allah Resulü'nün amcası Ebu Talib'in en küçük oğludur. Annesi Fatima binti Esed b.haişam'dır. Kureyş kabilesinin haşimi koluna mensuptur. Asıl adı; Ali b.Ebi Talib b.Abdi'l Muttalib b.Haşim b.Abdi Menaf b.Kusayy b.Kilab b.Mürre b.Ka'b b.Lüey el-Kureşi el. Haşimidir. Künyesi Ebu Hasan veya Ebu Türab'tır.Bazılarına göre de Mürteza  ve Esedullahi'ı-Galib diye adlandırılır. Müeteza, Allah'ın razı olduğu kişi mânâsına kullanılan bir lâkaptır. Esedullahil-Galib ise Hz. Ali'nin bir şecaat ve cesaret kahramanı olarak gerek Bedir'de, gerekse Hendek'te mübarezeye çıkması ve katılmış olduğu bütün savaşlarda göstermiş olduğu performanstan dolayı verilmiştir. Ebu Türab'a gelince; Medine döneminde Nebiler Serveri bir defasında damadı'nın evine gitmişti Kızı Hz.Fatıma, kocası ile arasında hafif bir tartışma geçtiğini ve evden ayrıldığını söyledi.Bunun üzerine Hz. Ali'yi aramaya koyulan Allah Rasülü onu mescidde uyurken buldu. Mübarek ayakları ile Hz. Ali'yi dürterek "Kum ya Ebu Türab"dedi. Mânâsı "Kalk ey toprağın babası" demekti.Allah Resulü'nün söylediği bir lâkap olması sebebiyle Hz.Ali,böyle anılmayı çok severdi. Hz. Ali cennetle müjdelenen on sahibiden dördüncüsü ve Ehl-i beytin birincisidir.
Hz. Ali'nin babası Ebu Talib'in, geliri az, ailesi kalabalıktı. O sıralarda Mekke'de bir kıtlık hüküm sürdüğünden peygamber efendimiz amcası Abbas'a "Ey amca,kardeşinin çoluk çoçuğu çok olmakla masrafı da çoktur. Buna mukabil geliri azdır. Ona yardımcı olmak lâzımdır. Aile geçimindeki yükünü hafifletelim. Her birimiz bir oğlunu alalım," teklifinde bulundu. Bu teklifin, amcası Ebû Talib tarafından kabulü ile Hz.Ali beş yaşından itibaren Resûlullah ile yaşamış, Resûl-i Ekrem'in tâlim ve terbiyesinde yetişmiştir.
Hz.Ali dokuz veya on yaşında Müslüman olmuştu. Hz. Hatice'den sonra ilk Müslüman olan kişi Hz. Alidir. Rivayetlere göre Hz.Ali'nin Müslümanlığı şöyle gerçekleşiyor; Bir gün Hz. Ali, Allah resulü ile Hz. Hatice'yi namaz kılarken görür ve "Bu nedir?" diye sorar. Nebiler Serveri "Bu Allah'ın kendisi için seçtiği ve onun için peygamberler gönderdiği dinidir."der ve "Seni ortağı olmayan bir tek Allah'a iman etmeye, Lât ve Uzza putlarını reddetmeye çağırıyorum."diyerek onu İslâm'a davet eder. Hz.Ali "Bu benim, daha önceden hiç duymadığım bir şey Babama sormadan hiç bir şeye karar veremem". Cevabını verir. Fakat Hz. peygamber o günlerde dini açıktan anlatmaya başlamadığı için  bunun duyulmasını istemez ve Hz. Ali'ye "Ey Ali! Müslüman olmasan bile,bunu gizli tut. Kimseye söyleme"  der. O gece Hz. Ali derin düşünceler içine dolar. Ertesi gün Allah Resulü'ne giderek Kelime-i şahadet getirir ve Müslüman olur.
Hz. Ali ortaya yakın kısa boylu, koyu esmer tenli,iri siyah gözlü olup, sakallı sık ve genişti. Hz. Ali çok fedakar bir insandır. Onun Resül-i Ekrem uğrunda gösterdiği fedakarlık ve o'nu kendine tercih etmesi her türlü takdirlerin üstünüdür. Hz.Ali Medine-i Münevvere'de, Mescid-i Nebevinin inşasında çok çalışmış, bizzat sırtında taş ve toprak taşımıştır. Başta Bedir,Uhud ve Hendek harpleri olmak üzere, Resülullah bütün gazvelerinde bulunarak, fevkalâde gayret ve kahramanlıklar göstermiştir.
Bedir Savaşı     =>       Hz.Ali birçok azılı müşriki öldürmüştür.Savaşa katıldığında 25 yaşında idi.
Uhud savaşı     =>       On altı kılıç darbesi almıştır.
Hendek savaşı  =>       Müşriklerin en azılıları ile savaşmıştır.
Tebük seferi     =>       Ali seferde bulunmamıştır.
Hayber'in fethi=>         Ali kalenin kapısını koparıp,kalkan olarak kullanılmıştır.
Yemen savaşı   =>       Ordu başkomutanlığı yapmıştır.
Hz. Ali şecaat ve kahramanlığı ile tanınmasına rağmen, düşmanlarıyla dövüşürken onlara acır ve haddi tecavüz etmezdi. Çok cesurdu, her yaptığı işi,insanlığın iyiliğini düşünerek yapardı.Ayrıca çok şevkatli ve merhametliydi. Hz. Ali, servet sahibi değildi. Buna rağmen çok cömert, çok kerimdi. Son derece mütevâzı,alçak gönüllü idi. Bu yüzden peygamber efendimiz, Aliyyü'l-Murtaza'yıp ek çok severdi. Sevgili kerimesi Hz. Fatima'yı, o'nunla evlendirmişti. Hz. Fatima'dan Hasan, Hüseyin, Zeynep ve Ümmü Gülsüm isimlerinde 4 evladı olmuştur. Hz. Ali, Hz. Fatima hayatta iken ikinci bir kadınla evlilik yapmamıştır. Fakat onun vefatından sonra başka hatunlar alıp ve cariyeler tutup onlardan diğer evlatları olmuştur. Şunlardır;
Erkekler           => Muhammed ül-ekber, Abbas, Osman, Cafer, Abdullah, Muhammed ül-evsat, Yahya, Avn, Ömer-ül-ekber, Muhammed_ül_asgar, Ubeydullah, Ebu Bekr.

Kızlar               => Rukiye, Ümmülhasan, Remle-tül-kübra, Ümmü hani, Meymune, Zeyneb suğra, Ümmü gülsüm suğra, Fatime, ümmülkiram, Ümmü saleme, Ümmü cafer, Cemane, İmame ve nefise'dir
Hz. Muhammed'in ölümünden sonra, onun yerini alacak halifenin seçimi Müslümanlar arsında büyük bir sorun oldu. Bazıları Hz. Muhammed'in bu görevi Hz.Ali'ye verdiğini ve halifeliğin onun hakkı olduğunu savundular. Ama Hz.Ali'nin de bulunduğu 6 kişilik bir kurul uzun tartışmalar sonunda Hz. Ebubekir'i halife seçti. Başlangıçta bu seçimi onaylamadığı halde Müslümanlar arasında karışıklık çıkmaması için sonuca razı olan Hz.Ali, kendisinden önceki ilk üç halife (Ebubekir,Ömer ve Osman) döneminde yalnızca din işleriyle uğraştı. Ama Hz. Osman'ı öldüren ayaklanmacıların isteği üzerine 656'da halifeliği kabul etmek zorunda kaldı.
Hz. Muhammed'in eşi Hz. Ayşe,ilk Müslümanlar'dan Talha ve Zübeyr ile Suriye valisi Muaviye Hz. Ali'nin halifeliğine karşı çıktılar. Basra'ya geçerek, Hz. Osman'a karşı olanlardan çoğunu öldürdüler. Irak'ın ikinci büyük kenti Kûfe'den sağladığı destekle Basra'ya giden Hz. Ali önce Talha ve Zûbeyr ile uzlaşmayı denedi ama sonuç olmadı. Hz.Ayşe'nin bindiği deve nedeniyle "Cemel (Deve) vakası" olarak bilinen bu ayaklanma, iki Müslüman ordu arasındaki savaşı Hz. Ali'nin kazanmasıyla bastırıldı.
Hz. Ayşe ile yandaşları Talha ve Zübeyr'i yendikten sonra Hz. Ali bir elçi göndererek Suriye Valisi Muaviye'den kendisini halife olarak tanımasını istedi. Hz. Osman'ın öcünü almaya kararlı olan Muaviye bu isteği geri çevirince. 657'de iki taraf arasında savaş başladı. "Sıffın Savaşı"  olarak adlandırılan bu çarpışmalarda Hz. Ali'nin ordusu üstün durumdayken, Muaviye'yi destekleyen eski Mısır valisi Amr bin As'ın önerisiyle askerler mızraklarının ucuna Kuran sayfaları taktılar. Hz.Ali'nin askerleri de Kuran'a uygun olarak çözülmesi kararlaştırıldı ne var ki Muaviye'nin hakemi Amr bin As, Hz. Ali'nin hakemi Ebu Musa'yı etkiledi ve sonuçta Hz. Ali halifelikten alınarak yerine Muaviye seçildi.
Hz. Ali'nin askerlerinden bir grup bu hakimliği ve Muaviye'nin halifeliğini Kuran'a aykırı bularak ordudan ayrıldı. Hariciler denen bu toplulukla savaştıktan sonra Kûfe'ye çekilen Hz. Ali bu kentte bir harici tarafından zehirli bir kılıçla vurularak öldürüldü.(661) 
Hz. Ali hakkında söylenmiş hadis-i şeriflerden bazıları şunlardır;
*"Allahü tealâ bana dört kişiyi sevmemi emretti. Ben de onları seviyorum "Bunlar kimlerdir? denildikçe," Ali onlardandır. Ali onlardandır ve Ebûzer, Mikdad ve Selmân'dır."
*"Ali, dünya da, âhirette de benim kardeşimdir."
*"Ali, cennette sabah yıldızı gibi parlar."
*"Ben ilmin şehriyim, o şehrin kapısı Ali'dir."
*"Ali bendendir,bende ondanım,onu bütün mü'minler sever."
*"Ali'ye bakmak ibâdettir.Ali'yi inciten beni incitmiş gibidir."
* Münafıkların kalbinde dört kimsenin muhabbeti toplanmaz; Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali (r.a)."
*"İmanın alametleri vardır: Birinci alâmeti Ali'yi sevmektir Ali iyilerin rehberidir. Ona yardım edene yardım edilir. Ona sıkıntı vermeye uğraşanın kendisi perişan olur. Cennet üç kimseye âşıktır; Ali'ye, Selman'a ve Ammâr'a."

16 Mart 2016 Çarşamba

İmam Ali’nin En Zor İmtihanları


İmam Ali’nin En Zor İmtihanları


Hz. Ali (Allah'ın selamı ona olsun), Nehrevan savaşında döndükten sonra, “Yahudilerin lideri” konumunda olan bir Yahudi Haham Kufe Mescidinde Hz. Ali huzuruna geldi; ve “Ey Müminlerin Emiri sana bazı sorular sormak istiyorum; ama bunları ancak Peygamberler ve peygamberlerin  vasileri cevaplayabilir,” dedi.
Hz. Ali (Allah'ın selamı ona olsun) “Ey Musevî kardeş istediğin her şeyi sorabilirsiniz” dedi
Bunun üzerine Yahudi lider şöyle dedi: Bizim kitaplarda peygamberler ve peygamber vasileri hakkında şöyle yazılmaktadır, “Allah Teâla bir peygamber gönderdiğinde ona, kendisinden sonra ümmeti içinde Allah’ın emirlerini uygulayacak kendi ailesinden bir şahısı seçmesini ve bu vasiden bir ahit almasını vahiy eder. Sonra Allah Teâla bu vasileri hem peygamberlerin hayatında hem de onların vefatından sonra imtihan eder.”  
Ey Müminlerin Emiri senden istediğim Allah Teala’nın vasilerden hoşnut olduğu takdirde onlara verdiği mükafatı açıklamandır.               
Hz. Ali: (Allah'ın selamı ona olsun) bu sorulara cevap vermeden önce ona şöyle dedi:  
Denizi İsrail oğullarının geçmesi için yaran, Musa’ya Tevrat’ı indiren Allah’ın hakkı için eğer sorduğun soruya hakkıyla cevap verirsem buna itiraf edecek misin? Yahudi lider: Evet dedi. Ali (Allah'ın selamı ona olsun): Kendisinden başka bir ilah olmayan Allah’ın hakkı için sana doğru cevap verirsem Müslüman olacak mısın? dedi. Yahudi: “Evet” dedi. Bunun üzerine Ali (Allah'ın selamı ona olsun) şöyle buyurdular: Gerçekten de Yüce Allah vasileri, yedi defa peygamberlerin hayatında imtihan eder ve itaatkar olup olmadıklarını ortaya çıkarır. Eğer Allah Teala bu imtihanlarda onlardan razı olursa, peygamberlere, onları kendi hayatlarında veli ve kendilerinden sonraki vasi olarak seçmelerini emreder. Böylece vasilerin itaati ümmetin üzerine farz olur.
Allah Teala vasileri peygamberlerden sonra da yedi defa imtihan eder böylece onların sabırlarını ölçmüş olur. Eğer bu imtihanlarda da onlardan razı olursa, onların peygamberlerle beraber olmaları için şahadet mertebesine ulaşmalarını taktir eder. Sonuçta saadetleri kamil olur.
Yahudi Lider: “Doğru söyledin Ey Müminlerin Emiri” diyerek şöyle devam etti: Öyleyse bize açıklayın siz  Hz. Muhammed’in hayatında ve ondan sonra kaç kere imtihan oldunuz? Ve bu imtihanlardan sonra mükafatınız ne olacak? Bu sözlerin üzerine Hz. Ali onun elini tutarak “kalk” dedi, “eve gidelim bunların hepsini orada sana anlatayım.” Ali’nin ashabından bir gurup bunu duyunca; “Ey Müminlerin Emiri burada anlat biz de duyalım,” dediler. Ama Ali: “Anlatacağım şeylere tahammül edememenizden korkuyorum” dedi. Ashap: Neden tahammül etmeyelim, Ey Müminlerim Emiri, diye sordular. Hz. Ali: Sizin bir çoğunuzla aramda geçen olaylarla ilgili olduğundan diye karşılık verdiler. Bunun üzerine Hz. Ali’nin en sadık komutanlarından biri olan, savaş meydanlarında kahramanca savaşıp tek başına binlerce düşmanın  içine dalan ve her zaman galip dönen, İslam’ın fedakar askeri Malik-i Eşter, gözleri dolmuş bir halde Hz. Ali’ye hitaben, “Ey Müminlerin Emiri lütfen bize de anlat, Allah’a and olsun ki, senin Hz. Muhammed (Allah'ın selamı ona ve pak Ehli Beyt'ine olsun) tek vasisi olduğuna dair kalbimizde bir şüphe yoktur. Bizim Peygamberimiz peygamberlerin sonucudur ki ondan sonra peygamber yoktur ve senin itaatin de peygamberimizin itaatiyle beraber bizin boynuna farzdır” dedi.
Bunun üzerine Hz. Ali oturarak o Yahudi büyüğüne yönelerek:
“Ey Yahudi kardeş” dedi, Yüce Allah, beni peygamberimiz hayatta iken yedi kez imtihan etti; kendimi övmekten Allah’a sığınırım; hepsinde de beni itaatkar buldu.”
O Adam sabırsızca: “Nerede ve nasıl ey Müminlerin Emiri?” diye sordu.
Ali sözüne devam ederek dedi ki:
“O imtihanların ilki, Allah Teala Hz. Muhammed (Allah'ın selamı ona ve pak Ehli Beyt'ine olsun) peygamberlik verip onu mesajını iletmekle görevlendirdiği zaman gerçekleşmiştir. Ben o zaman  Peygamber’in evinde bulunan en küçük ferttim, O’na evinde hizmet ederdim... Bir gün Hz. Muhammed Abdul  Muttalip oğullarının küçüğünden büyüğüne dek hepsini  çağırıp, Allah’ın birliğine ve kendisinin peygamber olduğuna şehadet etmelerini istedi; ama onlar direndiler; inatlaşıp inkar ettiler ve başkaları gibi onu yalnız bırakıp gittiler. Çünkü bu onlara çok ağır gelmiş kalpleri bir türlü buna razı olmuyor ve akıllarına sığdıramıyorlardı. Ama ben tek başıma onun davetini şeksiz şüphesiz hemen kabul ettim. Bu kararımda başıma gelebilecek hiçbir şeyden hatta ölümden bile korkmadım. Bu olaydan sonra üç sene boyunca yeryüzünde peygambere ve onun getirdiklerine iman edip, namaz kılan sadece ben ve Hz. Hatice idi. Allah ona rahmet etsin.”
Sonra ashabına dönerek:
“Bu söylediklerim doğru değil mi?” diye sordu.
Ashap da hepsi bir ağızdan: “Doğrudur Ey Müminlerin Emiri,” dediler.     
Hz. Ali (Allah'ın selamı ona olsun) şöyle devam etti: İmtihanların ikincisine gelince, Kureyş Peygamberi öldürmek için devamlı hilelere baş vurup hayaller kurmakta idi. Sonunda Dar-un Nadve’de toplandılar, İblis de E’ver-i Segif kılığında onlara karıştı ve elinden geleni ardına koymayıp, onların dağınık görüşlerini birleştirip, ortak bir karar almalarını sağladı. Kureyş, her kabileden  bir kişi seçerek, bu kişilerin hep birden Peygamber’i evinde uyurken öldürmesine karar aldı. Böylece Peygamber’in kabilesi Beni Haşim bütün kabilelerle savaşıp intikam alamayacağı için susmak zorunda kalacak ve Peygamber’in kanı heder olacaktı. Ama vahiy meleği Cebrail nazil olup onların bu planlarını ve planı uygulamak için kararlaştırdıkları geceyi ve saati Peygamber’e haber verdi ve o gece şehri terk ederek mağaraya doğru haraket etmesini söyledi. Hz. Peygamber beni bu tertipten haberdar edip, o gece kendi yatağında yatmamı ve onu canımla korumamı emretti. Ve ben Hz. Peygamber’in emrine teslim olup bu emri derhal sevinçle kabul ettim ve Peygamberi korumak uğruna ölüm yatağında yatmaya razı oldum. Ve Peygamber Allah’ın emriyle hicret edip gitti, ben de onun yatağında yattım.
Derken Kureyşliler, Peygamber’i öldürecekleri inancıyla eve geldiler; ev de onlarla baş başa kaldığımda, doğruldum ve kılıcımla onları kendi canımdan defettim.”
Sonra ashabına yönelerek: “Söylediklerim doğru değil mi?” dedi.
Ashap da: “Doğrudur ey Müminlerin Emiri,” dediler.
Ama o imtihanların üçüncüsü şöyledir: Bedir günü Kureyş’in pehlivanlarından Rebie’nin oğulları Utbe ve Şeybe ve Utbe’nin oğlu Velid meydana gelip savaşmak için er istediler. Hiç kimse onlara karşı koymaya cesaret edemedi. Sonra Hz. Peygamber beni meydana gönderdi. Oysa ashap, yaşta benden daha büyük, savaşta benden daha tecrübeliydiler. O gün Kureyş’in büyüklerini öldürüp birçok esir aldığım gibi, Allah benim elimle Velid’i de  Şeybe’yi de katletti. O gün benim yaptığım iş herkesin yaptığından daha fazlaydı. Amcamın oğlu Ubey bin Hers o gün şehit oldu Allah ona rahmet etsin.”
Sonra ashabına yönelerek: “Anlattıklarım doğru değil mi” dedi. Onlar da. Doğrudur ey Müminerin Emiri dediler. 
Hz. Ali (Allah'ın selamı ona olsun), Nehrevan savaşında döndükten sonra, “Yahudilerin lideri” konumunda olan bir Yahudi Haham Kufe Mescidinde Hz. Ali huzuruna geldi; ve “Ey Müminlerin Emiri sana bazı sorular sormak istiyorum; ama bunları ancak Peygamberler ve peygamberlerin  vasileri cevaplayabilir,” dedi.
Hz. Ali (Allah'ın selamı ona olsun) “Ey Musevî kardeş istediğin her şeyi sorabilirsiniz” dedi
Bunun üzerine Yahudi lider, “Peygamberlerin vasilerinin Allah tarafından büyük imtihanlara tabi tutulduğunu ve Hz. Ali hakknda bu imtihanların ne olduğunu sordu. Bu soru üzerine Hz. Ali, Peygamber (s.a.a)’in döneminde karşılaştığı imtihanları anlatmaya başladı ve şöyle devam etti.               

-Ama onların dördüncüsü ey Yahudi kardeş; Mekke halkı, Bedir yenilgisinden sonra ölülerinin intikamını almak için bütün Arap kabilelerini ve Kureyş kabilesini bize karşı kışkırttı, böylece en son kişilerine kadar bize saldırmak için silahla kuşandılar. Cebrail, Peygamber'e nazil olup olup biteni ona haber verdi ve Peygamber kendi askeri gücünü hazırlayıp Medine'den Uhud Dağı'na doğru hareket etti ve Uhud Dağı'nın yanında konakladı, derken müşrikler de geldiler ve savaş başladı, sonunda bize arkadan saldırdılar, Müslüman'lardan bir çoğunu öldürdüler. Sağ kalan Muhacir ve Ensar yenilgiyi kabul edip kaçtılar. Sadece ben Resul-i Ekrem (s.a.a)'in yanında kaldım ve onu savundum. O savaşta yetmişten çok yara aldım, bunlar da yerleri.
Sonra Ali (a.s) Uhud Savaşı'nda aldığı yaraların izlerini gösterdi ve şöyle dedi:
- O gün İslam'a hizmet etmeye muvaffak oldum, sevabını da Allah'tan niyaz etmekteyim.
Sonra ashabına dönerek:
- Söylediklerim doğru değil mi? dedi.
Ashabın hepsi:
- Doğrudur, ey müminlerin emiri, dediler.
- Ama onların beşincisi ey Yahudi Kardeş: Uhud Savaşı'ndan çok geçmemişti ki Kureyş, Arap kabilelerini tekrar topladı. Onlar, Medine'ye gelerek Peygamber'i ve yakınlarını öldürmeden geri dönmemeye karar verdiler. Medine'ye doğru yola çıktılar. Ama bu sefer daha şiddetli ve kudretli ve daha fazla silahla geldiler. Zafere ulaşacaklarına emin bir şekilde Medine'ye geldiler. Cebrail (a.s) Peygamber'e onların geliş haberini vermiş, Peygamber de Muhacir ve Ensar'la Medine'nin etrafında çukurlar kazarak kendilerini savunmaya hazırlamıştı. Düşmanlar çukurların kenarında konakladılar ve bizi muhasara ettiler. Kibir ve gururla karşımızda gösteriş yapıp bizi tehdit etmekte idiler. Allah Resulü onları hakka davet edip akrabalık bağını hatırlattı. Ama onlar kabul etmedikleri gibi daha da azgınlaştılar. O gün Arab'ın ve Kureyş'in pehlivanı Amr bin Abd'u-Ved idi. O, kendini güçlü ve bizi de çok zayıf görüyordu. Kudurmuş deve gibi bağırıyor, dövüşmeye er istiyordu. Reciz okuyor, eğilip kalkıyor, kılıcını çekip sallıyordu. Hiç kimse onun karşısına çıkmaya cesaret etmiyordu. Ve hiç kimse kendisini onunla savaşacak kadar güçlü görmüyordu. Onu savaştan vazgeçirmek mümkün değildi. Çünkü o, basiretsiz ve hiçbir kurala bağlı olmayan bir şahıstı. (Korku ve dehşetin bütün kalpleri sardığı bir zamanda) Allah Resulü beni meydana göndermek için çağırdı. Kendi mübarek eliyle başıma imame (sarık) koydu, bu kılıcı (Zülfikar'ı) verdi. Ve ben meydana doğru yola koyuldum. Medine şehri dehşete dönüşmüştü. Müslümanlar ümitsiz bir şekilde arkamdan bakıp Amr'ın galip gelmesinden korkuyorlar, kadınlar arkamdan gözyaşı döküyorlardı. Ama Allah-u Teala onu benim elimle öldürdü. Oysaki Arap'lar Amr'ın galip geleceğinden eminlerdi. Amr o gün başıma kılıcıyla bir yara vurdu ki, izi şimdi de belli, bak!
Ve İmam (a.s) mübarek elleriyle bu gazilik nişanını gösterdi, sonra devam etti:
- Bundan sonra Arap'ların ve Kureyş'in ümitleri suya düştü ve Allah-u Teala onları bozguna uğrattı. Sonra bölük pörçük evlerine geri döndüler.
Sonra ashabına:
- Doğru söylemedim mi? diye sordu.
Onlar da:
- Doğru söyledin, ey müminlerin emiri! diye cevap verdiler.
İmam (a.s) devam etti:
- Ama onların altıncısı ey Yahudi kardeş: Biz Allah Resulü ile beraber senin dostlarının şehrine (Hayber'e) gittik. Orada Yahudi pehlivanlarıyla ve diğer yerlerden onlara yardım için gelen savaşçılarla cesurca savaştık. Düşmanımızın süvarileri ve piyadeleri mükemmel bir şekilde silahla kuşanmış, karşımızda dağ gibi durmuşlardı. Onlar daha iyi ve daha sağlam siperlere sahiptiler. Onların her biri meydana gelerek savaşmaya rakip istiyordu. Benim dostlarımdan meydana gidenlerin hepsi ya şehit oluyor, ya da yenilgiyi kabul edip geri dönüyordu. O gün gözler korku ve dehşetten yerinden fırlamıştı, herkes kendi canının derdine düşmüştü. Tam böyle bir zamanda Allah Resulü beni kızgın savaş meydanına gönderdi. Herkesin meydandan kaçtığı bir zamanda sağlam adımlarla onlara doğru ilerledim. Karşıma çıkan herkesi silip attım. Bana saldıran her pehlivanı ezip geçtim. Korkusuz bir aslan gibi, onların sımsıkı saflarına saldırıp dağıttım. Sonunda benim karşımda dayanamayıp sağlam kaleleri "Hayber"in içine kaçtılar. O zamanda onların kalesinin kapısını elimle yerinden söktüm ve kalenin içine daldım, önüme çıkanı yere serdim ve Hayber Kalesi'ni tek başıma fethettim; Allah-u Teala'dan başka bana yardım eden hiç kimse yoktu.
Sonra ashabına:
- Anlattıklarım doğru değil mi? diye sordu.
Onlar da:
- Evet, doğru söyledin ey müminlerin emiri, dediler.
Hz. Ali (a.s) devam etti:
- Ama yedinci imtihana gelince ey Yahudi kardeş; Allah Resulü (Allah'ın selamı ona ve pak Ehl-i Beyt'ine olsun), Mekke'yi fethetmek istiyordu. Ama müşrikleri bu fetihten önce, son bir kez daha İslam'a ve tevhide davet etmek için bir mektup yazdı. Bu mektupta onları hem Allah'ın azabından korkutuyor, hem de Müslüman oldukları takdirde affedileceklerine dair söz veriyordu. Mektubun sonuna da Tevbe Sûresi'ni ekledi. Sonra Müslüman'lardan bir kişinin gönüllü olarak bu mektubu Mekke'ye götürüp müşriklere okumasını istedi. Müslümanlar bu teklif karşısında ağır davranınca, Müslüman'lardan birini çağırıp onu görevlendirdi ve Mekke'ye gönderdi. Sonra daha o Mekke'ye varmadan Cebrail Peygamber (s.a.a)'in huzuruna gelerek şöyle dedi:
- Ey Muhammed! Bu mektubu ya sen, ya da (senden olan) senin ailenden biri götürmelidir, başkası olmaz, dedi. Peygamber de beni yanına çağırıp Cebrail'in sözlerini bana bildirdi ve bu görevi bana teslim etti. Siz Mekke halkını iyi tanıyordunuz, onların hepsi benim kanıma susamıştı. Onlardan her biri, canı ve malı pahasına bile olsa beni parça parça doğramaktan kaçınmazdı. Ama ben bunlara rağmen Peygamber (s.a.a)'in mesajını onlara ilettim, Tevbe Sûresi'ni onlar için okudum. Onlar da tehdit ve öfkeyle karşılık verdiler.
İmam sonra ashabına dönerek:
- Söylediklerim doğru değil mi? diye sordu.
Onlar da:
- Evet, doğrudur ey müminlerin emiri, dediler.
Hz. Ali (a.s) Yahudi'ye dönerek:
- Ey Yahudi kardeş, bunlar Peygamber yaşadığı süresince başımdan geçen imtihanlardır. Allah'ın izni ve yardımıyla hepsinde başarılı oldum. Allah-u Teala bu faziletleri fakat bana mahsus kıldı, bu yüzden Allah'a minnettarım, dedi.
Hz. Ali (a.s)'ın sözlerini dikkatle dinleyen ashap, o hazrete şöyle hitap ettiler:
- Ey müminlerin emiri! Allah'a ant olsun ki, siz yalnızca doğruyu anlattınız. Gerçekten de sizden daha faziletli birisi yoktur. Allah-u Teala Peygamber ile akrabalık ve kardeşlik şerefini size bağışlamıştır. Peygamber ve sen Mûsa ve Hârun gibisiniz. Hârun, Mûsa'nın kardeşi ve vasisi olduğu gibi, sen de Peygamberimiz (s.a.a)'in kardeşi ve vasisisin. Biz Allah katında şehadet ediyoruz ve gerçekten de buna inanıyoruz ki siz, anlattığınız bütün bu olaylarda, bu zor imtihanlarda korkusuz bir şekilde bir an bile tereddüt etmeden Peygamberimizin emirlerini yerine getirdiniz. Bu yüzden Allah-u Teala sizi, herkesten üstün kılmış ve hiçbir Müslüman'a nasip olmayacak sevapları size yazmıştır.
Ey müminlerin emiri! Bize Peygamber'imizden sonraki imtihanları da anlatın. Biz o imtihanları biliyoruz ve isterseniz teker teker sayabiliriz, ama onları sizin dilinizden dinlemek istiyoruz.
Bunun üzerine Hz. Ali (a.s) Yahudi'ye:
- Ey Yahudi kardeş! Aziz ve büyük olan Allah, beni Peygamber'den sonra yine yedi yerde imtihan etti. Bunların hepsinde (kendimi övmekten Allah'a sığınırım) sabırlı olarak buldu.
(Birinci imtihan): Ey Yahudi kardeş; Peygamber ile benim aramda çok kuvvetli duygular vardı. Ben ona çocukluğumdan beri bağlanmıştım, o benim sırdaşım, yoldaşım, her şeyimdi. Çünkü Peygamber beni kendi yanında büyütmüş, bana sığınabileceğim sıcak bir kucak açmıştı. Beni yetimlikten kurtarmış ve desteklemişti. Bu maddi faydalardan başka, manevi yönden de ondan çok istifade ettim. Onun bereketli vücudu sayesinde Allah katında yüksek derecelere ulaştım. Bu yüzden aramızda şiddetli bir muhabbet bağı oluşmuştur. Peygamber vefat ettiği zaman, öylesine ağır bir gam ve keder üzerimize çöktü ki, eğer dağlara inseydi dağlar bu gam ve keder altında un ufak olurlardı. Bu büyük musibet yüzünden ailemden bazıları feryatlar edip sabır ve takatlerini kaybetmişlerdi. Abd'ul-Muttalib ailesinden olmayanlar ya bizleri sabra davet ediyor, ya da gözyaşı ve feryatlarla bize katılıyorlardı. Çünkü Allah'ın habibi Muhammed(Allah'ın selamı ona ve pak Ehl-i Beyt'ine olsun) artık bizim aramızda değildi.
Bu büyük yasta yalnızca ben, ona olan muhabbetime rağmen sabırlı davranıp kendime hâkim oldum ve boynuma konulmuş ağır görevi yerine getirmeye çalıştım. Gam ve keder dolu yüreğimle Peygamber'e gusül verip hanut ve kefen ettim. Sonra onun namazını kılıp toprağa verdim. Sonra Kur'an'ı toplamaya başladım. Ne gözyaşlarım beni bu işten alıkoydu, ne de musibetin büyüklüğü. Ve vazifemi yerine getirdim. Boynumda olan hakkı sabırla eda ettim.
Sonra ashabına:
- Anlattıklarım doğru değil mi? diye sordu.
Onlar da:
- Doğru söyledin ey müminlerin emiri, dediler.
(İkinci imtihan): Hz. Ali (a.s) devam etti:
- Ey Yahudi kardeş! Allah Resulü vefatından önce ümmetin hilafetini bana teslim etti. Yanındaki herkesten, bana itaat etmeleri ve emirlerime boyun eğmelerine dair söz ve biat aldı. Sonra bu konunun herkese bildirilmesi için emir verdi. Ben, Allah Resulü hayattayken onun emirlerini yerine getirdim. Bir yolculuğa çıktığımda yanımdakilerin komutanı bendim.
Allah Resulü ölüm yatağında iken, on yedi yaşındaki Usame bin Zeyd komutasında büyük bir ordu oluşturuldu. Bütün Arap'ları, Ovs ve Hazreç kabilelerini ve bana ettiği biati bozabilecek, ya da benim karşımda dayanacak herkesi bu orduya katılmakla görevlendirdi. Hatta Muhacirleri, Ensarı ve zayıf imanlı Müslüman'ları, açıkgöz münafıkları, hepsini Usame'nin emri altında topladı. Böylece, ölüm anında başucunda birkaç salim insanın olmasını, onun yanında kötü sözler konuşulmamasını ve ölümünden sonra hilafet ve imamette benimle tartışacak birilerinin olmamasını umuyordu. Peygamber'in ümmetine son emir ve tavsiyesi, herkesin en kısa zamanda Usame'nin ordusuna katılarak ordunun derhal hareket etmesi ve hiç kimsenin, ne şartlarda olursa olsun, bu ordudan ayrılmasına hakkı olmadığını bildirmesiydi.
Ama Peygamber'in emirlerine rağmen bir grup bu orduya katılmadılar ve bir grup da vefatından sonra, ordudaki yerlerin terk ettiler. Allah Resulü'nün emirlerini ayaklar altına aldılar. Komutanlarını yalnız bırakıp atlarıyla dörtnala, aceleyle geri döndüler. Allah ve Resulü'ne ettikleri biati, verdikleri sözü hemen bozmak için aceleyle döndüler. Sonunda da başardılar; çıkarttıkları kargaşada, biz Abd'ul-Muttalib'den bir kişiyle bile görüşmeden, konuşmadan, hatta boyunlarındaki biatimi kaldırmamı istemeden, halktan zorla kendilerine biat aldılar. Bir oldu-bittiye getirip, yapacaklarını yaptılar. Bütün bu zamanda ben Allah Resulü'nün defin işleriyle uğraşıyordum. Benim gözümde o anda o işten daha önemli bir şey yoktu. Bu yüzden ben Resulullah'ın defin işleriyle uğraşırken onlar fırsatı ganimet bilip plan çizip uyguladılar.
Ey Yahudi kardeş! O anda böyle büyük bir musibetten, Allah Resulünün vefatından sonra bana bu şekilde davranılmasına rağmen, ben sabrımı kaybetmedim. Bütün olup biten karşısında sabrettim ve sabrettim.
Sonra İmam ashabına:
- Söylediklerim doğru değil mi? diye sordu.
Onlar da:
- Evet, doğrudur ey müminlerin emiri, dediler.